34. Bölüm

Arafta Sürüklenen Zevahir

ORENDA
orenda

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Kapıda gözlerinin içine bakan adama bir süre daha baktı. Suçlu muydu? En çok bunun cevabını bulamıyordu işte. Barbaros, çekip gitmek zorunda kalmıştı ama bu şekilde gitmek onu suçlu yapıyordu aslında değil mi? Eksik bir şeyler vardı bu hikaye de bilmediği, kafasını karıştıran bir şeyler daha olmalıydı. Aslında tam olarak empati kuramıyordu.

 

Böyle bir şeyin empatisi olur muydu üstelik?

 

Yanından geçerken bir an duraksadı. Kendine düşünceli ve çatık kaşlarla bakan adamla birkaç saniye göz göze gelse de hiçbir şey demeden içeri geçti. Veronica, uzun süredir durgun olan ruh halinden soyunup kurtulmuş, o eski neşeli haline geri bürünmüştü.

 

Şifa , Şahin ve Umay'ın da burada olduğunu bilmiyordu. Hakan görünürde olmadığına göre ya yurda dönmemişti ya da yuva dışındaydı. Duhan da yoktu üstelik. En kısa zamanda onu yalnız bulmalıydı. Alparslan'ın bilgileri de sınırlıydı, Duhan'da bulurdu bütün sorularına cevapları. Kafası çorba deyimi bu olsa gerekti ha!

 

"Şifaaaa!!! Hadi gel çabuk."

 

Veronicanın sesiyle Barbarosta takılıp kalan aklını toparladı. Veronica onu çekiştire çekiştire odasına götürmüştü.

 

"Sen niye beni odaya tıktın ki şimdi?"

 

Şifanın kısılı bakışları, Veronicanın kurnaz sırıtışında geziyordu.

 

"Leyla üsteğmenle ne oldu?"

 

Şifanın yeşil gözleri irileşmiş, kaşları farkında olmadan yükselmişti.

 

"Sen... Nasıl?"

 

Veronica sol eliyle kızıl saçlarını savurup, yatağına zarif bir hareketle uzandı. Tebasını selamlayan bir kraliçe gibi onu izleyen Şifaya göz kırptı.

 

"Bebeğim benim her şeyden haberim olur. Şimdi anlat bakalım sen niye kadını patates püresine çevirdin?"

 

Şifa dudağının kenarını kemire kemire bu konu hakkında konuşup konuşmamayı düşündü ama Veronicanın gittikçe çatışan kaşlarıyla "ufff tamam!" deyip yatağa kendini bıraktı.

 

"Alparslana baktı!"

 

"Hmmm..."

 

"Hımlama bana! Kocama baktı diyorum. Yanında dikilen beni bir tarafına takmadan ağrıyan başına ilaç vermek için odasına çağırdı!"

 

"İlaç?"

 

"Ona düştü sanki!"

 

"Haklı olarak kıskandın sende..."

 

"Ya sen kimsin de benim kocama bakıyorsun? Hayır ne bu lavobali tavırlar! Adam yüzüne bakmıyor sen niye gözünü dikiyorsun? Benim o benim! Terbiyesiz!"

 

"Evet bir miktar kıskanmışsın..."

 

"Dua et ben senin o gözlerini çıkarıp sektirmedim yerde! Beni görmezden geliyor birde! Bak şu ucuzluğa bak. Böyle minder öptürürler adama!"

 

"Bir miktardan sanki biraz fazla kıskanmışsın..."

 

"İyi mi oldu böyle ha? İyi mi oldu? Ay birde beni ezmeye çalışıyor Veronica. Görmelisin! Sözde öğrencilerine ders verir gibi benim kurduma poz kesiyor. Belini kırmadığıma şükretsin."

 

"Senin kurdun... O da güzelmiş."

 

"Ama o köpek de nasıl canımı sıktı! Bir de o kadar pislik ki benim suçum ne diyor. Kadına bir iki kere selam vermiş! Veremez efendim! Kendini böyle gözleriyle yiyen kadınlara selam falan veremez!"

 

"Kurttu sanki köpek mi oldu şimdi?"

 

Şifa bağdaş yapıp, dudaklarını büzüp bir de omuzlarını düşürerek kendini keyifle izleyen kadına baktı.

 

"Ben bu adama küsemiyorum Veronica. Az trip atayım dedim beceremedim. Acaba benim bu DNA' larımla fazla oynadılar da ondan mı böyle oldum? Yani şöyle bir baksak çok bir şey yok ama çok kızdım o anda. Al bak sana kadar gelmiş dedikodusu."

 

Şifa kendi kendine konuşup dururken Veronicanın nasıl eğlendiğini takip edemiyordu. Ama odayı çınlatan kahkahayla parmaklarını çekiştirmeyi bırakıp şaşkınca kadına baktı.

 

"Bebeğim, benim bildiğim kadarıyla senin işlenen yerlerin beyninle alakalıydı. Kalbine çok bir şey yapmadılar diye biliyorum ben."

 

Şifanın alık alık bakması daha çok güldürdü Veronicayı.

 

"Offf şaşkın ördeğim benim. Kocanı kıskanmış olman normal bir şey. Eşler birbirini kıskanabilir. Mesela senin köpek benden bile kıskanıyor seni. Normal mi? Bence değil ama ne yapalım o da öyle bir canlı."

 

Şifa küskün küskün surat astı.

 

"Köpek deme kocama."

 

Veronicanın kaşları kalktı.

 

"Biraz önce sen de köpek diyordun."

 

"Demedim ben öyle bir şey. Hem yüz vermedi kadına. Yani platonik bir durum. Bir suçu yok Alparslanın. Ben kadına kızdım. Çok ayıp bir şey! Yanında eşi var sen adamı süzüyorsun. Dünyada bekar erkek mi kalmadı?"

 

Veronica şaşkın, eğlenen bakışlarla yüz seksen derece dönen konuşma seyrine baktı sonra da iki büklüm kıvranacak şekilde bir gülme krizine girdi.

 

Şifa bir süre öylece baksa da sinir olmuştu bu tavrına.

 

"Gülmesene ya! Niye gülüyorsun? Of Veronica göz kenarların kırışsın da gör gününü!"

 

Son söylediğiyle Veronica yüzünü toparlayıp, sık sık parmaklarıyla yaptığı yüz yogasından bir kaç hareketi alnının ortasına, gülme çizgilerinin belirginleşeceği noktalarda ve göz kenarlarında yapmaya başladı.

 

"Senin yüzünden mermer gibi tenimde bir kırışıklık oluşsun parçalarım seni kıskanç sırtlanım."

 

Bir kaç hareket sonrasında kendine küskün bakan Şifaya iyice sokuldu.

 

"Kimsenin dedikodunuzu yaptığı yok, Hakan kısa süreliğine uğramış sanırım Umuta. O söyledi. Ayrıca yine tekrar ediyorum kocanı kıskanman çok doğal bir şey. Ben hiç bir bağım yokken bile yanından geçenlere selam verdi diye kalbimin sızladığını hatırlıyorum."

 

Sesindeki o eğlenen tını cümlenin sonuna doğru buruk bir hâl almıştı. Şifa uzanıp narin, beyaz elini kavrayıp kucağına çekti.

 

"Siz... Ne zaman sevgili oldunuz, Barbarosla Veronica?"

 

Sorup sormamakta tereddüt yaşadığı bir şeydi aslında bu. Veronicanın yüzünde gülümseme olsa da gözlerinden bir acı dalgası kayıp geçti.

 

"Sevgili mi? Bilmem..."

 

Şifanın kaşları çatılmıştı.

 

"Nasıl?"

 

Omuzlarını silken kadın kırk bir yaşında bir yetişkinden ziyade toy bir genç kız gibi göründü gözüne.

 

"Kabus görüyorum diye kaldığım odanın kapısında oturup bana Taçmahalin neden yapıldığını anlattı. Hera ile Leandrosu anlattı. Başka başka bir sürü efsaneden bahsetti. Hayatım boyunca hiç tadına bakmadığı şeyleri deneyeyim diye her gün farklı bir şey yedirdi. Öğrendiği dillerden şiirler okudu. Dua ile beraber kekemeliğimi yenmem için saatlerini harcadı benimle."

 

Veronica altın harelerinde ışıltısını yitirmiş bir hisle Şifaya çevirdi gözlerini.

 

"Baktı bana Şifa. Uzun uzun baktı ama sen benim sevgilimsin demedi ki. Zaten yarım akıllının tekiydim, ne anlayacaktım ki sevgililikten. Sadece çok... Çok güzel hissettirdi. Öyle anlarım oldu... Öyle zamanlar ki ben hepsinin bir hayal olduğunu sandım. Şimdi burda. Yirmi üç yıl yoktu ama şimdi yanıma gelip, bana yine o zamanlarda olduğu gibi bakıyor."

 

Şifanın yutmak istediği, dilini kırbaçlayan kelimeleri vardı.

 

"Belki... Belki gerçekten gelemedi. Bende sana nasıl baktığını görüyorum Veronica. Yanındayken bile özlemini çekiyormuş gibi içi gidiyor. Belki gerçekten çok zor..."

 

Veronica kırgın bir kıkırtıyla kesti Şifanın konuşma çabasını.

 

"Benim tatlı kalbini çok sevdiğim bebeğim. Senin kalbin kimseye kırgınlık, kin besleyemeyecek kadar parlak. Barbaros şu an benimle. Kalkıp bir anda gidiyor ama dönüyor da. Dönmeyebilir de. Bunları düşünmek istemiyorum. Yetinmeyi bilmek gerekiyor. İnan bunun için bazı zamanlar irademe küfretsem de minnettarım. Çünkü kaç yıl geçerse geçsin tüm günümü ondan nefret ederek geçirsem bile uykuya teslim olmadan önceki minicik bir anda yine adını fısıldayarak uyudum ben. Bazen böyle olur Şifa. Bazen bir taraf diğerine göre daha fazla aşkı sahiplenir. Ama bunları düşünmek istemiyorum artık. Aşk denklik peşinde koşmaz çünkü. Şu anıma şükretme olgunluğunu göstereceğim. Sen söyledin unuttun mu? Geçmişi geçmişte bırakmalıyız."

 

Birden ayaklanan kadınla Şifanın konuşmak için açılan ağzı kapandı.

 

"Hadi hemen güzel bir sofra hazırlamalıyız. Biliyorsun akşam yemeklerine bayılırım."

 

Ellerini çırpıp, düzgün olan saçlarını tekrar düzeltmişti Veronica. Biraz önce sesinden akan kırgınlığı şahit olmasa onun gerçekten çok mutlu olduğuna inanırdı Şifa.

 

Onu beklemeden çıkıp giden kadının ardından öylece baktı. Veronica yerine de kalbi kırıldı. Sebepleri olduğunu anlıyordu Barbarosun ama Veronica böyle bir kırgınlığı içinde saklamayı asla hak etmiyordu.

 

Gerçekten Barbaros bir anda ortadan yok olabiliyordu. Alparslan dahil kimse nereye gittiği hakkında zerre fikre sahip değildi. Sonra yine bir anda yuvada beliriyordu. Veronicanın içten içe buna ne kadar incindiğini düşündü. Her uyandığında yokluğuyla yüzleştiği adamın yine gelmeme ihtimali kim bilir ne kadar korkutuyordu onu?

 

Veronica ile beraber masayı hazırlarken onun şen hallerini gözünün altından izleyip durdu. Zerre kadar dışardan bakan bir göz derinlerine saklı olanları göremezdi.

 

Masada herkes yemeğini yerken bir süre ses çıkmadı hiç birinden. Sessizliği Barbaros bozdu.

 

"Var mı bize her hangi bir haberiniz?"

 

Şifa asıl merak ettiğinin günlükler hakkında ki düşüncesi olduğunu biliyordu. Soruyu Alparslan'a sorsa da gözleri sık sık kendi üzerine dönüyordu Barbarosun.

 

"Çok bir şey yok!"

 

Alparslan hiç bakmadan cevap vermişti bu soruya. Yemeğiyle ilgilenmek daha ilgi çekiciydi anlaşılan.

 

Onun ilgisiz tavrının aksine Veronica eğlenceli bir kahkahayla ilk Alparslana bakmış sonra da Şifaya çevirmişti bakışlarını.

 

"Aaa nasıl yok? Benim sincap görünümlü sarı panterim ortalığın tozunu attırmış. Adını anıp Şifa'yı sinirlendirmek istemediğim bir teğmeni elit elit paralamış."

 

Şifa kocaman gözlerle Veronica'ya bakıyordu. Geçip her şeyi ona anlatırken aklı neredeydi acaba? Sürekli onunla uğraşacağını bile bile yine aynı hataya düşmüştü. Şifanın pes eder gibi derin bir nefes alışı ve omuzlarını düşürüşü Veronicayı daha da keyiflendirdi.

 

Alparslan da burnunu kaşır gibi yaparak o sinir bozucu sırıtışı saklayamıyordu üstelik.

 

"Hiç nemrut suratınla beni susturacağını düşünme minnacık sırtlanım. Anlatsana saçlarını falan da yoldun mu, Umay bence dinlemek ister. Biraz daha detay ver lütfen. Yukarda anlattıklarınla hiç tatmin olmadım."

 

Barbaros ve Şahin keyifli bir ifadeyle kendine bakmış birde gerçekten anlatmasını bekler gibi kaşlarını kaldırmışlardı.

 

"Hayriye Hanımın, Ferhundeye arabanın camından uzanıp yolduğu bir sahne vardı. Offf... Bak nasıl canım çekti. Bir daha izleyim ben orayı."

 

Şifa şaşkın şaşkın konuşan Şahin'e baktı.

 

"Ne?"

 

"Kocası hapiste, patronuyla kırıştırıyor. Bence haklı bir yoluştu. Hayır zeki de bir kadınsın sen, eve yakın yerde niye oynaşırsın ki yasak aşkınla?"

 

Şahin masanın ortasında duran salatanın yarısını tabağına boşaltırken ciddi ciddi anlatıyordu birde.

 

"Şahin ben o kadını hiç sevmemiştim. Dedikoducunun teki!"

 

Şahin dolu ağzıyla başını onaylar gibi salladı.

 

"Kadın neyi kınadıysa yaşadı. İbretlik bir son."

 

Şifa gibi Umay da ikisine tuhaf tuhaf bakıyordu. Kimden bahsedildiği hakkında ise zerre fikri yoktu.

 

"Ne saçmalıyor bunlar?"

 

Şifa ne dese şu durum daha mantıklı görünür bilemedi. Alparslan ise dalga geçen, bolca da küçümseyen bir ifadeyle dinliyordu ikisini.

 

"Dizi Umay Başkan dizi. Biri çok radyasyonla haşır neşir, diğeri de kızıl saç boyasının vücuda verdiği zararların somut şekli. Takılma sen onlara, aramızda idare ediyoruz."

 

Şifa, Alparslanın yorumuyla kıkırdayınca Veronica, muntazam bir oranla alınmış kaşlarından birini kaldırıp Şifaya baktı.

 

"Sen karına bak istersen kurtçuk. Bu kız sağ duyulu biriyken şu an kadın parçalıyor ortalıkta."

 

"Öyle bir şey olmadı Veronica! Eğitim veriliyordu bende eşlik ettim. Mahalle kavgası dinlemek istediğine eminim ama hayal kırıklığınla uyuyacaksın bu gece!"

 

Şifa olanların böyle anlatılıp -Allah korusun- birde gerçekten böyle inanılmasına duyduğu korkuyla çıkışmıştı hemen Veronicaya.

 

"Nasıl öyle bir şey yok? Kadına resmen 'hantal,pasif ve beceriksiz' iması yaparak uygulama dersi vermişsin."

 

"Demek Hakan bir anlık görmüş! Görüntülü aradı değil mi o? Kaç yaşında insanlarsınız birde!"

 

Veronica yaş imasına hiç takılmayıp gülümsemeye başladı. Bir tilki kadar sempatikti gülüşü.

 

"Benimle dalga geçerek konuyu dağıttığının farkındayım. Alparslan, tarihin görüp görebileceği en gereksiz kurtçuğum sen anlatsana. Karın senin için nasıl savaştı, kahretsin bunu nasıl kaçırdım ben ya?"

 

Kadının hayıflanışı salondaki herkesin gülmesine neden olmuştu. Veronica şaka yapmıyordu üstelik. Bunu kaçırdığı için gerçekten tarlası yanmış bir köylü gibi ağıt yakası vardı.

 

Alparslan, Şifanın boynuna kolunu dolayıp iyice kendine yaklaştırdı bedenini.

 

"Valla kızıl bence de üzül kaçırdığın için. O sahanın daha önce böylesi ateşli bir ders görmediğine eminim. Teğmen en az on santim uzunken ve en az on kilo fazlayken nasıl öyle yere yapıştı fizik kuralları hala şaşkın. Hafiften bi tırsmadım değil ama. Benim hatunun tersi pis! İlk yanlışınızda yakar, acımaz."

 

Şifa kendini hapseden kollardan sıyrıldı ve ters ters yanında ki adama baktı.

 

"Uyarıyı kendine yap Alparslan, çünkü sana acayip kuruldum. İlk hatanda fena yakasım var."

 

"Tanrım! Altın parçacıklarıyla ödüllendirdiğin badem gözlerim neler görüyor? Ben seni tutuyorum bebeğim. Eğer toka olarak kullandığım bıçaklarımdan istersen çekinme al lütfen."

 

Veronica'nın sempatik bir ifadeyle başını yana yatırarak gözlerini kırpıştırmasına Umay bile o umursamaz halinden sıyrılmış şaşkınlıkla bakıyordu. İşaret parmağını kaldırıp Veronicayı gösterdi.

 

"Sizin düşmana ihtiyacınız yok dostum, evinizde besliyorsunuz. Yedirip, içirip ayağınızı kaydırsın diye ağırlıyorsunuz."

 

Bunu söylerken ki tipi, şok ve kabullenemeyiş içeren bir görüntü sergiliyordu.

 

Alparslan'da Umay'ı onaylayan bir baş sallaması ve iç çekişle cevap verdi.

 

"Bizi dışardaki fırtına değil içerdeki yel dağıtır. Veronica tam da o yel işte."

 

Veronica hariç herkesin anladığı cümle yine bir gülme sebebi olmuştu. Bacak bacak üzerine atarak kollarını bir birine dolayan kadın Alparslan'a aşağılayıcı bakışlarını göndermeye devam ediyordu. Ne demek istediğini anlamamış olması onu yeren bir söz söylediğini anlamayacağı göstermezdi.

 

"Yalnız küçük tırtılım, üzülüyorum senin için. Düşünsene hayatındaki ilk kadın kavgası bir adet embesil için asla harcanmamalıydı. Değen bir sebep çok şık olurdu. Böyle çok ezikçe."

 

Alparslan kadehini Veronicaya doğru kaldırıp bir yudum aldı.

 

"Veronica, senin için hiç kavga etmeyip benim için ortalığın dumanını attırması nasıl kıskançlık krizlerine sokuyor seni, bir daha anlatsana."

 

"Seni kıskanmak mı? Tatlım seviye farkımız bile buna izin vermez. Bir bana bak, aurama, enerjime bir de sendeki serseri tipe. Kıskanmam için bana fark atacak meziyetin olmalı. Malum ben kıskançlık gibi değerli duygularımı da oldukça özel ve nadir canlılar için kullanırım."

 

Bir çok insan için kavga nedeni olabilecek bu uzun tirat, Alparslan'a çok büyük bir keyif veriyordu. Şifa'yı ondan kıskandığını ve her fırsatta saldırdığını onun gibi odada ki herkes çok iyi biliyordu.

 

"Kızıl, kıskançlık duyguların üzerine istersen eğitim vereyim sana zira saklamakta aşırı başarısızsın. Bilirsin bizim işte duyguları ve ifadeleri gizlemek en büyük artıdır."

 

Veronica saçları gibi kırmızıya dönüşen yüzüyle adama dik dik bakmayı kesmiyordu. Gelip küçük kızını ondan uzaklaştırmış bu da yetmemiş herkesin içinde onunla dalga geçiyordu demek. Alparslan'ı öldürse Birlikte yokluğu fark edilir miydi acaba? Bir düşmanı izler gibi Alparslanı izlerken Şifayla konuşmaya devam etti.

 

"Şifa, nasıl yapıldığını bilmiyorum ama bu adamı boşarsan hesabına beş yüz bin Euro anında geçiş yapar. Miktar konusunda sıkıntı olursa eminim anlaşırız. Duhan'ın hesabına da erişebiliyorum istediğin artışı yapabiliriz."

 

Seken topu izler gibi ikiliyi izliyordu salondakiler. Alparslan canlı çıkar mı bu savaştan diye düşünen Şahin, bahis açmayı aşırı istiyordu. Keşke Hakan burada olsaydı da bahis işini kursaydı. Bunu dillendirecek kadar kendi delirmemişti ama Hakan delinin teki olduğu için sorun olmayacaktı.

 

"Tahminen ne zaman biter iki yaş sendromunuz. Veronica, birkaç dakikaya ayaklarını yere vurarak 'Bu çocuğu dövsünler' diyeceksin diye korkmaya başladım."

 

Umayın ağzını açmasıyla kızılın Alparslan'a fırlattığı oklar ona dönmüştü. Hiç etkilenmediğini göstermek isteyen Umay tek kaşını kaldırarak aynı diklikte karşılık verdi.

 

"Gelelim asıl meseleye. Şifa, günlükleri gördün. Ne düşünüyorsun?"

 

Şifa silkelenerek kendini toparladı. Biraz önce yüzünü kaplayan eğlenen ifade gergin bir hâl almıştı.

 

"Bir şey düşünemiyorum açıkçası. Beklediğim bu muydu onu bile anlamadım. Ceduceus alıştığım bir şekil ama hamsa neden var. Ben bir şeklin ne ifade ettiğini bilmiyorken bir de hamsa çıktı. Diğer yandan kulübemde de var, çizmekten büyük bir keyif alırım. Zihnimi düşünmeye kapattığım her an çizdiğim iki resim bana ne anlatmak istiyor bilmiyorum ki."

 

Umay ciddi bir ifadeyle hiç bir tepki vermeden söylediklerini dinlemişti. Bu sırada konuşmaya Barbaros dahil oldu.

 

"Diğer yedi dokuma hakkında ne düşünüyorsun?"

 

"O zaten başlı başına bir sorun. Ben harf ya da sayı beklerken karşıma sadece bir çok inanışta yeri olan ilk harf çıktı. Neden? Hiç bir çağrışım yapmıyor."

 

Barbaros iki elini çenesinin altında birleştirip kafasından geçenleri bir hizaya sokmaya çalıştı. Doktor nasıl bir sırrın içine sakladıysa sırrın sahibi bile karmakarışık bir hâl almıştı. Şifanın mahcubiyeti canını sıktı ama. Böyle kendine yüklenmesini istemiyordu asla.

 

"Zaman ver kendine. Biz doğru yere bakmıyoruz bence. Tam olarak gözümüzün önünde olanı göremiyormuşuz gibi hissediyorum."

 

"Ne demek istiyorsun?"diyerek Alparslan da ikilinin konuşmasına dahil olmuştu.

 

"O kadın hakkında azıcık bile fikir sahibiysem dalga geçmiştir bizimle. Şifa çözdüğünde, hepimiz nasıl anlayamadık diye düşünüp kendimizi yememizi amaçladığına eminim."

 

"O kadın diye bahsettiğin benim annem farkında mısın Barbaros?"

 

Barbaros, Şifanın buz gibi bir gerçeği fark etmesini sağlayan o anı yaşattı. Hiç tanık olmadığı bir duruş, bakış ve üstünlükle Umaya cevap verişi gerçekten Barbaros hakkında hiç bir fikri olmadığını anlamasına neden olmuştu.

 

"Farkındayım Umay! Senin annen olması onu sevmemi, saygı duymamı gerektiren bir etken mi?"

 

Bu Umay'ı da bir an duraksattı. Barbaros, onunla hiç muhatap olmazdı. Gerçi bu adam kimseyle çok iletişim kurmazdı ama ilk kez annesi hakkında bu kadar keskin konuşmuştu. 'Neden?' demeden duramıyordu insan. Bu adam annesinden neden tükürür gibi bahsediyordu?

 

Barbaros'un bu keskin tavrı odada ki herkes için şaşırtıcıydı üstelik. Sakinliği ve zekasıyla bilinirdi bu adam herkes tarafından. Ama şimdi Umay'a her an saldıracak kadar sinirli bir yüz ifadesiyle bakıyordu.

 

"Sakin mi olsak! Ne oluyor Barbaros?"

 

Şahin'de şaşkındı ama Barbaros'un tepkisine değil bunu alenen göstermesine anlam veremedi. Gözlerini ona bakan toprak renginden ayırmadan uyarıcı bakışlar atmaya devam etti. Şu an durgun olan suların bulandırılması çok yersiz olurdu.

 

Gerilen ortamda iğne düşse yere gürültülü bir kalabalığa neden olacak gibiydi. Şahin gözlerini Barbaros'tan ayırmadan konuşmaya başladı.

 

"Çekirge bana dizi izleme sözün vardı. Ne zamandır bakamıyorum. Firdevs Hanım'ın kumarda yakalanışı dedik ama onu Neclan'ın Oğuz'a kaçarken Leyla'ya fırlattığı pembe manto sahnesiyle değiştirelim."

 

Şifa Barbarostan ayırdığı gözlerini ilk Şahin'e çevirdi. Sonra yanında hiç tepki vermeden oturan kocasına baktı. Alparslanın kapanıp açılan gözleriyle Şahin'e geri döndü.

 

"Çok saçma bir soru olacak biliyorum ama neden o bölüm?"

 

Şahin esefle kınayan bir bakış attı kıza. Böylesi bir ayıbı nasıl yaptığını sorgulatan bir bakış.

 

"En başından beri kuruluyodum o kıza. Oh çok iyi oldu. Babasına Oğuz'un koynundayken 'dersanedeyim' dediğinden beri süründüğü bölümleri bekledim ben. Hem o ne paçoz hareketlerdi öyle kız kardeşine, azıcık parayı bulunca sadaka niyetine eskilerini vermek falan. Hadi delirdiği bölümler en sevdiğim kısım."

 

Şahin'in amacını bildiği için hiç tepki vermedi Alparslan. Veronicanın kilitlenmiş gibi Barbarosa bakıp durması da iyi değildi. Dikkat dağıtmak ister gibi sandalyesini sesli bir şekilde geriye doğru itip ayaklandı.

 

"Ben uyumaya gidiyorum. Şifa bir bölüm sonra gelmiş ol güzelim. Bu ruh hastasının takıntıları var. Üç bölüm bitirmeden su içmeye gitmez."

 

"Bu zamanın gençlerinde edep haya kalmamış. Oğlum on küsür yıl büyük adama duyulan saygı bu mu?"

 

Merdivenlere doğru yönelmiş olan Alparslan ilk basamağa adımını atarken durup, geri döndü.

 

"Sen o hakkı İran sınırında uyuşturucu sevkiyatı yapan tırları havai fişeklerle patlatıp son ses 'lorke' oynarken kaybettin. On yedi yaş travmam sensin Şahin, konuşturma istersen beni. Sessiz duruyorsun diye kirli çamaşırlarını ortaya dökmeyeceğim sanma."

 

"Besle kargayı, dönüp oysun anayı. Oğlum eğitim için alıp götürmüşüz seni, gözün korkmasın diye karnavala çevirmişim ortamı, bu mu lan teşekkürün?"

 

Şifa 'beyin yanma' deyiminin aslında bir deyim olmadığına emin oldu. Çevresindeki herkes ağır kaçıktı. Bunun başka izahı olamazdı. Belki de bu olan her şey bir tımarhanede olmasının sonucuydu. Şifaymış, yılanlarmış, birlikmiş belki de deli olduğu için başına geliyor olabileceğini ciddi ciddi sorguladı. Halüsinasyondur belki de etrafında olan her şey.

 

"Siz ne çeşit bir manyaksınız? Kalk Şahin! Kalk gidip izleyelim ne izleyeceksek. Hepiniz haplanıyorsunuz hepiniz!"

 

Şahin kıza bakıp, yaşlı teyzeler gibi cık-cık sesleri çıkarıyor, kınayıcı ifadesini asla bozmuyordu.

 

"Körle yatan şaşı kalkardı eskiden. Şimdi tedaviye kapalı bir ağmalıkta kalkıyor. Devir çok bozuldu. Gel dizimizi izlerken fabrika ayarlarına döndürelim seni."

 

Kolundan tutup, kendine ördek gibi bakan kızı sinema odası olarak kullanılan odaya sürüklemeye başladı. Şifa derin bir nefes alıp bıkkınlıkla bıraktı. Deli Leyla'yı izlese kendine gelirdi muhtemelen.

 

 

********

 

Gün ağarırken Alparslan, kolunu yatağın dolu olması gereken yerine attı. Tenine çarpan soğukluk ve boşluk uykunun tatlı koynundan çıkmasına neden olmuştu. Gözünün biri kapalı hâlde başını kaldırıp odayı turladı bakışları. Camın kenarındaki boşluğa oturmuş, elinde kahvesiyle dışarıyı izleyen Şifayı görünce kaşları derince çatılmıştı.

 

"Perim! Ne yapıyorsun orda?"

 

Derin düşüncelerden kopup kurtulan Şifa, hafif bir sıçramayla yatağa döndü. Üzerindeki ince t-şörtün yakası kaymış, saçları dağılmış ve gözleri şişmiş adam gözüne çok sevimli göründü.

 

"Düşünüyorum Alparslan."

 

Adam elini yatağa pat pat vurarak, kızın yanına gelmesini söylemiş oldu. Şifa da bu sessiz çağrıya uydu. Elindeki fincanı yatağın yanındaki komodinin üzerine bırakıp yatağa yerleşti. Saat beşi yeni geçiyordu.

Alparslan, kollarından tutup Şifanın sırtı göğsüne gelecek şekilde sarmaladı. Elleri karnını okşayıp onu rahatlatmak istiyor gibiydi.

 

"Şimdi o aklında ne varsa dök bana. Tek başına ağır gelmiş belli, beraber hafifletiriz."

 

"Bilmediğin bir şey değil aslında. Günlükler kafamı karıştırıyor. Resimleri geçtim ama 'elifler' ne demek istiyor bana?"

 

Alparslan ensesine dudaklarını bastırıp bekledi bir süre. Şifayı öpmeyi çok seviyordu ama onları bir birine bağlayan son bileşenin bulunduğu yerde dudaklarını dinlendirmeyi her şeyden çok seviyordu.

 

"İşte senin kocanında elini ayağını bağlayacak bir şey varmış peri hanım. Burada bende tıkanıyorum. Bir birinin aynı, gri ve tonlarında onlarca elif ne demek ister bize? Gözümüzün önünde gibi bir his var içimde."

 

"Bilmece oyununun içinde gibiyiz Alparslan. Doktorun ruh halini bana anlatacak biri olsa keşke. Umay bu konu da bana istediğimi veremeyecek."

 

"Onu nerden çıkardın?"

 

"Bilmiyorum! Ama o çocukluğuna ihanet edilmiş bir kadın. Bizzat annesi yapmış bunu. Sadece sarhoşken kızına annelik etmiş, onda da bir kaç anı anlatarak. Umay da annesi ona ne kadar verdiyse o kadar tanıyor doktoru."

 

Bir kaç dakika sessizce sarıldılar sadece. Şifa'nın zihni karma karışıktı. Gözlerini ne zaman kapatsa resimden fırlayacakmış gibi duran kara yılanı ve elifleri görüyordu.

 

'Gri Elifleri!!!'

 

Bir anda yataktan fırlayıp deli gibi odanın içinde volta atmaya başladı. Alparslan çatık kaşlarıyla kızı izliyordu ve karnını esir alan heyecanın sebebini merak ediyordu. Henüz soru sormadan Şifa ona döndü.

 

"Alparslan gözümüzün önünde. Alparslan, sen muhteşemsin." diyerek hızla adamın dudaklarına anlık bir öpücük bırakmıştı.

Alparslan ise öylece bakıyordu.

 

" Allah'ım nasıl anlamayız? Kilim Alparslan gri ceduceus işlenmiş kilim!"

 

Şifanın yüksek çıkan sesiyle Alparslan da oturduğu yerden ayaklanıp tam karşısına geçti. Gri elifler! Gri ceduceus dokuması kilim!

 

"Hassiktir! Ne oluyor lan? Kilim aslında günlüklerle mi bağlantılı diyorsun sen şimdi?"

 

Şifa alt dudağını ısırıp, yeşil gözleri odaksız odada dolaşırken başını aşağı yukarı salladı. Bir çok şeyi aynı anda düşündüğü her halinden belliydi.

 

" Mutlaka öyle olmalı. Prag'da görünce beynimde ziller çaldırdı o kilim. Sebepsiz olamaz! Onun aksine elifler sadece boşluktu benim için. Eksik bir his vardı içimde. Tamamlanmamış bir puzzele o son parça olmazsa nasıl yarım görünür? Öyle bir his. Bin parça puzzele yaparsın ama o son parça en özel parça olur ya işte o histi içimdeki. Doktor zamanı gelince o şatoya gideceğimi biliyordu. "

 

Alparslandan uzaklaşıp baş parmağının kenarını ısırarak odanın içinde dolaşmaya başladı. Konuşuyordu ama muhatabı kendiymiş gibiydi.

 

"Onu tanımak için ordan başlayacağımı biliyor. O yüzden kilim Birlikte değil de kendine ait bir yerde duruyordu. Hanedanlığın koruduğu bir şatoda kilim. Yıllarını vermiş. Her detayını hesaplamış. Onu öldüğü noktada arayacağım, beni tanıyor."

 

Şifa öylece odada üçer adımla volta atarken Alparslan kolundan tutup kendine bakması için durdurdu. Kaşları çatık ve düşünceliydi. Şifa'yla bu konuyu konuşmanın erken olduğunu biliyordu ama bilmeden büyük açık vermelerine neden olabilirdi de.

 

"Şifa günlükleri çözene kadar düşündüğün, hissettiğin, bulduğun hiç bir ip ucunu dillendirme güzelim olur mu?"

 

Dilinden dökülenlerle Şifa öylece kala kaldı. Kısık bir sesle " neden?" diyebildi sadece.

 

Alparslan sıkıntılı bir soluğu ciğerlerinde tutup, sertçe bırakınca başını iki yana salladı.

Tekrar ellerinden kopan elleri avuçladı.

 

"Emin değilim, dillendirmek için çok erken belki de ama Barbaros, Umaya karşı tepki gösterdi yemekte. Barbaros hiç bir duygusunu belli etmez!"

 

"Ne oluyor Alparslan?"

 

"Şifa yirmi üç yıl önceki ihanet devam ediyor olabilir. Köstebekler bulundu, temizlendi denilmiş ama Barbaros ve ben Suriye'ye gittiğimizde o yüzden oldukça geç döndük. Barbaros sınırı geçer geçmez ayrıldı yanımdan. Sırbistan'a gittiğini bir şekilde öğrenince sadece küçük bir yardım istedi. Barbaros hâlâ bir şeyler arıyor. Güneş bir kez ihanete uğradı çok fazla kayıp yaşandı. Akşam Umaya verdiği tepki canımı sıktı."

 

Şifa ne diyeceğini bilemedi. Bu çok büyük bir suçlamaydı aslında. Belki de en çok güvendikleri kişiler bile zan altında kalacak kadar güçlü bir suçlama. Birlikte en üst kademede olmayan kimse Şifa'yı yada projeyi bilmezken kim olabilirdi ki?

 

Kızın beyazlayan yüzü, titreyen elleriyle Alparslan da gerildi.

 

"Endişe etmeni gerektirecek bir durum yok ama emin olmak zorunda. Barbaros kısa zaman sonra kardinalden belirlenen adamla görüşecek. Bilgi için destekleyeceğim, bu arada Duhan dahil kimse arayışta olduğunu bilmiyor. Hâlâ bilgi akışı var mı yok mu emin olacak ama o başka bir şeyin daha peşinde. Tamamladığında birliğe açıklayacaktır."

 

"İhanet eden bizden olamaz değil mi?"

 

"Bunu söylemek için çok erken. Barbaros'un gücünden bahsettim sana. Eli kolu çok uzun, yeterli bilgiyi topladığında Birliğin içini ben tarayacağım. Sızıntıyı bulana kadar günlükleri ayrıştır ama tek kelime etme. Beklediğimiz bir uyanış var üstelik, neyle karşı karşıyayız bilmiyoruz. Nasıl tepki verecek vücudun, beynin bilmiyoruz. Kendimizi sağlama almak zorundayız. Seni güvende tutmak zorundayız. Tamamen projeden haberdarlarsa ve sessizce bu kadar yıl bekledilerse amaçları senin gücünün ortaya çıkmasını istemeleri. Şu anda kimsenin işine yaramıyorsun, ama uyanıştan sonra şifanı kontrol edebildiğinde nükleer bir silah bile yanında torpil sayılacak."

 

Şifa'nın titreyen bedeni, yüzündeki soğukluk ve göz bebeklerindeki büyüme korkusunu canlı hale getiriyordu. Ama bu korkunun kendi yada canının emniyetiyle ilgili olmadığını biliyordu Alparslan. Şifa canı saydıklarından birinin ihanetinden korkuyordu.

 

"Şifa, panikleme! Yuvadan olmama ihtimalini göz ardı edemeyiz. Dokuz üs lideride biliyor seni, haini aramak için çok seçenek var. Sadece bazı şeyler Türkiye üssünde muhafaza da bizi sıkıntıya sokan bu. Duhan dahil hiç birimiz dokuz liderin ne kadar içimizde olduğunu bilmiyoruz. Barbaros, ne kadar derine inebilir ona göre çemberi daraltıp göreceğiz."

 

Herkes olsundu! Hiç önemi yoktu ama yuvadan kimse bu pisliğe kıyısında, köşesinden bulaşmış olmasındı. Bahsedilen küçük bir ihanet değildi. Vatana hainlik edilmiş, anne ve babası dahil bir çok emekle yetiştirilen insanın kanına girilmişti.

 

"Ne yapacağız şimdi?"

 

"Sabırla Barbaros'u bekleyeceğiz. Bu sırada günlükleri muhafaza edecek bir yer oluşturmamız lazım. Çok fazla ortadan kayboldum Şifa. Doğu sevkiyatlarını sağladığımız limanlarda sıkıntı baş göstermeye başladı. Gidip yine düzene sokmam lazım."

 

"Ne demek bu?"

 

Şifanın çatılmış kaşlarıyla Alparslan gözlerini kaçırdı. Sonra geri Şifaya baktığında daha dirençliydi siyah gözleri.

 

"Başkan senin için öyle basit bir durumdan bahseder gibi söyledi ama bizim en sağlam kaynak akışını yaptığımız Cezair limanı kontrolden çıkmış durumda. Bunları düşünmeni istemiyorum, halledemeyeceğim bir mevzu değil. Yokluğumda günlükkeri ve seni koruyacak en doğru yeri bulduğumda içim rahatlayacak. Barbaros haklıysa Umutta bırakamam seni!"

 

Şifa bir süre düşündü. İyi saklanılacak, bilgi sızmayacak emniyetli bir yer. Umut dışında neresi olabileceğini ayrıntılı düşünmüş olacaklarını biliyordu.

 

"Alparslan, devlet ne kadar yanımızda?"

 

"Ortaya çıkıp,deşifre olmadığımız sürece Güneş'in müttefiki. Neden sordun?"

 

"Bir yerde okumuştum. SAT komondoları ile ilgili bir hikaye. İsmi verilmeyen bir devletten alınan bilgileri üç komondo kaçtıkları sırada öyle bir saklamışki peşlerine düşen bir ordu ajan en son raporlarını 'yakarak imha edildi' olarak sunmuş dosyalarına. Ama gerçek aylar sonra büyük bir toplantıda dosyalar ortaya çıkınca anlaşılmış. Görevlendirilen ajanlar, yaptıkları tüm araştırmaları aşıp muhafazalarının devam etmesini 'imkansız' diye adlandırmış. İşin en tuhaf yanı ise belgeler son ana kadar o devletin kasasındaymış. Ordu bir şeyi saklamak isterse..."

 

Alparslanın ilgiyle izleyen yüzü son söyledikleriyle duvar düz bir hâl aldı.

 

"Nerden biliyorsun sen o görevi?"

 

"Bu başka zamanın sorusu olsa olmaz mı Alparslan?"

 

Şifanın suçlu bakan gözleri aslında açıkca neler olduğunu belli ediyordu. Şifa'nın da kendi sırları olduğu ve göründüğü kadar her şeyden uzak olmadığı Alparslan'ın yüzünde patladı.

 

"Sen de o görevin içindeydin. Başka türlü bunu bilemezsin. Böylesi kayıtlar tutulmaz, sende içindeydin."

 

Şifa iki yana salladı başını.

 

"Faal olarak değil,siber olarak."

 

Alparslan kimliksiz bir şekilde bir kaç görev aldığı bilgisini Duhandan alıyordu. Eğitim amaçlı, onu zorlamayacak görevlere dahil edilmesini destekliyordu da. Ama şu an düşündüğü kısım bambaşkaydı. Tek gözü kısılmış, her hangi bir şey söylesin diye onu bekleyen Şifaya doğru dudağının ucuyla gülümseyerek baktı. Şifanın bilmeyerek de olsa gösterdiği yön günlükler ve Şifa için gerçekten biçilmiş kaftan olabilirdi.

 

"Eğer Umut günlükler için tehlikeliyse ordudan destek alınır mı sence?"

 

Şifa merakla cevap beklerken Alparslan başını iki yana sallayıp, Şifayı boynundan tutarak kendine çekti. Alnına sesli bir öpücük bıraktı.

 

"Daha iyisini yapacağız bebeğim. Aklını yerim senin..."

 

Ertesi gün Alparslan oldukça erken saatlerde yuvadan çıkmıştı. Veronicanın da Barbaros hakkında hiç bir bilgisinin olmayışı Şifaya sabaha karşı konuştukları konuları hatırlattı. Tüm gününü kulübesinde geçirirken Veronica mutfağa girmişti.

 

Veronica için günün en kıymetli saatleri akşam yemek zamanlarıydı. O yüzden hazırlanan masa, kraliyet konseptine çok uygundu. Yemeklerle bizzat ilgilenmiş, masanın dizaynı onun ellerinden çıkmıştı. Herkesin en sevdiği şeyler 'tabi birbirine yakışması kaidesiyle' hazırlanmış servis için bekletiliyordu. Saçları, makyajı, elbisesi ve tabiki ayaklarına çok yakışan topuklu ayakkabılarıyla özel bir davetin temsilcisi gibiydi.

 

En son Barbaros ve Alparslan aynı anda giriş yaptı yuvaya. Sadece Hakan'ın olmayışı dertti ama o da geldiğinde yeni bir yemek düzenlemek Veronica için hiç de zor olmazdı zaten.

 

Duhan'ın yorgun baksada keyifli yüzü Şifa'nın hoşuna gitti. Bu gece Duhan'ın keyfinin yerinde olmasına ihtiyacı vardı. Ne de olsa kaçırmak konusunda bizzat parmağı olacaktı. Ara ara gözleri Umay'a kayıyordu. Kadın oldukça durgundu. Şahin dahil kimseye bulaşmıyor, sessizce yemeğini yiyordu. Sebebini istemsizce merak etti.

 

Gece ilerleyip herkes dağıldığında Şifa, Veronica'nın odasına girdi. Biraz sohbet edip zaman kazanmak istiyordu.

 

"Veronica! Yarım saat sonra Barbaros'u da alıp Duhan'ın çalışma odasına gelir misiniz? Sizinle konuşmak istediklerim var."

 

"Hayırdır çiçeğim, sorun mu var?"

 

"Buna geldiğinizde siz karar verseniz daha iyi olacak gibi. Çok geç kalmayın olur mu Veronica?"

 

Dikkatli gözlerle onu izleyen kadın sadece başını sallayarak onaylamıştı. Şifa odadan çıkınca mutfağa gidip iki kahve hazırladı. Elindeki tepsiyle Duhan'ın çalışma odasının kapısını tıklattı. İçerden gelen sesle girip adamın karşısına oturdu.

 

"Kahve yaptım bize. Dayı, yeğen hiç zaman geçiremiyoruz son zamanlarda."

 

Gözleri uykusuzluktan kızarmış olmasına rağmen önünde kalın kalın iki klasör bulunan adam küçük bir tebessümle kahvesine uzandı.

 

"İyi yapmışsın miniğim. Çok yoğun bir dönemdeyiz, sürekli yurt dışı seyehatleri de eklenince seni ihmal ettim."

 

"Çok çalıştığının farkındayım dayı, sitem etmiyorum sana. Sadece özledim, bir süre seninle olmak istedim."

 

 

Duhan karşısında masum masum onu izleyişinde, saçlarında, gözlerinde dolaştı yine. Özlem gidermek gibi bir seyredişti bu. Diğer yarısına olan özlemine su serpen bir iç çekiş...

 

Şifa, Barbaros'a bahsettiği kadarıyla Duhan' a da günlüklerden bahsetti. Konuyu bir şekilde Barbaros'un gidişine getirdi.

 

"Duhan, bu gidişler görev değil mi?"

 

Soruyu anlamadı adam.

 

"Hangi gidişler?"

 

"Hepinizin sorumlulukları var ama bir şekilde haberdar ediliyoruz. Barbaros ise... Bilmiyorum! Çok anlık yok oluyor ve bir anda karşımıza dikiliyor. Dikkatimi çeken şey nereye gittiğini bilmiyorsunuz ama hiç de sorgulamıyorsunuz."

 

Duhan sıkıntılı, derin nefes çekti ciğerlerine. Anlamıştı aslında neyi sormak istediğini ama anlamamış olmayı dilerdi.

 

"Gitmesi gerekiyorsa gider."

 

Şifa sadece kışkırtmak için bir cümle kurdu.

 

"Başka biri yapsın, Barbaros şart mı?"

 

Duhanın duruşu dikleşmiş, elindeki kahve fincanı biraz sert bir şekilde masaya bırakmıştı.

 

"Şifa ne sormak istiyorsan açık açık sor! Dolandırmaya çalışma."

 

Şifa da elindeki fincanı masaya bırakıp geriye doğru yaslandı. Bacak bacak üstüne atarak duruşunu ve bakışını dikleştirdi. Asıl meseleye gelmeleri iyi olmuştu.

 

"Barbaros kim Duhan?"

 

Duhanın sıkılan dişleri, gerginleşen çene hattından belli oluyordu.

 

"Bu soruyu sorduğuna göre biliyorsun Şifa!"

 

Duhan da en az Şifa kadar sert bir üslupla karşılık vermişti. Bu bilgiyi nerden öğrendiğini düşünmesine gerek yoktu aslında. O çocuk gerçekten ağır bir cezayı hak etmiş oldu böylece.

 

"Veronica'ya söyleye bilirdiniz. Barbaros'un babamın isteği sonucu gönderildiğini, buna mecbur bırakıldığını anlatabilirdiniz. O kadın gözünün önünde yıllarca acı çekmiş nasıl susabildin? Hiç mi için acımadı? Terk edildiğini sanmasına hepiniz göz yummuşsunuz. Hâlâ adam çıkıp gidiyor ve korkuyla ya dönmezse diye bekliyor. Bu kadar zor mu Veronicaya güvenmek?"

 

Duhan sertçe elini masaya geçirmişti. Çıkan ses duvarlarda yankılandı.

 

"Sen ne biliyorsun? Neyi, ne kadar biliyorsun? Meselenin Veronicaya güven olduğu fikrine nerden kapıldın? "

 

"O zaman söyle! Yıllarca gelmedi bu adam, sebebini bilmeye hakkı yok mu?"

 

Duhan masada olabildiğine öne eğilip, Şifanın gözlerine öfkeyle baktı.

 

"O adam neler yaşamaya gitti haberin var mı? Tek hayali dünyayı gezmek, sevdiği kadınla evlenmek, aile kurmak olan adama ne yaptırdılar biliyor musun? Ben bir çoğunu bilmiyorum mesela! Çünkü yasak! Çünkü herkes kendine kadarı bilmezse yıllardır canla başla uğraştığımız her şey mahvolacak! Hiç düşündün mü onun açısından? Veronicaya neden söylemiyorsun demek kolay! Karıncayı incitemeyecek merhametteki adamın kadın pazarlaması gerekti. Veronica paramparçayken görmüş adam için ne demek bu? Uyuşturucu sevkiyatlarını yönetmesi, organ kaçakcılığının en kuvvetli ayağı olması gerekti. Pisliğin en dibine girerken temiz kalamıyorsun. Karşısında çocuklar dahil yüzlerce masuma eziyet edilirken zevk alıyormuş gibi izlemesi lazımdı. Üç yıl Macerista da ölüm taciri olsun diye canına okundu! Ne diyeceğiz Veronicaya?"

 

Şifa gözlerini bile ayırmadı karşısında hiddetle konuşan adamdan. Yüzü duvar kadar ifadesizdi ama farkında olmadığı bir damla kaymıştı yanağından aşağı. İçinde kopan bir fırtına, büyük bir korku vardı.

 

O çok büyük bir hata yapmıştı! Şifa Veronicaya iyi gelebilecek olma umuduyla öyle büyük bir hata yapmıştı ki bacakları titriyordu.

 

Duhan ip inceliğinde kayan damlalara bakıp gözlerini kapattı. Hiddetini tutmak için derin derin üç nefes aldı. Gözleri açıldığında daha sakin bir ifade oturttu yüzüne.

 

"İstemedi, bilmesini istemedi miniğim. Bizde saygı duyduk. Tecavüzden, şiddetten kurtarıp iyileştirdiği kadına onlardan daha beter olacağını söyleyemedi. O bir elçi ama aynı zamanda ölüm taciri de. Tek bir görevi daha var. Ne olduğunu bilmediğimiz, nihayete erdirmeden kendini ifşalayamayacağı çok önemli bir görev."

 

"Ama..."

 

Ne diyecekti? Ama bu haksızlık mı? Neden bunları yaşıyorlar diye isyan mı? Birileri kendinden vazgeçmezse gelecek kurtulmuyordu. Şifa bunu yaşayan, yaşamak zorunda olan bir çok insandan biriydi sadece. Geleceğe dair bir inanç için annesini ve babasını kaybetmiş bir kız çocuğuydu. Bayrak için canını feda edenler, ülke için, toprakları için doğru ya da yanlış verilen görevleri yerine getirenleri yargılamak kimin haddineydi ki.

 

"Dayı..."

 

Sesindeki pişmanlık, acı elle tutulacak kadar somuttu. Duhanında kıyamadığı buydu ya.

 

"Taç Mahalde evlenme teklifi etmeyi planlarken ben ona Hindistan'a gidip çocuk ticaretinin başında olmasını söyledim Şifa. Aynada yüzüne bakamayan bir adam sevdiği kadına bunları söylemek istemiyorsa saygı duymak lazım. Saygı duy ve sus!"

 

Çok büyük bir yangının içine kendi taşımıştı bedenini. Tek kelime edemeyişi, dudaklarını kanatırcasına ısırışı pişmanlık yüklüydü. Şifa bilmeden çok büyük bir hata yapmıştı. Şifa Veronica'yı geçmişin ısırgan otlarından kurtarayım derken Barbaros'a küflü bir bıçak saplamıştı.

 

"Çok... Çok özür dilerim. Ben sandım ki... Çok özür dilerim..."

 

İçeri odayı kaplayan sessizlik tir tir titreyen iki bedeni acıdan sızlattı. Duvara sırtını yaslayan bir Barbaros, iki eliyle adamın dudaklarını kapatan, alnını adamın çenesine yaslayıp kanlı yaşlar akıtan Veronica...

 

Kadının ellerine doğru süzülen sıcak tek bir damla acısını katmerliyordu. 'Keşke' dedi kalbi, 'keşke terk etseydi, sevmeseydi, aldatsaydı ama yüreğindeki merhamete aşık olduğu adamı bunlara mecbur bırakmasalardı.

 

Ara ara haberleri çalınmıştı kulağına. Ölüm uçurumunda gözü kapalı durduğu anların hepsini bilmese de bir kaçına denk gelmişti. Ağabeyinin ona bıraktığı kanlı miras ve içindeki iyi olan Barbaros'la yaşadığı her çatışma ölüme yol açmıştı demek. Bedenine kendi elleriyle açtığı yaraları düşündükçe iniltili bir hıçkırık daha döküldü ruhundan.

 

Kendi acı çektiğini sanmıştı, ne aptaldı! Halbuki sevdiği adam yirmi üç yıl cehennemi dünyada yaşamıştı...

 

Bölüm : 25.12.2024 19:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
ORENDA / ŞİFA / Arafta Sürüklenen Zevahir
ORENDA
ŞİFA

51.04k Okunma

6.36k Oy

0 Takip
47
Bölümlü Kitap
Feda Edilmiş Hayatların MucizesiÇaresiz Bir Acıyla Sınanmış KoruyucuUmut İçin Serpilen KüllerHarabeler ve HazinelerKatrana Bulanan KabuslarSır Sarmalın Boğulan YaralarKalbe Çarpan Sözsüz KelimelerKanatlara Vurulan PrangalarDudaklara Hapsedilen DualarCerehatı Boşaltılmamış AnılarAvuçları Kan Kokan KadınDurgun Sulara Atılan Minik TaşlarGayya Kuyusunda Kısılan RuhlarÇınarın Sakladığı Balta İzleriSaç Tellerinden Parmak Uçlarına Akan ÖzlemKilidini Arayan SandıklarBuza Teslim Olan KorDişlerinden Damlayan Kanın KıyametiGökkuşağının Renklerine Kuşanan TenKurumuş Dallarda Açan Kiraz ÇiçekleriYıkım Zannedilen ZaferlerIşığın Lütfuyla Zırhlanan BedenlerAf Diye Kıvranan GünahlarKöz Kızılıyla Perçinlenen HasretA-bı Hayat ile Taçlanan VuslatÇığlıkların Ardından Gelen FısıltılarDışardan Vurulan Kilitİlmek İlmek İşlenen GeçmişSabırla Dövülen Umutla Bekleyen EmanetZamanın İçinde Kaybolmuş AşkOluk Oluk Kanayan NinniUmulmayan Taşların Açtığı YaralarKara Yılanın Koynundaki SırArafta Sürüklenen ZevahirVolkanın Doğurduğu Ateş ÇiçeğiGaflet Uykusunun Son DemiKaburgasından Sökülerek Alınan Nabza YeminKırık Kanadıyla Umuda Uçan KuşÇare Diye Figan Eden AğıtZulmün Kıyısındaki ArayışSancılı Bir Bekleyişin KöleleriKalbin Önünde Diz Çöken AkılZifiri Ummanda Saklı Kanlı HazineZehire Yuva Olan Koruyucuİntikam İçin Zaman Sayan CesetlerKırağı Vurmuş Aklın SakladıklarıÇığdan Önceki Dingin Huzur
Hikayeyi Paylaş
Loading...