31. Bölüm

Oluk Oluk Kanayan Ninni

ORENDA
orenda

Selam çiçeklerim. Bu bölüm çok kıymet verdiğim bir arkadaşıma ithafımdır. Kendisiyle uzun uzun Şifa ve Ziyan konuşur, bin teori üretiriz. İyiki kitaplarımı okumuş Paki070829 bu güzel kadın.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İnsan başını nereye yaslayacağına her zaman emin olamıyor. Ama bazende bu omuzdan başkasına başım düşmez deyip yer yüzündeki tüm omuzlardan feragat edebiliyor.

 

Şifa hala aynı tepede, arabanın arka koltuğunda başını yasladığı omuzun varlığıyla ayakta duran bir insan olduğunu biliyordu. Parmağındaki asırlık emanet nasıl da sarıp sarmalamış, 'bura benim yuvam' demişti ona.

 

Alparslan getirip yerine kavuşturana kadar bir yüzüğe ihtiyaç bile duymamıştı halbuki. Evlilikleri hakkında hiç uzun uzun düşünmemiş, olması gerekenleri sorgulamamıştı.

 

Beynindeki kilit onu gerçekten yoruyordu. Bunu artık çok daha fazla hissediyordu Şifa. O kilimi ordan alması, her bir santimini zihnine kazıması gerekiyordu.

 

"Alparslan?"

 

"Hmm..."

 

"Umay'ın ailesine ait şatoda bir kilim var, doktorun elinde dokunmuş bir kilim."

 

Alparslan geriye yatırdığı başını kaldırıp duruşunu dikleştirdi. Gözlerini kısıp karısının yüzünü incelemeye koyuldu.

 

"Bu kilim neden dikkatini çekti?"

 

"Ceduceusu o kilime dokumuş. Bileşenlerin teslim edildiği gün bitirmiş."

 

Alparslan tek kaşını kaldırıp Şifanın durgun kelimelerinin altında yatanı sorguladı.

 

"Ama senin bana söyleyeceğin başka bir şey daha var."

 

Şifa yüzüne minik bir tebessüm ekleyip, gözlerini Alparslana çevirdi. Her seferinde onu bu kadar kolay anlamasını öyle çok seviyordu ki.

 

"O kilime dokununca onu duydum. Yine zihnime bir kaç kelime bırakıp kayboldu. Bunu nasıl yapıyor ya da yaptı aklım almıyor ama bu bir sanrı değil Alparslan. Sesi bir anıyı hatırlamak gibi bir anda doluyor zihnimin en kuytu yerlerine. Hissediyorum o sadece öylesine dokunmuş bir kilim değil. Onu tanımamı, bulmamı istedi."

 

Alparslan kirli sakallarında dolaştırdığı parmaklarını, saçlarına daldırdı. Bir şeyler düşündüğü kalkan kaşından ve bir noktaya sabitlenen bakışından belliydi.

 

"Bizim hikayemizdeki hiç bir şey boşuna olamaz Şifa. Onu almalıyız. Ama o şato ve içerisindeki her şey hanedanlık tarafından korunmada. Umay'ın bilgisi dışında çıkaramayız kilimi ülkeden. Şatonun son sahibi o."

 

"Ne yapmamız gerekiyor?"

 

Alparslan, günlükleri düşündü. Aslında içinde hiç bir şey olmayan ama bir çok şeyin saklı olduğu küçük dokumaları. Bu onların sessizce halledebilecekleri bir şey değildi. Duhan'ın bilgilendirilmesi gerekiyordu.

 

"Duhan'la konuşacağım. Sonra Umay'a kilimin sana bazı çağrışımlar yaptığını açıklayıp yanımızda olması gerektiğini usulüne uygun bir şekilde anlatırız. Gider gitmez günlükler için Umut'a geçelim Şifa."

 

Şifa sadece başını sallayarak onayladı adamı. Tekrar eski konumuna dönerek kafasını 'güvenli koy' olarak adlandırdığı omuza bıraktı. Sabah olmasına çok az bir zaman kalmıştı.

 

"İçimde bir sıkıntı var Alparslan. Anlatamıyorum ama boğup, soluksuz bırakan bir kasvet bu."

 

Alpaslan saçlarına derin öpücükler bıraktığı kızı biraz daha sarmaladı. O da hissediyordu hoşlanmayacağı bir şeylerin yaklaştığını. Barbaros ve Veronica'nın çıktıkları görevi bilmeyişiydi belkide onu tedirgin eden.

 

Otele döndüklerinde hiç uyumamış olmaları ve zihinlerine çöken yorgunlukla öğleden sonraya kadar uyudular. Israrla çalan telefon olmasa uyumaya devam edeceklerdi üstelik.

 

Alparslan, sarıldığı bedenin üzerinden uzattığı koluyla etajerin üzerindeki telefonu aldı. Duhan akşam olmadan ülkeye giriş yapmaları gerektiğini söyleyip kapatmıştı suratına.

 

Bu da yeğeniyle yatıyor diye trip atıyordu bildiğin. Karısı olduğu gerçeğini kabullenmek için Alparslan daha ne yapmalıydı ki? Hayır az edepsiz biri olsa yanında 'şu arabayı götürüp iç dış temizletin, cenabet sayılır' derdi. Ama Allah'tan büyüğe saygısı ve kimsenin kabul etmediği bir ar damarı vardı. Duhan'la uğraşmayı başka bir zamana bırakıp perisini uyandırmaya geçti. 2

 

Saçlarını okşayıp, minik minik öpücükler bıraksada hiç tepki alamıyordu.

 

"Ulan romantik romantik davranıyoruz kıçını dönüp, başından savıyor."

 

Kısık sesli isyanını Şifa'nın kalçasını avuçlayıp sıkarak sonlandırdı. Çıkan iniltiyle sinsi bir sırıtma gelip kondu dudaklarına. Haylaz parmakları ince atletin altına girip kımıldanmaya başlayınca bir çığlık doldurdu odayı.

 

"Sen kocana götünü mü döndün biraz önce?"

 

Bir anda ata biner gibi Şifanın üzerine oturan adam, parmaklarını bel boşluğunda durmadan kımıldatıyor kahkaha ve çığlık karışımı seslerin keyfini sürüyordu.

 

"Ya Alparslan yeter!"

 

Hem kahkaha atıp hem konuşmak oldukça zor bir eylemmiş Şifa, teyit etmiş oldu bu durumu. Hayvan gibiydi üstelik üzerinde pis pis sırıtan köpek. Kurtulamıyordu ki ellerinden göstersin gününü.

 

"Yeter ama ya! Öleceğim şimdi."

 

Yavaşça hareketleri duran parmaklar şimdi de okşamaya geçmişti tenini.

 

"Daha çok işim var peri hanım seninle ne ölmesi. Daha takma dişlerimizi karşılıklı bardaklara koyacağız."

 

Şifa sırıtışını büyüttü. Bir gülümseme anında yğzündeki tüm soğukluğu, hiç var olmamış gibi çekip alıyordu Şifadan.

 

"Bu nasıl bir vizyon Alparslan? İmpilant yaptırmak yok mu seçeneklerde? Hem hava atmak gibi olmasın ben yaşlanmam diye düşünüyorum malum sebepten ötürü ama seni bilemem tabi."

 

Alparslan, durup Şifanın söylediklerini tarttı beyninde. Yaşlanmayan bir Şifa ve takma dişe muhtaç bir Alparslan!2

 

Görüntü dehşet bir hale dönüştü zihninde. Gözleri olabildiğine açılmıştı ve Şifa suratındaki şapşal ifadeden aşırı keyif alıyordu.

 

"O ihtimali unut peri hanım! Sen genç kalıp ben yaşlanamam. Dışarda 'aaa kızınız mı?' dedirtemem karıma. Malum durumlarda mavi haplara muhtaç hâle gelemem."

 

Şifa şaşırıp kalmıştı ama gülmekten de alıkoyamıyordu kendini. Bir kaç saniyede yazdığı senaryo tam bir kaostu. Mavi hap detayını atlamak olmazdı tabi.

 

"Mavi hap?"

 

Alparslan ters ters baktı.

 

"Kızım saf mısın sen? Titan mıyım da yüzlerce yıl aynı performansla ilerleyeyim. Tabi bir el atarsın kocana hallederiz sorunu değil mi bebeğim?"

 

"Nasıl bir el atmak bu Alparslan?"

 

O sinsi, insanı ürperten sırıtış hemen gelip kondu dudaklarına. Sonra köpek dişiyle kıstırdığı dudağını çekiştirdi.

 

"Ne fenasın, mecazen dedim ben onu. Sorsan edepsiz olan benim."

 

Uzanıp sesli bir şekilde yanağını öptü.

 

"Şu Duhan'a yaptığın olayı kocana da yaparsın güzelim aynı verimle devam ederiz yıllarımıza ha ne dersin?"

 

Şifa hırsla doğrulup, Alparlsanı geriye doğru düşürmüştü. Kaptığı yastığı adamın neresine geldiğini bilmeden savurmaya başladı. Resmen dalga geçiyordu onunla.

 

"Kudurmuş köpek seni! Yaşlanmamayı istediği sebepe bak. Bende ciddi ciddi dinliyorum seni. Salak gibi soru soruyorum."

 

Şifadan kendini kurtarmaya çalışıp, gülmek baya efor harcatıyordu. Nasıl hırçınlaşıp nasıl delirmişti, aklını oynatacak kadar güzeldi gördüğü kareler.

 

"Yavrum mavi hap deyince matrix de gelmemiştir ya aklına. Lan dursana, el kadar bir şeysin, düşeceksin şimdi yataktan. Belin falan incinir kimse düştüğünede inanmaz, ihale bana kalır."

 

Huylu huyundan ölse de vaz geçmez deyiminin hayat bulmuş haliydi Alparslan. Ne yaparsa yapsın efendi uslu bir şey çıkmazdı bu kumaştan ya umuttu işte. Elindeki yastığı bırakıp dağılan saçlarını düzeltmeye başladı Şifa.

 

"Bu azgınlığın beni korkutuyor kocacığım. Seni Yüce Allah'ıma havale ediyorum, ben baş edemem senle"

 

Hafif seken adımlarla kalkıp banyoya girmişti Şifa. Arkasında keyifle onu izleyen adamın, gayet bilincinde olmak keyif kat sayısını arşa çıkarıyordu üstelik.

 

Alparslan, Duhan'a acil görüşmeleri gereken bir mesaj atarak çıktı odadan. Kilim mevzusu sonuca bağlanmalıydı.

Lobide onu bekleyen adama baş hareketi yapmasıyla Duhan ayaklanıp Alparslan'ın yanına ulaştı.

 

"Çıkalım burdan, konuşmamız lazım!"

 

Korumaların eskortluğunda nehire yakın bir konumda durdurdu arabasını. Duhan'ın uzattığı sigarayı alıp dudaklarının arasına yerleştirdi. Derin bir nefesten sonra durumu açıklamaya başladı genç adam.

 

"Hanedanlığın hediyesinde bir kilim varmış. Ne olduğunu biliyor musun?"

 

Duhan sol kaşını kaldırarak yanında gergince oturan adamı inceledi bir süre. Tabiki kilimden haberi vardı ama bunun bu kadar acil ne önemi olduğunu anlamamıştı. Günlüklerin ellerine hiç bir şey vermemesi sonucu şato didik didik aranmış ama bir veri elde edilememişti. Kilimde incelenmiş, mesaj niteliği taşıyacak hiç bir bulgu geçmemişti ellerine.

 

"Biliyorum! Doktorun annesinden kalma bir hatıra. İncelendi her hangi bir şey çıkmadı ondan. Karalama niyetine tuttuğu notlarda bile ceduceus vardı doktorun zaten."

 

"Annesinden falan kalmamış. Bizzat kendi dokumuş. Kızı bu detayı size değil Şifaya söylemek için bu kadar yıl beklediyse kazalım biz bu sırrın altını Duhan. Dokuma merakıyla ortaya çıkan bir kilim değil o. Şifa kilime dokununca tekrar zihninde doktoru duymuş."

 

İşte şimdi Duhan'ın dikkatini çekmişti konu. Şatoda bulunan eşyaların hiç biri Hareye ait değildi. En azından ellerindeki envanter bunu destekliyordu. Eğer dokuma tezgahı ve kilimin annesine ait olduğu tutanağı görmemiş olsa atlanılmış bir detay mı diye düşünebilirdi. Üstelik Şifanın hafıza merkezinde oluşan bir tetikleyiciyle ilgili haber almamıştı.

 

"Bayılmadı?"

 

"Hayır! Oldukça kolay karşılamış bu sefer galiba. Burnu da kanamamış. Umay'la zaman geçirdiği süreçte olmuş ve Umay'a belli etmeden toparlamış."

 

"O kilimi almalıyız!"

 

"Bunu konuşmak için geldik. Umay'a güvenemiyoruz ama şu anda da kilimin şatodan çıkarılması için tek mirasçı o. Ben kilimi annesinin dokuduğunu bilerek söylediğinden eminim. Onunda istediği bu!"

 

Duhan'da klinikten sonra Umay'ı açık kapılardan sokma taraftarı değildi ama mantıklı hareket etmesi gerekiyordu. Kilimi bir şekilde aldırsa bile kadının haberi olması çok kısa sürecekti. Bu güvensizliklerini yüzüne vurmak hiç iyi şeylere sebep olamayabilirdi. Gerçi Umay kendini ısrarla olaylara dahil etmeye çalışıyordu zaten.

 

Bu da kafasını çok karıştırıyordu. Sırbistan'da çıkardığı darbenin ifadesi Duhanı tatmin etmemişti.

 

"Umay'a söyleyeceğiz. Onu kışkırtamayız şu aşamada. Belirsiz süreliğine görevinden çekildi. Ekibinden üç kişi hâlâ kayıp. Ölü yada diri ulaşamadık üçünede, patlamaya hazır bir bomba aslında, fitili ateşlemeyelim."

 

"Onun eğittiği kimse çözülmez, en iyi sen biliyorsun. Üssü bunun için var. Kayıplarını bulup kendi gömmek istiyor. Askerini geride bırakmayı onuruna yediremez."

 

Duhan ağır ağır başını salladı. Kafasının içindeki çarklar dönmeye başladığında Alparslan konulmasını sürdürdü.

 

"Sen açıklarsın durumu. Kilim üçüncü seviye bir korunmayla girsin ülkeye, üzerindeki toz bile lazım olabilir."

 

Duhan, sinirli bir bakış attı Alparslana.

 

"İşimi mi öğretiyorsun bana züppe?"

 

Alparslan onu ifrit eden bir sırıtışla Duhanın cüzdanını kucağına doğru attı. Adamın bozguna uğramış suratına karşı güçlü bir kahkaha doldurdu arabayı. Onu asla yakalayamıyordu ve bu Duhanı çileden çıkarıyordu.

 

Ülkeye dönecekleri saati de konuştuktan sonra ayrıldılar. Biraz geç gidilecek gibiydi planlanana göre.

 

Akşam yemeğinde yalnızlardı. Duhan ve Umay otelde değildi. Alparslan başbaşa olacaklarını ve bunun bulunmaz bir nimet olduğunu söyleyerek Şifa'yla uğraşıyordu. Yemekleri bitip kalkacakları zaman Umay başlarına dikilerek ikiliyi süzdü.

 

"Selam gençler. Kilim Umut'a teslim edilmek üzere yola çıktı. Bakalım annem oraya neler saklamış? "

 

Umay geldiği hızla geri dönmeyi planlarken bedenini geri çevirdi.

 

"Ha bu arada babanın sesini bile duyamayışından dem vurmuştun, bir kıyak yapacağım sana."

 

Umay elindeki siyah mücevher kutusuna benzeyen kutuyu masaya bıraktı. Gözlerini bir an bile Serdar'ın kopyası gözlerden ayırmadan parmaklarıyla kutuyu okşadı.

 

"Aklın tam başında olmadan vermek ne kadar doğru bilmiyorum ama bana da doğru davranış sergilemek çok yakışmıyor. Hediyemin teşekkürünü sonra alırım."

 

Kadın geldiği hızla geri dönüp restorandan ayrılmıştı bile. İkili ne olduğunu anlamak için birbirlerine bakıyorlardı. Şifa uzanarak kutuyu önüne çekti. Klipsini açtığı kutudan ne çıkacağını, babasıyla ne alakası olduğunu anlamamıştı. Kapağı kaldırdığında ise içerisinde bir CD vardı.

 

Alparslan CD' yi gördüğü anda bunun Şifa'nın ailesinden ona kalan video olduğunu anlamıştı. Duhanla bunun üzerine sohbetleri olmuştu zamanında.

 

Bir zamanlar Serdarla aralarında olan bağı, Duhan Alparslan'la kurmuştu. Onlardan kalan anıları dinlerken ki dikkati, hevesi Duhanın geçmişten bahsedişini kolaylaştırıyordu.

 

Nasıl evlendiklerini anlatırken "sana onlardan bahsettikçe gerçek olduklarını tekrar hatırlıyorum" demişti. Bu itiraf sonrası Alparslan daha da kamçılanmıştı sanki. Her anıyı dinlemek için bedeller ödemişti.

 

Dini nikahlarının kıyılışı için İglipten bir dosya çalması gerekmişti mesela. Resmi nikahlarından kalan anılar içinse Cezayir de Birliğe ait limanda tam bir ay bekçi köpekliği düşmüştü nasibine.

 

Duhanın her anı durgun bir sesle anlatışı ama nikah şahitliğini yine Şahin'e kaptırdığı detayda sesinin hiddetlenişi çok eğlendirmişti onu. Dini nikah sırasında Barbaros ve Şahin şahit olduğu için Hakan resmi nikahta kimseye sormadan geçip şahit koltuğuna yerleşmişti bile. Diğer şahit için Duhan öne adımlayacakken birinci derece akraba detayıyla Şahin'in sırıtan suratı, geçip sandalyeye oturuşu ve evreni feth etmiş havaları gözünde canlanmıştı sanki.

 

Şimdi Umay öylece çok büyük bir anıyı Şifanın ellerine verirken ne düşünüyordu ki? Alparslanı bile uzun uzun düşünmeye iten anıların yanında bir video kaydı Şifaya ne yapardı?

Umay gerçekten çok fütursuz bir kadındı. Bunun Şifa'yı baş edemeyeceği bir duygu karmaşasına sokmayacağını bilemezlerdi. Çatılmış kaşları daha da derinleşmişti. Bilerek yapıyordu, sınırlarını zorlamak Şifa'yı harekete geçirmek istiyordu.

 

Umay, intikam istiyordu ve bunun için Şifa'nın uyanması gerekiyordu!

 

"Bebeğim, bu çok doğru bir karar olmayabilir."

 

Şifa çekip giden kadının ardında bıraktığı kutudan ayıramadı bir süre bakışlarını.

 

"Alparslan bu..."

 

Şifa cevap ondaymış gibi gözlerine bakarken Alparslan elinden öylece alamazdı. Yeşilleri deki titreme ve karnını sarmaya başlayan bu heyecanı yok sayıp, el koyamazdı kutuya.

 

"Bilmiyorum ama anne ve babandan kalan bir anı olduğu belli."

 

Şifa yavaşça gözünden süzülen damlanın ılıklığını yanağında daha sonrada boynunda hissetti. Ailesini görebileceği bir hazine tutuyor olabilirdi. Kalbi çok hızlı atıyordu, kulaklarını uğuldatacak kadar. Dizlerinde de titreme hissetti, adım atsa boşluğa basacakmış gibi bir histi bu.

 

"Alparslan..."

 

Adamın adını zikreden dili daha fazlasına izin vermiyordu işte. CD' yi kutusundan çıkarıp göğsüne bastırdı bir anda. Gözleri kara elmaslardan bir saniye kopsa, dipsiz kuyulara düşecekmiş gibiydi. Göz kapakları irislerini bir an için örtse, sinesindeki hediye toz olup kaybolacakmış gibi.

 

Alparslan endişe ile kıvransa bile karşısındaki bakışlara kıyamıyordu. Çiğ damlaları yeşil taç yapraklarını buselerken kim, nasıl kıyabilirdi ki?

 

"Onu açacak, uyumlu bir bilgisayar lazım."

 

Bu aslında bir onaydı Şifa için. Alparslan onun zarar görme olasılığı yüzünden CD' yi alır diye korkuyordu istemsizce. Ama aynı adam onun içindeki anne baba hasretini de yok sayamıyordu. Çok kısa zamanlar içerisinde iki farklı karmaşa yaşamıştı, beyni ona oyun oynayabilirdi ama bunu istiyordu. Onları gerçekten görmek, hayal etmeden, nasıl olduklarını bilmek istiyordu.

 

"Türkiye'de Şifa! Burası yeterince güvendiğim insanlarla çevrili değil, bir müdehale gerekirse o kliniktekilere bırakamam seni!"

 

Hızla kafasını sallayarak onayladı Şifa. "Tamam, beklerim ben. Sen de olursun yanımda" diyerek vaz geçilme yollarını tıkıyordu aklınca.

 

Gece yarısı uçuş ekibinin hazır olmasıyla Prag'dan kalkış yapıldı. Bir kaç saat sonra İstanbul'a inmişti uçakları. Yorgun olmaları nedeniyle kimse konuşmuyordu. Herkes odasına dağılınca uyku tüm yuvayı esir almıştı.

 

Veronica ve Barbaros da Duhan'ın telefonuyla katılmaları gereken son yemeği kısa tutmuş ve onlarda ülkeye dönmüşlerdi. Sabaha karşı girdikleri yuvanın sessizliğiyle odalarına yöneldiler. Barbaros sadece bir gece kızılıyla uyuduğu uykudan istiyordu. Saçlarından odaya dağılan kokunun koynunda uyumanın keyfini almıştı bir kere.

 

Yavru kedi gibi bakarak yarasını kaşıdı. Kadın hala kapısında dikilen adama baygın bir bakış atmakla yetinmişti. Yalvarsındı sığır!

 

"Bende geleyim mi midilemist?"

 

"Yüz verince hangi hayvan işiyordu halıya Barbaros? Tutamıyorum sizin atasözlerini aklımda."

 

Adam yüzünü kaplayan gülümsemeye engel olamadı. Saçları tepesinde dağınık toplanmış ve ayaklarında o öldürücü topuklular yokken çok daha genç görünüyordu kadın.

Elini kadının beline atarak kendi vücuduna yapıştırdı ve geri geri yürümesini sağladı.

 

"Ayı bebeğim ayı..."

 

Kahvaltı masasında felaket bir curcuna vardı. Veronica asla susmuyor, herkese laf yetiştirip birde davetteki dedikoduları aktarıyordu.

 

"Duhan finali Yunanistan ve Almanya yaptı. O buz gibi Alman'ın başbakana kırıtarak bir gülmesi vardı kör olmalıydım. Belleğimden silemiyorum, bir ihanet bu kadar mı antipatik olur? Ki sen bilirsin bayılırım böyle kaos çıkaracak ilişkilere."

 

Hakan gülmekten kızaran gözlerini silerek cevap vermişti.

 

"O kadın erkeklerden mi hoşlanıyormuş ya? Ben onu anlaşma dosyalarına aşık sanıyordum. Ama sağlam iş görür, Duhan dosyalarını ben hazırlatıyım mı lan, çok heves ettim?"

 

Duhan tüm kalabalığın nezaket kurallarını tek başına elinde tutar gibi peçetesini özenle katlayıp yerine bıraktı.

 

"Oğlum siz zevzek misiniz? Biri ülke sırlarını başka bir ülke liderine satıyor, diğeri de bağlı olduğu kurumlara ve eşine ihanet ederek kadından yararlanıyor. NATO ülkeleri bunu duyduğunda kendi aralarında idare ettikleri evin yaramaz çocuğunu kuyuya atacak."

 

Veronica "eeee" diyerek durumu sorguladı.

 

"İki şerefsizin yasak aşklarıyla mağdur olanlar için kiliseye mum yakarım olur biter."

 

Duhan başını sağa sola sallayarak onaylamaz bir bakış atmış kahvaltısına geri dönmüştü. Veronica ise adamı kınayan bakışlarıyla didikliyordu.

 

"Bu bence işte bu sebepten yaşlanmıyor, yüz yılın olayına verdiği tepkiye bak. Olay patlayınca kaç anlaşma iptal olacak, kabineden istifa eden hızına yetişilmeyecek, iç karmaşa çıkacak diye ben yerimde duramıyorum sevinçten bunda yaprak kımıldamıyor. Almanya'nın hangi ülke sırlarını sattığını düşündükçe... Of Tanrım çok eğlenceli."

 

Duhan başını iki yana salladı. Veronicanın asılan yüzüne ters bir bakış atıp kahvesinden bir yudum aldı.

 

"Biz istemeden duyulmayacak Veronica! Önce elimizin içine alacak bilgileri netleştirelim. Zamanı gelince kullanılacak bir şantaj olarak kalacak köşede bu bilgi."

 

Barbaros da konuya dahil olmuştu böylece. Veronica Duhana attığı tripli bakışları bu kez de Barbarosa yolladı.

 

"Bunlar çok sıkıcı Hakan, hep strateji. Keşke senle gitseydik. Çok daha fazla şey çıkarırdık. Bu adam hiç eğlenceli değil. Gizli ortaklıkları falan deşifre etti birde bana bak sansasyonel bir haber yakaladım tek bakışla."

 

Barbaros eğlenen bakışlarla Veronicanın tradını dinliyordu.

 

"Yalnız seni eğlendirmeyen o ortaklıklar sayesinde kimlerle kimleri aynı masaya oturtacağımı tahmin bile edemezsin."

 

Sonra yaptığı şeyi fark etmiş gibi bakışlarını Duhana çevirdi. Duhanın kısılı, sert gözleri kısa süreli bir öfkeyle yanıp söndü. Barbaros burda olduğu süreçte kim olduğunu unutuyor ve hata yapıyordu. Sanki geçmişte kalan o çocuk gibi davrandığı anlar bir balyoz darbesiyle aslında kim olduğu gerçeğini vuruyordu yüzüne.

 

Neyse ki başka bir konuda ilgisi olan Veronica atlamıştı. Şükürler olsun ki Barbarosu kaldıramayacağı bir başka soruyla sınamamıştı.

 

"Sonuçta sıfır eğlence Barbaros. Benim haberim altı ay haber bültenlerini, sekiz ay magazin sayfalarını süsleyecek. Senin haberin bir buçuk dakikalık ana haber konusu."

 

Tabiki akıllı bir Barbaros kadına cevap verip daha ezici bir hezimeti sırtlamaz. O yüzden adam susarak yenilgiyi kabullendi.

 

Masadan kalkan Duhan, Barbaros ve Alparslan'a bakarak "çalışma odasına gelin" deyip merdivenlere yönelmişti. Merdivene ilk adımını attığında gerisin geri dönerek Hakan'a yeni görevini açıkladı.

 

"Ne bulursan toparla. Almanya'ya ait hangi anlaşmalar satılmış, kimlerle yeni anlaşmalar yapılmış, Başbakan bu bilgileri kimlere dağıtmış? Hepsini ayrıntılı görmek istiyorum Hakan, akşam olmadan git."

 

Şifa'yla göz göze gelen kızıl, soru dolu bakışlar attı genç kıza. Omuzlarını silkerek bilmediğini belirtti Şifa'da.

 

"Görüyorsunuz değil mi? Bensiz bu işin altından kalkamayacağını biliyor en haşin ses tonuyla emir veriyor. Kalkalım bakalım, ne zamandır ava çıkıp atış yapmıyordum."

 

Av bulmuş sırtlan gülüşüyle kahvaltısını bile yarım bırakan Hakana baktı Veronica.

 

"Nerden başlayacaksın?"

 

Hakan suratındaki piç sırıtışı daha da derinleştirip saçlarını karıştırdı.

 

"Başbakanın karısından..."

 

Arkasından şok olarak kalanların tabiki farkındaydı Hakan, kahkaha atarak çıktı yuvadan.

 

"Bu şerefsiz başımıza iş açacak" diyen Barbaros, kınayıcı bakışlarını esirgemiyordu. Onun aksine Şifa ve Veronica aşırı keyif alıyorlardı bu durumdan. Veronicadan , Şifaya sızan kaos hevesini yadırgamaları tuhaf olmaz mıydı aslında?

 

*********

 

Duhan kilimin ülkeye sokulduğunu ve Umuta ulaştığını Alparslan'a söylemişti. Alparslan da CD'den bahsederek durum değerlendirmesi yapıyordu zihninde. Böyle bir kayıttan haberi yoktu Duhan'ın. Umay'ın nasıl ele geçirdiğini düşündü ilk.

 

Eğer Serdar Umay'a vermediyse!

 

Kendi de bakmak istiyordu, kardeşini soluk alırken tekrar görmek istiyordu Duhan. Patlayan malikane yüzünden sınırlı sayıdaki hatırada kül olmuştu. Güvenlik önlemleri nedeniyle neredeyse hiç yüzünün göründüğü resimi yoktu Dua'nın. Bir video kanayıp duran göğsüne nasıl iyi gelirdi kim bilir? Heyecan dalga dalga içini sarsa da dışında buz kesiği bir ağırlık vardı.

 

"Bunu onun elinden alamayız, yanında ol çocuk."

 

Adamın sesindeki titreme Alparslan'ın boğazına bir yumru olmuştu. Acıdan kıvranan ama yüzüne çizgisini konduramayan Duhan'ına baktı. Onu şimdiki adam yapan kurtarıcısına. En gizli sırdaşı, yol göstereni, baba olarak tanımlayacağı tek kişi...

 

Barbaros için de bu bilgi derin hisler saklıyordu. En az Duhan kadar istediği bir şey varsa o video kaydıydı. Ağabeyini, Duayı görmeyi ne kadar istediğini anlayacak kelimeleri yoktu. Duanın adı bile eski Barbarosa olan özlemini kamçılıyordu sürekli. Bir zamanlar yaşadıkları her şeyin sanki aslında hiç yaşanmadığını düşündüğü o kadar zamanı olmuştu ki.

 

Sesine güvenmediği için boğazını temizleyip Duhana baktı.

 

"Ne zaman başlıyoruz Duhan?"

 

Alparslan'ın soru dolu bakışlarıyla Barbaros'un görevini açıklaması gerektiğini biliyordu.

 

"Gökay Turan'dan onay gelir gelmez Meksika'ya git Barbaros. Adamın gizlediğini sandığı ailesini al iyi ağırla. Sonra bağlantıya geç. Sen elçisin unutma, kimliğin yine gizli ama adamın İngiliz olduğunu düşünmesini sağla. Yaşın ellilerde olsun, genç görüntü seni kolay bir av durumuna düşürmesin. Hazırlanan dosyayı göstereceksin sadece. Projenin durmadığını, hayata geçip başarılı olduğunu bilecekler. Sonra onlar senin peşine düşecekler. Para teklifini duymazdan gel. Bu onları işkillendirir. Böyle bir şeyin pazarlığı para olmayacak ve onlar bunu biliyor. Zamanı belirsiz bir iyilik olarak yap anlaşmanı. Bu elçi için çok daha doğru bir istek olur. Ve sakın açık verme!"

 

"Ne zaman taşkınlık yaptım?"

 

"Mesele taşkınlığın değil! Yuvaya döndüğünden beri yumuşuyorsun, dikkatli ol. Burda Barbaros olmana izin veririm ama kim olduğunu unutmaya başlarsan yuvaya giremezsin bir daha! Yarım kalacak, yıllarca peşinde koşacağın bir görev değil bu! Bir hata daha Barbaros! Tek bir hata da beni karşında bulursun!"

 

Barbaros dişlerini sıkıp, öylece Duhanın gözlerine baktı. Buna diyecek hiç bir şeyi yoktu. Haklılığı değil miydi zaten Barbarosun dilini kesen? On üç yıldır nihayete erdiremediği utancı boğazında asılı bir bıçak gibi öylece duruyordu.

 

Duhan ağır konuştuğunun farkındaydı ve çok daha ağır konuşması gerekirse çekinmezdi. Riske atılmayacak kadar değerliydi Şifa. Riske atacak herkesi harcayacak kadar gözü karaydı Duhan. O yüzden uyarıyı başta, bizzat kendi yapmak istedi. Bu Barbarosa duyduğu bir güvensizlikten gelmiyordu asla. Şu aşama da Alparslan dahil herkese cephe alabilir, kim olarak emir verdiği gerçeğini yüzlerine çarpabilirdi.

 

Düşündüklerinden silkelenip uzaklaştı. Dikkatini geri aynı konuya topladı.

 

"Yirmi üç yıl önce Birlikten sızanlar yüzünden Türkiye göz hapsinde. Projenin bize ait olmadığını düşünmeleri gerekiyor. Devlet önemli bir dönemden geçerken yine sırtlan gibi üşüşmesinler üzerimize."

 

"Duhan! Ne kadarı çıktı bizden?"

 

Duhan, çeyrek asıra yakın zaman önce aldığı ihaneti hazmedememişti. Sadece bir anlık gafleti nelere maal olmuştu. Kalbi onu yanıltmasaydı belki köstebek arayışlarında daha dikkatli olurdu. Onun kalbine güvenen Barbaros'da elini hemen o hainin üzerinden çekmezdi.

 

Nasıl görememişti, nasıl? Üstelik aşık bile değildi, aşık olsa elleriyle sıktığı boyuna kıyamazdı. Son soluğunu verirken gözlerindeki kızıl damarları izlemezdi. Belki de Dua'nın yaşadığı o güzel hislere duyduğu gıptadan hataya düşmüştü. Işık! Adının aksine karanlık olan ve dünyasını başına yıkan kadın...

 

Silkelendi ve kendine geldi. O hain kötü bile olsa hatırlanmayı hak etmiyordu, en çok korktuğu başına gelmişti işte. 'Unutulmak, hiç var olmamış gibi olmak zoruma gider' dediği adam tarafından bir mezarı bile olmamıştı. İsmini, tüm emeklerini yer yüzünden silmişti işte. Şimdi cehennemde uzun bir süre yanabilirdi.

 

"Ne oluyor burda? Duhan!"

 

Birde bu deli bozukla uğraşması gerekecekti. Sinsi sinsi kıvrılarak gelen ağrı şakaklarını istila etmişti şimdiden.

 

"Sakin ol kurt! Projenin hayata geçtiği bir kardinal üyesine duyurulacak. Papa'nın kenar mahalleden seçip aldığı düşünülen ama tam öyle olmayan biri."

 

Alparslan sıktığı dişlerinin çenesine yaydığı sızıyı özümsedi. Duhan ne zaman yerini bildirmek istese kurt der, önünü keserdi. Ama şu an ona kimsenin yer yada had bildirmesiyle uğraşmayacaktı.

 

Şifa'nın kilidi kırılmadan, günlükler okunmadan, şifası kontrol altına alınmadan neyin peşindeydi bunlar.

Yılan tıslamasını andıran bir sesle sorusunu yineledi.

 

"Neyin peşindesiniz siz?"

 

Mantığı henüz erken olduğunu bağırıyordu. Kanın kokusunu aldıktan sonra o köpek balıklarını sularından uzak tutamayacakları gün gibi ortadaydı üstelik.

 

"Sikerim sizin yedi ceddinizi! Uyanışın tek bir belirtisi yok. O kızı tehlikeye atacaksınız oturup öyle izleyeceğim bende. Karımı sırtlanların önüne bırakacaksınız, keseceğim sesimi! Birliğinizin, projenizin hepsinin amına korum. Zıvanadan çıkarmayın beni!" 2

 

Her kelime kitaptan okunur gibi tane tane, Duhanın gözlerine bakılarak kurulmuştu. Öyle sakin, öyle ruhsuz bir konuşmaydı ki bu, bağırsa daha az endişe uyandırırdı muhtemelen. Alparslan'ın pervasızlığı hep diken üstünde tutmuştu Duhan'ı.

 

Kabul görmeyecek çok fazla davranışını halı altı etmişti. Ama bu kadar kilit bir durumda sorun çıkarması hepsinin elini kolunu bağlardı.

 

"Önce sakin ol! Onu tehlikeye atar mıyım ben? Onu riske sokacak bir şeyin içine iter miyim Alparslan? Şifa'ya dair hiç bir şey paylaşılmayacak. Benimle ilgili hazırlanmış bir dosya gidecek adama. Asla izi sürülebilecek tek bir açık yok, ben hazırlattım. "

 

Alparslanın zerre öfkesinde eksilme olmayınca sesini yumuşattı. Ela gözlerini bile isteye irislerine dikti.

 

"O masaya oturmalıyız Alparslan. Kudurmuş köpek gibi saldırıyorlar, artık duramayız."

 

Hırsla ayağa kalkan, deli gibi volta atan adamı sûkünetle izledi ikili. Saçlarını yolmasını, ağza alınmayacak küfürler savurmasını ve Duhan'ın hoşlandığı okuma koltuğuna tekme atmasını sabırla izlediler. Biraz sakinleşirse daha mantıklı düşüneceğine inanmak istiyordu Duhan.

 

"Yeterince küfür ettiysen otur ve dinle. Barbaros adamla ilgili bir şeyler buldu. Kardinaller arasında çok saygı görmüyor ama Papa'yla ayrı bir bağı var. Meksika'da sır gibi sakladığı bir de ailesi. Aileye ulaşamayacağı kesinleşince Barbaros elçi olarak devreye girecek. Dosyayı teslim edecek. Bundan sonra onları bekleyeceğiz. Ulaştıklarında pazarlığa oturacağız. Bu bize yeterli zamanı sağlar. Bir süre hiç bir şekilde bir şey bulamamaları şüpheye düşürecek onları ve orda tekrar devreye gireceğiz. Kanım gidecek hediye olarak. Bu onları daha da kızıştıracak. Papa'nın durumu daha da kötüye gitmeden her istenileni yapacak duruma düşecekler."

 

Alparslan ensesini sıkı sıkı iki eliyle kavramış, sert bir nefes bırakmıştı.

 

"Duhan burada çok önemli bir detayı atlıyorsun. Şifa zehire dair hiç bir şey bilmiyor!"

 

"Burada da ikinize güvenmek dışında hiç bir şey gelmiyor elimden Alparslan. Şifa beklenilenden iki yıl önce seni bulduysa kanındakini kontrol etmeyi de ona zehir olanı da bulur."

 

Alparslan ne dese ikna olmayacaklarını biliyordu. Yedi üs lideri de Alparslan'ın Türkiye' de olmasından sonra işlerin hızlanması yönünde baskı yapmıyor muydu sanki?

 

Dilini katlayıp, hastalıklı bir ifadeyle dolaşmaya devam etti. Sonunda kafasındakileri bir hizaya sokmuş olacak ki duraklayıp ilk Barbarosa sonra Duhana baktı.

 

"Şifa bilecek! Hiç bir şeyi saklamayacağız ondan. Ben karımın arkasından iş çevirmeyeceğim sizin için!"

 

Barbaros ve Duhan'ı tedirgin eden şey de buydu ya. Şifa korkabilir, panik ve baskıyla kendini suyun dibine itebilirdi.

 

Barbaros Duhandan önce söze girdi bu kez.

 

"Senden istediğimiz de bu işte Alparslan. Saklamayalım tamam, seni tutsak kızılı tutamayız zaten. Ama yardım etmen lazım bize ve ona destek olman korkularını alman gerekiyor. Yaşadığı her duygu başka bir etki olarak dönüyor zihnine. Korku Dua'yı kötüleştirirdi, kızını da olumsuz etkileyecektir."

 

Alparslan tek gözünü kısmış, kendiyle alışılmışın dışında bir nezaketle konuşan ikiliye baktı. Onlar bir şey istediklerinde sadece görevi söyler, açıklama yapmazlardı.

 

"Siz benden ne istiyorsunuz?"

 

Duhan gözlerini hiç çekmeden bakıyordu Alparslan'a. Her bir tepkisini inceliyor, ona göre kelimeler seçmeye çalışıyordu.

 

"Biz artık ortaya çıkmaya başlayacağımızı ona söylersek panikler ama sen uygun bir şekilde anlatırsan sana güvenir. Güvende hissetmesi lazım Şifa'nın. İlk katolikleri öğrendiğinde verdiği tepkiyi hatırla. Öldürülüp, yok edilmesi gerektiğini savunmuştu. Şimdi de böyle bir hisse kapılıp kendine eziyet etmesinin önüne geçmelisin. Aranızdaki şeyin ne kadar güçlü olduğunu görüyoruz Alparslan."

 

Alparslan elleriyle yüzünü kapatıp, sertçe sıvazladı. Şifa'yı saklamak istiyordu. Kendinden başka kimse görmesin, bilmesin, ona dokunamasın istiyordu sadece.

Ayağa kalktı ve kapıya yöneldi.

 

"Barbaros, git! Şifa'yla konuşacağım. İki gün içinde Umut'a gideceğiz. Günlükleri görmek istiyordu. Bir süre gelmeyiz."

 

Kapıdan çıkıp gitmesi ve giderken de sertçe kapıyı kapatması son küfürü ve kabulü sayıldı odadaki ikili için.

 

Veronica'yla gülüşme sesleri gelen karısını görmeden dinledi genç adam. Evlerine gitmek istiyordu. Burası artık onun için yuva değildi. Kendi yuvaları vardı zaten, buraya hiç ihtiyaç duymuyordu. Kapıdaki korumalardan birisine isteklerini belirten bir mesaj attı. Sonrada merdivenlerden inmeye başladı.

 

"Kesin şatom var benim diye götürdü seni. Bayılır gösterişe."

 

"Sen gerçekten bütün bu anlattıklarımdan sadece bunu mu çıkardın? Ülkelerinden kovulmuşlar!"

 

"Bunu bende bilmiyordum küçük sırtlanım. Ama sonuca bakalım, Umay canı istese Fransız ihtilalini yeniden başlatır. Demek ki kovmayla hiç bir şey olmuyormuş."

 

Şifa onaylamaz bakışlar atarak izledi kadını. Bir aile dramı, önemli bilgiler geçidi anlatılmıştı ve sonuç! Hiç önemli olmayan bir detaya takılınıp kalınmıştı.

 

"Yine karımı niye delirttin kızıl?"

 

Veronica kızıl dalgalı saçlarını savururcasına başını çevirip, dikilmiş onları izleyen Alparslana küçümseyici bir bakış attı.

 

"Oooo kurt damatta buradaymış. Senin karın çok sıkıcı Alparslan. Umay'ın dedesini, ninesini soracağına babasını sormalıydı. Meryem ana mı bu kadın? Niye bir baba yok ortada!"

 

Şifa derin bir soluk aldı. Veronicaya iletişim bazen gerçekten onu yoruyordu.

 

"Dedim ya, nerenle dinliyorsun sen beni. Tek gecelik bir ilişkiymiş."

 

Veronica 'cık-cık' sesleriyle kınama seansına başlamıştı.

 

"Sende bunu yedin? Yazıklar olsun sana verdiğim tüm fitne derslerine. Dua'dan o kadın hakkında duyduğum bir şey varsa aşırı titiz oluşuydu. Öyle bir kadın asla tanımadığı adamla..."

 

Cümle bitmeden Şifa kadının üstüne atlayıp ellerini ağzına kapatmıştı. Bıkmıştı artık bunların edepsiz dillerinden. Ama dediği de kafasına takılmıştı. Gerçekten Umay babası hakkında böyle düşünüyorsa ama gerçek farklıysa...

 

Bu konuyu kafasına yazdı, zamanı gelince üzerine rahat rahat düşünecekti.

 

"Kalk peri kalk. Gidelim şurdan, melek gibi karıma neler öğretiyorsun kızıl şeytan?"

 

Veronica hâlâ bir böceğe bakarken attığı bakışları Alparslandan çekmemişti.

 

"Dedi suyu bile küfür etmeden içemeyen embesil."

 

Belki başkası olsa sinirlenir, öfke kusardı bu sözlere ama Alparslan kahkaha atmakla yetindi. Şifa'yı kıskandığını bal gibi de kabul etse ne olurdu sanki?

 

"Gel güzelim evimize gidelim artık. Kızılda arkamızdan kaynanalara yakışır şekilde sinir krizi geçirsin."

 

Şifa ikilinin atışmasını keyifle izliyordu. Küçük çocuk gibi didişmek onlar için spor falandı heralde.

 

"Sidik yarışınız bittiyse gidelim bakalım kara oğlan."

 

Kızı oturduğu yerden tek hamlayle çekip kaldırdı Alparslan. Kolunu boynuna dolayıp saçlarına bir öpücük bıraktı. Kulağına yaklaşarak fısıldadı.

 

"Her türlü uzağa ben işerim peri, sebebini söylemeyim de yoldan çıkıp üstüme atlama."

 

Şifa güçlü bir dirsek darbesini adamın sol boşluğuna isabet ettirerek hem kıvrandırmış, hem güldürmüştü. Alparslanın kolundan sıyrılarak onları keyifle izleyen altın bakışlara yaklaştı. Yanağına sevgi dolu bir buse bırakıp uzaklaştı.

 

"Seni özledim kızıl kelebeğim. Kız günü yapalım lütfen."

 

Çığlık atarak yerinden fırlamıştı Veronica. Şifa'yı boğduğunu önemsemeden sardı kollarını.

 

"Önce alışveriş, kuaför, cilt bakımı. Sonra seni muhteşem bir masaja götüreceğim. Taşlarla efsanelere imza atıyorlar."

 

"Allahım! Pişman olacağımı daha söylerken biliyordum."

 

Alparslan'ın beline doladığı koluyla çıkışa doğru söylenerek ilerledi Şifa. Ölü derilerinden arındırılırken yolunmuş tavuğa döneceğini biliyordu.

 

Kendi küçük yuvalarına gelmek iyi hissettirdi Şifa'ya. Seviyordu burayı. Bu ev ona hayal kurmayı, mutlu olmayı iliklerine kadar hissettiriyordu. Ama Alparslan'dan ona doğru yayılan gerginlik hissine anlam veremedi. Kaçamak bakışları, karnını sızlatan endişe hissi tedirgin ediyordu onu.

 

"Neyin var?"

 

Derin bir soluk alan adam Şifaya hediye, kendine eza olacak şeyi söyledi.

 

"CD'yi okuyacak ekipmanı kurdurdum. Eğer istersen..."

 

Şifa duyduğuyla direksiyonu sıkan ellere yapıştı. Niye endişeliydi ki Alparslan? Ailesini yaşarken, konuşurken görebilme fırsatı doğmuştu işte ona. Sevinmeliydi...

 

"İsterim hadi bakalım. Hadi lütfen."

 

İsteksiz adımlarla eşlik etti heyecanı her bir gözeneğinden fışkıran karısına.

 

O da elbet seviniyordu Şifa için ama o video bitipte gerçekliğe tepe üstü çakıldığında gelen hissin acısından korkuyordu işte. Ayperi'nin kundağını koklarken gelen o anlık mutluluk ve burnundan uzaklaşan kokuyla bastıran kıvrandırıcı acıyla soluksuz kalırdı çünkü Alparslan.

 

Oldukça eski bir kasayla eşleştirilen monitör ve kurulan programla her şey hazırdı. CD'yi sürücüye yerleştirmek dışında tabi.

 

Salıncaktan yatağının ayak ucuna oturup bacaklarını bir birine dolayan kıza baktı. Parmaklarındaki ojeleri soyuyor, stresini bir şeye yöneltmeye çalışmasını izliyordu.

 

"Başlatayım mı?"

 

Sadece baktı Şifa adama. Yeşil gözlerindeki parlaklık can yakıcıydı. Heyecanı elle tutulacak kadar dışarı taşmıştı.

Başını onaylar şekilde salladı.

 

CD sürücüye takıldıktan sonra ekran bir süre kararmıştı. Hayatının en sabırsız anlarıydı belki de Şifa için. Anne ve babasını canlı görmek, seslerini duymak... Hiç ihtimal vermemişti şu ana kadar.

 

Bir kadın girdi ilk çözünürlüğü oldukça kötü videoya. Amasya'da gördüğü resmin aksine upuzun bal rengi saçları vardı. Yüzü zayıftı o resme göre ama gözleri çok güzel bir elaydı. Ve çok güzel gülüyordu.

 

"Hazır mı Serdar?"

 

İnsanların kıymetini asla bilmediği bir şeyi yaşıyordu Şifa. Yirmi üç yaşında annesinin sesini ilk kez duyuyordu. Aldığı nefesi vermeyi akıl edemeyecek kadar ekrana kilitli kaldı.

 

İnsanın anneye ihtiyacı biter mi hiç? Yaşın atmış olsa bile anne anne değil midir?

 

Sonra ekrana uzun yapılı bir sırt girdi, tekli koltukta oturan kadını bez bebek gibi kaldırıp koltuğa yerleşen ve kadını dizine, yeri oraymış gibi oturtan bir adam...

 

Dudaklarından çıkan hıçkırığa engel olamadı Şifa. Elleri ağzına örtüldü. Gözünden yaş aksa bile gülümsemesi can yakacak kadar güzeldi. Gözlerini bile kırpmıyordı. Annesini hayal edebiliyordu ama babası...

 

Çok yakışıklıydı bir kere. Kocamandı, dağ gibi dediklerinden. Nedense esmer olacağını düşünmüştü içten içe ama kumraldı teni ve gözleri... Yeşili hiç böyle görmemişti. Dayısı babasına benzediğini söylemişti. Hayır, asla bu kadar güzel bir yeşili yoktu gözlerinin. Annesinin alnına konan öpücüğe, artık oldukça belirgin olan karnında gezen ellerine, şefkatle kıvrılmış dudaklarına bir bakışta aşık oldu.

 

"Bebeğim karnımdayken ekrana konuşmak da çok tuhafmış."

 

Melodi gibiydi kahkahası. Sesi çok berrak, şarkı söyler gibi bir ritimle ödüllendirilmişti. Annesi diye mi gözleri böyle görüyordu yoksa Allah gerçekten kusursuz mu yaratmıştı onu? Babasının kısa kahve sakallarını okşayan eli bembeyazdı. Buradan bile damarlarını ayırt edebiliyordu.

 

"Minik mucizem, merhaba! Bunu yapmak kesinlikle babanın fikriydi. O çok zeki değil mi? Bize unutulmaz bir hatıra bırakmayı akıl etmesi çok güzel."

 

Kavuşmuşluk hissi ve asla bir arada olamayacaklarının bilinci savaşa tutuşmuştu kalbinde. Oluk oluk kanıyordu ve kan nereden sızıyor asla anlayamıyordu.

 

"Merhaba küçük kızım. Babayla tanışma vakti. Kabul et geçen yıllara rağmen hala çok yakışıklıyım."

 

"Ya Serdar ya! Sen konu mankenisin, bu videonun kahramanı ben olmalıyım. Kabul et miniğim ben de hâlâ çok güzelim değil mi?"

 

Şifa'yı mahveden, söylenilen kelimeler yada geleceğe dair verilmiş sözler değildi. Annesinin cümlesiyle babasının gözünden süzülen tek damla ve saçlarına derince bastırılan dudaklardaki acıydı.1

 

Babası gerçeği kabullenmiş ve acısını yaşamaya başlamıştı demek o zamandan. Ama annesi sanki doğumdan sonra da yanlarında olacakmış gibi davranıyordu. Belki de babasına böyle davranmak daha kolay geliyordu.

 

Annesinin, babasına bakıp başını sağ yanına yatırışı, o güzel gülümsemesiyle suratını kavramasını mucizeye bakar gibi baktı.

 

"Serdar yaaa ne konuştuk biz seninle? Sen neredeysen ben orada olacağım sevgilim söz veriyorum. Şimdi küçük tatlı kızımla konuşmak istiyorum."

 

Babasının yüzünde zorlama olduğu çok belli olan bir gülümseme canlandı.

 

"Konuş bakalım güzeller güzeli ela. Kızıma nasıl deli bir annesi olduğunu anlat."

 

Dua dudaklarını büzmüş, babasına yan bir bakış atmış sonra tam kameranın merceğine bakıp büyüleyici bir hisle gülümsemişti.

 

"Sen babana bakma kızım. Beni çok seveceksin diye kıskançlığından deliriyor da. Çekiştirmek gibi olmasın, canlı cansız her şeyi kıskana bilecek bir babaya sahipsin miniğim. Allah bize sabır versin."

 

Yine melodi gibi bir kıkırtı ve tekrar yüzüne kondurulan bir öpücükle Şifa gözlerinden sızan yaşlara inat tebessüm etti. Babası temas bağımlısıydı büyük ihtimalle. Annesi konuşurken sürekli ellerine, saçlarına, yüzüne dokunuyor ve bunu çok alışılmış bir seyirde tekrar ediyordu. Annesi de öyle alışmıştı ki bu rutine hiç yadırgamadan kabul ediyordu her teması. Üstelik annesi verdiği sözleri tutan bir kadınmış bundan da emin oldu. Babası neredeyse annesi de çok kısa bir zaman içinde yanına giderek kanıtlamış oldu kızına kendini.

 

"Hayatın bize ne getireceğini bilemeyiz minik mucizem. İhtimal vermiyorum ama olur da yanında olamazsam affet beni bebeğim. Ellerini tutamadığım için, saçlarını öremediğim için, küçücük omuzlarına yüklenen bu ağır yükü kendi sırtıma alamadığım için affet. Sen benim lütfumsun. En kıymetlim, değerlimsin. Biliyorum! Nasıl olduğunu açıklayamam ama öyle güçlü olacaksın ki hiç kimse duramayacak karşında. O yüzden bebeğim babanı sana emanet ediyorum."

 

"Dua'm..."

 

Boğuklaşmış ve ağlamamak için tarazlanmış ses nasıl güzel zikrediyordu annesinin adını. Annesi, o daha doğmadan ona ve gücüne inanmış ve hayattaki en çok sevdiği adamı emanet etmek için video çekmişti. Bu video Şifa için değildi!

 

Bu video Dua ölünce karanlığa hapis olacak babası içindi.

 

"Bize bunu neden yapıyorsun? Kızımıza, bana bunu neden yapıyorsun?"

 

Erkekler ağlamaz diye kim demişti acaba? Ne büyük yalana esir etmiş koskoca insan ırkını. Dev gibi görüntüsünün ardında hiç utanmadan ağlayan babasını göstermek istiyordu Şifa. Nasıl acıdan kıvrandığını, kor gibi yaşları nasıl akıttığını yüzüne çarpmak istiyordu.

Bu zulümle nasıl nefes almıştı. Annesinin sonu olacağını bile bile nasıl 'kızım' diye sevebilmişti onu?

Kendini bir bilinmezin içerisinde aciz hissederken babasında ki aciziyetin boyutunu düşünemiyordu bile.

 

"Ben kızıma çok güveniyorum Serdar. Seni bir tek o kendine getirir, bir tek o yaşatır. Annesinin kızı olacak benim küçük lütufum.

Şimdi izin ver sevgilim bana, kızıma en çok sevdiği ninniyi söyleyeceğim."

 

Kocaman bir adamı sinesine yaslayıp, orada saklayan bir kadını izlemek çok ağırmış gerçekten. Alparlsanın gönülsüzlüğünün sebebini tam şu an anladı Şifa.

 

Babasının akan yaşlarını parmaklarıyla silişini, dağılmış saçlarını düzene sokuşunu, bir bebeği öper gibi melek buseleri bırakışını izlemek ölüm kadar ağırmış. Babasının ise küçük bir çocuk gibi annesine sığınışına içi yanmıştı.

 

"Seni bu ninniyle durduruyorum anneciğim. Çünkü asla bulunduğun yerde rahat durmuyorsun. Ellerin dursa ayakların zapt olmuyor."

 

Her konuşmasını küçük kıkırtılarla bitiriyordu Dua. Şifa o an anladı. Annesi gülmezse ağlayacaktı. Bunu saklamak için, gülüşlerini feda ediyordu...

 

Kameradaki gözleri Şifaya ona bakıyormuş gibi bir his yayıyordu. İstemsiz öne doğru eğildiğinin de annesinin yüzüne parmaklarını değdirdiğinin de farkında değildi.

 

Dudakları Şifaya en sevdiği ninniyi son kez söylemek için aralandı. İncecik, duru sesi ruhuna katran karası, bitmeyecek bir hasret bıraktı.

 

"Yum usulca gözlerini

Uzat üşümüş ellerini

Sakla o masum yüreğini

Zaman gibi sessiz uyu

Bu dünya dipsiz bir kuyu

 

Pamuktan kalbin solmadan

Hayat yüzüne vurmadan

Uyu yavrum uyu

Bu dünya dipsiz bir kuyu

Uyu melek yüzlüm uyu

Bu dünya dipsiz bir kuyu..."

 

Sesi çok duruydu annesinin. Çok güzeldi, büyüler gibi bir güzellikti bu.

Koynunda uyutup, büyütemeyeceği bebeğine ninnisini söylemek isteyen bir anne...

 

Gerçeği aslında kabul etmiş ama kimseyi bu kabullenişe ortak etmek istememiş bir anne...

 

Şifa bende acı çektim demeye utandı. Hiç bir çektiği, babasını kollarıyla, kendini kalbiyle avutan o kadın kadar acıtmış olamazdı çünkü.

 

Yüzündeki hüznü ve sesindeki merhameti hiç unutmayacaktı artık. Güne gözünü yumduğunda harelerinde asılı kalacak son görüntü annesinin yüzünde yeniden ad bulan bu kabulleniş olacaktı.

 

Acısını, aşkını, kaybedeceğini bilen ama imtihanını kucaklayıp sinesine mühürleyen elem dolu kabulleniş Şifanın annesine aitti...1

 

Bölüm : 26.11.2024 19:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Yaw her hikayende kıyma makinesi olmak zorunda mısın yazarım ciğer bırakmadın yaaa
Yav alpaslan ben senin edebine tüküreyim ya sshsjb
Benim fikrim bu yönde değil şifa hikayenin en masumu sensin anne olmak bu dünya da ki en zor şey çocuğun söz konusu olunca kimseye güvenemezsin onu kimseye bırakamazsın dünya bir tarafa o bebek diğer tarafa yani cennet bahcesi için yada şehitlik mertebesi için onu burakıp gitmeyi göze alamazsın evet ölüm var anne doğumda ölebilir yada elinde olmayan sebeplerden bebekten ayrıla bilir ama bile isteye o bebek bırakılırsa o kadına anne diyemeyiz
Başın dan savar seni yeni kurtcuklar bulur
Ay bunları yaşat bır şekil yaaaa olamaz çok acııııııı
İçindekiler
ORENDA / ŞİFA / Oluk Oluk Kanayan Ninni
ORENDA
ŞİFA

34.39k Okunma

5.07k Oy

0 Takip
47
Bölümlü Kitap
Feda Edilmiş Hayatların MucizesiÇaresiz Bir Acıyla Sınanmış KoruyucuUmut İçin Serpilen KüllerHarabeler ve HazinelerKatrana Bulanan KabuslarSır Sarmalın Boğulan YaralarKalbe Çarpan Sözsüz KelimelerKanatlara Vurulan PrangalarDudaklara Hapsedilen DualarCerehatı Boşaltılmamış AnılarAvuçları Kan Kokan KadınDurgun Sulara Atılan Minik TaşlarGayya Kuyusunda Kısılan RuhlarÇınarın Sakladığı Balta İzleriSaç Tellerinden Parmak Uçlarına Akan ÖzlemKilidini Arayan SandıklarBuza Teslim Olan KorDişlerinden Damlayan Kanın KıyametiGökkuşağının Renklerine Kuşanan TenKurumuş Dallarda Açan Kiraz ÇiçekleriYıkım Zannedilen ZaferlerIşığın Lütfuyla Zırhlanan BedenlerAf Diye Kıvranan GünahlarKöz Kızılıyla Perçinlenen HasretA-bı Hayat ile Taçlanan VuslatÇığlıkların Ardından Gelen FısıltılarDışardan Vurulan Kilitİlmek İlmek İşlenen GeçmişSabırla Dövülen Umutla Bekleyen EmanetZamanın İçinde Kaybolmuş AşkOluk Oluk Kanayan NinniUmulmayan Taşların Açtığı YaralarKara Yılanın Koynundaki SırArafta Sürüklenen ZevahirVolkanın Doğurduğu Ateş ÇiçeğiGaflet Uykusunun Son DemiKaburgasından Sökülerek Alınan Nabza YeminKırık Kanadıyla Umuda Uçan KuşÇare Diye Figan Eden AğıtZulmün Kıyısındaki ArayışSancılı Bir Bekleyişin KöleleriKalbin Önünde Diz Çöken AkılZifiri Ummanda Saklı Kanlı HazineZehire Yuva Olan Koruyucuİntikam İçin Zaman Sayan CesetlerKırağı Vurmuş Aklın SakladıklarıÇığdan Önceki Dingin Huzur
Hikayeyi Paylaş