14. Bölüm

14 bölüm

Nisa
olurenkler

Aynı evi paylaşalı yaklaşık on gün olmuştu. Başlangıçta garip gelen sessizlikler, şimdi yavaş yavaş huzura evriliyordu. Sabahları biri diğerinden önce uyanıyor, mutfağa kahve kokuları karışıyor, sonra yorgun adımlarla gün başlıyordu. Ev hâlâ tam anlamıyla “yuva” değildi belki ama, duvarlarına sinen sesler vardı artık; birbirine alışan iki yüreğin sessiz sohbeti gibi… Ve Minho, bu düzene istemese de alışıyordu. Jisung'un bıraktığı küçük notlar, sabah aceleyle hazırlanmış kahvaltılar ya da sehpanın üzerinde unutulmuş kulplu bir fincan... Bunlar Minho’nun yıllardır kaçtığı düzenin minik parçalarıydı. Ama belki de ilk kez kaçmak istemiyordu.

Minho sabah, hafif mırıltılar eşliğinde uyanmıştı. Gözlerini açtığında odanın içini loş bir ışık dolduruyordu. Demek ki saat çoktan öğleni geçmişti. Dün akşam fazlasıyla yorulmuş olacak ki, bu saate kadar deliksiz uyumuştu. Yataktan doğrulurken dağınık saçları yüzüne düşüyor, yanağındaki hafif kızarıklıklarla uykulu bir masumiyet taşıyordu.

Gözlerini ovuşturarak mutfağa yürüdü. Üzerine serilen hafif uykulu hırçınlık hâlâ üzerindeydi. Fakat mutfakta hazır bir kahvaltı sofrasını görünce, yüzünde belirsiz bir ifadeyle saçlarını karıştırdı. Gözleri duvardaki saate kaydı.

14:02.

Bu saate kadar uyumasına kendi bile şaşırmıştı. Tam o sırada telefonuna bir mesaj bildirimi düştü — Han Jisung'dan.

"Kafedeki işlere bugün Chan yardım edecek. Güzelce kahvaltını yapıp dinlen..."

Minho kendi kendine mırıldanarak telefonu yerine koydu. Dudaklarını hafifçe bükerken ikinci bir bildirim sesi daha geldi. Ekrana kayıtsızca bir göz attı.

"Bulaşıkları yıkayıp etrafı toplamaya başla!!"

Bu kez dudaklarının kenarında istemsizce bir sırıtma belirdi. Başını iki yana sallayıp küçük bir iç çekti. Ardından etrafına göz gezdirdi. Mutfak lavabosu ağzına kadar kirli tabaklarla doluydu. Jisung’un bıraktığı sıcaklık hâlâ mutfağın her köşesinde hissediliyordu. Ve Minho, günün geç saatlerinde uyanmış olmasına rağmen, bu sessizlikte kendini ilk kez huzurlu hissetmişti

Minho, yıllardır tek başına yaşıyordu. Bulaşık yıkamak bile alışık olduğu bir rutin değildi. Seul’deki evine zaman zaman gelen hizmetli kadın, tüm ev işlerini sessizce halledip giderdi. Minho’nun parmaklarının deterjanla ilk kez bu kadar temas ettiği bile söylenebilirdi. Ama şimdi, o basit işleri yapmak... garip bir şekilde hoşuna gitmişti. Sorumluluk duygusunun bu kadar huzur vereceğini tahmin etmezdi.

İşlerini bitirdiğinde sessizce salon koltuğuna oturdu. Boğazının derinliklerinden gelen hafif bir öksürükle irkildi. "Hasta mı oldum?" diye geçirdi içinden. Hemen ateşini kontrol etti ama el yordamıyla pek bir şey anlayamadı. Yatak odasından ince bir battaniye getirip koltuğa uzandı. Gözleri ağırlaşırken düşünceleri dağılmaya başladı. Uykuya yenik düşerken, akşam vakti yaşayacağı şeyin, hayatını değiştirecek bir duygunun içine sürükleyeceğini bilmiyordu.

20:38

Han Jisung, kafenin işlerini bitirmiş, yorgun ama huzurlu bir şekilde eve dönmüştü. Kapının önünde durup nazikçe üç kere tıklattı. İçeriden bir ses gelmeyince, kaşlarını hafifçe çattı. Cebinden yedek anahtarı çıkarıp kapıyı usulca açtı. İçeriye adım attığında evin toparlanmış hâlini görünce memnuniyetle başını salladı. Sessizliğe adım attıkça içi garip bir endişeyle doldu.

Salona girdiğinde, gözleri koltukta kıvrılmış şekilde yatan Minho’ya takıldı. Minho'nun yüzü solgundu, dudakları kurumuştu ve adeta bembeyaz kesilmişti. Kalbi sıkışarak hemen yanına çömeldi. Parmaklarını yavaşça Minho’nun yanaklarına, alnına ve boynuna dokundurdu. Teninden yükselen ateş canını yaktı. Panikle eğildi ve Minho’yu hafifçe sarsarak uyandırmaya çalıştı.

“Uyan Minho, uyan!” dedi telaşla.

Minho göz kapaklarını ağır ağır araladı. Gözleri hâlâ uykulu ve bilinçsizdi. Tam o sırada boğazını saran bir öksürük daha geldi, ardından bir tane daha. Jisung vakit kaybetmeden ayağa fırladı. Minho’yu dikkatlice tuttuğu gibi banyoya götürdü. İç çamaşırı dışında üzerindeki her şeyi çıkardı. Minho’nun o an olan bitenin farkında bile değildi, yalnızca soğuk titremesiyle mücadele ediyordu. Jisung ona soğuk bir duş aldırdı, ardından yavaşça kurulayarak bornozunu giydirdi.

Karşısında hasta bir beden vardı ama hâlâ güçlü duruyordu. Jisung onu kendi odasına götürüp yatağın kenarına oturttu. Parmakları hâlâ hafif titriyordu ama gözlerinde Minho’ya dair taşıdığı endişe tüm açıklığıyla okunuyordu.

Jisung, Minho’yu yatağın kenarına oturttuğunda onun hâlâ titrediğini fark etti. Bornozla sarmaladığı bedeni dikkatlice destekledi, ardından odadan çıkarak banyoya yöneldi. Birkaç saniye sonra elinde saç kurutma makinesiyle geri döndü. Minho’nun önüne diz çökerken dudaklarında yumuşak bir gülümseme belirdi.

“Çok havalı görünüyorsun şu an, biliyor musun?” dedi hafif alaycı ama sevecen bir tonla.

Minho, gözlerini zar zor açarak gülümsedi. “Ya, ne demezsin...” diye fısıldadı, sesi cılızdı ama alaycılık belli oluyordu.

Jisung gülümsedi. Kurutma makinesini açarken eliyle Minho’nun saçlarını nazikçe taramaya başladı. Ilık hava, Minho’nun alnında biriken soğuk damlacıkları kuruturken ikisinin de içinde tuhaf bir sessizlik oluştu. Konuşmadılar. Göz göze gelmemeye özen gösteriyorlardı, ama bedenlerinin birbirine bu kadar yakın olması ikisine de fazlasıyla dokunuyordu.

Saçlar kuruduktan sonra Jisung, dolaptan yumuşak, kalın bir kazak ve altına rahat bir eşofman çıkardı. Minho'ya bunları giydirirken Minho hafifçe itiraz etti.

“Yardım etmesen de olurdu, kendim giyinirdim…”

“Saçmalama,” dedi Jisung, sesi yumuşak ama kesin. “Yürümeye hâlin yoktu az önce.”

Minho itiraz edecek gibi olduysa da cümleyi tamamlamadan sustu. Jisung’un parmakları onun bileğinden geçerken kalbinin bir anlık ritim değiştirdiğini hisseder gibi oldu. Bu kadar yakınlık... yabancıydı ama kötü değildi.

Minho’yu yatağa yatırdıktan sonra sessizce mutfağa geçti. Dolaptan bir tavuk suyu çıkardı, içerisine biraz sebze doğrayarak ocağa koydu. Çorbanın kokusu kısa sürede evi sardı. Buhar tüten kasenin içine bir kaşık daldırdıktan sonra, Minho’nun yanına geldi.

“Haydi, biraz içmen gerek. Terlemen iyi olur,” diyerek kaşığı dudaklarına yaklaştırdı.

Minho, başını iki yana salladı hafifçe. “Kendim içebilirim.”

“Şu hâlindeyken mi?” Jisung kaşığı geri çekmedi. “Denedin de mi biliyorsun?”

Minho kısa bir göz devirişin ardından pes etti. Kaşığı dudaklarına yaklaştırdı ve çorbayı içti. İçindeki sıcaklık, boğazındaki yanmaya rağmen hoşuna gitmişti.

“Fena değilmiş...” dedi usulca.

“Konuşma da soğumadan iç,” diye cevapladı Jisung gülerek. Ardından bir kaşık daha verdi. Sessizlik içinde birkaç yudum daha geçti.

Minho, bir an duraksadı. “...Bu kadar ilgilenmen... tuhaf,” dedi. Sesi yorgundu ama ciddiydi.

Jisung durdu, bir kaşık daha almadı. Gözleri Minho’nun gözlerinde sabitlendi. “Sadece seninle aynı evi paylaştığım için değil., Arkadaş olduğumuz içinde değil, sadece .... Sen, sen olduğun için.”

"Aah," dedi minho anladığını belirterek. 'Ben olduğum için mi?'diye geçirdi içinden .

Minho başını yastığa yasladı, gözleri hafifçe nemlenmişti ama yorgunluk bunun üzerini örtüyordu. Jisung ise sessizce kalktı, boş kaseyi alıp mutfağa götürdü. Ama aklında hâlâ Minho’nun son ifadesi vardı. Gözlerinin içindeki o kırılgan parıltı.

O an anlamıştı. Bu sadece bir ev arkadaşlığı yahut iş arkadaşlığı değildi artık.

Minho yavaşça yatağa uzandı, yorganı titreyen vücuduna çekti. Göz kapakları ağırlaşırken odanın kapısında Jisung belirdi. “Uyuyacak mısın?” diye sordu merakla.

Minho, gözlerini kapatırken sadece, “İzninle,” dedi kısık bir sesle.

Jisung başını eğip sessizce odadan çıktı.

Aradan yaklaşık bir saat geçmişti. Hava tamamen kararmış, evin içinde sessizliğin sesi yükselmişti. Jisung, Minho'yu kontrol etmek için odasına döndü. Kapıyı hafifçe aralayıp içeri girdi. Minho’nun huzurla uyuduğunu gördü. Bir bebek kadar masumdu yüzü; ateşi düşmüş, rengi biraz yerine gelmişti.

Yavaşça yanına çömeldi. Minho’nun alnını kapatan saçlarını nazikçe geriye itti. Ay ışığı, Minho’nun beyaz tenini aydınlatırken gözleri dudaklarına kaydı. Pürüzsüz cildinde gezinirken, dudaklarının biçimi aklını karıştırdı. Kalbi korksa da, bedeni dürtülerini bastıramadı.

Ve o an... hiçbir şey düşünmeden, yavaşça dudaklarını Minho’nun dudaklarına bastırdı.

Minho’nun uykusu ağırdı, biliyordu. Bu yüzden bir kez daha öptü onu. Sonra bir kez daha. Minho’nun nefesi hızlanmaya başladı, kalbi göğsüne sığmaz olmuştu. Birden bire gözlerini açtı ve bir hareketle Jisung’u altına aldı.

“Bu yaptığın şeye taciz denir,” dedi.

Jisung şaşkınlıkla gözlerini sonuna kadar açmış, olduğu yerde kalakalmıştı.

Minho’nun gözleri merakla parlıyordu. Ama Jisung, suskunluğuna yenik düşmedi. Onun gözlerinin içine bakarak, neredeyse haykırarak konuştu:

“Sen de sarhoş birinden yararlandın!”

Minho, duyduğu sözle irkildi. Jisung onu hızla kendinden iterek uzaklaştı, ardından devam etti:

“Aynısını sana yaşatmak istedim.”

Minho bir anlığına dondu. Kaşlarını çattı, o geceyi hatırladı.

“Sen… biliyor muydun?” diye fısıltı kadar hafif bir sesle sordu.

Jisung hiçbir şey söylemeden arkasını döndü, odadan çıktı.

Minho yatakta oturdu. “Aynısını yaşatmak mı?” diye yineledi kendi kendine. Kalbi kırılmıştı. Jisung’un gerçekten ondan hoşlandığını düşünmüştü. O kısa an içinde, içinde yüzlerce hayal kurmuştu… belki de yüzlerce ihtimal.

Ama şimdi, hepsi mahvettiğini sanmıştı.

 

Yeni bölüm nasıldı sizcee. Diğer bölümleri de en kısa sürede yazıp atacağım. Yayınlayacağım diğer kitap üzerinde çalışıyorum 🥰

Bölüm : 26.04.2025 10:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...