42. Bölüm

Kalbin Önünde Diz Çöken Akıl

ORENDA
orenda

 

Selammmmmm baya ara vermişiz, özledim burayı🥹 Yeni kapağımız nasıl peki😍 güzel dimi, güzel güzel. Beğendiniz 🫠2

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Alparslan gözlerini beyaz tavana dikmiş, saatlerdir son dokuz yılını anlatan iki adamı dinliyordu. Hissizdi...

Şu anki duygu durumu sorulsa bunu söylerdi muhtemelen. Tamamen hissizdi.

 

Duhan yanına doğru yaklaşıp, bileğini parmaklarıyla sarmaladı. Avcunun içinde atan nabzın vermiş olduğu bir rahatlama vardı sırtında. Onun hayatı için bu detayla teferruattı çünkü. Duhan atan kalpleri, alınan nefesleri bilir gerisini ise mutlaka halledilecekler listesinde bekletirdi.

 

"Halledeceğiz... Hep hallettik bunun da altından kalkarız. Dinlen önce."

 

Alparslan tavandaki gözlerini Duhana doğru çevirdi. Bir insan hem hiç değişmeyip hem bu kadar farklı nasıl görünebilirdi? Yüzü aynıydı. Araya giren dokuz yıl yoktu Alparslanda. Ama bakışları o kadar farklıydı ki...

Eli karnını deşip duran hüznü avuçlar gibi karnına gitti.

 

"Kafayı yiyeceğim... Bunlar nasıl olur?"

 

Biraz daha baskısı arttı elinin. Duhanın gözleri de karnına çevrildi. Dudağında kırık bir gülümseme yeşerdi.

 

"Nerde?"

 

Duhan zihninde zerre yeri kalmayan yeğeni için endişeleniyor olmasını nasıl karşılamalıydı? Şifayı tanıyordu. Sesi çıkası ağlayacaksa kulübesine kapatırdı kendini. Saklanır, tüm acısını saklandığı yere kusar öyle dikilirdi karşısına. Ama şu an boyalarının arasında şifa bulamayacağını, şifasını bambaşka bir yerde aradığını bilecek kadar da Duhanın parçasıydı.

 

"Kendini toparlamak için sana sığınmıştır."

 

Alparslanın dümdüz bakan zift karası gözlerinde bir kırılma oldu.

 

"Size ait bir eviniz var. Gidip içini ferahlatana kadar göz yaşı dökecek. Sonra gelir, onu unuttuğun için ağzına sıçar muhtemelen."1

 

Alparslanın dudağı sola doğru kıvrıldı. Kız için hissettiği tek şey karnını rahatsız eden bu histi ama Duhanın sözleri hoşuna gitti nedensizce. Belki de yeğeni olduğu hâlde böyle benimseme içeren sözlerdi onu keyiflendiren.

 

"İçimi rahatsız ediyor. Söyle ona kessin şunu."

 

Duhanın oldukça uzun zaman sonunda yüzünde nihayet keyife benzer bir emare canlandı. Yan bir bakış atıp ardını döndü.

 

"Her ne yaptıysa sana ulaşmak için bizi dışarda bıraktı. Kendin söylersin kesmesini. Kesebiliyor mu o da başka soru gerçi!"

 

Duhan kapıya doğru yürüyünce

Barbaros da artık çıkmaları gerektiğini Kerim'e işaret edip kapıya yöneldi. Biraz kendini toparlaması için zaman vermelilerdi. Şu an zihninde çok büyük bir kaos olduğunu hepsi de biliyorlardı.

 

Bir kaç saati de yine gözlerini ayırmadığı tavanla bakışarak geçirdi Alparslan. Sakinlemiş ve çok şükür ki yapılan ağrı kesicinin etkisiyle baş ağrıları kaybolmuştu.

 

Ne tuhaftı...

 

Bedeninde hasar almayan hiç bir yeri yokken o sadece kafasında şiddetli çan sesini andıran ağrıyla kıvranmıştı. Tüm sancıları hiç var olmamış gibi çekilip giderken o akıl kaçırtan çığlıklar başını duvardan duvara vurma isteği oluşturmuştu. Barbarosun anlattığı yaşam pınarı tüm açık yaralarını kapatmıştı ama zihnini parçalayan ağrıya dokunmamıştı. Kerim bu bir hasar değil demişti. Beyninin sakladıkları için bir korunmayı hasar olarak görmüyorsa deva, neyi düzeltmesini isteyebilirlerdi ki?

 

Doğru olmayan koşullar, meditasyonunu olması gerektiği gibi tamamlamasına izin vermemişti değil mi? Yeterli konsantrasyon seviyesine ulaşamadığı için sızlayışlar bırakmıştı hafızasında cereyan eden hadise. Şu an bile saniyelik kulağından girip, zihnini kırbaçlayan sancılar gözlerini sıkı sıkı kapatmasına neden oluyordu. Saniyelik oluşu tek tesellisiydi.

 

Daha sakin düşündüğünde o buz gibi hücrede ona sürekli sorulan soruları anımsadı. Tenine giren ucu kızgın iğneyi ve şakaklarına yapıştırılan pedlerle gelen sancıyı...

 

Sancı kesildiğin de gelen tek soru "Kimliğini söyle!" olmuştu. Halbuki kimden bahsettiklerini anımsamıyordu bile. Projenin kimliği sorulup duruyordu ama o projeyle hiç tanışmamıştı. Duhan üstü kapalı biri için hazırlanıldığından bahsederdi ama kim olduğuna dair tek bir kırıntı yoktu aklında. İradesi dışında aldığı eğitimleri, bileşenleri anlatmıştı ama bu kadardı işte daha kimi arıyorlar hatırlamıyordu. Üstelik onu nasıl aldıkları bile yoktu içinde. Bir uyanış yaşamış, kara sulardan çıkar gibi buz gibi gerçekliğe düşmüştü.

 

Sadece belli saat dilimlerinde işkence ile konuşması ve projeyi en ince ayrıntısına kadar anlatması isteniyordu.

Genelde de bayıldığında bitiyordu bu işkenceler. Ayıldığın da ise yaralarını pansumanlı halde buluyordu. Ölmesi istenmiyordu, bu bariz bir gerçekti.

 

Onunla yakından ilgilenen birinin "limitin neresi, ne kadar dayanabilirsin" dediği hastalıklı bir kıskançlık ve hayranlık kelimelerini anımsıyordu. Sadist eğilimleri çok yüksekti.

 

Sonra o kız düştü aklına. Karısı...

 

Yüzünde inanılmaz rahatsız edici tek yeri plastik göz rengiydi. Onu görmek irite etmişti kendisini. Ama nedensizce giderken kullandığı kelimeler ve sesindeki o yıkık ton Alparslana boğuluyormuş gibi de bir his yaymıştı.

 

Nasıl olduğuna dair tek bir fikri yoktu ama dinen evli bir adamdı. Anlatılan adam kendisiyse, gerçek bir kimlik bulduğu an resmi olarak da evli olurdu muhtemelen.

 

Duhan bu konuda yalan söylemezdi. Duhan ona hiç bir konuda yalan söylemezdi.

 

Bir evleri vardı. Duhanın onu yumruklamasına gönüllü olacağı kadar bağlı olduğu bir eşi vardı. Gözlerini kapatıp, dingin karanlıktan medet dilendi.

 

Onunla ilgili daha çok detay arıyordu aslında. Veronica'nın bu konu da daha doğru bilgi vereceğini söylediler. Hiç sevmiyordu birliğin kızıl tilkisini. Amaca ulaşırken hiç bir değer yargısı yoktu o kadının. Hile, aldatmaca, yalan, ihanet zerre rahatsız etmezdi. Ondan istenileni yapmak için elini ve yüzünü çamura bulamaktan asla çekinmezdi. Allah var çok zekiydi. Anlamadığı bir şekilde birliğin ona görev olarak sunduğu hiç bir şeye itiraz etmez, kabullenir asla sorgulamazdı. Sanki çok büyük bir sırrı için yapamayacağı şey ve sınırı yokmuş gibi bir bağlılık vardı. Ama Alparslan bu bağlılığın birliğe olmadığına yemin edebilirdi.

 

Şu an yirmi bir yaşının birikimini saklayan zihni, neredeyse otuzuna gelmiş bedeniyle örtüşmüyordu. İşin içinden çıkamadığında uykuya sığındı. Yoksa karnını deşen bu hüznü ortadan kaldırmak için hiç tanımadığı karısının peşine düşecekti.

 

**********

 

Duhan sağlık ekibinden aldığı son bilgilerle hastanede toplantı odası olarak kullanılan alana doğru yürümeye başladı. Eli cebindeki telefona gitti.

 

"Ne durumda?"

 

"..."

 

"Gözünüzü dört açın. Her hangi bir harekette haber verin. Etrafa yayılın, sizi fark etmesin. Rahatsız edecek tek bir ses istemiyorum."

 

Kapıyı aralayıp içeri girdiğinde Veronica, Barbaros, Şahin, Hakan ve Kerim'in onu beklediğini gördü.

 

"Kerim seni daha fazla elimiz de tutamayız. Ekibini verdik ama istihbarat özellikle seni istiyor."

 

Kerim yüzünü örten sakallarını kaşıyıp, başını salladı.

 

"Ekipten sorgu sırasında bir şey çıkmaz. Karar ne biliyor musun?"

 

"Seslerini kesmek için bir kaç ay dinleneceksiniz. Başkan dinlenmenizi istiyor. Zamanı gelince alırlar sizi. Alparslan toparlayana kadar yoğunlaşmamız gereken başka bir mevzu var, onu çözeceğim bende."

 

Kerim neden bahsediyor anlamamıştı ama Hakanın gözleri ok gibi Duhana çevrildi.

 

"Ne oluyor?"

 

"Avukat, Muzaffer Soylunun kardeşini çıkardı içerden. Ustayı aramış, tehdit etmiş. Çok üzerine gidildi adamın daha fazla zorlamayalım, sen ilgilen. Girsin o şerefsiz hak ettiği yere."

 

Hakan ağırca başını salladı. Kurumuş dudağını diliyle ıslatıp anlık Duhana baktı ama geri masada çevirdiği kaleme döndü yüzü.

 

"Kız... O ne durumda?"

 

Duhan yıllar içinde bir izden ibarek olarak kalmış yanık lekelerinde dolaştırdı gözlerini.

 

"Tahminimizden iyi idare ediyor. Avukatı kontrol etmekte bize hiç iş düşmedi sayesinde. Görüntüsü kadar narin değil."

 

Hakanın dudağı kıvrıldı. "Annesinin naifliği, babasının çelik gibi iradesi var ha?" diye mırıldandı. Duhan bir cevap vermemişti bunun üzerine. Tekrar Kerime çevirdi bakışlarını.2

 

"Bugün sorguya almazlar seni. Belki bir kaç gün bekletirler, vatozu nerde yüzdürdün diye üzerine çok gelecekler. Birliğin adını direkt verme ama imada bulun Kerim. İzleyicin pek kıymetli. Yaklaşanı hissetsin."

 

Kerim ağır ağır başını sallayıp, ayaklandı.

 

"Son bir görüşme yapıp gideceğim Duhan."

 

"Akşamı geçirme."

 

"Sorun yok. Bu gün işim bitmiş olacak."

 

İkisinin konuşması netleşince Veronica konuşmak için yakaladığı fırsatı değerlendirdi.

 

"Duhan şimdi şu konuya gelsek mi? Ne demek son dokuz yılı hatırlamıyor?"

 

Duhan geçip bir sandalyeye oturmamış da yığılmış gibi kendini bıraktı.

 

"Çok zorlamışlar Veronica. Muhtemelen iradesi dışında konuşturacaklarını anladığında belleğini sıfırlamaya çalışmış. Şiddetli atakları var. Trans halindeyken yeterli konsantrasyona ulaşamadı ya da çok uzun bir zaman dilimini silmeye çalıştığı için beyin hasar aldı."

 

Veronica ağzı açık dinledi Duhan'ı.

 

"Bunu... Bunu nasıl yaptı?"

 

"Daha erken kapatmalıydı kendini!"

 

Barbarosun anlık verdiği tepkiyle tüm gözler ona çevrildi. Barbaros ise kimseye bakmayıp, elindeki çakmağı yakıp, söndürüyordu. Kerim ne demek istediğini anlayan tek kişiydi. Zihnini kilitleyip, duygularını yamyama daha erken çevirse işkencecileri beynine ne yaptığını bilir ve bir noktada sorgulamayı durdurlardı. Alparslan Şifadan vazgeçerken çok zorlanmış olmalıydı. Barbaros üzerindeki baskıcı gözlerden bir tek Kerime baktı. Aynı yollardan geçen iki adam trans sürecinin meşakketini düşündükleri an bile olmayan bir beyin sarsıntısının acısını enselerinde hissettiler sanki.

 

Kerim karşısındaki kadına baktı bu kez. Adını duymuştu. Birliğin İngiliz Kızıl Tilkisi...

 

"Kendi kendini hipnoz etme gibi düşün. Birlik ve devletin özel olarak seçilmiş sınırlı sayıdaki adamları bu konu da eğitiliyor. Ben Alparslan'la tanıştığımda o çiğdi bense pişmek için son adımdaydım."

 

Veronica Macaristan üssünde çok ağır eğitimler verildiğini bilirdi ama içeriğini öğrenecek kadar o üsse sokulmamıştı hiç.

 

"Bu ne demek?"

 

"Verilen eğitimin derecelendirilmesi. Çiğ ilk eğitime alındığı safha. Hamken ise sağlam bir beyne sahip olduğuna ve eğitime devam edileceğine karar verildiği o geçiş çizgisi. Pişmiş olabilmek içinse kendi hipnozunu yönetme becerisine ulaşmışsındır demektir. Alparslan beynini kanıtlama aşamasındayken ben bana verilen bilgileri silme yada saklama eğitimleri içinde kafayı yiyordum. Çok kısa bir süreçte benim seviyeme ulaştı. O sürecin sonuna kadar beraberdik."

 

Veronicanın altın bakışlarındaki karmaşa büyüdü.

 

"Ya yapamazsan? Yani hipnozunuz başarısız olursa?"

 

Kerim sırıtmayı andıran bir ifadeyle ilk Veronicaya baktı ama sonra gözleri Barbarosa çevrildi.

 

"Çok basit. Delirirsin! Beyinle oyun olmayacağını bilirsin Veronica. Ne diyorsun Barbaros neredeyse deliriyormuşsun sen."

 

Veronica şok olmuş gözlerle Barbaros'a bakmaya başladı. Ağzında biriken tükrüğü yutarken boğulacaktı. O da mı böylesi bir eğitime tabi tutulmuştu?

Barbaros ters bakışlarını Kerim'e atıp ona gözleri yuvasından fırlayacak gibi bakan kadına döndü. Rahatlatmak ister gibi başını sağa yatırıp, gülümsedi.

 

"Pişmiş kişi sayısı çok azdır. Verilen eğitimler kısa süreli olay silme üzerine olur. Yani bir istihbarat ajanı işini bitirdiğinde unutması gereken adresi, adı ya da sayıyı zihninden bu şekilde siler ki bilgi güvende olsun. Ama Alparslan, Kerim, ben ve senin tanmadığın bir sürü kişi pişmiş seviyesinde eğitim aldı. Uzun süreli olayları zihnimizden siler yada kodla saklarız. Gerçi Alparslan sınırlarını çok zorlamış. Dokuz yıl çok uzun bir zaman. Akli dengesini kaybetmeden çıkmış olması mucize gibi. Şu ana kadar bu kadar uzun zamanı sileni hiç olmadı."

 

Veronica ters ters bakıp "çok da aklı selim sayılmaz" diye mırıldandı.

 

"Şifa'yı tamamen silmiş mi yani?"

 

Kerim sağa sola başını sallayarak sıkıntılı bir nefes bıraktı.

 

"Bilmiyoruz ama onunla aldığım eğitim sürecine istinaden konuşuyorum, kodlamış olmalı. Gerçi nasıl bir işkenceye maruz kaldığı ortadayken net konuşmak doğru değil. Ama ben bir sese, kokuya, yüze veya anıya kendini kodladığını düşünmek istiyorum. Alparslan dokuz yıllık birikmişden ki bunlardan en önemlisi karısı, tamamen vazgeçmiş olamaz. Meditasyon sırasında bir şeye koşullamış olmalı kendini. Tamamen silmek kolay olan ama şifreli bir kasaya saklar gibi hafızada saklamak çok zorlayıcı."

 

"Ataklı ağrıların sebebi bu olabilir Kerim. Eğitmenleri kontroller için getirtmemiz gerekebilir."

 

Barbaros, Duhanın söylediklerine hak verir gibi başını salladı.

Şahin ise çok başka bir yerdeydi şu an. Gözleri Barbaros da öylece bakıyordu.

 

"Sen pişmiş misin şimdi?"

 

Barbaros dudağının kıyısına alaycı bir gülüş ekledi. Sol kaşını kaldırarak adama baktı.

 

Şahinin hırslı hırslı yanağının iç kısmını dişiyle ezişini keyifli denilecek bir yüzle izledi.

 

"Siktir git şerefsiz, bu nasıl olur lan? Hakan dil altı hapı ver bana, Ali Rıza Bey gibi yamulacağım şimdi. Lan çiğ kaldım ben, sen nasıl piştin? Ağzıma sıçılıyordu oğlum. Aylarca kafamda elektrik yemişim gibi ağrıyla gezdim." 1

 

Barbaros geriye yaslanıp, bacak bacak üzerine attı.

 

"Yeterince zeki değilmişsin Şahin."

 

Şahin üzerindeki tişörtün boynunu esneterek başını sağa sola eğip, kütletti.

 

"Hakan oğlum ben bu acıyla iflah olmam lan. Oğlum bu nasıl pişmiş lan?"

 

Hakan biraz evvelki ruh halinden sıyrılmış, insanlara göstermekten en keyif aldığı sûretini yüzüne maske diye geçirmişti. Dişleri görünesi şekilde sırıttı.

 

"Kanka sen dizilerle o belleği doldurmasaydın iyiydi. Bak bana hiç sınırlarımı zorlamadım, mis gibi kafam rahat. Giderim, hedefi sol gözünden indiririm, bakarım keyfime. O antin kuntin şeyleri yaptırmam güzelim aklıma. Bok var gibi her şeye hevesleniyorsun. Sapa sağlam verdik seni altı ay sonra kuyruk yağı kıvamında teslim ettiler. Mal! Ampul ses çıkarıyor diye ağladın lan!"

 

Kerim gözleri kısılı konuşmaları dinliyordu. Şahinin bu konuyu gerçekten dert ettiği suratından belliydi. Tek kaşını kaldırdı.

 

"Köy yanarken taranmak Şahin'e mi kaldı? Hakan bakmıyor muydu o işlere?"

 

Hakan parmağında çevirdiği kalemi fırlattı ve Kerim kendini sakınamadan adem elmasından vurulmuş oldu.

 

"Büyüğe saygın olsun şerefsiz. Zuhur hiç buna az konuşmayı öğretememiş. İnsaflı günümdeyim dua et alırdım sol gözünü yoksa." 1

 

Kerim pis pis sırıttı sadece. Kendi ekibi kadar olmasa da keyifli adamlardı, inkar edemezdi. Erkeklerin her konuyu eğlenecek bir şekle sokmasına sinir olan Veronica ise Şifayı düşünüyordu.

 

"Benim tırtılımın ne bitmek bilmez çilesi varmış."

 

Duhan Veronica'ya baktı. Odaya girmeden önce Şifa'dan haber almıştı.

 

"Evinde. Korumalar etrafı sardı. Işıkları yanmıyor, uyumuş olabilir."

 

"Uyumamıştır o. Kıvrılmış bir örtünün altına içi çıkana kadar ağlıyordur."

 

Tıpkı Duhanın ilk düşündüğünü Veronica sesli dillendirmiş oldu. Şifa neyi ne zaman yapar ikisinden iyi kimse bilemezdi.

 

Veronica kendi kendine söylenir gibi mırıldanmış ve öylece boşluğu dikmişti bakışlarını. Aylardır görmediği kocasına tam kavuştum dediği anda adam onu belleğinden silmişti. Canına ne olacağını zerre düşünmeden nelere kalkışmıştı Alparslan'ı bulmak için ve bulduğunda elindeki adam için bir hiç olmak çok zordu. Alparslanın maruz kaldığını düşünmek bile istemiyordu, çünkü onun meselesi değildi bu detay. Veronica biri için üzülmesi gerekirse bu sadece Şifa olurdu. Kime ne olursa olsun o ilk Şifa için insani his barındırırdı içinde.

 

"Duhan yanına gitmek istiyorum. Onunla vedalaşıp öyle teslim olacağım."

 

Kerimin konuşmalarının arasına girmesiyle tüm bakışlar adama çevrildi.

 

"Ne yapacaksın Şifa'yla?"

 

"Durumunu anlatmak istiyorum. Çok üzgündü giderken, belki bilirse şu anki halinin sebebini biraz toparlar. Aklım sarı kızda kalmasın."

 

Duhan başını onaylar şekilde salladı ve ayaklandı. Şimdi Umut'a gidip Alparslan'ın durumunu bildirmesi gerekiyordu. Avukatın takibini ise artırmaları lazımdı. Yanlarındaki köstebekleri yeterli bilgi akışını sağlamıyordu sanki. Kıza güvenleri tamdı, kulaksızın yeğeni olmasının yanı sıra Birlik için çok çalışmıştı. Ama aldığı istihbarat bakanın kızıyla ve avukatla fazla duygusal bağ kurduğu üzerineydi. Maden hakkında hiç bir şey bulamamış olmaları da kafasına takılıyordu. İçinden bir ses tam aksini söylüyordu üstelik. Ve yıllar ona en çok bunu öğretmişti. Duhan neden şüphe duyarsa orayı deşmesi gerekirdi.

 

Sürekli değişen gündem yüzünden delirmesine son bir adım kalmıştı artık.

Kerim'i, korumalara verdiği talimatla Şifa ve Alparslan'ın evine gönderirken kendi de Barbaros'la Umut'a geçmek için yola çıktı.

 

Kerim olabildiğine sade ama güzel eve dışardan biraz baktı. Gösterişten uzaktı ama sıcak bir havası vardı. Bu evi Alparslan'ın aldığına kalıbını basardı.

 

Kapıya yaklaşıp bir kaç kere vurdu. İnatçı kız kapıyı açmazsa gidecek mi sanıyordu acaba onu?

 

"Sarı kızzzz... Evinin kapısı sağlam kalsın istiyorsan aç hadi. Gidip kocan yüzünden hapse düşeceğim, gitmeden hafta sonu don, atlet getirecek kişi olarak seni seçtim. Anlaşalım hadi."

 

Biraz daha beklediğinde gelen adım seslerini ve açılan kapıyla ağlamaktan balon gibi olmuş gözlere baktı. Dudağı, gördüğünden ne kadar memnun olmadığını belli etmek ister gibi büküldü.

 

"Adam şu halini görse hatırlayacağı varsa da vazgeçer. Ayrıca gözünün birinde lens var diğerinde yok, insanı ürpertiyorsun çıkar şunu." 1

 

Şifa bir şey demeden gerisin geri dönüp salondaki üçlü kanepeye gidip tekrar uzandı. Gözünü ovuşturduğu bir anda düşmüş olmalıydı lensi. Diğerini de hijyenden uzak bir ovuşturmayla çıkarıp attı. Üzerine kalın battaniyesini kapatıp sadece burnu görünecek kadar açıklık bıraktı.Tam da Veronica'nın söylediği gibi diye düşündü Kerim.

 

"Ne yani böyle misin artık? Depresyonda olduğunu bu kadar göstermeseydin keşke."

 

Yine her hangi bir tepki alamadı Şifadan.

 

"Bir süre burda değilim Şifa. Gitmeden seni göreyim dedim, bir de kocanın kafa niye yandı bilirsen için rahatlar belki diye düşündüm."

 

Bu cümlelerle Şifa örtüyü biraz kaydırıp yüzünü ortaya çıkardı. Adam başını sağa sola sallayıp esefle güldü. Adamın adı bile yetiyordu.

 

Geçip karşısındaki tekli koltuğa oturdu ve bacak bacak üstüne attı. Olabildiğince rahat bir görüntüsü vardı.

 

"Şu kafanı doğru düzgün çıkar dışarı. Adam seni vermemek için dokuz yılından vazgeçmiş. Sen küsüp terk mi ediyorsun birde?"

 

Şifa yarı yatar pozisyonundan hızla oturur hâle geldi.

 

"Küsmedim!!!"

 

"Ya ne yaptın?"

 

Kerimin sol kaşı kalkık sorusuyla, omuzlarını düşürüp burnunu çekti.

 

"Onun..."

 

Kucağındaki ellerinden bakışlarını kaldırıp Kerime doğrulttuğunda, gözlerinin güzelliği bin misli artmıştı. Göz yaşının parlaklığını artırdığı renkler insanı hipnoz ediyordu. Kerim, gözlerini gördüğünde Alparslanın tutulacak nutkunu düşünüp sırıttı.

 

"Kimsin dedi bana ya? Ben kaç aydır onu görmüyorum. Ölüyorum hasretinden kimsin dedi."

 

"Yani küstün?"

 

"Küsmedim diyorum ya sağır mısın? Çok ağlamak istediğimden ve beni tanımayan kocamın yanında ağlayamayacağım için evime geldim."

 

Kerim neredeyse bir çocuk masumiyetiyle dökülen sözcüklere kahkaha attı. Üzerinde de onu tanımayan kocasının uzun kollu bir tişörtü vardı zaten. Ellerini bile içine alan gri kıyafete dalga geçer gibi baktı.

 

"Adamın kıyafetini niye giyiyorsun, madem küstün?"

 

"Kerim kalın kafa mısın sen? Küsmedim diyorum sana! Ayrıca onun olan her şey benim de. Beni hatırlamıyor olması bir şeyi değiştirmiyor yani. Abini daha çok seviyorum. Senin gibi sinir bozmuyor!"

 

Kerim dolu dolu kahkaha attığında Şifanın laçkaya dönmüş sinirleri daha da bozuldu. Suratı asıldı, battaniyesinin altına geri girdi. Kerim ise şefkatle baltı bu hâline.

 

"Hiç girme kabuğuna geri. Gitmem lazım, az konuşalım sonra zaten istesen de beni bulamazsın."

 

Şifa sadece yüzünün göründüğü kısmıyla Kerime çevirdi gözlerini. Kerim ise bacaklarını düzeltip, kollarını dizlerine yaslayarak Şifaya olabildiği en ciddi duruşuyla yaklaştı.

 

"Biz sadece savaşma üzerine eğitim almayız Şifa. Strateji üzerine de eğitim alırız. Mesela dara düştüğümüz durumdan kurtulamayacak bir boyuttaysak bizde olan bilgileri nasıl yok etmemiz gerektiğini de öğrenmemiz gerekir. Alparslan sıradan bir asker değil, o projenin CUNTOS'u. Adı gibi belleğinde olan her şeyi korumak zorunda. Güvende olmalı onunla olan her şey. Tüm üslerde zaman geçirdi. Hepsinin düzenine, işleyişine hakim. Ama en çok Maceristan üssü onu oya gibi işledi."

 

Şifa duyduklarıyla farkında olmadan geri doğrulmuş, gözlerini Kerimden ayırmadan söylenilen her şeyi kafasında bir yere oturtmaya çalışmıştı.

 

"Şu an... Şey mi yaptı o zaman?"

 

"Şu anda kendini bir hipnozun içerisine çekip, dokuz yılını kendi iradesiyle silmiş bir adamdan bahsediyoruz. Seni korumak için onu var eden dokuz yıldan vazgeçti Şifa. Ve sana yemin ediyorum daha önce bu kadar uzun bir süreyi silen bir tane ölüm taciri olmamıştır."

 

Şifanın üzerinden titreten bir ürperti geçti. Kerim öyle bir ses tonuyla söylemişti ki bir mucizeye tanıklık eden insanın şaşkınlığı vardı simasında.

 

Eve girdiğinden beri hiç bir şeyi düşünmemiş sadece ağlamıştı. Neler olduğunu düşünme işini sonraya bırakmış sadece ağlamaya odaklanmıştı. Aylardır bir karmaşanın içerisindeydi ve çok yorgun hissediyordu. İyi gelip gelmeyeceğini bile sorgulamamıştı. İçini döke döke ağlasa rahwtlayacakmış gibiydi. O daha Alparslanın parçalanmış bedenini hazmedememişken, bir yabancının gözleriyle bakıyor olması dağılması için son taş olmuştu. Kendini ona sarılmaya, yokluğunda olanları anlatıp, teselli aramaya o kadar çok koşullamıştı ki çaldığı kapı aralanmamış, yağmurda bırakılmış gibi çaresiz hissetmişti. Kerimin sözleri şimdi tekrar ağlama isteği yayıyordu ruhuna.

 

"Bu... Nasıl bir şey ki? Acıtan bir şey mi? Yani o dediğini yaptığında... Of! Nasıl bir eğitim bu?"

 

"Beyin kontrolü için meşakkatli bir eğitim süreci diyelim biz buna O sırada tanıştık Alparslan'la. Bir çok kişi çiğ dediğimiz seviyede kalıp elenirken iki yıl içerisinde Alparslan pişmiş listesine girdi. Benim altı yılımı aldı bu durum. Az ayar olmadım diyemem bu duruma ama konumuz bu değil. Zihnimizde saklı olan her bilgi, ad, sayı, konum bizim düşmanımız. Alparslan'ı sorgularken ilaç ve elektro şokla iradesi dışında konuşturmaya çalışmışlar. Çözüleceği seviyeye ulaştığında seni korumaya almak için dokuz yılını silmiş. Gerçi sildi mi sakladı mı emin değiliz. Şu an silmiş görünüyor. Şiddetli ağrı atakları geçiriyor. Çok uzun bir süreyi bellekten silmek çok riskli ve zorludur. Beyinle oyun olmaz malum, biliyorsundur kendinden."

 

Şifa sûkünetle dinlediği her kelimede bir yere takılmış, oradan çıkamamıştı.

 

"Saklamış olabilir dedin. Ne demek saklamış olabilir?"

 

"Silmek saklamaktan daha kolay olur. Meditasyonu daha kolaydır yani. Ama ben inatçı kurdu biraz bile tanıdıysam en zoru hangi yolsa o yolu tercih etmiştir. Bir anıya, yüze, kokuya, sayıya, eşyaya kendini kodlarsın. Sandığı orası gibi düşün. Seçilen soyut yada somut o cisim anahtarı olur zihninin. Dediğim gibi Barbaros ve ben bu durumu uygulamak zorunda kalırsak kısa süreli olmasına özen gösteririz. Yani unutmak istediğimiz o kısımda olayın başına odaklanır olayın sonuna kadar unuturuz. Bir saatlik zaman dilimini geçirmemeye çalışırız. Ağrılar delirtecek boyuta ulaşabilir. Alparslan dokuz yıl önce Duhan'ın Rusya'ya gidişini odak çizgisi seçmiş. Bu da demek oluyor ki seni ilk gördüğü zamandan kısa bir süre öncesini odaklamış belleğine. Hiç görmediği kısımda kalmış."

 

Duhan'la Barbaros hakkında konuştuğu zaman geldi Şifa'nın aklına. Böyle hassas kalpli bir adamın sadece izleyici olmak zorunda kaldığı anlarla nasıl baş ettiğini sorgulamıştı. Duhan cevap vermemişti ama yüzünde çok yıkık bir tebessüm oluşmuştu. Sebebi buydu demek ki. Unutarak baş etmeyi öğretmişlerdi Barbaros'a. Yaşadığı, izlediği her vahşeti belleğinden silerek hayatta kalmayı başarmıştı.

 

"Şimdi ne olacak? Ben yok muyum artık onda?"

 

Kerim kınayıcı bir bakış attı. Kendi söylediğinin farkında mıydı acaba? Zihni tamamen unutsa kalbi unutabilirmiş gibi...

 

"Sen söyle Şifa, unutur mu seni? Onu bulmak için çevirdiğin alicengiz izin verir mi? Duhan üstünü kapatmaya çalışıyor ama kurdun kimde olduğunu nasıl bulduk Birlik alır bunun cevabını bizden."

 

Darmadağın olan aklı duyduklarıyla bir anda öylece kaldı ve yerdeki bakışları Kerim'e saplandı. Kerim de gördüğü ise her şeyi bilen, kendinden emin bir ifadeydi.

 

"Sen nasıl?"

 

Kerim genel olarak kendine yumuşak bir yüz, tatlı bir ses tonu kullanarak yaklaşmıştı. Şu an ona bakan gözlere bir kez bile tanık olmamıştı.

 

"Zuhur benim ağabeyim Şifa. Ama bilmediğin bir kısım var. Zuhur kandırılabilecek, alt edilip ondan saklanılabilecek bir asker değil. O sessizdir, istemeden ağzından tek kelimeyi ölüm gelse alamaz ondan. Ama çok iyi bir panterdir de. Zamanı kollar, an'da asla hata yapmaz. Alparslan'ı almaya giderken iletişime geçti benimle. Kendini ona nasıl bağladığını biliyorum. Veronica'ya anlattığın her şeyi biliyorum. Ama ben de abimden ders alacağım ve sessizce olacakları bekleyeceğim. Bir süre yokum ortada, malum vatana ihanetten yargılayacaklar. Alparslan kendine geldiğinde bana gelecektir. Onunla konuşmam gerekenler var, zamanı çok uzatmamaya bakın. Gökay Turan konuşuyorsa tedirgin ol ama susuyorsa tetikte bekle. Mutlaka bir planı var demektir. Ya emin değil, ya da daha fenası kendine ne saklıyorsan hepsinden haberdar."

 

Şifa karmakarışık bir hale büründü. Aralarındaki bağı biliyorlardı ve sessiz kalacaklardı. Ama niye? Birliğe hizmet ederken niye? Üstelik Alparslan'la ne konuşacaktı? Gökay Turanın haberi varken sorgulanmamıştı.

 

"Neden beni açık etmiyorsun? Sonuçta yaptığım ihanet."

 

"Şu an bende vatan haini ilan edildim, sence de ben vatanıma ihanet mi ettim? Yoksa ilerde vatanımı hak ettiği gibi baş üstüne taşıyacak o mihenk taşını kurtardım mı? Dediğim gibi her şeyin zamanı var sarı kız. Seni açığa çıkarmak için zamanı bekleyeceğiz."

 

Dışardan birileri şu sözleri duysa buram buram tehdit algılar. Ama bir şey vardı. Kerim'in kelimelerinin arasına saklanan bir his. Söylenenin tehdit değil de uyarı olduğunu anlatmak isteyen bir tını.

 

Öyle çok şeyi aynı anda düşünmek nasıl yoruyordu zihnini? Kimse görmüyordu belki ama Şifa çok yorgun, halsiz ve büyük bir mutsuzluğun girdabında döneleyip duruyordu.

 

"O nasıl eski haline dönecek? Kerim bana bir yol göster onu bana nasıl geri getireceğim ben?"

 

İşte burada Kerim de cevapsız kalıyordu. Alparslan eğitildiği gibi bilindik bir şeylere kendini şartlayıp tahmin edilebilir bir anahtar oluşturmamıştır.

 

"Burada da iş sana düşüyor sarı kız. Kurttan bozma iblis kocan ne düşündü, kendini neye şartladı bilemeyiz ama sen bilebilirsin. O en derin yaralarını bir tek sana gösterdiyse bilebilirsin." 1

 

Şifa Kerim de olan bakışlarını kucağındaki ellerine dikti. Alparslan en derinini gerçekten ona göstermişti değil mi? Hatta kendi gözlerinden gördüğü dünyayı bile onunla paylaşmıştı...

 

Kerim veda edip gittiğinde bütün geceyi düşünerek geçirdi Şifa. Tekrar zihnine gitse, meditasyon başlangıcına ulaşabilir miydi acaba? Şifa bunu ilk yaptığında Alparslan tüm zihnini ona açmıştı. Şimdi aynı şekilde darmadağın ettiği aklında gezebilir mi emin olamıyordu.

 

Sürekli ihtimalleri düşünmekten başı çatlayacak kadar ağrımaya başlamıştı. Alparslan hafızasını saklamışsa nerede araması gerektiğini düşündü oldukça büyük bir zamanda. Aklı sürekli gözlerini ne çok sevdiğini suratına çarpıyordu ama Şifa bu ihtimali düşünmek bile istemiyordu. Yok olup giden irislerina saklanmış hayatları ödünü koparıyordu.

 

Bir kaç saat uyuyup kendini unutan kocasının yanına gitmesi gerekiyordu. Ve daha öncelikli bir durum vardı içinde. Alparslan'ı bir et parçası gibi bulmalarına sebep olanlardan alması gereken bir intikam çığlığı kopuyordu her zerresin de.

 

Uyanıp hazırlandığında dışarı çıktı. Gözleri etrafta bir tur dolaşmıştı. Kimseyi göremedi. Bu sefer Duhan işinin ehli kişileri göndermişti demek ki. Arabasına binip yola çıktı. Bir buçuk saati bulan bir süreçte anca hastaneye ulaşabildi.

 

Alparslan'ın bulunduğu kata çıktığında Veronica ve Umay hariç kimseyi göremedi. Umay kara batak gibiydi. Varlığı ve yokluğu o kadar sessiz oluyordu ki Şifa bunu da yazdı aklına. Zamanı gelince deşilecekler listesi arttıkça arttı.2

 

Veronica onu görünce ayaklanıp yanına gelmiş ve sıkıca sarılmıştı.

 

"Nasılsın?"

 

Şifa geriye çekildiğinde bebek sever gibi yanaklarını seven Veronicaya kırık bir tebessüm yolladı.

 

"Tabiki bok gibiyim kızılım. Adamı bulacağız diye canımız çıktı ve sonuç ne? Köpek beni unutmuş!" 3

 

Veronica kıkırdamasına engel olamayınca eliyle dudaklarını kapatmaya çalıştı.

 

"Kusura bakma minnak sırtlanım. Haklısın ama ben senin tarafını tutuyorum. Gidip şu köpeğe kim olduğunu hatırlatman gerekiyor şimdi de." 1

 

"Bu duruma düştüğüme inanamıyorum."

 

Şifa esefle bir nefes bırakmış ve başını sağa sola sallayarak saçlarını dağıtmıştı.

 

"Ne yapmayı planlıyorsun bebeğim?"

 

"Şu an için hiç bir şey! Kerim Alparslan kendini neye koşulladı sadece benim bulabileceğime inanıyor ve Veronica biz aptal gibi Zuhur'dan saklanacağımızı zannettik. Her şeyin farkındalar."

 

Veronica sırıtan suratını düzeltip kaşlarını çattı. "Ne demek bu?" diyerek sesinin olabildiğine kısmıştı. İstemsiz bakışları arkasında yayılmış oturan Umay'a kaydı.

 

"Ne yaptığımızı biliyorlar ama bir nedenden dolayı susacaklar. Kerim Gökay Turanın da farkında olduğunu ama diğer üs liderlerine bir şey söylemediğini ima etti laf arasında. Ne kadar zaman susar bilmiyorum. Alparslan hafızasını gerçekten silmeyip bir şeye sakladıysa biran önce bulmam lazım."

 

Veronicanın gözleri bir an parladı.

 

"Barbaros bahsetti bu durumdan. O köpek gözlerin de gözlerin diyordu. Olabilir mi sence?"

 

Şifa kaşlarını çatar gibi Veronicanın yüzüne baktı. Onu yiyip bitiren ihtimal Veronicanın sorusuyla üzerindeki yükü kaldırmıştı sanki. Rahatlamış gibi omuzları gevşedi.

 

"Olamaz Veronica."

 

"Emin misin Şifa? Adam bıraksak saatlerce izlerdi."

 

"Senin aklına ilk gelen gözlerim... Bende öyle sandım ve ödüm koptu ama Alparslan benden başka birinin aklına ilk gelecek seçeneğe aklını emanet etmez. Gözlerim olamaz."

 

Böyle söylediğinde de çok mantıklı gelmişti Şifanın iddiası.

 

"Ne yapmayı planlıyorsun peki?"

 

Şifaya yine yorgun bir halsizlik çöktğ bu soruyla. Boşvermiş gibi omuzlarını silkti yine.

 

"Ah bir bilsem kızılım, ben de ne yapacağımı bir bilsem."

 

Hastaneye gelmişti gelmesine ama içeri girip onu unutan kocasıyla yüzleşmeye hali yoktu. Umay'ın oturduğu koltukların karşısına geçip oturdu. Uzun süredir onu da görmüyordu ve baktığında kadının uykusuzluktan göz altlarının felaket göründüğünü fark etti.

 

"Merhaba..."

 

"Selam, nasılsın?"

 

"Tahmin edilebilinir bir haldeyim. Senin gözlerinin hâli ne peki?"

 

"En son REM uykusuna yetmiş dört saat önce dalmama izin verildi. Uyumak için bayılmayı bekliyorum."

 

"Boş oda dolu hastanede git uyu Umay, felaket görünüyorsun."

 

Umay ters bir bakış attı.

 

"Sen de kainat güzeli değilsin."

 

"Uyuma o zaman, bayıl ortalığa."

 

"Hastane gözetim altında ama Barbaros ya da Duhan bu katta değilken burayı bırakamam."

 

Şifa kadının aslında nöbet tuttuğunu bu sözleriyle anladı.

 

"Macaristan liderine nöbet mi tutturuyorlar?"

 

"Nöbet demeyelim de eşeğimi kendim beklemeyi, kimseyi hırsız tutmak zorunda kalmamayı seviyorum diyelim." 1

 

"Alparslan ona eşek dediğini duysa keşke."

 

Şifa, Umay'ın yorgun yüzünde küçük bir tebessüm oluşturmuştu. Çok zorlayıcı bir dönemde böyle güçlü ayakta duruşu annesinin asla hata yapmayışının bir kanıtıydı ona sanki.

 

"Git iki saat uyu Umay. Ben yanında olacağım."

 

Kadın kafasını onaylar gibi sallayıp ayaklandı. Sonuçta bir adamı karısından daha iyi kim kollayabilirdi ki?

 

Şifa odaya girdiğinde uyuyan adamla hareketlerini yavaşlattı. Yapılan ilaçlar yüzünden uyku halinin yoğun olduğunu söylemişti doktoru. Ama gözle görülür bir iyileşme vardı teninde. Neredeyse siyah renkte denilecek ezikler sarartı halini almıştı. Biraz daha yaklaştığında ise sırt kısmındaki iri yanık pembe bir leke kadar kalmıştı. Rahatça sırt üzeri yatmasının sebebi yanıkların neredeyse yok olmasıydı demek ki.

 

Şifa bedenindeki her eziği incedi. Tuhaf bir orantısızlık vardı. Yaralar ne kadar büyükse iyileşme oranı daha hafif et eziklerine göre güçlüydü. Yanağındaki yumruk izi belirgindi. Ama varlığını asla unutamayacağı bıçak kesikleri neredeyse yok denilecek kadar iyileşmiş görünüyordu. Deva hasarın büyüklüğüne göre çok daha saldırgan bir iyileşme gösteriyordu sanki.

 

Sağ tarafında kalan tekli koltuğa geçip oturdu. Eli damgasının altında dalgalanan devâsına gitti. Aklı hala kabullenemese de bir mucizeye ev olmuştu bedeni. Alparslan'ı o halde görmemiş olsa asla bu kadar kısa zamanda böylesi bir iyileşme göstermesine inanamazdı. Yüzünde gezdi gözleri. Çok özlemişti, özlemden geberiyordu ve kocası onu hatırlamıyordu. Yine de onu görünce çıldıran kalbi heyecanlanmasına engel olamadı. Hızlı ve sancılı atışlar göğsünü sızlatıyordu. Ona sarılmak, kokusunu tekrar solumak için her bir hücresi kıvranıyordu.

 

Alparslan derin bir nefes alarak kısıkça açtı gözlerini. Çenesinin kasılışını, kaşlarının çatılıp, elinin karnına gidişini Şifa kontrol edemediği heyecanıyla saniye saniye takip etti.

 

"Bu his... "

 

Tavandaki gözleri nerde olduğunu bilir gibi direkt Şifanın oturduğu yere çevrildi. Zift karası gözleri Şifanın yeşil lenslerle sakladığı gözlerine saplandı.

"Bu karnım da dolaşan heyecan senin mi? Kalbim de hissettiğim hızlı atış sana mı ait?"

 

Şifa yüzüne dalıp gittiği için bir kaç saniye sorularına cevap verememişti. Parmak uçları bile karıncalanıyordu. Tırnaklarını dizlerine geçirerek oturuşunu bozmamaya çalıştı. Yoksa özlemine hakim olamayacak, belki de onu istemeyecek kocasına sıkı sıkı sarılacaktı. Alparslanın tek kaşı kalktı. Halini biliyor olmanın verdiği o ukala bakış peydah oldu suratında.

"Benim..." diyebildi sadece.

 

"Kızgınsın bana."

 

Şifa gözlerini yataktan ayırıp, başını geriye yasladı. Kendini dinlememişti hiç. Şu an tam olarak ne hissediyordu sahi? Her yanından bir duygu fırlıyordu ve o hangisi baskın anlayamıyordu ki.

 

"Konuşmayacak mısın? Karınım ben senin derken sesin bu kadar kısık değildi halbuki."

 

Şifanın dudağı kıvrıldı. Kışkırtmak için edilmiş sözler ona kahkaha attıracaktı neredeyse. Kolay kabullenmişti bir karısı olduğunu. Muhtemelen Duhan konulmuş, Alparslan da gerçekliğinden emin olmuştu.

 

"Çok aradık seni. Çok şey oldu. Tam bulduk, bunun sevincini yaşayamadan seni parçalanmış halde gördüm ben. Tenin sana ait değil gibiydi. "

 

Yaslandığı koltuktan doğrulup, ona dikkatle bakan adamın gözlerine çevirdi gözlerini. Başını iki yana salladı. O anları hafızasından silip atmak için Maceristana gitmek asla gözünde büyümüyordu. Gözleri doldu.

 

"Benim sarıldığım, öpüp, kokladığım hiç bir parçanı sağlam bırakmamışlardı. Bağıra bağıra ağlamak istediğim anda bile bunu yapacak zamanım olamadı. Sonra uyandığında ilk beni gör diye erkenden kalktım. Senin için hazırlandım, güzel gör beni diye. En sevdiğin renk diye yeşil elbise giydim, saçlarımı açık bıraktım. Sana koşup geldim. Ama seni bulamadım ben."

 

Gözünden kayan yaşa bakıp kalmıştı Alparslan. Biraz evvel karnını kasıp kavuran özlem, heyecan, aşk hislerinin yerini perdeleyen hüzünle yutkunamadı.

Şifa hemen gözündeki yaşı sildi. Başını da iki yana salladı.

 

"Biliyorum benim için yaptın, korumak için, hakkım yok, asla doğru değil biliyorum ama engel olamıyorum kendime. Beni unutmuş olmana istemeden kızıyor içimdeki bir yerler. Doğru değil farkındayım, inan farkındayım bencillik bu ama engel olamıyorum Alparslan. Zihninden kaybolup gitmiş olmak beni öldürüyor."

 

Kızın fısıltı gibi dökülen sözlerini tıpkı Şifa gibi gözlerini bir an bile çevirmeden dimsik bakarak dinledi.

 

Neler yaşamışlardı acaba? Kalbinin en derin yerine sakladığı acısına, elini tutup gidecek kadar neler yaşamışlardı da böyle bağlanmıştı bu kız ona?

 

"Anlatsana..."

 

"Neyi?"

 

"Bizi... Neler yaşadığımızı..."

 

"Nasıl anlatayım ki? Bu ses tonunu bile tanımıyorum ben. Benim Alparslan'ım benimle konuşurken herkesden farklı bir tını kullanırdı bana. Ben senin yüzünü tanıyorum."

 

"Ama beni sevmişsin... Beni bulmak için kendini parçalayacak kadar çok sevmişsin..."

 

Şifa ayaklanıp yatağa yaklaştı ve kenarda ki küçük boşluğa oturdu. Tam aynı anda Alparslan da yatağın kenarında ki düğmeye dokunarak yatağın biraz daha dikleşmesini sağlamıştı. Bir an durdu. Bunu neden yapmıştı ki? Refleks gibi bir şeydi kıza yaklaşma isteği. Bir anda hiç düşünülmeden yapılan bir hamleydi. Şifa bunu küçük bir tebessümle izledi. Eli sararmış göz kenarına gidip yavaşça okşadı.

 

" Aklının sildiğini kalbin ve bedenin hatırlıyor ha kurtçuk. "

 

Alparslan da kıza ayak uydurdu. Deli gibi merak ediyordu onu. Karısıydı ve Duhan 'senin için ölür' demişti kızdan için. Biri tarafından uğruna ölünebilecek kadar sevilmeyi unutmak azap gibiydi. Parmakları kızın yanağına dokundu, iyi hissettiriyordu.

Şifa aldığı karşılık sayesinde biraz daha yaklaşıp iki avcunu da Alparslanın yüzüne yasladı.

 

"Sevmişsin dedin. Hâlâ çok seviyorum Alparslan. Senin için her şeyi yapacak kadar çok aşığım ben sana. Geçmiş zamanmış gibi konuşma benimle olur mu? Üstelik hatırlamıyor olman bir şeyi değiştirmez. Sen benim için tüm dünyayı ateşe verirsin."

 

Bu kadar eminlik? Bu nasıl bir kendine güvendi? Alparslanın karmaşını daha da arşa çıkaran bu kesinlik nasıl olabilirdi? Karşısındaki kadın sadece kendi aşkına değil onunkine de sonsuz bir güven duyuyordu.

 

Yüzünü milim milim incelerken içinde yankılanan soruları siması verecekmiş gibi gözlerini bir an bile çekmedi yüzünden. Teni, kokusu, kaşları, dudakları, dudağının kenarına bir kalem ucuyla konulmuş beni bile muazzamdı. Ama Alparslanın içini kaldıran şu plastiklerin varlığı sebebini bilmediği şekilde onu sinirlendiriyordu.

 

"Çok güzelsin ama neden gözlerine o plastikleri takıyorsun?"

 

Şifa bir şeyler duymayı bekliyordu elbette ama başlangıcı bununla yapacakları aklına gelmemişti. Soru boğazında kalmış gibi bir an yutkunamadı. Sonra derin bir nefes aldı.

 

"Hazır değilim sadece."

 

"Kötü hissettiriyorlar bana, çıkarsan olmaz mı?"

 

Şifanın gözleri tekrar dolduğunda Alparslanın kaşları çatıldı. Onu üzecek ne söylediğini anlamamıştı bile.

 

"Korkuyorum..."

 

"Neden korkuyorsun?"

 

Şifanın yüzünden çekilen elleriyle bir boşluk, içini tırmalayan bir yoksunluk hissi doldu. Kaşları daha derin çatıldı.

 

"Tek değişen sen değilsin Alparslan. Beni bıraktığın gibi kalamadım."

 

Gözünden kopup, yanağından süzülen yaşa doğru uzandığını bile fark edemeden Alparslan işaret parmağıyla damlayı yanağından süpürmüştü. Damla gibi bir lav içine düşmüştü sanki.

 

"Sen de mi değişmek zorunda kaldın?"

 

Şifa ağır ağır başını salladığında Alparslan ona bakmıyordu. Hâlâ parmağının ucunda nemi belirgin göz yaşını inceliyordu.

 

"Öyle oldu. Ben de belki de en çok yeşil gözlerimi seviyordun ama ben onları senin için koruyamadım. Artık küçük orman perin değilim."

 

Alparslan aptal değildi. Bedeninin kıza nasıl çekildiğinin farkındaydı. Aklı ona dair hiç bir şey anımsamazken parmak uçları uyuşuyordu sanki ona dokundukça. Söylediklerini Duhanın anlattıklarıyla bir notkaya taşıdı. Uyanış yaşanmıştı. Uyanış süreci beklenilene göre çok sancılı, çok yıpratıcı olmuştu. Karşısındaki kadının bahsettiği yeşil gözleri merak ederken buldu kendini. Şu an da gözlerinde yeşil lensler vardı. Ama içini kaldırıyordu baktığında.

 

"Yine de onları sende görmek istemiyorum. Bu kadar gerçekken seni böyle sahteleştiren şeyler orada olmamalı."

 

Şifa duyduklarıyla kapalı olan gözlerini açtı. Ne kaybederdi ki sanki? Zaten unutulmamış mıydı her zerresine kadar? Artık cennet yeşili olmayan gözleri olmasa ne kaybederdi? Her şeyini kaybetmemiş gibi bu kaygı çok komik duruyordu açıkçası.

 

Ayaklanıp odadaki lavaboya adımladı. Ellerini sabunlayıp lensleri çıkardı. Biraz kendini cesaretlendirme çabası gibi olmuştu bu tutumu.

 

Tekrar odaya girdiğin de bakışlarını kaldıramadı. Biraz önce oturduğu yere tekrar yerleşti. Yanaklarına değen parmaklarla gözlerini karşısındaki zifirlere değdirdi.

 

Alparslan aldığı soluğu veremedi ilk. Göğsü çok fena sıkışıyordu. Tarifsiz bir sarsıntı vardı içinde. Üstelik kızdan ona yayılan heyecan, kendi duygularıyla birleşince felaket bir deprem etkisi bırakıyordu içinde.

 

"Hassiktir!!!!"

 

Şifa bir tepki bekliyordu tabi ama küfür tercih listesinde yoktu. İki kaşı da kalkıp başka bir şey söyleyecek mi diye alt dudağını kemirmeye başladı.

Alparslan ise far görmüş tavşan gibi bakıp kalmış, farkında olmadan nefesini hissedecek kadar dibine yaklaşmıştı.

 

"Bu... Bu ne? Hay anasını! Bu gerçek mi?"

 

Şifayı anlık bir titreme örttü. Yanağındaki ellerin sıcaklığı içindeki üşümüş her hisse artçı sarsıntılar yaşatıyordu.

 

"De-değişti..."

 

Şifa bir fısıltıdan ibarek, kekelemeyle çıkan tek kelimesini sona doğru yutmuştu. Tıpkı kendi boğazında kalan kelimesi Alparlsanı da zorluyormuş gibi yutkunduğu gördü.

 

"Çok güzel... Nasıl bu kadar güzel olabilir?"

 

Tamamen kendine sorulmuş bir soruydu bu. Gerçek miydi yani bu gözler? Göz bebeğinin siyahı toprağın bereketli tonuyla birleşmişti. Ormanın yeşili kahveyi dalga dalga sarmış ve en derin ummanların koyuluğunda ki mavi, tüm renkleri koynuna alıp kucaklamıştı sanki. Evrenin göğsünden kopup gelen yıldızlar parlatıyordu irisin muazzam karmaşasını. Kainata ait en değerli renkler sadece bir irise nasıl böyle yerleştirilebilirdi ve aptal kız bu görüntü karşısında nasıl beğenilmeme korkusu taşırdı?

 

Şifa konuşamayacak, konuşsa bile mantıklı tek bir cümle kullanamayacak kadar heyecanlıydı.

 

İşte hep böyle bakardı onun Alparslan'ı. Uyandığından beri bir buzun arkasından onu gören zift karası gözler tam da şimdi ki gibi ışıl ışıl bakardı. Unutulmuş olmanın ateşinde yanan kalbine nasıl bir ferahlık vermişti şu bakışlar. Özleyen, seven, aşık ruhu nasıl özgürleşmişti?

 

"Sen çok güzelsin. Akıl oynattırır bu gözler kızım."

 

Geriye çekildiğinde güler gibi keskin bir nefes bıraktı Alparlsan.

 

"Tak o lensleri sen geri. Haklısın gerek yok çıkarmaya, tak yani sen onları."

 

Bir an söylediklerini doğru duyup duymadığını sorguladı. Sonra ise yüzünde aylardır olmayan o tebessüm tekrar canlandı. Gözlerinde pırıl pırıl parlayan yaşlar usul usul aktı. Ama gülümsemesine kahkaha sesleri de eklenmişti. Aklı istediği kadar unutabilirdi. Saklamayı bırak komple silebilirdi. Onlar kalple bağlı olduktan sonra Şifa bir yolunu bulurdu nasıl olsa. O böyle onun Alparslan'ı gibi konuştuktan sonra sorun değildi. Hep bulmuştu, yine bulur saklanmış kıyılardan kendini suyun yüzeyine taşırdı.

 

Unutulmuş olmanın korkusu sessiz sakin çekildi göğsünden. Artık önemli değildi, kalbi hâlâ onun kocasının kalbiydi. Aklı bilmese de olurdu, Şifa o kördüğümü kalbine atmıştı. Çok büyük bir bağ ile bağlanmıştı. Çok korkmuştu başka bir Alparslan olmasından ama onun kocası karşısındaydı işte.

 

Veronica'nın asla duymaması gereken bir şey yaptı. Ellerini sakalların süslediği yanaklara yaslayıp özleminden öldüğü dudaklara kapandı. Alparslan'ın puta dönmüş bedenini hiç umursamadan oturur pozisyondaki bedenini geriye doğru yaslayıp bir bacağını adamın üzerinden attı ve bir an bile yapıştığı dudaklardan ayrılmadı. Ağırlığını vermemek için çok çaba harcıyordu üstelik. Hasret kaldığı teni koklayıp, dudakları talan etmeyi saniyelik bile olsa bırakamıyordu.

 

Bir zamanlar Alparslan'ın onu öptüğü gibi öptü. Dudaklarına küçük küçük ısırıklar bırakıp, emdi. Dili yuvasına kavuşmuş gibi tadını doyarak özümsedi. Şoka girmiş gibi altında kıpırdamadan duran adam hiç umurunda değildi. Hasretten gebermek üzereydi ve onu unutmuş kocasının aksine Şifa yaşadıkları aşkın her anını hatırlıyordu.

 

Uyanışla beraber kaybettiği tek duygu Alparslan'a dokunduğunda oluşan bu histi. Şimdi kaybına geri kavuşmuş ve sevincini daha fazla öperek kutluyordu.

 

Milimlik bir boşluk bıraktı aralarında.

 

"Biraz daha sana dokunamasam ölecek gibiydim."

 

Her kelimesinde dudakları adamın dudaklarına çarpıyordu ve bu muazzam güzel bir duyguydu.

 

"Nasıl dayanabildim Allah'ım? Ben aylardır sensiz kalmaya nasıl dayana bildim?"

 

Yine Alparslan'a fırsat vermeden ıslak dudaklara yapıştı. Dili adamın diline değdiğinde Alparslan'ın kayışı kopmuş oldu. Tutkunun renge, kokuya, şekle büründüğü bir hâl aldı birbirlerini tatmaları. Yularından kurtulmuş, başı bozuk bir histi bu. Sürekli öpmek, daha çok öpmek, durmadan öpmek gibi bir sisin içinde dolanıyordu dilleri birbirine. Nefesleri kesildiğinde kopabildiler. Alınları yaslanmış, derin derin soluklanıyorlardı.

 

"Bu kadar aptal olamam."

 

Alparslanın sert solukları yüzüne çarptı. Boğulmaktan son anda kurtulmuş gibi göğsü hızla inip kalkıyordu. Şifanın karnın parçalayan bir heyecanla sıkı sıkı belini kavrıyordu.

 

"Bunu unutmuş olamam ben."

 

Alparslan çok hızlı, oldukça da sert bir öpücük daha bıraktı Şifanın kızarmış dudaklarına.

 

" Kerim'in dediği gibi bul kaybolan aklımı. Ben, bana böyle hissettirecek bir aşkı unutmuş olmayı kabullenemem!"

 

Geriye çekilip renklerinde aklını oynattığı irislere tekrar baktı. Başı şiddetle iki yana sallanmıştı. Yaptığından habersiz, sadece kontrolsüz bir gücün ivmesiyle tekrar ıslak bir öpücük için uzanıp, geri çekildi. Şifanın ona dvane olmuş bu bakışlarını gördükten sonra kayıp bir zihinle yaşayamazdı. Bu şehvet değildi. Bu arzunun verdiği bir hisle dokunma isteği değildi. Bu bambaşka bir tufandı.

 

"Bir tek sen çıkara bilirmişsin beni bu karanlık kuyudan. O cehennemden bile sen çekip aldın beni, yine kurtar. Bana seni geri ver..." 4

 

Bölüm : 07.04.2025 22:59 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
ORENDA / ŞİFA / Kalbin Önünde Diz Çöken Akıl
ORENDA
ŞİFA

34.32k Okunma

5.05k Oy

0 Takip
47
Bölümlü Kitap
Feda Edilmiş Hayatların MucizesiÇaresiz Bir Acıyla Sınanmış KoruyucuUmut İçin Serpilen KüllerHarabeler ve HazinelerKatrana Bulanan KabuslarSır Sarmalın Boğulan YaralarKalbe Çarpan Sözsüz KelimelerKanatlara Vurulan PrangalarDudaklara Hapsedilen DualarCerehatı Boşaltılmamış AnılarAvuçları Kan Kokan KadınDurgun Sulara Atılan Minik TaşlarGayya Kuyusunda Kısılan RuhlarÇınarın Sakladığı Balta İzleriSaç Tellerinden Parmak Uçlarına Akan ÖzlemKilidini Arayan SandıklarBuza Teslim Olan KorDişlerinden Damlayan Kanın KıyametiGökkuşağının Renklerine Kuşanan TenKurumuş Dallarda Açan Kiraz ÇiçekleriYıkım Zannedilen ZaferlerIşığın Lütfuyla Zırhlanan BedenlerAf Diye Kıvranan GünahlarKöz Kızılıyla Perçinlenen HasretA-bı Hayat ile Taçlanan VuslatÇığlıkların Ardından Gelen FısıltılarDışardan Vurulan Kilitİlmek İlmek İşlenen GeçmişSabırla Dövülen Umutla Bekleyen EmanetZamanın İçinde Kaybolmuş AşkOluk Oluk Kanayan NinniUmulmayan Taşların Açtığı YaralarKara Yılanın Koynundaki SırArafta Sürüklenen ZevahirVolkanın Doğurduğu Ateş ÇiçeğiGaflet Uykusunun Son DemiKaburgasından Sökülerek Alınan Nabza YeminKırık Kanadıyla Umuda Uçan KuşÇare Diye Figan Eden AğıtZulmün Kıyısındaki ArayışSancılı Bir Bekleyişin KöleleriKalbin Önünde Diz Çöken AkılZifiri Ummanda Saklı Kanlı HazineZehire Yuva Olan Koruyucuİntikam İçin Zaman Sayan CesetlerKırağı Vurmuş Aklın SakladıklarıÇığdan Önceki Dingin Huzur
Hikayeyi Paylaş
Loading...