Selam canlarım. Bu bir uyarıdır! Tüm bölüm geçmiş zamana ait. Serdar ve Dua için yazıldı. Biraz onlar ve ilişkileri hakkında fikriniz olsun istedim. Güncel zamana ait bölüm yarın akşam gelecek. Yazmasam eksik hissedecektir, özellikle bir sonraki bölümü okuduğunuz da ne demek istediğimi anlayacaksınız. Keyifli okumalar dilerim.💙3

Kimse sınanmadığı imtihanın kazananı değilmiş…
Duhan sokağın karşısından paslı kapılarına bakarken tam da böyle düşünüyordu. Şu kadar zamandır vatanım için her şeyi yaparım naralarıyla gözü kapalı ateşe dalmıştı. Hiç ayakları geri gitmemiş, hiç elleri titrememişti.
Ama şimdi o paslı kapının üstündeki kancayı açıp, giremiyordu içeri. İnsan ateşte yürüyecek kadar sadakatle bir ülküye bağlanıyordu da o ateşe en kıymetlisini atmaya eli varmıyordu. İçini saran kasveti dağılsın diye başını gök yüzüne çevirdi. Ela gözleri yandı, su sızmak için boğazını sıktı. Sonunda derin bir nefesle titrek adımları paslı kapıya doğru sıralandı.
Kapı açıldığında başını kaldıramadı. Ezbere bildiği merdivenleri çıkarken de gözleri üşütmesin diye merdivenlere kaplanmış halıflekslerdeydi. Evlerinden cenaze çıkmamıştı ama matem kokusu genzini yakıyordu.
Rengi hafif sararmış kapıyı tıklattı. İçerden gelen sesle araladı. Kahverengi deri bir bavul karyolanın yanındaydı. Dua ise çalışma masasında, geride bırakmak istediği kitaplarda parmaklarını dolaştırıyordu. Duhana baktı, ela gözleri her ona döndüğünde olduğu gibi ışıldadı.
Hoş mu gelmişti gerçekten? Aşağıdaki anne ve babasına göre değildi. Belki kendine göre de Duhanın gelişi hoşluktan bir hayli uzaktı. Bir şey vardı içinde. Dile getiremediği ama olsun istediği.
Hayatı boyunca bir kapıdan böyle çok kovulma arzusu duymamıştı. Keşke dedi kalbi.
-Benim gitmeye cesaretim yok ne olur sen kov beni kardeşim.-
Dua ise yüzündeki ölçülü gülümsemeyi büyüttü. Başını yana yatırdı. Üniversiteye başladığı zamandan beri hiç kesmeyip, uzamasına izin verdiği bal rengi saçları omuzlarına aşağı aktı sanki.
Duhanın sesinde saklı, gizli yer bulmuş isteğe Dua biraz daha şefkatli bir gülümsemeyle başını iki yana sallayarak cevap vermiş oldu.
“Gitme zamanı gelmiş kardeşim. Anne ve babamla vedalaştım ben. Akşama kalmayalım daha fazla.”
Dua son kez odasında gezdirdi bakışlarını. Bavuluna uzanacakken Duhanın büyük elleri, narin parmaklarına dolandı. Ela bakışlarındaki can acısı Duanın da kalbinden ince bir sızı akmasına neden oldu. Onu gülümsetecek birkaç şey söylemek için ağzı açıldı. Duhanın ona sarılan bedeniyle ilk elleri havada kalmıştı ama sonra sırtını okşaya okşaya sarılışına karşılık verdi.
Duhan sadece adını fısıldaya biliyordu. Daha fazlasına gücü yoktu. Ama Dua kardeşini anlamak için hiç kelimelere ihtiyaç duymamıştı ki.
Duhan can acısını sesine saklamış kabul etme diyordu ona. Kov beni bu kapıdan diye sancı içinde kıvranıyordu. Annesine sorsa imtihanın büyüğüyle sınanan Dua idi. Kimse kardeşinin sırtındaki kayaların ağırlığını görmüyor muydu? Çünkü Dua o kayaların ezdiği kardeşine kıyamıyordu hiç. Vatan aşkı, milletine olan bağlılığı, kardeşiyle sınanan bir adamın yükü nasıl görülmezdi?
Teselli eder gibi elleri hiç durmadan Duhanı okşamaya devam etti.
“Omuzlarından at bu yükü kardeşim, ben gönlüm rahat geliyorum seninle. Tek bir korku, keşke demeden peşine takılıyorum.”
Duhanın kolları daha çok sıkılaştı. Gözünden kayan bir damla yaş Duanın saçları arasında kayboldu.
“Yönünü doğrudan ayırma kardeşim. Sen olması gerekeni yapıyorsun. Tahmin bile edemeyeceğim kıymetteki o mertebeyi hayal etmeme vesile oluyorsun.”
Duanın inancının yarısı Duhanda olsa belki çok daha kolay ayağa kalkardı ama yara bere içindeydi her yeri. Dua omuzlarındaki yükün ağırlığını, Allaha olan inancıyla nasıl da güçlü taşıyordu. O zaman Duhan ne olacaktı? Duhan vatanı ve kardeşi arasında sıkışmıştı.
Dua geriye çekilip, gözlerinde zerre korku emaresi olmadan elini kavradı. Duhanın bavuluna uzanışını, merdivenlerden inişini küçük adımlarla takip etti. Anne ve babası öylece kapı ağzında durmuş bekliyorlardı. Annesinin beyaz tülbentini akan gözlerine bastırışı, babasının ağlamamak için kendini sıkışını yine alıştırdığı güzel gülümsemeyle hafifletmeye çalıştı.
“Ağlamayın lütfen anlayın bizi. Başımıza gelenlerin içindeki hayrı arayın. Annem… Kızına çok güzel bir vazife düşmüş, akıtma yaşlarını.”
Dua ne kadar onları yatıştırmak istese de annesinin hıçkırışları artmıştı. Babası öylece bakınca daha büyük açtı yüzündeki gülümsemeden çiçek.
“İnşirahsız bırakma kızını baba. Gönül koyma, gücenme. Anla… Bediri, Uhudu, Çanakkaleyi, vatanı için çaba harcayan herkesi, vesile olanı, o yolu yürümeye çalışanı… Belki ucunda peygambere komşu olma ihtimalini anla…”
Dua kaderine yazılanı kabullenmişti. Milyonlarca rahmin içinden sadece onunki insanlığın kaderini değiştirecekse neydi ki bir canın kıymeti? Dünyada masumun akan kanı durmazken bir Duanın canıysa önleyecek ne kutlu bir yok oluş olurdu. Hem iman edene ümitsizlik yakışır mıydı? Bir ihtimaldi sadece. Ama zaten ölüm hep ihtimal değil miydi?
Duhan ise ona bakan babasından gözlerini kaçırmadan son kez gözlerini çevirdi. Kelimeleri yoktu söyleyecek ama anlasın istedi. Gördüklerini görmemiş gibi hayatına devam edemediğini anlasın! Çok zulüm vardı dünya topraklarında. Çok kan akıyordu. O kan büyüyecek, kendi vatanını da saracaktı. Şimdi birileri karşısına geçip de zulme uğrayanlara dur demek için ona görev vermişti. Can kendinin olunca kıymeti artıyor muydu? Biraz evvel odada kardeşinden beklediğini söyleyemezdi. Yüksek sesle ben hayır diyemem ama sen de diyemezdi ki. Babasına ve annesine son kez baktı. Dua bu kapıyı bir daha itemezse Duhana haram olmaz mıydı?
Tek kelime edilmeden paslı kapıyı ardından çekti Duhan. Mandalını üstüne indirip, kapattı. Hiç girmemiş gibi öylece bir elinde Duanın elleri, diğerinde kahverengi deri bir bavulla yolun aşağısına doğru yürüdü. Arabaya kadar ikisi de adımlarını izledi.
Yol boyunca da halleri durgun, renksizdi. Altı saatte altı cümle kurulmadı neredeyse. Sonunda istenilen yere gelindiğinde Dua gözlerini iri iri açmış, yüksek duvarları olan ve ardında ne var görünmeyen yapıya baktı. Kapılar onlar için aralandığında araba duraksamayı bırakıp ilerledi.
Başka bir dünyaya girilmiş gibi Dua gözlerini her yana çeviriyordu. Askeri bir üs müydü burası? Birbirinden bağımsız büyük binalar ne içindi?
Duhanın sesiyle taş bir binadan ayırdı bakışlarını. Kardeşi ön koltukta, arabayı süren ve hiç konuşmayan mavi gözlü, sarışın bir gencin yanında oturuyordu. Araba oldukça büyük başka bir yapının önünde durdu. Duhan indi arabadan ilk ve Dua da peşinden onu takip etti.
“Şahinden haberin var mı Hakan?”
Duhanın sorusuyla robot gibi araba kullanmaktan başka bir şey yapmayan adam başını kaldırdı.
“Yeni bir oyuncak gönderdiler onun için. Komutanımla beraber onu inceliyordur.”
Duhan başını salladı. Sonra onu dikkatle izleyen Duaya çevirdi başını.
“İki dakika görünüp gelmem lazım güzelim. Bu binadan girip, bir kat çıkarsan ilk sağdaki kapı senin odan. Kapısı açık, ben bavulu getiririm. Sadece bakıp geleceğim olur mu?”
Dua ağırca başını sallayıp sağa sola bakındı. Sonra Duhanın işaret ettiği ardındaki binaya göz attı.
“Bak şurada. Hemen geleceğim, döndüğümüzü bildirmem gerekiyor.”
Dua tekrar onaylar gibi başını sallayıp ardındaki binaya doğru yürümeye başladı. Duhan da Hakana başıyla işaret edip Şahin ve Serdarın olduğu yere doğru hızlı adımlarla ilerledi. Kapıyı tıklatıp içeri girdiğinde gerçekten Hakanın dediği gibi yeni teslimatı yapılan bilgisayarın başında Şahin gözleri parlayarak bekliyordu. Serdar kollarını birbirine dolamış, bacaklarını iki yana açmış heybetiyle odanın yarısını doldurmuştu bile.
Duhan içeri girip baş selamı verdi Hakanla beraber.
“Hoş geldiniz Duhan, sıkıntısız bir yolculuk muydu?”
“Offf şuna bak komutanım. Hafızayı nasıl güçlendirmişler? Beş yıl sonra satışa çıkacak ama ağa bağlanışı çok iyi.”
“Doğru düzgün incele. Duruma göre tüm ekipmanı bunlarla değiştireceğiz.”
Şahin, Serdarın konuşmasına başıyla hızlı hızlı onay verse de gözü bilgisayardan ayrılmıyor ve bir dosyayı indirme hızına dehşet bir mutlulukla bakıyordu.
Serdar kahvesine uzanıp bir yudum aldı ve Şahinin haline başını iki yana sallayarak bir tepki verdi. Yirmi yaşında, kanı olabilecek en hızlı akan zamanlarındaydı. Ama bilgisayarlara olan merakı kaç kişinin arasından sıyrılıp, onu farklı bir alanda eğitmeye yetmişti. Duhana çevirdi bakışlarını.
“Doktorun yurda girişi bu ay gerçekleşecek. Şimdilik kardeşinle ilgilenmen için saha görevi yok. Alıştır buraya Duhan. Sıkıntı yaşamasın. Barbaros da arkadaşlık eder. Sıkılıp bunalmaması için gerekli ihtiyaçları sağlayın.”
Duhan tekrar başını onaylar gibi bir kere eğdi.
“Endişeniz olmasın komutanım.”
O sırada kapı tıklatılmış, kimin geldiği bilinmediği için odadaki dört çift göz kapıya çevrilmişti. Açılan kapı aralığından bir baş göründü sadece. Bal rengi saçlar dalga dalga öne doğru serildi. Ela gözler bol mahcubiyetli bir ışıltıyla odada dolaşıp Duhanı bulduğunda hemen gülümsedi.
“Çok özür dilerim ama ben odayı bulamadım Duhan. Kapı açık dedin ama oradaki kapılar kilitli. Birde akşam namaz saati geçiyor. Mescit var mıdır ki burada?”
Serdar kilitlenmiş gibi tane tane konuşan, kendine bir an bile bakmayıp sıra sıra sorularını Duhana dizen kızdan ayıramadı gözlerini. Sıcağı elini yakan kahveyi, gözlerini karşısındaki kızdan ayırmadan masanın kenarına koymak istedi ama ne olduysa bir anda kahve fincanı devrildi. 2
Şahinin bağırtısıyla başını çevirdi ama sonra gördüğünü kaybetmemek için o baş hızla geri kapı aralığına döndü. Bir şeyler oluyordu. Birileri bir şey söylüyordu. Ama onun gördüğü şaşkınca aralanmış iki ela göz, hayretle açılmış güzel bir ağızdı.
“Hakan peçete ver! Gitti güzelim alet bakma!”1
Şahin kendini parçalarcasına kahveye bulanmış klavyeyi temizlemeye çalışıyordu.1
“Dua tamam güzelim sen çık, geliyorum ben!”
Duhanın bakışları bir Duaya bir de kilitlenip kalmış gibi ona bakan Serdar komutana döndüğünde kaşları çatıldı. Şahin ve Hakan tüm kahvenin klavyeye dökülmesine fısıltıyla söylenerek peçete basıyorlardı.
Dua hallerine bir an gülümseyecek gibi oldu. Çünkü odaya girdiğinde bilgisayar başında oturan adam ne kadar peçete varsa dökülen kahvenin üzerine bastırmış, yetmeyeceğini düşünmüş olacak ki üzerindeki ince giysinin ucunu da kenarlarına sürtmeye çalışıyordu. Birde yüzünde neredeyse ağlayacak bir hal vardı ki Dua kırılmayacağını bilse kahkaha atardı haline. Yine de birbirlerine söylenerek temizleme çabasındaki iki adam gülümsemesini büyüttü.
Kendine dikilmiş gözlerin varlığıyla teninde bir karıncalanma oluşmuş, bilinçsizce kendi gözleri de çevrilmişti. Tuhaf bir ürperti geçti teninden. İnce bir üşüme hissiyle kollarını kendine sarası geldi. Yemyeşil gözleri olan, hayatı boyunca gördüğü en iri adam o kadar dikkatli bakıyordu ki ne olduğunu anlayamadı.
Duhan hala gözlerini dikmiş kardeşine bakan komutanından bakışlarını ayırmadan biraz sert bir tınıyla söylemişti bunu. Dua da hızla başını sallayıp bir kez daha bilgisayar için uğraşan ikiliye bakıp tebessüm etti sonra ise tamamen bilinci dışında saniyelik yeşil gözlü deve bakıp kapıyı çekti.
“Komutanım ne yaptınız Allah aşkına ya?”
Şahin gerçekten ağlayabilirdi. Daha kaç dakika olmuştu ki yeni bebeğine dokunalı? Başına gelen şu şey yeri göğü inleterek ağlatacaktı onu. Moralini, oturup sabaha kadar Deli Yürek izlese düzeltemezdi.
Duhan hiç soruyu duymamış gibi Şahine yaklaşıp klavyeyi kasadan ayırdı. Kahve monitörün altına doğru yayılmıştı. Hakanın elindeki peçeteden biraz daha alıp monitörü kaldırdı.
“Kasada sıkıntı yoksa halledilir ağlama sende!”
“Abi bir bak ne yaptı? Valla komutanım şu an gerçekten çok kırgınım size. Nasıl yaptınız siz bunu bana?”
“Kız kardeşin mi? Dua mı adı?”1
“Şahin kaldır kaldır, kasaya akacak. Tüm kahve yayıldı aşağı doğru.”
Hakanın sesiyle bu kez kahveye bulanmış klavyeye sarılmayı bıraktı, kasaya akacak sıvının derdine düştü Şahin. Hemen kasayı masanın uzağına doğru itekledi.
“Klavyeden hayır gelmez artık. Ne olacak şimdi?”
“Tamam dedik oğlum, kurcaladın belli ki. Ağzının suyu da akmış, gelecek işte.”
“Kız kardeşin miydi diyorum sana Duhan?”2
Serdarın gür sesiyle uğraştıkları işi bırakıp, üç çift göz Serdara sabitlendi.
“Abi Allah’ıma kitabıma çok sinirliyim sana. Yani komutanım! Sinirliyim komutanım. Yok değilim komutanım, tamam düzeltiriz sorun yok…”
Şahinin tavırlı başlayan sesi, Serdarın öfkeli yeşilleriyle çarpışınca kedi miyavlaması gibi bir hale dönüştü. Şahin on beş yaşından beri Serdar komutanın himayesinde eğitim alıyordu. Hakan ve Duhan ona abilik yapmış, Serdar ise neredeyse bir baba gibi sahip çıkmıştı. Hala nerde ağabey, nerede komutan olduğunu karıştırıyordu ama şu an çok müşkül bir durumdaydı.
Serdarın gözleri Duhandan ayrılmadığı için Şahinin gevelemesini pek de önemsemedi.
“Evet komutanım, kardeşim. Müsaade ederseniz ben ilgileneyim.”
Serdar onaylar gibi başını salladı. Çıkıp giden Duhanın ardından baktı. Ona bir şey oluyordu. Ne olduğunu anlamıyordu ama hasta gibi hissettiren tuhaf bir şey oluyordu. Şaşkın şaşkın kendine bakan iki adamına saniyelik bir bakış atıp çıktı hışımla odadan.
İsmi çok güzeldi. Kendi de çok güzeldi zaten. Daralmışlık hissi arttı, hasta gibi hissetmeye başladı. Saçları da güzeldi ama ela gözleri saçlarından da güzeldi. Nefes aralığı sıklaştı, galiba uykusuzluğu onu delirtecekti.
Neredeyse normal bir sivilin koşmasına eş değer adımlarla eğitim alanına geçti. Sabah saatlerinde Suriye sınırından kaçak giriş yapacak kırk kişilik peşmergenin haberiyle geceyi yolda geçirmiş, kısa süreli bir çatışma sonrası ise hızla Umuttan beklenildiğine dair bir haberle buraya geçmişti. Hesaplamaya kalksa otuz sekiz saatten fazladır zerre uyumamıştı.
Üzerindeki askeri pantolonu ve terinin tuzu, dışına çıkmış yeşil tişörtüyle kendini koşu alanında buldu. Yeteri kadar bedeni zorlanmamış gibi kendi kendine bir anda idman için ısınma emri veresi tutmuştu.
İlk turu attığında göğsünün arasındaki o sıkışıklık geçer diye umut etmişti ama ela gözlü bir kız gözünü kırpsa ona gülümsüyordu. İkinci turda yorgun bedeni zorlanacak oldu ama hala gözünün önünden omuzlardan aşağı dalga dalga akan saçlar kaybolmamıştı.
Serdara olmazdı böyle şeyler. O görevini bilirdi. O sadece hizmetini eder, vatanı için ne isteniyorsa yerine getirir ve bayılmaya yakın bir noktada uyurdu.
Şimdi oldukça mühim bir görevin arifesinde olacak şey miydi bu içinde sıkıştıran his?
Doktor gelecekti! Konsantre olmak zorundaydı. İki taşıyıcıdan aldığı DNA ları işleyecek projenin hazır hale gelmesi için gerekli olan işlemler gerçekleşecekti. Ne kadar zamanlarını alacağı belli olmayan bir hazırlık süreci vardı. Taşıyıcının rahmi, projeyi tutacak kadar güçlenene kadar doktorun gözetiminde olacaktı. Üstelik şu süreçte gözünü Atilla’dan ayırmaması gerekiyordu. Bir millet vekiline göre fazla sivrilmeye başlamıştı artık. İki yıl sonra olacak genel seçimler sonrası kabinede bakan koltuğuna yerleşecekti. Onun için de ayrı bir koruma ekibinin çalışmalarına başlaması lazımdı. İki yıl neydi ki? Kısa sürede geçip gidecek bir zaman dilimiydi. Aynı anda konsantre olması gereken bin tane şey varken saçmalayamazdı.
Beşinci turdan sonra gerçekten kasları can çekişmeye başlayınca biraz rahatlamıştı. Yorgundu ve sinir sistemi hata veriyordu sadece. Bir şey yoktu, sadece dinlenmesi gerekiyordu…
Ondan sonraki günler Duhanın Dua ile ilgilenmesiyle geçti. Duhan rahat edebilsin diye Umut’un her karışını gezdirmişti kardeşine. Şahin, Hakan ve Barbaros’la da tanıştırmış, sıkıntı çekmemesi için arkadaş olmalarını sağlamıştı.
Barbaros aile ve ağabey zorunluluğundan kaynaklı hiç istemediği eğitim saatlerini doldurduğunda Duanın yanında alıyordu soluğu. Şu alanda kendi gibi tarihe ve sanata ilgi duyan, uzun uzun sohbetler edeceği hiç kimse yoktu. Ama Dua okuduğu kitabı onunla okuyup bir de üzerine saatlerce sohbet edecek kadar ilgiliydi. Psikoloji mezunu olduğunu duyduğu andan beri de tarihte yer edinen mitlerin psikolojide yerini konuşur olmuşlardı. Hatta öyle anlar oluyordu ki Yunan mitolojisindeki efsaneleri bile ele alıp, ‘nedendir’ sorusuna kendilerince cevaplar yazar hale gelmişlerdi.
Duhan için Dua ile geçirilen her an çok kıymetliydi. Uzun zamandır ayrı kalışlarının acısını çıkarır gibi öyle çok şeyi de paylaşıyorlardı ki.
Dua birliğe neden girdi, Duhan onu ne amaçla getirdi hiç aralarında konuşulan bir mevzu değildi. Fırsat bulunan her an bir aktivite ile Duanın yanındaydılar. Silah kullanımı da dahil birçok alanda küçük eğitimler veriyorlardı.
Bir yatak ve dolaptan oluşan odasına Dua için bir şeyler alınıyor, küçük bir eve dönüştürmesine Duhan kendi elleriyle yardım ediyordu. İlk rengini çok soğuk bulduğu için odanın rengini el birliğiyle değiştirdiler. Koca koca adamlar küçük bir odayı boyayacakken gün sonunda hepsi birbirini boyadı.
Dua odasında rahatça namaz kılmak istediği için halı olsa dedi Duhan ertesi gün tüm güvenlik önlemlerini alıp Eskişehir’e, alışverişe götürdü onu. Peşlerinden ayrılmayan bir adet Barbaros’la beraber. Çocuk gerçekten Duayı ablası olarak görüyor olmalıydı. Gerçi bunun komutanıyla da ilgili bir durum olduğunu hissediyordu ama sorgulamaya lüzum duymadı. Zira Duanın Serdar komutanla tek bağı projeydi. Yan yana bile gelmelerini gerektirmeyen iki taşıyıcıydı onlar.
Serdarın canı nedensizce Hakanın ve Şahinin fırsat bulduğu her an Duanın yanında soluk almasına sıkılmıştı. Bazı zamanlar gerekli gereksiz azarlayıp, ceza kesecek kadar gözüne batmıştılar. Ama birkaç konuşmaya kulak misafiri olduğunda Barbaros da dahil Duhan gibi hepsi Duaya kardeş gözüyle baktığını net anlamıştı. Hepsi koruyup kollama derdine düşmüş bir de birlik müritlerinden yakınına yaklaşana ağabey uyarısı çekip, uzaklaştırma çabasına girmişlerdi. Serdarın yanında, kendi aralarında konuştuklarında küçük kız kardeşi kurtlardan korumaya çalışan halleri Serdarı şaşkınlığa uğratıyordu.
Kısa sürede Dua burada da kendine aile kurmuştu. Hep yaptığı gibi temiz bir gülümseme, tatlı bir dil ve ona hayran insanlarla dolu bir çevre. Hakan yoksa Duanın boş duvarlarını kafaya takacak biri değildi ama duvara tablolar, kitapları için küçük bir kitaplık, camının önündeki boşluğu kapatacak üç saksı çiçek, birkaç yere canı isterse serpiştireceği kokulu mum alma derdine düşmezdi. Şahin bilgisayarlarından ve dizilerinden kafasını kaldırıp kendileriyle bile ilgilenmezken Dua istedi diye yemekhane mutfağında kurabiye yapacak biri hiç değildi.1
Bu süreçten tek uzak duran kişi Serdardı. Çok ortalıkta dolanmıyordu. Görev emriyle Umuttan çıkıyor, ondan istenileni yerine getiriyor ve geri dönüyordu askerlerinin başına. Dikkatini dağıtacak şeylerden uzak durmak için elinden geleni yapıyordu ama bazı zamanlar nefsi izin vermiyordu bu duruma.
Bazen bir aptal gibi kendini loş bir ışık sızan pencere altında sigara içerken buluyordu. Uzun uzun anlatılan hiçbir şeyi dinleme huyu yoktu esasında ama Barbaros’un açılan ağzını kafam ütülendi diye kapatmıyordu.
Bazen ise Duhanla yemek yerken kahkaha atan bir kıza birkaç dakika bakma izni veriyor sonra hemen çekiliyordu. Silah talimlerini izlemişti bir kerecik. Yüzünde olan tebessümün zerre farkında olmadan, silah patladığı an korkuyla elindekini fırlatan sonra da bunu bana yaptıramazsınız diye bağırarak koşan kızı seyretmişti.
Sözde yirmi dört yaşındaydı ama çocuk gibiydi. Zira ondan dört yaş küçük Şahin bile abilik taslıyordu yeri geldiğinde. Ama bazen de beklenilmeyecek bir olgunlukla karşılaşıyordu. Özellikle Barbaros’un savunma derslerine katılmaktaki şikayetleri oldukça azalmıştı. İçinden bir ses Duanın elinin değdiğini söylüyordu.
Beynini çok işgal ediyordu kız. Gereksiz yere bir sürü zaman çalıyordu Serdardan. Onlar tüm DNA ları incelenmiş iki uygun taşıyıcıydı. Fiziksel hiçbir yakınlığa gerek kalmadan, yeni Dünya düzeninde Türkiye’yi başa taşıyacak amaca hizmet edeceklerdi. Kızın yükü Serdardan ağırdı. Fetüsü bedeninde yeterli sürede taşımak hiç kolay olmayacaktı. Kullanması gereken bileşenler bedenini çok zorlayacak, belki de organ iflasına sürükleyecekti.
Birlik hiçbir şeyin kadın taşıyıcıdan saklanmasını istememişti. Neyin ağırlığında ezileceğini bilmeden böylesi bir savaşa girilir miydi hiç? Serdar yüksek sesle hiç söylemese de kızın reddedeceğinden çok emindi.
Ya da uzun bir süre Birliği uğraştıracağını düşünmüştü ama Duhanın gidip ne için böyle bir yola çıkıldığını anlatmasıyla hiç zorlamamıştı. Duhanın şu an birliğe liderlik eden başkanlarına kardeşinin söylediği her şeyi iletmesinde o da oradaydı.
Vatana hizmet demişti kız. Üstelik bir asker olarak yetiştirilmemişti bile. Millete, ümmete umudu nasıl reddederim diye hepsini bozguna uğratmıştı. Vahim şeyler yüreğini daraltsa da değişmiyordu işte. Kurtuluş için kundaktaki bebeğini bırakıp cepheye koşan kadınların nesli, bir yerde savaşmak için bekliyordu.
Akşam yemek saati bitip, tüm birimlerin dinlenmeye çekilme zamanı o da biraz uyku için odasına doğru yürürken konaklama binasının önünde, yüzü gökyüzüne dönük öylece sırıtan kızı gördü. Yapmaması gerekiyordu ama adımları da şu ara pek Serdarı dinlemiyordu. Ağır ağır yanına yaklaştığında kızın gökyüzünü gözleyen bakışları kendine dönmüş ve korkmuş gibi sıçramıştı.
“Affedersin, korkuttum galiba.”
Dua dalgınlığından sebep kendine yaklaşan adamı fark etmemişti ve bir anda görünce ürpermişti gerçekten.
“Dalmışım ondan komutanım. Korkutmadınız yoksa.”
“İsmim Serdar küçük hanım. Askerim değilsiniz, komutanım deme zorunluluğunuz yok.”
Dua ne diyeceğini bilemedi. Ne yani koskoca adama ismiyle mi hitap etseydi? Ayıp olurdu sanki öylesi de. Zaten iki katı gibi bir şeydi.
“Yakışık almaz öyle. En iyisi Serdar komutan diyeyim ben size, uygun mudur?”
Serdar dudaklarını birbirine bastırıp ağırca başını salladı. Gitmesi gerekiyordu ama gidemiyordu da. Kızın pürüzsüz yüzünden ayıramıyordu bakışlarını. Ne kadar rahatsız olduğunun farkındaydı ama yapamıyordu işte.
“Hava kararmak üzere. Odanıza çekilmeyecek misiniz?”
Ne gereksiz bir soruydu bu? Ona neydi ki zaten? Serdar kendini yumruklayarak daha çok rezil olacağını düşünmese şu an ağzını burnunu kendi yumruklarıyla dağıtırdı. Kadınlarla düzgün iletişim kuramayan bir morona dönüştüğüne inanamıyordu. Kızın kalkan kaşlarıyla her an “sana ne” gibi bir şey bekleyip, darbeyi hafifletecekmiş gibi gözünün birini kıstı.
“Aslında Barbaros’u bekliyorum.”
Serdarın kaşları çatıldı. Barbaros böyle bir durumdan bahsetmemişti. Soru sorar gibi tek kaşı kalktı. Şu an biri bundan da sanane diyebilirdi. Önemi yoktu, Serdar bir şeyleri sorgulama rütbesine sahip bir yüzbaşıydı neticede.
“Şahin onunla beraber Deli Yürek izlemiyoruz diye gönül koydu da biz de bu akşam hep beraber o diziyi izleyeceğiz. Yusuf Miroğlu gibi konuşuyor bizimle. Belki böylece özüne döner diye düşündük.”
Dua da karşısındaki devin kalkan kaşıyla kendini açıklama zorunluluğunda hissetmişti. Hava karardığında konaklama binasının dışına çıkılmayacağına dair bir kural varsa çünkü Dua bilmiyordu. Zaten bu adam onu çok geriyordu. Bazen bakışlarını üzerinde hissediyor ve saklanacak delik arayan bir fareye dönüşüyordu.
Kocamandı! Gözleri de yemyeşildi. Çok yakışıklıydı ama bakmaması gerekiyordu öylece. Yanlış anlaşılır, kendini utanılacak bir halin içine düşürür diye ona saplanıp kalan yeşillerden özenle kaçıyordu. Şimdi de keşke gitseydi. Çünkü Dua onun gibi bakma hissiyle doluyor, bunu engellemek sanki biraz zorlaşıyordu.
Onlar konuşurken arkalarından koşturarak gelen Barbaros’la göz göze geldi Dua. Gülümsemeye başladı. Göğüs kafesinin üstünden büyük bir yük kalkmış gibi derince nefes aldı.
“Geç kaldım değil mi? Of gerçekten İtalyanca öğrenmek zorunda mıyım?”
Barbaros sorunun cevabı Duadaymış gibi ilk ona baktı sonra da ellerini belinde birleştirmiş, kendine dik dik bakan ağabeyine çevirdi yüzünü.
“Bir dil bir insan Barbaros. Birçok insan olabilme ihtimalini neden görmezden gelesin ki? Senden şahane bir polyglot olacak.”
Duanın yatıştıran sesiyle omuzlarını silkti.
“Gerçekten itiraf et artık, birlik seni buraya yaşam koçluğumu yapman için getirdi. Yoksa kazma gibi insanların içinde ne işin var? Selam ağabey, niye dik dik bakıyorsun sen yine bana? Giriyorum işte derslere, Fransızcamda sıkıntı olmadığı aylık sınav sonuçlarıyla eline geçmiş. Şimdi de nazi kampında İtalyanca öğretiliyor.”
“Dua anlamadığı halde Fransızca okuduğum metinleri dinliyor merak etme. Neyse geç kalıyoruz biz, Hakanla Duhan dönmediler mi?”
Bugünlük küçük bir iş için birlik dışına çıkmaları gerekmişti. Dua da nerede kaldıklarını merak ediyordu açıkçası.
“Gelemediler henüz, hadi biz gidelim. Başladı dizi, kızacak geç kaldık diye.”
Barbaros başını sallayıp hala ona niye böyle baktığını bilmediği ağabeyine çevirdi yüzünü. Bir şey deme ihtiyacı hissetti ama ne diyeceğini bilemedi.
Aslında sen ne yapıyorsun burada ya da sen niye tepemizde dikiliyorsun deme maksatlı yarım bir soruydu bu. Ama Serdarın “olur, işim yok bende izlerim sizinle” cevabını asla beklemiyordu. Gözleri irice açıldı. Serdarın ters bakışıyla bir şey sormaması gerektiğini anlayıp ağzını kapamayı akıl edebildi.1
Dua da şaşırmıştı bu çıkışa. Az biraz da rahatsız olmuştu açıkçası. Onlar ne güzel birbirleriyle şakalaşa şakalaşa dizilerini izleyecekti. Şimdi odanın yarısı kadar olacak bir adamla rahat gülemezlerdi bile. Yine de nezaketi elden bırakmadan minik, zorlama bir tebessümle önden ilerlemeye başladı.
Şahinin odasına gelip, kapıyı tıklattıkları an içerden “nerde kaldınız Allah’ın cezaları?” diye bir bağrış duyuldu. Sanki yapılan kabalığın sorumlusu Duaymış gibi direkt Serdara bakmış ve kusura bakmayın diye mırıldanmıştı.
İlk Serdarın odaya girmesiyle Şahin elinde kova sayılacak kaplara yığdığı patlamış mısırları ve birbirinden farklı abur cuburları koltuk karşısına yerleştirdiği küçük sehpaya koyuyordu. Serdarı görünce gözleri irice açıldı. Serdar da yaz ayında boynuna attığı beyaz atkıya aynı şaşkınlıkla bakıyordu zaten. Serdarın dik dik atkısına bakmasına Şahin sırıtarak karşılık verdi.
“Hoş geldin abi. Miroğlu kanunlarından biri beyaz atkı takmaktır komutanım.”
Gerçekten rütbe ve samimiyet noktaları için özel ders ihtiyacı vardı bu çocuğun. Serdar başını iki yana sallayıp içeri geçti. Hiç teklifsizce geniş çekyatın en ucuna oturup burada ne boklar yediğini düşünmek için sessizliğe sığındı. Dua da küçük adımlarla aynı şekilde çekyata oturmuştu. Odada oturacak başka bir şey yoktu zaten. Diğerlerine yer kalsın diye kıyın kıyın Serdara yaklaşıp öylece özet geçen diziye bakmaya başladı.
Şahin ters ters Barbaros’a baktı.
“Abini niye peşine takıyorsun lan?”2
Barbaros gözünün kıyısıyla Duayı izleyen ağabeyine ve üzerindeki bakışları hissettiği için kızarıp duran Duaya sırıtmış 'hayırlısı inşallah be' diyerek Duanın yanına oturmuştu bile.
Dizinin yeni bölümü başladığında Şahin de sıkışarak o çekyata yerleşti. Dua istemsiz biraz daha Serdara sokulmuş gibi oldu. Serdar ne yaptığını bilmeden kolunu çekyatın sırtına attı, Dua için biraz daha yer açtı.
Dua sol yanını yakan sıcaklık yüzünden ne izlediğini ne yediğini bilmiyordu. Serdar bal rengi saçlardan kendine doğru uçuşan bebek pudrasını andıran kokunun efsunundan zaten düşünme becerisini yitirmişti.1
Sürekli konuşuyordu Şahin. Sanki onunla aynı anda diziyi diğerleri de izlemiyormuş gibi her sahneye yorum yapıyor, sınırları fazlasıyla zorluyordu. Bir süre sonra omzuna düşen bir baş yüzünden Serdar taş kesilmese Şahini parçalayacak raddeye gelmiş olurdu. İnsana omzunda bir baş ağırlığı böyle hafiflik hissettirir miydi? Bir koku tüm devrelerini yakar, tüm sistemini saf dışı bırakır ve tüm duyularını tek bir noktaya toplar mıydı? Serdar bilmiyordu. Serdar çekyatın sırtına attığı kolun niye sarılır gibi kıza dolandığını da bilmiyordu. Onu neyi amaçlayıp, göğsüne iyice çektiğine de verecek cevabı yoktu.
“Şu kuşçunun demlediği çay gibisi yok.”
“Önemi yok. Bence Yusuf abime demlediği çay herkesin içtiği çay gibi olmaz.”
Barbaros’un atışmasına Serdarın sert sesi bıçak gibi kesik attı. İki baş da ona çevrildiğinde Serdar çok rahatsız olmuştu ama bunu belli etmemek için yüzünü stabil tutmaya çalıştı.
“Ooo komutanım hayırlı işler.”
Şahinin sözlerine, onu korkudan uyutmayacak sertlikte bir bakışla cevap verdi. Şahin de aklından geçen kızı kapmışsın sözünü söylemekten tam o bakışla vazgeçti.
Barbaros ikiliye bakıp gülmek isteyen dudaklarını tutmaya çalıştı.
“Ne yapalım, burada mı uyusun? Gerçi odasına götürsek iyi olur. Çekyat rahat değil, Şahinin yatağında bir fare bile uyumak istemez.”
“Ben götürürüm, sesinizi kesin bana yeter.”
Serdar bir yandan başı sarsılmasın diye eliyle destek vermiş sonra da kolunu iyice üst bedenine sarıp kucağına almayı başarmıştı. Uyanacak diye anlık bir telaş kapladı içini. Ama Dua yeni yerini daha çok sevmiş olacak ki azıcık kıpırdanıp uykusuna devam etti.
Kendi iri bedeninin aksine kucağında minicik kalan kızı küçük adımlarla odadan çıkarıp, kendi odasına götürmek için yürümeye başladı. Gözleri karşıda, yüzü taş gibiydi. Ama kalbi delirtecekti onu. Öyle şiddetli çarpıyordu ki avuç içlerini bile ter basmıştı. İki göğsünün arasına konmuş bir el aklını ondan alacak, Serdar hiçbir şey yapamayacaktı sanki. 1
Odasına geldiğinde kapıyı açıp, içeri girecekken halıyı fark etti. Kendi bile niye yaptığını bilmeden eşikte ayakkabılarını çıkardı.
Duayı yatağına bırakıp, ayaklarına yöneldi. Onunda ayakkabılarını kendi koca postallarının yanına bıraktı. Küçücüktü. Çocuk ayakkabısı gibi kalmıştı kendininkinin yanında. Yine yüzünde varlığından habersiz bir gülümsemeyle baktı buna. Sonra çıkıp gitmekti niyeti ama bir şey adımlarını atmasına engel oluyordu. Oda çok karanlık sayılırdı.
Serdar alışkındı karanlıkta yön bulmaya ama gece uyanırsa belki korkar diye gece lambasını yaktı. Kızıl ışığın loşluk kattığı odada gezdirdi bakışlarını. Birliğin standart düzeninin dışında, çok güzel bir oda yapmıştı kendine. Yatakta uyuyan kıza doğru adımladı. Üşürdü belki böyle. Pencere kenarında ki tekli bir koltuğun üzerinde olan polar dikkatini çekti. Alıp üzerine örttü dikkatle. Çekip gidilmesi gereken o andaydı. Vazifesi olmasa bile üzerine düşeni yapmıştı işte. Beyni çık odadan diye bağırsa bile o yatağın yanındaki sandalyeye geçip oturdu.
Kızıl ışığın imkân verdiği ölçüde yüzünü izledi. Koyu kahve kaşlar, ince ama kıvrık kirpikler, dalga dalga saçlar…
“Böyle izlediğini bilse kızar aslında.”
Serdarı daldığı deryadan çıkaran ses, ardında kollarını göğsüne dolamış, omzunu kapı pervazına yaslamış Duhandı. Serdar ise nasıl olur da gelişini duymadığını sorguluyordu. Nasıl olur da o kendine seslenene kadar varlığını unutacak kadar dalabiliyordu? Sadece Duhana baktı. Söylediklerine verecek bir cevabı yoktu çünkü. Duhan ağır adımlarla içeri doğru yürüdü. Omuzlarını örten poları beline kadar indirip, boynuna dolanmış saçlarını geriye çekti parmak ucuyla.
“Dua seninle kapalı bir kapı ardında böyle kaldığını bilse çok kızar komutanım.”
“Zarar vermem ben ona! Ayrıca üniformam yok Duhan, Şahin gibi ne zaman arkadaşın ne zaman komutanın olduğumu sende mi unutuyorsun?”
Serdar Duhanın sözleriyle nedense hiddetlenmişti.
“Önemi yok. Ayrıca kim olduğunu ben unutmuyorum, belki sen hatırlama ihtiyacı duyarsın diye bilerek söylüyorum.”1
Serdar son söylediklerini duymamazlıktan geldi.
“Barbaros, Hakan, Şahin onu rahatsız etmiyor.”
“Üçünden de büyük, ablaları yerine koyuyor kendini. Ama senin ona nasıl baktığının farkında olmayacak kadar aptal değildir Dua. Her şeyi bilir, sadece dillendirmez.”
Duhan en sessiz adımlarla pencerelere doğru ilerledi. Perdeyi açtı.
“Sabah güneşinin odasına dolmasını çok seviyor.”
Bunu neden söylediğini bile bilmeden söyleyivermişti. Serdar ise Duhanın özenli hareketlerini izlerken aklından geçenleri fısıldadı.
“Ben ona nasıl bakıyorum Duhan?”
Olabilecek en kısık sesle konuşuyordu ikisi. Ortak bir amaç uğruna seslerine de çeki düzen veriyorlardı. Duhan perdeyi son kez düzeltip Serdara döndü yüzünü. Ela gözleri, yeşil gözlere dikkatle baktı.
“İçin gidiyor ona Serdar. Ama üzgünüm, Dua kendine helal olmayan kimseye senin baktığın gibi bakmaz.”4
Serdar hiçbir şey söylemedi. Ayağa kalktı, kapıyı sessizce ardından kapatıp kendi odasının bulunduğu binaya kadar hızlı adımlarla ardındakinden uzaklaştı.
Tam bir hafta bir kere bile onu darmadağınık hale sokan kızla yüz yüze gelmedi. Doktorun Umut’a girdiği haberi kendine ulaşana kadar Umuttan da olabildiğine uzak durdu. Yakınken aklı emre itaati unutuyordu çünkü.
Hare Gjonaj sonunda yüz yüze tanışma şerefine eriştiği Duayı inceliyordu. Karşısındaki kadına büyük bir hayranlıkla bakmayı durduramıyordu. O çok büyük bir savaşın ilk kurşununu atan, tüm savaşın seyrini elinde tutan, adı tarih kitaplarında kahraman diye anılacak biriydi çünkü.
Yıllardır eğitip, aksanını düzeltmeye çalışsa da bazı harflerde hala sıkıntı yaşıyordu.
“Seninle tanışmak için çok uzun zamandır bekliyorum Dua.”
Dua ise kalbindeki çarpıntıyı zapt edip konuşmak için birkaç derin nefes aldı. Hare halini anlamış gibi gülümsedi. Kırk iki yaşındaydı. Çok fazla insan tanımış, çok farklı yerlerde amacı için emek harcamıştı. Çok büyük hatalar yapmış, o hataları düzeltmek için çok büyük bedeller ödemişti. Şimdi ise karşısında genç bir kadının onunla bir amacı paylaşmasına ilk adımı atmak için bekliyordu.
“Biraz heyecanlıyım, mazur görün lütfen.”
“Hiç sorun değil. Açıkçası bende oldukça heyecanlı hissediyorum kendimi. O kadar uzun zamandır seni bekliyorum ki şu an karşımda oluşun çok büyük bir mutluluk benim için.”
Dua yüzünde bir şey arar gibi dolaşan gözlerden çekinmek yerine kendini çok rahat hissediyordu. Bu da oldukça kafa karıştırıcıydı aslında. Kadın gerçekten büyük bir hayranlıkla onu seyrediyordu. Tam ona bir şey söylemek için açılan ağzını bir kapı tıkırtısı böldü.
Kapı aralanıp da bir haftadır bir kez bile görmediği adamın heybetli bedenini gördüğünde kalbi bu kez çok başka bir hisle çırpınmaya başladı. Gözleri oldukça hızlı, direkt ona bakan yeşillerden kaçtı.
Hare, Serdarı kapıda gördüğünde ölçülü bir gülümsemeyle ayağa kalkmış ve gelen adamı karşılamak için öne doğru birkaç adım atmıştı.
“Serdar… Seni tekrar görmek ne kadar güzel. Ziyaretini bekleyen birisi var, gözü yolda biliyorsun değil mi?”
Harenin uzattığı eli güçlü bir şekilde sıktı Serdar.
“Hoş geldin doktor, ben bir iyilik yapar onu da getirirsin sanıyordum. Burada çok eğeleneceğine hiç şüphem yok.”
Hare yine hafif bir gülümsemeyle karşılık verdi bu cevaba. Sonra gözleri onları dikkatle izleyen Duaya çevrildi.
“Bundan sonra daha sık sizi ziyaret edecek gibiyim. Mutlaka getireceğim. Bizde Duayla tanıştık. Bu kadar güzel bir kadın olacağını hiç düşünmemiştim. Eşsiz DNA’lara ve mükemmel bir yüze sahip. Tanrının kudretinin ne kadar olabileceğini sorgulatıyor bana.”
“Sonsuz, sınırsız… Bu kelimeleri kabullenmelisin belki de artık doktor. En uç noktaya ulaşma hevesini taktir ediyorum ama öyle bir nokta yoktur belki de.”
Hare başını iki yana sallayıp kısa bir kahkahayla cevap verdi Serdara. Bu adamın kaderciliği onu çok eğlendiriyordu.
“Buraya tanışmak ve küçük de olsa Duayı proje hakkında bilgilendirmek için geldim Serdar. Benim zihnimi karıştıracak metalar sunma lütfen.”
Serdar onay verir gibi başını eğmiş ve odadaki bir sürü tekli koltukları es geçip Duanın yanındakine geçip kurulmuştu.
Dua sol tarafından ona yayılan sıcaklığa dikkatle gözlerini dikmemek için doktordan bakışlarını bir an bile çekmemeye çalıştı.
Öyle yorucuydu ki bu. O geceden sonra neden onu görmediğini sorgulayıp durmuş ama yüksek sesle kendine bile neden deme cesareti bulamamıştı. Birde Barbaros eğlenen bir tavırda uyuyup kaldığını ve ağabeyinin onu kucağında odasına taşındığını söylemişti. Kucak detayına yaptığı baskıyı duymazdan gelmek onu çok zorlamıştı.
“Evet… Maalesef buraya çok kısıtlı bir zaman için geldim. Üzerinde çalıştığım bileşen dikkat dağınıklığını hoş görmüyor ama Duayı yakından görme hissi çok kuvvetli.”
Serdarın kalkan kaşlarına Hare teessüf eder gibi baktı.
“Beni yargılıyor musun Serdar? Evet bende bazen insani hislerimi kontrol edemiyorum.”
“Şaşırtıcı gerçekten ama sebebin oldukça güçlü. İnsan engel olamıyor.”
Dua tam olarak neyden bahsettiklerine emin olamıyordu. Kendi aralarında geliştirdikleri dil çok yönlüydü. Şu an için sadece kendinden mi yoksa onunla beraber hayata geçecek olan projeden mi söz ediyorlar emin olamıyordu ama Serdarın sesi tüylerini ürpertiyordu. Birde doktorun kademe kademe yüzüne yayılan şaşkınlık izleri, kalkan kaşları ve sonunda hizaya sokulmuş değil de tamamen içten gelen tebessümü nasıl düşünmesi gerektiğini sorgulatıyordu Duaya.
“Git gide ilginçleşiyorsun Serdar. Ama bugün tüm ilgim Duanın üzerine. Kafamı karıştıracak her şeyden uzak durman konusunda biraz önce uyarmıştım seni.”
Hare, Serdarın dalga geçer gibi gülümsemesine kaş çatıp Duaya çevirdi yüzünü.
“Sevgili Dua, bu projenin hayatım üzerindeki anlamını sana tarif edecek kelimelerim yok ama hayatımı uğruna serebileceğimi bilmeni istiyorum. Senin rahmin sadece bir fetüs taşımayacak, o insanlık için çok büyük bir amaç taşıyacak. O yüzden kolay bir süre beklemiyor bizi. Yine de çok merak ettiğim bir şey var, bunu sana sormak istiyorum müsaade edersen.”1
Dua onay verir gibi başını eğdi.
Hare kurumuş dudaklarını yalayıp öne doğru eğilerek gözlerini Duanın yüzüne büyük bir dikkatle sapladı.
“Nasıl? Nasıl bu kadar kolay kabul edebildin Dua? İnan bundan çok mutluyum ama böyle bir teklif için kardeşinin sana bir kere geldiğini biliyorum, nasıl bizi hiç uğraştırmazsın?”2
Son kelimeyi biraz eğlenen bir tınıda seslendirmişti Hare. Ama gerçekten içten içe en merak ettiği konu buydu. Dua yüzünde dingin bir tebessümle bir dakikadan uzun süre Hareye baktı. Yanındaki adamın da yüzüne ne kadar dikkatle baktığını tabi ki farkındaydı. Sorunun cevabını o da mı çok merak ediyordu? Öyleyse Duayı iyi dinlemesi gerekecekti.
“Çok kıymetli bir şey için ömrünüzü bu uğurda tükettiğinizi söylediniz bana. Ve bence de öyle. Çok kıymetli bir amaç. Duhan bana çok düşkündür Hare Hanım. Onunla bir rahmi, aynı nefesi paylaştık biz. Benim kardeşim, bana böyle bir şeyi teklif ettiyse gerçekten bu amacın doğru şekilde kullanılacağına inancı tamdır. Duhan büyük bir bayrak aşığıdır. Toprağına sadakatle bağlıdır. Televizyonda gördüğü şehadet haberlerinde gözleri dolan, yanından asker geçse hayranlıkla ardından bakan kardeşim, ülkesi için büyük bir amacı gelip bana anlattığında reddetmeyeceğimi biliyordu zaten.”
Hare kaşları kalkmış öylece tane tane konuşan kızı dinledi. Biraz da şaşkındı.
“Sen… Sadece kardeşinin sözleri için mi öylece kabul ettin gerçekten? Kardeşine olan sevgin mi proje için taşıyıcı yaptı seni?”
Dua bu kez iki yana salladı başını.
“Bu Duhanın ne kadar inandığına duyduğum saygı Hare Hanım. Ben kendi inançlarım için buradayım. Irkımla ve çoğunluğumuzun bağlı olduğu dinle çok ilgilisiniz. O aman vatanı için can verenlerin nasıl bir mertebeyle ödüllendirildiğini biliyorsunuzdur.”
Hare gözlerini bile kırpmadan Duaya baktı. Sessizce “şehitlik…” diye mırıldandı. Duanın yüzündeki gülümseme büyüdü.
“Şehitlik Hare Hanım. Benim hiç nasip olacağı aklıma gelmeyen çok kıymetli bir vaat. Öncelikle bir şey istiyorum sizden. Ondan bahsederken proje ya da fetüs demenizi istemiyorum. Sadece bir proje olmayacak, aynı zamanda benim karnımda büyüyecek ve o benim bebeğim olacak. Ben şimdi size yardım edeceğim. Belki bedenim yükünün altında ezilecek ve bir noktada tükenecek ama ben inanmaya devam edeceğim. Siz benim bebeğimle, dünyada zulme uğrayan, canı yanan insanlara yardım edeceksiniz. Benim bebeğim, iyilik için güçlü bir amaç olacak. Böyle değerli bir bebeğin annesi olacağım ama belki göremeyeceğim onu. Büyük bir sorumluluğun altına girdiğimi biliyorum. Bununla beraber bebeğimi de büyük bir sorumluluğun içine soktuğumun farkındayım. Birileri bir şeylerden vazgeçmiş olmasaydı, Duhanın gördüğü her an öpüp başına koyduğu bayrağa bakamayacağımızı görmezden gelemem. Milyarlarca insanın içinde bu durum gelip beni bulduysa sebepsizdir diyemem. Ölümü gerçekten düşünmek istemiyorum şu aşamada Hare Hanım, bir ihtimal. Çünkü ölüm öyledir. Şu an kim beynime bir pıhtı atmayacağının ve bir anda ölmeyeceğimin garantisini verebilir ki. Ben güçlü bir amacın hizmetinde, yaratıcısının müjdesine güvenen sıradan bir kadınım.”1
Serdar gözlerini bile kırpmadan bakıyordu. Şu ana kadar kalbini döven o hisle baş edebiliyorsa artık Serdar için çok geçti. Çünkü hayatı boyunca hayranlıkla izleyebileceği tek canlı yanında, ona bakmadan sihriyle Serdarı büyülüyordu. Serdarın proje, doktorun fetüs dediğine bebeğim diyen kadın öylece oturduğu yerden kelimelerin gücüyle Serdarın aklını alıyordu.
“Bilinmeyene bu kadar büyük bir inanç… Sen gerçekten sadece bedenen değil ruhen de çok özel birisin Dua. Ve lütfen bana Hare de. Seninle bu süreçte aynı zamanda arkadaş olmak istiyorum. Bilimle açıklanamayan şeylere inanmak benim için çok zor, belki bana bunu öğretirsin. Yaratıcına çok güveniyorsun. Bana görmediğin bir şeye nasıl böyle inançla güvendiğini anlatmana belki de sandığımdan bile çok ihtiyacım vardır.”
Dua bu sözlerin içerisinde saklı gerçeği şu aşamada fark edememişti ama gerçekten doktorun bilinmeyene güvenme, inanma ve sığınma ihtiyacını zamanla görecekti.
Aralarındaki sessizlik yine doktorla son buldu.
“Şu an için bedenini hazırlayacağız Dua. Projenin aşamalarından haberdar edilmediğini biliyorum. Bunu kendim yapmak istedim. Senin ve bebeğin için hazırladığım bileşenlerle bedenini güçlendirmek istiyorum. Minik mucizemiz için oldukça güçlü bir bağışıklığa ihtiyacımız var. Hazır olduktan sonra döllenme aşamasına geçeceğiz. O aşama bizi biraz zorlayabilir ama görüyorum ki sen tahminimden de güçlü bir kadınsın. Sana bakmak bile tereddütlerimi yatıştırıyor.”
Serdarın kaşları çatıldı doktorun söylediklerinden sonra.
“Nasıl bir zorlanamadan bahsediyorsunuz? Bu bilgi bende de yok!”
Hare net bakışlarını Serdara çevirdi. Öfkelenmeye müsait yeşil gözlerini bir süre süzmüştü.
“Senin de güçlü bir taşıyıcı olduğun aşikâr ki bileşenler senin için de hazır durumda. Ama laboratuvar ortamında rahme yerleştirilecek spermlerle bileşenlerin güçlendirdiği rahim nasıl tepkime gösterir deneyimlemeden net sözler çıkamaz ağzımdan. Doğal oluşumla hâlâ boy ölçüşemiyoruz Serdar. Birkaç kez denemek zorunda kalabiliriz. Bedenin ne kadar yorulacağını gözlemleyip ona göre bir takvim oluşturmamız gerekebilir.”
Serdarın kaşları şu an gerçekten oldukça çatık ve yüzü kararmış bir halde doktorda asılı kalmıştı.
“Bu canını yakacak bir süreç mi?”
Hare bu soruya bir anda cevap veremedi. Gözleri Duaya değdi ve bir süre orda oyalandı. Duanın kendine olan bakışlarında korku aradı ama göremedikçe şaşkınlığı arttı. Buraya gelirken taşıyıcı hakkında fikirler yürütüp durmuştu. Dua onu bozguna uğratan bir insandı. Beklediği hiçbir şeyi ona vermeyen, insanı kendine güvenmeye sürükleyen bir enerjisi vardı.
“Acı çekmemesi için elimden geleni yapacağım. O çok kıymetli Serdar, canının yanması en son isteyeceğim şey.”
Ama acımayacak demiyordu! Serdar net cevaplar severdi. Muallakta bırakan hiçbir şey onu mutlu etmezdi. Defalarca denenecek döllenme süreci Duanın canını çok yakacaktı. Öyle çok yakacaktı ki netlik seven Hareyi bile yuvarlak cevaplara itiyordu.
Duanın gözleri bu soruyla irice açıldı. Hatta Hare de aynı tepkiyi verdi. Serdar şaşkınlıkla şu an kendini izleyen kıza bakacak halde değildi çünkü o da en az Dua kadar şaşkındı.
Bu hiç dillendirilmeyen bir ihtimaldi. Bu aşamaya kadar Dua söylemese hiç kimse fetüs ya da proje dışında bebek olarak bahsetmemişti bile. Serdar için bir görevdi. Hare için hayatının projesiydi ama Duanın bebeğiydi. Tıpkı o sözler ağzından döküldüğü andan itibaren Serdarın da bebeği olacağı aklına balyozla çakılana kadar.
Bunu nasıl hiç düşünmemişti ki? Nasıl düşünmezdi ya da? O sadece fetüs değildi. Ölümsüzlüğü taşıyacak bir proje de değildi. Aynı zamanda Serdar ve Duanın bebeğiydi. İçinde büyük bir kıyım varmış gibi solukları sertleşti. Niye bunu fark etmesini sağlamıştı bu kadın? Öfkelenmek istedi ona. Yapamadı!
Hare dudaklarını birbirine bastırıp ağırca başını salladı.
“Bu… İşimizi kolaylaştırır aslında. Hamilelik en doğal şekliyle başlı başına bir mucize, insan eliyle yapılan sürekli hata vermeye çok müsait.”
Serdar cevabını almış gibi başını bir kez ama sertçe eğdi. Sonra da ayağa kalkıp Hareyi şaşkınlıkla bırakacak o çıkışını yaptı.
“Güzel! Her şey doğal bir şekilde ilerleyecek. Yeterince laboratuvar görecek bedenlerimiz. En azından bebeğimizi yaparken uzak durmayı tercih ederim.”3
Ve bunu hep yapıyormuş gibi Duanın elini sıkıca tutup onu da kendiyle beraber yürütmeye başladı.
Sert ve hızlı adımlarına yetişmeye çalışan kadının bir süre farkına bile varamamıştı. Vurgun yemiş gibiydi ve kendine gelmesi hiç kolay olmayacaktı. Ne zaman ki tiz bir ses 'dur artık' diye bağırmış, o zaman Serdar dünyaya sertçe çakılmış oldu.
Duanın sağ elini kendi tutuyordu ama Dua sol eliyle de bileğine asılmış onu durdurmaya çalışıyordu. Soluk soluğa haline bakılırsa baya bir süre yürümüşlerdi. Gözünü etrafta gezdirdi. Eğitim alanını bile geçmişlerdi.
Serdar gerçekten onu duymayacak kadar mı kendini kaybetmişti? Değişiyordu! Dikkati her an kendinde olan adam o dikkati toparlayamayacak kadar dağılıyordu.
“Ne yaptığını sanıyorsun? İçerde söylediklerin de ne demek?”
Dua elini Serdardan ayırdığında soluk soluğa yükselip alçalan göğsünün üstüne bastırdı avucunu. Gözlerinde ela bir ateş harlanmış, Serdara da sıçramıştı.
“Sakinleş öncelikle. Bu şekilde konuşmamıştık, bizim böyle bir ilişkimiz yok!”
Serdar iki adımla Duanın kişisel alanını dev bedeniyle örttü.
Dua şaşkınlıkla araladı gözlerini.
“Deliriyor musun Serdar komutan? Bebeğim aşılama yöntemiyle olacak demiştiniz.”
Serdar bir adım daha attığında başını olabildiğine eğdi. Dua refleksle ona bakabilmek için çenesini kaldırmıştı. Aralarında mesafe yok denilecek kadar azdı. Dua yüzünde Serdarın hırsla alınan nefeslerini hissediyordu.
“Bebeğimiz! Bebeğimiz olması gerektiği gibi anne ve babasının özelinde oluşacak Dua!”
“Ben bir şey demedim. Ben seninle bir araya bile gelmemiştim hiç! Üstelik içerde onun bir bebek olduğunu beynime çakmadan önce düşünecektin bunu! Onun ikimizin bebeği olduğunu fark ettirdin sen! Ben bebeğimin laboratuvar deneyi olmasını istemiyorum. Annesinin o oluşurken acı çekmesini istemiyorum.”1
Sona doğru sert sesi yumuşadı. Duanın titreyen irislerine bakıp sustu bir zaman.
“Duhan aptal olmadığını söylüyor. Sana nasıl baktığımın farkındaymışsın. Farkında olduğun şeyleri inkâr etmiyorum, senin de etmene izin vermiyorum. Kendini bana alıştırsan iyi olur güzel kız. Bebeğimi rahmine bir iğneyle koymalarına izin vermeyeceğim. O anne ve babası birbirini severken, olması gerektiği gibi olacak. İlerde bebeğime ne olduğunu anlatırken hoşuna gidebilecek şeyler söylemek istiyorum. Laboratuvarda oluştuğunu bilmese de olur!”2
Serdar söyleyebileceği her şeyi söylemiş Duaya da konuşma izni vermeden yanından çekip gitmişti. Dua belki de birkaç saat ayrılamadı bulunduğu yerden. Ne diyeceğini bilemedi. Ne düşüneceği konusunda beyni de hiç iyi durumda değildi.
Serdarın her bir kelimesi içindeki çığırtkanı delirtiyordu ama en çok bebeğiyle ilgili söylediği son şey kafasına takılıyordu. Gerçekten bebeği tamamen deneyler sonucu oluşan biri olmak yerine anne ve babasının arasındaki özel bir hisle oluştuğunu bilse mutlu olur muydu?
Çok fazla şey öğrenecekti kendi hakkında. Çok fazla şey yaşayacaktı. DNA ları ilmek ilmek dokunacaktı. Kendini tamamen yapay hissetmesini sağlar mıydı bunlar? Ne olduğu, nasıl olduğu Dua için önemli değildi. Onu rahminde taşıyacaksa annesi olacağı gerçeği ordaydı. Neyin ne olduğunu bilemeyecek kadar küçük değildi Dua. Peki küçük mucizeleri için Serdarın bahsettiği gibi bir hikaye bırakmak daha iyi hissettirir miydi onu? Başını kaldırıp masmavi gökyüzüne baktı. Kendinin bile farkında olmadığı bir gülümseme yayıldı dudaklarına.
“Babanın bana aşk itirafının ne kadar haşin olduğunu duymak seni mutlu eder miydi?”
Kıkırtısını biri duyacakmış gibi hemen eliyle kapattı ağzını. Ama güldüğü için sarsılan omuzları durmamıştı.
“Onun peşimde nasıl koştuğunu sana anlatmak için belki de gerçekten peşimde koşturmalıyım. Sonuçta senin için güzel hikayeler oluşturmak istiyor.”1
Daha zerresi olmayan bebeğiyle konuştuğuna inanamıyordu. Gerçi şu haline baktığında hayatında inanılmaya yakışır tek bir şey yoktu.
Kalbinin hızlı atışını elinin baskısıyla durdurmaya çalıştı. Hayatının böyle bir hale evirileceği aklına gelmezdi. Ya da hayatının belki de son düzlüğüne girdiğini düşündüğü yerde yeşil gözlü bir devle yaşayacakları aşk mümkün bile değildi. Şu an Dua bunu da bilmiyordu ama Serdar tarafından çok sevildiğinde, iki yıllık bir aşkın bin ömre bedel olacağını öğrenecekti.
Peşinden koşsun diye görmezden gelmelerle başladı ilk oyunları. Sonuçta bunu Serdar istemişti. Bebeğine anlatacak güzel bir masal inşa etmeye çalışıyor diye Duaya kızamazdı.
Adamın adım attığı her an karşısına dikilmesi, her hafta Şahinin Deli Yüreğini onunla izlemesi, göreve gideceği zaman Duaya görünüp, onu Allaha emanet etmesi bir ay sürdü.
Dua için oldukça keyifli, Serdar için çileden çıkaran bir ay. Serdar ne kadar yaklaşmak istese Dua o kadar kaçınıyordu. Serdar artık saklısı gizlisi kalamadığı için ellerini tutmak istiyordu. Uzun uzun gözlerine bakmak, azıcık hissettirdiği, fazlasını sakındığı kokusunu solumak için can atıyordu.
Daha da kötüsü o güzel gülüşü öpmek istiyordu!1
Bile isteye onu kışkırtır gibi öyle güzle bir tebessümle, ışıl ışıl bakışlarla ilk Serdarı ödüllendirip sonra avuçlarından yağ gibi kayarak kayboluyordu Dua. Aklını oynatmak üzere olduğu bir an loş ışığının altında sigarasını içerken yanına bir beden yaklaştı. Oda sırtını duvara verip bir sigara yaktı. Aralarında ikinci sigaraları bitene kadar tek kelime konuşulmadı.
“Çünkü ikizin benim deli olmamla çok eğleniyor!”
Serdarın sert sesine Duhan kısık bir kahkaha attı.
“Sana o gece odasında söylediğimi es geçiyorsun komutanım.”
“Duhan kafamın içine sıçtı kardeşin sen de sıvama. Ne sever bu kız? Nasıl gönlüne gireceğim ben?”
Duhan bu kez daha güçlü bir kahkaha attı.
“Sana gülümseyerek bakıyor. Gönlünde olmasan sana gülmezdi. Bu bile onun için çok fazla.”
“Yanına yaklaşmama izin vermiyor.”
“Çünkü helal değilsin. İzinsiz elini de tutmuşsun zaten, fena kızgın.”
Serdar duyduklarıyla kaşlarını çattı. Bir süre Duhanın söylediklerini kafasının içinde analiz etti. Şaşkın yeşilleri üçüncü sigarasına geçmiş Duhana döndü.
“Onun için mi yaklaşamıyorum ben ona?”
“Nefsiyle mücadele ediyor. Sana söyledim o inançları olan biri. Senin ne gözle baktığının farkında.”
Serdar ağır ağır başını sallayıp elindeki sigarayı ayağıyla ezdi. Bir aydınlanma anıydı sanki bu an. Ona helal olduğu an dokunmaktan, gönlünce sevmekten kaçmayacak mıydı yani? Yüzünü kademe kademe bir gülümseme kapladı. Sonra da yanındaki adamı zerre umursamadan hızlı hızlı yürümeye başladı.
Duhan ardından bakmış, son sigarasını yavaş yavaş içmişti. Normal bir zamanda olsalar kız kardeşine yaklaşacak her erkeği uzak tutmak için her şeyi yapardı. Bu komutanı olsa bile. Ama hayatına göz diktikleri kız kardeşine belki de bir aşk inşa edilirken yardım etmek günahlarını hafifletirdi. 1
Dua hiç yaşamadığı o hissi tadarsa Duhan kendini daha az suçlu hissederdi belki. Onu gülerken izleyecek ne kadar şey varsa Duhan iki kez düşünmezdi. Serdar komutanı gibi bir adam tarafından sevilecekse kardeşi önlerindeki taşları toplardı.
Son dumanlı soluğu gök yüzüne doğru bıraktı.
“Âşık ol güzel kardeşim. Zorlu geçecek günlerini unutturacak kadar çok âşık ol…”
Serdar ertesi günü zor etti. Gece dayandığı kapıdaki askerini şoka uğratmışt,ı şimdi sıra ela gözlü bir afetteydi. Kalktı, özenle hazırlandı. Yanına Barbaros ve Şahini de takıp sabah erken saatlerinde onu bekleyen hafıza baş selamı verdi.
Şahin ve Barbaros’un eğlenen suratlarıyla şu an ilgilenemezdi. Kahvaltı yaptığını bildiği kızı bulmak için yemekhane binasına girdi. Gözlerini etrafta dolaştırdığında Barbaros’un Şahine sorduğu soruyla dudakları gülmek için kıvrıldı.
“Abdest aldın dimi lan? Sırayı karıştırmadın inşallah?”
“Sen kendine bak, ben çocukken her yaz camiye giderdim.”1
Barbaros şaşkınlıkla Şahine baktı.
“Sen Kuran okumayı biliyor musun?”
Şahin ensesini kaşıyıp biraz mahcup bir bakış attı.
“Ben ne zaman Kurana geçsem cami bitiyordu oğlum, karıştırma orayı.”3
Serdar başını iki yana sallayıp Duhana ekmek uzatan kıza doğru ilerledi. Teklifsizce yanındaki sandalyeyi çekip oturdu. O yeşil gözlerini de yüzüne korkusuzca dikti.
Dua bir şey söyleme eğilimiyle ağzını açıp açıp kapatmıştı. Bir anda koca yemekhane küçücük kalmıştı sanki.
“Kahvaltını yaptın mı güzelim?”
Duanın ela gözleri irice açıldı. Telaşla ilk Duhana sonra Hakana baktı. Serdarın mavi gözleri eğlenceyle ışıldıyordu ama Duhan dik bakışlarla Serdarı süzüyordu.
“Serdar komutanım… Ne diyorsunuz siz?”
Dua hala tedirgince Duhana kaçamak bakışlar atıyordu. Duhanın gülmek isteyen dudaklarından habersiz utançla yanakları kıpkırmızı olmuştu.
“Hadi bitir kahvaltını da abdestini al.”
Dua niye böyle bir şey söyledi anlayamadı.
“Öğlen namaz saatine biraz daha var ki.”
Serdarın yüzündeki gülümseme büyüdü.
“Onun için değil güzelim. Hafız bizi bekliyor, şu nikah işini halledelim. Malum helal olmadıkça senin beni yanına yaklaştıracağın yok.”
Duanın gözleri yerinden çıkacaktı. Gerçekten duydukları şeyi Serdar söylemişse kahvaltı tabağına iki göz küresi düşecekti.
Sesi kendinin bile farkında olmadığı bir şiddetle çıktı. Serdarın da kaşları çatıldı hemen.
“Senin beni başka türlü yanına yaklaştıracağın yok! Nasıl yapacağız biz bu çocuğu?”3
Dua utançtan gerçekten yerin dibine girilse girerdi. “Serdar!” diye bir bağırtı koptu dudaklarından. Serdar hiç umursamadan, yüzünde büyük bir sırıtışla ayağa kalkıp Duayı da beraberinde kaldırdı.
Duhana saniyelik bir bakış atıp, göz kırpmıştı.
“Adım ağzına çok yakışıyor Duam.”
Serdar çekiştire çekiştire odasına getirdi Duayı. Söylenmelerini büyük bir keyifle izledi. Abdest alıp, üzerini değiştirmek için onu kapıya atan kıza kahkahayla karşılık verdi. Ama sonunda istediğini aldı.
Dua ile iki dizinin üzerinde sorulan soruya zerre tereddütsüz cevap verdi. Askerlerinden hafız diye bilinen çocuk okuduğu duayı bitirene kadar sakin kalması çok zordu. Barbaros ve Şahinin şahit olduğu nikahları Duanın odasında kıyıldı. Duhan ve Hakan sırtlarını verdikleri duvardan olanları sessizce izlemişlerdi öylece.
Nikah bitti. Hayır duaları okundu. Sonra Serdarın askeri tebrikini fısıldayıp çıkıp gitti odadan. Barbaros ve Şahin hallerine kahkaha atıp bir tebrik de onlar dillendirip boşalttı odayı. En sona Duhan kalmıştı.
Ağırca yaklaşıp iki eliyle yüzünü kavradı Duanın. Beyaz örtüsünün yüzündeki halini izledi. Annesine benzerliği daha bir gözüne çarptı. Alnına üç öpücük bıraktı. Tıpkı bayrağını, ekmeğini, Kuranı kerimi öper gibi üç kere öptü. Hiçbir şey söylemedi ama gözleri kardeşinde, ne demek istiyorsa söyledi. Duayla onları özel kılan buydu işte. Konuşmaya ihtiyaç duymazlardı. Zaten bu özellik değil miydi Duhanın peşine Duayı katıp getiren. Söylemek isteyip söyleyemediği her şeyi zaten dua bildiği için uzun uzun konuşturmamıştı ya kardeşini.
Odadan çıkıp da kapanan kapının sesiyle Dua gözlerini kapatıp açtı. Ona dikkatle bakan Serdarın yeşil gözlerini görmek için başını geriye yasladı. Serdar üç adım atıp iyice yaklaştı. Elleri havalandı, başındaki örtüyü omuzlarına düşecek şekilde sıyırdı. Dudakları korkusuzca saçlarının üstüne kapandı. Kokusunu şimdi en yakından, en yoğun haliyle soluyabiliyordu. Geriye çekildiğinde kendisine parlayan gözlerle bakan elalara da iki öpücük bıraktı.
“Seni şimdi dilediğim özgürlükte sevecek miyim ben güzeller güzeli ela?”
Duanın gözleri kapanmıştı. Serdarın kendine bu kadar yakın oluşu kalbinin çatlamasına neden olacaktı. Serdar bu kez burnunun ucuna bir öpücük bıraktı.
“Bebeğimize güzel bir aşk hikayesi bırakacak anne ve babası. Ona bu günleri beraber anlatacağız ve nasıl bir mucize olduğunu daha ilk günden gösterişiyle övüneceğiz. Zira henüz bir ihtimal için buraya gelen annesini, görür görmez babası divanesi oldu. Bu bizim bebeğimizi mutlu edecek Duam…"3
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
34.28k Okunma |
5.05k Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |