Yiğit, direksiyonu sıkıca tutarken bir an başını bana çevirdi. O hareketiyle, gözlerindeki keskin acıyı fark ettiğimde zihnimdeki tüm düşünceler aniden sustu. Kaos, yerini boğucu bir sessizliğe bıraktı.1
"Nasıl yapacağız bil—" dedim, ama cümlem tamamlanmadan araba birden savruldu.
O an fark ettim; kemerimi takmamıştım. Bütün bedenim ön koltuğa doğru savrulurken Yiğit'in sesi beni gerçekliğe geri çekti.
"Üzerimden inip kucağıma geçerek başlayabilirsin!" dedi, sesi derin bir acıyla çatlamıştı. Omzundan kan sızıyordu ve hızla artan kırmızı leke, tehlikenin boyutunu gözler önüne seriyordu.
İçimde çığ gibi büyüyen bir korku sarstı beni; kanın fazlalığı ve keskinliği, her şeyin ötesinde bir şeydi. Ama o an, zihnimde her şey durdu; tüm korkularım, endişelerim, sorularım... bir boşluk, bir sessizlik vardı.
Hareket ettim. Sadece hareket ettim, düşüncelerim yoktu. Bacaklarımı zorla, titreyerek onun bacaklarının arasına yerleştirdim. Bir an bile duraksamadım. Ne yaptığımızı sorgulamak, şu an hiçbir anlam taşımazdı. Çünkü biliyordum; eğer sorgulasam, yapamayacağımı hissediyordum.
"Acele et, Aslı," dedi Yiğit, nefesi sarsılarak, kelimeler dilinden güçlükle dökülüyordu. Onun bu kadar zayıf, çaresiz bir şekilde konuştuğunu görmek, bir anda kalbimi sıkıştırdı.
"Yiğit, lütfen bayılma," sesim çatlamıştı. "Ne yaparım bilmiyorum... Lütfen dayan!"
Sağlam olan kolunu belime sardı. Güçlü eli beni yukarı çekip kucağına yerleştirdi. Yakınlığı nefesimi kesiyordu, ama şimdi bunun zamanı değildi. Gözlerimi kaçırarak kendimi toparlamaya çalıştım. Arabayı kontrol etmeliydim.
"Korkma, buradayım," dedi kulağımın dibinde. Nefesi enseme çarpıyor, tenimi yakıyordu. "Sana bir şey olmasına izin vermem."1
Belimi saran kolu beni daha sıkı sararken, böyle bir durumdayken bana böyle güven verebiliyor olmasına şaşırmıştım. Ama kucağında ona korkuyla sarılacak küçük bir çocuktan farksızdım.
"Şimdi ayağını benim ayağımın üstüne koy," dedi. Sesindeki titreme korkutucuydu ama talimatlarını harfiyen uyguluyordum. "Ben alttan çektiğimde sen iteceksin. Tamam mı?"
Kafamı hızlıca salladım. Arkamızdaki arabanın farları patikada üzerimize bir yılan gibi yaklaşıyordu. Kaan'ın gözlerini düşünmek bile içimi ürpertiyordu.
"Üçten geriye sayıyorum," dedi. Güçlü görünmeye çalışıyordu ama nefesi kesik kesikti.
"Üç... İki... Bir... Kontrol sende, güzelim!"
Ayağını gazdan çekerken benim ayağım tüm gücümle bastı. Adrenalin damarlarımı doldurmuştu, vücudum sanki kendi kontrolüyle hareket etmiyordu.
"Aferin," diye fısıldadı. Sesi o kadar yavaş ve kırılgandı ki, kulağımda yankılanan bir rüya gibi geliyordu.
"Yiğit, nereye gideceğim?" dedim, ellerim direksiyonda titreyerek. Yol bile sayılamayacak bir patikada, bu hızda araba sürmek ölümle dans etmek gibiydi.
"Sürmeye devam et... Sadece devam et."
Gözlerini açık tutmaya çalışıyordu ama yavaşça kapanmaya başladığını gördüm.
"Yiğit, lütfen bayılma!" diye bağırdım. Göz yaşlarım görüşümü bulandırıyordu ama duramazdım. Durmamalıydım.
"Beni başıma açtığın bu belayla yalnız bırakamazsın, duydun mu beni?" Ellerim direksiyonu tutuyor olmasaydı muhtemelen omuzlarını tutmuş onu sarsıyor olurdum.
İçimde büyüyen korku Yiğit'in hareketiyle kesildi.
"Durma. Direksiyonu sabit tut," dedi. Güçsüz olduğunu sanıyordum ama bir anda doğruldu. Dişlerini sıkarak yaralı kolunu destekledi, kendini yan koltuğa attı.
"Ne yapıyorsun?!" diye bağırdım.
"Sadece sür!" Sesindeki sertlik, tartışmaya yer bırakmıyordu. Torpidodan çıkardığı uzun bir bezle kan kaybını önlemek için omzunu bağladı ve az önce bir kenara bıraktığım silahı eline aldı.
Yan camı açtı, arkasına dönüp silahı doğrulttu. Arkadaki araç hızla yaklaşırken farların arasından siluetini seçebiliyordum. Yiğit bir kez daha konuştu, bu sefer sesi daha yumuşaktı.
Bu sözlerle bir anda ilk atışı yaptı. Silahın sesi patikayı doldururken araba bir anlık sarsıntıyla sağa kaydı. Ellerim direksiyonda daha da sıkılaştı.
"Devam et, Aslı. Yavaşlarsan şansımız kalmaz."
Arkadaki araba bir an yalpaladı, ama hemen toparlandı. Kaan vazgeçmeyecekti. Ama arabanın kontrolünü zor sağladığı için karşı saldırıyada geçemiyordu. Yiğit'in yüzündeki kararlılığı gördüm. Sanki acıyı tamamen unutmuş gibiydi. Bu sefer daha dikkatli nişan aldı. Birkaç nefeslik sessizliğin ardından karşılıklı ateş etmeye devam ettiler.
Silahın çıkardığı keskin patlama sesi midemi bulandırıyordu. Korku, zihnimi sağlıklı düşüncelerden tamamen arındırmıştı. Tüm mantığımı devre dışı bırakan bir panik bedenimi ele geçiriyordu. Kaan her zaman korkutucu biriydi, ama onu tekrar görene kadar ondan bu derece korktuğumu fark etmemiştim. Belki de geçen zaman bu duyguyu bastırmış, zihnimi uyuşturmuştu. Şimdi, tüm dehşetiyle yeniden yüzleşiyordum; o korku yeniden canlanıyor, beni zincirliyor gibiydi.
"Sağdaki patikaya sap." Söylediği gibi aracı ilk çıkan sağa kırarken Yiğit camdan dışarı uzanıp 2 atış yaptı ard arda.1
Bu kez lastiklerinden biri patladı. Arkadaki araba yalpaladı, kontrolünü kaybedip yolun kenarına savruldu. Yüreğim ağzıma gelmişti ama Yiğit'in yüzünde bir rahatlama vardı. Elindeki silahı indirip başını koltuğun arkasına yasladı.
"Devam edemez..." dedi derin bir nefes alarak.
Onun rahatlığını gördüğümde tam rahatlayacakken, bir kurşunun camı parçalayarak içeriye girmesiyle bir anda her şey bulanıklaştı.
"Yiğit!" diye haykırdım, direksiyonu tutan ellerim titriyordu.
Yiğit'in başı yana düştü. Sol omzundan kan sızıyordu. Gözlerini sıktı, acı yüzünden yüzü bembeyaz olmuştu.
"İyi misin?!" diye sordum, sesim panikle çatlamıştı.
"Yiğit!" Gözlerimi yoldan bir an için ayırıp ona baktım. Yüzü bembeyazdı. Kan kaybı onu iyice bitkin hale getirmişti. Cevap vermemişti.
"Yiğit, iyi misin? Bir şey söyle..." dedim.
"Devam et," dedi kısık bir sesle. Yaralı kolunu göğsüne bastırırken yüzündeki inatçı kararlılık, pes etmeye niyeti olmadığını gösteriyordu. Ancak kan kaybı gittikçe artıyordu.
"Kan durmuyor, Yiğit!" diye bağırdım, direksiyonu bırakıp ona yardım etme dürtüsüyle kıvranıyordum.
"Beni boş ver, yola odaklan. " dedi sert bir sesle. "Onları atlatalım yeter."
Ama durum giderek ciddileşiyordu. Yiğit'in göz kapakları her saniye biraz daha ağırlaşıyor gibiydi.
Patikada bir süre daha aracı sürdüm, her sarsıntıda Yiğit'in yaralı kolundan çıkan boğuk inlemeleri duyuyordum. Arkamızdaki farlar artık görünmüyordu, ama içimdeki korku hâlâ dinmemişti.
"Daha fazla gidemeyiz," dedi Yiğit, sesi giderek zayıflıyordu. "Araba iz bırakıyor. Yürümeliyiz."
"Bu halde nasıl yürüyeceksin?!" diye karşı çıktım, ama cevap vermedi. Gözleri kapalıydı, nefesi ağır ve düzensizdi. Onu bu halde gördükçe ağlamam şiddetleniyordu.
Arabayı yolun kenarına çekip motoru durdurdum. Ellerim titriyordu, ama bir şey yapmak zorundaydım. Hemen kapıyı açıp Yiğit'in tarafına geçtim.
"Çıkmak zorundayız buradan, çok vaktimiz yok." kendine gelmeye çalışarak konuşuyordu.
Bir şey söylemeden kapıyı açtım ve Yiğit'e yardım ettim.
Kolunu dikkatlice omzuma doladım. Tüm ağırlığını bana vermemek için inatla ayakta durmaya çalışıyordu, ama onun çabasını boşa çıkarmayacak şekilde yürümeye başladım.
Patikadan ayrılıp ormanın içine girdik. Hava soğuktu, ağaç dalları her adımda üzerimize takılıyordu. Yiğit'in nefesi kulağıma çarpıyordu; derindi, ama düzenli kalmaya çalışıyordu. Onun bu kadar güçlü durmaya çalışması, bana daha fazla cesaret veriyordu.
"Biraz daha dayan, uzaklaştık," dedim sessizce.
"Sana güveniyorum," diye fısıldadı. Altındaki imayı anlayabiliyordum. Ama onu bu halde bırakıp gidecek değildim. Canının yanması canımı yakıyordu. Her şeye rağmen onu seviyordum, o abimden sonra aileye en yakın konumdaydı benim için.
Bir süre sonra, ormanın diğer ucuna vardığımızda, asfalt bir yol karşımıza çıktı. Uzakta bir araba farı gördüm. Hemen ellerimi kaldırıp dikkat çekmek için salladım. Araba yavaşladı ve yanımızda durdu.
Kapı açıldığında orta yaşlı, meraklı bir adam başını dışarı uzattı. "Ne oldu, iyi misiniz?" diye sordu.
"Evet, evet," dedim hızlıca. "Abim biraz rahatsızlandı, bizi şehre bırakabilir misiniz?"
Adam gözlerini Yiğit'e çevirdi, ama Yiğit hemen başını yana çevirip ceketine iyice sarıldı. Kolundaki yarayı saklaması için ona ceketimi vermiştim. Adam bir an tereddüt etti, ama sonra başını salladı.
Adamın sesine karşılık zoraki bir gülümsemeyle teşekkür ettim ve Yiğit'i arka koltuğa yerleştirirken dikkatlice destekledim. Yüzü solgundu, ama hala inatçı bir ifade taşıyordu. Onun bu hâli, içimde hem endişe hem de tuhaf bir huzursuzluk yaratıyordu. Yanına oturduğumda, aramızdaki sessizlik ağır bir perde gibi üzerimize indi.
Tam her şeyin sakinleştiğini sandığım anda, Yiğit'in alaycı sesi sessizliği delip geçti. "Rol gereği de olsa 'abi' demen canımı sıkıyor," dedi, gözlerini hafifçe kısıp beni süzerken.1
Kaşlarımı çatıp ona baktım. "Şimdi bunun sırası mı, Yiğit?" diye tısladım, sesi duymasın diye öndeki adama kısa bir bakış atarak.
Yiğit hafif bir gülümsemeyle başını yana yasladı. "Sadece söylemek istedim. Yaralı da olsam hoşuma gitmeyen şeylere tahammül edemiyorum."
Derin bir nefes alıp ellerimi dizlerimin üzerine koydum, kontrolümü kaybetmemeye çalışıyordum. "Yaşamak için susmayı öğrenmelisin bazen," diye fısıldadım, sesimde hem kızgınlık hem de yorgunluk vardı.
"Bunu sen mi söylüyorsun?" dedi Yiğit, sesi bu kez daha yumuşaktı ama hâlâ o keskin alayını taşıyordu.
Cevap vermedim. Yolun her kıvrımı, her uzaklaşan ağaç gövdesiyle, bizden kaçmaya çalışan bir geçmiş gibi hissettiriyordu. Ama ne kadar uzaklaşırsak uzaklaşalım, o geçmişin bizi yeniden bulacağından emindim.
Yiğit başını koltuğun yaslanma kısmına dayamış, gözlerini kapatmıştı. Nefesleri düzensizdi ama yine de konuşacak kadar kendindeydi. Aramızdaki sessizliği keskin bir bıçak gibi bölen sözleri, beni koltuğa mıhladı:
"Olur da bilincimi kaybedersem sakın kaçmaya kalkma, bulurum seni," diye mırıldandı, sesi yorgun ama tehditkâr bir tını taşıyordu.
Gözleri kapalıydı, ama sözleri içimi ürpertti. Kaçamayacağımı, ne yaparsam yapayım beni bulacağını hissettiriyordu.
"Bu halde mi bulacaksın beni?" diye alaycı bir şekilde karşılık verdim, korkumu gizlemek için sesime sertlik katmaya çalışarak. Ama sesimdeki ince titremeyi kontrol edememiştim.
Gözlerini yavaşça araladı, bakışları sanki ruhumu delip geçiyordu. "Beni hafife alma," dedi. "Bu hâlde bile yaparım."
Bir an sessiz kaldım. Yiğit'in yaralı ama inatçı tavrı, beni hem sinirlendiriyor hem de içimde açıklayamadığım bir ağırlık yaratıyordu. Sözleri kulağımda yankılanırken, gerçekten kaçmaya kalkarsam ne olacağını sorgulamadan edemedim.
Araba yol boyunca sessizce ilerlerken Yiğit'in ağır nefesleri içimi kemiriyordu. Yana eğilip yüzüne baktım; gözleri kapanıp açılıyordu, ama hâlâ uyanık kalmaya çalışıyordu.
"Dayan, geldik sayılır," dedim, ama sesimdeki titremeyi saklayamıyordum.
Eline telefonu alıp hızla birine mesaj attı. Ardından yüzünü bana çevirerek konuşmaya başladı.
"Merkezde inelim. Bulduğun ilk çocuk parkı gibi sakin, kimsenin dikkatini çekmeyecek bir yerde, bir bankta oturup bekleyeceğiz."
Her kelimesinde nefes almak için duraksıyor, güç toplamak zorunda kalıyordu. Dayanamayarak araya girdim:
"Neyi bekleyeceğiz?" diye sordum, sesim kısılmıştı. Meraklı sürücünün hâlâ bizi izliyor olmasından çekiniyordum. Onun ne kadar az şey bilirse o kadar güvende olacağını biliyordum. Hele Kaan'la yolunun kesişme ihtimali beni korkudan donduruyordu.
"Hakan," dedi. "Onun dışında kimseye güvenme. Bizi bulur."
Belindeki silahı hafifçe işaret etti. Bakışları ciddiyetini vurguluyordu.
"İhtiyacın olursa kullanmaktan korkma."
Bu sözleri beni daha da tedirgin etti. Sadece kendi güvenliğim için değil, Yiğit'in bayılma ihtimali de beni korkutuyordu. Sandığı kadar güçlü değildim. Bu kadar yükün altından kalkabilir miydim emin değildim.
"Sen varsın," dedim bir an. "İhtiyacım olmaz."
Yüzünde beliren yarım tebessüm, istemsizce içimi ısıttı.
Bize yardım eden adama teşekkür edip hızlıca arabadan indik. Ara sokaklara daldık, güvenli bir yer bulana kadar yürümeye devam ettik.
Burası küçük bir şehirdi, nereye geldiğimizi hâlâ bilmiyordum. Yalnızca adımlarımızın yankılandığı boş sokaklar ve gece rüzgarının sesi vardı.
Bir süre sonra, sokak arasında küçük bir park fark ettim. Sallanan demir salıncakları ve solmuş bir kaydırağıyla, sanki yıllardır kimse kullanmamış gibiydi. Yiğit'in hala bilincinin açık olması mucize gibiydi. Şu an içimden ettiğim tüm duaların kabulü için yalvarıyordum.
"Lütfen, Allah'ım... biraz daha dayanabilsin."
Banka oturduğumuzda, Yiğit derin bir nefes aldı ve yarı kapalı gözleriyle bana döndü. Hala şu haliyle bile konuşmaya niyeti vardı.
"Günlerdir bana kan kusturan kıza ne oldu? Korkma bu kadar," dedi alaycı bir sesle.
Bu halde bile eğlenmeye çalışıyordu. Sinirlerim iyice gerildi.
"Beni kaçırmasaydın, korkmazdım da kan kusturmazdım da!" dedim sertçe. Bu kadar sinirliyken bile içimdeki korkuyu bastıramıyordum.
Yiğit hafifçe güldü, o an yüzündeki yorgun çizgiler biraz olsun hafifledi. Beni yarı açık gözleriyle süzdü, ardından arkasına yaslanıp cevap verdi:
"İnan bana... korkacak çok daha fazla şeyin olurdu."1
O an ne kastettiğini anlayamamıştım ama sesi, içimdeki tedirginliği daha da artırmıştı.
"O ne demek?" dedim, sesimdeki tedirginlik her halimden belli oluyordu. Ne kastettiğini öğrenmek istiyordum, ama soruma cevap alamadım. Çünkü Yiğit, gözlerimin önünde bilincini kaybedip başını geriye bıraktı.
Bir an, panikle onun adını fısıldadım. "Yiğit? Hey, beni duyuyor musun?!"
Havada asılı kalan başını dikkatlice omzuma yasladım. Nefesi hâlâ vardı, ama derindi ve düzensizdi. Gözleri tamamen kapanmış, dudaklarındaki o alaycı tebessüm silinmişti. Ellerim titremeye başladı.
Bu korkunç bir histi. Tek başımaydım.
Hafifçe kımıldayıp yüzüne elimi bastırarak sıcaklığını kontrol ettim. Çok kan kaybetmişti, teni gittikçe daha da soluklaşıyordu. Ama onu bu halde bırakmak gibi bir seçeneğim yoktu. Nereye gideceğimi, kimi arayacağımı bilmiyordum. Tek güvencem, Hakan'ın bizi bulacağına olan inancıydı.
Karanlık, tenhaya bürünmüş parkta yapayalnızdım. Çevremdeki her gölge, her ses daha tehditkâr hale geliyordu. Bir an durup derin bir nefes aldım. "Aslı, panik yapma," diye kendi kendime fısıldadım. "Hakan bizi bulacak, sadece beklemelisin."
Ama Yiğit'in durumuna bakınca, zamanın hızla tükeniyor gibi hissettirdiğini biliyordum. Onu kaybetme fikri içimde derin bir korku yaratıyordu.
Cebinden telefonunu alıp Hakan dediği adama mesaj atmak istedim ama şifre vardı telefonunda.
Ardından Yiğit'e baktım. Omzumda başı hafifçe kaymıştı. Kollarından tutup kucağıma doğru yatmasını sağladım.
"Ne olur dayan," diye fısıldadım. Sesimdeki çatlaklar, çaresizliğimi ele veriyordu. Ellerimi tekrar dizlerimin üzerine koydum ve titremesini durdurmaya çalıştım. Hakan denilen adama güveniyordu; ben de kendime güvenmek zorundaydım.1
Hayatımın neresinden tutsam elimde kalıyordu. Savaşmak zorunda olmadığım bir hayatı yaşamak, bana da bir gün nasip olur muydu bilmiyordum. Kucağımda savunmasızca yatan adama baktıkça titremelerim artıyordu. Yarası ölümcül değildi, ama biraz daha beklersek kan kaybından ölebilirdi. Yine de kollarımda sevdiğim birini daha kaybetme gücüne sahip değildim.
Yüzüne baktım; günlerdir karşımda dikilen o acımasız adamdan eser yoktu. Neden böyle bir şey yapmıştı? Bu soruyu her düşündüğümde, verdiği cevap zihnimde yankılanıyordu:
"İnan bana, korkacak çok daha fazla şeyin olurdu."
Bu ne demekti? Kaan korkunç bir insandı, evet, ama Yiğit'in onun hakkında benden daha fazla ne bilebileceğini aklım almıyordu. Korkunç biri de olsa, bir anlaşmanın sonucunda onunla evlenecektim. Sevmediğim bir adamla, üstelik korkunç bir adamla evlenmek zorundaydım. Ama dünyada zorla evlenen tek kişi ben değildim. Bir yandan da Yiğit'in yaptığı da çok farklı değildi. En azından benim bakış açıma göre...
Ama bugün, ona güvenen yanımın yıkılmadığını ve kolay kolay da yıkılmayacağını anladım. O her ne kadar kaçacağımı düşünse de, içimde bir yerlerde ona ihanet edemeyeceğimi biliyordum. Her şey bir yana, Kaan'ın o akşam abime attığı o korkunç bakışlarını bu kez bana yönelttiğini görmek, içimdeki korkuyu büyütüyor, Yiğit'e küçük bir çocuk gibi sığınma isteğimi daha da güçlendiriyordu. Onunla yüzleşmek bunca yıl sonra kolay olur sanmıştım ama öyle olmamıştı. Onu görmek bile bana bunu yaptıysa onunla yaşamak beni öldürürdü. Eğer bir ihtimalim varsa bir daha o adamla karşılaşmamak için o ihtimali zorlamak istiyordum. Ama gereken cesaret yıllar önce içimden söküp alınmıştı.2
Kocaman bedeninin böyle savunmasız bir halde yıkıldığını görmek, içimdeki ağlama isteğini daha da şiddetlendiriyordu. Kaç dakikadır bu halde beklediğimizi hatırlamıyordum, ama üşümenin ve korkunun etkisiyle titremelerim giderek artmıştı. Gözlerimden akan yaşların sıcaklığı, ne kadar üşüdüğümü ve çaresizliğimi daha da derinden hissettiriyordu.1
"Yiğit!" Bir umutla adını fısıldadım, üzerindekini daha sıkı bir şekilde üzerine sararken. Onun varlığını hissetmemek içimde kocaman bir boşluk yaratıyor, beni adeta bir yangın yerine çeviriyordu. Kaan'ın bir yerlerden çıkıp beni bulabileceği ihtimali zihnimde dolanırken, kanımı donduruyordu. Bu ihtimal, sadece benim değil, ikimizin de sonu olabilirdi.
Her şey bir gecede alt üst olmuş olsa da, ne olursa olsun zor zamanlarımda yanımda olacağını bilirdim. Ancak şimdi, ilk defa, böyle derin bir yalnızlık içindeydim.
Sokağın karanlığını delen farların ışığı üzerimize vurduğunda, nefesim kesildi. Gelen kişinin Kaan olabilme ihtimaliyle taş kesildim. Kaan dışında biri olabilirdi, ama içimdeki korku, bunun olabilme ihtimalini haykırıyordu. Onun acımasız bakışları, soğuk ve ölümcül bir gölge gibi zihnime çökmüştü. O olmamalıydı, buna hazır değildim. Tekrar onun gözleriyle karşı karşıya gelecek cesaretim yoktu. Yiğit bu haldeyken, olmazdı.
Bedenime korkunun etkiside eklenince titremem daha da artmıştı. O sırada Yiğit'in sözleri aklıma gelmişti. "İhtiyacın olursa kullanmaktan korkma." Titreyen ellerimle belindeki silahı ellerim arasına alıp beklemeye başladım.5
—————————
Merhabalaar 🌸
Yorumlarınız ve oylarınız benim için çok kıymetli 💕
Görüşlerinizi mutlaka bekliyorum 🙌🏻
Sevgiler 🤍
Okur Yorumları | Yorum Ekle |