7. Bölüm

6. Bölüm

Nisa
olurenkler

Hyunjin’in benim için kavga ettiğini öğrendiğimde, içimde tarif edilemez bir rahatsızlık belirdi. Bu kavga, tamamen benim yüzümden olmuştu. Hyunjin’in babasıyla okula gelmesi, durumu daha da kötüleştirmişti. Düşüncelerim içimde dönerken, evde yalnız başıma oturup bu yükle nasıl başa çıkacağımı düşündüm. Rahatsızlık büyüdükçe, çareyi Hyunjin’e yazmakta buldum. Ona mesaj atıp atmamayı uzun süre düşündüm. Belki uyuyordu, belki de beni suçluyordu. Ama bu düşüncelerle daha fazla baş edemezdim. Sonunda telefonumu elime aldım ve tereddütle yazmaya başladım.

"Nasıl oldun? Benim yüzümden oldu değil mi?"

Mesajı yolladıktan sonra kalbim hızla çarpmaya başladı. Her saniye bir ömre bedeldi sanki. Ne diyeceğini bilmiyordum, ama bir şekilde içimdeki ağırlığı hafifletmek zorundaydım. Cevap gelene kadar odanın içinde dolandım, ellerim titriyor, kalbim sanki göğsümden fırlayacakmış gibi hissediyordum. Telefonun ekranı nihayet ışıldadığında duraksadım. Hyunjin’in yanıtı gelmişti. Mesajı açtığımda, onun neşeli tavrı yine oradaydı, ama bu sefer altındaki derinliği hissedebiliyordum.

"Saçmalama, Felix. Kimseye bulaşmaması gerektiğini öğrenmiş oldu. Hem, ben iyiyim, merak etme. Sen nasılsın? Endişelenmene gerek yok."

Hyunjin’in bu cevabı beni hem rahatlattı hem de daha fazla düşündürdü. O, sanki her şey yolundaymış gibi davranıyordu, ama ben hala bu olayın etkisindeydim. Ona bir şekilde daha yakın olmak istiyordum, ama bunu nasıl yapabileceğimi bilmiyordum. "Gerçekten iyi misin?" diye tekrar yazdım. O anda, Hyunjin'in beni düşündüğü kadar onun da yanında olabileceğim bir arkadaş olup olmadığımı sorgulamaya başladım. Bu mesajlaşmanın, aramızdaki bağı nasıl şekillendireceğini merak ediyordum, ama en önemlisi Hyunjin'in gerçekten iyi olup olmadığını bilmek istiyordum.

Hyunjin’den bir mesaj daha geldi, bu sefer biraz daha ciddi bir tonla:

"Felix, ciddi ol. Ben iyiyim, gerçekten. Senin nasıl olduğunu merak ediyorum. Böyle şeyler kafana takılırsa, konuşabiliriz. Yalnız değilsin, tamam mı?"

Bu sözler beni hem rahatlatmış hem de biraz utandırmıştı. Hyunjin’in içtenliği ve bana karşı gösterdiği bu destek, içimde bir sıcaklık oluşturdu. O an anladım ki, Hyunjin gerçekten yanımdaydı ve belki de ben de ona aynı şekilde destek olabilirdim. Bu düşünceyle biraz daha rahatladım, ama hala içimdeki karmaşık duygularla boğuşuyordum. Ona teşekkür etmek için bir mesaj daha yazdım, ama bu kez biraz daha içtenlikle:

"Teşekkür ederim, Hyunjin. Gerçekten senin gibi bir arkadaşım olduğu için çok şanslıyım."

O andan itibaren, Hyunjin’in yanımda olacağını bilmek, bana biraz da olsa huzur verdi. Ama yine de, bu yaşananların benim üzerimde bıraktığı izler hala tazeydi. Bu düşüncelerle geceyi bitirdim, ama biliyordum ki, aramızdaki bu mesajlaşma, yalnızca bir başlangıçtı.

...

Sabah, gözlerimi açtığımda telefonum hâlâ elimdeydi. Gece nasıl uyuya kaldığımı hatırlamıyordum, ama Hyunjin’in son mesajı ekranımda belirmişti. Hâlâ yorgundum, ama o an hissettiğim tek şey yine o tanıdık boşluktu. İçimdeki o ağırlık, her sabah olduğu gibi beni içine çekiyordu. Telefonu bir kenara bırakıp yataktan kalktım, ama enerjim tükenmiş gibiydi. Yine aynı modsuz tavırla, zorla adımlarımı sürükleyerek banyoya yöneldim. Aynadaki yansımama bakarken, gece boyu zihnimi meşgul eden düşünceler yüzüme vurmuştu.

Aşağıdan gelen sesler dikkatimi çekti. Bir an durakladım. Kim vardı? Kalbim hızla atmaya başladı. İçimde kötü bir his belirdi. Ağır adımlarla merdivenlerden indim ve seslerin geldiği salona doğru yöneldim. İçeri adım attığım anda, gördüğüm manzara ile suratım anında asıldı. Oradaydı… Babam.

Gözleriyle beni süzerken yüzünde o tanıdık sert ifade vardı. Hemen kaşlarını çatmış, bana doğru bakıyordu. İçimde bir sıkıntı yükseldi, sanki boğazıma bir şey düğümlenmiş gibi hissettim. Onun yanında hep böyle hissederdim.

"Felix," dedi, sesi her zamanki gibi buyurgan ve sertti. "Neden hâlâ böyle perişan görünüyorsun? Psikoloğa gitmen sana hiçbir şey katmamış gibi görünüyor."

Bu sözleri duymak, içimdeki o tanıdık öfkeyi tetikledi. "İyiyim baba," dedim, ama sesim titrek ve inandırıcılıktan uzaktı. Onun karşısında hep böyle hissederdim, zayıf ve savunmasız.

Babam, kaşlarını daha da çatarak bana baktı. "İyi misin? Bu senin iyiyse, kötü halin nasıldır merak ediyorum. Bu, hastalığını daha da kötüleştirecek. Bunu daha ne kadar inkar etmeyi düşünüyorsun?"

Onun sözleri içime bir hançer gibi saplandı. "Bu bir hastalık değil, baba," dedim, sesim biraz daha yükselmişti, ama içimdeki korku hâlâ oradaydı. "Bu, kim olduğumla ilgili."

Babam, yüzündeki soğuk ifadeyi hiç değiştirmeden, "Bu saçmalığı bir kenara bırakmalısın," dedi. "Bu durumun düzeleceğini biliyorsun. Psikologla görüşmeye devam edeceksin. Bu, senin için en iyisi."

Onun her kelimesi, bana bir tokat gibi geliyordu. Sözlerinin altında ezildiğimi hissediyordum, ama aynı zamanda bir öfke de yükseliyordu içimde. "Beni bu şekilde değiştiremezsin," dedim, ama sözlerim o kadar güçsüz ve etkisizdi ki, babamın sert bakışları altında yok olup gidiyordu.

Babam derin bir nefes aldı, sanki sabrını zorladığımı belli edercesine. "Bu konuda tartışmayacağız, Felix. Psikologla görüşmelere devam edeceksin ve bu saçma düşüncelerden kurtulacaksın. Yoksa daha sert önlemler almak zorunda kalacağım."

O anda, kendimi daha da küçülmüş hissettim. Babamın sözleri, her zamanki gibi üzerimde ağır bir baskı kurmuştu. "Peki, baba," dedim, başımı öne eğerek. Biliyordum, ona karşı koymanın bir anlamı yoktu. O her zaman kazanan tarafta olacaktı.

Sessizce başımı eğip oradan uzaklaştım. İçimde bir isyan vardı, ama onu dışa vuramıyordum. Babamın yanından ayrılırken, onun her zamanki sertliğinin altında ezildiğimi bir kez daha hissettim. Bu evde her zaman olduğu gibi yalnızdım, ama bu yalnızlık her zamankinden daha ağır geliyordu.

Babamla olan o rahatsız edici konuşmanın ardından, okul için hazırlanmak üzere odama çıktım. İçimdeki ağırlığı üzerimden atamamıştım, ama ne yaparsam yapayım, bu evde hissettiğim o baskıyı dağıtamıyordum. Yine de, günlük rutinimi devam ettirmek zorundaydım. Giyinip çantamı hazırladıktan sonra, ağır adımlarla tekrar aşağıya indim. Kahvaltı masasına oturduğumda, annem mutfakta bir şeylerle meşguldü. Babam, her zamanki gibi ciddi ve sessizce gazetesini okuyordu. Masaya göz ucuyla bir bakış atıp, önümdeki tabağa uzandım. Sessizce kahvaltımı yapmaya başladım.

Annem, bir süre sonra bana doğru dönüp, "Bu arada, Felix," dedi, sesi her zamanki yumuşak tonundaydı, ama içinde bir tedirginlik seziyordum. "Baban yıllık izne çıkıyor. Bir süre evde olacak."

Bu haber içimde bir panik dalgası yarattı. Babamın evde daha fazla vakit geçirecek olması, üzerimdeki baskının daha da artacağı anlamına geliyordu. Kaşığı elimde tutarken, annemin sözlerini sindirmeye çalıştım. "Öyle mi?" dedim, sesimdeki zoraki ilgiyi gizlemeye çalışarak.

Babam, gözlerini gazeteden ayırmadan sohbete dahil oldu. "Evet, Felix. Yıllık iznimdeyim, ama bu tamamen dinlenmek için değil. Seninle ve psikologunla daha yakından ilgilenmek istiyorum."

Bu sözler içimdeki kaygıyı iyice körükledi. Onun sert tavrını ve katı tutumunu düşündükçe, bu durumun benim için ne kadar zor olacağını hayal edebiliyordum. "Anladım," dedim, daha fazla yorum yapmamaya çalışarak. Kahvaltımı hızlıca bitirmek için elimden geleni yapıyordum. Buradan bir an önce çıkmak istiyordum, ama ne yazık ki bu kadar kolay olmayacaktı.

Tam kalkmak üzereydim ki, babam aniden seslendi, "Felix, bir dakika."

Adımlarımı durdurup ona baktım. Kalbim hızla çarpmaya başladı. Ne diyeceğini bilmiyordum, ama her zamanki gibi içimde kötü bir his vardı.

"Bu akşam bir iş ortağımla yemeğe gideceğiz," dedi, sesi her zamanki gibi otoriterdi. "O ve ailesi de bizimle olacak. Onların yaşlarında bir de kızları var. Aynı yaşlarda olduğunuz için, seninle iyi anlaşacağını düşünüyorum."

Sözleri bir tokat gibi yüzüme çarptı. İçimdeki huzursuzluk daha da arttı. Bu yemeğe gitmek istemiyordum, ama babamın emirleri karşısında itiraz etmek pek mümkün değildi. "Bunu bana daha önce söylememiştiniz," dedim, bir bahane bulmaya çalışarak. "Belki de gitmemem daha iyi olur."

Babamın bakışları hemen sertleşti. "Gitmemen söz konusu değil, Felix. Bu akşam bizimle geleceksin ve o kızla iyi geçineceksin. Bu, iş için önemli bir akşam. Senin de orada olman gerekiyor."

Ona karşı çıkmanın bir anlamı olmadığını biliyordum. Başımı öne eğip sessizce onayladım. "Peki," dedim, sesim fısıltı gibi çıkmıştı. "Orada olacağım."

Babam, onaylayan bir baş hareketi yaptı, ardından tekrar gazetesine döndü. İçimdeki isyan duygusu, çaresizlikle yer değiştiriyordu. Bu evde ne zaman kendi kararlarımı verebileceğim bir an yaşayacaktım? Babamın kontrolü altındaki bu hayatta, kendim olabilmek için ne zaman özgürlüğü bulacaktım?

Masadan kalktım, ama içimdeki sıkıntı bir türlü dinmek bilmiyordu. Babamın yanından her uzaklaştığımda, içimde bir nebze rahatlama hissediyordum, ama bu sadece geçici bir rahatlamaydı. Okula gitmek bile, evde kalmaktan daha iyi bir seçenek gibi görünüyordu. Bu akşam yemeği için hissettiğim sıkıntı, bütün gün peşimden ayrılmayacaktı, ama bununla baş etmenin bir yolunu bulmak zorundaydım. Babamın yanında olmaktan başka şansım yoktu.

Anladım, o zaman tekrar yazayım.

---

Okula gitmek, her zamanki gibi zordu. İçimdeki sıkıntıyı dışarı yansıtmamaya çalışsam da, gözlerimdeki karanlık ve adımlarımın ağırlığı bunu fazlasıyla belli ediyordu. Sınıfa girdiğimde, gözüm hemen Hyunjin’i aradı. O, her zamanki yerine oturmuş, beni bekliyordu. Yanına gidip sessizce yerine oturdum. Hyunjin’in gözleri hemen bana kaydı; onun dikkatini çekmemek imkânsızdı.

"Felix, hayırdır? Bir şey mi oldu?" diye sordu, sesindeki endişe fark edilecek kadar belirgindi. "Bu sabah biraz farklı görünüyorsun, neyin var?"

İçimdeki sıkıntıyı anlatmak istemiyordum, ama Hyunjin’in bu içten sorusu karşısında susmak da zor geliyordu. Onun bana olan ilgisi, her zamanki gibi içimde bir sıcaklık yaratmıştı, ama bu sabah, bu sıcaklık bile içimdeki huzursuzluğu dağıtamıyordu. Gözlerimi ona çevirdim ve hafif bir iç çekerek, "Babam," dedim kısaca. Bu tek kelime bile, içinde ne kadar ağır bir yük taşıdığımı anlatmaya yetiyordu.

Hyunjin’in kaşları hafifçe çatıldı. "Ne oldu? Kötü bir şey mi söyledi?"

Gözlerimi kaçırdım, ona ne kadarını anlatabileceğimi bilemiyordum. Babamla olan ilişkimi ve onun üzerimdeki baskısını kelimelere dökmek zor geliyordu. "Yıllık izne çıktı," dedim sonunda, "ve bu demek oluyor ki… evde daha fazla vakit geçirecek."

Hyunjin bunu duyduğunda anlamış gibi başını salladı. "Anladım. Babanın eve daha fazla karışması zor olmalı." Sesinde anlayış vardı, ama durumun ciddiyetini tam olarak kavrayamıyordu; bu da beni daha da yalnız hissettiriyordu. "Peki, başka bir şey oldu mu? Bu sabah gerçekten çok üzgün görünüyorsun."

Bu sorusuyla tekrar o sabahki konuşma aklıma geldi, içimdeki sıkıntıyı daha da artırdı. "Bu akşam bir iş yemeğine gideceğiz," dedim, sesimdeki zoraki sakinliği korumaya çalışarak. "Babamın iş ortağıyla ve onun ailesiyle. Onların benim yaşlarımda bir kızları varmış… Babam, benim onunla iyi anlaşacağımı düşünüyor."

Bu sözleri söylerken, ne kadar saçma ve anlamsız olduğunu hissettim. Babamın beni zorla bu tür sosyal ortamlara sokması, hayatımın her alanını kontrol etme çabasının bir parçasıydı. Ama Hyunjin, bunu başka bir açıdan görmüş gibiydi. Gözleri aniden parladı, yüzünde bir gülümseme belirdi.

"Hey, bu o kadar kötü olmayabilir," dedi, sesinde hafif bir heyecan vardı. "Belki gerçekten iyi anlaşacağınız birisi çıkar. Yeni bir arkadaş edinmek her zaman iyi bir şeydir, değil mi?"

Hyunjin’in bu kadar iyimser ve pozitif olmasına rağmen, içimdeki karamsarlık bir türlü geçmiyordu. Babamın niyetinin sadece beni kontrol etmek olduğunu biliyordum. "Bilmiyorum, Hyunjin," dedim, sesi zor duyulacak bir fısıltıya dönüşmüştü. "Babam benim hasta olduğumu söylüyor. Eminim kızla bu yüzden iyi anlaşmamı istiyor."

Hyunjin’in yüzündeki gülümseme biraz daha yumuşadı, ama sıcaklığı kaybolmadı. "Endişelenme, Felix," dedi, elini hafifçe omzuma koyarak. "Canın sıkılınca masanın altından bana yazarsın. Ben seni neşelendiririm."

Onun bu kadar içten ve destekleyici olması, içimdeki sıkıntıyı biraz olsun hafifletti, ama yine de babamın baskısının gölgesi zihnimin bir köşesinden ayrılmıyordu. Hyunjin’in dediği kadar basit olmasını diledim, ama hayatımda hiçbir şey o kadar kolay değildi.

...

İş yemeği tahmin ettiğimden bile daha kötüydü. Babamın yanımda oturup sürekli gergin tavırlarıyla etrafı izlediği bu ortamda, kendimi tamamen sıkışmış hissediyordum.

Haneul, babasının yanında oturuyordu ve oldukça sessizdi. Bizimle pek konuşmamıştı, ama zaman zaman babasının baskısıyla zoraki bir gülümseme sergiliyordu. Onun da bu durumu benim kadar sevmiyor olduğunu görebiliyordum.

Yemeğin ortasında, can sıkıntımı daha fazla bastıramayıp telefonumu çıkararak Hyunjin’e mesaj attım. Sanki onunla konuşmak, bu boğucu ortamdan bir an olsun kaçmak için tek şansımdı.

"Bu yemek çok sıkıcı..."

Biraz bekledikten sonra telefonum titredi ve ekrana Hyunjin’in mesajı düştü.

Hyunjin: Üzülme, kız nasıl?

Haneul’a göz ucuyla bir bakış attım. Onun bu sessiz ve içine kapanık hali, durumu daha da zorlaştırıyordu.

"Çok sessiz. Pek konuşmuyor."

Hyunjin hemen cevap verdi.

"Belki ilerleyen saatlerde bir ortak nokta bulup konuşursunuz."

Bu mesaj bana biraz moral verdi, ama ortam hala ağır ve boğucuydu. Telefonumu cebime geri koyarken, babamın bana baktığını fark ettim. Gözleri sert ve otoriterdi, her zamanki gibi.

Yemek boyunca üzerimde biriken sıkıntı, daha fazla dayanılmaz hale gelmişti. Babamın ve Haneul’un babasının konuşmalarını dinlerken, midemdeki düğüm daha da sıkılaşıyordu. Sonunda, bir bahane bulmak zorunda kaldım.

"İzninizle," dedim masadakilere, zoraki bir gülümsemeyle. "Tuvalete gitmem gerekiyor."

Haneul’un babası başını salladı ve kızına döndü. "Haneul, Felix'e tuvaletin yerini göster."

Bu öneri beni biraz şaşırtsa da, Haneul yerinden kalkıp sessizce bana yol gösterdi. Masadan ayrıldık ve koridorda sessiz adımlarla ilerlemeye başladık. Haneul, benimle göz temasından kaçınıyor, neredeyse tamamen içine kapanmış gibiydi. Ancak lavaboya yaklaşırken, aniden yön değiştirip beni kenara çekti. Bir an afalladım, ne yapmaya çalıştığını anlamıyordum.

Karşıma geçtiğinde, yüzündeki ciddi ifadeyle göz göze geldik. Haneul’un çatık kaşlarına ve gergin ifadesine şaşkınlıkla baktım. Bu kadar sessiz ve içine kapanık görünen birinin, birdenbire bu kadar sertleşmesi beni hazırlıksız yakalamıştı. Tam bir şey söylemek üzereyken, o benden önce davrandı.

"Bana bak, Felix," dedi, sesi alçak ama kesindi. "Bu yemeğe aile zoruyla geldim. Çok hoşlandığım birisi var."

Onun bu açıklaması karşısında şaşkınlığım daha da arttı. Kafamda bu ani itirafı anlamlandırmaya çalışırken, Haneul devam etti.

"Babamın saçma sapan oyunlarına katlanmak zorundayım, ama bu, benim kim olduğumu değiştirmeyecek. O çocukla gerçekten ilgileniyorum ve bu tür aile yemekleriyle vakit kaybetmek istemiyorum."

Onun sesindeki kararlılık beni etkiledi. Haneul’un bu konuda ne kadar ciddi olduğunu anladım ve bir yandan onun durumunun bana ne kadar tanıdık geldiğini düşündüm. Aynı baskılar, aynı zorlamalar...

"Anlıyorum," dedim sessizce, Haneul’un gözlerinin içine bakarak. "Ben de bu yemeğe isteyerek gelmedim. Aynı durumda gibiyiz sanırım."

Haneul, bu sözlerimi duyunca biraz gevşedi, ama hala yüzünde hafif bir gerginlik vardı. "Bunu anlamana sevindim. Bu gece, ne olursa olsun, babamın istediği gibi davranmak zorundayım, ama benim için neyin önemli olduğunu biliyorum. Umarım sen de aynısını yaparsın, Felix."

Onun bu cümleleri, içimde bir şeyleri harekete geçirdi. Haneul, bana düşündüğümden çok daha fazla benziyordu. Hayatlarımız farklıydı, ama yaşadığımız zorluklar birbirine çok yakındı. Babamın beklentileri, onun üzerinde de aynı şekilde baskı kurmuştu.

"Seni anlıyorum," dedim kararlılıkla. "Bu yemekteyiz, ama bu bizim gerçekte kim olduğumuzu değiştirmez."

Haneul başını salladı ve biraz daha rahatlamış gibi görünüyordu. "İyi," dedi. "Bu yüzden seninle konuşmak istedim. Birbirimize karşı dürüst olursak, bu saçmalığı daha kolay atlatırız."

Onun bu sözleri bana biraz cesaret verdi. Haneul, bu garip ve zor durumda bile kendi kimliğine sahip çıkıyordu. Belki de ben de aynı kararlılığı gösterebilirdim. Ona hafif bir gülümseme ile karşılık verdim. "Evet, haklısın. Birlikte bu durumu atlatabiliriz."

Haneul da hafifçe gülümsedi, sonra yeniden ciddileşerek, "Hadi," dedi. "Tuvaleti bulalım, yoksa şüphe çekebiliriz."

Başımı sallayarak onu takip ettim. Bu küçük konuşma, gecenin karanlığında bir anlık da olsa ışık yaratmıştı. Haneul’un sözleri ve kararlılığı, içimde bir şeyleri harekete geçirmişti. Bu akşam ne olursa olsun, kendi kimliğime sahip çıkmam gerektiğini biliyordum.

Yemekten sonra eve geldiğimde, üzerimdeki ağırlık hala geçmemişti. Haneul’la yaptığımız kısa konuşma kafamda dönüp duruyordu. Kendimi bu garip durumdan bir an olsun sıyırmak ve düşüncelerimi paylaşmak istiyordum. Hyunjin’le konuşmanın bana iyi geleceğini biliyordum, bu yüzden hiç vakit kaybetmeden onu aradım.

Telefonun diğer ucunda Hyunjin’in sesi neşeyle yankılandı. "Aptal aile yemeğinden sağ çıkabildin mi?"

Gülümsemekten kendimi alamadım. Hyunjin’in sesi her zamanki gibi enerjik ve canlıydı. "Evet, sağ çıktım," dedim, hafifçe gülerek. "Ama garip bir şey var."

"Anlat anlat anlaaat!!" diye heyecan ile haykırdı.

Derin bir nefes alıp Haneul’la olan konuşmayı anlatmaya başladım. Onun beni nasıl kenara çekip, zoraki geldiği bu yemekte aslında başka birinden hoşlandığını söylediğini aktardım. Hyunjin’in sessizce dinlediğini duyabiliyordum, ta ki hikayenin sonuna gelene kadar.

"Siktir ya!" dedi Hyunjin, şaşkınlık ve hayranlık karışımı bir tonla. "Kız resmen açık açık söylemiş. Kız güzelse yazık oldu..."

Güldüm, Hyunjin’in bu durumu bu kadar rahat bir şekilde ele alması içimi biraz olsun ferahlattı. "Biraz şaşkınım, bklemiyordum."

Hyunjin kahkaha attı. "Bu hafta kiliseye gidip dua etmelisin. Haneul seni sopalamadığı."

Hyunjin’in bu rahat tavrı bana iyi geliyordu. "Evet, gerçekten korkutucu biriydi.."

"Aman be!" dedi Hyunjin, yine neşeyle. "Senin o derin düşüncelerim sonunda istediğin şeyi yapabilmiş."

Hyunjin’in bu sözleriyle bir an rahatladığımı hissettim. O, her zaman olayları daha hafif bir şekilde görmemi sağlardı. "Haklısın," dedim

Hyunjin’in sesi daha yumuşak ve samimi bir tona büründü. "Biliyorum, senin için bazı şeyler zor olabiliyor. Ama biz hep yan yanayız, tamam mı?"

Bu sözler içimi ısıttı. Hyunjin’in bu kadar içten ve destekleyici olması, ona olan güvenimi daha da pekiştiriyordu. "Teşekkür ederim, Hyunjin," dedim, minnetle. "Sen olmasan bazı şeyleri atlatmam çok daha zor olurdu."

Hyunjin gülümseyerek, "Saçmalama. Ben sadece senin biraz daha gülmen için buradayım. Eğer gülümsemezsen yaşlanana kadar suratın bebek poposu gibi görünür."

Bu son cümle beni gülümsetti. Hyunjin’in yanında olmak, gerçekten bana iyi geliyordu. Onunla konuşmak, ağır geçen bu akşamı biraz daha katlanılır hale getirmişti. Aramızdaki bu bağ, her geçen gün daha da güçleniyordu ve Hyunjin’in bu samimi tavrı, onun benim için ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gösterdi.

Bölüm : 08.09.2024 15:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş