12. Bölüm

11. Bölüm

Nisa
olurenkler


Felix, ağır adımlarla eve doğru yürüyordu. Gün boyu yaşadığı yoğun duygular, zihnini bir girdap gibi sarmıştı. Hyunjin'in dokunuşu, onun aklından çıkmıyordu. Felix, bu anın neden bu kadar derin bir iz bıraktığını anlamaya çalışıyordu. Hyunjin'in sıcak eli, kendi avucunda hâlâ hissediliyormuş gibi geliyordu. Ancak bu duygu, Felix'in zihnini daha da karıştırıyordu. Kendisine olan öfkesini ve bu yabancı hissi bastırmak istiyordu, ama ne yaparsa yapsın bu düşünceyi kafasından atamıyordu.

Eve vardığında, kapıyı açarken derin bir nefes aldı. İçeride annesi ve babası onu bekliyordu. Masada, her zamanki gibi sessiz bir akşam yemeği için oturmuşlardı. Felix göz ucuyla yemek masasını süzdü, ama içeri adım atmak istemedi. Annesi, onun yüzündeki yorgun ifadeyi fark etti ve nazik bir tonla, "Üstünü değiştirmeye git hadi," dedi. Felix, başını hafifçe sallayarak annesinin sözlerine uysalca boyun eğdi ve odasına doğru çıktı. Ancak, odasında yalnız kalınca bile, yüzündeki donuk ifade hiç değişmedi. Bu gece de hiçbir şeyin farklı olmayacağını biliyordu. Yemeğe katılmak zorunda olduğunu anlayarak tekrar aşağı indi ve masaya oturdu.

Yemek sessizce başladı. Her zamanki gibi, babası arada bir kaşlarını çatarak yemeğine odaklanmıştı. Sessizliğin ağırlığı, odanın her köşesine yayıldı. Tam yemeğin ortalarındayken, babası aniden sessizliği bozdu. "Psikolog nasıl gidiyor? Alışabildin mi oğlum?" diye sordu. Felix, babasının bu tür sorularına alışkındı. Başını kaldırmadan, sanki cevap vermek zorunda değilmiş gibi, "Evet," diye mırıldandı.

Ancak babası bu yanıtla tatmin olmadı. Aynı sert ifadeyle, bir başka soru sormaya devam etti. Onun doğası gereği, masadaki tüm konuşmaların kontrolü her zaman onda olurdu. "Peki, şu çocuk?" dedi, sanki bu sorunun cevabı her şeyden daha önemliymiş gibi. Felix, kaşığı elinden bırakarak, aniden kafasını kaldırdı. Bu belirsiz sorunun neyi kastettiğini anlamaya çalışıyordu. "Ne çocuğu?" diye sordu, sesi biraz daha sertti.

Babasının yüzünde bir anlık bir memnuniyet belirdi, sanki aradığı yanıtı almış gibi. Ama ardından, hiç beklemediği bir cümle kurdu. "Yanındaki o ibne."

Bu kelime Felix'in içini adeta yaktı. Bir an ne diyeceğini bilemedi. Babasının bu kadar aşağılayıcı bir şekilde konuşması onun sabrını tüketmişti. İçindeki öfkeyi zor dizginleyerek derin bir nefes aldı. Babasının gözlerinin içine baktı, sonra yavaşça annesine doğru döndü. Gözlerinde çaresiz bir arayış vardı, sanki annesi onun için bir kurtuluş yolu sunabilecekmiş gibi.

"Anne," dedi Felix, sesi bu sefer çok daha kararlıydı.

Annesi, Felix'in sesindeki değişikliği fark etti ve hemen ona cevap verdi. "Efendim oğlum?"

Felix, birkaç saniye sessiz kaldı. O an odada sadece nefes alışverişleri duyuluyordu. Sonra, babasının sert bakışlarının altında, kelimeler bir volkan gibi patladı. "Ben taciz sonucunda mı doğdum?"

Bu sözler, odada bir bomba etkisi yarattı. Babası, masadan öfkeyle kalktı, yüzü kıpkırmızı olmuştu. Sandalye geriye savrulurken, Felix'in sorusu evin her köşesinde yankılandı. Babası, bağırmaya başladı, "Ne diyorsun sen? Ne cüretle böyle bir şey sorarsın!" Annesi ise ne yapacağını bilemez halde aralarına girmeye çalıştı, ama Felix'in gözleri öfkeyle dolmuştu. Annesinin ya da babasının sözlerini artık duymuyordu. Öfke, hayal kırıklığı, acı ve belki de korku... Hepsi bir araya gelmişti ve kontrolünü kaybetmesine neden olmuştu.

Felix, daha fazla dayanamayarak sandalyesini geriye itip hızla ayağa kalktı. Hiçbir şey söylemeden, annesinin titreyen seslerini ve babasının öfke dolu bağırışlarını geride bırakarak kapıya doğru yöneldi. Eve, Hyunjin'in dokunuşu ve karmaşık hisleri ile dönmüştü, ama şimdi bu ev ona daha da boğucu geliyordu. Kapıyı büyük bir gürültüyle arkasından kapatarak, geceye karıştı. Tek başına, soğuk sokaklarda yürümeye başladı. İçindeki karmaşa, bu sessizlikte bile dinmiyordu. Ama bu sefer, belki de bu karmaşanın içinde bir yol bulacaktı.

Felix, evden çıkarken içindeki karanlıkla birlikte sokakların sessizliğine karıştı. Her adımda öfkesi, çaresizliği ve acısı birleşip gözyaşlarına dönüştü. Kafasında dönen düşünceler onu daha da yıpratıyordu. Sokak lambalarının solgun ışıkları altında, karanlıkta yalnız başına yürüyordu. İçindeki karmaşa ve ağırlaşan hislerle ilerlerken, uzakta bir telefon kulübesi gördü. Cebinde duran jetonu hissetti ve elleri titreyerek jetona doğru gitti. Hyunjin'i aramak, ona bu duygusal anı paylaşmak, belki de ona biraz olsun rahatlık getirecekti.

Telefon kulübesine yaklaştı ve içeri girdi. Jetonu attı ve ilk günden beri hafızasına kazınan numarayı tuşlamaya başladı. Kalbi hızla atıyor, her tuş darbesiyle birlikte duyguları daha da yoğunlaşıyordu. Telefonun çalmasıyla birlikte içindeki endişe ve umut birbirine karıştı. Bekledi ve sonunda o tanıdık, neşeli ses duyuldu. "Alo! Kimsiniz?"

Hyunjin, telefondaki bu beklenmedik sessizliği fark etti. Bu, alışık olduğu bir sessizlik değildi. Karşıdan sadece bir kelime geldi, ama bu kelime Hyunjin'in tüm dikkatini topladı: "Hyunjin..."

Felix'in sesindeki kırılganlık, Hyunjin'i derin bir endişeye sürükledi. "Felix... sorun nedir? Neden ağlıyorsun?" diye sordu aceleyle. Ama karşıdan gelen tek cevap, hıçkırıklar oldu. Felix konuşamıyordu, sadece ağlıyordu. Bu, Hyunjin'in içini daha da sıkıştırdı. Arkadaşının bu durumda olması, onu tarifsiz bir paniğe sürükledi. Kendi odasında, bir an bile durmak istemedi. Felix'in nerede olduğunu hemen öğrenmeliydi. Kalbi hızla çarparken, "Neredesin Felix?" diye sordu telaşla. Felix, otobüse bindikleri durağın yakınındaki bir telefon kulübesinde olduğunu söyledi.

Hyunjin'in içindeki endişe, birdenbire hareket etme ihtiyacına dönüştü. Hemen odasından çıkıp dışarı fırladı. Babasının arkasından gelen sesi, "Oğlum nereye?" diye sorarken zor duydu. Ancak bu an, babasına açıklama yapmaktan daha önemliydi. "Baba, Felix aradı, pek iyi değildi," diyerek aceleyle kapıyı arkasından kapattı.

Yağmur başlamıştı, ve her bir yağmur damlası, Hyunjin'in içinde Felix'e ulaşma ihtiyacını daha da artırıyordu. Koşarak Felix'in olduğu yere gitmeye çalışırken, kafasında sürekli aynı düşünceler dönüyordu: "Felix... Neden ağlıyorsun? Neler oluyor?" Onun ağladığını düşünmek bile Hyunjin'in içinde tanımlayamadığı bir acı yaratıyordu. Daha önce hiç bu kadar yoğun bir koruma hissi yaşamamıştı. Felix'in yanında olması gerekiyordu. Onu bu durumdan kurtarmak, ona sarılıp rahatlatmak, gözyaşlarını silmek istiyordu.

Felix'i uzaktan gördüğünde, bu görüntü Hyunjin'in içinde derin bir sızı bıraktı. Yere çökmüş, ağlayan bir genç... Felix'in o güçlü, her zaman duygularını gizleyen yapısı tamamen kırılmış gibiydi. Hyunjin, onu böyle görmek istememişti. Hemen yanına koştu, sırılsıklam olmuştu ama bu umurunda değildi. Felix'in yanına diz çökerek ona sıkıca sarıldı, kolundan tutarak onu kaldırdı. "Hadi, buradan gidelim," dedi yumuşak bir sesle. Felix, bir direniş göstermedi, sadece Hyunjin'in yanında olmasının rahatlığına kendini bıraktı.

Hyunjin, Felix'i evine götürürken içindeki o karmaşık duygular daha da yoğunlaştı. Onun için endişeleniyor, onu bu durumda görmek içini parçalıyor, ama aynı zamanda bu anın, Felix'e olan hislerini daha da netleştirdiğini fark ediyordu. Onu korumak, yanında olmak... Hyunjin, bu duyguların dostluktan öte bir şey olduğunu yavaşça anlıyordu. Ancak, şimdi önemli olan tek şey, Felix'in güvende olduğundan emin olmaktı. Gözyaşlarının altında, Hyunjin'in hissettiği tek şey derin bir sevgi ve Felix'e olan bağlılıktı.

 

Kitap nasıl sizce, beğeniyorsanız lütfen oy verin. Sizi seviyorum...

Bölüm : 14.09.2024 19:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...