Felix, Hyunjin ile geçirdiği o romantik anın mutluluğu içinde eve dönüyordu. Sokakları neşeyle geçti, her adımda gülümsemesi biraz daha genişliyordu. Nihayet evinin önüne geldiğinde, elini kapı ziline uzattı. Ancak içeriden gelen yüksek sesler onu durdurdu.
Bu, annesinin sesiydi; öfkeli ve kırgın.
"Bu adamın burada ne işi var? Hani bitmişti? Bitmişti her şey!" diye bağırıyordu.
Felix, şaşkınlıkla kapının önünde kalakaldı. İçeri girip girmemek arasında kararsızdı, ancak sesleri dinlemeye devam etti.
"Başka bir suretle yanımda değil," dedi babasının daha sakin bir ses tonu. "Geçmişte olan, geçti."
Annesinin ağlama sesi yükseldi. Bu kez Felix’in tanımadığı bir erkek sesi duyuldu.
"Sadece arkadaşız, inan bana."
Ancak annesi bununla yetinmeyecekti.
"Nasıl inanayım sana?" diye haykırdı, sesi iğneleyici bir tonla doluydu. "Kocamın eski ilişkisisin! Tabi buna ilişki denirse... Sadece zevk-i sefa, tatmin ettin kocamı. Haz duyduğu için seninle—"
Annesinin sözlerini yarıda kesen tokat sesi, Felix’i ürküttü. Babası, bağırarak annesine çıkışıyordu:
"Bu ne cüret!"
Felix, daha fazla dayanamadı. Çantasından anahtarını çıkardı ve hızla kapıyı açıp içeri girdi. Kapıyı sertçe kapatırken sesi tüm evi doldurdu. Salondaki manzara, Felix’in kanını dondurdu. Annesi yerdeydi, ağlıyordu. Babası ise öfkeli bir şekilde ayakta duruyordu. Yanında bir adam vardı, Felix’in daha önce hiç yakından görmediği, ama bir şekilde tanıdık gelen bir yüz.
Felix’in gözleri, o adamın yüzüne takıldı. Kalbi hızla atmaya başladı; zihni hemen o rüyayı hatırladı. Babasının Amerika’da sarıldığı adam... İşte tam karşısında duruyordu.
Felix, duygularını belli etmemeye çalışarak bakışlarını babasına çevirdi. Sesi alçaktı ama her kelimesi bir tokat gibi yankılandı.
"Bu kadar yeter. Yıllardır anneme de bana da yaptığın şeyleri bırak artık."
Babası, öfkeli bir şekilde oğlunun üzerine yürüdü. Ancak Felix, bir adım bile geri çekilmedi.
"Baba," dedi, sesi bu kez daha kararlıydı, "bunu söylerken bile utanıyorum."
Babası, hızla elini kaldırdı. Ancak Felix, elini tuttu ve onu durdurdu.
"Pislik herif!" diye bağırdı. "Kendi doğrularını bize dayatmaktan vazgeç artık!"
Babası, şaşkınlıkla geri çekildi. Salonda ağır bir sessizlik hâkim oldu. Annesi, hâlâ yerde sessizce ağlıyordu. Babası, yanındaki adama bir bakış attı ve derin bir nefes alarak konuştu,
"Burda daha fazla kalmaya lüzum yok," diyerek adamı yanına çekti. Yanında ki beden ise usulca babasının koluna girdi. Kapıya doğru yürüdüler. Felix rüyasını hatırladı, babasının Amerika'da görüştüğü ve bir hayli yakın olduğu adamdı o. Bir an düşündü, onun babasının yanında ne işi olurdu ki? Düşünceleri kafasından silip annesine baktı. "Anne, iyi misin?" Annesi dolmuş gözlerle oğluna baktı.
Felix hemen bir tebessüm gösterdi annesine. Annesi kaşlarını çattı ani bir şekilde. Felix birazdan duyacağı kelimeler karşısında büyük bir boşluğa düşecekti.
"Senin yüzünden," dedi nefretle bakarak. Felix anlamaz gözlerle annesine baktı. "İkiniz, babanla sen hayatıma girmeseydi her şey daha güzel olacaktı," Annesi hızla konuşmasına devam etti giderek acımasızlaşıyordu, "İkinizde aynısınız, lanetlisiniz!" Diyerek oğluna bağırmaya başladı. Bunları söyleyen kadın annesi miydi? Korkuyla bakakaldı. Felix bir anda ayağı kalkıp hızla kapıya koştu. O an anlamıştı. Yıllardır annesine yük olduğunu fark edememişti. Babasını sevmiyordu, annesine tutunarak yaşıyordu. Oysa, annesinin en büyük nefretiydi felix. İşte o saniyeler anlamıştı. Artık o evde bir yeri yoktu. Yola kendisi devam edecekti.
...
Bir kaç bölüm sonra final yapacağım...
Okur Yorumları | Yorum Ekle |