Merhabalar!
Hikayemi okurken keyif almanız benim için çok değerli. Beğeni ve yorumlarınızla destek olursanız beni çok mutlu edersiniz. Şimdiden teşekkür ederim.
Keyifli okumalar! 🤍
—————————
Abim hastaneden dönene dek Kaan'ın adamları evden çıkmama izin vermedi. Üç gün boyunca korku ve endişenin pençesinde kıvranmış, sinir krizleriyle boğuşmuştum. O günlerde, kapımın önünden ve yanımdan hiç ayrılmayan Serdar'la tanıştım. Serdar, Kaan'ın en güvendiği adamıydı ve mezuniyetime kadar Kaan'la olan iletişimimi sağlayacak tek kişi olacaktı.1
Üç günün sonunda, yaşanan her şeye rağmen, abimi sendeleyerek de olsa kendi başına eve girerken görmüştüm. Kollarımı açarak ona doğru koşarken gözlerim dolmuş, mutluluktan ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Günlerdir, onu bir daha görememe düşüncesi içimi kemirip durmuştu.
"Abiim!" diye bağırdım, kollarımı boynuna dolarken. Bir an sendeledi ama ardından gülümseyerek dengeyi sağladı.
"Sakin ol, yoksa beni tekrar hastanelik edeceksin!" dedi, hafifçe gülerek. Ancak yüzündeki yaraların acısı, gülümsemesini titrek ve zorlayıcı hale getiriyordu.
"İyi misin? Bir şeyin yok, değil mi?" diye sordum, sesimde umutla karışık bir endişe vardı.
Abim bir an duraksayıp gözlerimin içine baktı. Gülümsemesi solgun ama huzur vericiydi.
"Merak etme," dedi yavaşça, "Ben iyiyim. Asıl sen nasılsın? Korkuttular mı seni?"
Gözlerim doldu, o an ne kadar korktuğumu, yalnızlık ve çaresizlik içinde nasıl günler geçirdiğimi düşündüm. Ama dudaklarım titreyerek gülümsedim.
"Sen döndün ya, şimdi her şey yolunda," dedim. Sesim çatlamıştı ama sözlerimdeki rahatlama ikimizi de biraz olsun sakinleştirmişti.
"Aç mısın? Bir şeyler hazırlamamı ister misin?" diye sordum, ona biraz olsun iyi hissettirmek için harekete geçmeye hazırdım.
Abim yorgun bir şekilde gülümseyerek başını iki yana salladı. "Yok, şimdi değil," dedi usulca. "Biraz dinlenmem lazım. Ama belki sonra..."
Kelimeleri bitirdiğinde gözleri biraz kapanmış gibi görünüyordu, yorgunluğu her halinden belliydi. Ama o anda bile beni sakinleştirmek için çabalıyordu. "Sen otur, sadece yanımda ol yeter," diye ekledi.
Abimin yanına oturup tekrar ona sımsıkı sarıldım. Hayatta olması ve bana sarılabiliyor olması büyük bir mucizeydi benim için.
Kapı aniden sert bir şekilde çalındı. İkimiz de irkilmiştik. Abim yerinden kalkmaya yeltense de yorgunluğu buna izin vermedi.
"Ben bakarım," diyerek kapıya yöneldim. Kapıyı açtığımda, Serdar'ı karşımda buldum. Sert ve ifadesiz yüzü, durumun ciddiyetini hissettiriyordu.
"Aslı," dedi kısa ve soğuk bir sesle. "Eşyalarını hemen topla. Kaan seni yanına götürmemi istiyor."
Gözlerim bir an karardı. Her şey o an değişmişti. Arkamı dönüp abime baktım, gözleri bir anda büyümüş, yüzüne kaskatı bir ifade yerleşmişti. Ama ne yaparsa yapsın, paniğini gizlemeye çalışarak oturduğu yerden doğrulmuştu.
"Ne demek bu, Serdar?" diye sordu abim, sesinde bastırmaya çalıştığı öfkeyle. "Aslı'yı nereye götürüyorsunuz?"1
Serdar, hiç istifini bozmadan abime baktı. "Söyleneni yapıyorum. Şimdi lütfen işi zorlaştırma, Mert." dedi, ama bu sözlerin güven vermekten çok tehditkar bir tarafı vardı.
Abim ayağa kalktı, sendeledi ama kendini toparladı. "Aslı hiçbir yere gitmiyor!" dedi kararlı bir sesle. Sesindeki titreme, ne kadar korktuğunu ele veriyordu.
Korku bedenimi ele geçirmeye başlamıştı tekrar. Bu kadar hızlı olmasını beklemiyordum. O adamla tekrar karşı karşıya gelmekten çok korkuyordum.
Korku, içimi sarhoş etmişti, her bir adımda kalbim hızla çarpmaya başlıyordu. Zihnimdeki karışıklık, bedenimi adeta felç ediyordu.
Gözlerim bulanmış, Serdar'ın soğuk bakışları ve abimin korku dolu ifadesi arasında sıkışıp kalmıştım. Bir yanda gitmek zorunda olduğumu biliyordum, diğer yanda ise abimin gözlerindeki panik, beni her geçen saniye daha da zorluyordu.
"Abim, ne olur... sakin ol," diye fısıldadım, sesim titrek bir hayalet gibi çıkıyordu. Onun korktuğunu görmek, içimdeki boşluğu daha da derinleştiriyordu. Abim, her şeyden önce beni korumaya çalışıyordu ama bu kez yapamayacağını fark etmiştim. Gözlerinde, tüm çaresizlik ve korku okunuyordu. Sanki bana veda ediyordu, ama ne yazık ki bunu ona söyleyemiyordum. Gözlerimdeki bu kararsızlık, ona da yansıdı.
Serdar, daha da sabırsızlaşmıştı. Her hareketimle birlikte daha sert bir şekilde bana yöneliyordu. "Hadi, Aslı, zaman kaybetme," dedi, sesinde bir emir var gibiydi, ancak içindeki soğukluk, daha da canımı sıkıyordu. Her şeyin çok hızlı gelişmesi, beni hazırlıksız yakalamıştı. Ne yapacağımı bilmeden, içimde bir boşluk büyüyordu.
Abim, elleriyle yüzünü ovuşturduktan sonra bir an derin bir nefes aldı ve gözleriyle beni sakinleştirmeye çalıştı. Ama o anda, derin bir endişe vardı. "Hazırlanma," dedi, sesi titrek ama kararlıydı. "Bunu engelleyeceğim, Aslı."
Gözleriyle bana her şeyin geçeceğine dair bir umut vermek istedi, ama bir şeyler ters gidiyordu, bunu hissediyordum. Abim, hemen telefonunu çıkarıp Kaan'la iletişime geçmek için hızla tuşlara bastı. Ne konuştuklarını duyamadım, ama yüzündeki gerilim, içerideki konuşmanın ne kadar önemli olduğunu anlatıyordu.
Abim telefonunu kapatıp hızlıca yanımıza geldi. Gözlerinde hâlâ bir umudu taşımaya çalıştığı bir kararlılık vardı, ama sesindeki titremeyi fark etmemek imkansızdı. "Kaan seni tekrar arayana kadar burada Aslı ile kalmanızı söyledi," dedi. Her kelimesi, yaşananların ne kadar ciddi olduğunu bir kez daha hissettirdi.
Serdar başıyla abimi onaylarken yanındaki adamlar hiçbir tepki vermedi. Abim sözlerinin ardından yaralı bacağına rağmen hızla evden çıktı.
Serdar, birkaç adım ilerledikten sonra durdu, gözleri bende donmuştu. Arkasını dönüp adamlara "Burada bekleyin, ben içeride kalacağım." diyerek kapıyı kapattı.
Serdar'la birlikte salona doğru ilerlerken, aramızdaki sessizliğin farkına varmam biraz geç olmuştu. Üç gündür her şey normalmiş gibi davranarak yanımda olan, bana sürekli güven veren o adam, şimdi bir kelime bile etmiyordu. Sadece yürüyordu, adımlarındaki ritim değişmemişti, ama gözlerinde farklı bir şey vardı. Her zamanki soğukkanlı, mesafeli duruşunun ardında, hissettiğim bir tür huzursuzluk vardı.
O kadar sessizdi ki, bir an ne diyeceğimi bilemedim. Sadece gözlerim, her adımda biraz daha dikkatle bakmaya başladı. O an fark ettim; ne kadar az konuşursa, ne kadar az tepki verirse, aslında o kadar çok şey gizlediğini...
Yanımda yürürken, Serdar'ın her hareketi daha bir dikkatli ve yavaştı. Daha önce, hep bir adım öndeydi, beni yönlendiren, bana destek olan, soğukkanlı bir şekilde işini yapan adam. Ama bu sefer, bana bakmadı. Bir adım geride, sessizdi. Sanki içindeki fırtına dışarıya çıkmasın diye elinden geleni yapıyordu.
"Bana ne yapacak?" İhtimallerin birbiri ardına kafamda dönüp dururken, bu soru sonunda ağzımdan döküldü. Sözlerim, odadaki sessizliğe çarptı ve bana geri döndü. O kadar korkuyordum ki, kelimeler bile titrek çıkmıştı. Bütün bu zaman boyunca ne olacağına dair binlerce senaryo yazmıştım zihnimde. Ama hiçbiri bu kadar gerçek, bu kadar anlık bir korkuyu tanımlamıyordu.
Serdar bir an durakladı, sonra hafifçe başını eğdi. Gözleri hala bende ama ifadeleri tam olarak ne düşündüğünü anlatmıyordu. Bilmediğim bir dünyada, kendini sorumluluklarıma hapsolmuş gibi hissediyordum.
Sonunda derin bir nefes alıp, "Bilmiyorum," dedi. Ama sesindeki ton bana bir şeyler sakladığını hissettiriyordu. İfadesi, kesinlikle beni rahatlatmaya yönelik değildi. Duygularıyla, yapması gereken arasında bir savaştaydı.
Ben salondaki koltuğa otururken, o her zaman oturduğu salonun en uzak köşesindeki berjere oturmuştu. Aramızda bir mesafe vardı, ama fiziksel değil, daha çok duygusal bir boşluk gibiydi.
Gözlerim, odanın diğer ucundaki o karanlık köşeye takıldı. Her zaman orada, aynı pozisyonda oturduğunda, bir şekilde kendini izole etmeye çalıştığını hissederdim. Ama bugün, her şey farklıydı. Onun orada, bir köşede yalnızca bir izleyici gibi durması, aramızdaki bağın kopmuş gibi olduğunu daha da netleştiriyordu.
"Aslı!" dedi, can sıkıntısını verir gibi bir nefes verirken. "Çok küçüksün. Bunu kendine yapmamalıydın."
Sözleri, içimi bıçak gibi keserken, tam olarak ne demek istediğini anlamadım.
"Neyi?" dedim, kısık çıkan sesimle.
"Abini dinleyip o odadan çıkmamalıydın." Üç gündür her sinir krizimde dilimin söylediği hiçbir şeye yorum yapmamıştı. Fikir beyan etmemişti. Anlattıklarıma ilk kez bir dönüş almıştım ondan.
Sözleri, içimi öylesine sarmıştı ki, bir an gözlerim karardı. Ne söyleyeceğimi, nasıl tepki vereceğimi bilemedim.
Serdar, her zaman güçlüydü, her zaman soğukkanlıydı. Ama bu kez, sesindeki bu hafif kırılganlık, bana her şeyin farklı olduğunu hissettirdi. Sanki bir noktada tüm duvarlarını yıkmış, içindeki acıyı, pişmanlığı, belki de bir suçluluk duygusunu gözlerimle yakalamıştım.
"O kadar da kolay değil," diye mırıldandım, kelimeler ağzımdan zorla dökülürken. Gözlerim Serdar'a odaklanmıştı. Korkum, çaresizliğim, bir yanda abimi koruma çabam... Bunların hepsi birbirine karışmıştı.
"Kaan'ın oyunları kolay değildir, Aslı," dedi, sesi sakin ama içinde bir ağırlık vardı. Bir an sustu, gözlerini kaçırdı. Söylemek istediklerini toparlamaya çalışıyordu, belliydi.
"Sen... daha çok küçüksün," diye ekledi sonunda, sesi neredeyse bir fısıltı kadar yumuşaktı. "Belki farkında değilsin ama... başkalarının hayatlarının gölgesinde kayboluyorsun."
Bir süre daha sustu, sanki son cümlesini söylemek istemiyor gibi. Ama sonunda, gözlerini bana dikerek ekledi: "Bu, seni bir gün tamamen yok edecek."
Sözleri içime işledi. "Bana ne yapacağını biliyorsun," dedim, sesim titrerken. İçimdeki korkuyu bastırmaya çalışıyordum ama o sessizliğiyle beni daha da köşeye sıkıştırıyordu.
Cevap vermedi. Bu sessizlik, kelimelerden daha ağırdı. Aramızdaki mesafe bir anda daha da büyüdü.
Bütün gece sessizlik içinde oturduk ve ben çaresizce düşündüm durdum. Zihnimde dönüp duran düşünceler, bir türlü bir araya gelmiyor, her bir çözüm önerisi daha da karmaşıklaşıyordu.
Gözlerim yavaşça Serdar'a kaydı, ama o hâlâ odanın köşesine çekilmiş, tek bir kelime bile etmiyordu. Ne yaşayacağımı, neyle karşı karşıya olduğumu bilmiyordum ama üç gündür tanıdığım bir adamın bana bu kadar acıyor olması beni derinden korkutuyordu.
Saatler sonra açılan kapı ile abim içeriye girdi. Buruk bir umutla gözlerinin içine baktım. Bu gece sonum mu, yoksa kurtuluşum mu olacaktı, gözlerinde cevabını aradım. Her şeyin ağırlığı, gözlerimdeki belirsiz korkuyla birleşmişti.
Abim, bana hiçbir şey söylemeden yaklaşırken, adımlarındaki yorgunluk ve içindeki kararlılık arasında sıkışıp kalmış gibiydi. Yine de bir şekilde her şeyin yoluna gireceği umudunu taşımaya çalışıyordu. Ama o umut, bir duvarın ardına sıkışmış gibiydi, ulaşmak zor ama imkansız değildi.
Korkularım arttıkça, içimdeki mücadele de büyüyordu. Bu geceyi, belki de hayatımın geri kalanını nasıl yaşayacağımı belirleyecek bir dönüm noktası olarak hissediyordum.
Abim yavaşça telefonunu çıkarıp ekranına baktı. Ne kadar yorgun olsa da, bu kadar önemli bir anı atlamamak için kararlılıkla tuşlara basıyordu. Gözlerinde kararsızlık vardı ama her hareketi, ne olursa olsun durumu çözmeye yönelikti. Birkaç saniye sonra telefonu açtı, derin bir nefes aldı ve hızlıca birine ulaşmak için aramaya başladı.
O an, içerideki havada her şey donmuş gibiydi. Serdar, hala hiçbir şey söylemeden odanın köşesinde duruyordu. Yalnızca bir izleyici gibiydi. Abimin her hareketine dikkatle bakıyordu, ama gözlerindeki soğuk ifade her zamanki gibi gizemli ve mesafeli kalıyordu. Korkumun derinleşmesine neden olan o sessizlik, odanın her köşesine yayılmıştı.
Abim, telefonunu kulağına dayadı ve birkaç saniye sonra Kaan'ın sesi duyulmaya başladı. Konuşmalarını duyamadım, ama abimin yüzündeki sertleşen ifade ve bir anlık gerilim, her şeyin ne kadar kritik olduğunu gösteriyordu. Telefonu kapatıp, bir süre sessizce bekledi. O anda, Serdar'a doğru dönerek telefonu uzattı.
Serdar, telefonu aldı ve gözlerindeki sert ifadeyi abimden alarak, tamamen kayıtsız bir şekilde konuşmaya başladı. "Tamamdır abi geliyoruz." dediğinde kalbime bir sancı girdi.
Serdar telefon konuşmasını bitirip telefonu geri abime verdiğinde, bir an sessizlik çökmüştü. O anda zaman sanki durmuş gibi hissediyordum. Her bir nefesim, bir kayıp gibi ağırlaşıyor, her saniye daha fazla korkuyla doluyordu.
Gözlerim, Serdar'ın soğukkanlı bakışlarını daha dikkatle inceledi. O an, onun içindeki karanlık ile yüzleştiğini fark ettim; her ne kadar sakin görünse de, içinde bir fırtına kopuyordu. Sadece bunu hissetmek, bana oldukça tedirginlik veriyordu.
"Ne oluyor?" diye bağırdım, sesim titreyerek döküldü. Kalbimde, korkudan taşlarını yerinden oynatan bir deprem gibi bir sarsıntı vardı. Her an arkamı dönüp, korkudan kaçacak gibi hissediyordum.
Gerçekle bu derece yüzleşince anlamıştım, ölecek gibi korktuğumu. Yüzümdeki endişeyi görünce,
"Allah benim belamı versin!" diyerek kollarını bana sardı abim. "Korkma, ona sadece evden çıkmasını söyledi. Bir yere gitmiyorsun," dedi, sesindeki öfke ve kendinden tiksinme karışımı bir duygu ile.
Tüm dirayetim korkumla yıkılmıştı. Göz yaşlarım eşliğinde sadece abime sarılıyordum.
"Ben buradayım, her şey kontrolümde."
—------------------------------
O akşamdan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmamıştı, zamanla fark etmeye başlamıştım. O kadar çok telefon alıyordu ki, yanımda asla konuşmuyordu. Gecenin bir yarısı ansızın kayboluyor, sonra hiçbir şey olmamış gibi geri dönüyordu. Ellerindeki kesikleri, yüzündeki morlukları açıklamıyordu. Sorular sorduğumda sadece omuz silkip, "Ufak tefek şeyler," deyip geçiyordu.
Biliyordum. Kaan onu bir şekilde kontrol altına almıştı. Belki borçlar, belki tehditler... Ama abim, bu işleri bana belli etmemek için kendi içinde taşıyor, her şey yolundaymış gibi davranıyordu.
Ve ben bunun geçici bir durum olduğunu, eğitimimi tamamladıktan sonra bu korkunç gerçekle yüzleşmem gerektiğini, çok sonradan öğrenmiştim.
—------------------------------
Üzerimdeki gelinliğin kumaşına parmak uçlarımı hafifçe değdirirken, içimde tarif edemediğim bir ağırlık hissediyordum. Bembeyaz kumaş, ince işçilikle bezenmiş nakışlar ve düğmeler... Bunlar bir rüyanın değil, bir kabusun parçaları gibi hissettiriyordu. İstemediğim bir geleneğe, sahte bir mutluluğa sürükleniyordum. Kendimi, içimdeki çatışmalarla yüzleşmek zorunda kalmış, çaresiz bir kurban gibi hissediyordum.
Sevgi Hanım'ın sesi zihnimin derinliklerinden gelen bir yankı gibi ulaştı bana: "Çok yakıştı, tam hayallerinizdeki gelin gibi görünüyorsunuz bence." O anda boğazımda düğümlenen duyguları bastırmak zorunda kaldım.
"Teşekkür ederim," dedim, sesim titrek ama soğukkanlı olmaya çalışarak. Oysa içimden, "Hayallerim bu değildi," diye haykırmak geliyordu. Gelinliğin kumaşına dokunurken, bu beyaz elbisenin beni bir hapishane gibi sardığını hissettim. Her ilmek, her düğme, bana kendi kaderime mahkum olduğumu hatırlatıyordu.
Bir yandan Sevgi Hanım ve yanındaki görevlilerin hayran dolu bakışları altında kaldım; ama içimdeki isyanı saklamaya çalıştım. Bu gün, diğerleri için sıradan bir hazırlık anı olabilir, fakat benim için özgürlüğümden bir parça daha koparılıyordu.
O anda kapı hafifçe aralandı ve Kader Abla içeri girdi. Yüzünde her zamanki yumuşak gülümsemesi vardı. Sessizce yanıma yaklaştı ve sesini biraz alçaltarak, "Aslı kızım, Yiğit aradı. Seni almaya gelecekmiş iki saate," dedi.
Kader Abla'nın benimle ilk kez doğrudan konuştuğuna tanık oluyordum. Onun bu alışılmadık tavrı, Yiğit'in beni bu evden çıkarma fikriyle birleşince içimde açıklayamadığım bir tedirginlik uyandı. Yiğit'in aklında ne vardı, niyetinde nasıl bir değişim olmuştu? Kafamın içinde bir sürü soru dönüp dururken, bu endişe giderek büyüyordu.
Kader Abla'nın bana uzattığı pakete bakarken, içimdeki huzursuzluk daha da arttı.
"Bir de sana bu paketi gönderdi," diyerek paketi bana uzattı. Uzattığı paketi alıp bir kenara bıraktım.
"Teşekkür ederim, Kader Abla," dedim sessizce. Bu evde yaşadıklarımı ve gerçek hislerimi bilen tek kişi oydu. Bana bir şey söylemeden, sadece gözleriyle cesaret verircesine baktı ve ardından sessizce odadan çıktı.
Tam o anda, Sevgi Hanım yüzünde tatlı bir gülümsemeyle konuşmaya başladı: "Böyle aşık çiftlerin kavuştuğuna şahit olmak çok huzur verici bir his. İşimin en güzel yanı."
"Aşık çift." Bu kelimeler beynimde yankılanırken içime derin bir yabancılık duygusu oturdu. Gerçekten "çift" kelimesinin içinde ikimizi düşünmek bile bana çok uzak, neredeyse ürkütücü geliyordu. Sevgi Hanım, dışarıdan her şeyin ne kadar uyumlu göründüğünü sanıyordu ama içimdeki karmaşadan habersizdi.
O, mutlulukla bakarken benim için tüm bu sahte düzen, kaçamayacağım bir kafese dönüşüyordu.
"Çok naziksiniz, Sevgi Hanım," dedim, gülümseyerek. Üzerimdeki gelinliği çıkarıp son tadilatı için Sevgi Hanım'a verdim.
"O zaman ben artık gideyim. Siz de rahatça hazırlanırsınız," dedi, nazikçe gülümsedi. "Tadilat tamamlanır tamamlanmaz size ulaştıracağım gelinliği."
"Teşekkür ederim." Dedim ufak bir tebessümle. Ardından toparlanıp çıkmalarını bekledim.
Oda boşaldıktan sonra, derin bir nefes aldım. İçimde biriken ağırlığı dışarı atmaya çalışır gibi... Yavaşça adımlarımı sürükleyerek yatağıma doğru ilerledim ve kendimi bir yaprak misali üzerine bıraktım. Gözlerimi kapattığımda, yaşadığım her şey birer birer zihnimde canlanmaya başladı. Görüntüler hızla akıyor, her biri ayrı bir ağırlık bırakıyordu üzerimde. Düşünceler zihnimi yorgun düşürüyordu, zihnimse bedenimi... Kaçmaya çalıştıkça daha çok sarıyordu beni, bir zincir gibi.
Yattığım yerden zar zor doğrulup yanıma bırakılmış pakete uzandım. Kutuyu açtığımda karşıma siyah bir elbise ve şık bir çift ayakkabı çıktı. Kutunun içinde bir de kitap ve üzerine iliştirilmiş bir not vardı.
Osho - Cesaret: Tehlikeli Yaşamanın Sevinci
Bu satırları okurken sana söyleyebilmeyi dilemiştim:
"Hayat yalnızca cesur olanlara kapılarını açar. Kendi mutluluğunu seçmek, bencillik değil, yaşamın kendisidir..."
Her adımda güçlendiğini görmek, kendin için doğru olanı yapmanı sağlamak için elimden geleni yapacağım. Bu durum seni şu an için mutlu etmesede, ben hep yanında olacağım.
Bu akşam her şeyi bir kenara bırakıp, gerekirse unutup, sıradan bir çiftin basit bir akşamını yaşamak istiyorum seninle.
Beni kırmazsan iyi edersin. Akşam görüşürüz.
Notu okur okumaz, herşeyi bir kenara bırakıp sırt üstü yatağa bırakmıştım kendimi. Her kelimesinde reddetme şansım olmadığını hissettiriyordu zaten o yüzden düşünmeme gerek yoktu.
Hayatımda sıradan bir çift olmayı deneyimlediğim kimse olmamıştı. Ama basit ve sade bir şeyler yaşamak, belki de aradığım huzuru bir süreliğine de olsa getirebilirdi. Belkide hayatımda bir daha hiç normal bir çift nasıl olunur deneyimleyemeyecektim. Denemek istedim ama yine de içimdeki huzursuzluk azalmıyordu.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım, belki de sadece bir süreliğine her şeyi unutabilirdim. Yavaşça doğrulup yataktan kalktım. Kutudaki elbise ve ayakkabıları elime alıp banyoya doğru ilerledim.
Banyoya girdiğimde, elbiseyi ve ayakkabıları bir kenara koyarak üzerimdekileri çıkardım. Sıcak suyun altına girdiğimde, vücudum bir an için refleks olarak rahatladı. Akıp giden suyla birlikte, endişelerim bir nebze de olsa eridi. Hazırlanacaktım, çünkü uzun bir süredir, kaç gün olduğunu bile hatırlamıyordum, dışarıya özgürce adım atamamıştım.
Banyodan çıkıp elbiseyi giydiğimde, kumaş vücuduma tam oturmuştu. Elbise, bedenimi sararken her kıvrımına nazikçe dokunuyordu. Duruşu, her adımda hafifçe dalgalanıyor, ince belimi ve omuzlarımı belirginleştiriyordu.
İçimdeki huzursuzlukla birlikte, elbiseyle uyum sağlamak zor olsa da, bir şekilde rahatlamaya başlamıştım. Ayakkabılarımı giyerken, vücudumun her hareketiyle uyum sağlayan o zarif duruşu hissediyordum.
Makyajımı yapmaya karar verdim. Gözlerime hafifçe far sürdüm, ardından rimel ile kirpiklerimi belirginleştirip, bakışlarımın daha etkileyici olmasını sağladım. Dudaklarımı, doğal bir tonla hafifçe renklendirdim. Sonunda, aydınlatıcıyı elmacık kemiklerime sürerken, yüzümdeki parlaklık biraz daha canlanmış gibi hissettirdi. Makyajımı bitirip aynada kendime bir kez daha baktım. Aynadaki yansıma, kendi kendime gülmeme sebep olmuştu, kendimi uzun zaman sonra böyle bakımlı ve güzel hissediyordum.4
Okur Yorumları | Yorum Ekle |