"Canımı sıkıyorsun Aslıcık," dedi, sesi soğuk ve tehditkar. "Beni eğlendirmezsen eğlencemi kısa tutarım."
"Aslııı!" diye inledi abim, sesi titrek ve acı içinde. O an, gözlerindeki öfkeyi görmek beni daha da yıkmıştı. Bu, onun burada olmama duyduğu öfkeyi dile getirme şekliydi; sesinde, beni korumaya çalışırken ne kadar çaresiz olduğunu hissedebiliyordum.
Kaan, abimin sesini duyunca adeta deli oldu. "Bu dünyada konuşacak bir bokun kalmadı lan senin!" diye bağırdı, elindeki silahı abimin başına sertçe dayayıp itti.
"Bir daha sesini duymayacağım, lan!" diye bağırarak, acımasızca abime bir tekme daha attı. Abim yere yığıldı, vücudu titreyerek yan yattı.
Yüzündeki sadist gülümsemeyle biraz daha yaklaşarak, "Hadi bakalım, sıradaki tur başlasın," dedi.3
Ne demek istediğini tam olarak anlamıyordum, ama o an hissettiğim şey kesin bir şeydi: İyi bir şeyler asla gelmeyecekti. Gözlerim, abimin üzerine odaklanmışken, içimde korkudan başka bir şey yoktu. O kadar çaresizdim ki, kelimeler havada asılı kalıyor, kalbim bir kez daha hızla atıyordu.
Kaan'ın adamları, hiçbir şey demeden yanımıza yaklaşarak bir kutu getirdiler. Kutunun içi neydi? Ne vardı içinde? Gözlerim, kutuya kaydı, ama beynim bu korkunç görüntüyü işlemekte zorlanıyordu. Her şey bir fırtına gibi başımı döndürüyordu. Bir şeylerin, daha doğrusu çok korkunç bir şeyin geleceğinden emindim. Ama ne olduğunu hala bilmeye cesaretim yoktu.
Kaan eğildi ve kutuyu açarken, gözlerim korkudan neredeyse bulanıklaşmıştı. Bir an için anlamadım, ama sonra o bıçaklar gözlerime çarptı. Her biri, keskin ve soğuk, içimi donduruyordu. Gözlerim, kutunun içine kayarken, Kaan bir adım daha attı ve kutuyu bana doğru uzattı.
"Beğendin mi Aslı?" dedi Kaan, gözlerinde deli bir parıltıyla. O an, gerçekten bir ruh hastası olduğuna inandım. Söylediği kelimeler, her birini kalbime batırıyordu. "Bunlar benim bebeklerim," diye ekledi, sesindeki sadizm tamamen açığa çıkıyordu. "Hepsi özel yapım, bu kadar iyi işçilik çıkaranını bulamazsın. Sana göstermek için heyecanlanıyorum."
O cümlesi, kalbimi sanki bir çelik kısıtlamış gibi sıkıştırdı. Her bir kelimesi, bana onun ne kadar karanlık, ne kadar tehlikeli bir insan olduğunu hatırlatıyordu. Her şeyin kontrolü altında olması, her hareketini, her bakışını izlerken içimde bir boşluk hissi oluşuyordu. Göğsümdeki o sıkışıklık giderek artıyordu, ama yapabileceğim hiçbir şey yoktu. O kutu, içindeki bıçaklar ve Kaan'ın delicesine mutlu bakışları, tüm duygularımı parçalıyordu.
"Neden yapıyorsun bunu abime?" diye bağırdım, sesim titreyerek çıkıyordu. Gözlerimdeki çaresizlikle Kaan'a baktım. O, gülümseyerek bana döndü, sanki tamamen keyif alıyordu.
"Çünkü o bunu hak ediyor," dedi Kaan, her kelimesinde acımasız bir güven vardı. Cevabını verir vermez, kutudan seçtiği bir bıçakla abime doğru yöneldi.
İçimdeki çığlıklar, boğazıma düğümlenmişti. Ne yapacağımı bilemeden, sadece çaresizce bağırdım: "Hayır! Lütfen dur!" Ama sesim, Kaan'ın kulaklarına ulaşmıyordu. Onun bakışları, tamamen odaklanmış bir şekilde abimin üzerindeydi.
Bıçağı abimin derisine yaklaştırırken, her hareketi yavaşça işkenceye dönüştü. Gözlerim, yaşlarla dolarken, bir an bile abimin acısını durdurmak için adım atamadım. Kaan, her bıçak darbesini öylesine bir hazla yapıyordu ki, bana bakarken gülümsedi.
"Bunu sevdiğini biliyorum Aslı," dedi, kelimeleri sanki bir oyun gibiydi. "Her şeyin, her acının bir anlamı olmalı. Sen de bunu anlamalısın."
Abimin ağlaması, içimi paramparça ediyordu, ama bir adım bile atamıyordum. Kendimi daha fazla tutamayacak gibiydim.
"Lütfen, bir yanlış anlaşılma var," diye hıçkırarak yalvardım. "Abim size ne yaptı? Yapma ne olur! Dur artık." Sesim titredi.
Kaan, gözlerini abimden bana çevirdi. O an yüreğimi pençesine alan korku, içimde yankılandı. Kaan, soğuk bir gülümsemeyle başını yana eğdi, sanki bu yalvarışlardan zevk alıyordu.
"Abin ne mi yaptı?" dedi Kaan, sesinde bir öfke ve acı karışımı vardı. Gözleri, içinde yanan bir alev gibi parlıyordu.
"Benim kardeşimi öldürdü! O benden birini aldı, anladın mı? Şimdi sıra onda." Bıçağı abimin bacağına daha da bastırdı. Gülüyordu, bu sözleri söylerken eğleniyordu.
Şokla nefesim kesildi. "Hayır! Abim kimseyi öldüremez, lütfen yapma!" diye yalvardım. Kalbim göğsümden fırlayacak gibiydi.
Gözyaşları yanaklarımdan durmaksızın süzülüyordu. "Rahat bırak onu." Diye fısıldadı abim bilinci neredeyse yerinde değildi.
O, gerçekten de bir şey yapmış olabilirdi. Olanların gerçekliği üstüme çığ gibi yıkıldı. Abim bir can almış mıydı? O an zihnimde çakan bu düşünce, tüm umutlarımı yerle bir ediyordu.
Kaan, abimin önünde eğilmiş, sanki onun acısını izlemekten sıkılmış gibiydi. Gözleri yavaşça bana kayarken içimdeki korku daha da büyüdü. Geri adım atmak istedim ama bacaklarım taş kesilmişti; kımıldayamıyordum.
O an, hiç beklemediğim bir şey oldu. Kaan, elindeki bıçağı aniden kaldırdı ve abimin eline indirdi. Karanlıkta metalin soğuk sesi kulağımı çınlattı, ardından abimin yürek paralayıcı çığlığı geldi. Nefesim kesildi. Gözlerim dehşetle büyüdü, kalbim göğsümden fırlayacakmış gibi çarptı.
"Hayır... Hayır!" dedim ama sesim neredeyse bir fısıltı kadar zayıftı. Abim acıyla yere kapaklandı, gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Her çığlığı içimi parçalıyor, beni çaresizlikle kavuruyordu.
Kaan sanki bu manzara hoşuna gidiyormuş gibi memnun bir ifadeyle gülümsedi. "Sanırım artık biraz daha ciddileşmenin vakti geldi," dedi. Sesi o kadar soğuktu ki tüylerim diken diken oldu.1
Gözlerim yaşlarla dolmuştu. Abimin acısına daha fazla dayanamazdım. Yutkundum ama boğazım kurumuştu, kelimeleri zorla çıkardım.
"Ne olur," dedim titrek bir sesle, gözlerimden akan yaşları durdurmaya çalışarak, "ne olur dur, ne istersen yaparım." diye fısıldadım Kaan'a, içimde yükselen dehşeti bastırmaya çalışarak.
Abimsiz bir dünyada nefes almak bile işkence gibi geliyordu. O kadar çaresizdim ki, ne olursa olsun, ne yapmam gerekirse yapardım; yeter ki abim hayatta kalsın. Onun gözlerinden bir damla yaş dökmesini görmemişken, acıyla kıvranırken izlemek, kalbimi parçalayan bir acıydı.
Kaan'ın gözlerinde bir anlık tereddüt gördüm. Ama o anlık yumuşama, hemen kayboldu. Karanlık ve keskin bir bakışla beni süzmeye devam etti.
"Aslı, saçma-ma," dedi abim, kesik kesik nefes alarak. Sesindeki titreme, bana duyduğu endişe ile Kaan'ın öfkesini körüklemekten korkan bir tür sessiz yalvarıştı. Ama ne kadar uğraşsa da, bilinci gidiyordu. Sözleri, bir çığlık gibi kesiliyordu.
Ve o an, abimin bedeni yavaşça yere doğru sarkarken, etrafındaki kan birikintisi, bir gölet gibi büyüdü. Gözlerim, abimin bedeni üzerinde sabitlenmişken, kalbimde bir şeyler kırıla kırıla yerini yavaşça alıyordu. Bir dehşet, bir boşluk içimi kapladı.
İçimde öyle bir çığlık vardı ki, sesimi çıkaramıyordum. Zihnimde tek bir düşünce vardı: Abim ölmemeliydi.
Kaan'ı bir anlığına izledim. Gözlerinde hiçbir insani duygu yoktu, sadece nefret vardı. Ama ben, o an nefreti değil, çaresizliği, korkuyu hissettim. Abim için her şeyi yapmalıydım, ama ne yapacağımı bilemiyordum.
Ona ne söyleyebilirdim? Ne yapabilirdim?
"Onun ölmemesi için ne gerekiyorsa yaparım," diye fısıldadım, kelimeler dudaklarımdan titrek bir şekilde döküldü. Sesim, bir çığlık gibi çıkmak istese de, ancak zorla duyulabilen bir hıçkırık olabildi. Gözlerim dolmuştu, ama içimdeki kararlılık bir kez daha yüzeye çıkmıştı. Abim için, ona hayat veren ne varsa, her şeyi göze alırdım. O ölmemeliydi.
Kaan, eğlenerek attığı bakışlarını abimden çekip bana doğru doğrulttu. O soğuk, acımasız bakışları kalbime saplanan bir hançer gibi hissettim. Metalin soğukluğu, tam kalbimin üzerine doğru ilerlediğinde, korku bir anda yerini dehşete bıraktı.
"Eğer abin ölmesin istiyorsan," dedi Kaan, gözlerimin içine bakarak, sesi soğuk ve tehditkâr bir yankı gibi içimde çınladı. "Bu borcu sen ödeyeceksin."
Sözleri içimde yankılandı, her kelimesi vücudumda bir ağırlık bıraktı. Kollarımda adamlarının tuttuğu yerlerdeki sancılar, sanki daha da şiddetlendi. Bacaklarım, bedenimi taşımakta zorlanıyordu; kontrolü kaybetmiş bir şekilde, bir bez bebek gibi ellerinde savruluyordum.
Hıçkırıklarımdan başka bir yanıt alamamak canını sıkınca göğsüme doğrulttuğu bıçağı gözlerimin içine bakarak batırmaya başladı.
Acıyla attığım çığlıkların arasında "Nasıl?" Diye sordum durmasını ümit ederek.
Ümit ettiğim gibide oldu. Bastırmayı bırakıp, bıçakla akan kanımın bulaştığı tişörtümün üzerinde gezindi.
"Nasıl mı?" dedi, soğuk bir gülüşle. "Bunu yapabilmen için önce bir seçim yapmalısın, Aslı."
"Ne seçimi?" diye fısıldadım, dudaklarımın arasından. İçimden bir şeyler çığlık atıyor, ama dışımda hiçbir ses çıkmıyordu.
Kaan, bıçağını biraz tekrar yukarı kaldırıp, bana daha da yaklaştı. Her adımında kalbim biraz daha hızla çarpmaya başlıyordu.
"Kendi hayatını mı, yoksa abinin hayatını mı seçeceksin? Birinin hayatı sona ermek zorunda. Yalnızca birini kurtarabilirsin."
Bu, tek bir çözümle çıkabileceğim bir sorudan çok, bir labirentti. Bir çıkış yolu yoktu, her köşe bana daha da karanlık görünüyordu. O an, bıçak göğsümde daha fazla baskı yaparken, içimdeki tek şey bir düşünceydi: Abim. O ölmemeliydi. Ama benim de canım yanıyordu. O an her şey donmuş gibiydi.
Kaan'ın gözleri, avını köşeye sıkıştırmış bir yırtıcının bakışları kadar sert ve ürkütücüydü. Gözlerindeki kararlılık, içimdeki korkuyu körükleyen sessiz bir tehdit gibiydi.
Sanki tüm seçenekleri önümden silip, sadece tek bir yolu bırakıyordu: Abimi seçmek.
Ve ben... Onu korumak için ne gerekiyorsa yapacaktım.
"Ne demek istiyorsun?" diye sordum, sesim titrerken. Kaan, yüzünde soğuk ve hesaplı bir tebessümle başını yana eğdi. Abim yerde doğrulmaya çalışırken, adamları onu acımasızca geri itti. Bedenim yerinden kıpırdamazken, ruhum çaresizlikle çırpınıyordu. O an, bir kez daha fark ettim: Abim için her şeyi göze alırdım.
Kaan bir adım daha yaklaştı. Aramızdaki mesafe kapanırken nefes almakta zorlanıyordum. Sesi, tüyler ürperten bir sakinlikle çıktı:
Kalbim deli gibi çarparken etrafıma baktım. Her şey bulanıktı; abimin kanlı yüzü, yerdeki kanlar, adamların buz gibi bakışları... Zaman duruyormuş gibi hissettim ama Kaan'ın sesi gerçeği hatırlatıyordu:
"Beni bekletme. Sabırsızlanırım." O bir kediydi, ben ise avı... Gözlerindeki eğlence midemi bulandırıyordu.
Gözlerim, yeniden abimin hareketsiz yatan bedenine takıldı. Gözyaşlarım sel gibi akarken, hıçkırıklarım kontrolsüz bir şekilde yükseldi.
Dudaklarım titredi, ama gözlerim kararlıydı. "Ne istiyorsan yaparım," dedim Kaan'a, sesim hıçkırıklarım arasında çatlamış bir fısıltı gibi çıkmıştı.
"Lütfen onu kurtar, ölmesine izin verme," diye ekledim, kelimelerim birbirine karışırken.
Kalbim, abimin hayatını kurtarmak için atıyordu, ama Kaan'ın soğuk bakışları içinde ne kadar çaresiz olduğumu hissedebiliyordum.
Kaan gülümsedi. Öyle bir gülümsemeydi ki, içinde zafer, alay ve sadizm vardı. Başını hafifçe yana eğerek, "Güzel," dedi.
Arkamdaki adamlardan biri elime bir şey tutuşturdu. Soğuk, metal bir tabanca... Parmaklarımın ucunda hissettim. Kaan, başını abime doğru eğerek, "Görelim bakalım, ne kadar ileri gidebilirsin," dedi.
Nefesim kesildi. Her şey buz gibi bir sessizliğe gömüldü. Bunu yapamam... Ama abimin canını kurtarmak için başka bir yol var mıydı?
Ellerim titrerken, zihnimde yalnızca tek bir cümle yankılanıyordu:
Onu kaybedersem ben zaten ölecektim.
Kaan'ın soğuk parmakları, silahı tuttuğum ellerimi sardığında, içimde bir gerilim dalgası yayıldı. Parmaklarının her biri, ellerimdeki soğuk metalle birleşerek vücuduma ağır bir baskı gibi hissettiriyordu. Diğer eli belime dokunduğunda, bedenim istemsizce gerildi. Vücudunun sıcaklığı, bana bu kadar yakın olması, derin bir huzursuzluk yaratıyordu. Kaan'ın her hareketi, sanki onun varlığına daha da yaklaşıyor, beni sarmalayan bu karanlık oyun içinde sıkıştırıyordu.
Soğuk bir alayla, "Hadi ama küçük kız, kullanması çok kolay," dedi. Sesi, sanki her kelimeyle beni daha da küçültüyor, beni bir oyuncağa çeviriyordu. Silahın soğuk metal ucu, parmaklarının hakimiyetinde bir ok gibi kalbime yönelmişti. Her saniye, o soğuk metalin vücuduma yaklaşması, içimdeki korkuyu daha da derinleştiriyordu. Gözlerim, silahın ucunu takip ederken, içimdeki tüm hisler birbirine karışıyordu. Tiksinti, korku, çaresizlik... hepsi bir arada, bir anda patlak veriyordu.
Ölüyordum. Gözlerimi kapattığımda, içimdeki tüm sesler sustu. Ölümümün böyle, bu kadar aniden ve soğuk bir şekilde olacağını hiç düşünmemiştim. Gözlerimi kapatmıştım, ama o anın ağırlığı, içimdeki boşluğu hissettiriyordu. Nefesim daralırken, kalbim bir çırpıda hızla çarptı, bir sonbahar rüzgarı gibi savrulup gitti.
Kaan'ın sesi, soğuk ve keskin bir bıçak gibi kulaklarımda yankılandı. "Kullan," dedi, bir tehdit gibi yavaşça, "Abinin çok zamanı kalmış gibi görünmüyor." Her kelimesi, içimde bir boşluk yaratıyor, kalbimi hızla çarptırıyordu. O an, gözlerimi kapamışken, içimdeki korku ve çaresizlik daha da derinleşti. Kaan, abimi bir piyon gibi görüyordu; ama benim için o, her şeydi.
"Kaan..." diye fısıldadım, sesim titrek ve çaresizdi. "Lütfen ölmesine izin verme." Kelimelerim, boğazımda biriken acıyı ancak zar zor dışarıya çıkartabiliyordu. İçimdeki her şey, bir yıkımın eşiğindeydi. Abim, yerde hareketsiz yatarken, bu sözleri dile getirmek, sanki her anımı, her umudumu ona adamak gibiydi.
Kaan'ın bakışları, soğuk ve hesaplı bir şekilde üzerimde gezindi. Gözlerindeki alaycı ifade, her geçen saniyede daha da derinleşiyor, beni daha da savunmasız bırakıyordu.
"Kullan," dedi bir kez daha, sanki seçeneğimi yok sayıyordu.
Tüm mantığım tükenmişti, sadece ağlıyordum, gözyaşlarım yanaklarımda hıçkırıklarla birleşiyor, derin bir çaresizlik içinde kayboluyordum.
Sırtımda bir ağırlık vardı, boğuluyordum. Gözlerim titriyordu, titreyen ellerimde silahı sıkıca tutuyordum. "Bunu yapmam gerek," diye düşündüm, ama her şeyde bir çelişki vardı. İçimdeki acı, korku ve çaresizlik, düşüncelerimi bulanıklaştırıyordu. Ve sonra... Sonra, gözlerimi kapattım.
Bir nefes aldım, derin ve ağır. Zihnimde, abimin yüzü, kanlar içindeki o anı hâlâ canlıydı. Onu kaybetmek, her şeyin sonu demekti. Ve ben... Benim yapabileceğim tek şey buydu. Bunu yapmalıydım.
Kalbim hızlı atıyordu, her çarpışı daha da hızlanan, sıkışan bir acıya dönüştü.
Ne kadar korksam da, ne kadar titresem de, bu tek yoldu. Kaan'ın soğuk bakışlarına rağmen, sesim bile duyulmuyordu. Sadece gözlerimi kapadım ve... Ve son bir kez, derin bir nefes alarak...
Bedenim, şokla yere yığıldı. Ellerim titreyerek, silahın tetiklenmiş olduğunu sandım ama patlama sesi yerine, sadece soğuk bir sessizlik vardı. Bir an için her şey durdu. Gözlerim bulanık, zihnimdeki sesler karışıyordu. Silah, boş bir tehdit gibi ellerimde kaldı. Birkaç saniye geçtikten sonra, kafamda yankılanan tek şey, Kaan'ın kahkahalarıydı.
O kadar rahat, o kadar alaycıydı ki... Sesinin derinliklerinde bir zevk, bir eğlence vardı. O kadar gerçek dışıydı ki, ne olduğuna inanmak zor oluyordu. Kaan'ın kahkahaları, beni daha da aşağılıyordu, her bir gülüşüyle içimdeki korkuyu daha da büyütüyordu.
Kaan'ın kahkahaları, içimi bir buz gibi donduruyor, kalbimi daha da hırsla sıkıştırıyordu. O an, sadece soğuk bir boşluk vardı ve ben bu boşluğa düşüyordum. Kaan, beni ne kadar savunmasız bıraktığını, ne kadar zor durumda olduğumu her kahkahasında bir kez daha gösteriyordu.2
Kaan'ın sesi, alaycı bir heyecanla yankılandı. "Vaav! Gerçekten eğlendirdin beni," dedi, gülüşü hala kulaklarımda çınlarken. Her kelimesi, içimdeki her umudu, her savunmayı birer birer yok ediyordu. Gözlerindeki o soğuk, hesaplı ışıltı, bana ne kadar güçsüz olduğumu hatırlatıyordu.
Bedenim hâlâ titriyor, kalbim hızla çarpıyordu. Gözlerim bulanık, kafamda tek bir düşünce vardı: Abim. O an, alaycı gülüşünü duyarken, bir yandan da içimdeki korku ve umutsuzluk giderek büyüyordu.
Kaan, yanındaki adamlara işaret ederken, soğuk bir sesle söyledi: "Götürün bunu hastanenin önüne atın." Sözcükler, içimde bir boşluk açtı, ama aynı zamanda bir rahatlama da getirdi. Derin bir nefes verdim, sanki bir yükten kurtulmuş gibiydim. Gözlerimdeki bulanıklık biraz olsun aralanmış, nefes almanın verdiği hafiflikle vücudumun sertleşmiş kasları gevşemişti.
Ama o rahatlama, kısa sürdü. Kaan'ın gözlerindeki eğlenceli alaycı bakışlar, her an beni yeniden boğuyor, bu kararın beni hangi karanlık sona sürükleyeceğini hissettiriyordu. O an, sadece bir nefes alarak, Kaan'ın buyruğuna boyun eğdim.
Adamlar, abimi kaldırıp götürürken, arkasında bıraktığı kan gölü, beni derin bir korkuya sürüklüyordu. O an, rahatlayan bedenimin yeniden kasılmasına, birdenbire geri dönüp acıyı hissetmeme sebep olmuştu.
Abimin bedenini, oradan uzaklaştırıyorlardı ama kanı, o kanı asla unutmam mümkün olmayacaktı. Kanın yerdeki o büyük lekesi, her şeyin ne kadar geri dönülemez bir hale geldiğini, hiçbir şansın kalmadığını hatırlatıyordu. Bedenim, gergin bir şekilde titriyor, ne kadar kaçmaya çalışsam da, gözlerimde hala o manzara vardı.
Donmuş bakışlarım, bir an için abimin kanlı izlerini takip ederken, Kaan'ın soğuk bakışları tam önümde belirdi. Gözlerimdeki donmuş ifadeyi kıran, onun o korkutucu ve alaycı bakışlarıydı. Sanki her şeyin kontrolü, benim düşüncelerim değil de, Kaan'ın elindeydi. O an, her şeyin ne kadar boş olduğunu, ne kadar savunmasız olduğumu bir kez daha hissettim.
Adamlar çıktığında, geriye sadece ikimiz kalmıştık. Evdeki hava, boğucu ve ağırdı. Kaan'ın suratındaki korkunç gülüş bir an olsun eksik olmamıştı. Gözlerindeki eğlence, bana karşı duyduğu acımasızlıkla birleşiyor, her hareketiyle içimdeki korkuyu bir kat daha artırıyordu.
Bana doğru adım attı ve tek eliyle tuttuğu kolumdan çekerek, oturduğum yerden ani bir hareketle kaldırdı. O an, içimde bir şeyler kırılıyordu. Abimin günahının bedelini ödeyeceğim gerçeği, tüm ağırlığıyla üzerime çökmüştü. Gözyaşlarım tükenmişti ama korkum, bir an olsun durmuyor, titremem bir türlü dinmiyordu. Her şey, kabus gibi ağır ve soğuktu.1
O ise, ayakta zor duran bedenimin kontrolünü bana bırakıp, kolumu bırakan eliyle çenemi tutarak, bakışlarımı kendine sabitledi. O an, tüm dünya sadece onun gözlerinden ibaret olmuştu.
O soğuk, hesaplı bakışlar, bana her şeyi anlattı: Ne kadar güçsüz olduğumu, ne kadar çaresiz olduğumu... Her hareketi, bir ip gibi içimdeki her şeyle oynuyor, beni daha da kırıyordu.
Kaan, gözlerindeki deliliği bana doğru yönelterek, o korkunç alaycı gülüşüyle söyledi: "Sende en az benim kadar delisin. Seninle çok eğleneceğiz, küçük kız." Sözleri, zihnimde yankılandı, her kelimesi adeta bir bıçak gibi saplanıyordu. Gözlerinde parlayan o delilik, içimi daha da karartıyor, beni daha da parçalıyordu.
"Bana ne yapacaksın?" diye sordum, sesimdeki titremeyi gizlemeye çalışarak. Ama gözlerimdeki korkuyu, bedenimdeki gerilimden çok daha güçlü bir şekilde hissedebiliyordum.
Kaan'ın sesi, her kelimesiyle içimdeki korkuyu daha da derinleştiriyordu. "Canım ne isterse onu yapacağım," dedi, bedenini bedenime yapıştırarak. O an, bir şok gibi donakaldım. Korkuyla refleks olarak geri adım atmaya çalıştım, ama çenemi tutan eli öyle bir sıktı ki, sanki bedenim, her yönüyle ona zincirlenmişti.
Gözyaşlarım, istemsizce yeniden gözlerimden süzüldü ve bedenim, ne kadar çırpınsam da, bir daha kımıldayamayacak şekilde yerleştirilmişti.
O kadar yakındı ki, nefesini duyuyor, her hareketinde vücudumda yeni bir soğukluk hissediyordum. Bedenim, titriyor, her kasım, her hücrem onun egemenliğindeydi. Kaan'ın bakışları, bana olan bu hakimiyetini iyice pekiştiriyor, korkumun her geçen saniye arttığını hissediyordum. O an, kaçmanın ne kadar imkansız olduğunu fark ettim, kendimi tamamen onun kontrolünde buluyordum.
Her şey o kadar yoğun, o kadar boğucuydu ki, gözlerimdeki yaşlarla birlikte içimdeki her şey yavaşça çözülüyordu.
"Seninle ne yapacağım konusu değişkenlik gösterir, şunu bil yeter," dedi, pis elleri vücudumda dolanırken. Gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. "Abinin can borcuna karşılık seni aldım."2
Kaan'ın elleri vücudumda dolaşırken, her dokunuşu sanki ruhuma batıyordu. Gözlerimdeki panik, boğazımda bir düğüm gibi sıkışırken, nefes almak bile zorlaşıyordu. Sadece 17 yaşındaydım ve bu kadar karanlık bir dünyada tek başıma kalmıştım.
"Kendi bedeninle hareket edebileceğini sanıyorsun ama artık durum farklı," dedi, alaycı bir gülümsemeyle. "Bundan sonra bedenin senin olsa da, düşüncelerin, kararların benim olacak. Komutlar benden gelecek."
Evdeki tüm telefonları ve dışarıyla iletişim kurabileceğim her şeyi birkaç adamına toplattı. Ardından başımda iki adamını bırakıp, evden çıkıp gitti.
Gözlerimdeki yorgunluk, aklımdaki bulanıklıkla birleşerek beni derin bir boşluğa sürüklüyordu. Kaan'ın soğuk bakışları, abimin kanı ve geçen gecenin acımasız gerçekleri, hala içimde yankılanıyordu. Hayatımın en büyük sınavını vermiştim, ama o sınavın sonuçları, tek bir kararın ötesindeydi.
Bu gece, abimi hayatta tutmak için bir seçim yapmıştım. Ama gün doğumuyla, o kararın bana ne kadar ağır geldiğini fark ediyordum. Geceyi geride bırakıp, günün ışığında tüm o anı yeniden yaşamak, bana bu mücadeleye dair her şeyin kalıcı bir iz bıraktığını hatırlatıyordu. O iz, ne kadar silmek istesem de, bir ömür boyu kalacaktı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |