24. Bölüm

24. Bölüm

Nisa
olurenkler

Hayat bazen acımasız olabiliyordu. Hayır, acımasız olan hayat değildi belki de. O hayattaki insanlardı. Felix yıllarca annesinin nefreti olarak yaşamış, babasının hatasının somut bir kanıtı gibi hissetmişti. Sevgiyi öğrenmesi gereken yuvadan dışlanmıştı. O an hissettiği sadece bir boşluktu, kocaman, karanlık bir boşluk. Huzursuz değil, aksine garip bir dinginlik içinde yürüyordu. Sanki bedeninden kopmuş bir ruh gibi, adımları nereye gittiğini bilmiyordu. Güçlü olmak istemişti ama başaramamıştı. Tek yapabildiği, bir adım daha atmak olmuştu. Ve bir diğerini… Kurtuluşa doğru, dedi içinden.

 

Köprünün yamacına geldiğinde durdu. Önünde nehir uzanıyordu, suyun yüzeyi soğuk ve hareketsizdi. “Kurtuluş bu mu?” diye mırıldandı. Ellerini kaldırdı, sanki teslim oluyor gibi. Rüzgâr yüzüne çarparken gözlerini kapattı. Sessizlik… Ve ardından, o yalnız kararı bozacak bir sesin gelmesini bekledi. İçten içe, birinin onu durdurmasını istedi.

...

Hyunjin, elinde bir poşet bira şişesiyle evine dönüyordu. Cumartesi gecesini kendince geçirmek niyetindeydi. Film izler, birkaç bira içer, kafasını dağıtırdı. Köprüye geldiğinde, göz ucuyla birinin korkulukların yanında dikildiğini fark etti. Karanlığın içine sıkışmış bir figür… Bir an duraksadı. İçinde garip bir his belirdi, kalbi hızlanmaya başladı. Daha dikkatli bakınca figürün silueti ona tanıdık geldi. Adımlarını hızlandırdı. Yaklaştıkça, gözleri yanılmıyordu. Bu Felix’ti.

Poşeti yere bırakıp koşmaya başladı. Felix, ayaklarını korkulukların dışına doğru kaydırmıştı bile. Tam kendini aşağı bırakacakken, Hyunjin tüm gücüyle onu geri çekip yere düşürdü. Felix, tepkisiz bir şekilde yerde yatarken Hyunjin nefes nefese kalmıştı. Gözleri dolmuş, kalbi küt küt atıyordu.

“Ne yaptığını sanıyorsun!” diye bağırdı, sesi çatallı ve öfkeliydi. Felix yavaşça doğruldu, kıyafetlerini düzeltip omzunu silkti. Korkuluklara yaslanarak havayı içine çekti, ama gözlerini Hyunjin’e çevirmedi.

“Annem benden nefret ediyor,” dedi, sesi kısık ve karanlık. Başını önüne eğmişti. Bu sözler, Hyunjin’in gözlerinden yaşların akmasına yetmişti. “Ben... içimdeki sevgisizliği seninle doldurmak istedim. Ama olmadı.”

Hyunjin hıçkırarak Felix’in yakasından tuttu. “Başka bir dünyaydın benim için! Başka bir evrendi bu, Felix! Nasıl yaparsın? Nasıl beni böyle geride bırakırsın?”

Felix, Hyunjin’in ellerini yavaşça üzerinden çekti. Gözleri donuktu, sesi buz gibiydi. “Anlayamazsın.”

Hyunjin başını iki yana salladı, kelimeler dökülmeden duramadı. “Seni en iyi ben anlarım. Yalnızlığını, acını, her şeyi...”

Felix derin bir nefes aldı, ama bu nefes onu rahatlatmaktan uzaktı. Yavaşça doğruldu ve Hyunjin’in yüzüne baktı. “Sıcak bir evin var, Hyunjin. Seni seven, senin için her şeye katlanan bir baban var. Sevgisini sana hissettiren bir baba... Senin bir ailen var.”

Hyunjin, kelimelerin onu ne kadar yaraladığını umursamadan, tek bir şey için hareket etti. Felix’i sarmaladı, tüm gücüyle, tüm sevgisiyle. “Bunları sonra konuşuruz,” dedi, sesi şefkat doluydu.

...

Kollarım hâlâ titriyordu. Felix’in soğuk ellerini sıkıca kavradım ve onu evime doğru götürmeye başladım. Bir şey söylemesini bekliyordum, ama sessizlik o kadar ağırdı ki her adımda ciğerlerime biraz daha doluyordu. Eve vardığımızda anahtarı çevirdiğim an bile o sessizlik bizimle içeri girdi.

Felix, etrafına bakındı. Gözleri kısa bir an duvardaki aile fotoğrafında takıldı. “Baban nerede?” diye sordu, sesi neredeyse fısıltı gibiydi.

“İşi vardı, gitti,” dedim. Gerçeği söylemek istemedim. Babam burada olsaydı, Felix’in bu hâlini görüp panikleyeceğinden emindim. Şimdi ona sadece huzur lazımdı.

Oturma odasına geçip kanepeye oturmasını işaret ettim. Sessizce oturdu, omuzları çökmüş, yüzünde hâlâ aynı boş ifade. Gözlerimi ondan alamıyordum. Onun bu kadar kırılgan, bu kadar yalnız olduğunu görmek içimi paramparça ediyordu.

“Banyoya git,” dedim sonunda, sesim yumuşak ama kararlıydı. “Sıcak bir duş iyi gelir. Sana temiz kıyafetler getiririm.”

Başını hafifçe salladı ve sessizce kalkıp banyoya yöneldi. Kapı kapandığında derin bir nefes aldım. Ellerimle yüzümü ovuşturdum, biraz sakinleşmeye ihtiyacım vardı. Onunla beraber köprünün kenarındaydım az önce. Felix’in düştüğü o karanlığa bir adım daha yaklaşırsam, birlikte boğulabilirdik.

Odada temiz bir havlu ve babamın rahat bir eşofman takımını ararken zihnimdeki düşünceler birbirine dolandı. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Onu nasıl sakinleştireceğimi, ona nasıl yardım edeceğimi… ama bir şeyden emindim: Onu bırakmayacaktım.

Duşun sesi hâlâ devam ediyordu. Suyun altında, belki biraz olsun rahatlıyordur diye umdum. Havlu ve kıyafetleri banyoya yakın bir sandalyeye bıraktım. Kapıyı tıklatmayı düşündüm, ama vazgeçtim. Ona alan vermem gerektiğini hissettim.

O an fark ettim ki, Felix’in bu hâli beni de parçalara ayırıyordu. Ama benim kırılmaya hakkım yoktu. Onun yanında durmalıydım, ne olursa olsun.

Duşun sesi uzun zamandır duyulmuyordu. Hyunjin, içeri girmekte bir sakınca olmadığını düşündü ve yavaşça kapıyı araladı. Felix, altına sardığı bir havluyla yatağın kenarında oturuyordu. Odayı dolduran sessizlik, havadaki kasveti daha da yoğunlaştırmıştı.

Hyunjin elindeki kıyafetleri ona doğru uzattı. "Üşüteceksin," dedi, sesi yumuşaktı ama içinde derin bir endişe saklıydı. Felix, aynı hareketsizlikle yere bakmaya devam etti. Hyunjin, onun ne kadar kırılgan olduğunu bir kez daha hissetti ve kıyafetleri yatağın yanına bırakarak Felix’in yanına oturdu.

Aralarındaki sessizlik bozulmadı. Felix bir an başını kaldırdı ve Hyunjin’in omzuna yasladı. Islak saçlarından akan birkaç damla, Hyunjin’in tişörtüne süzüldü. "Yanında olmak, güzel," dedi Felix, neredeyse fısıldar gibi.

Hyunjin, onun bu sözlerine karşılık vermedi. Bunun yerine, hafifçe Felix’e baktı. O an Felix de başını yavaşça kaldırdı ve sevgilisine döndü. Gözleri buluştuğunda, sanki zaman durmuştu. Felix’in bakışları Hyunjin’in gözlerinden dudağına kaydı. İkisi de hareketsizdi ama aralarındaki bağ, kelimelerden daha güçlü bir şekilde kendini hissettiriyordu.

Yavaşça birbirlerine doğru eğildiler. Dudakları buluştuğunda, gerçek dünya tamamen kaybolmuş gibiydi. Sanki başka bir evrene ışınlanmışlardı; orada yalnızca ikisi vardı, acılarından, endişelerinden tamamen uzak.

Sessizliğin içinde, o küçük yatakta birbirlerini bulmuşlardı. Felix’in içinde bir yerlerde, Hyunjin’in sıcaklığıyla hafifleyen karanlıklar vardı. Hyunjin ise Felix’i yanında tutmanın hafifliğiyle dolup taşmıştı. O an, hiçbir şeyin onları ayıramayacağına dair bir hisle doluydular.

...

Hyunjin sabah güneşinin yüzüne vurmasıyla uyanmıştı. Gözlerini bir eliyle temizlerken diğer elini de yatakta gezdirdi. Felixin olmadığını anlamıştı. Yerde felixin kıyafetlerini aradı, yoklardı. Uyandı bakakaldı, hayali bir parmağın bıraktığı yazıya, pencere camının buğusuna...

"Hoş çakall..."

...

Hyunjin bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı. Bir iki hafta Felix’ten haber alamayınca ölüm haberi gelmişti. Han nehrinde kendisini sonsuzluğa bırakmıştı. Hyunjin uzun zaman kendisini toparlayamamış, sürekli felixin evini basıp annesinden hesap sormuş bilakis saldırmıştı. Akıl sağlığını kaybeden hyunjin babasından destek alıyordu.

...

2 yıl sonra

Hyunjin sabahın erken saatlerinde kalktı. Alelacele dünden hazırladığı beyaz takım elbisesini giyindi. Adeta bir melek gibiydi. Elindeki papatyalarla yola koyulmaya hazırdı. Heyecanla aşağı indi ve kapıya yöneldi. Babası arkasından bağırdı "Oğlum nereye?" Hyunjin yüzünde ki kocaman gülümsemeyle babasına döndü. "Bu gün doğum günü... felixin yanına gidiyorum." Babası sessizce kafasını salladı. Vakit kaybetmeden huunjin çıktı.

İçinde ki heyecanı bastıramadan mezarlığın önüne gelmişti. İşte buradaydı 'hidden faces' -saklı yüzler- buraya gömülmüştü. Hyunjin mezar taşlarına göz atarak sevgilisinin mezarına geldi. Papatyaları mezarın başına koydu.

"Bu papatyalar da senin gibi, bir zamanlar yaşıyordu sevgilim. Papatya öldükten sonra artık güneşe ihtiyacı kalmaz. Seninde bana ihtiyacın kalmadı biliyorum." Cebinde ki hapları çıkararak konuşmasına devam etti. "Cehenneme gideceğiz, ama mahşerden önce seninle geçireceğim yıllar var. Seni seviyorum Felix..."

Elinde ki bir şişe ilacı nefes almadan atmıştı ağzına. Aşkları bir okulun sınıfında başlamıştı gözler önünde, şimdi gözlerden ırak bir kez daha kavuşmuşlardı.

-Son-

...

Hidden faces... saklı yüzlerin hikayesi. Beğendiyseniz ne mutlu bana. Buraya kadar okuduysanız çok teşekkür ederim.

 

 

Bölüm : 01.01.2025 18:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...