

Felix yatağında uzanmış, gözlerini karşıdaki masada duran papatyalara dikmişti. Hyunjin’in doğum günü için getirdiği çiçekler, ince bir vazonun içinde, taze ve canlı görünüyordu ama Felix biliyordu ki çok yakında solacaklardı. Hayatında ilk kez bir doğum günü hediyesi almış olmanın tuhaf duygusuyla, derin bir iç çekti. Öksürüğü aniden yükseldiğinde boğazı yanmaya başladı ve burnunu çekti. Küçük ellerini alnına götürdüğünde ateşinin hafifçe yükseldiğini hissetti. Bir daha burnunu çekti, ardından odanın kapısı açıldı.
Annesi içeri girdiğinde Felix yattığı yerden doğruldu. Kadının elindeki valizi fark edince gözleri şaşkınlıkla büyüdü. Ne olduğunu anlamayan Felix, annesinin gözlerine baktı. Oğlu neden şaşırdığını fark eden kadın, açıklamaya başladı.
"Büyükannen rahatsızlanmış," dedi annesi. "Birkaç gün burada olmayacağım."
Felix, başını yavaşça sallamakla yetindi. Annesi ona dönmeden önce, bir şey daha ekledi.
"Buzdolabında yemek var," dedi soğukkanlı bir şekilde. Felix, cevap vermedi. Oğlu suskun kalınca annesi kapıya yöneldi ama gitmeden önce bir şey daha söyleme gereği duydu.
"Bu aralar çok zayıfladın. Güçlü olman lazım. Sen erkeksin."
Felix, bu sözlerle annesine baktı. Feminen yanını her zaman daha çok sevmişti ama bunu hiçbir zaman yaşayamamıştı. İçinden bir şeyler kırılmış gibi hissetti. Annesine sadece sessizce “Tamam,” dedi.
Kadın başka bir şey söylemeden odadan çıkıp gitti. Kapı kapandığında Felix yalnız kalmıştı.
Birden telefonu çalmaya başladı. Arayan Hyunjjn'di. Felix içerisinde küçük bir heyecan sezdi. Duygularını yalanlamak adına "Saçmalama," dedi kendine. Vakit kaybetmeden telefonu açtı.
Felix, telefonun diğer ucundaki Hyunjin’in neşeli sesini duydu. "Bu gün napıyoruz? Benim bildiğim bir Çin restoranı var, oraya gidelim mi?" diye sordu.
Felix’in öksürüğü aniden konuşmasını kesmesine neden oldu. “Sağ ol, istemiyorum,” dedi.
Hyunjin, biraz endişeli bir tonla yanıtladı. "Sesin hasta gibi."
Felix, başını hafifçe sallayarak, "Üşüttüm galiba," dedi.
Hyunjin, öneride bulunmaktan geri durmadı. "Annenden sıcak çorba yapmasını iste, iyi gelir."
Felix, yalnız olduğunu hatırlayarak, “Bir kaç gün evde yalnızım,” diye ekledi.
“İstersen hastaneye gidelim,” dedi Hyunjin, hâlâ kaygılıydı.
Felix, “Halsizim, yürümek istemiyorum,” diye yanıtladı.
Hyunjin pes etmedi. “Pekala, ilaç getiriyorum sana.”
Felix merakla sordu, “İlaç mı? Ne ilacı?”
Hyunjin gülerek cevapladı. “Adı Hyunjin, çok etkili!”
Felix’in dudaklarında bir gülümseme belirdi. “Hmm, öyle mi? Bekliyorum o zaman.”
“Tamam, hemen geliyorum,” dedi Hyunjin, ve telefonu kapattı.
Hyunjin telefonunu kapatır kapatmaz, odasında sevinçle zıplayarak "İşte budur be" diye bağırdı. İçinde bir coşku hissetti; Felix’e yardım etmek için hemen yola çıkması gerektiğini düşündü.
Felix’in evine kadar yolda, Hyunjin sık sık gülümseyerek, “Bu sefer onu mutlu edeceğim,” diye kendi kendine mırıldandı. Zihninde Felix’in yüzündeki o gülümsemeyi canlandırarak adımlarını hızlandırdı. Heyecanla, ne yapacağına dair düşüncelerle dolup taştı.
Hyunjin, Felix’in evinin kapısına geldiğinde derin bir nefes aldı. İçinde garip bir heyecan vardı. Felix’in hasta olduğunu öğrenmek, onu endişelendirmiş ama bir yandan da ona yardım edebilme fikri içinde tatlı bir sevinç uyandırmıştı. Gülümseyerek kapıyı tıklattı.
Bir süre sonra kapı ağır ağır açıldı ve karşısında Felix’i gördü. Felix’in yüzü solgundu, yanakları ateşten kızarmıştı ve hafifçe burnunu çekiyordu. Zayıf bir sesle, “Hoş geldin,” dedi ve kapıyı tamamen açarak içeriye geçti.
Hyunjin’in kalbi hızla çarpmaya başladı. Endişesini saklayamıyordu. Hemen Felix’in peşinden içeriye girip onun yanına oturdu. Elini bir an bile düşünmeden Felix’in alnına ve yanaklarına götürdü. Dokunduğu anda sıcaklık avucuna yayıldı.
“Yanıyorsun Felix,” dedi, sesi ciddi ama içinde yumuşak bir şefkat vardı. “Bu kadar hasta olduğunu neden söylemedin bana?”
Felix, omuz silkti ve hafif bir tebessümle cevap verdi, “Düşünmedim. Pek bir şey değil, geçer.”
Hyunjin, gözlerini Felix’ten ayırmadan kaşlarını çattı. “Pek bir şey değil mi? Ateşin var! Kendine hiç dikkat etmiyorsun. Sen böyleyken nasıl rahat olabilirim?”
Felix, başını yastığa yasladı, ama içten içe Hyunjin’in bu kadar endişelenmesine şaşırıyordu. "Hyunjin, abartma lütfen. Biraz ateşim var, iyiyim."
Hyunjin, Felix’in rahat tavrına sinirlenmiş gibi derin bir nefes aldı ama fazla bir şey demedi. Yerinden kalkarak hızlıca mutfağa yöneldi. Dolapları karıştırdı, eline aldığı bir bardak su ve küçük bir havluyla geri döndü.
Yanına oturup suyu uzattı, “Şunu iç, çok susuz kalmışsın.” Ardından ıslattığı havluyu nazikçe Felix’in alnına koydu. “Birazdan daha iyi hissedeceksin,” dedi sessizce. Hareketleri dikkatli, sesi ise rahatlatıcıydı.
Felix, gözlerini kapatıp havlunun serinliğini hissederken hafifçe gülümsedi. “Teşekkür ederim, Hyunjin,” dedi yorgun bir sesle.
Hyunjin, Felix’in bu hali karşısında içten bir gülümseme ile ona baktı. O anda her şey o kadar doğal geliyordu ki, Hyunjin Felix'in yanında olmanın ne kadar doğru olduğunu bir kez daha fark etti.
Hyunjin, Felix'in daha iyi hissetmesi için bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu. Felix, yavaşça suyu içip gözlerini kapatırken Hyunjin mutfağa yöneldi. Dolapları ve buzdolabını karıştırdı. Elinde bir tavuk suyu buldu ve aceleyle bir çorba yapmaya başladı. Ocağın başında çorbanın kaynamasını beklerken aklı hep Felix'teydi.
Bir süre sonra çorba hazır olunca, derin bir nefes alıp Felix’in yanına döndü. Çorbayı yavaşça ona uzatıp, “Felix, bunu içmen lazım, kendine gelmen için,” dedi.
Felix biraz zorlukla doğruldu, gözleri hafif kapalıydı, ama Hyunjin’in uzattığı çorbayı geri çeviremedi. Kaşığı eline aldığında, elleri titriyordu. Hyunjin, hemen Felix’in elinden kaşığı aldı ve “Bırak, ben sana içireyim,” diyerek çorbayı nazikçe Felix’e vermeye başladı. Felix her kaşığı içtiğinde, biraz daha rahatladığını hissediyordu.
Çorba bitince Hyunjin, Felix’e biraz ilaç verdi ve ona su içirdi. “İlaçları içtikten sonra biraz dinlenmelisin,” dedi.
Felix hafif bir baş işaretiyle onayladı ve başını yastığa koyarak gözlerini kapattı. Hyunjin, onu böyle bitkin görmekten rahatsız olmuştu ama elinden geleni yapmış olmanın iç huzurunu da hissediyordu. Sessizce Felix’in yanına oturdu ve bir süre onun sakin nefes alışlarını dinledi.
Felix derin bir uykuya daldığında, Hyunjin elini usulca Felix’in saçlarına götürdü. Parmakları, Felix’in saçlarında yavaşça dolaşırken içten bir gülümseme belirdi yüzünde.
Hyunjin, Felix’in huzurlu yüzüne bakarken parmaklarıyla saçlarını nazikçe okşadı. İçinden geçen duyguları bastıramayarak, “Senin yanında olmak istiyorum,” diye fısıldadı. Ardından, “Sende belki bir gün kabul edersin, hislerimi,” dedi, sesinde bir umut ve biraz da korku vardı.
Fakat Hyunjin’in atladığı bir şey vardı; Felix uyumuyordu. Gözleri kapalı gibi görünse de, her şeyi harfi harfine duymuştu. Hyunjin’in ona olan hislerini öğrenmek, kalbini hızla çarptırdı. Bu an, Felix için karmaşık bir duygular yumağı haline gelmişti.
Hyunjin, içini döktükten sonra bir süre sessiz kaldı. Felix’in yanındaki kanepeye yattı ve yavaşça gözlerini kapadı. Hyunjin’in elini tuttuğunda, Felix’in kalbi yerinden fırlayacak gibi oldu.
Bir süre sonra Hyunjin uykuya dalarken, Felix onun yanındaki sıcaklığı hissediyordu. Hyunjin elinin tuttuğu elleri, artık ona ait hissettiriyordu. Bu sırada, içindeki duygularla yüzleşmeye karar verdi.
Felix, Hyunjin’in bu sözlerinin ona ne kadar anlam ifade ettiğini düşündü. “Belki de zamanla, bu hisleri karşılıklı paylaşabiliriz,” diye mırıldandı kendi kendine, bir umutla. Gözlerini kapatmadan önce son bir kez Hyunjin’e baktı; bu kadar savunmasızken bile ona güven veriyordu. Felix her şeyi unuttu. Babasının sözlerini, insanların lakırdılarını... Her şeyi.. O an sadece Hyunjin'le olmak istedi
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |