Sabah yine aynı üzüntü ve öfke içerisinde uyandım. Gözlerimi açar açmaz, dün gece babamla yaşadığım tartışma aklıma geldi ve içimdeki sıkıntı katlanarak büyüdü. Yatağın içinde biraz döndükten sonra, daha fazla vakit kaybetmemeye karar verip hızla üstümü giyindim. Her hareketimde, içimde biriken o ağır duyguların etkisini hissediyordum. Aşağıya inerken, babamın daha uyanmadığını fark ettim. Bu, içimdeki gerginliği biraz olsun azalttı. En azından bu sabah onunla karşılaşmak zorunda kalmayacağım.
Annem mutfakta kahvaltı hazırlıyordu. Ona dönüp, “Ben hazırım, hadi çıkalım,” dedim. Ama annem yüzünde biraz mahcup bir ifadeyle, “Bugün bir işim var, tek başına gitmen gerekecek,” dedi. İçimdeki huzursuzluk daha da derinleşti, ama sadece başımı sallayarak cevap verdim.
Evin kapısından çıkarken, bir an duraksadım. Dışarıdaki hava serin ve huzur vericiydi, ama içimdeki fırtına bir türlü dinmiyordu. Yavaş adımlarla otobüs durağına yürüdüm ve otobüse bindim. Otobüs yavaşça hareket ederken, dışarıyı izlemeye başladım. Geçen binalar, insanlar... Her şey bulanık gibiydi. Düşüncelerim, sabahki konuşmaya ve dün gece yaşananlara takılı kalmıştı. Babamın bana söyledikleri, annemin ilgisizliği... Kendimi tamamen yalnız hissediyordum.
Hastaneye vardığımda, artık ezberlediğim koridorlarda yürümeye başladım. Her adımda kalbim biraz daha sıkışıyordu. Doktorumun odasına yaklaştığımda, kapının önünde durdum. Randevu saatime kadar beklemem gerekiyordu, ama kapının aralık olduğunu fark ettim. İçeriden gelen seslere dikkat kesildim. Dr. Hwang’ın ve Hyunjin’in sesleri... İlk başta dinlememeyi düşündüm, ama bir şey beni içerideki konuşmaya kulak kabartmaya itti.
“Okulda senin gibi birisi olması, senin için iyi olabilir,” dedi Dr. Hwang. Hyunjin, biraz rahatsız bir ses tonuyla cevap verdi: “Saçmalama baba.” Babasının ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum. Ardından Dr. Hwang, “Felix ile tanışsan iyi anlaşabilirsiniz,” dedi. Kalbim bir an durdu sanki. Hyunjin’in cevabı beni daha da şaşırttı: “Aynı sınıftayız... ve evet, arkadaşız.”
Nefes almayı unuttum bir an. Devamında Dr. Hwang’ın söyledikleri, kalbimi iyice sıkıştırdı. “Gerçekten mi? Senin, onun hakkında ki şeyi bildiğini biliyor mu?” Hyunjin sessizce cevap verdi, sesi biraz daha ciddiydi bu sefer. “Neyi? Eşcinsel olduğunu mu? Hayır, bunu bildiğimi söylersem kötü hisseder. Onun söylemesini bekleyeceğim.”
O an, sanki dünya durdu. Bir anda her şey üzerime çöktü. Hyunjin... Hyunjin biliyordu. Benimle ilgili o şeyi biliyordu ve bana hiç söylememişti. İçimdeki o karmaşa, o belirsizlik, aniden şekil buldu. Ellerim titremeye başladı, kalbim hızlı hızlı atıyordu. Kapının önünden adeta kaçarcasına uzaklaştım, tuvalete doğru hızla yürüdüm. Zihnimde Hyunjin’in söyledikleri yankılanıyordu. Her şey, bir araya geliyordu ama bir yandan da tamamen dağılıyordu.
Tuvalete girer girmez, lavaboya yaslandım. Nefes almakta zorlanıyordum. Nasıl olurdu? Hyunjin, benim hakkımda bu kadar önemli bir şeyi nasıl bilebilirdi? Ve neden bana söylemedi? Aklımda milyonlarca soru dolaşıyordu, her biri diğerinden daha ağırdı. Kendimi kandırılmış gibi hissediyordum. Hyunjin’in her zaman dostça olan yaklaşımı, aslında bir sır saklamanın getirdiği bir maskeymiş gibi geliyordu şimdi.
Ama burada bitmiyordu. Hyunjin’in bunu bilmesi, aslında benim de onun hakkındaki gerçeği bildiğim gerçeğini değiştirmiyordu. İkimiz de aynı sırrı biliyorduk, ama ikimiz de birbirimize söylemeyi tercih etmemiştik. İçimdeki karmaşa, bu gerçekle daha da derinleşti. Ona güvenebilirdim... ya da en azından öyle düşünmüştüm. Peki ya o? Beni nasıl görüyordu? Kendimi savunmasız hissettim, sanki duvarlar üzerime yıkılıyordu.
En kötüsü, babamın dün gece söyledikleri ve şimdi Hyunjin’in bildiklerini öğrenmemin getirdiği yükü taşıyamayacak kadar yorgundum. Babamın o zalim sözleri, “Senin gibi hastalıklı bir çocuğun yanında bir erkek getirmemesi için çabalıyorum,” demesi... Ve şimdi, Hyunjin’in bunu biliyor olduğunu öğrenmek... İçimdeki tüm duygular birbirine girdi. Öfke, üzüntü, korku, hayal kırıklığı... Hangisine odaklanacağımı bile bilmiyordum.
Bir an için ne yapacağımı bilemedim. Zihnimde yankılanan tek şey, Hyunjin’in o odada söyledikleriydi. Her şeyin üst üste gelmesiyle birlikte, boğazımda bir düğüm oluştu. İkimizin de aynı kimliğe sahip olması beni gerçekten korkutuyordu. Lavaboya yaslanıp, sessizce içimdeki fırtınanın dinmesini bekledim. Korkmuştum. Hyunjin ve benim eşcinsel olmamız, aramızda ki ilişkiyi değiştirme korkusu adeta içimi sardı. Üzüntümün dinmesini bekledim. Ama ne kadar beklesem de, içimdeki o karmaşa bir türlü azalmıyordu. Kafamın içi, Hyunjin ve benim hakkımda bildiğimiz şeylerle doluydu. Ama bu bilgi, hiçbir şeyi kolaylaştırmıyordu; aksine, her şeyi daha da karmaşık hale getiriyordu.
Tuvalette bir süre daha kaldım, derin nefesler alarak sakinleşmeye çalıştım. Ancak ne kadar uğraşsam da içimdeki düğümü çözemiyordum. Bir an, saate gözüm takıldı. Randevu saatimi çoktan geçmişim. Hyunjin'in çoktan gitmiş olduğunu düşünerek kendimi toparlamaya çalıştım. Ellerimi soğuk suyla yıkadım, yüzüme su çarptım. Aynadaki yansımama baktım; gözlerimdeki karışıklığı gizlemeye çalışarak derin bir nefes aldım. Kendi kendime güçlü durmalısın, dedim ve hızla tuvaletten ayrıldım.
Doktor Hwang’ın odasına doğru adımlarımı hızlandırdım. Kapıyı tıklattım ve içeri girdim. Doktor, her zamanki gibi sakin ve sıcak bir ifadeyle bana baktı. Küçük bir selamlaşmanın ardından karşısındaki koltuğa oturdum. Odasında her şey yerli yerindeydi; kitaplar, belgeler, hafif bir koku... Bunlar beni her zamanki gibi biraz olsun rahatlatıyordu.
Doktor Hwang, gözlerini benden ayırmadan dikkatle beni izliyordu. “Bugün biraz durgunsun, Felix,” dedi yumuşak bir sesle. Her zamanki gibi dikkatli ve anlayışlıydı, ama bu sefer sözleri bana daha ağır geldi. Duygularımı gizlemek için çabalasam da, doktorun keskin bakışlarından kaçmak imkânsızdı.
Bir an ne diyeceğimi bilemedim. Sessizlik odada asılı kaldı, içimdeki düşünceler birer birer yüzeye çıkmaya başladı. Sonunda derin bir nefes alarak konuşmaya başladım, “Babam,” dedim, sesim titrek çıkmıştı. “Babam bana hasta gözüyle bakıyor.”
Dr. Hwang kaşlarını hafifçe çattı, ama sessizliğini korudu. Onun sessiz teşvikiyle devam ettim. “Onun için, bu durum bir hastalık. Bir sapkınlık. Ve benim böyle olmamı kaldıramıyor. Beni sürekli zorluyor, normal biri gibi davranmamı istiyor. Beni insanlara karşı daha sert, daha maskülen olmaya zorluyor. Her zaman, her yerde bu baskıyı hissettiriyor. Çok yoruldum..”
Sözlerim aklımdan geçen her düşünceyle daha da ağırlaşıyordu. “Ona göre, ben... hastalıklı biriyim. Kendi çocuğunun başını okşamaktan bile aciz bir adamın, beni hasta olarak görmesi daha da acı verici. Sürekli bir baskı altında yaşıyorum ve bu baskı beni yavaş yavaş tüketiyor.” Bir an duraksadım, gözlerimden bir damla yaş akmasına engel olmaya çalışarak devam ettim, “Her gün, dışarıda biri benim eşcinsel olduğumu öğrenirse diye korkuyorum. Sürekli bu korkuyla yaşıyorum. Çevremdeki insanların beni bu şekilde tanımasından korkuyorum. Babamın, annemin, tüm dünyanın beni bu şekilde görmesinden korkuyorum.”
Doktor Hwang sessizce beni dinledi, bakışları hala sakin ve anlayış doluydu. Her kelimemi dikkatle tartıyor, hissettiklerimi anlamaya çalışıyordu. “Felix,” dedi sonunda, sesi yumuşak ve anlayış doluydu. “Bu hissettiğin baskı, seni tamamen ele geçirmiş gibi görünüyor. Babandan gelen bu baskı, kim olduğunu kabul etmeni zorlaştırıyor, hatta seni bu kimliğinden dolayı suçlu hissettiriyor olabilir. Ama unutma ki, kim olduğun ve ne hissettiğin, seni sen yapan şeylerdir. Eşcinsellik bir hastalık değil, bir kimliktir. Senin kim olduğunu belirleyen, toplumun ya da babanın sana dayattığı kalıplar değil, senin içindeki gerçeklerdir.”
Sözleri yavaşça zihnime işledi. Anlattıkları, beni rahatlatıyor gibi görünse de, içimdeki ağırlığı tamamen hafifletemiyordu. Dr. Hwang, bana her zaman olduğu gibi bu konuda güçlü durmam gerektiğini öğütlüyordu, ama gerçekte hissettiğim şeyler, bu öğütlerden çok daha karmaşıktı. “Biliyorum,” dedim sessizce, “Biliyorum ama... bu çok zor. Babamın gözünde hasta biri olarak görülmek... bu beni gerçekten kırıyor. Kendi babam tarafından reddedilmek, bunu aşamıyorum.”
Dr. Hwang başını hafifçe salladı, “Bu durumun seni ne kadar zorladığını anlıyorum, Felix. Babandan gelen bu reddedilme duygusu, kimliğini kabul etmeni zorlaştırıyor. Ama şunu unutmamalısın ki, bu senin suçun değil. Babaların, annelerin ya da başkalarının beklentileri, senin kim olduğunu değiştiremez. Kendini kabul etmek, bu dünyada en zor ama en önemli şeylerden biridir. Ve bu süreçte, destek alman çok önemli.”
O an, babamın yüzü gözümün önüne geldi. Onun soğuk, sert bakışları, bana karşı duyduğu hayal kırıklığı... İçimde bir şeyler kırıldı. “Babamla aramızdaki bu uçurum her geçen gün büyüyor,” dedim yavaşça. “Onunla aynı çatı altında yaşamak bile benim için bir mücadele. Her adımda, her nefeste, onun beklentilerine uymak zorundaymışım gibi hissediyorum. Ama bu baskı, beni yavaş yavaş yok ediyor.”
Dr. Hwang, her zamanki sakinliğiyle beni dinlemeye devam etti. “Bu baskıyla başa çıkmak için, kendine alan yaratmalısın, Felix. Kendini bu baskıdan koruyacak bir duvar örmelisin. Ve bu duvarı inşa ederken, kim olduğunu hatırlamalı, kendi gerçekliğinle barışmalısın. Unutma ki, sen değerlisin ve bu değeri hiç kimse küçümseyemez.”
Sözleri kulağımda yankılandı, ama içimdeki fırtına bir türlü dinmiyordu. Doktorun söylediklerini anlamaya çalışarak, derin bir nefes aldım. Ama babamın sözleri, Hyunjin’in gerçeği bilmesi, ve benim içimde sakladığım tüm korkular, zihnimde birbirine karışıyordu. Kendimi nasıl toparlayacağımı bilmiyordum, ama bir şekilde bu yükü taşımaya devam etmek zorundaydım. Bu odada, Dr. Hwang’ın karşısında, ne kadar acı çektiğimi göstermekten çekinsem de, içimdeki bu karmaşa, dışarıya çıkmaya hazır bir volkan gibi patlamaya yakındı.
.
Wattpad hesabımdan da aynı hikayeyi yayınlamaya başladım. Oradan diğer 2 kitabıma da bakabilirsiniz. Okuduğunuz için çok teşekkür ederim.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |