
Kapıdan giren hafif deniz tuzlu hava, Jisung’un arkasından içeri girdi. Kafeye yayılan ılık kahve kokusu yüzüne hafif bir tebessüm yerleştirdi. Ceketini gelişigüzel askıya astı ve içeri birkaç adım attı.
Minho, elinde paspasla eğilmiş bir şekilde yerleri siliyordu. Kaşları çatık, alnında ince bir ter çizgisi vardı. Jisung’u fark ettiğinde duraksadı, paspası bir kenara bastırıp başını kaldırdı.
“Oraları daha yeni sildim, basma.”
Sesi kuru, net ve kesin. Ama Jisung’un umurunda bile değildi.
Alaycı bir gülümsemeyle başını yana eğdi.
“Kayıp düşeceğimden mi korkuyorsun? Vay be, ne kadar tatlısın.”
Minho derin bir nefes alıp gözlerini devirdi.
“Sadece işimi yapmaya çalışıyorum.”
Jisung, kahkaha atmamak için dudaklarını ısırdı.
“Ciddiyetin bana zarar veriyor Minho-ssi."
Minho paspası kuvvetlice kovaya bastırıp suyunu sıktı.
“Eğer konuşmayı bırakırsan, burası da biraz hızlı biter belki.”
“Tamam, tamam….”
Jisung, tezgâha doğru yürüyüp havluyu kaptı. Kafeye yayılan sessizlik, yalnızca bardakların hafif tıkırtısıyla ve ara sıra dışarıdan gelen rüzgârın uğultusuyla bölünüyordu.
Zaman geçtikçe gökyüzü koyulaştı. Camlara vuran morumsu tonlar, kasabanın sakinliğine akşamın huzurunu fısıldıyordu. İçerisi hafifçe loşlaşırken, Jisung camları silmeye başlamıştı. Minho ise sandalyeleri masaların üzerine yerleştiriyordu.
Saat dokuzu gösterdiğinde, son masa da temizlenmişti. Jisung, kendini bir sandalyeye bıraktı, alnını silerken göz ucuyla Minho’ya baktı.
“Yoruldum…” diye iç geçirdi.
Sonra bir anda gözleri parladı.
“Ne dersin… Temizliğin şerefine küçük bir içki?”
Minho döndü, onu baştan aşağı süzdü.
“Ciddi misin? Bu hâlde?”
Jisung omuz silkti.
“Temizlik sonrası bur şise soju, bozmaz bence.”
Minho istemsizce gülümsedi ama hemen toparladı kendini.
“Bir şişe. Fazlası yok.”
"Ben masayı hazırlıyayım."
Minho başını iki yana sallayıp mutfağa yönelirken kendi kendine mırıldandı.
“Ne belaya bulaştım ben…”
Kafenin içi sessizdi. Dışarıda gece çoktan bastırmış, Jeju’nun nemli serinliği camlara buğular kondurmuştu. İçeride yalnızca loş sarı ışığın huzmesi vardı; tezgâh üstündeki küçük lambanın altına kurulmuş sade bir içki masası, iki bardak, bir şişe derken açılmış üç şişe daha...
Minho önce bir şişe demişti ama Jisung’un ağzı lafla dolu, eli de içkiyle hızlıydı. Çok geçmeden yanakları kıpkırmızı kesildi, dudakları kan gibi parlıyordu. Gözleri zaman zaman dalıyor, bazen anlamsızca gülüyor, bazen cümleleri yarım bırakıyordu. Minho hâlâ her şeyin farkındaydı. Aklı berrak, ama kalbi karmaşıktı.
Masaya bir sessizlik çöktü. Jisung, başını hafif yana yatırarak Minho’ya baktı. Göz kapakları ağırlaşmıştı ama bakışı garip bir ciddiyet taşıyordu. Biraz daha yaklaştı, dizleri neredeyse Minho’nun dizlerine değercesine... Minho fark etti ama geri çekilmedi. Sanki bedeninin ona ihanet ettiğini biliyor, ama bu ihaneti suçlayamıyordu.
Jisung, başını hafifçe eğerek fısıldadı:
“Geçen gece...”
Durdu. Sözleri dilinde yuvarlandı. Minho'nun gözleri dikkat kesildi.
“Öpüştük... Seninle. Ben.”
Minho başını hafifçe salladı. Gözlerini kaçırmadı. Kendi iç sesi o geceyi tekrar tekrar yaşasa da yüzü taş gibi sakindi. Ama Jisung’un bakışları artık dudağında sabitlenmişti.
“Bir şeyden emin olmam gerek,” diye mırıldandı sonra, neredeyse duyulmayacak bir sesle.
Ve ardından, aradaki mesafeyi kaldırarak dudaklarını Minho’nunkilere bastırdı.
Minho’nun gözleri bir an için açıldı, sonra donup kaldı. Dudaklarındaki sıcaklık, içtiği bütün içkilerin oluşturduğu boşluğu bir anda doldurmuş gibiydi. Jisung’un dudakları yumuşaktı, biraz aceleci ama tereddütsüzdü. Küçük öpücükler bıraktı, sonra usul usul derinleşti öpüşmeleri.
Minho, bu temasın içinde bir yerlerde kendini kaybetmeye başladı. Bir içgüdü gibi bedenini ona yaklaştırdı. Bir eli Jisung’un yanağını kavradı, öteki boynuna süzüldü. Jisung'un parmakları, Minho’nun çenesinden ense köküne uzanırken, aralarındaki sınır çoktan silinmişti.
Dakikalar boyunca ne zaman başladı, ne zaman devam etti belli olmayan bir öpüşmenin içindeydiler. Sanki dünya susmuş, sarı ışığın altında sadece ikisi kalmıştı.
Ama sonra... Kapı açıldı.
Sertçe ve birdenbire.
Ve Minho’nun gözleri irkildi, bedeni sertleşti.
Sesin geldiği yere dönünce, donup kaldı.
Kapıda Lee Felix vardı
...
bölum atamıyordum uzun zamandir. umarim begenirsiniiiz. yorumlarinizla dusuncelerinizi belirtebilirsiniz 💗💗
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |