17. Bölüm

17. Bölüm

Nisa
olurenkler

Hyunjin, koltuğa yayılmış çizgi roman okuyordu. Ama zihni bambaşka yerlerdeydi. Gözleri, babasının elindeki dosyalar arasında gezinen ellerine kaydı. Babası her zamanki gibi işine dalmış, sessizliğe gömülmüştü. Genç adam derin bir nefes alarak dudaklarını araladı. İçinde büyüyen tedirginliği yatıştırmak istercesine sordu:

“Baba?”

Babası, dosyaların arasından başını kaldırıp ona yumuşak bir tebessümle baktı. “Evet, oğlum?” dedi sakin bir sesle. Hyunjin, birkaç saniye tereddüt etti. Söyleyeceklerinin ağırlığını tartmaya çalışıyordu. Ama sonunda kelimeler döküldü:

“Ben birinden hoşlansam... nasıl karşılardın?”

Babası, bu sorunun derinliğini anlar gibi ciddileşti. Gözlerindeki şaşkınlıkla hafifçe kaşlarını çattı ve sorusunu belli belirsiz bir alayla sordu:

“Kim bu şanssız çocuk?”

Hyunjin, bir anda rahatsız olmuş gibi iç çekti. “Baba, dalga geçmeyi bırak,” dedi, sesi neredeyse bir sitem tonunda. “Cidden, nasıl karşılardın?”

Babası, kısa bir süre sessiz kaldı, dosyaları tekrar önüne çekti ve kelimelerini dikkatle seçti. “İstersen... kırk yaşında biri olsun,” dedi, gözleri hâlâ dosyalara bakarken. “Kendi iraden. Senin hayatın, senin kararların.”

Hyunjin’in kalbi göğsünde hafif bir hızla atmaya başlamıştı. Bu cevaptan memnun olup olmadığını kestiremiyordu. Elleriyle saçlarını karıştırarak başını eğdi. “Öyle mi,” dedi, mırıldanır gibi. Odaya sessizlik çöktü. Babası işine dönerken, Hyunjin tekrar düşüncelere daldı. Birkaç dakika sonra, o sessizliği bozmak istercesine bir kez daha konuştu.

“Yani kimseden hoşlandığım falan yok, tepkini merak ettim.”

Babası sadece başını sallayarak onayladı. “Tamam, anladım oğlum,” diye mırıldandı.

Hyunjin, kendini rahatlatmak için ekledi: “Ben zaten antiromantiğim, değil mi?”

Babası, bu kez hafifçe gülümseyerek başını kaldırdı. “Tabii ki, oğlum,” dedi alaycı bir tonda, ama içinde sıcak bir şefkat vardı.

Hyunjin sessizce çizgi romanına dönerken, babasının sözleri zihninde yankılanıyordu. Babasının anlayışı onu biraz olsun rahatlatmıştı, ama yine de içindeki karmaşa bir türlü dinmiyordu.

Felix ile anlaşmaları üzere dışarı da eğleneceklerdi. Bir kaç defa nehir manzaralı kimsenin olmadığı bir tepeye gitmişlerdi. Buluşma noktaları orasıydı. Hyunjin özen ve heyecan içerisinde hazırlandı. Artık çıkabilirdi.

Hyunjin kapıdan çıkmadan önce babasıyla karşılaştı. “Baba, bu yakışıklı oğlun gidiyor,” diyerek hafif bir gülümsemeyle seslendi. Babası da ona güçlü bir gülümseme ile karşılık verdi. Tam evden çıkmak üzereyken babasının sesi onu durdurdu. "Bu gün Felix'in doğum günü," dedi. Hyunjin, şaşkınlıkla duraksadı. "Öyle mi? Sen nereden biliyorsun?" diye sordu. Babası, kapıyı kapatmadan önce "Dosyasından gördüm," diyerek açıklama yaptı. Kapı kapanmıştı, ama Hyunjin'in yüzünde beliren gülümseme daha da büyüdü. "Bu güzel," diye mırıldanarak yola koyuldu. Felix'in doğum günü olduğunu bilmek, bu akşamı çok daha özel kılacaktı. Ne yapacağını tam bilmese de onu mutlu etmek için elinden geleni yapmaya kararlıydı.


Hyunjin, sokak lambalarının altında sessizce yürürken derin düşüncelere dalmıştı. Felix’in doğum günü olduğunu öğrenmesi, o akşamın planını tamamen değiştirmişti. Bu sıradan bir akşam değildi artık; bu, Felix’e hissettiklerini göstermenin bir fırsatıydı. Ancak ne yapması gerektiğini tam olarak bilmiyordu. Kalbi hızla atarken elini cebine soktu ve soğuk havayı hissetti. Kafasında planlar yaparken bir yandan da Felix’in nelerden hoşlandığını düşünüyordu. "Seveceği bir şey bulmalıyım," diye mırıldandı.

Hyunjin, küçük bir çiçekçiye girdi. Raflar boyunca göz gezdirdi, gözleri çeşitli çiçeklere kaydı. Gül ya da karanfil… ama Felix hangisini severdi ki? Nihayetinde zarif, sade beyaz bir papatya buketi aldı. “Basit ama anlamlı,” diye düşündü. Çiçekleri özenle paketlettikten sonra dükkandan çıktı. Dışarıdaki soğuk hava yanaklarını kızartmıştı, ama içinde sıcak bir heyecan vardı. O akşam her şeyin

Hyunjin, çiçeklerle birlikte yürürken adımlarını hızlandırdı. Yolda düşünceleri birbiriyle yarışıyordu. Felix’in doğum gününü kutlamak için basit ama anlamlı bir şey yapmak istiyordu, ama bu çiçekler yeterli miydi? İçindeki hisler iyice yoğunlaşırken, daha önce hiç böyle bir şey planlamamış olmanın tedirginliğini hissetti. Bir pastaneye girdiğinde vitrinde çeşitli küçük pastalar gözüne çarptı. "Belki bir dilim pasta, bir mum, ve yanında çiçekler..." diye düşündü. Felix’in sade zevkleri olduğunu biliyordu, aşırıya kaçmak istemiyordu. Bir dilim çilekli pasta aldı, yanına da küçük bir mum eklettirdi.

Pastayı ve çiçekleri alıp dışarı çıktığında, akşam iyice çökmüş, sokaklar daha sessizleşmişti. Yüreği heyecanla doluydu, ama aynı zamanda Felix'in bu jesti nasıl karşılayacağını merak ediyordu. Her şey basit görünüyordu, ama Hyunjin için bu anın anlamı büyüktü. Her adımı, ona biraz daha yaklaşmak ve kalbini açmak anlamına geliyordu. "Umarım beğenir," diye içinden geçirdi.

Hyunjin, buluşma noktasına varır varmaz çantasından küçük pastayı çıkardı. Üzerine dikkatlice bir mum dikti, gözlerini ufukta Felix’i ararken hafifçe iç çekti. Sıcak bir esinti saçlarını dağıtırken, içinde hafif bir heyecan hissetti. Sonra, Felix'in siluetini uzaktan fark etti. Kalbi hızla çarptı, elindeki çakmakla mumu hızla yaktı.

Felix, ona doğru yaklaşırken Hyunjin’in yüzünde geniş bir gülümseme belirdi. Felix, yanında durup gözlerini pastadaki muma dikti, sonra başını kaldırıp Hyunjin’e baktı.

“Doğum günün kutlu olsun,” dedi Hyunjin, sesi yumuşak ve içtendi.

Felix hafifçe gülümseyerek mumu üfledi. Mumun alevi sönerken ikisi de bir an duraksadı. Ardından, Hyunjin bir saniye bile tereddüt etmeden Felix’e kısa ama samimi bir şekilde sarıldı. Sarılma anlık, ama o kadar doğaldı ki, Felix’in bir an için şaşkınlığına rağmen sıcaklığı hissedildi.

Hyunjin hemen geri çekildi ve Felix’in gözlerine bakarak cebinden bir demet papatya çıkardı. Papatyaları uzattı, gülümsemesi hâlâ yüzündeydi. “Bunlar senin için. Fazla iddialı bir şey değil belki ama sade şeylerin güzelliğini seversin diye düşündüm.”

Felix papatyaları alırken dudaklarının kenarında küçük bir tebessüm belirdi. “Teşekkür ederim. Gerçektekten.. çok güzel.”

Bir süre ikisi de konuşmadı, etraflarındaki rüzgar, çiçeklerin kokusunu hafifçe dağıtırken sadece birbirlerine baktılar. Sessizlik, onların arasında fazlasıyla doğal ve rahatlatıcıydı.

Felix, gözlerini papatyalardan kaldırıp Hyunjin’e bakarak başını salladı. “Doğum günümhep unutulurdu. Ben bile unutmuşum, çok teşekkür ederim.”

Hyunjin, ona hafifçe omzunu silkip, “Seni neşelendirmek için burdayım,” dedi. “Senin yanında olmak istedim. Bugün özel bir gün sonuçta.”

...

Felix ve Hyunjin, çimlere uzanmış yıldızları izliyordu. Rüzgar hafifçe esiyor, sadece doğanın sesi ikisinin arasındaki sessizliği dolduruyordu. Bedenleri yan yana uzanmıştı, derileri birbirine hafifçe temas ediyordu, ama hiçbir şey söylemeden sadece yıldızlara bakıyorlardı.

Bir süre sonra, Hyunjin derin bir nefes aldı ve gözlerini gökyüzünden ayırmadan konuştu.

“Yıldızlar... her zaman bu kadar parlak mıydı, yoksa ben mi fark etmedim?” dedi yumuşak bir sesle.

Felix, gözlerini yıldızlardan ayırmadan cevap verdi, “Sanırım hep buradaydılar. Ama belki de sadece bugün fark ettik.”

Sessizlik tekrar aralarına çöktü. Hyunjin, içinde biriken hisleri dile getirmek ister gibi bir süre bekledi, sonra yeniden konuştu, bu kez biraz daha düşünceli bir sesle.

“Bazen… bazı insanlar da böyle olur. Hep yanımızdadırlar, ama ne zaman önemli olduklarını anlarız, işte o zaman fark ederiz,” dedi.

Felix, Hyunjin’e bakmadan kısa bir süre düşündü, ardından sessizce cevap verdi, “Evet… ama fark ettiğinde çok geç olabilir.”

Hyunjin, derinlerinde bir yerde acı bir gülümseme hissetti. Oysa dışarıdan sakin görünüyordu. “Belki de… ama belki de tam zamanıdır,” dedi, sesi neredeyse bir fısıltı gibiydi.

Felix, Hyunjin’in sözlerini duydu, ama bu sözlerin ardındaki anlamı kavramak istemezcesine gözlerini yeniden gökyüzüne çevirdi. İçinde bir karmaşa vardı, Hyunjin’in hissettiğini sezse de ona karşı aynı şekilde hissetmemesi gerektiğini biliyordu. Bu düşünce ona duvarlar örmeye zorluyordu.

Uzun bir sessizlikten sonra, Felix derin bir nefes alıp bakışlarını Hyunjin’e doğru çevirdi. “Teşekkür ederim… bugünü benimle geçirdiğin için,” dedi sessizce.

Hyunjin başını çevirip Felix’e baktı, gözlerinde sakladığı her şeyi söylemek ister gibi bir parıltı vardı. Ama yine de sakinliğini koruyarak, “Senin için her zaman buradayım,” dedi. Bu cümle, ne kadar çok şey söylemek istediğinin en sade ve mesafeli ifadesiydi.

Yıldızların altında, sessizlik yeniden onların arasında yerini aldı. Ama bu kez, birbirlerine söyleyemedikleri kelimeler, aralarındaki en güçlü bağ haline gelmişti. Felix Hyunjin'e karşı bir şeyler hissettiğini biliyordu. Bunun uzun süre tek taraflı kalması tek dileğiyle. Fakat Hyunjin kartları yeniden dağıtması oyunun kurallarını bozmuştu. Felix göz ucuyla yanında ki bedene baktı. Sonrasında gözlerini yıldızlara götürdü. Gök yüzünde babasının korkunç yüzü belirdi. Ardından babasının o gün söylediği sözler aklına geldi. Bu aşkın imkansız olduğu o andan itibaren kaderine yazılmıştı. Kalemi tutan kişi ise Felix'di.
...

Bu ficin finalini yapar yapmaz başka bir fic yayınlamak istiyorum. Sizce hangi ship için yazmalıyım. Sadece Strray kids üyelerinden önerirseniz sevinirim. Bu fic hakkında mi yorumlarınızı da heyecanla bekliyorum.

Bölüm : 22.09.2024 18:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...