1. Bölüm

1. Bölüm

Nisa
olurenkler

"Neredeydin sen?”

Minho içinden "Babanla rakı masasındaydım," diye geçirdi. Gözleri açıldı, patronuna baktı ve kendini toplayarak, "Trafik vardı efendim," dedi.

Patronu sinirle yüzünü buruşturdu. "İstifa mektubunu yazıp derhal masama bırak!" diye bağırdı. Minho, "Ama efendim—" diyecek oldu ama patron öfkeyle araya girdi. "Aksi takdirde donunu da alırım, beş parasız kalırsın!" Patron, kapıyı çarpıp çıktı. Minho ise arkasından, "Şunun havasına bak. Duracak değildim zaten," diyerek inledi.

İstifa mektubunu yazıp hızla şirketten çıktı. Eve geldiğinde ne yapacağını düşündü. “Yarın bu evden de çıkaracaklar beni. Ne yapacağım?”

O sırada aklına bir fikir geldi ve arkadaşlarından yardım istemeye karar verdi. “Düşündüm de, birkaç gün sende kalsam—”

“Şirketi dolandırdığını biliyoruz. Sıra bizde mi?”

Şeklinde cevaplar aldı. Minho, kafayı yemek üzereyken başka çaresi kalmadığını anladı. Dedesinden miras kalan eve taşınmaktan başka bir yol yoktu.

...

Minho, dedesinin miras bıraktığı evin kapısını açtığında, karanlık ve tozlu bir iç mekanla karşılaştı. “Burası benim yeni hayatım mı?” diye düşündü, yüzünde ifadesiz bir somurtma vardı. Evin içi, yıllar boyunca kimsenin dokunmadığı eşyalarla doluydu; her köşede unutulmuş anılar, geçmişin izleri vardı.

İçinde bulunduğu durumu kabullenemese de yapacak başka bir şeyi yoktu. Öncelikle bu evi elden geçirmeye karar verdi. “Temizlik şart!” dedi kendi kendine, ama içten içe bunun ne kadar zor olacağını biliyordu. Etrafa bakarak, tozlu koltukları ve sararmış perdeleri gözden geçirdi. “Bunları temizlemek bir ömür alacak gibi,” diye mırıldandı.

Kendine bir hedef koyarak işe koyuldu. Öncelikle, süpürgeyi kapıp köşelerde biriken tozları temizlemeye başladı. Eşyaları yerleştirmeye çalıştıkça, nereye koyacağını düşündüğünde aklına gelen tek şey “Ne kadar kötü bir yer burası,” oldu. Her adımda, buranın ona asla ait olmayacağını hissediyordu.

Saat ilerledikçe, sabahın ilk saatlerindeki gerginliği yerini yavaş yavaş yorgunluğa bırakmaya başladı. İşler bitmek bilmiyordu ve akşam olduğunda, Minho kendini oldukça tükenmiş hissetti. “Neyse ki birkaç saat geçirdiğim bu yere alışmaya başlayabilirim,” diye düşündü ama bu bile onun ruh halini düzeltmiyordu.

Sonunda, akşam karanlığı çökünce dışarı çıkmaya karar verdi. Marketin yolunu tutarken, “En azından bir şeyler alıp evin mutfağını düzene sokabilirim,” diye düşündü. Bir an dışarıdaki manzaraya baktı; denizle buluşan ufuk çizgisi, ona biraz huzur veriyordu ama yine de içindeki rahatsızlık geçmiyordu.

Marketin kapısından geçerken, hayatının ne kadar karmaşık hale geldiğini düşündü. “Jeju’da kalmak zorundayım ama bu yerin beni asla sevmeyeceğini biliyorum,” diye mırıldandı.

Minho, marketin kapısını açtığında kendisini eski bir atmosferin içinde buldu. Tam anlamıyla bir kasaba marketiydi; raflar dolusu yerel ürünler, taze sebzeler ve rafların üstünde yer alan geleneksel atıştırmalıklar onu selamlıyordu. “Burada kaybolmak bile rahatlatıcı olabilir,” diye düşündü, ama aklındaki gerginliği bir türlü atamıyordu.

Kafa dağıtmak için birkaç şişe soju ve birkaç paket ramen alarak kasaya doğru ilerledi. “Burası kesinlikle bana göre değil,” diye mırıldandı kendi kendine. Cüzdanından kartını çıkartırken, “İki paket sigara lütfen,” dedi.

 

Karşısından gelen ses sinirle yankılandı: “On sekiz yaşından küçüklere sigara ve alkol satışı yasaktır. Yazıyı okusana.”

Minho, kendisini az önceki tavırdan oldukça rahatsız hissederek, karşısındaki bedene baktı. Hafif dalgalı saçları ve temiz yüzüyle karşında duran adam, Bang Chan’dı.

“Anlıyorum fakat ben 24 yaşındayım,” diye cevap verdi Minho, sabırsızca kartını çıkarmaya çalışırken.

Bang Chan, şaşırarak ona baktı. “Çok genç görünüyorsun,” dedi ve gözleriyle süzerek Minho’nun yüz hatlarını inceledi. “Yabancı olduğun çok belli,” diye ekledi.

“Bu gün taşındım,” diye açıkladı Minho, cüzdanındaki kartı bulmaya çalışırken.

“Öyle mi? Ben Chan, Bang Chan. Beni çok göreceksin buralarda,” dedi Chan, sıcak bir gülümsemeyle.

“Elbette. Artık ödememi alır mısınız?” Minho, araya girip ödemeye geçmekte kararlıydı.

Bang Chan, Minho’nun tavrına biraz şaşırmış görünüyordu. Anlaşılan bu adam konuşmayı pek sevmiyordu. “Adınız neydi?” diye sordu.

“Poşet verir misiniz?” diyerek Minho, lafı geçiştirdi. Chan, ne olduğunu anlamaya çalışarak ürünleri poşete koydu.

Marketten çıkarken, Bang Chan arkasından seslendi: “En azından adını söyleseydin.”

Minho, arkada kalan sesin ardında, yeni hayatının daha başlangıcında karşılaştığı zorlukların küçük bir örneği olduğunu düşündü. “Buna alışmam gerekecek,” diye geçirdi içinden, marketin kapısını kapatırken.

Minho, eve giderken bir sigara yaktı. Sigarasını içerken izmaritini yere attı. Biraz söylenerek yürümeye devam ederken, arkasından öfkeli bir ses duydu. “Hey, ne yapıyorsun?”

Minho, şaşırarak arkasını döndü. “Sorun nedir?” diye sordu. Karşısındaki adam, öfke dolu gözlerle ona baktı. “İzmariti yere atmamalısın .”

Minho, kasabadaki insanların gerçekten garip olduğunu düşündü. En azından kendi yaşında birkaç genç vardı. “Ah, tabii, benim hatam. İlk defa bir izmarit yüzünden azar yedim,” diyerek sessizce söylendi.

“Burası, sakin bir kasaba, çevreye saygı göster,” dedi adam, yine de sert bir tonla.

Karşısındaki adam Minho'yu süzdü. “Yenisin galiba,” dedi adam.

“Minho,” diyerek elini uzattı.

Karşısındaki beden elini sıkarak, “Changbin. Şu ilerdeki spor salonunun sahibiyim. Burada her şey biraz farklı ama alışırsın,” dedi.

“Elbette,” diyerek yanından ayrıldı. Minho, Changbin’in sözlerini aklında çevirirken, bu kasabanın ona pek de sıradan gelmeyeceğini düşündü.

...

"Yeni biri mi?" Jisung, karşısındaki Bang Chan'in kahvaltısını adeta nefes almadan tüketmesine aldırmadan sordu. Chan, göz ucuyla kaşığına uzanırken soruya cevap verdi. "Aynen, yeni taşınmış."

"Nasıl biriydi?" dedi Jisung, merakla kaşlarını kaldırarak.

Chan, gözlerini devirerek yanıtladı: "Çok sinir bozucu. Ha, bir de yakışıklı."

Bu cevap, Jisung'un ilgisini daha da çekti. "Tanıştınız mı?"

Chan, son bir lokmayı yutarak Jisung’a baktı. "Pek sayılmaz, soğuk davrandı."

İkisi bu konuyu konuşurken içeriye Hyunjin girdi, kolları ağır kutularla doluydu. "Siparişlerini getirdim."

Jisung hemen kutuları kuzeninin elinden alarak teşekkür etti. Hyunjin ise sandalyesine oturup rahat bir nefes aldı. "Çok konuşma, bana bir ice americano yap bakalım," diye mırıldandı. Jisung gülümseyerek hemen kuzeninin isteğini hazırlamaya koyuldu.

Sohbetleri devam ederken kapıdan biri daha girdi. Jisung, içeri giren bu yeni müşteriyi görünce hemen gülümsedi: "Hoş geldiniz!"

Ancak müşteri, yani Minho, bir şey söylemeden kafeyi incelemeye koyulmuştu; yüzünde en ufak bir ifade belirtisi bile yoktu. Bu durum Bang Chan’in dikkatini çekmiş olacak ki, neredeyse yediği yemek boğazında kalacak şekilde Jisung’a doğru eğilip, “İşte! İşte bahsettiğim adam!” diye fısıldadı.

Jisung, Minho’yu baştan aşağı süzdü, belli ki ilk izlenim önemseyen biri değildi. "Ne alırdınız?" diye sordu.

Minho, nihayet ilgisini etrafında döndürdükten sonra Jisung’un yüzüne doğru hafifçe baktı. "Böyle bir kasaba da kafamı dinleyecek bir yer varmış," diye soğuk bir ifadeyle konuştu.

Jisung, ne demek istediğini anlamayarak kaşlarını çattı. "Anlamadım?"

Minho, ifadesini hiç değiştirmeden, ciddi bir ses tonuyla "Ice americano, ekstra buzlu olsun," dedi.

Jisung, bu soğuk müşteri karşısında hafifçe güldü ama bir o kadar da şaşkındı. Kasabanın sıradan sıcaklığından oldukça uzak olan bu adamın neden buraya geldiğini düşünürken, göz ucuyla Chan'e baktı. İkisinin de gözlerinde aynı şaşkınlık vardı. Minho ise etrafa bakmaya devam ederken, bu yeni ortamın ne kadar "sıcak" olabileceğine dair en ufak bir fikri yoktu.

Minho, kafeyi gözleriyle inceleyerek, "Siz buranın yerlisisiniz sanırım," diye sordu.

Hyunjin cevapladı, "Hepimiz buralıyız."

Minho, bir koltuğa yerleşirken içini çekerek konuşmasına devam etti. "Maalesef uzun süre buradayım. Buralarda bir iş bulmam lazım."

Jisung, Minho'nun siparişini hazırlarken arkası dönük bir şekilde konuştu, "Daha önce ne yapıyordunuz? Ona göre bir iş bulabiliriz."

Minho, alaycı bir şekilde gülümseyerek, "Kendi mesleğimin burada olduğunu sanmam," dedi.

Bang Chan, ağzında hala yemek varken sormaktan çekinmedi. "Mesleğin neydi ki?"

Minho, kendinden emin ve biraz da üstün bir tavırla, "Bir şirkette CEO'luk yapıyordum," diye yanıtladı.

Bu cevap hepsini bir anda şaşkına çevirdi; hepsi içinden Böyle bir adam burada ne yapıyor acaba? diye geçiriyordu.

Hyunjin’in merakı iyice arttı. "Öyleyse neden buradasın?" diye sordu, bu kez ciddileşerek.

Minho, kısa ve mesafeli bir yanıt verdi. "Uzun hikaye."

Bu sırada Jisung, Minho’nun siparişini masaya koyarken aklına gelen fikri paylaştı. "Aslında benim yanımda çalışabilirsiniz. Size göre en uygun yer burası gibi görünüyor."

Minho, şaşkın bir şekilde kaşlarını kaldırdı. "Sahiden mi?"

Jisung, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle karşılık verdi. "Elbette. Uygun olduğunuz zaman başlayabiliriz!"

Minho, içten içe bu iş teklifine sevinse de belli etmemeye çalışarak sadece, "Yarın geleceğim,"

Bir süre sonra kahvesini yudumlayıp ayrıldı. Arkasından bakan Jisung, gülümseyerek Bang Chan’e fısıldadı, “Ceo’muz yarın kahve demlemeyi öğrenecek, hazır ol”

Chan, gözlerini bir kez daha devirdi. “Somurtkan, ben ona beş dakika bile katlanamam,” diye söylendi.

Jisung ise dudaklarının köşesinde beliren sinsi bir gülümsemeyle, neredeyse duyulmayacak bir şekilde fısıldadı, “Ben de onu dayanılacak hale getireceğim

 

 

 

Bölüm : 29.10.2024 21:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...