Kader abla, Yiğit'in geldiğini söyleyeli yarım saat olmuştu, ama ben hâlâ odamdaydım. Normal bir akşam için normal hisler içinde olmam gerekiyordu, ama bunu başaramıyordum. Bir saattir olduğum yerde oturmuş, aynada kendi kendime bakıyordum.
Gözlerimde karışık bir ifade vardı. Ne hissedeceğimi, ne yapacağımı bilmiyordum. Bu karmaşıklığı çözmek için çabalasam da, bir türlü sakinleşemiyordum. İçimde tanımlayamadığım bir endişe vardı. Onu düşüncelerimin arkasına itmeye çalışarak derin bir nefes aldım. Sonra toparlanıp odadan çıktım ve merdivenlerden aşağıya, salona doğru inmeye başladım.
Geldiğimi gören Yiğit, hemen kalkıp bana doğru yürümeye başladı. Gözlerim, istemsizce onun takım elbisesine takıldı. Ne kadar yakışıklı olduğunu düşündüm bir an, içimde hafif bir suçluluk duygusu belirdi. Ama hemen kendime engel oldum, sonuçta sadece bir akşam için normal bir çift olacaktık. Normal çiftler suçluluk hissetmezdi, değil mi? Suçluluk hissimin derinliklerine inip düşündüğümde, ona aslında hiç alıcı gözle bakmamıştım, değil mi? Bu düşünceyle bir an durakladım. Boyu çok uzundu, neredeyse 1.90 falandı. Beyaz teni, kumral saçları ve hafif kirli sakalı... hepsi öyle güzel bir uyum içindeydi ki. Kahverengi gözleri de cabası...
Yiğit, ben inmeden çoktan merdivenin ucuna gelmiş, duvara yaslanmıştı. Kollarını hafifçe göğsünde birleştirmiş, gözlerini üzerimde gezdirerek beni süzüyordu. Bakışları fazlasıyla kendinden emin, ama bir o kadar da ölçülüydü. Sanki beni rahatsız etmeyecek kadar dikkatli, ama yeterince etkileyici olacak kadar farkındaydı. İçimden, "Sadece bir akşam," diye kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Ama onun bu hali, stresimi pek azaltmıyordu.
"Bir an inmeyeceksin sandım," dedi Yiğit, sesinde hafif bir alayla. Dudaklarındaki belli belirsiz gülümseme, sözlerinin ciddiyet taşımadığını belli ediyordu, ama yine de içinde bir şeyleri ima eden bir ton vardı. Onun bu rahatlığına karşılık nasıl davranmam gerektiğini bilemeden, yüzümde sakin bir ifade takınmaya çalıştım.
"İnmiş olmamla avunmalısın bence," dedim, sesime mümkün olduğunca hafif bir ton katmaya çalışarak. Aslında içimde dolup taşan karmaşayı saklamaya çabalıyordum.
"Doğru," dedi Yiğit, adımlarını bana doğru bir nebze daha yaklaştırırken. "Bu akşam boyunca da böyle söz dinleyen tatlı bir kız olmaya devam edersin diye düşünüyorum," Sesinde ince bir iğneleme vardı. Gözlerindeki belli belirsiz parıltı, her kelimesinin altını çiziyordu.
Sözleri beni hem kızdırmış hem de istemeden bir meydan okuma hissi yaratmıştı. Ona karşı hissettiğim karmaşık duyguların üstüne, bu tarz ifadeleri işleri daha da zorlaştırıyordu.
Kaşlarımı hafifçe kaldırıp gözlerimi ona diktim. "Tatlı bir kız olduğumu kim söyledi?" dedim, sözlerime iğneleyici bir ton katmaya çalışarak. "Tatlı biri olmak niyetinde değilim. Özellikle de abimle tehdit edenlere karşı."
Yiğit, yanıtımı duyar duymaz kışkırtıcı bir kahkaha attı. Kahkahası beni bir anlığına şaşkına çevirmişti. Beni hem sinirlendiriyor hem de farkında olmadan gerginliğimi azaltıyordu.
"Tehdit mi? Haksızlık ediyorsun," dedi, ellerini yanlarına açarak abartılı bir şekilde kendini savunur gibi yaptı. "Ben sadece doğru kararlar vermen için seni teşvik ediyorum."
Burun buruna gelecek kadar yakınlaştığımızda hafifçe aramızı açıp, koluna girmem için koluna doğru baktı.
“Normal bir çift olacaktık unutma.” Sesindeki uyarıyı hissettirmek için vurgulayarak konuşmuştu.
Tam bir yanıt verecek gibiydim ki, Yiğit bir adım daha yaklaştı. Artık daha da yakınlaşmıştık. Gözlerindeki rahat ifade, yaklaşımının tamamen bilinçli olduğunu hissettiriyordu. Ama ben bunun etkisinden çıkmaya çalışırken, o bir anda hafifçe geriye çekilip aramızdaki mesafeyi açtı.
Kolunu yavaşça kaldırarak, jestleriyle benim koluma girmemi işaret etti. Bu hareketinde ne kadar doğal göründüğünü izlerken, yüzüne anlamlı bir gülümseme yerleşmişti. Gözlerini hafifçe kıstı ve bakışları bir an bile üzerimden ayrılmadı.
"Hadi, bu akşamı daha fazla geciktirmeyelim," dedi sakin ama aynı zamanda biraz otoriter bir ses tonuyla.
Bir an tereddüt ettim. Koluna girmem, hem fiziksel hem de hissettiklerim açısından fazla yakın hissettirecekti. Ama bakışlarındaki kararlılık, meydan okumayı kabul etmem gerektiğini hatırlattı. Daha fazla düşünmeden, nazik bir tavırla koluna girdim.
"Buna gerek var mıydı?" dedim, onun koluna girmiş halde yürürken, gözlerimi devirmeme engel olamadan. Bu küçük hareketimin onun farkından kaçmadığını biliyordum. Yüzündeki gülümseme, hem eğlendiğini hem de bu anın tadını çıkardığını açıkça gösteriyordu.
Yiğit, başını hafifçe eğip bir kez daha gülümsedi. "Sadece işimi ciddiye alıyorum," dedi, sesindeki o rahat ve kendinden emin tını hiç değişmeden. Gözlerini bir an bana çevirdi. "Sonuçta bu akşam için 'normal' bir çift olmamız gerekiyordu, değil mi?"1
"Doğru," dedim, mırıldanır bir sesle, gözlerimi devirmekten kendimi alıkoyamayarak. Normal falan olamazdım, en azından şu anki hislerimle. Tek varabildiğim sonuç buydu. İçimde dolaşan karmaşayı kelimelere dökmek imkânsızdı, ama Yiğit'in yanında bunu saklamaya çalışmak da başlı başına bir mücadeleydi.
Uzun bir aradan sonra dışarıda olmak, bana yaşadığımı hatırlatmıştı. Elimden alınan hayatımın acısı bir anlık içime çöktü, düşüncelerim görünüşüme yansımış; omuzlarım düşmüş ve yüzüm solmuştu bir anda. O an, geçmişin ağır yüküyle başbaşa kaldım.
Sessizce kapımı açan Yiğit'e bakmadan arabaya oturdum.
Arabaya bindiğimizde, motorun sesi dışında hiçbir şey duyulmuyordu. Camdan dışarı bakıyor, uzaklaşan ışıkların arasında kendi düşüncelerimde kayboluyordum. Yiğit yanımda oturuyordu, ama varlığı bir şekilde daha da büyük bir boşluk hissettiriyordu.
"Ayrıca tatlı bir kız olmadığın konusunda haklı olabilirsin," dedi bir süre sonra, direksiyonun başında, gözlerini yoldan ayırmadan.
"Tatlı birisine göre fazlasıyla etkileyici olmuşsun." diye ekledi, sol elini direksiyondan çekip hafifçe vites koluna dayarken. Gözleri hâlâ yola sabitlenmişti ama dudaklarının kenarında beliren hafif gülümseme, söylediklerinin etkisini daha da artırıyordu.
Bir şey söylemek istedim, ama kelimeler boğazımda düğümlendi. Camdan dışarıya bakmaya devam ettim, ama Yiğit'in son sözleri içimde garip bir his uyandırmıştı.
Söylediği söz hem utandırmış hem de gerilmeme sebep olmuştu, hiç değilmişim gibi... Böyle şeyler duymak alışık olduğum bir durum değildi, bu yüzden nasıl tepki vereceğimi bilemiyordum. Ve bence Yiğit de bunun farkındaydı. Bu yüzden bilerek böyle davranıyordu.
Yüzüne bakamıyordum. Ama eğlendiğini hissedebiliyordum, tavırları o kadar rahat ve kendinden emindi ki. Gözlerimi kaçırmaya çalışsam da, bakışlarının üzerimde dolaştığını hissediyordum. Sanki benimle oynuyor, tepkilerimden keyif alıyordu.
Arabadan indiğimizde etrafın karanlığı daha da belirgin hale geldi. Şehirden uzak, tenha bir yerdi burası. Restoranın hemen önünde, yol boyunca uzanan küçük lambaların solgun ışığı, buranın ne kadar izole olduğunu daha da vurguluyordu. Hava biraz serindi, hafif bir rüzgâr etrafı sarıyordu. Restorana doğru ilerlerken, Yiğit her zamanki gibi rahattı ve elini belime yerleştirmişti.
Kapıya yaklaştığımızda, içeriden loş bir ışık süzülüyordu. Camdan baktım; içerisi oldukça küçüktü, birkaç masa vardı ve dekorasyon oldukça sadeydi. Çok bilinen bir yer olmadığı ve kimsenin burada rastgele gelip yemek yemeyeceği açıktı. Yiğit, kapıyı açıp beni içeri buyur etti.
İçeri girdiğimde restoranın içinde sadece iki kişi olduğunu fark ettim: biri orta yaşlarda bir adam, diğeriyse genç bir kadın. Masaların düzenine bakıyor, küçük detaylarla ilgileniyorlardı. Kapının açılmasıyla birlikte ikisi de kafalarını kaldırıp baktılar ve bir anda yüzlerine tanıdık bir ifade yerleşti. Yiğit'i tanıyorlardı.
"Yiğit Bey, hoşgeldiniz," dedi adam, hemen toparlanarak yanımıza geldi. Sesinde hem saygı hem de samimiyet vardı. Gözleri, kısa bir süreliğine bana doğru kaydı ve ardından hemen Yiğit'e döndü. Genç kadın da arkasından gülümseyerek selam verdi.
"Hoş bulduk, Cemal," dedi Yiğit, başıyla selam verip rahat bir şekilde. "Hazırlıklar tamam mı?"
"Her şey hazır, Yiğit Bey," dedi adam. Ardından beni işaret ederek ekledi: "Misafiriniz için de özel bir masa ayarladık."
Bu sözler beni biraz tedirgin etti. "Misafir" derken, benden söz ediyor olmaları garip bir durum hissettirmişti. Ama Yiğit'in bu tanışıklığı, onun burada sık sık bulunuyor olduğunu açıkça belli ediyordu.
"Güzel," dedi Yiğit, yüzünde memnun bir ifadeyle. "Bize kimsenin rahatsız etmeyeceği bir masa olsun. Ve yemekler, bildiğiniz gibi."
Adam başını tekrar salladı ve hemen geri döndü. Genç kadın ise kısa bir süre bana dikkatlice baktı, ardından gülümseyerek mutfağa doğru yöneldi.
Yiğit bana dönüp, "Burası biraz farklı, ama eminim seveceksin," dedi.
"Daha önce buraya geldiğin belli," dedim, etrafı incelerken. Sadeliği ve tenhalığı beni hem etkiliyor hem de biraz huzursuz hissettiriyordu. "Böyle bir yere neden gelirsin ki?"
"Doğru tahmin," dedi Yiğit, kollarını göğsünde birleştirerek. "Burası çok kişinin bildiği bir yer değil bu yüzden genelde yalnızca belirli kişiler gelir."
"Ve sen de onlardan birisin," dedim hafif bir alayla. Ama gözlerimi etraftan alamıyordum. Gerçekten de burası farklıydı. Sadece birkaç masa, sessizlik ve her hareketi dikkatle izleyen iki çalışan...
Yiğit'in seçimi beni hem şaşırtmış hem de meraklandırmıştı. Gözlerimi ona çevirip, "Bu kadar tenha bir yer hayal etmemiştim," dedim, boş bulunarak. Sözlerim ağzımdan çıktığı anda, bunu dile getirdiğim için hafif bir pişmanlık hissettim.
Yiğit, dudaklarında beliren o her zamanki sakin gülümsemeyle bana baktı. "Bizimle ilgili hayaller kurduğunu duymak beni şaşırttı." dedi, hafifçe başını eğip alaycı bir tavırla.
Onun aksine ben gerilmiştim. "Hayal kurmayı bırakalı çok oldu," dedim, sesime mümkün olduğunca düz bir ton katmaya çalışarak. Ama kelimelerim, içimde biriken hayal kırıklığını ele veriyordu.
Yiğit'in bakışlarının ciddileştiğini fark ettim. Sözlerimin etkisi olmuştu, ama bunun nasıl bir etki olduğunu tam olarak anlayamıyordum. "Malum," diye devam ettim, derin bir nefes alarak. "Hayallerim kimsenin umrunda olmadığından."
Söylediklerim havada asılı kaldı. Sessizlik bir anlığına ağırlaştı. Kendi açıklamamın yeterince sert olduğunun farkındaydım, ama bu konunun derinlerine inmek istemediğim için hemen devam ettim. "Normal çiftler böyle yerlere gelmez diye düşünmüştüm sadece," dedim, konuyu yumuşatmaya çalışarak.
Yiğit'in dudaklarının kenarı yeniden yukarı kıvrıldı. Ama bu kez gülümsemesi eskisi kadar alaycı değildi. Daha çok anlayışlı, ama yine de kendi bildiğini okumaya hazır bir hali vardı. "Normal çiftler," diye tekrarladı, omuzlarını hafifçe silkerek. "Bizim normalimiz de bu olsun." Dedi etrafı göstererek.
Omuz silkip, dikkatimi önüme bırakılan yemeklere verdim.
Yemekler masaya geldiğinde, bir an için her şey normale dönmüş gibiydi. Önümdeki tabağa bakarak, bu kadar sade bir ortamda bu kadar özenle hazırlanmış bir yemek beklemediğimi fark ettim. Detaylar... Her şey fazlasıyla kusursuz görünüyordu. Ancak ne kadar dikkatimi tabağa vermeye çalışsam da, Yiğit'in bana bakan gözlerini hissetmekten kurtulamıyordum.
Sessizliği bozan yine o oldu. Çatalını eline alırken, hafifçe gülümsedi. "Bu kadar gerilme," dedi, sanki az önce söylediğim her şeyi anlamış ve çoktan üzerinde düşünmüş gibi. "Normal çiftler diye bir şey yoktur. Herkesin normali kendine göre değişir."
"Gerginlik sebebim keşke sadece bu olsaydı," dedim, çatalıma dokunmadan önce. Sesim istemsizce daha yumuşak çıkmıştı, ama içimde biriken ağırlığı gizleyememiştim.
Yiğit, çatalını tabağının kenarına bırakarak başını kaldırdı. Bakışları anında üzerimdeydi. Alışık olduğum, alaycı ya da eğlenen ifadesi yoktu bu kez. Daha ciddi ve anlayışlı bir şekilde beni izliyordu. Sessiz kaldı, sanki devam etmemi bekliyormuş gibiydi.
Gözlerimi ona çevirdim ve biraz daha güçlü bir sesle, "Söyleyebileceğim bir şey yok," dedim. "Bu geceyi bitirip evimize döneceğiz, hepsi bu."
Yiğit, bu defa sadece başını eğerek tabağına geri döndü. Yemeğimizi bitirene kadar hiç konuşmadık. İkimizde odağımızı tabaklarımıza vermiştik.
Tuhaftı. Onunla sıradan bir günde, olağan koşullarda tanışmış olsaydık, belki de her şey bambaşka olurdu. Ama ne koşullarımız normaldi, ne de ben artık eskisi gibiydim. İçimde bir volkan gibi kaynayan öfke ve yorgunlukla her şeyi, herkesi arkamda bırakıp, sonra hiçbir şey olmamış gibi onun karşısına oturup sakin bir akşam yemeği yiyemezdim. Ruhumun enkazında otururken, bir gülümseme kadar basit bir sahte huzuru kendime layık göremiyordum.
Sessizce yemeğimizi yedikten sonra, aklımın bir köşesinde dönüp duran o soru nihayet dudaklarımdan döküldü:
Onu nerede tuttuklarını bilmiyordum ama Yiğit'le olması, yokluğumda Kaan'la olmasından daha güvenli hissettiriyordu.
"Ne durumda? Güvende mi?" Sorular peş peşe dilimden dökülüyordu; o bana bakmadıkça durmaya niyetim yoktu.
Sabrı tükenmişçesine derin bir nefes verdi, ardından sözlerimi kesen o soğuk sesiyle konuştu:
"Onun durumu tamamen sana bağlı. Doğru seçimler yaptığın sürece güvenliğinden şüphen olmasın."
Midemde bir düğüm oluşmuştu; kelimeleri tehditten çok bir infaz hükmü gibiydi. Gözlerimi istemsizce kaçırdığımı fark ettim, ama içimdeki korkuyu bastırarak tekrar ona baktım. O ise hiçbir şey olmamış gibi yemeğine dönmüştü. Benim midem kasılırken, onda en ufak bir iştah kaybı belirtisi bile yoktu..
Sorumu duyduğunu biliyordum. Sessizlik, verdiği cevaptan daha ağırdı. Başını kaldırmaya gerek bile duymadan, sanki konuşmamışım gibi çatalını yemeğine uzattı ve aynı sakinlikle devam etti.
Dayanamadım. İçimdeki sessizlik duvarını bir kez daha yıktım:
"Yokluğumu fark etmedi mi, Yiğit?"
Bu kez çatalı elinde durdu. Ama yine de gözlerini bana çevirmedi. Sessizlik o kadar ağırdı ki, sanki nefes almak bile mümkün değildi.
"Fark etti," dedi sonunda, çatalını usulca masanın üzerine bırakıp gözlerimin içine bakarak.
Duyduğum cevabın ağırlığı içimde yankılandı. Oturduğum yerden istemsizce doğruldum, sanki bu şekilde daha fazlasını öğrenebilecekmişim gibi. Ancak düşünceler ve korkular bir sel gibi zihnimi doldurdukça, içimdeki panik dalgası büyüyor, nefes almak bile güçleşiyordu.
"Ne demek fark etti? O zaman neden... neden bir şey yapmadı?" dedim, sesim hem titrek hem de suçlayıcıydı.
Yiğit'in yüzündeki ifade değişmedi; o sakinlik maskesi hâlâ yerindeydi. Ama gözlerinde bir anlığına bir gölge gibi geçen bir tereddüt hissettim. "Çünkü," dedi ağır ve ölçülü bir tonla, "Benim elimden seni almanın kolay olmayacağını bilecek kadar beni tanıyor."
Başımı hayır anlamında sallayarak devam ettim. "O bunu yanımıza bırakacak biri değil." giderek kısılan sesimle cümlemi zor tamamladım.
"Bu yüzden evlenmemiz konusunda acele ediyorum."
Kelimeleri bıçak gibi saplandı içime. Kalbim bir anlığına durdu sanki. O an, korkularımın tetiklendiği, boğazımda düğümlenen bir sessizlikle yüz yüze geldim.
"Bizi öldürecek," dedim, sanki kendi kendime konuşuyormuş gibi. Sesim o kadar boğuk ve titrek çıktı ki, ne dediğimi kendim bile zar zor duydum.
Yiğit gözlerini üzerime dikti. Bu sefer ne alay vardı bakışlarında ne de o kendinden emin ifadeyle oynuyordu. Bir anlığına, sanki bana ne diyeceğini kestirememiş gibiydi. Ama Yiğit, düşündüklerini her zaman doğru kelimelerle ifade edebilen biriydi. Bu yüzden bu sessizlik beni daha da tedirgin etti.
"Bizi öldüremeyecek," dedi sonunda, sesi kararlı ve derin bir şekilde. Her kelimesi yankılanır gibi zihnime işledi. "Onu durduracağım. Seni incitmesine asla izin vermeyeceğim."
"Bizi öldürecek." Dedim tekrar korku bedenimi ele geçirirken. "Abimi yaşatmaz bulursa." Yediğim her şey midemden geri gelecekti sanki.
Yiğit, yüzündeki kararlı ifadeyle bana biraz daha yaklaştı. Bakışlarındaki sertlik, söylediklerimi kabul etmeyeceğini açıkça gösteriyordu. Sesini alçalttı, ama tonunda hiçbir tereddüt yoktu:
"Abini de seni de koruyacağım, Aslı. Bu savaşı kazanmadan hiçbir yere gitmeyeceğim. Bana güven."
Sözleri bir an için yüreğimde yankılandı. Ama o kadar büyük bir korku içindeydim ki, ne dediğinin anlamını tam olarak kavrayamıyordum. İçimdeki panik dalgası durmak bilmedi.
"Nasıl koruyacaksın?" dedim, sesim çatlamıştı. "Onun kim olduğunu bilmiyorsun. Neler yapabileceğini... O hiçbir şeyi yarım bırakmaz, Yiğit."
Kısa bir an korkumu sindirmeyi denedim ama yapamadım.
"Yarım bıraktığı tek şey benim hayatım oldu!"
Sözlerimle boğazım düğümlendi, gözlerim istemsizce dolmaya başladı. Nefesim kesiliyordu; sanki onun gölgesi şu an bile üzerimdeydi. Bu karanlıktan kurtulmanın bir yolu olmadığını hissediyordum. Az önce kalktığım yere tüm gücümü tüketmiş halde geri oturdum.
Yiğit bir an bile gözlerini benden ayırmadan sandalyemin kenarına doğru eğildi. Yüzüme baktığında, gözlerindeki sertliğin yerini bambaşka bir ifade almıştı. Daha yumuşak, ama bir o kadar da kararlı bir bakış.
"Onun kim olduğunu biliyorum, Aslı," dedi. Sözleri sakin ama sarsıcı bir şekilde üzerime çöktü. "Neler yapabileceğini de."
"Ama içimizde hayatı yarım kalmaması gereken tek kişi sensin. Bunuda biliyorum."dedi Yiğit. Sesi her zamankinden daha sakindi, ama bu sakinlik bana sadece daha büyük bir fırtınanın habercisi gibi geldi.
Bir an sessiz kaldım. O kadar saçma geliyordu ki söyledikleri. Kendimi tutamadım, gülümsemeye çalıştım ama dudaklarım acı bir kıvrılmadan öteye gitmedi.
"Benim hayatımın kurtarılır bir tarafı mı var? Gerçekten mi?" dedim, sesim ne kadar kırılgan çıksa da içimdeki hüsranı saklayamıyordum. Gözlerimi ona dikmedim. Dikemedim. Duvarın köşesine bakıp, bakışlarımı oraya hapsettim. Kendi hayatımı düşünmek bile bana yük gibi geliyordu. Bir başkasının bu hayatı kurtarmaya çalıştığını duymak ise... komikti.
"Hayatıma baksana. Neyini kurtaracaksın? Nereden tutacaksın? Her şey çoktan kırılmış, çoktan dökülmüş..."
Sözlerim havada asılı kaldı, ama Yiğit susmadı.
"Elimden bundan fazlasını yapmak gelse, inan onu yapardım," dedi. Sesi çatallandı. Derin bir nefes alıp etrafına bakındı, sanki kelimeleri bir yerlerde saklanmış ve onları arıyormuş gibi.
Sonra durdu, gözlerini bana dikti. Eskisi gibi değildi... Hani küçüklüğümüzde bana baktığında, gözlerindeki güveni hissederdim ya. Şimdi ise bir suçlunun bakışları vardı onda. Kendine duyduğu öfke... İçinde kıvranan bir çaresizlik.
"Sen benim ufaklığımdın, Aslı." başını eğip, zorlanarak kurduğu bu cümleden sonra yutkunarak devam etti.
"Hayatının böyle şekillenmesini istemezdim. Ama bu durumda başka bir yol yok."
Gözlerimi ona çevirdim, ilk kez doğrudan baktım. Konuşmaya çalıştım ama kelimeler boğazımda düğümlendi. Neden böyle olduğunu bile bilmiyordum. Yiğit ne yapmaya çalışıyordu ki? Bir enkazı, başka bir enkazla mı tamir edecekti?
"Ufaklık dediğin birini öpemezsin," dedim iğneleyici bir ses tonuyla. Dudaklarımı sıkıca bastırarak gözlerimi ona diktim. Tutarsızlığı beni mahvediyordu. Sözde bir şey söylüyor, davranışları bambaşka bir anlam taşıyordu.
Sözlerim ona ulaştığında derin bir nefes verdi, başını hafifçe eğdi ve diz çöktüğü yerden doğrularak sandalyesine geri döndü.
"Karım da olsan ufaklığım olmaya devam edeceksin," dedi. Gözlerimin içine bakarak konuşuyordu ama bu, söylediklerini daha anlamlı ya da kabul edilebilir kılmıyordu.
Bir an için sustum, kelimelerinin anlamını çözmeye çalıştım. Ama sonra, kaşlarımı çatarak başımı yana eğdim.
"Bu gerçekten karın olmayacağım anlamına geliyor diye umuyorum," dedim.
Sözlerim bir meydan okuma gibiydi. Sözlerinin altındaki anlamı görmek istiyordum. Onunla yaşayabileceklerimin düşüncesi bile karnıma ağrılar girmesine sebep oluyordu. Kontrol edemediğim bir akışta kaybolmaktan çok korkuyordum.
Yiğit bir an durdu. Bedeni, beklemediği bir soruyla karşılaşmışçasına dondu. Gözlerindeki kararlılık yerini kısa bir tereddüte bırakmıştı. Dudakları bir şey söylemek için aralandı ama sesi çıkmadı. Bu sessizlik, söylediklerimden daha ağırdı.
"Üzgünüm..." dedi gözlerini bir an bile gözlerimden ayırmadan.
"Aslı," dedi Yiğit, sesi tok ve kararlıydı. Kelimeleri havada asılı kaldı, sanki kaçışı olmayan bir kaderi ilan ediyordu.
"Bu bir oyun değil. Benim karım olacaksın," dedi, sözlerindeki ağırlık sarsıcıydı. "Gerçekten. Her şey, her anı, her adımıyla... Bu, sadece bir anlaşma ya da bir geçici çözüm değil. Bu hayatımız olacak. İkimizin hayatı."
Sözleri üzerime devrilen bir duvar gibi hissettirdi. Nefesim kesildi, kalbim hızlandı. Bu kelimelerde bir kaçış yoktu, bir geri dönüş yoktu. Ne alaycı bir gülüşle yumuşatılmıştı, ne de bir açıklama için yer bırakıyordu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |