Sona yaklaştıkça bir burukluk ve çokça heyecan sardı beni. Ellerimde minicik bir bebekti ŞİFA, şimdi ise büyüdü son üç bölüme girdi. Desteğinizi esirgemeyin. Özellikle motive eden yorumlarınız en değerli mücevherler gibi kıymetli. 2
Sabahı sabah ettim. Aklımda dolanan ihtimaller, yeniden yaşanılacak bir çıkmaz beni kırk derede susuz bıraktı. Alparslan durumu Duhan ve Bars Omarova bildirme konusunda çok ısrarcı olunca onu onaylamak durumunda kaldım. Üstelik yılan derisinde bekleyen zehir molekülleri için çalışmalar hızla başlayacaktı. Sona çok yakındık ve şu an duramazdık.
Ertesi gün kahvaltı sonrasında Alparslan bir çok teste girdi. Vücudu en küçük parçacığına kadar incelendi. Testler bittiğinde ben Veronica'yla sonuçlarını beklerken Alparslan Duhan'la görüşme yapacak ve onun fikriyle Bars Omarov'a şüphelerimizden bahsedecekti.
Elimdeki telefon çalar ve nerede olduğu hakkında zerre fikrimin olmadığı kocam arar diye dört dolandım. Veronica'yı sinir hastası edecek kadar huzursuzdum.
"Sakin mi olsan tırtılım? Bu şekilde sorun çözülmeyecek ama seni takip eden canım retinam hasar alacak gibi de." 1
Belki milyonuncu kez yine ellerim saçlarımı dağıttı. Bir elim belimde, hapis hane mahkumundan hiç bir farkım yoktu.
"Duramıyorum Veronica! O adam kimlere ne anlattı, ne biliyor, biz buraya neden geldik? Düşünmekten delireceğim."
"Kuduz kurdun gelsin, anlarız."
Lafı biter bitmez Alparslan bu anı bekliyormuş gibi içeri girdi. Gözleri anlık Veronica'ya takılsa da hızlı adımlarla yanıma ulaştı.
"Şu anlık sadece izleyici olacaklar, adam her an gözetlenecek. Burda olduğumuz haberini vermeye çalışırsa engellenecek. Ama doktor buraya yönlendirdiyse zehir için duramayız. Duhan ve Birliğin tüm liderleri aynı fikirde."
"Bizi laboratuvarında bekliyor ekibiyle. Sonuçları inceliyordur. "
Ağırca başımı salladım. Gerçekten sona bu kadar yakınken durmamızın imkanı yoktu.
"Gidelim hadi, ne olacaksa olsun artık."
Üçümüz, beklenildiğimiz laboratuvara yöneldik. Üssün ortası merkez bina olarak tasarlanmışken diğer kısımlar merkez binaya kollarla bağlanmıştı. Üzeri cam panellerle kapatılmış yollar birimlere ayrılıyordu. Biz A5 kanadını kullandık. Koridor oldukça ferahtı. Yaklaşık yüz metre yürüdüğümüz de kapıda bekleyen bir çalışan, retina taramasıyla kapının açılmasını sağladı. İçeri girdiğimiz de Nezih, Bars Omarov ve beş kişilik bir ekip bizi bekliyordu.
Bars Omarov gözlerini kapatarak sanki bana sakin davranmam gerektiği sinyallerini gönderdi. Yüzünde öyle dingin bir ifade vardı ki bilmesem bunun bile Birliğe ait plan olduğunu düşünürdüm. Bu adamları telaşa sürükleyen bir şey var mı diye sorgular oldum.
Başkan ne kadar stabil bir duruşa sahipse Nezih, çakmak çakmak yanan gözleri, sağa sola durmadan adımlayan haliyle heyecandan bayılacak gibiydi. Çıkan sesle bize yöneldi ve hızlı adımlarla karşıma dikildi. Yaşının olgunluğu yoktu üzerinde. Ellerimi ne ara kavradı anlamadım bile.
"Doktor Hare muhteşem. O muhteşem bir kadın. Tanrım delireceğim!"
Gözleri ben ve Alparslan arasında gidip geliyordu hızla. Ne olduğunu anlamadan Alparslan'a yöneldi bir anda. Elleri omuzlarını kavrayıp sarıldığında kaşlarım havalandı. Alparslan da 'ne iş?' der gibi gözünü kırpıp adamı işaret etmişti.
"O bana yıllar önce Alparslan Beyin erişkinliğinde ulaşacağı bilgileri getirmiş. Nasıl bir aklı varmış anlamıyorum. O muhteşem bir kadın. Her bileşenin kanında nasıl reaksiyon göstereceğini hesaplamış. Nasıl yapabildi aklım almıyor? Lokasitler Alparslan Beye ait."
Alparslan adamı üstünden silkeler gibi uzaklaştırdı. Kaşları derince çatılmış, iki kaşının ortasındaki çizgi belirginleşmişti.
"Biz ne dediğinizi anlamıyoruz! Ayrıca karım dışında biri dokunduğunda ben tilt oluyorum, refleksimi kontrol edemem kafa tasın içine çöker. Elin kolun rahat dursun!"
Adam azar yemiyormuş da övgü duyuyormuş gibi hızla başını sallayıp, gülümsemeye devam ediyordu.
"Çok özür dilerim, haklısınız. Heyecandan öleceğim, böyle bir projenin ekibinde olduğuma inanamıyorum! Geçin lütfen. Laboratuvar da açıklayacağım. Tanrım aklımı koru, bir mucizede rol alıyorum. Aklımı koru. Tarihe yazacaklar beni!"
Kendi kendine mi konuşuyor, yoksa bize mi bir şey anlatıyor çözemedim. Delirdiğini düşünmeye başlayacaktım neredeyse.
"Bütün gece uyumadım. Tüm değerleri tekrar inceledim. Kan örneklerini kendim tahlil ettim. Bize getirdiğiniz zehir moleküllerinden örnek aldım. Hücresel bir arayış yaptım ama bir şey bulamadım. Ne zaman ki Alparslan Beyin kanıyla etkileşime girdi işte o zaman her şey yerine oturdu."
Adamın gözleri korkutuyordu beni. Çizgi filmlerdeki çılgın profösörler gibi bir hali vardı resmen. 1
"Tanrım! Yıllarca neden o lökasit sistemi elimde hiç anlamamıştım. Yapbozun eksik parçası yüzündenmiş. Kandaki lökasitler molekülleri canlandırıyor ve canlanan moleküller plazmanın içine yerleşiyor. Sanki dersini iyi dinlemiş öğrenciler gibiler. Sıralı bir sistemle ilerliyor herşey. Moleküller kendine plazma seçiyor ve içine yerleşiyor."
Adımlarım bir anda durdu. Adam yürürken elindeki dosyaya bakarak konuşuyordu. Ben durur durmaz hareketini kesti hemen.
"Bir dakika! Şimdi ben doğru mu anladım? Alparslanın kanında bulunan lökasitler zehir molekülü olarak düşündüğümüz hücreleri harekete geçiriyor ve plazmalar da zehir moleküllerini içine hapsediyor öyle mi?"
"Aynen! Evet evet, tam da öyle. Tek fark plazmaların hepsi aynı reaksiyonu göstermiyor. Lökasitlerin tamamı çözümlemeyle uğraşıyor ama plazmaların hepsi hücreleri kabul etmiyor. Sanki aralarında seçilmiş plazmalar var. Molekül plazmasını buluyor ve içine yerleşiyor. Muazzam değil mi?"
Kahkahası laboratuvar da çınladı. Ellerini sürekli ovuşturuyor, adımları asla sabit kalamıyordu. Vücut dili heyecanını bas bas bağırıyordu zaten. 1
Şu âna kadat sessiz kalan Bars Omarov'un sesini duyana kadar adamı incelemeye çok odaklanmıştım.
"Nasıl bir yol izlenecek? Bizim uzun zamanımız yok Nezih! Acil sonuca ulaşmalıyız."
"Evet evet evet. Acil sonuca götürecek bir teknolojiye sahibiz biz. Dünyanın en muhteşem sistemi var elimizde. Ben sadece değişimleri ağır çekimde izledim. Şimdi seçilmiş plazmaların hücreleri kendi bünyesine kabulü için harekete geçebiliriz. Moleküller vücutta kendine bir koloni mi kuracak yoksa kanın içinde hareket halinde mi olacak bilemiyoruz henüz."
Deva gibi mi olacaktı acaba? Seçilmiş olarak adlandırılan plazmalarına kavuşunca tıpkı devam gibi vücudunda gezinen, ortakçı mı olacaktı? Yoksa birbirinden bağımsız, damarlarında dolaşan bir hücre olarak mı kalacaktı?
"Bu işlemleri bize ayrıntılı anlatmalısınız, onun zarar göreceği bir durum var mı ortada? Sonuçta zehirli hücreler onun kanında olacak."
Alparslan'ın sessizce izleyişi canımı sıkıyordu. Farkında değil miydi bu salak adam? Onun kanına karışacak bir zehirden bahsediyorduk burada.
"İşin muhteşem olan kısmı burası ya işte. Plazmalar içine hapsettikleri zehir moleküllerinin koruyucu kalkanı görevini üstleniyor. Biz Alparslan Beyi özel bir teknoloji sayesinde hazırlanmış devinim şeklindeki kan tranfüzyonuna alacağız."
Alparslanın sesiyle anlık bir bakış attım ona.
Sonunda sesinin çıkması iyiye işarettir umarım. Ben, Alparslan sessiz kaldığında tuhaf bir ürperme hissediyordum çünkü. Duyguları o kadar stabildi ki ne hissettiğini çözemiyordum aksi gibi.
"Yani molekülleri saklayan yılan derileri bir hazneye yerleştirilecek ve sıcaklık seviyesi normale indirgenecek. Bu sırada sizi kapsül içine alacağız ve damar yoluyla kanınız hazneye akacak ve haznenin diğer çıkışından ilerleyen kan aynı yöntemle vücudunuza geri iade edilecek. Bu süreç sırasında bilinciniz kapalı olacak. Bahsettiğim seçilmiş plazmalar çözümlenmiş zehirleri devinim şeklinde içine hapsedip ait oldukları yere yani vücudunuza dönecek. Ben ve ekibim bu sırada haznede olan değişimleri kontrol altında tutacağız. Çözümlenmiş zehir hücrelerinin sayımını yapıp, miligram da kaç plazma kaç zehir molekülünü içine hapsedecek tesbit çalışmalarını yürüteceğiz."
Bir kolundan kanını çekip yılan derisinde saklanmış moleküllerle etkileşime sokacak sonra ise zehiri saklayan kanı geri ona iade edilecekti. Bu ona zarar verir miydi demeden duramıyordum. İşte burada Birliğin korktuğu kısım da ne kadar haklı oldukları yüzüme gülüyordu sanki. Bu riski alamıyordu benliğim. Onun zarar görme ihtimali neydi mesela? Milyonda bir bile olsa olasılık istemiyordum. Korkmakta haklılardı.
Ben, o söz konusuyken nefsime yeniliyordum.
"Alparslan için süreç nasıl işleyecek? Zarar göreceği tüm ihtimalleri duymak istiyorum! Kan transfüzyonu sırasında yaşanılacak komplikasyonlar neler? Zehir moleküllerinin tamamı vücuduna girdiğinde kanı çürütme, organlara zarar verme gibi olasılıklar... Hepsini net duymak istiyorum!"
Sırf yanımda Moskova üssünün lideri var diye buz gibi bir sesle sorduğum soru içime korlu ateşler düşürüyordu.
Alparslanın ikaz dolu seslenişine bakmadım. Onu belirsiz bir deneyin içine sokmayacaktım! Gözlerim karşımdaki profesörden bir an bile ayrılmadı.
Onlara kuşku ekiyorsun yapma!"
Alparslanın zihnimin duvarlarına çarpan sesiyle yutkunma hissi doğdu ama geri adım atamazdım.
Gözlerim anlık Bars Omarov'a değdi.
"Eminim sizde projenin mihenk taşına bir deney aşamasında herhangi bir şey olmasını istemezsiniz Başkan! Yanılıyor muyum? "
Adam çenesini aşağı doğru eğerek iki gözünü kapatıp açtı.
"Haklısın... Tüm sonuçları doğru hesaplamadan bir belirsizliğin içine CUNTOS'u atamayız. Nezih, bu süreçte karşımıza çıkabilecek yan etkiler hakkında bizi aydınlat."
Adam sükunet ile bizim görünmez güç gösterimizi izliyordu. Adı seslenildiği an tekrar gözleri bana çevrildi.
"Kan tranfüzyonu normal bir işlemken bile insanı etkileyen bir olay. Sürekli Alparslan Beyi kontrol altında tutacağız. Nabız ve tansiyon dengesi stabil olacak. Olumsuz bir komplikasyon da işlem sonlandırılacak ve CUNTOS'un sağlığı ilk sırada tutulacak. Endişeniz olmasın. Bu konuda sayın başkanım ile görüştüm. Önceliğimiz her zaman Alparslan Beyin hayatının riske edilmemesi. Doktor Harenin bana bıraktığı lokasit değerleri haritamız olacak. Değer dışı ilk bulgu, transfüzyonu durdurmak için bir uyarı olacak. Ve tam yeri değil ama müsade ederseniz devanızdan bir parça isteyeceğim sizden. Onu incelemek, yapısını çözümlemek için sabırsızlanıyorum. Eğer olursa yani düşündüğüm şekilde onu işleyebilirsek muhteşem bir tarihe şahitlik yapacak dünya."
"Transfüzyon sonrası her şey olması gerektiği gibi giderse yardımcı olmak isterim tabiki. Ama önceliğim Alparslan ve onun iyi olması."
"Hiç merak etmeyin. Bizim de önceliğimiz bu."
Sözleri içimi rahatlattı. Bunun için de bir savaş verecek güçte değildim. Gerçi zehire öncelik vermeleri mantıklı bir durum olmazdı. Alparslan sağlıklıysa zehir güvende ve hizmete hazır olurdu sonuçta.
Doktor Bars Omarov ile görüşmelerini bilgisayar kayıtları üzerinden sürdürürken Alparslan elimi kavrayıp beni yürütmeye başlamıştı bile. Ben tam kendimi savunmak için ağzımı açtığımda sırtım kolona yaslanıp, ağzım onun sıcak ağzıyla örtülmüştü.
O kadar yoğundu ki ellerimin içindeymiş gibi hissediyordum onu. Kendi aşkım ve onun içinde sakladığı birbirine dolanmış, aklımızı kullanamayacak hâle getirmişti bizi.
Israrcı dili dudaklarıma baskı yaptığında dudaklarım aralandı. Sıcak his içeri sızdı ve karnımda şiddetli bir kasılmaya neden oldu. Ona karşılık vermek istiyordum aslında. O kadar baskındı ki yetişemiyordum. Tüm öpücük onun kontrolündeydi. Tıpkı hislerim gibi tüm hareketlerimi o yönetiyordu. Zihnimin içindeki dalgalanma beni ele geçirmeye başladığında bir labaratuvarın sütununun sağladığı mahremiyetle öpüştüğümüzü unuttum.
Bana seslendiğini düşündüm ilk ama dalgalanma zihnime çarptığında bunun şu an düşündükleri, hissettikleri olduğunu fark edebildim.
Dişlerinin verdiği sızı sadece zevk almamı sağlıyor, düşüncelerinde yüzdüğüm an bedenime bir ipek gibi çarpıyordu.
Onun için hissettiklerimi böyle mi adlandırıyordu? Muazzam...
Sadece benim... Bir tek benim...
Kendimi kaybedecek kadar bedenimin uyuştuğu bir anda derince soluk alıp, kapanmış gözlerimi hızla açtım. Tüm süreç boyunca nefes almamış olduğum gerçeği, yanan ciğerlerim sayesinde fark edildi. Zift karası gözleri aralandığında mahmur bir bakış vardı irislerinde.
"Sana ne kadar aşık olduğumu söylemiş miydim?"
Boğuk sesi benden başka kimsenin duyamayacağı kadar kısıktı. Gözlerim bir an bile gözlerinden ayrılmadı. Bana ne kadar aşık olduğunu sadece söylememişti. Tüm düşüncelerini, hislerini ellerimin içine bırakmıştı. İnsanın en gizli sandığı zihni ve içinde sakladıklarıyken Alparslan ayaklarımın altına sunuyordu hazinesini.
"Beni her şeyin önünde tutuyorsun ya... Bana gelecek en küçük zarar için bile..."
Devam etmedi, sadece büyülenmiş gibi baktı gözlerime.
"Senin için kendim dahil her şeyi yakarım..."
Mırıltım onun ıslak dudaklarına çarptı. Tenimin kokusundan afyon ruhu çekiyormuş gibi derince soludu yanağımı. Ellerim sakallarının arasına karışıp, okşadı.
"Sana gelebilecek minicik bir zarar da gözüm kimseyi görmez."
"Niye yetmiyor peri? Şu hâle bak, bıraktığın soluk doluyor ciğerime. Elim bir an senden uzakta değil. Niye yetmiyor, niye eksilmiyor içindeki özlemin? İçine girmek istiyorum. Zevk için değil, sana en yakın nasıl olurum bilmiyorum. Bir tek içindeyken anlık rahat bırakıyor göğsümü bu his."1
Gözlerim kapanmış, bana sunduğu sınırsızlığın lezzetinde boğulmuş bir anda şiddetli bir öpücük daha bıraktı dudaklarıma. Geriye çekildiğinde zift karaları alev alevdi.
"Gidelim şu kafadan kırık profesörü dinleyelim. Ne yapacaklarsa yapsınlar. Sikildi beynim zaten. Sonra bir oda bulalım, ben zıvanadan çıkıyorum artık!"2
Sesindeki mızmızlığa kahkaha atsam muhtemelen beni bir mağara adamı gibi omzuna atar, bulduğu ilk odaya girer ve yürüyemeyeceğim bir hâle gelene kadar da durmazdı. Bunu kesinlikle yapmasını istiyordum elbette. Öncelik sırasını düzene sokar sokmaz, göğsünü bir anlık rahat bırakması için özlemine şifa olacaktım.
Onu kışkırtmayı çok seviyordum. O bana böyle baktığı anlarda ise bir zaruret haline dönüşüyordu bu his.
Omuzlarına tutunup, kulağına doğru yaklaştım. Dişlerim kulak memesini kıstırıp çekiştirdiğinde ve dilim bir şekeri yalar gibi boynuna sürtündüğünde hırıltıyı andıran bir ses çıkardı.
"O zaman gidelim canım kurdum. Tadını özlemiştim."2
Geriye çekildiğimde gözleri kara bir mağarayı anımsattı. Beni yutmak için an gözlüyordu. Ellerim hâlâ omuzlarında, yüzüm oldukça yakın bir hâlde dilim alt dudağımda gezindi.
"Yada belki sen benim tadıma bakarsın. Bu yakışıklı suratını bacaklarımın arasında da çok seviyorum Alparslan."1
Hızla uzaklaşmam, bana uzanan elinden kurtulmam bir kaç saniye sürdü sadece. Boğuk bir şekilde "Şifa" diye bağırmasına kısık bir kahkahayla karşılık verdim. Adımlarım seri bir şekilde bizden epey uzak bir mesafede hâlâ bilgisayara bakarak konuşan iki adama doğru yöneldi. Alparslanın gelmesi biraz sürecekti sanırım. Saygı duyduğu bir başkan ve uyuz olduğu bir profesörün önünde ereksiyonunu sergilemek onun olmayan utanma duygusuna bile tersti.1
Onlara yaklaştığımı gören Bars Omarov arayışla gözlerini gezdirdi.
"Alparslanın bir telefon görüşmesi yapması gerekiyor. Sanırım iki dakikaya halletmiş olur."
Bir oda bulmuş olsaydık bir dakikaya sen halletmiş olurdun!
Bir bağırtı olarak düştü cümlesi zihnime. Suratımı sabit tutmak oldukça güçtü üstelik. Dikkatle bana bakan iki adamın karşısında kasık ağrısı yaşayan kocama gülmem hoş olmazdı.
Kısa sürede tüm hazırlıklar tamamlandı. Alparslan tranfüzyon için hazırlandı. İşlemin gerçekleşeceği laboratuvar cam bir odaydı ama oldukça büyüktü. Bars Omarov ile birlikte işlem sürecini buradan takip edecektik. Nezih ve Alparslan açılan kapıdan içeri girdiler. Bedeni çıplaktı, sadece belinde bir havlu vardı. Nezih Beyin ekibi ise sürekli hareket halinde koşturuyorlardı. Steril kıyafetler içerisinde gözleri bile görünmüyordu. Aynı şekilde Nezih Bey de steril kıyafetler giymiş sadece başlık ve gözlük takmamıştı. Uzay filmlerinde dondurularak uyutulan insanların hazneleri gibi bir kapsüle yaklaştıklarında Alparslan belindeki havluyu çıkarıp yere attı. Vücudunun bu şekilde ortada olması sinirlerimi bozuyordu.
Kahretsin ama kıskançlık kontrol edilmesi güç bir duyguydu ve ben beş kişilik ekibin iki kişisinin kadın olduğunu biliyordum. Bunun için canını yakacağıma söz verdim içten içe. Hazneye uzanmışken bir anda başını kaldırıp yukarı doğru dolandırdı gözlerini. Beni gördüğünde beni daha da sinir eden bir sırıtışla göz kırptı. İçimdeki kıskançlık hoşuna gitmişti alçak adamın. Başını soluna yatırıp bir bakış daha attı ve hazneye tekrar uzandı.
Kolları için ayrılan kısımlara Nezih Bey yerleşimini yapıp kan alış verişi için damar yolunu hazırladı. Kalp atışını kontrol etmek için göğsüne pedleri yapıştırdı. Bu sırada bir kişi baş kısmına gelip onu uyutmak için ağız ve burnunu kapatan o bilindik aleti yerleştirdi. Sadece on saniye içinde gözleri ağırlaştı ve tamamen kapandı. Kendi aralarında konuşuyorlardı ve biz maalesef sesleri duyamıyorduk. Haznenin yanında duran monitörde parmakları dolaştı Nezih Beyin yanındaki kişinin ve hazne kapandı. Haznenin ayak ucunda ise bize bahsettiği yılan derisini yerleştirdikleri sarmal şekli verilmiş cam boruyu andıran bir sistem vardı. Camın pürüzsüz yüzeyi kara yılan derisini fark etmemize olanak sağlıyordu. Nezih Beyin elini havaya kaldırıp indirmesiyle dört kişi hızla bulundukları yerden ayrılıp onlar için hazırlanmış monitörlerin karşısına yerleştiler. Kanın yavaş yavaş sarmal şeklindeki kısıma gelmesiyle moleküllerin bulunduğu sarmal de renk değişimi oldu. Mavi bir ışın yılan derisinden oluşmuş ipi görmemizi artık engellemişti.
Nezih Bey, onu asiste eden çalışanın gözlerine oldukça ilginç bir gözlük geçirmesini bekledi. Gözlük mikroskop görüntüsü oluşturuyordu. Sarmalın içine sızan kan ile yerine yerleşti ve kanın hareketlerini incelemeleri için oluşturulan sistemle çalışmaya başladı.
Yanımda kollarını birbirine başlamış, aşağıda olanları dikkatle izleyen adamın sesini duydum.
"Öyleyim. Buraya kadar gelmişken yanlış bir şey yapma ihtimalimiz oldukça geriyor beni."
"Ben kocan için daha endişeli olduğunu hissediyorum halbuki."
Bende tıpkı Bars Omarov gibi gözlerimi Alparslanın bulunduğu hazneden ayırmadım.
"Tam olarak onu kast etmiştim bende. Buraya kadar onun sayesinde geldim. Şimdi onun zarar görme ihtimalini düşünmek istemiyorum. O zarar görürse neler yaparım aklıma bile getirmekten imtina ediyorum."
Diğerlerine göre daha yumuşak yüz hatları vardı Bars Omarov'un. Tebessümü samimiydi.
"Dürüst davranmanız taktir edilesi. Sizin yerinize koyuyorum kendimi, aranızdaki bağı söylemek büyük cesaret aslında."
Omuzlarımı boşvermişlikle silktim.
"Kendimizi güvende hissedene kadar söylemedik. Ama şimdi bizi birbirimizden vuramazsınız değil mi? Zehir o, şifa benim sonuçta. Ve ikimiz birbirimize çok güçlü bir iple dikilmiş gibiyiz."
Zayıf ve uzun vücudu hafif öne bükülerek dolu dolu bir kahkaha attı. İnsani tepkilerden uzak duran bu adamlar için oldukça etkileyiciydi.
"Cesursunuz! İkiniz de insanı ürpertecek kadar cesur ve tehlikelisiniz ama bizim size güvenme sebebimiz sizin dürüstlüğünüz değildi."
Tam o anda başını çevrip bana baktı. Gözleri dupduru bir ifadeyle yüzümü arşınlıyordu.
"Kanınıza olan inancımızdı. Mayan çok sağlam Şifa. Alparslan ise ne kadar hoş görülmediğini düşünse bile Birliğin gururu. Görevi dışında hareket etti. Ama bu söz dinlemez halleri mutlaka bir masumun canını kurtarmak içindi. Hiç bir zaman düzene keyfi yüzünden ters düşmedi. Alparslan adının hakkını veriyor. Bir kurdun sadakati var onda. O CUNTOS olmasaydı ve sıradan bir müridimiz olsaydı bile her zaman çok değer görürdü. Asi belki ama bir o kadar da yürekli biri. Sen ise hiç bir yemine hizmet etmezken bizim yanımızdasın. Sen söylemeden söyleyim. Sebebi ise anne ve babanın çıktıkları yolu tamamlamak. Yani anlayacağın Güneşin amacı, siz sadakat için doğmuşsunuz."
Bir şey söylemek gelmedi içimden. Çıkarımları doğruydu. Ben ailemin başladığı işi bitirmek için buradaydım, Alparslan ise bir zamanlar sesini duyuramamış bir oğlan çocuğu olarak, tüm çığlıkları duymak için buradaydı.
"Hepsi şu an transfüzyonu izliyor. An be an takiplerinde. Bölgelerimizi çok nadir terk ederiz Şifa. Çok nadir hepimiz aynı yerde bulunuruz. Bu kuralı ilk kez senin için esnettik ama daha fazla böylesi bir risk alamayız."
Bu konuda Duhan da oldukça netti. Güvenlik açığı sağlamak, hepsinin aynı anda uğrayacağı bir saldırıyı göze almak bunca yıllık verilmiş emekleri hiç edebilirdi.
" Peki Nezih Bey hakkında ne düşünüyorsunuz?"
"Şimdilik işini yapacak ama bizim haberimiz olmadan nefes bile alamayacak. Bakalım zehiri kime müjdelemeye çalışacak. Bize zehiri verirken peşimizdeki kişinin kimliğini de vermesini sağlayacağız." 1
"Yani pusu da açık vermesini bekleyeceksiniz."
"Aynen öyle olacak. İhanetinin fark edildiğini anlarsa bizi yanlış yönlendirebilir. Şu zamana kadar hiç bir olumsuz davranışına rastlamadık ama hainler de en olmayacak kişiler değil midir?" 1
İç çekip tekrar Alparslana baktım. Kollarımı göğsümde toplayıp, cam bir haznenin ardında kalmış yüzünü seyrettim.
"Haklısınız. En aklımıza gelmeyecek kişilerden yeriz darbeyi."
Bir süre sessiz kaldık. Arı gibi çalışan ekipten gözlerimizi ayırmadık. Alparslan oradan sağ sağlim çıkana kadar bana huzurlu nefes bile haramdı.
"Zehiri de bu şekilde elde edeceğiz, peki sonra ne olacak."
"Papa'yla anlaşma masasına oturdu Duhan ve Elçi. Bu süreçte siz de zehirin nasıl kullanılacağını bize anlatırsınız olmaz mı Şifa?"
"İşin aslı...Biz de nasıl kullanacağız tam olarak bilmiyoruz."
"Günlükler asla dümdüz 'böyle yapacaksınız' şeklinde yol göstermiyor bize. Yaşadığımız an da fark etmemiz için düzenlenmişler gibi. Sürekli bize bıraktığı ekmek kırıntılarını takip ediyoruz."
"Doktor sana bu konu da güvendiyse bize de izinden gitmek düşer. Eminim Alparslan ile bağını dirilten eksik dozu bulduğun gibi, zehiri saklandığı kısımdan çekip aldığın gibi bunu da bulacaksın."
"Umarım Başkanım. Umarım zamanlama hatası yapmayız."
"Dünya değişecek Şifa. Dünya değişecek ve bu değişimi Türkler yönetecek."
Sesindeki inanç, ilahi bir kitaptan okunan kısımlar gibi keskindi. Aksi mümkün olmayacak bir inanç... 1
Saatler geçti ve Nezih Bey hariç diğer çalışanlar belli aralıklarla on dakika çıkıp geri girdiler laboratuvara. Sabırsız yanım meraktan çıldıracaktı. Ara ara kalp ritmini takip eden monitörden notlar alıyorlar ve geri kalan zamanlarının tamamını kanın devinimine harcıyorlardı. Veronica gözünü benden ayırmamıştı hiç. Duhan ve Barbarosun üstten ayrılışını da kaçırmıştım ama anladığım kadarıyla Veronica biliyordu.
Sabrın son zerresini akıtıp, çığlık atacağım zaman da hepsi ayaklanıp Alparslan'ın haznesine doğru yürüdü. Damarlarına bağlanmış kablolar sökülüp yerine serum takıldı. Açılan kapıdan içeri giren sedyeye taşınıp, yerleştirildi. Solunum desteği ve kalp ritmini takip eden cihaz hâla onunla birlikteydi. Çıplak bedenini yeşil bir örtüyle kapattıkların da yürümeye başladılar. Koşar adımlarla yürümeye ve aşağı kata giden merdivenleri ikişer üçer inmeye başladım. Nefesimi zor topladığım da ona ulaşmıştım. Teni sapsarıydı. Yan taraftan sarkan elini kavradığımda buz gibi oluşu gözlerimin dolmasına neden oldu.
"Bu gece yoğun bakımda kalacak. Yarın çok daha iyi hissedecek kendini."
Kızardığına emin olduğum bakışlarım yanımdaki adama döndü.
"Şu an için stabil. Tranfüzyon sırasında nabız çok yavaştı. Vücut değerlerinin normale dönmesi için zamana ihtiyacı var."
Ağzımı açtığımda Bars Omarov yanımdaydı.
"İşlem nasıl sonuçlandı Nezih?"
"Bahsettiğim gibi tüm plazmalar hücreleri sahiplenmedi. Ama bir çok hücre artık kanında yer etti. Buradan sonrası vücuda uyum süreci ve zehir moleküllerinin plazmalarla girdiği etkileşim sonucunda doğacak reaksiyonlarıyla belli olacak."
"Yani neyle karşı karşıya olduğumuzu Alparslan uyanınca öğreneceğiz."
"Tam olarak öyle değil. Şu an sürekli bir gözlem altında tutulacak. Açıkça bir şey söyleyemiyorum çünkü normal bir bireyin kanıyla zehir moleküllerinin tepkimesini incelediğim de sonuç felaketti. Ama CUNTOS kendi parçasıymış gibi kanına misafir etti onları."
"İnsiyatif kullanıp kendi kanımı teste soktum. Kanım zehir moleküllerinin bulunduğu dokuyla etkileşime girdiğinde çürüyen etler gibi ayrıştı ve kandan geriye sadece doku kaldı. Sanki bir asite değmiş gibi kan moleküllerin içinde yok oldu."
"Onun kanının farkını gösterir bu da bize."
"Aynen öyle. Çok muazzam bir kan sayımı aldım. Bunun üzerine makaleler yazıp yayınlayabilsem çığır açan bir doktor olurdum."
Sözleri ve gülümsemesi samimiydi. Bu adamı çözemiyordum aslında ben. Beden dili ve bakışları kimsenin bilmediği bir keşfin mutluluğunu taşıyordu ama bana belki de bilmeden söylediği o iki kelime her şeyi sorgulatıyordu.
Ertesi gün öğlen saatlerinde bilincinin açılacağını söylediler. Ondan uzakta durmayacağımı bildikleri için belki de yoğunbakıma oldukça yakın bir odada dinlenmem için alan oluşturdular. Boğazımdan zorla geçen bir kaç lokma dışında hiç bir şey yapmadan onun uyanmasını bekledim.
Ben onu bu şekilde ne çok beklemiştim böyle.
Duvara yaslı içerden çıkacak bir haberin yolunu gözlerken Veronica ellerimi sıktı. Bakışlarım ona döndüğünde baktığı yerde gördüklerimle ayaklandım. Barbaros, Hakan ve Duhan hızlı adımlarla bize doğru yaklaşıyorlardı ve arkalarında Bars Omarov da vardı.
Sanki tüm dertlerimin devâsı ondaymış gibi dayımın açtığı kollara girdim. Saçlarımın dibine sayısız öpücük bırakıp, sırtımı okşadı elleri.
Bu anı bekler gibi gözlerim tüm birikmiş yaşlarını saldı. Şu ânâ kadar tek damla akmamışken hıçkırıklarım boynuna çarpıyordu. 2
"Ağla benim güzel yavrum. Ama korkun yüzünden ağlama. Bir şey olmayacak, birazdan kendine gelecek."
"Biliyorum... Biliyorum dayı, iyi o. Ona bir şey olsa hissederim. Ama çok yorgunum. Bize söyleyeceklerinizden korkuyorum, soramıyorum."
Geriye çekilip, baş parmaklarıyla gözlerimin ıslaklığını kuruladı.
"Şimdi bunları düşünme. Alparslan kendine geldiğinde konuşacağız. Hiç uyumamışsın, gözlerinin altı ne hâle gelmiş."
"On sekiz saati geçti, hâla kendine gelmedi."
"Her şey yolundaymış, görüştüm ben. Sen de biliyorsun, kendine eziyet etme."
Sıkı sıkı kucakladı. Duhanın ardında bekleyen Barbaros tek koluyla bana sarılıp, alnımı öpmüştü. Hakan ise "yavru Duam" deyip ayaklarım yerden kesilecek şekilde sarılıp, iki yana salladı beni. Gözüm Şahini arıyordu ama Umay Komutanla beraber olduğunu fısıldadı Barbaros.1
Yirmi birinci saatte içerden çıkan adam ile ayaklandım.
"Bilinci yerine geldi. Tahmin edildiği üzere uygulanan işlem nedeniyle oldukça yorgun. Ama beklenmeyen bir durumla karşılaşmadık. Sadece bir durum var bunu nasıl açıklayacağımı bilemiyorum."
Bars Omarov'un yaklaşması ve "ne durumu?" demesiyle Barbaros ve Hakan da duruşlarını dikleştirmişti.
"Kontrol amaçlı kanını alıp, bizzat inceledim. Plazma içerisindeki zehir moleküllerinin durumunu gözlemlemek içindi. Ama aldığımız kan örneğinde ki plazmalar oldukça normal. Emin olmak için işlemi tekrarladım ve kan tertemiz. Ne olduğunu açıklayacak bilimsel tek bir veri yok elimde şu an. Moleküller nereye gitti başlı başına vücudu tekrar incelememiz lazım."
Ne demek istediğini hiç birimiz anlamadık. Zehir moleküllerine dair hiç bir şeyin kanında rastlanmadığını söylüyordu. Ama nereye gitmişti o kadar hücre. Saatler süren işlem sırasında her molekülün bir plazmayla eşleştiğini raporlamıştı. Şu anda ise zehir hücrelerinin izine rastlanmadığını söylüyordu. 1
Soru Moskova liderinden geldi. Gerçekten her şey boşa mı gitti şimdi?
"Hayır! Biteriz! Anlaşma sağlandı, transfer için bekleniyoruz. Her istediğimizi kabul ettirdik, şu andan sonra boşa olamaz bu kadar emek."
Barbaros'un yüksek sesi duvarlara çarpıp eko yapmıştı. Yüzü kıpkırmızı olmuş, ellerini sinirden sıkıp açıyordu. Bir şey diyemiyordum çünkü bende hiç bir şey bilmiyordum.
'Devânın içinde gününü bekleyecek. Planlar bozulursa, gizli bir düşman gibi devâ sahibini yok etmek için uykuda seni bekleyecek!'
Doktor böyle bir şey ilmeklemişti. O zaman zehir nasıl yok olup, gitsin?
Üstelik Alparslan'ın kanı sayesinde canlanacağını bize söyleyen de oydu.
'Koruyucunun kanı uyandıracak, canlandıracak ve sizin gizli silahınız olarak sessizce bekleyecek' diyen bir kadın böyle bir durumun olacağını mutlaka işlerdi o günlüklere. Sürekli tıkanıp kalmak beni delirtiyordu artık. Alparslan'a sarılmaya çok ihtiyacım vardı yine.
"Onun yanına girmek istiyorum. Önce kocamı görmek sonra ise ne olduğu hakkında düşünmek istiyorum. Bana bir kaç saat verebilir misiniz?"
Kimsede konuşacak hâl olmadığı için bir şey demediler. Yanlarından geçerken Voronica'nın Barbaros'u sakinleştirmek için bir şeyler fısıldadığını gördüm.
Metal kapı kayarak açıldı ve içeri adımladım. Ben yatarken bekliyordum ama o camın kenarında, aşağı katta koşturan çalışanları izliyordu. Kolundaki serumu kendi çıkarmıştı belli ki. Hiç bir sağlık çalışanı yatağın üzerinde intraketi bırakmazdı.
"Dinleniyor olman gerekirdi. Nasıl hissediyorsun kendini?"
"Yeterince dinlendim. Oldukça dincim."
"Alparslan! Yatağına dön ve dinlen lütfen."
"Kapının önünde dikilmek yerine yanıma gelsen peri. Canımı sıkıyor uzakta durman."
"Uzak değilim, endişeliyim. Niye ayaktasın."
Yükselen sesiyle dişlerimi sıktım ama kavga edecek havada olmayışımdan dolayı yükselen o sesini duymazdan geldim.
Bende onun gibi dik bakışlarımı yüzüne çevirdim. Eli ensemdeki saçlarımı avuçlayıp, diğer koluyla belimi kavradığında kısık bir çığlık attım. Sırtım bir anda ardımızda kalan duvara çarptı.
"Konuşacağız ama önce içine girmem lazım!"1
Ne olduğunu anlayamadan ağzı tekrar ağzımı istilaya başladı. İçi kaynıyordu. Arzu, öfke, karmaşa... Sıraya sokamadığım yüzlerce hisle resmen kaynıyordu.
Bir an dudaklarının esaretinden kurtulup bunu söyleyebildim.
"Sana ihtiyacım var biraz müsaade et."
Sesindeki muhtaçlığı dilimde hissettim sanki. Ama telaşlı gözlerim bir duvarı kaplayan cama doğru çevrildi. Ben bir şey söylemedim ama o neye baktığımı anlamıştı. Ağzı çeneme kaydı. Dişlerinin verdiği sızıyı emerek hafifletti.
"İçerisi görünmüyor. Tek taraflı. Pantolonunu çıkarmam lazım. Yanıyorum..."
Son söylediğini bana değil de kendine söyler gibiydi. Beni kucağından indirdiğinde önümde diz çöküşünü boğazımda bir yumruyla izledim. Şu an düşünmemiz gereken şey bambaşkayken biz nasıl böyle bir hâle gelebilmiştik.
O pantolonumun düğmesini açıp çamaşırımla beraber bacaklarımdan sıyırırken can havliyle sadece bunu söyleyebildim.
"Sikimde bile değiller, beklesinler..."
Çıplak kalan alt bedenime bakıp iki uyluğuma da derin, sıcak öpücükler bıraktı.
Azıcık kalan akıl kırıntımla konuşabildim. Beni duymamış gibi parmakları kadınlığıma dokundu. İçimi kaplayan zevk dalgasıyla bir an nefes alamadım.
Dudaklarını kasığıma bastırıp, geri çekildi.
"Bu seferlik hızlı olsun peri. Ben şu içimdekini atayım, sonra daha iyi bir şekilde ilgileneceğim seninle."
Ayağa kalkıp, beni tekrar belimden kavradı. Hiç bir ağırlığım yokmuş gibi kucağında yükseltip, bacaklarımın arasına gitmişti bile. Beline doladığım baldırımı can yakacak kuvvette sıktı. Sonra zift karası gözleri bir an bile benden ayrılmadan eşofmanında sıkışmış erkekliğini açığa çıkardı.
Öpmedi. Neredeyse dokunadı bile. Sadece baktı. İçime doğru kayarken o gözleri benden saniyelik bile ayrılmadı. Sevişmeye dair hiç bir hareket yoktu ikimizde. Ben sadece omuzlarını kavrayıp, kucağında kalmaya çalıştım. O ise bir anlık da olsa özlemini dindirme isteğiyle içimdeki yerini buldu.
Dedim ya dudakları değmedi yüzümde hiç bir yere. Ama öyle bir baktı ki tüm öpücüklerinin bende yarattığı hissi bile bastırdı. O bana baktı benim mecalsiz başım güç arar gibi duvara yaslandı.
Gözleri gözlerimde, yüzümde, dudaklarımda dolaştı. Ben dokunmadan iliklerime kadar dokunulmak neymiş tekrar öğrendim. İçimde öyle hareketsizce bekledi ama neredeyse sınırdaydım.
Küçücük bir tepki beni o sınırdan aşağı atacak kuvvette esiri etmişti. Yanıyorum dedi ama aslında yakıyordu. Beli ağır bir hareketle geri çekilip varlığını içime ittiğinde yanılmadığımı anladım. İçimi kaplayan titremeler her yanımı sardı. Lav tenimi yaktı, ondaki sıcaklık bedenimi kavurdu.
Benim sarsıntımla hareketleri artık daha güçlü, daha hissedilirdi. Verdiği haz büyüdü, çoğaldı, arşı aştı. Gözlerim kapanıp da dudaklarım aralandığında sıcak dudaklarını ağzımda hissedebildim. Öpmüyordu ama dokunuyordu.
Bedenimi bir ummaya kapılmış gibi titreten o hissin içine düşürdü öpücüğü.
Sonra benden talep ettiğini almak için acımasızlaştı. Titremelerim hafiflediği an da kıyılarımdan çekilen zevk hissini tekrar dirilmek için darbeleri can yakacak kadar kuvvetlendi. Hırslı solukları boynuma çarptıkça, sırtımı acıtan duvarla bütünlüğüm arttı. İçimi kaplayan sıcaklığını hissedene kadar nefes bile almadan gelgitleri devam etti.
Sonunda gevşeyen bedenine rağmen çıkmadı içimden. Dermansız kalan bacaklarım olduğu yerde kalsın diye iki eliyle kalçalarımı sıkıp, tüm ağırlığımı kendi üzerine aldı.
Sert solukları boynuma değdikçe benim de düzene girmeye çalışan nefesim daralıyordu. Ellerim ensesine tutunup, saçlarını kavradı. Bedenimin arasında kalan vücudunun sol kısmında hissettiğim sıcaklık kapalı gözlerimi aralamama neden oldu.
Şehvetin verdiği kaybolmuşluk anında fark edememiştim. Ama baldırımı yakacak kadar sıcak bir his değiyordu vücudundan bana. Gözlerim aralanıp, kaşlarım çatıldığında oda başını boynumdan kaldırdı.
Soru sorar gibi adını seslenebildim.
"Bu kadın bizimle oynuyor! Ölüp gitmiş ama bizimle dalga geçiyor resmen!"
Hırlar gibi çıkan kelimelerini neye yoracağımı anlamadım. Buram buram siniri karnımı dalgalandırıyordu.
"Çok sıcak... Ama anlamıyorum. Bakabilir miyim?"
Ağırca beni yere bıraktığında eşofmanının belini düzeltti. Üzerindeki tişörtü bir hamlede çıkarıp bacaklarımın arasındaki kalıntılarını silmeye başladı. Aklım sol kasığındaki alev alev yanan bölgede olmasa bu özenine dalaşmak isterdim.
Beni soyduğu gibi hızlı hareketlerle giydirdi. Geriye çekildiğinde dışardan hiç bir şeyin belli olmadığı kasığına elim uzandı ve hızla geri çektim. Çok sıcaktı. Gerçekten bir vücutta olmaması gereken bir ısı yayıyordu.
"Zehir hücreleri hakkında hiç hoş olmayan şeyler söyledi Nezih Bey. Ama bu..."
"Kanımda hiç bir şey bulamadığını anlattı. Kanımda değil zaten. Kendine bir koza oluşturdu."
"Sence ne demek, ben bir şey anlamadım?"
Elimi tekrar kavrayıp sıcaklığın üstüne bastırdı. Avuç içimi kaplayan bir alan böyle alev alev yanıyordu ama sanki bir çizgiyle engellenmiş gibi etrafı serindi.
"Alev gibi, elimi yakıyor. Ne bu?"
"Gözümü açtığım andan itibaren o kısımda canımı yakmasa da ısısından rahatsız olduğum bir şey var. İçim kaynıyor sanki sıcaklığında.
Şifa günlüklerde doktor senin içindeki gibi bir şeyi mi tarif ediyordu? Öyle bir kelime var mıydı?"
"Hayır! Yani bilmiyorum. Sadece 'zamanı gelince, sen istersen uyanıp devâ sahibini yok edecek' diyor."
"Senin içindeki hareket ediyor. Ama bu sıcaklık uyandığım andan itibaren orada. Öylece bekliyor ama canlı. Hissedebiliyorum Şifa. Hareket etmese de canlı."
Elim hâlâ kasığında, gözlerim anlayacakmış gibi yada görecekmiş gibi tenindeydi.
"Bunu söylemeliyiz. Kontrol ettiklerinde görüyorlar mı öğrenmeliyiz. Moleküller dediğin gibi bir koza oluşturup o bölgede toplanmış olabilir."
"Söyleyecektim aslında da şu herifin durumu canımı sıkıyor. Başımıza olmadık bir bok açar, bizi saçma sapan bir işe sokar diye sustum."
" Barbaros, Duhan bilir ne yapılması gerektiğini. "
Bir süre konuşmadı. Bizi dışarda bekleyenlerin varlığıyla kendimize çeki düzen verdiğimizde zorla da olsa yatağa girmişti. Odaya girenleri başından hızla def etmek için çok yorgun olduğunu, acıktığını, uyumak istediğini sıraladı hızla. Nezih beyin ikazıyla da kimse bir şey sormadan bizi tekrar yalnız bıraktılar.
Sonra odaya onun ve benim için hazırlanmış yemek geldi. Canımın içi nasıl acıkmıştı. Küçük bir çocuk gibi hızlı hızlı yemesi, sanki hep olması gereken buymuş gibi kopardığı ekmeği ilk bana ısırtıp kalanını ağzına atması çok sevilesiydi. Kendim yemek için uzandığımda bir de mızmız bir çocuk gibi kaşığımı almıştı elimden. Hevesini görünce ısrar da edemedim.
Çorbamı içirdi, dudağıma bulaşan kısmı hemen peçeteyle sildi. Bir lokma kendine bir lokma bana yedire yedire her şeyi bitirdi. 1
Nereden gelip kondu kalbime bilmem ama 'bir bebeğimiz olsa Alparslan çok güzel baba olur' demeden duramadı derinlerden bir ses. Kapılmak istemiyordum öyle bir rüzgara, mümkünatı yoktu zaten. Bir kere çok tehlikeliydi, böyle bir sorumluluk alamazdık. Olmazdı yani. Önümüzü göremiyorduk ki biz. Bebek demek bile çok ağır bir durumdu. Ama istemeden, yani kendime bile sesli söyleyemeyeceğim bir histi bu. O çok güzel bir baba olurdu. Bakmalara doyamazdım. En büyük keyfim ikisini izlemek olurdu herhalde. Ama olmazdı işte. Bize ne olacağı belli değilken, annesi şifa babası zehir bir çocuğun akibetini bilmezken olmazdı... 1
"Ne oldu güzel perim. Yemiyorsun ve içimi ürperten bir melankoli yayıyorsun her yerime."
"Şu anki duruma takıldım. Barbaros anlaşma için bekliyorlar demişti."
"Sebep bu değil ama şimdilik rahat bırakacağım seni. Sen kendin gel kıvrıl kollarıma diye."
Anlayışı yüzümü güldürdü. Bana neyi söylemiyorsun diye olay çıkarmak yerine ne zaman istersen söyle, ben bekliyorum diyordu hep.
"Bu işler bittiğinde beni güzel bir tatile götürür müsün Alparslan? Uzun sürsün bir de."
Başı sağına yattı. Yüzüme uzun uzun baktı.
"Götürürüm tabi güzeller güzelim. Hiç iyi bir sevgili, hakkın olan koca olamıyorum değil mi?"
Burnumun direğini sızlattı sözleri. Kara galaksimin parlak yıldızları sönüktü. Bilmeden onu üzmüş olmak kendime öfkelenmeme neden oldu. Ne büyük dertlerimiz varken ona kötü hissettirmeye ne hakkım vardı benim? Aramızdaki tepsiyi alıp yan tarafımızdaki tekerlekli masaya koydum. Ayakkabılarımı çıkarıp yatağın üstüne tırmandım ve kucağına sokuldum. 1
"Özür dilerim. Öyle değil tabiki Alparslan. İstemeden kırdım mı seni? Sadece seninle yalnız kalmayı çok istiyorum. Bir günü hiç bir şey yapmadan sadece sana sarılarak geçirmek, uzun uzun sohbet etmek. Her an seni hissetmek istiyorum. Özledim, özlemim dinmiyor diyorsun ya hani ben farklı mıyım sanıyorsun. Sen yokken ben çok özledim seni. Sonra çıktın geldin ama ben hiç özlemimi dindirecek zamanı bulamadım. Bu nasıl hastalıklı bir şey böyle Alparslan? Şu an da çok özlüyorum. Ben niye böyle hissediyorum?"
Boynuna sokulmuş derdimi anlatıyordum, elleriyle kavradığı yüzümü boynundan ayırdı. Önce alnıma sonra burnuma tatlı minik iki öpücük kondurdu.
"Söylediklerin hastalıklı gelmiyor, benim hissettiklerimin yansıması gibi geliyor."
Dudaklarıma da kısa tatlı bir öpücük...
"Söylediğin her şey için şu an sol kolumdan vazgeçebilirim mesela."
Dudaklarıma biraz daha sert bir öpücük...
"Kokunla sarmalanıp hiç kalkmadan bir gün..."
Dudaklarıma tadını yayan bir öpücük daha...
"Ah peri... Saydığın hayalleri gözümde canlandırsam herkesi siktir edip basar giderim. Ne olur aklıma acı. Az düzlüğe çıkana kadar bana acı. Seni doya kana yaşayacak günlerle dolu bir tatili düşlesem tüm emeklerin amına koyar, seni alır giderim."
Dudaklarımı sızlatan, diliyle tadıma bulanan, aklımı oynatan, kalbimi durduran bir öpücük daha geldi. Zaten o öpücükten önce biz tam olarak ne konuşuyorduk çok da hatırlayamadım. 1
Barbaros ve Duhan'a bahsettiğimiz durumdan sonra Bars Omarov da istişaremize katılmış oldu. Nezih Beyin bilgi sızdıramayacağına dair kendine büyük bir inancı vardı. O yüzden her şeye olması gerektiği gibi devam edeceğimize, Alparslan'ın kasığının üstündeki alev topunun ne olduğunu incelenmesi için bilgilendirilmesine karar verildi.
Adam Alparslan'ın tenine değdiği anda elini çekmiş ve o andan itibaren Alparslan'ı A'dan Z'ye tüm fonksiyonlarıyla incelemişti. Zavallı kocam deney farelerine dönmüştü. O kadar çok kan tahlili yapılmıştı ki 'kanını kuruttun' diye çığlık atmak üzereydim.
Sonuçların çıktığı haberi ise Duhan ve Alparslan farklı bir durumu konuştuğu sırada geldi. Korhan Yıldıray ve Ahu Nar Saruhanlı cephesinde bana söylemedikleri bir şeyler oluyordu. Alparslanın hararetle konuştuğu anlarda "kimin aldığını bulmamız lazım" gibi bir cümle duyabildim. Toplantı odasından beklendiğimiz söylendi ve bizde hızla bahsedilen odaya gittik.
Dev bir ekran sekize ayrılmış ve tüm ülke liderlerinin görüntüsü hazır bekliyordu. Odaya girdiğimiz de Barbaros, Veronica, Hakan, Bars Omarov ve Nezih Karslı sandalyelerine oturmuş bekliyordu.
Alparslan benden daha sabırsızdı.
"Oturun lütfen. Bu görüşmeyi tüm liderlerimizin katılımıyla yapmayı daha doğru buluyorum."
Nezih beyin çakmak çakmak bakan gözleri ve heyecanı her halinden belliydi.
Sessizce oturup gözlerimizi adama diktik.
"Sevgili Güneş'in dokuz liderleri, Doktor Hare Gjonaj'ın yeni bir dünya düzeni için ömrünü verdiği SIPURÜTÜS DEDİCADE341 projesinin son aşamasına ulaştık."
Bir anda liderlerden ses gelmeye başladı. Ama en baskını isminin Sait olduğunu hatırladığım Tayland üssünün lideriydi.
"Hazır efendim. CUNTOS'un kan plazmasına yerleşen zehir molekülleri kandan ayrışarak kendine bir sığınak kurmuş. Bedeninin aldığı on sekiz bileşen ona zehiri saklayacak güçte plazma üretmesi için yardımcı olmuş. Tranfüzyon sırasında tüm plazmaların zehir hücreleriyle eşleşmediğine mantıklı bir açıklama bulamamıştım. Şimdi ise zehirin CUNTOS'un bedenin de küçük bir koloni kurup, beklediğini gördük. Bileşenler sayesinde değişim geçiren plazmalardan güçlü olanlar zehir molekülleri ile eşleşmiş. Bu şekilde vücutta zarar vermeden muhafazası sağlanıyor."
"Peki kullanımı nasıl olacak? Biz fark edilmeden hem devâyı hem zehiri nasıl transfer edeceğiz?"
Her görüntüden ses gelirken Barbaros'un sorusu karşısında hepsi aynı anda sustu. Sorulması gereken asıl soru buydu işte. Papa'ya devâyı verecek kadar yaklaşabilirdik ama bir daha ona o kadar yaklaşılmasını imkansız hâle getireceklerini tahmin etmek hiç de zor değildi.
Dokumalardan ayırdığım kelimeleri tekrar tekrar düşündüm.
'Devâ sahibinin içinde, gününü bekleyecek.'
Neydi gözümden kaçan? Doktor gibi düşünmek çok mu zordu benim için? Eksik bir dozu vardı, onu götürüp bir gözün içine saklamıştı.'İyi bak, ben buradayım. Gör beni' der gibi.
Bir zehir planlamıştı ve onu götürüp kapkara bir yılanın pullarının arasında gizlemişti. 'Alın size rehber' diye günlükler dokumuş, o günlüklerin dilini onun için ırkının ihanetini ve başka bir ırkın onlara olan sadakatini temsil eden bir şatoya bırakmıştı. Bir kilime günlüklerin şifresini dokumuş, benden başka kimse ulaşamasın diye gözünün nurunu dokuma tezgahına akıtmıştı.
Şimdi bu kadın yeryüzünü ters çevirecek bir devâ, o devâyı elinde tutacak bir zehiri var ettiyse bu ikisini nasıl kullanmamızı istemiş olabilirdi?
'Deva sahibinin içinde, günü gelince yok etmek için bekleyecek.'
Alparslanın zihnime doğru fısıldadığı cümleyle bakışlarım hızla ona çevrildi. Oda dikkatle bana bakıyordu.
Şifa sensin, zehir sensin... Zehir tek başına bir işe yaramaz peri, deva onu saklamazsa varlığı değersiz.
Cümleyi dokumadan okur gibi okudu sanki. Sonra bana lazım olan her şeyi avuçlarıma bıraktı.
Şimşek çakar mı bir insanın gözlerinde, size yemin ederim odayı kamaştıran bir şimşek çaktı sanki. Allah'ım aklımı kaçırmıyorsam eğer zehiri içinde saklayan devâ sahibi ben olacaktım. Şu an heyecandan nöronlarım delirmediyse Alparslan'ın bedeninde hayat bulan o zehir benim bedenimdeki devânın derinlerinde gününü bekleyecekti. Zihnim o kadar hızlı çalışıyordu ki şu an yetişemiyordum.
Alparslan'ın gür kahkahası odayı doldurunca önüme eğip düşüncelere daldığım başım ona bakmak için kalktı.
"Kalbinin hızı korkunç. Heyecanın kanımı kaynatıyor. Buldun değil mi perim?"
Ona, kelimelere ihtiyaç duymadan ulaşmak çok muazzam değil miydi? Yüzündeki heyecanlı parıltı benimde gülümseyen dudaklarımla sözlerini onayladı.
Sen olmasan dümdüz yolda kaybolurum kurt. Sen yolumu açmasan kör olurum.
Yüzündeki gülümseme kocamandı. Bir an bile benden ayrılmayan gözlerine inat tüm herkese hükmeden bir sesle konuşmaya başladı.
"İyi izleyin sevgili Güneş liderleri, diğerleri bilir ama siz ilk kez karımın muhteşem zekasına, akıl almaz öngörüsüne ve parça parça olan iplerin uçlarından sonuca varışına şahit olacaksınız."
Gurur doluydu göğsü. Benimle öyle çok gurur duyuyordu ki şu an gözlerim doldu ona bakarken.
"Anlat bize Şifa. Yolumuzu aç kızım."
Gökay Turan'ın gür ve gururla titreyen sesiyle gözlerim kocamdan kopup dev ekrandaki sekiz lidere döndü.
"Alparslan'ın içinde gününü bekleyecek olan zehir önce devâsına kavuşacak. Devânın koynunda yerini bulup uykuya yatacak. Alparslan'dan alınacak zehir moleküllerinin bulunduğu plazmaları ben devâmın içine enjekte edeceğim. Oradan sonrasını o ikisi biliyor."
"Sizin teknolojide en üst düzey aletlerinizin göremediği devâm benim zihnimle form kazanıyor. O bedenimde dolaşan bir parçam. Zehiri ona enjekte ettiğimde tıpkı Alparslan'ın plazmaları gibi devâm da ona içinde yer verecek. Ve zaman gelip de devanın gücünü geri almak istersek zehir onu taşıyıcısının içinde tüketecek."
Oldukça yükselen sesler, gülüşler, tebrikler, kocaman sarılmalar, sessizce fısıldanan dualar ve sona yakın, sona bir adımlık bir tamamlanış... 1
Alparslan hâlâ bana bakıyordu. Bir adamın bakışlarıyla dokunulmak ne demek hissedeyim diye her hücremi irisleri okşuyordu. Tekrar duyuldu sesi.
"Anlaşma gününde, onlar bilmeden en güvendikleri kişiye gençlik, sağlık, güç ve zehir transfer edilecek. Hazırlanalım Barbaros. Vatikan'ı avucumuza alacak projemiz hazır..."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
34.27k Okunma |
5.05k Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |