Sabahın ilk ışıkları henüz ufukta belirirken, oturma odasında bir köşeye büzülmüş, göz kapaklarımın ağırlığıyla mücadele ediyordum. Gece boyunca uykunun yanımdan geçmediği her an, içimde taş gibi ağır bir yorgunluğa dönüşüyordu. Kafamın içinde dönüp duran düşünceler, son günlerin karmaşasıyla daha da kördüğüme dönmüştü.
Aslı'nın bu yıkılmış hali, korkularının hayatına yön vermesi; her şey beni içine çekip duruyor, anlamlardan uzaklaştırıyor, işin içinden çıkamıyordum. Sanki içimde koskoca bir boşluk vardı, ama onu yok saymak için kendimi zorladıkça daha da büyüyordu.
Bir süre daha kanepeye yaslanmış, içimdeki huzursuzlukla bekledim. Aslı'nın yıkılmış hali gözümün önünden gitmiyordu,dayanamayarak kalktım. Adımlarımı düşünmeden attım, kendimi onun odasının önünde buldum. Kapının önünde dururken, içeri girip girmeme kararsızlığı içinde sıkışıp kalmıştım. Ellerim yanlarımda uyuşmuş gibi sallanıyordu.
Odanın kapısı kapalıydı, ama sanki arkasındaki sessizlik bile bana bir şeyler fısıldıyordu. Avuç içlerim terlemişti. Elimi kaldırıp kapıyı çalmaya yeltendim ama bir an duraksadım—girsem ne yapacaktım ki? Söyleyebileceğim tek kelime var mıydı?
Ama yine de onun yanında olmak istiyordum. İçimde, ona yaşattıklarımdan duyduğum vicdan azabı bir türlü dinmiyordu. Kapının önünde öylece durdum, yüreğim sıkışmış, nefesimi bile tutarak. Tam bir eşikteydim sanki; geri çekilsem utanç, ileri gitsem... belki sadece bir anlık huzur bulacaktım.
Sessizliğin içinde bir an duyduğum hafif bir inilti, içimde buz gibi bir ürpertiye dönüştü. O an düşünmeyi bırakıp hızla kapıyı açtım.
İçeri girdiğimde, Aslı'yı yatağında kıvrılmış halde buldum. Yorganın altında büzülmüş, titriyordu. Alnındaki ter damlaları ve kızarmış yanakları hemen gözüme çarptı. Hâlâ duyulacak kadar hafif bir iniltiyle nefes alıp veriyordu. "Aslı?" diye seslendim, ama bir yanıt alamadım. Gözleri kapalıydı, yüzündeki huzursuz ifade, acısını sessizce anlatıyordu.
Gözleri kapalıydı ama uykusu huzurlu değildi; arada kıpırdanıyor, belli belirsiz fısıltılarla bir şeyler mırıldanıyordu. Yanına oturup alnına dokunduğumda, sıcaklığı elimi yaktı. Ateşler içindeydi. İçimden bir panik dalgası geçti, ama sakin olmam gerektiğini biliyordum. "Aslı, beni duyuyor musun?" diye fısıldadım, ama hâlâ bir hareket yoktu.
Bir an ne yapacağımı bilemeden odanın içinde volta atarken, içimde büyüyen çaresizlikle durakladım. "Bunu nasıl başardım?" dedim kendi kendime, içimdeki pişmanlık bir sarmal gibi sararken beni. "Ona zarar vermek istemezken, şimdi kendimi bu durumda nasıl buldum?"
Sorular kafamda yankılanırken, hızlıca bir soğuk bez bulup yanına koştum. Alnına bez koyarken, içimdeki karmaşa, beni derin bir karanlığa çekiyordu. Aslı'nın acı çeken yüzü, her nefes alışında yaşadığı zorluk, içimdeki tüm öfkeyi ve inatçılığı silip süpürüyordu. Onu koruma içgüdüm, bu karanlık duyguların üzerine bastırarak, beni derin bir kaygıya itiyordu.
Sanki bu an, hayatta kalmanın ve sevdiklerimizi korumanın ne kadar kırılgan bir denge olduğunu gösteriyordu. İçimdeki çatışma, onun acısını gördükçe daha da derinleşiyordu; her an, bana kendimi sorgulatıyor, pişmanlığın ağırlığı altında ezilmeme neden oluyordu.
O kadar çaresizdi ki, onun bu durumda yalnız bırakılması fikri içimi kemiren bir ağırlık haline geliyordu. İçimde bir şeyler kopuyordu. Onun bu sessiz çöküşü, kendi çaresizliğimin yankısı gibiydi.
Bir anlığına durup Aslı'nın yüzüne dikkatle baktım. Bu kadar savunmasız bir haldeyken, ona yaşattıklarımın ağırlığı bir kez daha üzerime çöktü. Bu yük, kalbimin en derin köşesinde yıllardır saklı bir yaraya dokunuyordu sanki. Yanaklarındaki kızarıklık, alnındaki ter damlaları ve kaşlarının arasında beliren hafif çizgi... Hepsi bir şeyler anlatıyordu, ama dinlemeye cesaretim yoktu.
İçimdeki suçluluk duygusunu saklamak için, yüzüme sert bir ifade yerleştirmeye çalıştım. Güçlü görünmeliydim, en azından onun için. Ama içimde kopan fırtınayı bastırmak giderek zorlaşıyordu. Nefesim sıklaşmış, kalbim deli gibi atıyordu. Gözlerim onun yorgun yüzünde gezinirken, her şeyin ağırlığı beni yerime mıhlamış gibiydi.
"Elimden geleni yapacağım," diye fısıldadım, belki de daha çok kendime bir söz verir gibi. Ama bu söz bile içimdeki huzursuzluğu hafifletmeye yetmedi.
"Keşke herşey farklı olsaydı," diye geçirdim aklımdan. Bu sözler, içimdeki karmaşanın derin yankıları gibiydi. Aslı'ya gözlerim takılırken, derin bir nefes aldım. Zihnimdeki bulanık sorulara rağmen, ne yapmam gerektiğini biliyordum. Onu kötü kaderine bırakmak, asla seçeneğim olamazdı.
Yavaşça üzerindeki örtüyü kaldırıp yanına oturdum. Yüzü solgun, alnı terle ıslanmıştı. Onun bu kadar zayıfladığını görmek, içimi derinden yaraladı. Acı çektiğini görmek, kalbimi parçalıyordu.
Kendi çaresizliğimi bir kenara bırakıp, onu uyandırmadan nasıl rahatlatabileceğimi düşünmeye başladım. Elimi alnına koyarken, ateşinin sıcaklığı beni rahatsız etti. Hemen birkaç ıslak bez daha hazırlayıp sık sık değiştirmeye başladım. Bezleri yenileyip Aslı'nın başında beklerken, gözlerim istemeden de olsa, onun dudaklarına kaydı. O dudaklar, bir zamanlar öptüğüm yerdi; şimdi ise içimde karışık duygular uyandıran, zamanla silinmeyen bir hatıra gibiydi.
Bu durumu ona kabullendirmek için yapmıştım ama beklenmedik bir şekilde içimi saran o tuhaf his beni bir anda yakalamıştı. Dudaklarının dudaklarımdaki hissi, kendimi kaybetmeme neden olmuştu. Onu öpmek, isteyerek yaptığım bir şey değildi buna rağmen bunu yaptıktan sonra kendimi kaptırmam hiç beklediğim bir durum değildi. Yeni yetme bir ergen gibi, kendimi kontrol edememiştim. Dudaklarına baktıkça, bu hisse karşı koymaya çalışıyordum, ama içimdeki çekim giderek büyüyordu. Aslı'nın dudaklarına odaklandıkça içimdeki çatışma derinleşiyordu.
O an uyurken, aramızdaki tüm duvarlar ortadan kalkmıştı. Ona daha önce hiç bu şekilde bakmamıştım, gözümde sadece bir kız çocuğuydu. Ama o öpüşmenin ikimizin üzerinde de bıraktığı etki, beni derinden sarmıştı. Özellikle onun üzerinde bıraktığı etki, ruhumda ağır bir yük gibi duruyordu. Dudaklarının sıcaklığını hayal ederken, aklımdaki düşünceler birbirine karışıyordu.
O an, dudakları sadece bir anlık bir temas değildi; o sıcaklık, ruhuma kadar işleyen bir hatıra halini almıştı. Dudaklarının yumuşaklığını, her bir dokunuşunu hissetmek, bir şekilde içimde yankılanıyordu. Gözlerim kapalı olduğunda bile, o anı yeniden yaşıyor, dudaklarındaki sıcaklık, ellerimdeki hissi hatırlıyordum.
O günden sonra, dudakları hiç aklımdan çıkmadı. Her an, her düşüncede, her sessizlikte, onların sıcaklığı içimde yankılanıyordu. Birkaç saniye bile olsa, düşüncelerim hep o anın etrafında dönüp duruyordu. Onu düşündüğümde, dudakları hemen aklıma geliyordu; bazen bir an için o sıcaklıkla çevrelenmiş gibi hissediyor, diğer zamanlarda ise, içimdeki çekim daha da büyüyordu. Ama bir yandan da, bu çekimin aslında hiç hakkım olmadığının farkındaydım...
Gözlerim Aslı'nın dudaklarında gezinirken, huzursuz bir serzenişle gözlerini açtı.
Başım dönüyor, içimi saran yoğun bir ağrı her geçen saniye daha da artıyordu. Vücudum sanki üzerimde bir dağ taşıyor gibiydi; her nefeste boğazımda kuruluk, göğsümde bir ağırlık hissediyordum. Gözlerimi aralamaya bile gücüm yoktu; yorgun bedenim, dinlenmek için daha çok zamana ihtiyaç duyuyordu.
Fakat bir anda, karanlığın içinde bir silüetin varlığını hissettim. İçimi korku kapladı, kalbim hızlı hızlı çarpmaya başladı. Gözlerimi zorla açtım ve o an, başımda bekleyen Yiğit'i gördüm. Gözlerim büyüdü, kalbim delicesine atıyordu. Derhal geri çekilmek istedim ama bedenim buna yanıt veremedi; sanki bir yerlere bağlıymışım gibi hareketsiz kaldım.
Karanlıkta yüzünü net göremedim ama etrafımda bir tehdit, bir huzursuzluk yayıldı. İçimdeki korku, yaşadıklarımın yankısı gibiydi. "Şimdi ne yapacak?" sorusu zihnimde dönüp duruyordu, çaresizliğim bir kez daha üzerime çökmüştü.
"Uyan, Aslı," dedi Yiğit, sesi soğuk ve sertti.
O an, nefesimi tutarak karşı koymaya çalıştım ama bedenim hâlâ yorgundu, halsizdi; içinde bulunduğum korku, onun varlığının getirdiği tehdit ile birleşip direncimi yavaşça kırıyordu.
"Neden buradasın?" diye fısıldadım, sesim titrek bir şekilde çıkarken gözlerimi ondan ayıramıyordum. Yüzündeki ifade belirsizdi, ama bu belirsizlik içinde korkum daha da derinleşti. Yiğit'in yanımda olmasının anlamı, başıma nelerin geleceği hakkında kaygılarımı daha da büyütüyordu.
Panik içinde geri çekilmeye çalıştım, sesim çatallaşarak "Uzak dur benden!" diye bağırdım. Başımda düşen bez, kafamdaki karmaşayı biraz olsun hafifletmişti.
Bezini alıp, "Sakin ol, Aslı! Hastasın, yardımcı olmaya çalışıyorum," dedi, ama sabırsızlıkla söyledikleri bana huzur vermektense, bir tehdit gibi geldi. Aramızdaki gerginlik her geçen saniye arttı ve mesafemiz daraldı.
Savunmasızdım. O an, hastalığın verdiği zayıflığın ve Yiğit'in varlığının oluşturduğu korkunun ağırlığı içinde kaybolmuş gibiydim.
"İstemiyorum yardımını, iyiyim ben. Sadece odamdan çıkmanı istiyorum," diye fısıldadım. Ama sesimdeki titreme, ne kadar hasta olduğumu ortaya koyuyordu.
Yiğit'in bakışları, içimde daha derin bir korku yaratıyordu. "Aslı, ateşin var. Beni sinirlendirme!" dedi, ama sesindeki sertlik, içinde taşıdığı tehditkar havayı daha da belirginleştiriyor, ona duyduğum korkuyu iyice derinleştiriyordu.
Onu yanımda görmekten korkuyordum. Bir yanım için o, Yiğit abimdi; çocukluğumun güzel anılarıydı, ona güvenebileceğimi biliyordum. Ama diğer yanım, şu anki haliyle onu tanımıyordu. Gözlerindeki o derin boşluk, içindeki karanlığı saklıyordu ve ben, bir sonraki hamlesini tahmin edemiyordum.
"Ateşin çok yüksek, Aslı," dedi, sesi biraz daha yumuşamıştı. "Düşürmeye çalışıyordum. Seni daha fazla huzursuz etmek istememiştim ama uyanman iyi oldu. Duşa girmen gerekiyor." Sesindeki kaygı, biraz olsun içimi rahatlatsa da, gözlerindeki o keskin bakış hâlâ içimde bir korku bırakıyordu.
"Hayır, istemiyorum!" dedim, sesim titrek bir şekilde yankılandı. Ayakta duracak gücüm yoktu.
"Ama yapmak zorundayız." diyerek beni kaldırmaya çalıştı.
"Bırak beni, lütfen! Uyumak istiyorum, iyileşirim ben," diye itiraz ettim, ama sesi beni ciddiye almadı. Tekrar denedi, bu sefer kollarımdan daha sıkı tuttu.
Yavaşça yerimden kalkmaya çalıştım, ama bedenim direncini kaybetmişti. Dizlerim titriyordu, sanki her an yere yıkılacak gibiydim.
"Görüyor musun, ayakta duracak halin yok. Duşa girmen lazım." dedi Yiğit, gözlerimdeki çaresizliği fark ederek, hafifçe alaycı bir şekilde. "Doktor olan ben miyim, kızım? Uğraştırmasana beni."
Daha fazla itiraz edemedim; vücudumda bir yerlerde bir şeylerin yolunda gitmediğini hissediyordum. Vücudumdaki halsizlik, zihnimin bulanıklığı ile birleşince, direncim hızla erimişti.
"Tamam," dedim ters bakışlarım ve zor çıkan sesimle.
Yiğit iki elini belimden tutarak beni kaldırmaya çalıştı. Ama bir adım bile atamadım; ayakta durmakta zorlanıyordum.
"Aslı, kendini bırakma. Biraz daha zorla," diye fısıldadı. Ama yanıt veremedim. Başım dönüyordu ve tekrar yatmak istiyordum.
İçimdeki gurur, onun yardımına ihtiyaç duyduğumu kabullenmemi istemiyordu. Ama bununla baş edemeyeceğimi biliyordum.
Bir an, beni daha sıkı tutmak için kollarını belimden çekti. Ardından bacaklarımın altından kolunu geçirerek beni kucağına aldı.
"Yiğit, beni bırak!" diye haykırdım, ama sesim çaresiz bir yankı gibi havada kayboldu. İçimdeki korku ve öfke karışımı bir hisle, kucağından inmeye yeltenmem, onun beni daha da sıkı tutmasına neden oldu. Belimden sıkıca kavradığı eli, bedenimdeki acıyı daha da yoğunlaştırarak, dudaklarımdan istemsiz bir inilti çıkmasına yol açtı.
O an, belimin etrafında hissettiğim sıkı kucaklama, yalnızca fiziksel bir baskı değil, aynı zamanda duygusal bir yük taşıyordu. İçimdeki huzursuzlukla karışık tuhaf hisler, daha da derinleşiyordu.
"Anormal tepkiler vermekten vazgeç," dedi Yiğit, sesi gerginliğini hissettiriyordu.
"Hastasın, üzerine gelmek istemiyorum. Alt tarafı banyoya götüreceğim." Sinirlendiğini anlamam için bakışlarındaki sertlik yeterliydi. Tartışacak savaşacak gücüm yoktu.
Banyoya doğru yürümeye başladığında, içimde tuhaf bir his belirdi. Onun sıcaklığı vücuduma yayıldıkça, kendimi kasıyordum. Bu yakınlık, içimdeki çatışmayı da alevlendirdi. Kalbimin hızla pompaladığı kan yanaklarıma doluşuyordu, hissediyordum. Her nefes alışımda boğazımdaki kuruluk daha da belirginleşiyordu.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. Kollarında kendimi savunmasız hissetsem de, bir yandan da korunduğumu hissediyordum. "Kendini bırakma!" dedi Yiğit, sesi hala öfkeliydi. Bu kadar yakın olmak düşündüğümden de tuhaftı.
Beni banyo kapısına kadar taşıyarak, dikkatli bir şekilde yere indirdi. "Biraz dayan, hemen geliyorum," diyerek beni orada bıraktı. Sırtım duvara yaslandığında, duvarın soğukluğuyla vücudumdaki ağrılar keskinleşti. Ayakta duracak gücüm yoktu, beni bıraktığı yere oturmuştum.
Beni yeniden kollarının arasına alırken yine geri çekilmek istedim ama bedenim, bu isteğe yanıt vermekten çok uzaktı. Başım anında omzuna düşüyordu, başımı bile taşıyabilecek gücüm yoktu.
Duşakabinin kapısını açtığında, içeri girerken o sıcak hava yüzüme çarptı. Banyo, ferah bir alandı; beyaz ve mavi tonlarında seramiklerle kaplanmıştı. Tavandan sarkan lamba, ışıltısını serin bir şekilde yayarak su damlacıklarının dansını aydınlatıyordu.
Yiğit, bir koluyla beni belimden tutup ayakta tutmaya çalışırken bir yandan da suyun sıcaklığını kontrol etmek için musluğu açtı ve ılık suyun şırıltısı, banyoyu doldurmaya başladı.
Yiğit, bir koluyla belimden tutarak beni ayakta tutmaya çalışırken, diğer yandan suyun sıcaklığını kontrol etmek için musluğu açtı. Ilık suyun şırıltısı banyoyu doldurmaya başladı.
Su, banyonun içinde yankılanarak akarken bedenimdeki halsizlik daha da belirginleşiyordu. Ayakta duracak halim yoktu ve dizlerim her an bükülecek gibiydi. Yiğit, beni bırakmamak için daha sıkı tuttu, içimdeki korku kaybolmamıştı; yaşadıklarımızın tezatlığı ve bu anın tuhaflığı içimi kemiriyordu.
Suyu ayarlamaya çalışırken bir yandan yan gözle bana bakıyordu. Onun bakışlarındaki endişeyi gördükçe, istemeden içimde bir rahatlama hissi yayıldı. Ancak, bu rahatlama ne kadar gerçekti ne kadarına güvenmeliydim, emin olamıyordum.
Dizlerimin artık beni taşıyamadığını hissettiğim bir anda, Yiğit beni daha sıkı kavradı ve "Kendini bırakma," diye fısıldadı, kolumdan destek alarak duşun altına adım atmama yardım etti.
"Bunu yapmalıyım," dedi, suyu ayarlarken. "Ateşin çok yüksek, bu seni daha iyi hissettirecek."
Serin su başıma döküldüğü anda içimde bir ürperti dalgası yayıldı. Anında titremeye başladım; dişlerim birbirine vuruyor, bedenim suyun soğukluğuna karşı direnmeye çalışıyordu. Üşüyordum; titrememi durdurmak istesem de, vücudumun iradem dışında, soğuğa teslim olduğunu hissettim. Soğuk su nefesimi kesecek gibi hissediyordum, kalp atışlarım hızlanmıştı. Üşümemin etkisiyle istemsizce bana sarılmış Yiğit'in kollarına tutundum.
"Üşüyorum," diye fısıldadım, içimdeki titremeyi kontrol edemeyerek. Sesim ağlamaklı çıkmıştı; gücüm tükenmişti.
"Biraz daha dayan," dedi Yiğit, beni sakinleştirmek ister gibi bir sesle.
"Yeter artık," diye tekrarladım, sesim titrek çıkarken. "Dayanamıyorum..."
Yiğit, gözlerindeki kararlılıkla beni kendine daha da çekti, sanki tüm ağırlığımı hissetmiş gibi.
"Tamam, tamam. Sakin ol." diye fısıldadı, onun da benim gibi soğuk suyun altında ıslanmasına rağmen umursamıyormuş gibi görünerek. Elleri sırtımda yavaşça gezindi, beni sakinleştirmeye çalışıyormuş gibi.
Yiğit'in kollarının sıcaklığı her dokunuşuyla içimdeki soğukluğu eritiyor gibiydi. Nefesi yüzüme çarpıyor, sıcaklığı tenimde dalga dalga yayılıyordu. Daha önce kimseyle böylesine yakın olmamıştım. Hastalığın getirdiği yorgunluk ve onun yanında hissettiğim, tanımlamakta zorlandığım gerginlik içimde çatışıyordu. Ellerinin sırtımda gezindiği her noktada içimde tanımadığım hisler uyanıyordu; bu hisler bana yabancıydı ama onunla böyle bir yakınlığı paylaşmak daha da yabancıydı.
Onu hep bir abi gibi görmüşken, bu temasla aramızdaki çizgiler bulanıklaşmış gibiydi. Omzuna düşmüş başımın boynuna ne kadar yakın olduğumu fark ettim. Her nefes alışımda onun ritmini de duyuyor, bu sessiz uyumda kayboluyordum.
Dudaklarımızın neredeyse değecek kadar yakın olduğunu anladığımda, beni öptüğü anı hatırladım. Sınırlarımı yerle bir etmişti. Korkarım ki etmeyede devam edecekti.
Hatırladıklarımla yenilenen öfkemle daha fazla bu pozisyonda durmak istemedim.
"Yeter bu kadar. Çıkmak istiyorum." Sesimdeki değişimden anlamıştı rahatsızlığımı.
Sonunda suyu kapattı ve bana dikkatlice bir havlu uzattı. Beni yavaşça duştan çıkararak üzerime kalın bir havlu sardı. Yüzündeki endişe, çizgilerle belirginleşmişti.
Dişlerim hâlâ birbirine vuruyor, tüm bedenim titriyordu. "Çok soğuk," diyebildim güçlükle, nefesim titrek çıkarken.
"Geçecek, Aslı. Ama önce şu ıslak kıyafetlerden kurtulmamız lazım," dedi, beni yavaşça banyodan çıkararak.
Beni yatağımın kenarına oturttu, sonra dolaba yöneldi. Bir anda, refleksle elimi kaldırıp onu durdurdum.
"Ben kendim hallederim; sen kendi üzerini değiştir." İç çamaşırlarımı ayarladığı düşüncesi beni aşırı germişti.
Yiğit önce kolumu tutan elime, sonra bana baktı. Bakışlarımdan gerildiğimi anlamıştı.
"Tamam, sen kendine bak o zaman," dedi ve kendi kıyafetlerini değiştirmek için kapıya yöneldi.
Kapının eşiğinde durdu, bakışlarını yeniden üzerimde gezdirerek ekledi, "Birazdan döneceğim. Uyuma, olur mu?" Sesindeki yumuşaklık, aramızdaki gerginliği yatıştırır gibiydi.
"Tamam," diye fısıldadım, gözlerimi ondan kaçırarak.
Yanımdan uzaklaştığında, bir süre kıpırdamadan bekledim, derin bir nefes alıp kendimi toparlamaya çalıştım. Kıyafetlerimi hızlıca değiştirirken, Yiğit'in her an geri dönebileceğini düşünmek beni huzursuz ediyordu. Aceleyle üzerimi değiştirip yatağa geri döndüm.
Başımı yastığa koyarken, içimdeki karışık duyguların arasında kaybolmuş gibiydim. Yiğit'in banyodaki o tavrı ve bana hissettirdiği güven ile kafam daha da karışmıştı. Düşünmeye bile yeterince gücüm yetmiyordu; yorgunluk ve hastalık zihnimi ve bedenimi ağırlaştırmıştı.
Bir süre sonra Yiğit'in kapıyı açtığını duydum. Kalbim yerinden fırlayacak gibi çarparken, ona nasıl tepki vereceğimi bilemedim.
Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım, ancak hala içimdeki titreme geçmemişti. O kadar yorgundum ki, bir yandan uyumak istiyor ama bir yandan da onu yanımda görmek istemiyordum.
"İyiyim," dedim, sesim zar zor çıkarken. Ama bu kelimenin ardında barınan huzursuzluk açıkça duyuluyordu.
Yiğit, odanın kapısında kısa bir süre sessizce bekledikten sonra yavaşça yanıma yaklaştı. Onun varlığı odanın içinde bir ağırlık gibi hissediliyordu; adımlarındaki dikkat, sanki bana daha fazla yük olmamak ister gibiydi. Uykumun ağırlığıyla göz kapaklarım kapanırken, onun yüz ifadesini tam olarak göremesem de, bakışlarında endişe ve kararlılığın bir arada olduğunu hissediyordum.
"Uykun var, farkındayım," dedi yavaşça. "Ama ateşin hâlâ yüksek, seni böyle bırakamam." Sesindeki o yumuşak ton içimi rahatlatıyor, fakat aynı zamanda yeniden korkuya kapılmama neden oluyordu.
Kafamın içinde cevap verip vermeme ikilemiyle savaştım bir an, sonra derin bir nefes alarak zorlukla "Yanımda kalmanı istemiyorum." diye fısıldadım.
Bakışlarımı ondan kaçırarak, kelimelerimle kendimi savunmaya çalışıyordum.
O an bir sessizlik oldu. Ne diyeceğini kestiremiyordum, ama yanıtı beklemek de içimdeki gerginliği artırıyordu.
Hiçbir şey söylemeden sessizce odanın penceresine doğru yürüyüp perdeleri açtı. İçeriye dolan loş gün ışığı gözlerimi kamaştırdı; güneş yeni doğuyordu. Pencereyi açmasıyla birlikte serin bir rüzgâr odayı doldurdu. Yüzüme çarpan taze havanın hissini normalde severdim, ama bedenim buna acıyla tepki veriyordu. Titreyerek, yatağın üstündeki örtüyü boğazıma kadar çektim. Zaten üşüyordum, ama soğuğa karşı koyacak gücüm kalmamıştı.
Başımı yastığa koyup uyumak istiyordum, ama her yerim iğneleniyor gibiydi. Yatabilmiştim belki, ama bedenim bir türlü rahatlayıp uykuya dalamıyordu.
"Aslı, üzerini açar mısın? Düşündüğün kadar serin değil," dedi endişeli bir ifadeyle yanıma yaklaşırken.
"Beni korkutuyorsun," diyerek üzerimi açtı ve yanıma oturdu. Örtüyü tutmaya çalışsam da elimden çekip aldı. Alnıma dokunup ateşimi kontrol ederken, "Genelde bu cümleyi ben kurardım. Senden duymak da güzelmiş," dedim sinir bozucu bir sesle. Tadı kaçan hep bendim, biraz da onun keyfi kaçsın istiyordum.
"Hoşuna gittiyse daha sık söylerim," dedi, nadir gördüğüm o tebessümüyle. Onu sinirlendirmek istemiştim, güldürmek değil. Gözlerimi devirerek cevap verdim, ama bu da onu eğlendirmişti. Tebessümü kısa bir kahkahaya dönüştü.
Kısa bir an için, ama gerçekten çok kısa bir an için, kendimi eski günlerde hissettim; mutlu olduğumuz o zamanlarda. Farklı biri gibi davransa da, bazı anlar gözümde yine eskisi gibi belirdi. O anlar, tüm yelkenlerimi indirip onu vazgeçirebileceğime inandığım, ancak denememle birlikte onun nasıl yabancı birine dönüştüğünü gördüğüm anlardı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |