Merhabaa 🙌🏻
Yorum ve oylarınızı sabırsızlıkla bekliyorum,
iyi ki buradasınız! 💖
Keyifli okumalar 💕
Instagram Hesabımız : @onyxmistic 💕
—————————————————
Yiğit, o günün ardından iki gün boyunca eve uğramadı. Zaman durmuş gibiydi. Her geçen gün bir öncekini tekrar ediyordu, ama bu tekrarlar daha fazla acıyla doluydu. Boş bir evde, yağmurun cama vuruşunun monoton sesi ve soğuk hava ile çaresizlik içinde baş başa kalmıştım. Dışarıdaki rüzgârın uluması, içimdeki karmaşayı daha da derinleştiriyordu.
Zihnim bir an olsun susmuyordu. Gece boyunca yağmurun hiç durmayan şiddeti, sabaha kadar zihnimdeki düşüncelerle yarışır gibiydi. Bedenim hâlâ yara bere içindeydi ama asıl acı ruhumdaydı, kalbimdeydi. Sabahları uyanmak bir işkenceye dönüşmüştü, çünkü geçmişin ağır hatıraları her seferinde üzerime çöküyordu.
Son kaçış deneyimim tam bir hüsranla sonuçlanmıştı. Çıktığımız yolculuktan, çaresizlikle geri dönmüştük. Dağ başındaki bu soğuk ve ıssız evde, Yiğit'in beni kontrol altında tutmak için bıraktığı adamlarla çevrilmiştim. Kaçmamam için aldığı önlemler, sanki rüzgârla gelen soğuğun beni kemiren sessizliği kadar sertti.
Yağmur damlaları pencerenin camında zigzaglar çizerken, kaçış fikri her seferinde aklımın derinliklerinde bir umut gibi belirse de hemen ardından kayboluyordu. Adım atmamı engelleyen yalnızca Yiğit'in adamları değildi; zihnimin köşelerinde yankılanan korkular da beni durduruyordu.
Her an pencereden içeri süzülen soğuk hava, bedenime değil, sanki ruhuma işliyordu. Rüzgârın uğultusu, bir şeyleri savurup götürmek istercesine duvarlara çarpıyordu. Ama beni götüremiyordu; olduğum yere mıhlanmış gibiydim.
Arada sırada Kader ablanın gelişini bekler olmuştum. O bile bu evin soğuk atmosferini bir nebze olsun yumuşatabilen tek kişiydi. Ama burada, yağmurun ve soğuğun hiç bitmeyen hâkimiyetiyle baş başaydım. Kendimi dışarıdaki fırtınanın ortasında kalmış, korunaksız bir yaprak gibi hissediyordum.
Kaan'ın şu an ne bildiğini ya da neler planladığını bilmiyordum. Ama ona karşı duyduğum korku, her nefes alışımda göğsümü sıkıştırıyordu. Abim... Şu anda nerede, nasıl bir haldeydi? Korkularım, zihnime abimle ilgili en kötü senaryoları fısıldıyordu. Ya Kaan, abime ulaşmış ve ona zarar vermişse? Buradan kaçmayı başarır da ona gidebilirsem, bana inanır mıydı?
En kötüsü... Abim hâlâ yaşıyor muydu? Belirsizlik, korkularımı daha da derinleştiriyor, her nefes alışımda içimde boğuluyormuşum gibi hissettiriyordu.
Beni tüm bu korkulu düşüncelerimden uzaklaştıran, günlerdir açılmayan kapının açıldığını duymam olmuştu. Kalbim deli gibi atmaya başladı. Ayak seslerini tanıyordum. Yiğit dönmüştü. Sebepsizce salona inmek istedim. Nerede olduğunu ya da neden gelmediğini merak eden yanıma karşı koyamayıp salona doğru hızla ilerledim.
Yiğit içeriye adım attığında, yüzünde alışık olmadığım bir ifade vardı. Gözlerinin altındaki morluklar ve bitkin görünümü, bu iki gün boyunca nerede olduğunu ve ne yaptığını bilmememe rağmen bir şeylerin yanlış olduğunu hissettiriyordu. Yorgundu ama bu yorgunluk sadece fiziksel değildi; ruhunun derinliklerine işlemiş bir ağırlık vardı üzerinde. Yanımda bıraktığı adamlar, nöbet tutmak için kapının önünde beklemesine rağmen Yiğit'in dönüşü bana hem rahatlama hem de korku getirmişti.
Tanımadığım bir sürü insan ile bilmediğim bir yerde olmaktansa onunla olmayı kabulleniyordu bir yanım.
Her ne kadar içimde bir öfke ve korku yansa da, onu bu halde görmek beni şaşırtmıştı. Ama umursamıyordum. Kendimi ve yaşadıklarımı düşünmekten başka bir şey yapamıyordum. Her nefes alışımda, yaşadığım o dehşet dolu anların yankısı içimde çınlıyordu.
Yiğit yanındaki adamlara bir şeyler söyledikten sonra sessizce bana doğru geldi. Gözleri, bir an olsun benden ayrılmadı. İkimiz de bir şeyler söylemek istiyorduk ama kelimeler boğazımıza düğümlenmiş gibiydi. Sessizlik, salonda asılı kalmıştı, neredeyse elle tutulabilir bir ağırlıkta.
"Otur, Aslı," dedi sonunda. Sesi, beklediğimden daha yumuşaktı. Ama bu yumuşaklık, içinde sakladığı karmaşık duyguların bir yansımasıydı. Kendimi kontrol etmeye çalışarak yavaşça oturdum ama bedenim hâlâ titriyordu.
Yiğit'in bakışları üzerimdeydi. Bakışlarında anlam veremediğim bir şeyler vardı. Ne diyeceğini merak ediyordum ama aynı zamanda korkuyordum da.
"Bir şeyler içmek ister misin?" diye sordu, sesinde tedirgin bir tonla. Bu basit soru bile sıradan bir soru hissi vermiyordu bana.
Başımı olumsuz anlamda salladım, gözlerimi kaçırarak. Yiğit mutfağa yöneldi ve kendine bir bardak su doldurdu. Sessizlik içinde suyu içti, sonra derin bir nefes alarak tekrar yanıma geldi.
Konuşmaya başlamadan önce birkaç derin nefes aldı. "Aslı," dedi ve derin bir nefes verdi. "Haftaya nikâhımız var. Her şey hazır." dedi, gözlerinde kararlı bir parıltıyla. Sesi sakin ama içindeki karışıklığı ele verecek kadar gergindi.
Sözlerim boğazımda bir yumru gibi düğümlendi. Beni tükettiği yerden tekrar tekrar yükseliyordu öfkem.
Bir süre sessiz kaldım, ne düşündüğünü anlamlandırmaya çalıştım. Ama her şey o kadar hızlı ve kontrolüm dışında gelişiyordu ki, düşünmek bile zor geliyordu.
"Gerçekten her şey bir kâbus, uyan de bana!" diye haykırdım. Sinirden gülümsüyordum ama o gülüş, ağlamakla karışmıştı. Artık kaldıramıyordum, her şey o kadar ağırdı ki...
Derin bir nefes verdi sadece, gözlerini benden kaçırarak.
"Bunu kabul edeceğimi sana düşündüren ne?" dedim sonunda, sesim titriyordu ama kararlılığımı kaybetmemeye çalışarak. "İstemiyorum."
Bir süre gözlerime bakıp sonra konuşmaya başladı. "Uzun zamanımız olacak istemen için, zorluk çıkarma." Eline aldığı bardağı tezgâha bırakmak için kalktı. Nasıl bu kadar sakin olabiliyordu? Onun bu sakinliği beni çıldırtıyordu.
"Bu şekilde olamaz. Ben... ben bunu yapamam. Evlenemem seninle." İrademe vurulan zincirleri görmezden gelip daha da zavallı hissediyordum kendimi. Ama elimden alınmış olan irademden daha önemli bir sorunum vardı.
"Kaan abimi öldürür." Abime olan bağlılığım hastalık derecesinde diyebilirdim. Kaybettiklerime veremediğim tüm bağlılığımı ona vermiştim.
Kısa bir süre susup devam ettim. "Bizi de öldürür. Onu tanımıyorsun, bunu bizim yanımıza bırakmaz." Olacakları düşünmek bile gözlerimin dolması için yeterli olmuştu.
Söylediklerim biter bitmez sinirle ayağa kalktı. "Ben de seni, abin gibi o şerefsizin eline bırakmam, Aslı!" Üzerime eğilip gözlerimin içine bakarken.
Bu konuşmadan sonra, Yiğit'in yüzündeki ifadeyle göz göze geldim. Sözlerim havada asılı kaldı ama kalbim hâlâ bir yığın düğüm gibi atıyordu. Sonunda derin bir nefes alarak, sesimi biraz daha yükseltip söyledim:
"Senden iyilik mi istedim, Yiğit? Ben sadece kendimi, abimi korumak istiyorum."
Ne düşündüğü umrumda değildi. Abimi kaybetmeyi göze alamazdım.
"Kendine bunu görev edinmenin sebebini anlamıyorum, zaten seni hiç anlamıyorum."
Yiğit derin bir nefes aldı, o kadar derindi ki, sanki kendisini toparlamak için uzun bir süreye ihtiyacı varmış gibiydi. Gözlerini kapattı, birkaç saniye sonra yeniden bana baktı.
"Bunu senin için yapıyorum, Aslı," dedi, sesinde yumuşak bir ton vardı ama içindeki öfkeyi bir şekilde gizleyemiyordu. "Bir kez olsun, sadece bir kez, abini değil kendini düşün ve bana bir şans ver."
"Yeter!" dedim bir anda öfkeyle yerimde doğrulurken. "Ne şansından bahsediyorsun sen? Abimin ölümünü görmektense ölürüm ama seninle evlenmem."
Sıkıntılı bir nefes verip, yapmak istemediği bir şeyi yaparmışçasına cebinden telefonunu çıkardı. Bir şeyleri tuşlayıp telefonu görebileceğim şekilde masanın üzerine bıraktı.
"İşleri çirkinleştirmeyi sen tercih ediyorsun."
Gözlerim, odada gördüğüm manzara karşısında büyüyerek dehşetle dolarken kalbim sanki göğsümden fırlayacak gibi çırpınıyordu. Gözlerimdeki bulanıklık giderek derinleşti ama odadaki her şey netti, korkutucu bir netlikteydi. Abim, bir sandalyeye sırtı tamamen yaslanmış ve elleri bağlanmış halde oturuyordu. Yüzü, bir zamanlar gördüğüm güçlü, kararlı adamın değil, tam tersi bir şekilde çaresizlik ve korku doluydu. Gözlerindeki panik, her geçen saniye arttıkça yüreğimi bir bıçak gibi kesiyordu.
Silah, abimin başına doğrultulmuştu.
"Hayır!" dedim, bedenim şokla donup kalmıştı. Ne yaşadığımı idrak etmemle içimdeki kontrol tamamen kayboldu.
Masanın kenarına tutunup dengemi sağlamaya çalışırken zihnim beni geçmişin o karanlık anına sürükledi.
Yiğit'in soğuk bakışları, zihnimde yankılanan geçmişin karanlık yankısıyla birleşti. Masanın üzerine koyduğu telefondaki görüntü, gerçeği tüm çıplaklığıyla yüzüme çarptı. Abim, o karanlık gecedeki gibi yine çaresizdi. Bedenim donmuş, zihnim kaos içinde bir savaş veriyordu.
"Canımı sıkıyorsun Aslıcık," dedi, sesi soğuk ve tehditkar. "Beni eğlendirmezsen eğlencemi kısa tutarım."
"Yapma, yapma! Lütfen dur!" O an hafızamın en ücra köşelerinden gün yüzüne çıkarken dilim sadece aynı yakarışlarda bulunuyordu.
Telefon ekranında abimin çaresiz yüzü, Kaan'ın geçmişteki soğukkanlı tehdidini yeniden hatırlatıyordu. Kalbim öyle hızlı atıyordu ki nefes almakta zorlanıyordum.
"Yapamazsın," dedim zorlukla, sesim titreyerek. "Bu kadar ileri gidemezsin, Yiğit."
Dik durmaya çalışma çabam yıkılan direncimle kısa sürmüştü. Korku bedenimin kontrolünü ele geçiriyordu tekrar. Gözyaşlarım akmaya başladığında, geri dönüşüm kalmamıştı, hissediyordum.
Yiğit'in soğuk bakışları bir an için yumuşadı, ama o yumuşaklık bile içindeki karanlığı tamamen gizleyemiyordu. Derin bir nefes aldı ve başını hafifçe iki yana salladı. Gözlerini benden ayırmadan masanın üzerinde duran telefonun ekranına bir kez daha baktı.
"Aslı," dedi, sesi yorgun ama kararlıydı. "İnan bana, bunu yapmak istemiyorum."
Kelimeleri ağır ağır çıkıyordu ağzından, sanki söyledikleri kendisine bile yük oluyordu. Bir an sustu, sanki ne diyeceğini tartıyordu. Derin bir nefes aldı, ellerini iki yana açıp tekrar konuştu:
"Ama düşüncelerinde değişikliğe sebebiyet verecekse... yaparım."
Sözleri tokat gibi yüzüme çarptı. Onun o kadar sakin, o kadar kararlı bir şekilde bunları söylemesi... İçimdeki korku dalgası büyüyordu. Gözlerim telefon ekranındaki görüntüye kaydı. Abimin yüzündeki dehşet, yüreğime saplanan bir bıçak gibiydi. Dizlerimin bağı çözülüyordu.
"Hayır," dedim titreyen bir sesle, "Beni korkutarak hiçbir şeyi çözemezsin."
Yiğit, gözlerini kısarak beni izledi. Yaklaştı, üzerime doğru eğildi ve yüzünü yüzüme yaklaştırdı. Nefesi yüzümde bir sıcaklık gibi hissettim ama kelimeleri buz gibiydi:
"Asıl istediğim korkman değildi," dedi Yiğit, sesi çatallaşmış bir fısıltı gibiydi. "Ama beni buna sen mecbur bıraktın."
Bir adım geri çekildi. Yüzündeki kırık ifade, çatlayan bir aynanın parıltıları gibi kısa süreli bir yansıma oldu. Sonra gözlerini kaçırdı. Sanki bir anlığına içindeki karmaşanın beni görmesine izin vermiş ama hemen ardından kendini tekrar kapatmış gibiydi.
"Görüyorsun, Aslı," diye devam etti, sesi artık yorgun bir pes edişle yoğrulmuştu.
Telefonu masadan aldı ve sakin bir hareketle ekranını kararttı. Sanki bu basit eylem bile içinde fırtınalar koparmış gibi derin bir nefes aldı. Ardından buz gibi soğuk bir tonla ekledi:
"Benimle evlenmek zorundasın. Başka çaren yok."
Sözleri odanın her köşesine yankılanırken bir anda içimde patlayan öfkeyle ayağa kalktım. Sakin kalmam mümkün değildi, her şey içime birer hançer gibi saplanıyordu.
"Abim o!" dedim, sesim titreşiyordu ama gücümün doruğunda hissediyordum. "Sen kime silah doğrulttuğunun farkında mısın?"
Sözlerim aramızdaki mesafeyi delip geçmişti. Öfkemle bir adım öne çıktım, bedenim titrerken kelimelerim keskin bir bıçak gibi çıkıyordu:
"Kardeşim dediğin adam o. Kardeştik biz!"
Ama sesimdeki hiddet bir anda yerini kısılmış bir fısıltıya bıraktı. Hayal kırıklığım ve bitkinliğim beni ele geçiriyordu. Neredeyse sendeleyecek kadar yorgun hissediyordum.
Dengesiz adımlarla ileri geri yürüdüm, zihnimdeki kaosu susturmaya çalışıyordum ama nafile. Kelimelerim zayıf bir çığlık gibi yankılandı:
Sözlerimin odada asılı kaldığı o anda, Yiğit'in bedeni kaskatı kesilmişti. Çenesini sıktı, gözlerini benden kaçırdı. Onun bu tepkisi... Beni söylediklerimden çok, yaşattıklarımla deliye döndürüyordu. O kadar soğukkanlıydı ki, hissettiğim öfkeyi içimde katlayıp yeniden bana döndürüyordu.
Ve sonra, sanki içindeki ağırlığı sırtından atar gibi, derin bir nefes aldı ve yüzüme baktı. Gözleri, duygularını saklamaya çalışsa da içindeki acıyı ele veriyordu.
"Sana abilik yapmadım," dedi, her kelimeyi özenle tartarak. Sesi o kadar sert, o kadar keskin bir şekilde odada yankılandı ki, neredeyse bir tokat yemiş gibi irkildim.
Yiğit'in bu sözleri beni altüst etmişti. Bana yaşattıkları değil, bu basit ama yakıcı itirafı yüreğime saplanıyordu. Sanki bir kez daha her şeyi kaybettiğimi hissediyordum. Ama onun bu cümleye verdiği tepki, benden çok kendisineydi. Gözlerinde biriken gölgeler, söylemek istemediği gerçeklerin ağırlığını yansıtıyordu.
"Sürekli karşıma geçip aynı şeyleri söyleme," dedi Yiğit, sesi keskin bir bıçak gibi kelimeleri biçerken. "Ayrıca, abinle olan kardeşliğim yedi yıl önce bitti. Yapmam gerekenler olduğu için abinin yanındaydım bunca yıl."
Bu sözler, duyduğum her şeyin üzerine bir damla daha ekleyip beni iyice taşırmıştı. Beni anlamayacağını bilmenin acısıyla dolmuştum. Benim oturmayacağımı anlayınca sakince ayağa kalktı ve gözlerimi içine alacak şekilde tam karşıma geçti. Yüzü ifadesizdi, ama gözlerinde bir çatışmanın izlerini görebiliyordum.
O an duyduklarıma daha fazla dayanamadım. İçimde biriken öfke, hayal kırıklığı ve çaresizlik birleşip bedenimi kontrolsüzce harekete geçirdi. Ona doğru bir adım attım. Sözlerim kırbaç gibi çıkarken nefes nefese üstüne yürümeye başladım:
"Senden nefret ediyorum!" diye bağırdım, ellerim titriyordu. "Her şeyden, yaşadığım her şeyden nefret ediyorum! Hakkın yok bana dokunmaya! Hakkın yok beni öpmeye, anladın mı?"
Yiğit, söylediklerimi dinlerken bir adım geri çekildi. Ben ittikçe o geri gidiyordu, ama bakışları bir an olsun benden ayrılmıyordu. O kadar öfkeliydim ki, kelimelerimle boğulacak gibiydim.
"Yapamazsın!" diye tekrar bağırdım, boğazımın acısı artık hissedilmeyecek kadar derinleşmişti. "Yapamazsın!"
Bedenim titriyordu. Sinirlerim o kadar yıpranmıştı ki, ağlamak için herhangi bir hazırlığa gerek bile kalmamıştı. Gözyaşlarım bir anda yanaklarımdan süzülmeye başladı. Boğazım yırtılırcasına bağırıyordum ama içimde biriken her şey daha fazlasını söylemeye zorluyordu.
Yiğit bir şey söylemek için ağzını araladı ama tek bir kelime bile duymak istemiyordum. Gözlerim yaşlarla dolmuştu, nefes alışlarım düzensiz ve acı doluydu. Zihnim, karmaşanın ve korkunun içinde boğuluyordu. Umutsuzluk her yanımı sarmıştı. İçimde, bir yerlere sıkışıp kalan son direncim de Yiğit'in bu soğuk tehditleriyle tamamen yok oluyordu.
Sesli bir şekilde ağlarken artık burada kalamayacağımı hissettim. Gitmek istiyordum. Sadece gitmek. Nereye olursa olsun, sadece buradan uzaklaşmak istiyordum. Bir anlık öfke ve acıyla Yiğit'i omuzlarından sertçe geri ittim. Adımları sendeledi ama bakışları hâlâ üzerimdeydi.
Koşmaya başladım. Ayak seslerim boş koridorda yankılanıyordu. Salonun karanlık duvarları arasında, bir umut kapıya yöneldim. Ellerim kapının soğuk metaline uzandığında, arkamdaki sessizlik beni boğar gibiydi.
Evin içinde bizden başka kimse yoktu. Belli ki bağırışlarımız, evdeki diğer insanları kaçırmıştı. Ama bu yalnızlık bile beni rahatlatmıyordu. Aksine, çaresizliğimi daha da büyütüyordu.
En az benim kadar acizlerdi. Bana yardım etmeyen, edemeyen herkese duyduğum nefret içimde bir yangın gibi büyüyordu. Sanki boğazıma oturan bu öfke ve çaresizlik, nefes almama izin vermiyordu. Bu evden, bu hayattan, üzerime çöken her şeyden kurtulmak istiyordum. Gözyaşlarım yanaklarımı yakarken, ellerimle kapının soğuk metaline yapıştım. Var gücümle asıldım.
Kapı bir anda açıldı. Gelen rüzgâr yüzüme sert bir tokat gibi çarptı. Beni kendime getirir gibi değildi bu; aksine, içeride tuttuğum ne varsa alıp götürmek istercesine sertti. Nefesim kesildi bir an, ama durmadım. Yalın ayak, titreyen bedenimle kendimi dışarı attım.
Yağmur damlaları çıplak ayaklarımı bir anda ıslattı, ama bu soğuğu hissetmiyordum bile. Hava keskin, karanlık ve amansızdı. Tıpkı içimdeki fırtına gibi.
"Aslı, saçmalama! Buraya gel!" Yiğit'in sesi arkamdan yükseldi. Sesindeki ton, şaşkınlık ve öfkenin arasında gidip geliyordu. Kapının açık olduğunu düşünmediği her halinden belliydi.
Ardımda onun adımlarını duyuyordum, ama bunu umursayacak hâlde değildim. Gözlerim yaşlarla bulanmıştı, nefesim düzensiz ve hırıltılıydı. Her şey üzerime çöküyordu; söyledikleri, hissettiklerim, yaşadıklarım... Sanki içimdeki tüm ağırlıklar beni boğmaya çalışıyordu.
Kontrolümü kaybetmiştim. Hangi yöne gittiğimi ya da neden hareket ettiğimi bile bilmiyordum. Gözlerimi kapatıp rüzgârın beni nereye götürdüğünü bilmeden adım attım. Gözyaşlarım yanaklarımı yakıyor, titreyen bedenim beni taşıyamayacakmış gibi hissediyordum.
"Aslı, dur!" diye seslendi Yiğit, ama sesini duymak istemiyordum. Sözleri beynimde yankılanıyordu. Ama o an ne duyduklarım ne de hissettiklerim gerçek gibiydi. Zihnimde sadece bağırışlar, yankılanan hıçkırıklar ve içimde kopan fırtına vardı.
Yağmur damlaları yüzüme vuruyor, her biri acı birer dokunuş gibi tenime işliyordu. Yalın ayak toprağa bastıkça ayaklarımın altını keskin taşlar çiziyordu, ama acıyı hissetmiyordum. Her adımda daha da bilinçsizleşiyor, kendimi bir uçurumun kenarında gibi hissediyordum.
"Aslı! Nereye gidiyorsun?!" diye bağırdı Yiğit. Sesi öfkeliydi, ama altına gizlenmiş panik belli oluyordu.
Rüzgâr kulaklarımı sağır ediyordu. Ağzımdan kelimeler dökülüyor, ama ne söylediğimi bile bilmiyordum. Kontrolsüz bir şekilde ağlıyor, boğazım yırtılırcasına bir şeyler bağırıyordum. Her nefes alışım acı veriyor, içimdeki umutsuzlukla birleşip beni tüketiyordu.
Sonunda tökezledim. Ayaklarım çamura saplandı ve dizlerim yere çarptı. Çamurun soğuk dokusu bacaklarıma yayıldı, ama yine de kalkmaya çalıştım. Elleriyle beni tutmaya çalıştığını hissettim, ama ellerini omuzlarımdan ittim.
"Bırak beni! Bırak!" diye haykırdım. Ama sözlerim daha çok kendimeydi, ne onu ne de başka bir şeyi dinleyebiliyordum.
"Aslı! Kendine gel!" dedi Yiğit, ama bu sefer sesi daha yumuşaktı. Beni omuzlarımdan tuttu ve gözlerimin içine baktı. "Bu böyle olmaz. Kendine zarar vereceksin!"
O an ellerimle yüzümü kapattım, hıçkırıklarım titreyen bedenimden taşarken kollarımdan destek alıp onu itmeye çalıştım. Ama gücüm tükenmişti. Çaresizliğim, öfkem ve korkum tek bir noktada birleşip beni kilitliyordu.
Sana abilik yapmadım, demişti. Bu sözleri sürekli zihnimde yankılanıyordu. Yiğit'in yanında geçen yıllar, çocukluk anılarımız, hepsi birer yalandı demek ki. İçimdeki boşluk daha da büyüyordu.
Ayağa kalkıp tekrar ondan uzaklaşmaya çalıştığım an, arkamdan sımsıkı sarıldığını hissettim. Kolları belime dolandı. Sanki tüm dünyayı dışarıda bırakmak istercesine beni kendine çekiyordu. Her ne kadar kurtulmaya çalışsam da hareket edemedim; bedenim, öfkem ve çaresizliğimle kilitlenmiş gibiydi.
"Bırak beni," diye fısıldadım, sesim çaresizliğimin yankısıydı. "Lütfen bırak... Gitmek istiyorum."
Ama Yiğit, beni bir an bile bırakmadı. Kolları beni sıkıca sarıyor, aynı anda da beni yatıştırmaya çalışıyordu. Nefesini boynumda hissettikçe, ona karşı duyduğum öfke bir kat daha büyüyordu. Sesi, her zamankinden daha derin ve yavaş bir tonda kulağımda çınladı:
Ama o sözler, içinde bulunduğum bu karmaşayı dindirmeye yetmiyordu. Tüm birikmiş acı ve hüsranla olduğu yere çökmüştüm. Yiğit ise, ellerini belime sararak beni bırakmadan çamurun içinde benimle birlikte oturuyordu. Ben ağlıyordum, o sadece sarılıyor, sessizce bekliyordu.
O yağmur fırtınasında ne kadar süre kaldığımı hatırlamıyordum. Sadece, sesim kesilmiş, gözlerim yaşla dolmuş ve tüm bedenim titriyordu. Üşümekten donakalmıştım. Bilincim kararmadan önce, aklımda kalan tek şey, Yiğit'in kucağında eve doğru yürürken söylediği o soğuk sözlerdi:
"Kaçmaya çalışmak yerine, alışmaya çalışmak bu kadar mı zor be kızım?"
—---------------------------------------
Gözlerimi açtığımda Kader abla beni uyandırmaya çalışıyordu.
"Aslı kızım, uyan hadi üzerindekileri değiştirelim."
Gözlerimi zorla açtım, başım ağrıyordu. Kader ablanın yüzü bulanık görünüyordu, ama sesinin yumuşaklığı beni biraz olsun sakinleştirdi. Hala titriyor, bedenimden üşüme hissini atamıyordum.
"Biraz daha uyumak istiyorum," dedim, sesim boğuk ve zayıftı.
Kader abla, yumuşak bir şekilde başımı okşayarak, "Hayır kızım, seni üşütmeden iyileştirmeliyiz. Hadi kalk, biraz daha dinlenebilirsin ama önce üstünü değiştirelim," dedi.
Gözlerimi tekrar kapatıp derin bir nefes aldım, ama kalkmak zorundaydım. Kader abla yardımcı olarak beni oturtmaya çalıştı, ama her şey hâlâ başımda bir sis gibi duruyordu. O kadar yorgundum ki, bir an için her şeyin sadece bir rüya olduğunu düşündüm. Ama değilmiş, gerçekti.
Kader abla, yavaşça üzerimi değiştirmeme yardımcı olmaya başladı. Sadece bedenim değil, ruhum da titriyordu. O kadar derin bir korku ve hüzün sarmıştı ki içimi, ne kadar çabuk toparlanabileceğimi bilmiyordum. Her hareketimde, Yiğit'in soğuk sözleri zihnimde yankı yapıyordu.
Gözlerim, sanki o anları yeniden yaşar gibi bulanıklaştı. O yağmur fırtınasında, dışarıda çakan şimşekler ve hiddetle düşen yağmur tanelerinin arasına gömülmüştüm.
Kader abla, üzerimi değiştirmeyi bitirdiğinde, bana bir süre sessizce baktı. Gözlerindeki yumuşaklık, içinde kaybolan acıları bana hatırlatıyordu. O da belki bir zamanlar ben gibi, dışarıdaki fırtınanın içinde yalnız kalmıştı.
Kader abla dışarı çıktıktan sonra yatağıma geri yattım. Yiğit'in beni tehdit edişi, abimi kullanarak beni köşeye sıkıştırması... Her şey boğucu bir kabus gibi üzerime çöküyordu.
"Ne yapacağım?" diye düşündüm. "Nereye kaçabilirim? Kaçsam bile abime ne olacak?" Yiğit'in adamları her yerdeydi, her köşe başında, her gölgede. Yalnız başıma bu evden kaçmanın imkânsız olduğunu biliyordum. Beni izliyorlar, her hareketimi kontrol ediyorlardı. O kadar çaresizdim ki, adım atarken bir adım sonra ne olacağını bilemiyordum.
Muhtemelen, birkaç saat önce yaşadığı ihmalkarlığın ardından, daha sıkı bir şekilde kontrol edeceklerdi. Yiğit'in güvenlik ağı her geçen dakika daha da genişliyordu. İster istemez, ondan kaçmak ve özgürlüğü bulmak hayal gibi görünüyordu. O kadar çok korkuyordum ki, tek bir adımın beni ve abimi daha da büyük bir tehlikeye sokabileceğini biliyordum.
Her ne kadar içimdeki isyan daha da büyüse de, her düşüncem Yiğit'in adımlarını ve neler yapabileceğini düşünmeye dönüyordu. Beni nasıl daha sıkı saracağını, nasıl bir tuzağa daha düşüreceğini... O kadar küçük, o kadar çaresiz hissediyordum ki. O an, en büyük korkumdan biri olan yalnızlıkla karşı karşıya kalmak, belki de en doğru hamleyi yapmamı engelliyordu.
Yattığım yerde gözlerim tavana dikili, düşüncelere dalmıştım. Yiğit'in tehdit dolu bakışlarını ve o videoyu hatırladıkça içimde büyüyen korku daha da derinleşiyordu. "Ya abime bir şey olursa?" kaçmaya çalışsam bile, Yiğit'in bunu öğrenmesi halinde abimin hayatının tehlikeye gireceğinden emindim.
Düşüncelerim arasında git gel yaparken bir süre sonra, yorgunluktan tükenip gözlerimi kapattım.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |