45. Bölüm

İntikam İçin Zaman Sayan Cesetler

ORENDA
orenda

Size geçiş bölümü tadında bir bölümle geldim yavrular. Uzun da oldu baya. Umarım seversiniz💙2

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Elindeki telefona bakıp,bir yandan da söylenen adamın ardından yavaşça ilerledim.

 

"Etme o lafı lan! Etme!"

 

"Bunlar beni ilgilendiren konular değil. Özelinize karışmak istemiyorum!"

 

"Ama beni tanıyıp anlamadan suçluyorsunuz. Bu kadar büyük konuşmayın. Sizinde kızlarınız var."

 

"Ağzını kapa Ali Rıza!"

 

Dudaklarım keyifle kıvrıldı. Çocuktan farksızdı resmen.

 

"Ya da konuş lan! Konuş ağzına sıçtımın kibir abidesi. Ailenin dibine dinamiti döşe hadi!"

 

"Benim kızlarım için endişelenmenize gerek yok. Yetişme tarzlarına ve aldıkları terbiyeye güveniyorum. Çok emek verdik biz. Nihayetinde herkes ektiklerini biçer."

 

"Haaah karma bir tarafına nasıl giriyor izle şimdi beş sezon. Seni kaymakam yapan sistemin ebesini öpeyim ben."

 

Daha fazla dayanamayıp kıkırdadım. Hiç duruşunu bozmadan, gözünü telefondan ayırmadan konuştu.

 

"Sende geç otur artık, yedi dakika yirmi beş saniyedir içine güleceksin diye karın kası yaptın."

 

Kıkırtım kahkahaya dönüştü. Tabi ustamın bana söylediğini tekrarlatmayacağım için geçip yanına, sert betona oturdum.

 

"Hâlâ şu diziyi izlediğine inanamıyorum Şahin. Duhan da idmanda diyordu birde."

 

"İdmandayım çekirge. Ağzımızdan çıkanların anamızı anlattığı üzerine bir belgesel izliyorum."

 

"Şaka gibisin. Eee şu an için nasıl gidiyor?"

 

"Çelişkideyim."

 

Suratındaki düşünceli ifadeye hafif kaşlarımı kaldırarak baktım.

 

"Çelişkidesin... Ne çeşit bir çelişki?"

 

Ekranı bana doğru çevirip daha önceden oldukça hakim olduğum karakterlerin duruşlarını gösterdi.

 

"Şimdi bu ailenin 5 sezon başına gelenler dedikoducu anaları yüzünden mi oldu yoksa kibir budalası babaları yüzünden mi?"2

 

Tabii ki daha önce bana birkaç kere izlettiği diziyi hatırlıyordum, karakterlere de artık oldukça aşinaydım. Dudaklarımı büzüp biraz düşündüm.

 

"Ferhunde de çok açgözlü bir karakter ama şimdi onun da hakkını yemeyelim. Bu ailenin geldiği hâl konusunda çok emeği var. E Şevket de salak açık söylemek gerekirse. Aklını kullanmayı bilmeliydi. Kızlar, çok gençler. Yanlış yönlendirmeye çok müsaitler, onları bir nebze anlayabiliyorum. Tabii ki hak veriyorum demiyorum ama sen neden sadece Ali Rıza ve Hayriye hanıma takılsın onu çözemedim."

 

Şahin zaten dağınık olan saçlarını kaşır gibi yapıp biraz daha dağıttı.

 

"Ferhunde'ye hak vermiyorum, Şevket konusunda haklısın. Salağın önde gideni. Hadi kızlar da genç onları da tecrübesiz diye aklayalım. Ama Ali Rıza ve Hayriye, kızların ve Şevket'in yaşadığı yılları yaşadılar, tecrübe ettiler. Çok fazla yer gezdiler, çok fazla insanla tanıştılar, çok fazla olay cereyan etti hayatlarında. Gençler onların yaşadığı yılları yaşamadığı ama anne babalar onların geçtiği yolu biliyor olmalıydı. Son bölümde Ferhunde boş evde ağlıyor. Tam olarak burada, bu kadın yargılanmayıp bir baba şefkatiyle sarmalansaydı nasıl olabilirdi sorusu çıkıyor benim için. Ya da Oğuz pezevenginin şiddetinden sonra Ali Rıza sarıldığında, zayıflık göstermek istemeyen Ferhunde nasıl ağlamıştı. Bu kadına sahip çıksalardı farklı olabilirdi. Hah burada da kızlara olan öfkem çoğalıyor. Onlara sahip çıkan bir anne baba varken kötü yola saptılar, bunlar onun tercihiydi. Ferhunde çok küçük yaşlarda, çok fazla travmaya sahip, şansı yoktu diyebiliriz. Kızların vardı. Tabii ana fikir olarak büyük konuşmayacaksın. Ebenin hörekesini gösterirler adama."2

 

O şevkle yorumlarken, bitişi gülümsetti beni. Haklı olduğu çok fazla şey de vardı gerçekten. Nejla ve Leylaya güvenli bir ortamda büyüme, yetişme, yaşama imkanı sunulmuşken tekrarlayan hatalar yaptılar. Ferhunde ise hayata üvey babasının taciziyle bsşlamış bir genç kızdı. Öfkesini, hırçınlığını makul gösterecek oldukça güçlü bir travmaydı.

 

Sonra gözlerim yanımda öylece bağdaş kurmuş elindeki telefona bakan adama kaydı. Kendi içimdeki soru yumaklarından kaçmak ister gibi ona sığındım. Başımı omzuna bıraktığımda rahat edeyim diye sanki boynunu biraz daha açtı. Bunu refleks gibi bir hareketle yapmış olması kalbimi sıcacık yapıyordu.

 

Parça parça birlikte ki hayatı hakkında bilgim vardı ama gerçek Şahin kim hiç konuşmamıştık.

 

"Peki sen kimsin Şahin? Aileme ve birliğine bu denli bağlı olan adamı bilmiyor olmak çok utanç verici ama gerçekten kimsin? Annem ve babam için bir kardeş olduğunu biliyorum, benim içinse amcadan ya da dayıdan ziyade bir ustasın. Yol gösterenim, destek verenimsin ama ben gerçek olanı soruyorum birlikle yolu kesilmeden önceki Şahin kim?1

 

Sorum onu hazırlıksız yakalamıştı muhtemelen. Elindeki telefonu sıkmasından, video akarken bomboş bakmasından çok belliydi. Telefon açık bir ekranla öylece yan tarafına bırakıldı. Bağdaş yaparak topladığı dizilerini açıp öne doğru uzattı. Birini diğerinin üzerine attı.

 

"Birlikten önceki Şahin kim?"

 

Benim sorumu, benim için tekrar etti.

 

"Birlikten önce ki Şahin çok da önemli değil be çekirge."

 

Kınayan bir ses çıkardım. Başımı önüne doğru eğip, kaşlarını çattım.

 

"Sen benim ustam hakkında nasıl konuşuyorsun Şahin? Önemli değildi falan. Seni kocama söylerim."

 

Yaptığım şebeklik hoşuna gitmiş olacak ki tiz, kısa bir kahkaha attı. Başını iki yana sallayıp, bir de iç çekti. Sonra tekrar gözlerime baktı.

 

"Kifreyi bilir misin Şifa? Kerkük ve Süleymaniye arasında bir Türkmen köyü. Ben orada doğdum."

 

Kaşlarım çatıldı, Şahin'in bir Türkmen köyünden olduğunu bilmiyordum. Irak sınırları içerisinde doğduğunu ilk kez duyuyordum. Daha da önemlisi, yolu birlikle nasıl kesişti kafam karışmıştı.

 

"Türkmensin?"

 

"Öyleyim..."

 

"Peki birlik?"

 

Derince iç çektiğinde sorduğum sorudan bir anda pişman m. Bilmeden hatırlamak istemediği bir yere dokunduğum hissi her yanımı sardı, telaş kalbimi sıktı.

 

"Ya da boş ver hadi gidip Veronika'yı bulalım. Bugün onu hiç görmedim sen gördün mü? Şimdiye kadar çoktan tepemde olması gerekiyordu, malum durum üzerine hiç konuşmadık onunla."

 

"Köye ara ara peşmerge girerdi. Erzak depolamak için, temizliklerini yaptırmak için, ya da başka sebeplerden."

 

Boğazım düğümlendi. Ben bir an önce üstünü kapatmak isterken o anlatmaya devam etti.

 

"Şahin anlatmak zorunda değilsin, özür dilerim haddimi aştım. Merak gerçekten illet gibi bir şey."

 

Kısık sesli bir kahkaha ile bir an benden kaçırdığı gözleri geri bana doğru döndü.

 

"Senin illet dediğin Birlik içini nimet küçük çekirge. Senin o merakın bize devayı verdi. Senin merakın Alparslan'ı bulmamıza yardım etti. Senin illet sandığın o nimet, şu an birliğimi, bayrağımı, ülkemi, koruyup kollayacak."

 

"Şahin ..."

 

"Peşmerge O kış köyü bastığında ne temizlik için geldiler ne yemek için. Kamplar için çocuk topluyorlardı. İlla her geldiklerinde arbede olurdu ama hiç kan dökülmemişti o güne kadar. İlk muhtarı vurdular. Sonra üstlerine koşan bir komşumuz öldü. Ellerinde 12 13 14 yaşında arkadaşlarım, komşularım bir anda toplanmaya başladılar. Kız erkek ayırt etmeden hepimizi sıra sıra dizdiler, ellerimize zincir vurdular. Bize silah tutmayı öğreteceklermiş. Bizi adam edeceklermiş. Bize onurlu ölüm nasıl olur onu göstereceklermiş. Ben o zaman anlamadım ama bizi Türkiye için topluyorlarmış. Dağlardaki mağaralara yerleştirecek adam yok, onları ayıklıyorlarmış Türkmen köylerinden. Türkü Türke kırdıracaklar, öylesi şerefsiz bir düşman işte."1

 

Söyledikleri tüylerimi diken diken etmişti. Kanım çekilmiş gibi her bir kelimesini nefes almadan dinliyordum. Veronika bana, Birliğin seçtiği çocuklara bir amaç verme hikayesi olduğunu anlatırdı. Eğer Turanların evladı değillerse, mutlaka altında akla gelmeyecek acılar saklı demişti. Yıllar onlara derilerini kalınlaştırmayı, acılarını saklamayı, zayıflıklarını yok etmeyi öğretmişti ama içlerinde hâlâ geçmişlerinin bıraktığı ızdırap gizliydi.

 

"Çok küçük..."

 

"Öyleydik... Çok küçüktük en büyükleri bendim işte 3-5 ay sonra 15'ime değecektim. Gerçi anamın en küçüğüydüm hâlâ."

 

"Peki sonra..."

 

"Ana babalar çocuklarını vermek istemediler. Anam önüme yattı bırakmam evladımı diye bağırdı. Babam nacak baltasıyla saldırmaya çalıştı. Ama silah onlarda, güç onlarda bir yerde yetmiyor insanın canı. En son orada anneme sarılabildim işte. Şu zamana kadar da kulağıma fısıldadıkları için yaşadım."1

 

Boğazım düğüm düğüm, gözümü dolduran yaşla söylediği her bir kelimeyi sindirmeye çalışıyordum.

 

"Sana şehitlik yakışır Şahinim dedi. Haram geçirmedim kursağından hiç, namert olarak ölme oğlum diye nasihat verdi."1

 

Sızlayan burnumu sertçe çektim. Konuştuğu zaman başım omzundan kalkmıştı. Şimdi kendi isteğiyle kolunu boynuma dolayıp, başımı geri omzuna yasladı.

 

"Sen de amma sulu gözsün. Bak kızıla, kadını ateşte yürütüyorlar derim yenilenme sürecine girecek diye kuyruğu dik tutuyor."1

 

Sol gözümden kayan yaşa inat, dudaklarım kıvrıldı. Tam da dediği gibiydi benim kızılım.

 

"Nasıl kurtuldun Şahin? Zarar görmedin değil mi?"

 

"Anamı benden koparıp, zorla yürüttükleri zaman aklıma koydum. Anne nasihatı yabana atılır mı? Kampta silah mı tutmayı gösterecekler? En iyisini öğrenecektim. Sonra da onların silahıyla ilk kurşunum onlara girecekti. Anam benden şehitlik istemiş, hiç yabana atar mıyım dileğini? Giderken de kaç it götürürsem kârdır diye kendimi avutmaya başladım."

 

"Kaçmak için bir şey yapmadın mı? Nasıl yani?"

 

Başını yüzüme doğru eğip, kızarmış burnuma bir fiske attı.

 

"Nereye kaçayım çekirge? Dağları mesken tuttular, gidecek yer yok ki."

 

"Ama yine de..."

 

"Hem ben itin uğursuzun korkusuna kaçacak delikanlı mıyım? Kifrenin Şahini şehit olmuş desinler istedim. Birde şehit olurken yanında tonla it götürmüşler desinler de anamın içi rahatlasın diye kurdum planı işte. Anamın amcası Çanakkale şehidi benim. Nasıl kıymetli bizim evde bir bilsen. Adı anılınca edilen lafları, övgüleri anlatamam sana."

 

"Sen on beşinde de çok gözü karaymışsın. "

 

"Kan deli akıyor işte."

 

"Sonra ne oldu?"

 

"Kampta süründük bir süre. Köylüm olan bir kaç çocuk ya hastalıktan öldü ya da dayanamayıp canlarına kıydılar. Kış yaman geçti o zamanlar. Baharda da alın bunları yerlerine götürün dediler. Gara dağına kadar, gündüz gizlene gizlene gece yürüyerek süründük."

 

"Ama... Kamp neredeydi ki? Nasıl yürüyerek?"

 

"Kamp sınıra yakındı. On beş gün sürdü mağaraya varmak. Girin burda bekleyin dediler. Haber gelince karakol baskınına çıkacaksınız, asker sürekli devriye geziyor diye söylendiler."

 

Sesi tek düzeydi. Hiç bir his barındırmayacak kadar netti. Sanki bir kitabın satırlarını okur gibiydi. Yüzünü görmek istedim. Hayatının en zorlu kışını atlatan, on beşindeki Şahin hâlâ burda mı diye merak ettim. Başı sırtımızı yasladığımız duvara dayanmıştı.

 

"Ben o zamanlar çocuk aklıma açlığı, hastalığı, kolunu ağrıtan silahları taşımayı eziyet sanıyordum Şifa. Mağaraya girip de o mağarada en küçük sen olduğunda başına gelecekleri kimse söylememişti. Canı sıkılan it sürüsü eğlence ister diyen olmamıştı."

 

Söylediği şey öylesine bir balyoz etkisi yarattı ki nasıl olduğunu anlamadan bir anda geriye doğru süründüğümü, elimin altına taş parçalarım battığını hissettim. Aklıma geleni diline dökebileceğini düşünmek dahi istemiyordum. Şahin'in böylesi ağır bir şeyle imtihan olduğunu bilmeyi kaldıracak yürek yoktu bende. Kalbim göğsümü deler gibi çarpmaya, dişlerim titremeye, her bir zerrem acıyla inlemeye başladı.1

 

"Hayır..."

 

Can çekişir gibi bir inilti duydum. Kulaklarım uğuldamasa o tek kelimelik isyanın benden çıktığını anlayamazdım bile. Başını soluna doğru yatırdı, merhametle gözleri kısıldı.

 

"Korkma çekirge ben o kadar ay boşuna dayanmadım. Öğrendiğim her şeyi uygulama zamanının geldiğini tam o vakit anladım. Anamın nasihatının vakti dolmuştu."

 

Gözümden aşağı yaş kayıyordu ama gözlerimi kırpacak mecal yoktu bende. Sadece Şahin'in ağzından çıkacak kelimeleri bekliyordum. Şu an karşımda ve sağlıklı olduğunu bilmek yetmedi. Soluğum kesilmişti yaşadığı şeylerin ihtimalinde.

 

"Eğlence için bana uzanacakları vakit yanımdan ayırmadığım, sana zimmetli dedikleri tüfeğe davrandım. Ben hiç vakit kaybetmeden onlar ne yapıyorum anlamadan tüfeği ateşlediğimde saçmalar da yandakilere sıçramıştı bile. Aynı anda içlerinden en pis kokanı tabancasını ateşledi omuzumdaki yanmayı hâlâ hissediyorum sanki. İlk kurşununu asla unutmuyorsun çekirge. Ama o anda başka şeyler de oldu. Bir anda dışarıdan gelen silah sesleri, kargaşa, bağırtı ne olduğunu anlamadım ben, omzumdaki yanma ile öylece yıkılmıştım."

 

"BABAM! Babam geldi değil mi?"

 

Bir anda kendimi toplayıp iki dizimin üstüne yükselmiştim. Ellerim ağzımı kapatmıştı. Şahin'in ağzından çıkacak tek bir kelime şu anki hissettiğim tüm ızdırabı dindirecekti.

 

"Mağara girişini kapatan görüntüsünü gördüm ben bir tek. Gözüm kararıyordu. Attığını da vurdu, yanımda 4-5 kafa vardı bir anda yerdelerdi. Serdar abim hemen üstüme atılıp iyi misin dedi. Ama iyi kan kaybettim ki kafam dumanlıydı artık doğru düzgün söylediklerini anlayamıyordum. İyice yer ayağımın altından çekilip gitmeden önce, bu yara beni Şehit eder mi dediğimi hatırlıyorum. Bir uyandım hastanedeyim zaten, kolum bir güzel sarılmış kurşun çıkarılmış."

 

"Allahım çok şükür. Babam benim, canım babam."1

 

Yüzümü kaplayan bir gülümseme olsa da gözümden akan yaşlar daha da hızlanmıştı. Şahin'in daha fazla zarar almadan kurtulmuş olmasına, onu o cehennemden babamın kurtarmasına karşı öyle bir sevinç kapladı ki içimi kalbim kelebek olup uçacaktı.

 

Benim sulu gözlülüğüme dayanamayan Şahin tekrar kolunu uzatıp sarıldı. Eli şefkatle sırtımı okşuyordu.

 

"Kızım sen bu kadar yaşı nasıl üretiyorsun anlamıyorum ki. Günlük 10 litre su bassak sana çıkmazdı yani."

 

Elimi omzuna vursam da sıkı sıkı sarılmaya devam ettim.

 

"Ödümü kopardın Şahin. Ne olduğunu anlat önce de sonra küseceğim ama."

 

Sarılmaya devam edip derin bir iç çekti.

 

" Serdar komutanım uyandığımı duyar duymaz başıma gelmişti. Sorguya çekildim, nereli olduğumu anlattım, neler yaşadığımı anlattım. İyileşme sürecimde köyümden haber alabilirler mi diye Serdar komutanım ilgilenecekti. Haber gelmedi. Reşit değilim diye yurda vereceklerdi. Serdar komutanım artık ne yaptıysa bırakmadı beni. Aldı Umut'a götürdü. Madem düşman öldürmeye, şehadete çok hevesin var, adam akıllı öğren ülken için savaş dedi. Köyü yanmış, ailesi kalmamış Şahin için yaşama dair bir umut ekti."

 

"Başka... Başka kimsen yok muydu? Ama..."

 

"Üç ağabeyim vardı. Ben en küçüğüm. Yaşlıydı anam babam, on yıldan sonra olmuşum. Ağabeylerim Irak da farklı yerlerde iş kovalardı, aileleri vardı. Serdar abim hepsini bulmuş ama peşmergenin elinden kaçıp yanlarına gidersem örgüt bunu yanına bırakmaz dedi zor şer. Bir seçim yapmamı istedi. Ne dilersem yerine getireceğini söyledi. Ben kalmayı seçtim."

 

"Peki abilerin... Nerdeler şimdi Şahin? Hiç gitmedin mi görmeye."

 

"En büyüğümüz kendi eceliyle öldü. Mezarına gittim. Diğer ikisini sadece o zaman gördüm. Tanıdılar hemen. Yüzüm saklıydı ama hemen kimim anladılar. Diğer ikisini de savaş aldı. Yine mezarlarına gittim. Sonuçta bir kardeş bütün kardeşlerin ölümünü görmek zorunda, tek tek hepsini gömmek zorunda."1

 

Duraksadı bir an. Yutmaya çalıştığı şey ağır geldi ki bir kaç saniye sesi çıkmadı. Ama sonra hiç bir kasırga onu dağıtmazmış gibi anlatmaya devam etti.

 

" Bizim aileninki de ben oldum. Serdar komutanım ilkinde yanımdaydı. Canı sağ olsa diğerlerinde de olurdu. O yokken de Duhanla Hakan vardı. Barbarosun yükü ağır olmasa eminim o da yanımda olurdu. Serdar abim yokkende var gerçi."

 

Titreyen dudağımı, içine sakladığı hıçkırık kaçmasın diye dişlerimle ezdim.

 

"Şahin... Siz geliyorsunuz, bana onlar hakkında öyle bir şey anlatıyorsunuz ki özlemden ölecek gibi oluyorum. Yoklukları canımı çok acıtıyor. Yok olmalarını içim kabul etmiyor."

 

Geriye çekilip, ıslanmış yüzümü avuç içiyle kuruladı.

 

"İnsanı ölüm yok etmez çekirge. Serdar abim nefes almıyor diye yok mu sanıyorsun. Her göreve çıkışımda bir saat sohbet ediyorum ben hâlâ onunla. Hakan her atışından sonra Serdar komutana "bak on numara atış yaptım, sen yapabilir miydin" diye takılıyor. Duhan sesli adlarını nadir anar ama içinden hiç bırakmadı Serdar abimle, Duayla muhabbeti."1

 

Dudakları kaşımın üstüne dokunup geri çekildi.

 

"İnsanı ölüm yok etmez çekirge. İnsanı unutulmak, adının anılmaması, varlığının dillendirilmemesi yok eder. Ben ikisinin de yasını tutmadım. Bedenleri yok diye yok mu olacaklar? Eninde sonunda ben onları bulurum, Duaya izletecek bin tane dizi stokladım. Öbür taraftada başına bela olacağım."1

 

Güçlü bir kahkaha attı.

 

"Hem söylenip, hemde hepsini sonuna kadar izliyordu birde."

 

Onun gülen yüzü beni de gülümsetti.

 

"Canım annem kıyamamıştır sana."

 

"Saf kız, kimseye kıyamadığı için kim ne derse yapıyordu. Bir gününü Hakanın atışları için havaya elma fırlatmakla geçirdi."

 

Bu söylediği daha çok gülmeme neden olmuştu.

 

"Bunu yapacak kimse yok muydu etrafınızda, vicdansız Hakan."

 

"Olmaz mı? Ama her isabette Hakana övgüler yağdırıp kahkahalar atınca motive oluyordu hergele."

 

Anne babamın birlikteki yerini duydukça göğsüm gururla doluyordu. Ama bir yandan onlara layık olamayacağım korkusu bir kurt gibi içimi yiyip bitiriyordu.

 

"Ben nasıl yetişeceğim onlara Şahin? Gurur duydukları evlat olmayı nasıl becereceğim?"

 

Fısıltı gibi dile dökebildim tüm bu sözleri. Bana emanet ettikleri yükün altından kalkamamak öyle zordu ki. Başım ellerimde bir şey desin diye bekledim. Bir süre hiç sesi çıkmadı. Sonra çenemi tutan iki parmak ona bakmamı sağladı.

 

"Adını annen seçti senin. Hiç de ıskalamaz mübarek, tam hakkını vermiş. Oturdun bir kova yaş döktün geçip gitmiş günlerime. Kim hangi derdini az söyleyecek olsa için parçalanası acısını yaşıyorsun. Alparslanı bulmak için sana ne yapacağını zerre bilmediğin bir ilacı kendine alıyorsun. Veronicaya, Hakana, Duhana, Barbarosa bakıp senin olmayan acının çilesini çekiyorsun. Onca şey oluyor da bir kerecik benim de canım çok yandı dediğini duymadım çekirge."1

 

Sadece dingin sesiyle beni teselli edişini dinleyebildim.

 

"Uyanışta yaşadığını görmedi mi gözlerimiz? Ağzından, burnundan, kulaklarından, gözlerinden bile kan boşaldı gözümüzün önünde. Tüm organların iflas ederken, nefes alacak ciğer kalmadığında soluğuna kan dolarken ordaydım ya. Bir kere de canım acıdı diye dertlenmedin. Hepimizin çektiği acıyı öyle çabuk kucaklıyorsun ki kendininkini ağzına almak aklına bile gelmiyor. Daha bir hafta önce yüzünü bile görmediğin Ahu Nar Saruhanlı adına hazırlanan dosyayı okuyup saatlerce ağladın. Yardım edecek ekibin içinde olmak için dil döktün."

 

"Bir anda her şeyini yitirmişler Şahin. Bi kardeşi bi o kalmış. Sonra tutunduğu tek dalı da kırmışlar. Gözümün önünden gitmiyor mezar başında çekilmiş fotoğrafı. İnsan nasıl dayansın? Ordan oraya savruluyor, bir ışık diye emek verdiği her şeyden vazgeçmiş. Hem Alparslan izin vermedi karışmama. O ilgilenecekmiş. Ben sadece izleyici olacağım."1

 

"İşte tam bu sebepten annen ve baban ne kadar gurur duyuyor ah bir bilsen. Adından başka hiç bir şeyini bilmediğin insanların acısına ortak oluyorsun. Sana ne kadar güveniyorlar ah bir anlasan."

 

"Şahin..." Diye mırıldanıp kendimi kollarına attım. Sözlerindeki şifayı bilse, korkularımın beni tükettiği şu zamanda üstümden kaldırdığı kayaları görse keşke. Eli sırtımdan ayrılmadı.

 

"Hem birliği topluyormuşsun duydum. Ulan biz o çocuğa zehir gibi derken metefor yapıyorduk be. Olayı bu kadar ciddiye alacağını hiç düşünmedik."

 

Burnumu çekip daha sıkı sarıldım. O günden beri günlükte yazan her kelime artık okunur haldeydi. Alparslan kim olduğunu Gökay Turana anlatmıştı.

Diğer üs liderleri bilmese de Gökay Turan Alparslanın projedeki değerine hakimdi artık.

 

Şahinin sırtımdaki elleri bir an duraksayıp, beni omuzlarımdan tutup geriye çekti. Kaşları çatılmış bir hâlde yüzümde arayışa başladı.

 

"Sen korkuyorsun?"

 

Bir şey diyemedim. Sadece kahve gözlerine bakmakla yetindim.

 

"Kızım niye korkuyorsun? Zehiri buldun işte. Sana kimse uzanamaz artık. Devayı güvene aldıktan sonra canına yaklaşamazlar. Üstelik kurt senin için her şeyi yapar."

 

Dudağım büküldü son söylediğiyle.

 

"Beni korkutan da bu ya. Alparslan benim için her şeyi yapar Şahin. Çok gözü kara, kanının kıymetini anladığından beri daha korkusuz. Ama aklım bir türlü anlamıyor. Niye onun kim olduğunu çözmek bana bırakıldı? Her şeyi tasarlayan kadın benim hakkımda birliğe tonla şey bırakmış. Alparslan ve zehiri, eksik dozu niye benim elime bıraktı?"

 

Şahinin kaşları ilk havaya kalktı, sonra hafif bir şaşkınlıkla gülümsedi. Bana asıl gibi gelen bir kaç dakika öylece bakıp kaldı.

 

"Doktorla hiç muhatap olmuşluğum yok. Umuta geldiği zamanların tamamını Duayla geçirirdi. Tüm birlik doktora hayranken o kadın annene hayrandı. Hatırlıyorum, Serdar abim işim var diye gelip, saatlerce karımın sohbetini dinliyor diye söylenirdi. Senin sandığının aksine sorularının muhatabı doktor değil, annen bana kalırsa. "

 

Kafam karışmıştı. Ne demek istediğini anlayacak pek de akıl yoktu şu sıra bende.

 

"Nasıl? Annem mi? Ben neyi göremiyorum Şahin?"

 

"Birlikte gördüğün herkese bir seçenek sunuldu çekirge. Bunlara Alparslan da dahil. Duhan onu bulduğunda yaşından çok olgun olduğunu biliyordu. İlk o zaman gitmek mi istiyorsun kalmak mı dedi. Sonra aldı ilmek ilmek işledi kurdu. Çok yaman bir çocuktu ama asiydi. Hırçınlığı kontrol edilemez boyuttaydı. Zaman geçti, Duhan ilk kez birliğe karşı çıkıp Doğu Türkistan'da bir göreve götürdü. O görev dönüşü tekrar bir seçenek sundu. Birliğe sadık kalacak mısın kalmayacak mısın? Alparslan kaldı. Veronica, Hakan yada birliğin aldığı, eğittiği herkes gibi. Koca Güneşte rızası alınmadan sadakat beklenen tek kişi sensin. Devanın taşıyıcısı olma görevini kabul etmedin. Birlik için çalışma konusunda fikrin alınmadı. Şimdi eksik olan dozla o sır gibi sakladığın değişimin, zehirin kimliğini bulma sebebin annenin senden özrüdür belki."

 

Ağzım aralanmış, tane tane söylediği her şeyi zihin süzgecimden geçiriyordum. Olabilir miydi gerçekten?

 

Eksik dozu aldığımda Alparslanla aramdaki tüm köprüler yıkılacak, tek bir bağın iki esiri olacaktık. Bunu yalnız benim çözümlemem için bırakılmış o ampul geldi gözlerimin önüne. Doktorun zihnime fısıldadığı güvenebilir misin sözleri tekrar yankılandı.

 

Zehri kara yılanın pullarının arasına saklamıştı. Alparslanın kanıyla canlanacak, devamı kontrol altında tutacak, eğer kontrol edilmez şekilde devama karışırsa onu bile yok edecek güçteki zehiri birliğe verip vermeme kararı da benim insiyatifimdeydi. Günlüğü çözdükten sonra, zehrin devaya yapabileceklerini okuduktan sonra ondan tamamen kurtulabilirdim esasında. Canımdan daha kıymetli devamı korumak için zehri hiç var olmadan yok edebilirdim. Sevdiğim adamın kanına karışmasına asla müsade etmezdim.

 

Bana bırakılmış iki önemli tercih.

 

Bağ gibi...

 

Zehir gibi...

 

Yaşadığım aydınlanmayla yere diktiğim gözlerim hızla Şahine çevrildi.

Gözleri anlayışla beni seyrediyordu.

 

"Annem yaptı!"

 

"Sen onun kızısın. Önünde seçenek varken korkusuzca eksik dozu alan, zehiri bulur bulmaz birliğe teslim eden Şifasın. Eminim zerre şüphesi yoktur senden. Ama belki böyle özür dilemek istemiştir. Olamaz mı?"

 

"Zehir çok güçlü Şahin!"

 

"Tıpkı şifa gibi mi?"

 

"Alparslana zarar verir mi? Buna dair hiç bir şey yok. Defalarca okudum, onda nasıl bir değişim yaratacak bilmiyorum."

 

"Senin annen kendi çocuğunu kurtarıp başka çocuğu yok edecek bir kadın olsa en baştan evladını böyle bir şeyin içine sokmazdı."

 

Oturduğu yerden oldukça estetik bir hareketle kalktı. Sonra ne yapıyor anlamadan ellerime uzanıp beni kaldırdı.

 

"Korku iyidir Şifa. İnsanı dinç tutar, tetikte bekletir. Her daim gözü açık olur. Korkunu kusur gibi görme. Kendi gücünü de yabana atma. Zehir güçlü. Devayı kontrol altında tutacak, ona diz çöktürecek, yok edecek kadar güçlü. Ama o zehri devana karıştırmak senin aklının içinde saklı. Sen istemeden hiç kimse deva vücudunda nerde bilemez. Alparslan için olan korkun ise bambaşka. Bileşenler senin kanını devaya, onun kanını zehire hazırladı. Sen nasıl devanı koynunda saklıyorsan, Alparslan da zehire öyle koruyucu olacak."

 

Benden her hangi bir şey beklemeden tekrar uzanıp biraz önce bıraktığı öpücüğün bir eşini diğer kaşımın üstüne kondurdu.

 

"Bunları kendi aklına düşünemediğini sanmıyorum. Sadece çok yorgunsun, çok fazla şeyi kısacık zamanda yaşadın. Senin aşil topuğun sevdiklerin. Onlara gelecek zarar kafanı karıştırıyor. Doktorun sana bıraktıklarını iyice gözden geçir. Sesi aklımın içinde demiştin. Ne söylüyorsa dinle. Yolu yürümek için cesaretini topla. Biz önünü açmak için her şeyi yaparız."

 

Başka bir şey demeden yerde bıraktığı telefonunu alıp yanımdan uzaklaştı. Şahin yuvada bana yazdığı kodları okumayı öğreterek ustam olmuştu. Şimdi ise baktığım pencerelerimi genişleterek öğretmenim olmaya devam ediyordu. Anne babamın bana bıraktığı hazine gerçekten paha biçilmezdi.

 

 

 

 

*******

 

 

 

 

 

 

 

 

Ne kadar süredir burada böyle kendimi izliyordum acaba? Elbisem, saçım, makyajım tam da olması gerektiği ölçüde, olmasını istediğim çizgideydi. Çok büyük bir durgunluk vardı üzerimde. Halbuki heyecanlanmam, elimin ayağımın titremesi gerekmez miydi?

 

Uyuşmuştu belki de hislerim...

 

Birazdan kapı tıklanacak ve Alparslan içeri girecekti. Biz el ele tutuşup yirmi iki gün önce keşfettiğimiz zehiri açıklamak için Birliğin düzenlediği geceye katılacaktık.

 

Dokuz üs liderinin bulunduğu bir davet düzenlendi Gökay Turan tarafından. Benim üs liderleriyle tanışmamdı planlanan ama bu kadarla kalmayacak bir gece hale dönüştürecektik biz bunu.

 

Zamanı geldi...

 

Bizim artık sesimizi tüm evrende çınlatma zamanımız geldi. Muhtemelen davet sonrası Birliğin de onayıyla Moskova'ya gitmemiz gerekecekti. Tüm günlükler bittiğinde zihnim parçaları birleştirememişti. Şahinin bana açtığı yol ışığım olmuştu, artık biliyordum. Ne yapmamız gerektiğini ben de Alparslan da çok iyi biliyorduk.

 

Doktorun fısıltıları susmak yerine delirmiş gibi çınlıyordu en derin hücrelerimde. Bunun nasıl olduğunu asla çözemeyen aklım artık böylesi bir sırrı da aralamıştı. Alparslan da olduğu gibi kelimeleri anahtar yapan bir kadın, fetüsü kendine sandık kılmıştı. Tüm karmaşadan içimi azad edip bana bıraktıklarını duyabilmek için sessizliğe sığındığım haftalar şifam olmuştu.

 

Fetüs farkında bile olmadan zihnine, devânın ve zehirin kullanımı fısıldanmıştı. O zihin, zehirin ip ucunu tutup saklandığı yerden ayırınca sandığını aralamış ve kendine koruyucu bildiği adamın zehir bekçisi bir CUNTOS olduğunu anlamıştı.

 

O fetüs bendim. Doktor döllendiğim andan itibaren dokumuştu her hücremin ilmeklerini. Şimdi o ilmekler, dokundukları yerden sökülüyor ve ellerime aklımın alamayacağı bilgiler bırakıyorlardı. Zehirin gücünü okuyunca bir düşman sanan zihnim onun en yegane dostum olduğunu kabullenmişti.

 

Kapı aralandı ve o içeri ilk adımını attı. Aynaya bakan yüzüm yavaşça ona yöneldi. Davetin hakkını verecek bir smokinin içinde nefes kesecek bir güzellikteydi.

Bunu düşündüğümü bilse beni parçalardı ama o sadece yakışıklı bir adam değildi. O çok güzeldi...

Sadakati, düzene karşı duruşu ama bana olan itaati, zifir karası gözleri ama o gözlerde saklı galaksisiyle çok güzeldi Alparslan.

 

"Çok güzelsin peri... Uğruna akıl oynattıracak kadar güzelsin."

 

Gülmek istedim bu haline. Ciddiyetinden ödün vermeyen yüzü ve kelimeleri nasıl da zıttı. Asla yalan söylemiyordu üstelik. Benim uğruma aklına yaptıkları dudaklarımın gerilmesine neden oldu.

 

"Sen de çok yakışıklısın."

 

Başını soluna yatırıp, dudaklarını büzdü. Saçlarımdan ayaklarıma kadar ağır ağır gözlerini üzerimde dolaştırdı.

 

"Biraz daha övgü beklerdim senden ama bana bakıp tutulan dilinden sebep affediyorum seni."

 

Adımlarını bana yaklaştırıp bir nefeslik mesafe bıraktı aramızda. Boynumun iki parmak altı, tam kaburgamın başladığı noktaya bastırdı dudaklarını. Orda uykuya dalmış devâm sıçrayarak uyanmıştı daldığı rüyasından. Bunu sürekli yapıyordu. Bedenimin neresinde ise Alparslan onun olduğu noktayı dudaklarıyla mühürlüyor, kalbime çelme takıyordu.

 

Artık Alparslan için çok daha değerliydi Devâm. Alparslan'ın kıymetlisiydi artık.

 

"Çıkmalıyız artık, bizi bekliyorlar."

 

"Zehiri öğrenecekler..."

 

Yüzünde çok tehlikeli bir tebessüm oluştu. Karşısındaki ben değil başkası olsa korkudan eti kemiklerinden ayrılırdı.

 

"Artık bizim isteğimiz dışında hiç bir şeyi ağızlarına alamazlar peri. Ne seni benden, ne de beni senden bir solukluk uzağa itemezler. Bir gün doktora böyle büyük bir minnet duyacağım hiç aklıma gelmezdi."

 

Benim korkularımın aksine Alparslan ilk andan itibaren bu bilgiyi delice bir sevinçle kucakladı. Ben Alparslana zararı olurmu korkularıyla kıvranırken o birbirimize olan bağımızın daha da güçlendiği haberiyle uçacak gibiydi.

 

"Gidelim hadi. Yersiz korkularını sil aklından. O kadın bile isteye bizi bir birimize kilitledi. "

 

Haklıydı. Doktorun bizi bir birimize düğümlemesi, muhtaç bırakması sebepsiz olamazdı. Belki de beni, benden de iyi anlayacak bir kişinin yer yüzünde var olması gerektiğine inanıyordu.

 

Duhan'ın bizi alması için gönderdiği araç ihtişamın özellikle vurgulandığını gösteriyordu. Konuşmadık. Yol bitene kadar ağzımızı bile açmadık. Ne konuşacağımızı günler öncesinden kararlaştırmıştık.

 

Gösterişli binanın önünde duran araçtan ilk Alparslan indi ve benim ineceğim kapıyı o açtı bana. Havanın soğuk olması tenimdeki çıplaklığa rağmen hiç rahatsız etmedi beni. Önümüzde bize yol gösteren davet görevlileri ve arkamızda güvenliğimizden sorumlu korumalarla yürümeye başladık.

 

Göz alıcı parlaklıkta ışıklar dikkatimi dağıtıyordu. Alparslan'ın kolunda en fazla yirmi basamaklı bir merdivenden inerek en fazla kırk kişinin bulunduğu davetin son katılanları olduk. Gözlerim etrafta dolaştığında Gökay Turan'ı, Veronica'yı ve Duhan'ı aynı kokteyl masasında gördüm.

 

Umay, Şahin ve Hakan hemen yan taraflarındaydı. Umay'ı hiç bu kadar şık ve farklı görmemiştim. Sürekli kullandığı sporcu atletleri ve kargo pantolonlarının aksine siyah uzun ve iki bacağında da kasıklarına kadar yırtmaçlı bir elbise, mavi gözlerini ortaya çıkaran koyu bir makyajla neredeyse onu tanımama engel olacaktı.

 

Gözlerim etrafı taradığında oldukça yapılı, kırklı ve ellili yaşlarda adamların beni delip geçen bakışlarıyla karşılaştım. Zerrelerime kadar inceliyorlardı sanki. Uğultu gibi bir ses geliyordu. Beni gören yanındakine işaret edip, tüm dikkatleri üzerime çekiyordu. Gözleri dediklerini anladım bir kaç kişinin. Gözlerimi inceleyen direk bedenimde dolaştırmaya başlıyordu bakışlarını.

 

Bakarak görebileceklermiş gibi devâmı mı arıyorlardı bedenimde?

 

Bir hareketlilik oluştu. Umay ve Gökay Turan'la beraber yedi kişi daha bulundukları yerden bize doğru yöneldiler. Tuhaf görünüyorlardı. Yan yana neden sıralandıklarını anlamadım. Gözleri çok büyük bir ciddiyetle ikimizin üzerinde gidip geliyordu.

 

Gökay Turan ve Umay aynı anda alkışlamaya başladığında yedi adam da onlara katıldı. Ne olduğunu anlamadım. Masalarda ki insanları birer adım öne çıkıp alkışlara eşlik etmesiyle Alparslan'ın kolundaki elimi sıktım. Ben bir şey anlamadım ama o anlamaştır diye umuyordum.

 

"Seni çok uzun zamandır bekliyorlar, buradaki herkes o günlükleri gördü. O günlüklerin dilini çözmüş olman, içindekini yönetecek güce erişmen onların mucizesi. Umutlarına bakıyorlar."

 

Sadece benim duyabileceğim bir sesle ne olduğunu açıkladı bana.

 

"Kim bunlar?"

 

"Dokuz üssün liderleri. Adanmış Ruh Projesinin doktorları, biyologları, sitologları, genetik mühendisleri. Bir bütün olarak olmasa da senden alınan örnekleri sürekli incelediler. Kim olduğuna dair hiç birinin bir fikri yoktu bu güne kadar. Kadın yada erkek olduğun bilgisi bile gizlenmişti. Seni sadece hücresel olarak tanıdılar, bir bütün olarak ilk kez görüyorlar. "

 

Ben sadece liderleri beklerken onların neden burada olduğunu anlamadım ama Gökay Turan bunu istediyse bir bildiği vardır diye düşünüyordum.

 

Elimi kavrayıp merdivenlerden indirdi Alparslan beni. Gökay Turan tarafından önde dikkatle beni izleyen yedi lidere ve Güneş'in kıymetli ekibine takdim edildim. Hepsi fazlasıyla kibar ve içtendi. Ne beklediğimi tam olarak bilmiyorum ama sıcak bir tanışma da değildi düşüncelerim. Liderlerin bulundukları konumdan ötürü üzerlerine yapışmış olan o ciddiyet ekiple tanışırken çok farklıydı. Hepsi bana bir mucizeye bakar gibi bakıyorlardı. İstemsizce bu beni geriyordu. Alparslan'ın elimin üzerini okşayan baş parmağı ve kulağıma fısıldadığı sakinleştirici sözleri olmasa kaçıp gitme dürtüm çok güçlüydü.

 

Tanışma seramonisi bittiğinde Gökay Turan sahne gibi dizayn edilmiş ve salona hakim olan kısımda sesini duyurdu.

 

"İyi akşamlar dilerim hepinize. Bu gecenin önemine değinmeyeceğim, hepimiz uzun zamandır bu günü bekliyoruz. Güneş, amacıyla beraber ilk kez bir çatı altında. Çok sözü uzatmak istemiyorum. Onu buraya davet ediyorum. Bize anlatmak istedikleri var."

 

Gökay Turan sahneden inerken bana bir babanın sıcaklığında bakıyordu. Zehirin müjdesini benim vermemi istemişti. Onu gizlendiği yerden çıkaranın hakkı olduğuna inanıyordu.

 

Parmaklarım Alparslan'ın parmaklarına dolandı. Sahneye beraber adımlamamız diğerlerinde anlaşılmaz bakışlara neden olmuştu.

 

Herkesi yukardan gördüğümde biraz daha gerildim. Alparslan parmaklarımı daha sıkı kavrayana kadar nereden başlayacağımı bile bilmiyordum.

 

"İyi akşamlar dilerim hepinize. Sizinle tanışmış olmaktan çok büyük bir şeref duyuyorum. Bir amaç belleyip, amacınızı gerçekleştirmek için ne çok fedakarlık yaptığınızı tahmin bile edemem. Güneş ırkın bekâsı için bir çok kayıp verdi. Ben de çok şey kaybettim, acısı nefes aldığım sürece taze kalacak çok kaybım var. Ama bugün burada sadece sizlerle tanışmak için bulunmuyoruz. Profesör Doktor Hare GJONAJ'ın hayatını verdiği SPIRÜTÜS DEDİCADE341 tamamlandı. Bize yol göstermesi için bıraktığı günlükler deşifre edildi."

 

Bir anda başlayan uğultu ile duraksadım. Duruşları, bakışları bile değişmişti son sözlerimden sonra.

 

"Devâ ve zehir Güneş'in kontrolü altında, Türk halkının gücüne güç katmak için hazır. İçinizde anne ve babamla görüşmüş, konuşmuş olan insanlar var. Onlar ve benim için yaptıklarınıza minnettarım. Elimden geldiğince, gücüm yettikçe onların yolundan ayrılmayacağım. Hepinize güzel bir akşam dilerim."

 

Alkışlar aynı anda ve gittikçe şiddetlendi. Alparslan ile olan durumumuzu bu kadar kalabalık bir ortamda açıklamak sağlıklı bir karar olmayacaktı. Zaten zehirin adı geçtiği an, liderlerin özel görüşmek için delirdiklerini hissedebiliyordum. Hepsi bendeki gözlerini Gökay Turana çevirdimiş, zehir haberinin gerçekliğini sorguluyorlardı.

 

Alparslan gözlerime baktığında ne yapmak istediğimi anladı ve ağzını bile açmadı. Sanki gerçekten projenin CUNTOS'u olarak yanımdaymış gibi muhafızlığımı yapmaya devam etti.

Gecenin tek rahat hissettiğim kısmı Veronica'nın yanıma gelerek herkese bir kulp bulma ve eleştirme kısmıydı. Barbarosa baktığını iddia ettiği kadınlara ısıran bakışlar attı.

 

Bazen çocuğu tarafından utandırılan bir anne gibi hissediyordum kendimi. Kadınlarla göz göze geldiğimiz de özür dileme dürtümü çok zor kontrol edebildim.

 

Güneş'in bel kemiği sayılan herkesle tanıştığım, proje için neler yaptıklarını dinlediğim uzun bir gece oldu. İlk karşılamanın aksine yedi lider benimle bir daha iletişime geçmedi. Bu konuda Gökay Turan'ın parmağı olduğuna adım kadar emindim.

Rahatsız edilmemi istemiyordu ve sahip olduğu gücü kendi dengi insanlar üzerinde çok iyi kullanıyordu.

 

Gece bitip yuvaya dönüş yolunda ne Alparslan ne de diğerleri hiç bir şey söylemediler. Sadece Duhan, yarın Umut da beklendiğimizi iletti.

 

Bana o günden beri biraz kırgın olduğunu biliyordum. Sesi, bakışı, duruşu onu yaralamışım ve dönüp bir daha bakmamışım gibi bir hâl içindeydi. Güvensizliğim onu çok incitmişti.

 

Kendi odama girip üzerimdeki elbiseden kurtuldum. Küvetin dolmasını beklerken saçlarımdaki tokalardan ve yüzümdeki makyajdan arındım. Sıcak suyun içine yayıldığım da Alparslan kapıyı araladı ve banyoya girdi. Ceketi üzerinde yoktu. Gömleğinin de bir kaç düğmesi aralanmıştı. Geri kalan düğmeleri açmaya başladığında istemsiz nefesimi tuttum. Ne kadar zaman geçerse geçsin kalbim yakınımda oluşuna alışamayacaktı.

 

"Kafanda dolaşan tilkileri bana anlatmak için mükemmel bir yer seçmişsin peri."

 

Kemerine giden parmakları dikkatimi dağıtıyordu yoksa alay içerikli bir kaç cümle elbet söyleyebilirdim.

 

"Seninim zaten, öyle bakmana gerek yok."

 

"Nasıl bakıyorum sana kurt?"

 

"Her an gözünün önünden kaybolacakmışım gibi..." 1

 

"Bunu bana yaşattın Alparslan, o yüzden hoş görmelisin korkularımı."

 

Vücudundaki son parçayı da çıkarıp arkama geçti. Onun ağırlığıyla su biraz taşmıştı ama sorun etmedim. Sırtım göğsüne yapıştığında gerginliğim de bir anda uçup gitmiş gibi oldu.

 

"Benim de haberim yoktu. Gökay Turan ve liderlerin isteği olmalı. Tüm ekip emeklerinin ne olduğunu görmek istemiştir. Uyanışı biliyor hepsi, şu ana kadar iyi bile dayandılar. Zehir haberi ise hepsini delirtti."

 

"Yarın zehirin ne olduğunu öğrenmek için çağırdılar bizi."

 

"Evet! Sorun değil artık peri. Saklanmak zorunda değiliz. Yarın her şeyi öğrendiklerinde bizimde üzerimizden büyük bir yük kalkmış olacak. Birbirimize olan bağımızı gizlemenin manası yok."

 

Kelimeleri iyi hissettiriyordu. Güvende ve güçlü bir histi bu. O olmasa başa çıkamayacağım bir gücün altında ezilecektim. Şükürler olsun benimleydi ve birbirimizin tamamlayıcısıydık.

Omuzlarımı dolaşan dudakları mest ediyordu beni.

 

"Gökay Turan hiç bir şey sormuyor Alparslan."

 

"Duhan güven konusundaki hissettiklerinden eminim bahsetmiştir. O da sana alan tanıyor. Sen ne kadar söylersen o kadarı bilinecek, bunu sana göstermeye çalışıyor."

 

"Tek güven problemi yaşayan ben değilim. Birlik konusunda söylediklerin hiç yabana atılır gibi değil."

 

"O durum hâlâ cevapsız bende. Ama çözeceğim. Beni saklanmaya iten senle ayrılma ihtimalimizdi. Bu artık ihtimal olmaktan çıktı, Güneş için çalışmak bana onur verir."

 

Bir an ne duyduğumu sorguladım. Alparslan bu zamana kadar Birliğe sadece benim için yalan söylemişti, öyle mi? Aman Allah'ım o hep Güneşe amaçları için güveniyordu. Ben aklımca projenin kötüye kullanılmasından da korktuğu için saklandığını düşünmüştüm.

 

Farkındalık...

 

Ben o kadar şey içerisinde gözden kaçırdığım o duruma daha yeni ayılıyordum. Alparslan benden ayrı kalmamak için aramızdaki bağı saklamıştı. Yoksa Güneşin davasına olan inancı tamdı.

 

"Sen zaten hep bu günü bekledin değil mi?"

 

"Çok büyük bir karmaşanın içerisinde dünya. Ülkeler yönetmiyor halklarını, bir kaç gücünü sağlamlaştırmış insan belirliyor her şeyi. Nerede ekonomik kriz olacak, kimlerde ölümler çoğalacak, hangi ülke bu yıl biraz ilerleyecek ya da gerileyecek bir kaç şerefsizin dudaklarından çıkan sözle belirleniyor. Adalet bunun neresinde? İnsanlar umutlarını yitiriyor Şifa, umut olabilme ihtimalimiz var. Korhan Yıldıray ve Ahu Nar Saruhanlının getirecekleriyle beraber Güneş engellenilemez olacak."

 

"Bunu bende çok istiyorum Alparslan. Bahsedilen güç muazzam. Tek sıkıntı onu bizden alırlar korkumu yenememem."

 

"Korkuyla yaşanmaz güzel perim. Üstelik onlar bedenlerine yaşam iksirini alırken zehiri de damarlarına akıtacaklarını bilemeyecekler. İpleri hep elimizde olacak."

 

"Moskova'ya gitmemiz gerekecek. Bars Omarovla görüşürken beni Nezih Karslı ile tanıştırdı. Doktor DNA lar için tüm çalışmalarını Moskava üssünde gerçekleştirmiş. Nezih Karslı asistanlığını yapmış o dönem."

 

"Daha önce gitmedin değil mi Moskova üssüne?"

 

"Hayır gitmedim."

 

"Hoşuna gider. O meraklı gözlerin her şeyi görmek için iri iri açılır. Seyir zevki güzel olacak."

 

Enseme, tam damgamın üzerine dudaklarını bastırdı.

Başım omzuna doğru düştüğünde eline bebek şampuanından sıkıp kollarımı, omuzlarımı ovalamaya başladı. O bilmiyordu belki ama asıl masaj yapan elleri şifalıydı.

 

************************

 

Duhan ile birlikte Umut'a geçtiğimizde öğlen olmuştu bile. Hiç zaman kaybetmeden Gökay Turan'ın odasına yürüdük. Biz gelmeden haberimiz geldiği için odada dokuz kişi bekliyordu bile.

 

Umay onu görmeye alıştığımız gibi değildi. Bizim yanımızdaki o rahat kadın gitmiş, oldukça ciddi bir iş kadını gelmişti sanki. Kahve tonlarındaki takımı, bej yüksek topuklu ayakkabıları, sımsıkı at kuyruğu, dudaklarındaki koyu renk ruju ona çok başka bakmama neden oluyordu.

 

"Hoşgeldiniz...

Konuşmamız gereken çok fazla şey var."

 

Gökay Turan'ın sözleriyle yönlendirdiği koltuklara oturduk. Oda toplantı ortamı oluşturulmak istendiğinden galiba değiştirilmişti. Tekli koltuklar tam da odada bulunanlar sayısıncaydı ve ortamızda ince uzun bir masa vardı. Diğer üs liderlerinden daha üstün olduğunu yansıtmak ister gibi Gökay Turan baştaki koltuğuna yerleşti. Ayakta kalan Duhan dikkatimi çekti ve boş hiç bir yerin olmadığını da gözlerimi gezdirdiğimde fark edebildim.

 

"Sen çıkabilirsin Duhan, teşekkür ederiz."

 

Uzun boylu, gözlerinin etrafını çizgiler kaplamış adamın sözleriyle bir anda gerildim. Yanlış hatırlamıyorsam Tayland da bulunan üsse liderlik ediyordu.

 

"Duhan neden çıkıyor?"

 

"Çünkü bu oldukça özel bir toplantı ve bulunması güvenlik ihlaline neden olur."

 

"Hayır Duhan çıkmıyor! Amacım saygısızlık etmek değil ama en başından beri yanımda olan dayım şimdi de yanımda olacak." 1

Duhan'ın 'Şifa' uyarısını zerre kadar dikkate almadım. Karşımda bana dimdik bakan adamdan gözlerimi ayırmadım.

 

"Ben bu gün burada sadece dört kişiye duyduğum güven için oturuyorum. Sizi tanımıyorum, Birliğin liderleri oluşunuz dışında hiç bir şey bilmiyorum. Ama Duhan doğru yaptığımı söylerse ona güvenirim, size değil. Babamın silah arkadaşı, manevi kızı ve çok güçlü bir bağla bağlı olduğum kocam doğru yaptığımı söylerse onlara inanır ve size güvenirim." 1

 

Sesim istediğimden daha kararlı çıkmıştı.'Kocam' dediğim de hepsinin anlık Gökay Turan'a baktığı da gözümden kaçmamıştı. Karşımdaki adamın gözleri de ne kadar ciddi olduğumu anladığını gösteriyordu.

 

Anlık bakışlarım Umay'a kaydığında sadece bir an, çok küçük bir an bana çok farklı baktığını hissettim. Nasıl ifade edilir bilmiyorum ama Duhan'ı uzun süre göremediğimde ve bir gün çıkıp geldiğinde baktığı gibi bir bakıştı.

 

Ailesine bakar gibi bir bakış...

 

Gökay Turan, "Duhan bizim en kıymetlimiz, endişe edeceğiniz bir güvenlik ihlali olamaz." diye söze başladığında dikkatimi tekrar onlara verebildim.

 

Hepsinin bakışları etimi delip geçiyordu ama itiraz etmediler. Duhan için bir sandalye istendi ve Gökay Turan binanın dinlenilme ihtimalini sıfıra indirmek için güvenlik bariyerini aktif hale getirtti. Yanıma oturan Duhan anlık elimi sıkıp bıraktı. Sanırım kırgınlığı konusunda iyi iş çıkarmış oldum. 1

 

"Uyanışla birlikte seninle tanışmak için sabırsızlanıyorduk. Alparslan'ın yaşadığı durum ertelenmesine sebep oldu. İkinizin iyi olması bizim için çok kıymetli."

 

Dün akşam bir süre konuştuğumuz için Bars Omarov haricinde hiç birinin ismini hatırlamıyordum. Sıcak bir ifadeyle konuşan ilk kişinin Fas üssünün lideri olduğunu anımsadım ama.

 

"Oldukça sıkıntılı bir dönemden geçtik. Şu anda iyiyiz."

 

"Bu çok sevindirici. Bize neler anlatacaksın Şifa? Günlükleri deşifre ettin. Bize nasıl bir yol açacaksın?"

 

Hepsinin yüzünde ölçülü, hislerini örten bir ifade vardı. Gözlerim tek tek yüzlerinde dolaştı.

 

"Uzun zamandır bunu beklediğinizi biliyorum. Alparslan ile birlikte ulaştık sonuca. O projede bana ihtiyaç anında erişilecek beşinci kan gurubu olarak yer alıyor sanıyorduk. Doktorun onun hakkında bilgi vermemesi de bunu destekledi. Zehir gerçeğiyle beraber bilmeniz gereken başka bir durum daha var."

 

Gökay Turan'ın çatılan kaşları ve'ne demek bu?' sorusuyla bakışlarım ona döndü.

 

"Alparslan benimle beraber bileşenleri eksiksiz aldı. On sekizinci bileşen ise bizi birbirimize bağladı. Zehir de devânın içinde aslında. Uyanışla beraber bu bağ çok daha güçlü bir boyuta ulaştı. Birbirimizin kalp atışlarını hissedecek ve gizlenmiş anılarına girecek kadar biriz."

 

Biraz durup duyduklarını hazmetmelerini bekledim.

 

"Bu durumu bize daha açık anlatabilir misin?"

 

Normalde hiç tepki vermeyecek bir kişi varsa o Umay olurdu. Ama sabırsız bir ifadeyle yüzüme bakıyordu.

Umay'ın sorusunu Alparslan cevapladı.

 

"Doktor bizi çok daha farklı bir amaç için birbirimize bağlamış. Günlükleri tamamen çözene kadar bunun nedenini hep düşündük ama hiç doğru sonuca ulaşamadık. Birbirimize beyin olarak bağlıyız. Onun rüyalarını görüyorum. Şifa benim anılarımı kendi zihninde canlandırabiliyor. İki farklı bedeniz ama zihinlerimiz ortak. Eksik doz tamamlandığında zihinsel bağımızın arasında hiç bir şey kalmadı. Deva ve zehirin birbirine olan muhtaçlığı, taşıyıcıları için de geçerli."

 

"Bu nasıl olur, neden?"

 

Fısıltı gibi olan ses İsveç'in liderinden geldi.

Onu da cevaplamak bana düştü.

 

"Doktor, şifayı ve zehiri korumak için bizi birbirimize bağlayacak şekilde bir bileşen oluşturmuş. Çünkü devâ benim içimde ama zehir henüz hazır değil."

 

Uğultu halinde konuşmaları ve sürekli fikir yürütmelerini bekledik bir süre. Duhan yanımda soluksuz dinliyordu, yüzünden konuya hakimmiş gibi bir görüntü oluştursa da içinin kaynadığını biliyordum.

 

"Alparslan, bildiğimizin aksine beni korumak için hazırlanmış bir koruyucu değil. O doktorun günlüklerine sakladığı zehir moleküllerini harekete geçirecek kanın taşıyıcısı. Aslında beni değil de zehiri korumak için yetiştirilmiş diyebiliriz. Doktor günlüklerinde Moskova laboratuvarının bunun için hazırlandığını yazmış."

 

"Zehir molekülleri mi? Bize en baştan, hiç bir şeyi atlamadan anlat Şifa."

 

Şu ana kadar hiç sesini duymadığım Moskova üssünün lideriyle bakışlarım ona döndü. Bana dediğini yaptım. Hamsanın içerisinden bulup kendime zerk ettiğim bileşenle olan değişimle başladım. Ceduceus dokumasında ki kara yılanın pulları arasına saklanmış molekülleri Alparslan'ın kanınım harekete geçireceği gerçeği hepsini oldukça sarsmıştı. Zehir de tıpkı Devâm gibi Alparslan'ın damarlarında varlığını koruyacak ve transfer işlemi sırasında devâm ile birleşerek transfer sahibine verilecekti. Burada benim de hâlâ hakim olmadığım tek konu doktorun; "zehir, mucizenin içinde gününü bekleyecek. Planlar bozulursa devânı öldürsün ve sahibini yok etsin diye gizli bir düşman gibi uykuda olacak." dediği kısımdı. Zehirin uyanmasını nasıl sağlayacaktık biz? Ama yaşadıklarım göz önünde bulundurulursa doktor bunu kesinlikle düşünmüş olmalıydı. Zamanın bize bunun cevabını getireceğine güvenmeliydik.

 

Tüm herşeyi bitirdiğimde beklediğimiz soru geldi.

 

"Peki ya siz! İkinizin arasındaki bağ amacımızı etkileyecek mi?"

 

Alparslan yuvasına yaklaşan tehditi fark eden bir kurt gibi duruşunu dikleştirdi. Bakışları ürkütücüydü.

 

"Size karşı bir tehdit oluşturacak olsak burada, böyle açık yüreklilikle aramızdaki bağdan bahsetmezdik. Şifa sizin projenizin yuvası ama benim de karım. Buraya gelirken bağdan hiç bahsetmeye bileceğimizi biliyorduk. Şifa ve ben dürüst davranarak Birliğe olan bağlılığımızı kanıtlamak istedik. O sizin varlığınızı bir yılı biraz aşkın bir zaman önce öğrendi, bense on iki yaşımdan beri içinizdeyim. Bir çoğunuzun hoş görmeyeceği yöntemlerle bana verilen görevleri tamamladım. Burası önemli! Kurallarınıza bağlı olmasam bile görevlerime bağlıydım. Hiç birinde hata yapmadım. Orta Doğu için istediğiniz her kapının anahtarını size sağladığımı biliyorsunuz. Ayrı bir amacın savunucuları değiliz. Karımı da kendi çıkarlarım yada keyfim için kullanacak bir orospu çocuğu hiç değilim. Sormak istediğiniz başka bir soru var mı?" 1

 

Sesi asla yüksek değildi ama hiddeti hissedilecek kadar insanın tenini ısırıyordu. Herkes sözlerinde ki gerçekliği yok sayamazdı.

 

Madem herkes eteğindeki taşları döküyor, bende düşündüğüm hiç bir şeyi esirgemeyecektim. Mutlak bir teslimiyet için sınırları olmayan o güveni bana vermek zorundaydı hepsi.

 

"Onunla olan bağım çok uzun zaman önce tasarlanmış. Zehirin ve devânın güvenliği için birbirimize bağlandığımızı düşünüyorum ben. Güç gözümüzü kör etmediği sürece, kendi çıkarlarımız için değil de insanlığın selameti için kullanıldıkça ben ve eşim hep Güneşin yanında yer alacağız."

 

"Ne demek bu?"

 

"Aramızdaki bağın gücü sizi korkuttu. Aklımızı ortak kullanışımız birbirimizi yönlendirebileceğimiz anlamına gelir ve bu sizi rahatsız etti. Bizi de rahatsız edecek ihtimaller var. Sizi tanımıyorum, en başından söyledim. Güneşin içinde, beni rahatsız eden durumlar var. Güneşe has sırlar düşmanın elindeyse şüphelenmekte haksız mıyız? Tıpkı siz gibi bizde ihtimallerin paniğindeyiz."

 

O anda şiddetli bir ses odayı doldurdu. Tayland üssünün başkanı elini masaya çarpmıştı.

 

"Bu nasıl bir itham? Biz hayatlarımızı gözümüzü kırpmadan verdik bu amaç için. Türk ulusu yaşayacak, yeni dünyaya liderliği Türkler yapacak. Siz nasıl olur da bizi böyle bir şeyle itham edersiniz?"

 

Hırsını anlayabiliyordum. Ama bu geri adım atacağım anlamına gelmezdi.

 

"Yirmi dört yıl önce neden korunmamız için ayarlanan o malikane patladı? Benim annem neden bir konteynır da beni doğurmak zorunda kaldı? Umay kendini ve görevini riske atarak ne için Sırbistan da darbeyi yönetti? Daha da önemlisi gücüyle dünyanın en kıymetli ülkelerinde örümcek ağı gibi yer yapmış Güneş, CUNTOS'u bulamadı?"

 

Gözleri öfkeyle yansa bile söylediklerimdeki haklılık ona geri adım attırdı. Eskiden ihanet edilmiş bir oluşumdu Güneş ve ben adım gibi bildiğim bir gerçeği dillendirmekten çekinmedim.

 

"Tarih tekerrürden ibarettir. Ben aynı sonu bir daha yaşamayacağım. Bu uğurda bir anne ve baba kaybettim. Ben artık kaybetmeyeceğim. Benden beklediğinizi şimdi de ben istiyorum sizden. Serdar Komutanın kızı ve öncünüz Doktor Hare Gjonajın yaşam pınarı olarak bana güvenmenizi talep ediyorum."

 

Anlık bir sessizlik oldu odada. Umay'ın elindeki kalemi masaya bırakması yankılandı sadece.

 

"Serdar Komutanın kızı, ne kadar isterse o kadar yanındayım. Hizmetim Güneş'e, sadakatim ise annemin yaşam pınarına."

 

Kanım kaynadı. Beklemiyordum. Yani kabul edeceğini biliyordum ama ilk sesini duyuranın o olması şaşırtmıştı beni. 2

 

"Silahını hâlâ saklayıp, esirgediğim adamın kızı 'güvenin bana' diyorsa sorgulamam. Son nefesime kadar ulusa ve yaşam pınarına olan inancım bâkidir."

 

Gökay Turan bir baba sıcaklığıyla sözlerini, gözlerimden ayırmadan tamamladı.

 

Moskova üssünün lideri "Güneşe bağlı olduğunuz sürece sadakatle hizmete devam edeceğim" diyerek devam ettirdi sözlerini. Ve daha sonra diğerleri takip etti onaylanmış kelimelerle.

 

En sona Taylan üssü kalmıştı. Beni kabul etmek zordu onun için. Beni kullanabileceği bir taşıyıcı olarak düşünmüştü belki de ama ben onların ihtiyaç anında kullanacakları biri değildim. Atacakları her adımı bilmek isterdim. Vücudumdan söküp onlara vereceğim sadece bir sıvı değildi benim için. Onu ne için kullandıklarına hakim olmak isterdim. Ne beni ne de Alparslan'ı geri planda tutamayacaklarını şimdiden anlamalıydılar. Baktıkları çerçevede iki kabuktan ibarettik. Birimiz zehiri, diğerimiz devayı taşıyan bir kovandık. Bunun böyle olmadığını göstermek için dik durmak zorundaydım.

 

"Senin kaybım dediklerinin mislini verdim ben davamız uğruna. Şimdi karşımıza çıkıp size güvenmiyorum diyorsun. Bende size güvenmiyorum kız çocuğu. İkiniz evlenmişsiniz haberdar değildik. Birbirinize sadece akılla değil kalple de bağlısınız. Kalp bencildir canı yanmasın ister. Birbirinizin canı için Birliğe ihanet etmeyeceğinize asla emin olamayacağız. Ama yanında yer alacağım. Her adımını üç kere düşün, bir kere at kız çocuğu. Seninde dediğin gibi ben kimsenin nefsi için başka bir yavrumu kollarımda morga taşımayacağım." 1

 

Tenimi ısırdı kelimeleri. Canımı yaktı. Ağır konuşmuştu ama kızgınlık hissetmiyordum. Kırgınlık yoktu içimde, sadece bir sızı düştü benliğime. Gözlerinin eteafını saran her kırışık çizgi 'çok canı yanmış bir adam' dedi. Konuşamadım. Belki de kelimelerini yutamadığım için gözlerinin en içine bakıp başımı sallayabildim.

 

Birbirimizden bakışlarımızı ayırmadığımız o anda Gökay Turanın sesini duydum.

 

"Said Abdulaziz Azerbeycan Türkü ve Taylan üssünün lideri olur Şifa. Doksan iki de Hocalı katliamında ermeniler tüm ailesini akıl almaz işkencelerle yok etti. Çocuğunu, karısını, annesini, teyzesini, amcasını, beraber büyüdüğü kuzenlerini... Hepsinden kalan parçaları o taşıdı mezarlarına. Azerbeycan ve Türkiye için çalışan istihbaratçılarımızdandı o zaman. Haberi alıp oraya ulaşana kadar bir kıyım yaşandı. Şimdi tek bir amaç için yaşıyor."

 

Gökay Turan karşımdaki adam kim iyice tanıyayım diye hiç çekinmeden tüm hayatını dökmüştü ortaya. Her bir sözü içimi yaktı ama yüzümde hisse dair hiç bir şey yer bulmadı. Sadece bana bakan gözlerine aynı kararlılıkla baktım.

 

"O zaman içinizde en çok bana güvenecek kişi kendisidir. Kaybın acısı ne çok iyi biliyoruz. Yaralarımız birbirine yakın, sızıyı hâlâ hissediyoruz."1

 

Ayağa kalktım. Sanki bunu beklermiş gibi karşımdaki adam da ayağa kalktı. Elimi uzattığımda karşılık olarak güçlü bir tutuş aldım.

 

"Allah acınıza şifa versin Said Bey. Zira acınıza sebep olanlar için zehri ben hazırlarım..."1

 

Hepsine baş selamı verip odadan çıktığımda Alparslan ve Duhan da iki yanımda yürümeye başlamışlardı. Said Abdulaziz bunu bir temenli olarak görebilirdi, ben yemin kabul ediyordum...1

 

 

 

 

*************************

 

 

Ruhum çekilmiş gibi hissediyordum. Büyük bir yorgunluk vardı omuzlarımda. Duruşumu olabildiğine dik tutuyordum ama ayağım kaysa, düşsem kalkamayacak gibiydim.

 

Ben bilmeden ne büyük bir yükün altına girmiştim. Ne çok kişi benimle beraber değişecek düzene umut bağlamıştı. Etrafımdaki herkes de gözlerim gezdi.

 

Hakan, Şahin, Umay, Duhan, Barbaros, Veronica...

 

Ve bir çoğu!

 

Aileleri yoktu, eşleri, çocukları. Onlar kendi hayatlarından vazgeçmişlerdi. Bir yaşam feda etmişlerdi bu uğurda. Irk güçlenecek, kimsede olmayan bir şeye sahip olup aç gözlü insanların en büyük korkuları için bir silah geliştireceklerdi.

 

Ölüm...

 

Doğru ya! Paran, gücün sınırsız olsa da önünde duramadıkları tek şey zamandı. Yaşlılıkla beraber gelen hastalıklar, güçsüzlük ve yaklaşan ölümün kokusu. Tarih boyunca en korkulan ama asla bir çaresi olmayan kızıl dişli canavar.

Şimdi sayısını bile bilmediğim insanlar, gücü ele alıp kayıplarının intikamını istiyorlardı. Masum canlara sırf güçlü diye reva görülen zulme set olmanın derdindeydiler.

 

Anne bana yardım et!

 

Sonumu göremiyorum, bana yardım et. Bu kadar büyük umutla çıkılan yolda gücüm yetmez de düşersem nefes alamam, bana yardım et...

 

Elimin üzerindeki okşama ve sıcak dudakların baskısıyla daldığım denizden çıktım. Bana bakan ve şefkati iliklerime sızan gözler'yanındayım' diyordu sanki.

 

"Kalbindeki korkunu canlı tutacağız güzel perim. Çünkü korku iyidir. Tedbirli ve uyanık olmamızı sağlar. Ama şimdi biraz dinlen. Yarın Moskova bizi bekler."

 

Kulağıma fısıldadıklarıyla omuzundaki başım daha da yerleşti yerine.

 

"Duhan ile birlikte kardinal üyesiyle görüşme yapacağız. Ben Duhan'ı onlara götüren kişiyim şimdilik. Sizden gelen haberler sonucunda transfer pazarlığını bitiririz. Duhan masada söz sahibi olacak. Papa masa için çok önemli. İlk etapta direkt altı asilin bulunduğu seviyeye ulaştırmazlar ama taleplerini kabul edeceklerdir. Papa'nın sınırı aşıp aşmayacağına göre hareket edilecek. Şimdilik Doğu Türkistan'ın üzerindeki baskıyı kaldırtmak ve Türkiye üzerine olan ambargolar içim müzakere masası kurulacak."

 

Barbaros'un sözleriyle hepimizin dikkati onun üstüne toplandı.

 

"Papa'yla anlaşma sağladın diyelim, transfer de gerçekleşti. Altılı asil nasıl kabul edecek tüm söylediklerini?"

 

"Papa onlar için bir anahtar gibi. Vaad edilenin gerçekliğini böyle ölçecekler. Duhan'ın raporları onları etkilemeyecek ama Papa'nın değişimi delirtecek hepsini. Üç asili biliyorum. Üçü de kendi hayatlarında çok saygın yerlerde ve elit bir çizgide yaşamlarını sürdürüyor. Birisi, daha yeni torunuyla ilgili dede şovuyla gündeme taşındı. Diğeri ise ne kadar saklamaya çalışsa de ilaç sektörünü ayakta tutan bir akciğer kanseri. Yani anlayacağınız şu an ihtiyaçları olan tek şey ölmemek."

 

Haklıydı...

Papa'nın şovundan sonra anlaşma için her şeyi yapacaklar...

 

Gün aydınlandığında üç dört saatlik uykuyu terk ettik. Moskova da sabırsızlıkla beklendiğimiz haberi gelmişti Duhan'a. Şahin ve Umay diğer liderlerin kararıyla Maceristan'a döndüler. Umay uzun süredir boş bıraktığı koltuğuna dönerken Şahin de her an yanında olmakla görevlendirildi. Barbaros ve Duhan ise Meksika'da ki görüşmeler için çıktılar yuvadan. Hakan ve Veronica bizimle beraber geleceklerdi. Bunu özellikle Duhan istedi.

 

Uçuş için özel uçak hazırlanmıştı. Türkiye'nin soğuğuna göre orada donacaktık kesinlikle. Olabilecek en kalın kıyafetlerden küçük iki çanta hazırladık Alparslan'la. Kemerlerimi bağlağımda saçlarımda dudaklarının baskısını hissettim.

 

"Orayı görünce ne düşüneceksin merak ediyorum."

 

"Neden böyle bir şey dedin ki şimdi?"

 

"Şitt, sürprizi kaçar. Tipindeki değişimi izleyeceğim. Ama görünce neden Moskova anlayacaksın."

 

"Sinir bozucusun."

 

"Gergin misin sen?"

 

"Ne alakası var?"

 

"Var var bi gerginlik. Tuhaf bir tatminsizlik. İstersen halledebilirim bu rahatsız hislerini." 1

 

Pislik yapacaktı belli ki. Ne yapalım eşlik ederiz bizde. Kavgadan kaçacak olsam onunla evlenmezdim. Bana eğlenen bir ifadeyle bakarken bir solukluk mesafesine girdim. Bile isteye gözlerim dudaklarında oyalandı.

 

"Tam olarak nasıl gidereceksin bu rahatsız hislerimi?"

 

Gözleri kısıldı, belli ki azarlanılmayı ya da terslenip ağzına lafları tıkamamı bekliyordu. Ama şimşek çakar gibi olan o parıltı hoşuna gittiğini de gösteriyordu. Dilim okşar gibi alt dudağımı sıyırdığında köpek dişi dudağını kıstırdı.

 

"Lavaboya gitmek ister misin? Ben de yerini gösteririm sana. Elini yüzünü yıkarsın belki, ferahlarsın."

 

İşaret ve orta parmağımın tersiyle adem elmasını okşadım. Teninden hızla geçen ürperti ve karnımı kasıp kavuran arzusu gülümsemek isteyen dudaklarımı keyiflendirdi.

 

"Benim aslında çok merak ettiğim bir şey var biliyor musun?"

 

Puslu sesim yutkunmasına neden oldu. İşaret parmağım adem elmasından boynuna doğru sürtünerek indi. Merakla ne yapacağımı bekleyen gözleri parmağımı takip etti. Göğsünden aşağı bir yol izler gibi inen parmağım kemer tokasının üzerinde duraksamıştı. Pantolonundaki kabarıklık kahkaha atma isteğimi tetikliyordu.

 

Zor şer "Neymiş o?" diyebildi. Gözlerim bilerek bir süre daha pantolonundaki çıkıntıyı seyretti. Sonra ınunka eğlenen gözlerim zift karasına bulanmış irislerine dokundu.

 

"Mile hing clup bir şehir efsanesi mi?"

 

Gözleri büyüdü ve yutkunmaya çalışırken tükürüğü genzine kaçtı. Onu bu surat ifadesiyle çok fazla yakalayamadığım için yüzüne yüzüne gülmemi engelleyemedim. Kendini azıcık toparladığında gözleri etrafımızı taradı ve iyice yakınıma girdi.

 

"Peri Allah aşkına bana, uçakta seks yapmak için kurulan klüpten nereden haberin olduğunu söyle. Sonra da beni biran önce lavaboya götür, pantolonuma boşalacağım yoksa."

 

Ergenler gibi her an üzerime atlayacak bir tipi vardı. Yüzümü toplayamıyordum. Öyle komikti ki şu an. Bile isteye kışkırtmaya devam ettim.

 

"Bunu eminim bir çok insan duymuştur. Neden şaşırıyorsun ki?"

 

"Şifa ben hiç iyi değilim bebeğim. O kızıl, dolgun dudakların 'mile hing clup' dediği andan itibaren işler hiç yolunda gitmiyor."

 

Ellerimle çok yakınımda i yüzünü kavradım. Konuştukça dudaklarına değiyordu dudaklarım.

 

"Sevgilim çok üzgünüm ama ailem dediğim insanların bulunduğu bir yerde, küçücük kabinde seninle sevişmeyeceğim. Borç haneme yaz hesaplaşırız bir ara."

 

Gırtlağından geçen yutkunuşu duydum resmen. Ama uzaklaşmadım ondan.

 

"Hiç mi oluru yok?"

 

"İmkansız..."

 

"Ağzına alsan?"

 

"Kurt gibi ulu diye mi?"

 

"Ben tadına baksam?"

 

"Hiç oluru yok kurtcuk. Şimdi derin nefeslerle sakinleşiyorsun. Kendini maç da falan hayal et. Normale dön. Pantolonun ya yırtılacak ya ıslanacak gibi duruyor."

 

Dediğimi yaptı. Geriye yaslandı, başını yasladı, gözlerini kapattı. Kaşları git gide çatıldıkça onu keyifle izledim.

"kahretsin ama şu an seni çim sahanın ortasına yatırdığımı düşünmekten başka bir şey yapamıyorum" diye fısıldayışıyla bende ipler koptu. Herkesin dönüp bakmasına neden olan bir gülme krizinden çıkamadım. 1

 

Dört buçuk saat sonra Moskova'ya güvenli bir iniş yaptık. Üsse yaklaştığımız haberini alınca Alparslan aşağı bakmam için uyardı. Görüntü kocaman bir ahtapotu andırıyordu. Ortada komple camdan oluşan büyük bir kubbe ve sekiz kıvrımlı kolu anımsatan yapı tahminimi de üstünde bir büyüklükteydi. Her bir kolun başka bir birim için dizayn edildiğinden bahsetti Alparslan.

 

Uçaktan indiğimiz anda büyük bir araç bizi karşıladı. Özel dizayn olduğu bakan her göz tarafından fark edilirdi. Moskova üssüne liderlik eden Bars Omarov bekliyordu. Kırgız Türkü, kırk altı yaşında, uzun ama zayıf yapılı bir adamdı. Kestane rengi gözleri ve çekikliği yüzünde en dikkat çeken kısımdı.

 

" Hoşgeldiniz. Misafirlerimi bizzat karşılamak istedim. Sizden önce emanetleriniz de geldi. Üs her şey için hazır, bizi bekler."

 

"Bizde hazırız Başkan. Şifa'ya üssünüzü göstermek için sabırsızlanıyorum."

 

Böyle söyledikçe merakım daha da kamçılanıyordu. Umut gibi bir üs olduğuna emindim ama neden böyle gizem yaratıyordu anlamadım.

 

"Hoşbulduk başkanım. Alparslan haklı, çok merak ediyorum üssünüzü."

 

Yüzünde hoş bir gülümsemeyle yol gösterdi ve arabaya bindik. Veronica ve Hakan alışık olduğum o haşere hallerinin aksine oldukça ciddiydiler. Şu ana kadar hiç sululuk yapmamaları iş konusunda ne kadar ciddi olduklarını gösterdi bana.

 

Yarım saat sonra geniş bir arazinin içine, sur şeklinde duvarlara sahip yapı oturtulmuştu. Kaleyi andırıyordu görüntüsü. Gökyüzünden gördüğüm ahtapota ulaşmak için bu surları aşmak gerekiyordu. Kapılar açıldıktan sonra içeri girdiğimizde kollardan biri girişimiz için açılmıştı. Buranın Umutla asla bir alakası yoktu. Umut askeri bir üsken burası çok çok farklıydı. Dilim tutulmuş gibi etrafı inceledim. O kadar temiz bir görüntü vardı ki kirletme korkusu içimi kapladı. Her yanı örten dezenfektan kokusu ise ciğerlerimi sızlatmıştı.

 

Yönlendirmelerine uyarak yürümeye başladım. Dev laboratuvarın içerisindeydim sanki. Etrafta gözümün gördüğü her insan steril kıyafetler içerisinde durmaksızın çalışıyorlardı. Koku tamamen bir hastaneyi andırıyordu ama hastane değildi burası.

 

"Biz diğer yedi üssün aksine Güneşin müritlerine askeri alanda hizmet vermeyiz. Sağlık sektörüne donanımlı insanlar yetiştirir ve bir çok hastalık için bilinen tedavi yöntemlerini geliştiririz. Dünyanın bir çok ülkesinde görev alan cerrahlar, genetik mühendisler, kimyagerler, moleküler biyologlar ve aklına gelebilecek bir çok alanda uzmanlar yetiştiririz."

 

"Muhteşem, hastalıklar üzerine mi tüm çalışmalar?"

 

"Gerçekten öyle değil mi? Çok yakın bir zamanda yapay zekayı kullanarak vücuttaki kötü huylu hücre tesbiti yapıldı. Yaklaşık beş yıl sonrasında kansere dönüşecek hücreler taramalarda görünebilecek. Bunun üzerine bir ilaç tasarlamak istiyoruz. Şu an için tüm çalışmalarımız deva ve zehir üzerine olsa da bu konuya da yoğunlaşmak niyetindeyiz."

 

Bars Omarovun gururla bahsettiği çalışma gerçekten parmak ısırttıracak kadar değerliydi. Bizi yönlendirerek bir kapıdan geçmemizi sağladı.

 

"Nezih Karslı ve ekibi görüşmek için sabırsızlanıyor. Ama önce biraz dinlenin, sonra beraber yemek yiyelim."

 

Buna gerçekten ihtiyacımız olduğu için reddetmedik.

Söylediği gibi iki saat dinlendikten sonra üssün görmemizde sakınca olmayan kısımlarını gezdik. Akşam yemeği için ana binadan çıkıp yemeğin hazırlandığı kısma geçtik. Rehberlik etmek için iki kişi her an yanımızdaydı.

 

Yemek salonu U şeklinde hazırlanılmış masalardan oluşuyordu. Beraber yemeği seviyorlardı galiba. Alparslan elimi kavrayıp Bars Omarov'a doğru yürümemizi sağladı. Yanında çakmak çakmak bakan gözleriyle ve bembeyaz saçlarıyla bekleyen adamı hemen tanımıştım. Davet akşamı da böyle sabırsız, kontrolsüz bir heyecanla elimi sıkmıştı.

 

"İyi akşamlar çocuklar. Nezih Beyle o akşam tanışmıştınız Şifa. Kendisi seni beklerken çok sabırsızlık çekti."

 

Cümlesi biter bitmez sağ elimi yakalayıp sıkan adama kaşlarımı kaldırarak baktım. Gerçekten fazla heyecanlıydı.

 

"Tanrım... O akşam kısıtlı zaman içerisinde kendimi doğru ifade edememiş olabilirim ama muhteşemsin. Gözlerindeki değişim, muazzam. Hâlâ inanamıyorum sen fevkalade bir şeysin."

 

Alparslan, adamın elini tutup sıkmasa coşkuyla elim sallanmaya devam edecekti.

 

"Alparslan ben de. Tanıyorsunuzdur eminim. Birlikte kontrolsüz öfkemle biliniyorum. Şiddete aşırı meyilliyim." 1

 

Veronica şu saate kadar çizdiği o mükemmel imajı keşke Hakan'ın kolunun altında gizlenip, hönkürerek gülmesiyle bozmasaydı. Ters bir bakış attığımda Hakanın da ondan kalır pek yanı yoktu.

 

"Nezih Bey bende sabırsızlıkla tanışmayı bekliyorum sizinle. CUNTOS adamın eli ona lazım bırak da tanışayım."

 

Agresif kocamı kolundan tutup iyice yanıma çekerken Veronica da Nezih Beyle tanışmak için yaklaştı.

 

Masada ki yerlerimize geçtiğimiz de yan taraflar boş kalmıştı. Ben birileri gelir diye bekledim ama kapıların kapanması sadece bu akşam buranın bizi ağırlayacağını gösterdi.

 

Yanımdaki adamın heyecanında kişisel hiç bir art niyet görmüyordum. Yıllardır beklediği projeye kavuşmuş, çılgın bir profesördü sadece. Neredeyse eğlendiriyordu bu hâlleri beni. Alparslanın öfkeli hisleri karnımı rahat bıraksa, keyif bile alabilirdim.

 

"Doktor Hare muhteşem bir dahiydi. Onunla tanışma şerefine eriştiğim henğz siz yoktunuz. DNA sarmalı için çalışmalarında ona eşlik etme şeredine eriştim. En son onunka yaptığım çalışmada ise siz anne karnındaydınız. On birinci haftanızdı. Bana bir gen haritası getirmişti incelemem için. Projeden bahsettik saatlerce. O sizin erkek olacağınıza emindi, açıkçası o akşam sizi gördüğümde şaşkınlıktan dilimi yutuyordum. Erkek olma yüzdeniz çok yüksekti. Yaklaşık %99.98 gibi bir orandan bahsediyorum. Aman Tanrım, hâlâ şoku atlatamadım.

 

Sözleri neden bilmiyorum beni rahatsız hissettirdi. Tuhaf, çürük bir his göğsüme kondu.

 

"Neden erkek olacağıma inanıyordu? Umay da böyle söylemişti. Yani erkek olacağımdan neredeyse eminmiş. "

 

"Baba taşıyıcının genleri çok baskındı. Kromozom olarak onun yön vereceğini düşünüyordu. Üstelik oldukça güçlendirilmiş, eril hücreler DNA sarmalında şekillendirildi. Onun dediği gibisiniz, gerçekten ihtimalleri hep sıfırlayan bir mucizesiniz."

 

"Buraya neden geldiğimizi biliyor musunuz?"

 

Eğer bu adam zehirin oluşumunu hakkında bir şeyler biliyorsa nasıl olur bunca yıl Birliğe bahsetmezdi ki? Tutarsızlık hissetmeye başladım.

 

"Aslında bildiğimi iddaa edemem, bana sadece bir gen haritası ve lökasit raporu bıraktı. Ben o zaman otuz iki yaşındaydım. Post-doktora çalışmalarıma başlamıştım. Tabiki Hare Hoca gibi birinin yanında hâlâ asistan konumundaydım. Kan tranfüzyonu ve reaksiyonlarını kapsayan bir makale yayınlamıştım ve hocamın dikkatini çekmişti. O zamanın şartları göz önünde bulundurulduğunda büyük ses getirdi. Birliğin beni Avrupa'ya göndereceğini düşündüm ama Doktor Hare ile görüşmemden sonra tamamlanmak üzere olan Moskova üssüne getirtildim. O günden beri buradayım."

 

"Doktor neden sizinle görüştü, yani neden gen haritası ve lökasit raporunu size bıraktı?"

 

"İnanın bunun cevabını yıllar geçti bulamadım. Üstelik yaşım oldukça gençti ve önümde hâlâ beni eğiten uzman hocalarım vardı."

 

Çok karışık hissediyordum kendimi. Onu tam anladım dediğim yerde biraz daha karışıyordum. Sanki benimle dalga geçiyordu.

 

Yemek bittiğinde ve bize ayrılan odalara geçtiğimizde bile zihnim beni rahat bırakmıyordu. Bir şeyi kaçırıyordum ama ne olduğunu anlayamıyordum. Dilimin ucunda bir şarkıydı sanki ama bulamıyordum o sözleri. Alparslan defalarca neyim olduğunu sordu ama ona bile bana ne olduğunu anlatamadım.

 

Sırtım göğsüne yaslı gece saat üçü gördüm. Onun düzenli nefesi uyuturdu beni genelde. Bu his bir türlü uyutmuyordu işte. Bir şeyi kaçırıyordum. Ama neydi?

 

Sonra daldığım umman da kulağıma çalınan bir cümleyi anımsadım. Nasıl oldu bilmiyorum ama o karmaşada fark etmemiştim hiç, şu an anlam kazandı.

 

 

Tell me, is he as strong as you?

 

Belimde sarılı kolları düşünmeden fırladım. Benim hareketim Alparslan'ı da dikmişti ayağa.

 

"Şifa ne oldu?"

 

"Tell me, is he as strong as you? Hatırlıyor musun bu cümleyi?"

 

Bakışları keskinleşti. Tabiki hatırlıyordu. Onu bulmak için daldığım zihin ummanında bana nefret tohumları ekmişti bu cümlenin sahibi. O da senin kadar güçlü mü derken Alparslana sorduğu kişi bendim. Alparslanın başında, eziyetini keyifle izlerken beynini kontrol altına almaları için emir veren sesini hâlâ duyuyordum sanki.

 

"Ne oluyor?"

 

"Yemekte Nezih Bey doktorun benim erkek olacağıma emin olduğunu söyledi. Adam beni erkek olarak bekliyormuş. Umay da böyle demişti. 'Annem erkek olacağından emindi, on altıncı haftan da kız olduğunu görünce şok oldu' dedi. Doktor on birinci haftada Nezih Beyle görüşmüş ve ona erkek olacağımı söylemiş. Gen haritası ve lökasit raporu bırakmış adama. "

 

"Ben hiç bir şey anlamıyorum şu an."

 

"Alparslan ejder bastonu olan adam'o da senin kadar güçlü mü?' diye sordu ama özne erildi."

 

"Şifa yavrum ne diyorsun, Allah aşkına doğru anlat? "

 

"Alparslan o adam özneyi eril kullanmış. Yani beni erkek sanıyor. Nezih Bey de erkek sanıyordu. Umay bile on altı haftaya kadar erkek sanıyormuş. O adam kimse benden haberi var ama on altıncı haftadan öncesine kadar biliyor. Oradan sonra benimle ilgili hiç bir şey öğrenememiş ki kız bebek doğduğumu bilmiyor. Senin tezin doğru Alparslan. Birliğe ait önemli sırlardan haberi var ama o sırrı kim ulaştırıyorsa beni saklıyor."

 

"Hay amına koyum. Biliyordum işte! Peki Nezih? Hain olma ihtimali, haber uçuran odur belki."

 

"Bilmiyorum Alparslan. Ama içimden bir ses değil diyor. Alparslan içimizde hain var belki ama onlarında içinde bizden biri var." 3

 

"Bunu hemen bildirmeliyiz. Nezih hakkında da konuşmamız gerekiyor. Seni saklıyorsa o kişi erkek yada kız olduğuna dair de hiç bir şey söylememiş olması gerekiyor. Erkek olduğuna eminse bu it söylemiş olmalı."

 

"Hayır bunun için biraz bekleyeceğiz. Maden projesini de riske atacak bir şey yapamayız. Ayrıca bu adam benim hakkımda çok fazla şey biliyor olamaz. Olsa bile Umay'ın Sırbistan'ın hazine odasından aldıkları için yetersiz biri. Bir şekilde Umayla yalnız görüşmem gerekiyor. Sırbistanda ne bulduysa bana söylemek zorunda artık..."

 

Bölüm : 15.05.2025 20:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
ORENDA / ŞİFA / İntikam İçin Zaman Sayan Cesetler
ORENDA
ŞİFA

34.33k Okunma

5.06k Oy

0 Takip
47
Bölümlü Kitap
Feda Edilmiş Hayatların MucizesiÇaresiz Bir Acıyla Sınanmış KoruyucuUmut İçin Serpilen KüllerHarabeler ve HazinelerKatrana Bulanan KabuslarSır Sarmalın Boğulan YaralarKalbe Çarpan Sözsüz KelimelerKanatlara Vurulan PrangalarDudaklara Hapsedilen DualarCerehatı Boşaltılmamış AnılarAvuçları Kan Kokan KadınDurgun Sulara Atılan Minik TaşlarGayya Kuyusunda Kısılan RuhlarÇınarın Sakladığı Balta İzleriSaç Tellerinden Parmak Uçlarına Akan ÖzlemKilidini Arayan SandıklarBuza Teslim Olan KorDişlerinden Damlayan Kanın KıyametiGökkuşağının Renklerine Kuşanan TenKurumuş Dallarda Açan Kiraz ÇiçekleriYıkım Zannedilen ZaferlerIşığın Lütfuyla Zırhlanan BedenlerAf Diye Kıvranan GünahlarKöz Kızılıyla Perçinlenen HasretA-bı Hayat ile Taçlanan VuslatÇığlıkların Ardından Gelen FısıltılarDışardan Vurulan Kilitİlmek İlmek İşlenen GeçmişSabırla Dövülen Umutla Bekleyen EmanetZamanın İçinde Kaybolmuş AşkOluk Oluk Kanayan NinniUmulmayan Taşların Açtığı YaralarKara Yılanın Koynundaki SırArafta Sürüklenen ZevahirVolkanın Doğurduğu Ateş ÇiçeğiGaflet Uykusunun Son DemiKaburgasından Sökülerek Alınan Nabza YeminKırık Kanadıyla Umuda Uçan KuşÇare Diye Figan Eden AğıtZulmün Kıyısındaki ArayışSancılı Bir Bekleyişin KöleleriKalbin Önünde Diz Çöken AkılZifiri Ummanda Saklı Kanlı HazineZehire Yuva Olan Koruyucuİntikam İçin Zaman Sayan CesetlerKırağı Vurmuş Aklın SakladıklarıÇığdan Önceki Dingin Huzur
Hikayeyi Paylaş
Loading...