49. Bölüm

SON & SONSUZ (FİNAL PART I)

ORENDA
orenda

 

Hadi şu kitabı tamamlayalım.6

 

 

 

 

Sevinç....

 

Kabına sığmayan, üstünden taşan, her yere dağılan, tutulmayacak kadar sıcak, sınırlanmayacak kadar çok ve yeniden doğuşu iliklerine kadar hissettirecek kadar yoğun...

 

Nurperi boynuna yaslanmış başın ağırlığı olmadan on dört yıl geçirmişti. On dört takvim eskitmiş, saçlarına beyazlar ekmişti. Gençliğinin o parlak ışıltısı kalmamıştı teninde. Gözlerinde çok ağlamanın neden olduğu çizgiler vardı. Yorgun günlerde deliksiz uykulardan nefes sesine uyanacak zamanlara geçmişti.

 

Ama kalbin tuhaf bir hayat anlayışı vardı işte. Yaşlandığını idrak edemiyordu. İçine aldığı sevgisi yirmi yaşındaki gibi şevkle saklıyordu. O sevgi tomurcukları yeşerip de çiçeklendiğinde tam da şu an da olduğu gibi Nurperinin Tarığı ilk gördüğü zamanlardaki kadar güçlü atıyordu. 2

 

Kemikleri belli olan sırtını incitmekten korkar gibi okşarken sessiz, kimsenin anlamasına izin vermediği yaşlar kaydı yüzüne aşağı.

 

Nurperi nefreti kalbinde tutamazdı. Üzülür ama o üzüntünün hırçınlığını barındırmazdı. Onun tüm yıkımları sonrasında gelen mutlulukla yok olur giderdi.

 

İşte tam şu an aklı neredeydi diyecek olsa kalbi kollarımda ya şimdi diye önünü kesiyordu. Çocuklarımız çok büyüdü sensiz diye içi içinden çıkası ağlayacak gibiydi ama onları boyunu geçmiş, en güzel şekliyle yetişmiş halde görmüş olmasının sevinci vardı.

 

Nurperinin ruhu tamahkardı her şeyden önce. Bardağın boş tarafına bakmayı akıl edemezdi. Bu ekmeğin yanında sıcacık bir öğün olsaydı diye üzülmek yorardı kalbini. O ekmeğin kokusunu, tadını, varlığını görmeyi seçerdi.

 

Şimdi de gelenin sevincini yaşarken iyi ki Korhan yokluğunda kendini parçalarken görmedi diyordu içten içe. İyi ki Suhanın göznün kaldıklarını alamadığında, kızı yoksulluğun içinde adını anamadığı hastalığa yakalandığında çalmadı kapımızı...

 

Ne derdi Nurperi?

 

Sen yoktun ben kızımıza bakamadım diye nasıl açıklardı? Sen yoktun Korhan genç olmadı, çocukluğuna doyamadı, canını dişine takarak bize baktı diyemezdi ki.

 

Nurperi neden gelmedin demedi ama. O Tarığın ruhunu bilirdi çünkü. Eğilen başından, kırpılan gözünden, dudağına konan tebessümünden anlardı ne demek istediğini. Nurperi Tarığın konuşmasına hiç ihtiyaç duymamıştı beraber geçen zamanlarında. Çatılan kaş endişeden mi düşünceden mi gözünün parlaklığından çözerdi.

 

Şimdi kollarından ayırmaya korktuğu bu adam gelmediyse yollarını kapatmışlardı kesin. Atilla ağabeyini ve canından çok sevdiği kız kardeşini kimler aldıysa Tarığı da Nurperiden söküp almışlardı. 1

 

Nurperi oturup bunlar için üzülemezdi tam şu an. Kalan ömründe ne kadar sabaha göz açacak bilmezken çok başka öncelikleri vardı.

 

Korhanını anlatacaktı ilk. Sonra güzeller güzeli Suhanın yokluğunda nasıl büyüdüğünden bahsedecekti. Nurperi daha kendini koymamıştı sıraya. Çok şey biriktirmişti bir fotoğrafın karşısında. Hepsini tek tek hatırlamalı, sonra Tarıka heybesinde ne varsa sunmalıydı.

 

Ama şimdi...

 

Her şeyden önce ona çok iyi bakmalıydı. Elleri dokundukça canını yakan bu zayıf bedene can gelsin diye, Nurperinin Tarığı gibi görünsün diye çok çok çok iyi bakmalıydı.

 

Gözünden kayan son yaşı hızla elinin tersiyle silip, yüzündeki acı izlerini yok etti. Burnunu da güçlü bir şekilde çekip, boynuna yaslı başı iki eliyle kavrayarak kendine bakmasını sağladı. Tarığın gördükçe mutlu olduğu o çiçek açtıran gülümseme vardı dudaklarında.

 

"Sana anlatacak o kadar çok şeyim var ki Tarık. Nerden başlayacağım, nasıl hepsini unutmadan anlatacağım bilmiyorum. Ama geldin ya. Allahım şükürler olsun, bize geri geldin ya."

 

Boş gözler ona bakıyor diye kalbi biraz sıkışıyordu. Tarık ona baktığında Nurperinin dünyası aydınlanırdı. Ama Korhan hasta demişti. O yüzden bunu düşünüp üzülmeyecekti. O kocasını iyileştirip, tekrar kendine ışıl ışıl bakmasını sabırla bekleyecekti.

 

Başı, ardında nefessizce bekleyenlere döndü. Korhanın çökük omuzlarına, Suhanın babasına kilitlenip kalmış gözlerine baktı.

 

"Gelsenize... Çok uzaksınız, gelin hadi."

 

Sonra Ahu ve Ahiye değdi hareleri. Yüzündeki gülümseme büyüdü.

 

"Bak Tarık, Korhan bize kimleri buldu, getirdi? Hem de bizim oldular artık."

 

Tarık sadece Nurperinin yüzüne bakıyordu. Odadaki kimse dikkatini çekmiyor, Nurperinin sözleriyle bile yüzünü çevirmiyordu. Nurperi iki eliyle yüzünü kavramaya devam etmese başı tekrar boynuna sığınırdı muhtemelen. Sıcak, güvenli bir sığınaktı o ten ve koku.

 

"Ahiye bir bak Tarık. Aynı Atilla abim, uzun birde. Az ondan zayıf ama aynı çatık kaşlar. Kaşlarının içinde ben olsa tıpkı Atilla ağabeyim gibi diyeceğim. Ahu ama annesi olmuş. Onu görünce Derya sandım ben. Doktor olacak biliyor musun, Ahi de mühendis... O Ahudan önce geldi de ben tanıyamadım ki. Suhanımızla arkadaşmış meğerse."

 

Durdu Nurperi neyi nasıl anlatacaktı? O kadar çok şey vardı ki. Kıkırtısı sessizlikte çınladı.

 

"Tarık hangisini hangi sırayla anlatacağım ben sana. Ahu da Korhanımızın eşi oldu. Çok seviyor oğlumuzu Tarık. Bir görsen."

 

Yüzü gülüyordu ama kendinin fark etmediği bir kaç damla da yüzüne aşağı ip inceliğinde akıyordu. Sonra Tarığı dikkatle yastığına yasladı.

 

"Dur... Dur sen böyle. Çocuklarımızın aklı çalışmıyor şimdi heyecandan. Uzak uzak bekliyorlar. Dur hemen getireceğim onları. Su damlamıza bak Tarık. Sen onu gördüğünde minicikti. Okula bile gitmiyordu. Bir bak öğretmen olacak kızımız."

 

Nurperi ayağa kalkıp, bir yandanda konuşmaya devam ediyordu. Suhanın yüzü öylece babasındaydı. Korhan ise kendine bakıyordu. Dişleri görünesi gülümsedi.

 

"Niye bekliyorsunuz öyle? Bayramımız bugün Korhan. Durmayın, gelin yanımıza. Babamız evine döndü."

 

Suhan olduğu yerde sendeleyince Ahi atılmıştı. Korhan ise yanındaki kardeşine hemen kollarını doladı.

 

"Nasıl olur?"

 

Suhanın fısıltısı kendineydi aslında. Aklını mı yitirmişti? Belki de hâlâ o zindanda bekliyorlardı. Suhan dayanamamış aklını yitirmişti ve hayalini bile kurmaya cesaret edemediği şeyleri gerçek sanıyordu.

 

"Suhan... Abim bir bak bana."

 

Korhanın sesi zihninde yankılansa da o gözlerini kilitli kaldığı yerden ayıramıyordu. Sırtı yastığa yaslı, gözleri kucağındaki ellerinde kalmış babasından başka hiç bir yere bakamıyordu.

 

"Suhan, bebek suratlım bak güzelim bana. Çok titriyorsun. Hadi tut elimi."

 

Ahinin endişesi sesine yansımıştı. Korhan Ahiye baktığında Ahi müsaade ister gibi başını eğdi. Ahu ise Korhanın sırtına elini değdirdiğinde Korhan bir adım geri çekilmişti.

 

Ahi, Suhanı kendine çevirmek için yüzünü avuçladı. Dudakları alnına ve saç diplerine değdi.

 

"Hadi minik kız, anneyi endişelendirmeyelim. O da şokta, kendine gelmen gerekiyor. Üstelik baban seni yakından görmek ister."

 

"Ahi..."

 

Suhanın karışmış aklı, gerçeklik ve hayal arasında bir sanrıda savrulan kalbi Ahinin gözlerinden gerçeği koparmaya çalışıyordu.

 

"Babam yaşıyor Ahi?"

 

Soru gibiydi cümlesi. Ben gördüğüme inanmıyorum sen söylersen inanacağım der gibi bir çaresizlik vardı her bir harfin altında.

 

"Baba yaşıyor bebek surat. Ama bize çok ihtiyacı var. Hadi topla kendini. Burdayım. Abin de burda. Ahu yanında. Anne sana bakıyor. Hadi beraber toparlanalım."

 

Ahi bu ses tonunu çoğu zaman Ahuya da kullanmıştı. Sakin, her şey yolundaymışcasına bir duruluk vardı tınısında. Uyuşukluk hissi verirdi insana. Sinirliysen bu ses tonunu duyduktan sonra sinirli kalamazdın. Üzgünsen yatıştırır, şifa olurdu.

Ahi başını onaylar gibi salladığında Suhan da salladı. Bu kez sırtında ağabeyinin sıcak elini hissetti.

 

"Her şeyi anlatacağım sana su damlam. Aklımızı toparlayalım, babamızla ilgilenelim en başından anlataağım. Annem çok heyecanlı Suhan. Babam beni en son gördüğünden bu yana çok değişmedim ama sen... Seni göstermek için sabırsız. Almayalım elinden bu sevinci."

 

Suhan bu kez ağabeyine baktı. Dümdüz hayatları vardı onların. Sonra tepetakla oldu o hayat. Sonra çok daha kötü ve daha kötü. Ama bir noktada iyileşmeye başladı. Ağabeyi büyüdü. Suhan büyüdü. Acıya alışıldı. Çocuk aklı babasını çok özledi ama bunu bile bir yerden sonra kabullendi. Şimdi ise derme çatma halde toparlanan hayatları tekrar karıştı. Bu kez olan kötü mü iyimi çözemiyordu ziraa babası onun sınırlı hatırlarındaki adamdan çok uzaktı. Fotoğraflardaki halinden farklı...

 

Korhan Suhanın yürümesi için beline baskı yaptığında Suhan küçük adımlarla ilerledi. Annesi gerçekten nasıl bakıyordu öyle? Güldüğünü görmüştü ama böylesi bir ışıltıya Suhan hiç tanık olmamıştı. Olduysa da üzerinden geçen yıllar unutturmuştu ona.

 

"Anneciğim..."

 

Titrek sesi Nurperiye ulaştığında Nurperi bir damla daha düşürdü gözlerinden. Hızlı hızlı başını sallıyor, yüzündeki gülümsemeyi eksik etmeden kızına bakıyordu. Uzanıp Suhanın elini kavradı. Kendinden beklenilmeyecek bir güçle yanına çekti.

 

Hareket ettiğinde yatağında, ellerine bakan adam dikkatle tekrar kendine çevirmişti yüznü. Odadaki kimseye tepki vermeyen adam bir tek Nurperi konuştuğunda, birbirine geçirdiği parmaklarını hareket ettirmeyi durduruyor ya da kucağındaki gözlerini bir tek ona çevirmek için kaldırıyordu.

 

"Bir bak Tarık. Bir bak kızımıza. Küçücüktü sen gittiğinden, bak nasıl büyüdü. Güzelleşti..."

 

Kendi yatağın kenarına oturduğunda Suhanıda yanına çekti. Suhan annesi onu yönlendirmese hareket etmeyi akıl edemezdi asla. Nurperi kızını yeni görüyormuş gibi yüzünü keyifle seyretti.

 

"Bana benziyor değil mi Tarık? Hep komşular öyle der. Hâlâ çok zayıf ama bir türlü kilo aldıramıyoum ben bu çocuğa Tarık."

 

Nurperi hiç bilmeden bir çok şey yapıyordu aynı anda. Kimsenin cesaret edemeyeceği şeyleri o üstlenmişti sanki. Tarığın elini kavrayıp Suhanın avuçlarına uzatmasa kimse cesaret edemezdi buna. Ilık eli Suhanın sıcak avcunda öylece duruyordu. Baş parmağı incitmekten korkar gibi damarları görünen elinini üstüne dokundu.

Burnu yanmaya, genzi dolmaya başladı. Gözlerinde kuruyan yaşlar tekrar canlandı.

 

"Babacığım..."

 

Fısıltıyla seslendi ama gözleri hâlâ zayıf elindeydi. Öylece avcunda hareketsiz duran parmakları kıpırdandı, çekilecek gibi olduğunda Suhan bir anlık panikle daha sıkı kavradı. Sonra da cesaretini toplayıp babasının gözlerine baktı.

 

Babası ilk elini kavrayan ellere bakmış sonra ise sanki şaşkın bir ifadeyle Suhana çevirmişti yüzünü.

 

Suhanın gözünden akan yaşlara baktı dikkatle. Avcunda öylece bekleyen sağ eli havalanıp işaret parmağının ucuyla çenesinde asılı kalmış damlaya dokundu. Parmağına bulaşmış damlaya büyük bir dikkatle bakıyordu. Her hareketi odadakilerin gözlerini bile kırpmadığı bir dikkatle takipteydi.

 

Parmağındaki damladan ayırmadı gözlerini bir süre. Sonra kendinin bile farkında olmadığı bir şekilde dudaklarına tebessüm kondu. Korhan onu bulduğundan beri korku harici hiç bir ifade yoktu simasında. Biraz önce annesinin kokusunda huzur yeşermişti. Şimdi ise kardeşinin akan göz yaşından tebessüm koparmışlardı.

 

Doğduğunda bir su damlasına benzetilen küçük kardeşi, gözünden akan damlayla babasına tebessüm armağan etmişti.

 

Umut hiç olmadığı kadar canlandı içinde. Kafasının içinde susmadan onu korkutan ses ilk kez kısıldı. Zaman alacaktı ama sabırla babalarını geri alacaklardı. Elinin içine kayan el, parmaklarına sıkıca dolandığında başı yanındaki kadına çevrildi. Onun da yüzünde kocamam bir tebessümle kardeşi ve babasını seyredişine baktı. Ahu kavradığı eliyle umudu için güç veriyordu bilmeden.

 

Her şeyi yerli yerine oturtacaktı Korhan. Üstelik artık bunları yalnız da yapmayacaktı.

 

🦋🦋🦋🦋🦋🦋🦋🦋

 

Annesi hiç durmadan konuşuyordu. Bir an bile nefes almadan babasının yokluğunda neler olduysa anlatma çabasına girmişti sanki. Özellikle çekilen sıkıntılardan uzak, çocuklarıyla geçirdiği güzel anlar dökülüyordu dilinden. Sanki biran önce eksiği tamamlayıp, yeni hayatlarına geçmek için verilen bir mücadeleydi bu hâli.

 

Annesi çiçek açıyordu...

 

Bir Ahuyu alıyor kollarına aklına ne gelirse söylüyor, bir Ahiye sarılıyor, uzun uzun övüyordu. Birde kendine gururla bakıp, avukatlığını, gücünü, karakterini masal anlatır gibi anlatmıyor mu Korhanın kalbi sıkışıyordu bu hallerine.

 

İlk şoku atlattıklarında biraz daha iyi oldu her şey. Suhan neler olduğunu öğrenmek için can atsa da annesinin fıtratı vardı onda da. Babasının varlığına, yanında oluşlarına kaptırmıştı kendini. Belli belirsiz bir sesle babacığım dediğini her duyduğunda Korhanın içi cız ediyordu. Yokluğunda diline değmeyen bu kelimenin özlemini dindirmek içindi şu halleri.

 

Babası da sanki daha rahattı. Elleri tutulduğunda yada vücuduna dokunulduğunda kasılan adam şimdi ona dokunan kişiye bakıyor, saklanma çabasına girmiyordu. Ara ara onu ilk bulduğunda kurduğu cümleleri fısıldadığını duymuştu. O zaman tek bir sıraya ait cümleler şimdi karışık söyleniyordu. Ve bir kere kendine söylediği oğlum olacak benim sözleriyle annesi duraksamış, gözlerini yüzünden ayırmamış, tam üstüne hüzün sinecekken tekrar ayaklanmıştı.

 

"Yemek yapmam lazım Korhan. Benim bir yer bulup bişeyler pişirmem lazım. Aç baksana. Ne kadar zayıf. Varmı burda mutfak? Hadi beni götür güzel oğluşum. Ah bilemedim. Bilsem lahana sarması vardı dolapta. Tüh aklım kalmadı ki nerden bileyim değil mi?"2

 

Korhan sıkıntıyla iç çekip, annesine ne diyeceğini düşünürken kapı çalındı. Korhanın müsaitiz lafıyla aralanmış, Şifanın başı kapı aralığından onlara uzanmıştı.

 

"Rahatsız ediyorum biliyorum ama doktorlar bekliyor. Kapsamlı bir muayene için her şey hazır."

 

Şifa tüm odada gözlerini çevirirken ardından Alparslan da girdi içeri.

Direkt gözleri Korhana çevrilmişti.

 

"Hazırlanacak ilaç için bir ekip oluşturuldu. Öncesinde muayene edilmesi gerekiyor ama."

 

Korhan ağır ağır başını sallarken Nurperi kısa bir süre önce evine misafir olmuş iki kişiye bakıyordu öylece. Burada ne işleri olduğunu anlayamadı ama Korhanın rahat haline bakıp, sorgulamamayı seçti. Üstelik şu an düşünmesi gereken çok daha büyük bir derdi vardı.

 

"Ama olmaz ki."

 

Sesini duyduğunda Alparslan ve Şifanın başı Nurperiye çevrildi.

 

"Çok aç, şu haline bakın. Zapzayıf... Yemek yapmam lazım benim önce. Sarılırken de hep midesinden ses duydum. Aç aç nasıl muayene etsinler? Olmaz ki... Hem... Hem ben bırakamam onu. İğne yaparlar belki. Bırakamam, yanında olmam lazım."

 

Bir kaç saniye kimseden ses çıkmadı. Ne demeleri gerektiğini bilememişlerdi. Sonra Ahu, Nurperiye doğru yürüyüp koluna girdi.

 

"Tahliller için aç olması gerekiyor annem. Doktorları belki bizi yanına almaz, steril olması gerek ya her yerin. Şimdi şöyle yapalım. Korhan ve Alparslan abim babamızı muayeneye götürsün, bizde yemek yapabileceğimiz bir yer var mı arayalım."

 

Gözleri onu dinleyen kadından ayrılıp Şifaya değdi.

 

"Şifa bize yardımcı olur musun? Muayene sonrasında yemek hazır olmuş olur üstelik."

 

Ahunun onaylaması için başını sallayan hâliyle Şifa da öne doğru atılıp yanlarına yaklaştı.

 

"Evet evet, mutfak kanadına geçeriz. Güzel bir yemek yapalım hep beraber. Ay bende çok acıktım biliyor musunuz? Sürekli bir şeyler yemek istiyorum zaten."

 

Nurperi dağılan dikkatiyle, Şifanın göbeğini okşayan eline bakıp gülümsedi.

 

"Sen iki canlısın güzel kızım. Hiç aç aç gezilir mi? Hadi o zaman. Ne yapsak ki? Canınız ne istiyor? Lahana sarması yapmak istiyorum da var mıdır ki? Tarık çok sever, özlemiştir."

 

Korhanın imdadına yetişen bir istekti bu. Babası muayene edilirken annesinin ve kız kardeşinin bunu görmesini istemiyordu Korhan. Kendi bile nasıl bir taramadan geçeceğini bilmezken onları yanında taşıyamazdı.

 

"Alparslan halleder annem. Babam da çok özlemiştir gerçekten. Bak söyledin benim de canım çekti. Hepimizin doyacağı kadar yapsanız, ailecek yesek."

 

Korhan annesini hangi sözler etkisine alır çok iyi biliyordu. Kendi açlığı, babasının özlemi, ailecek yenilen yemek tüm aklını işgal edecek ve muayene sırasında babasının yanında olmak için diretmeyecekti.

 

"Ay çok güzel olur. Kocaman sofra kuralım. Bir sürü yemek yaparım ben hemen. Ay ay ayy vallahi çok güzel olur. Nerdeydi mutfak? Hızlı da yapmak lazım şimdi."

 

Şifa, Ahuyla sözsüz bir anlaşma sonucu Nurperinin koluna girmişti. Ahu da hemen diğer koluna girip boştaki elini Suhana uzatmıştı.

 

"Hadi gidelim biz Suhan. Çok işimiz var, kalabalığız da. Anca bitiririz."

 

Suhan yüzünde ne yaptıklarını bilen bir tebessümle yaklaşıp, Ahunun elini tuttu. Ahiye bir bakış atmıştı ama o geride bekliyordu. Galiba ağabeyinin yanında kalacaktı. Yatağında bekleyen babasına baktı bu kez. Onu iyi edecek ne lazımsa yapsınlar diye duaya durdu kalbi.

 

"Biz hemen geleceğiz Tarık. Doktor da baksın sana, liste yazsın hem. Çok zayıfsın böyle olmaz. İyi bakmam lazım sana."

 

Her günün tembihiymiş gibi bir alışkanlıkla Korhana baktı bu kez.

 

"Babanın yanından ayrılma olur mu güzel evlatçım. Aman gözünü ayırma üzerinden."

 

Korhan küçük bir tebessümle başını salladı.

 

"Bir an bile ayrılmam annem, aklın kalmasın burda."

 

Kadınlar odadan çıktığında geriye Ahi, Tarık, Korhan ve Alparslan kalmıştı.

 

"Ben lahanayı nerden bulacağım lan? Sen niye kadına benim yerime söz veriyorsun?"

 

Alparslanın aksi sesiyle Korhan yan bir bakış attı sadece. Babasına doğru yürürken sesi umursamazdı.

 

"Yaprakları ince olsun. Kalın olunca sarılmıyor diye dertleniyordu annem. Yoğurtta bul, ben lahana sarmasının yanına seviyorum. Nerde bu doktorlar? Kim bakacak, hepsini tek tek anlat."

 

Alparslan yüzünde sevimsiz bir ifadeyle Korhanı süzdü.

 

"Yüz verdik ya gel sıç halıya aman çekinme. Geliyorlar şimdi."3

 

Beş dakika sonrasında odayı bir ekip doldurmuştu. Tarık sedyeye alınıp, beyindeki hasarın tesbiti için uygun alana taşındı. Bu sırada yapılacak işlemleri adının Nezih olduğunu öğrendiği adam Korhana açıklıyordu.

 

İlk öncelik hasar tesbiti ve deva ile etkileşim sürecinde izlenecek yoldu. Açık bir yarayı değil de hasarlı organı iyileştirme ve bu süreçte devanın bedeni ele geçirmesini önleme çalışmalarını nasıl yürüteceklerini anlatmıştı.

 

Tahliller sonrasında mr çekimi tamamlanmış ve Nezih Karslının önderliğinde bir tarama başlamıştı. Adamın küçük bir operasyon diye bahsettiği şey Korhanın kalbini sıkıştırdı. Burundan girilerek beyin içini ayrıntılı ultrason sistemiyle inceleyeceklerdi.

 

Üç saatten fazla süren işlem sırasında Korhan oturmadan, babasına yapılan her şeyi üst bölümden seyretti. Bir ameliyat ortamını andıran oda aralarındaki cam sistemiyle net bir şekilde ortadaydı.

 

"Abi ne yaptığını biliyor bu adamlar değil mi?"

 

Ahinin sesiyle gözlerini ayırmadığı kısımdan çekildi.

 

"Biliyor olsalar iyi olur."

 

Ahi başını iki yana salladı.

 

"Hâlâ aklım almıyor. Nasıl yaptılar bunu, nerden buldular? Kolunda iz bile kalmadı nerdeyse. Yemin ediyorum gözümle görmesem, Ahu söylemese kafayı yedim de halisünasyon görüyorum derdim."

 

Korhan tekrar babasının beyninde dolaşan adama çevirdi başını.

 

"Bunların kurduğu dünya bambaşka aslanım. İçine düşmesek varlığından habersiz yaşayıp giderdik."

 

Ahi iç çekip, ağırca başını salladı.

 

"İçindeyiz ama artık değil mi abi?"

 

"İçindeyiz..."

 

Sonunda tamamlanan işlemle Tarık narkozun etkisinden çıkıp, ayılana kadar bekletileceği odaya alındı. Korhan ise annesinin isteğini yerine getirmek için yanlarından ayrılan Alparslanı bekliyordu. Biran evvel doktorla konuşmak, durumu öğrenmek istiyordu.

 

Sonunda bu üssün lideri olarak kendini tanıtan Bars Omarov ve Alparslanla beraber, ekibin bulunduğu odaya geçtiler.

 

"Durum nedir Nezih? Nasıl bir ilerleme izleyeceğiz?"

 

Bars Omarov Korhandan önce sormuştu sorusunu. Tuhaf bakışları olan, gözleri sürekli etraf ve elindeki kağıtlarda dolaşan adam bir kaç kalem darbesiyle başını kaldırdı.

 

"Tahmin edildiği gibi beyine düzenli aralıklarla verilen elektro şoklar nöronlarda ciddi bir düşüşe neden olmuş. Beyni çok yoran bu işlem zorunlu bir demans sürecine sokmuş hastayı. Hafızasındaki ciddi kayıplar ve konuşma merkezinin aldığı hasar kelime haznesini çökertmiş yani anlayacağınız. Dili dönmediği için değil neyin ne anlama geldiğini beyin unuttuğu için uzun cümleler kuramıyor Tarık bey. Kısıtlı hafıza merkezinde kalanları tekrarlıyor, bu da beynin kendi savunma mekanizması."

 

"Peki ne olacak şimdi? Nasıl iyileşecek babam?"

 

Adam anlayışlar bu kez Korhana baktı.

 

"Gökay Başkanla görüştüm. Talebiniz oldukça zorlayıcı. Ama çok insani olduğu için anlıyorum. Siz devanın Tarık beyin tüm hücrelerini eline geçirmeden bir iyileşme sürecine girmesini istiyorsunuz. Biz de zaten bunun üzerine çalışmalar yapıyoruz aylardır. İlmek ilmek dokunma sürecine giriyoruz. Deva belli bir hücre yoğunluğunda bir bedene transfer edildiğinde onu kontrol edemeyiz. O yüzden hasar almış hafıza merkezine dokuma metoduyla hücreler yerleştirilecek. Üç aşamalı bir süreç olacak bu. İlk aşamada yeterli canlı nöron üretimi gözlenirse ikinci aşamaya geçeceğiz. Ve onun verileri sonrasında son aşamayla tedaviyi sonlandıracağız."

 

"Aşamalar... Bunlar sıkıntılı, ağrılı bir süreç mi? Canının yanacağı işlemler mi?"

 

"İlk aşama bugün olduğu gibi burundan girişle yapılacak. Bu aşama fiziksel ağrı yada acıdan uzak bir işlem. Sağlıklı sayılabilecek hücreler toplanacak. İkinci aşama biraz zorlayıcı olacak çünkü hasta uyanıkken gerçekleştirilecek bir işlem. Temporal lobdan giriş için en uygun bölüm tesbiti bu işlem sırasında gerçekleşecek. İkinci aşamada yaklaşık üç ila beş santim bir açıklıkla hipokampus ve amigdalaya daha önce topladığımız ve deva ile etkileşime suni ortamlarda soktuğumuz hücreler dokunacak. Hastanın bilinci açık olması çok önemli, işlem sırasında konuşturulacak ara ara. Bu operasyonu bir ekim işlemi olarak görüyorum. Kapasitesini gerçekleştiremeyen nöronlar önce filizlendirilip sonra beyne tekrar ekilecek. Üçüncü aşamamız ise yeni bir elektro şok sürecini içeriyor. Beyne yerleşen ve tekrar bütünleşen hücrelerin dağılımını sağlamak için kışkırtıcı güç olacak. Bu üç işlem arasında bir kuluçka süreci olacak tabiki. Devayı hasarlı alanda tutacak, minimal miktarda kullanmalıyız. Onun varlığı kanser hücreleri gibi saldırgan. Hasar tesbit ettiği her noktayı sarmak, kendine ait kılmak istiyor. Bunu çalışmalar sırasında sıkça gördük. Sardırıya geçtiği bölgedeki hasar onun altında kaldığında rakibini mutlaka yeniyor. O yüzden biz dengeyi korumalı ve hafıza merkezinde işi bittiğinde ve yerleştiğinde boşta kalacak hücre bırakmamalıyız. Bu süreçte düzenli bir programla hasta gözetim altında tutulacak ayrıca. Daha önce denenmiş bir işlem olmadığı için müdahaleye hazır beklemeliyiz."

 

Adam uzun uzun anlatırken Korhan her kelimeyi zihninde analiz ediyordu. Açık bir kısım, cevabı tatmin etmeyen bir nokta arayışındaydı.

 

"Peki bu süreçte iyileşme gözlemlenecek mi?"

 

Adam onaylar gibi başını salladı.

 

"İkinci aşama sonrasında sizi yeni doğmuş bir bebeğin eğitim süreci gibi bir süreç bekliyor. Anlamını, söylenişini unuttuğu kelimeler öğretilecek. Refleksleri, motor kasları güçlendirilecek. Beden gücüne kavuştukça öğrenme, hatırlama süreci hızlanacak diye umuyoruz."

 

"Gözetim altında dediniz. Tüm süreç tamamlanana kadar burda mı kalmak zorunda."

 

"Deva ile yeni tanıştınız. Bizde öyle açıkcası. Onu gözümüzün önünden ayıramayız. Tekrar ediyorum babanıza yapılan işlemin bir referansı yok. Gökay Başkanın uyarıları neticesinde en hızlı sonuç alabileceğimiz tek seçenek gibi görünüyor ekibim ve benim için. Ama sonuç alacağımıza eminim. Devanın varoluş amacı iyileştirmek. O muhteşem bir şey. Harikulade..."

 

Korhan rahatlamış gibi derin bir nefes aldı. İmkansız denmemişti. Zorlu bir süreçti anlatılan her şey ama sonunda babasını geri almış olacaklardı.

 

"Hızla başlayın. Biran önce sağlığına kavuşmasını istiyorum."

 

Karşısındaki adam elinde okuduğu kağıttan başını kaldırıp, onaylar gibi sallamış sonra geri okuduğuna dönmüştü. Korhan adamın tuhaf denilecek hareletlerinde asılı kaldı. İçini bir güvensizlik hâli kavradı. O sırada omzuna bir omuz çarptığında adama diktiği gözleri ayrılmıştı.

 

"Manyak bir şey ama işinin ehli. İçini rahat tut. Bende geçtim bunun elinden. Kafayı devayla bozduğu için babanın durumuna nimet gözüyle bakıyordur şerefsiz. Üzerine çalışacağı çok şey çıktı."

 

Korhan ne diyorsun der gibi başını sallamış, kaşını çatmıştı. Alparslan ise elleri ceplerinde omuzlarını silkti.

 

"Birliğin deli profesörü lan. Şifayı ilk gördüğünde kafayı yiyordu manyak. Bunun yemini suyunu ver labaratuvarından çıkmaz. Hayatsız sayko."2

 

Sonuncu dediğini bir tıslama gibi söyledi. Ahi bu tepkisine gülecek gibi olsa da Korhanın sert ifadesiyle yüzünü boş duvara çevirdi. Söylenilen bir çok şeyi anlamamıştı. Anladığı kısım ise ona yetiyordu. Baba iyileşeceğine göre onun bebek suratlı sevgilisi mutluluktan havalara uçacak demekti. Tabi bonus olarak Ahusu da derin bir soluk alacaktı. Ahi için yeterli tüm envanter de bunlardı zaten.1

 

Onlar Nezih karslının süreci nasıl yöneteceğini konuşurken yada Tarığın geçirdiği operasyondan haberdar değilken Şifa, Nurperinin istediğini yerine getirmek için alan oluşturmuştu.

 

Alparslan sayasinde kısa sürede ellerine ulaşan lahanalarla, üssün yemek ihtiyacını karşılayan büyük bir mutfakta yer açıldı.

 

Nurperi bir an bile durmuyordu. Şifayı ikna edip, onları izleyebileceği bir sandalyeye oturttuğundan beri sürekli koşturuyor ve aklının özenle sakladıklarını pişirmeye çalışıyordu.

 

Suhan ve Ahunun yardımıyla, bir lahana sarması diye başlanan menü Korhanın karnıyarığına, Ahinin mantısına, Ahunun biber dolmasına, Suhanın pilakisine, Şifanın tütsülenmiş bifteğine ve son olarak da Alparslanın özlemle bahsettiği anne pastasına evrildi.

 

Bir biriyle çok alakasız yemeklerden oluşan menüyü orantıda tutan tek şey herkesin sevdiği bir şeyin olmasıydı belki de.

 

Ne kıymetli, nasıl değerliydi şu yaşanılan?

 

Nurperi yüzünde mutlu mu hüzünlü mü belirsiz bir ifadeyle çırptığı ayranı seyrediyordu. Dudakları belli belirsiz bir sesle "ilk kez elimden yedi" diye mırıldandı.

 

Bu kısık cümleyi yanı başında biber dolmalarını tabağa dizen Ahu duymuştu sadece.

 

"Ne dedin annem, duyamadım?"

 

Küpürsün diye çırpmaya devam ettiği ayrandan başını kaldırdı Nurperi. "Onu ilk gördüğüm gün babama yemek götürmüştüm. İzinsiz girdim bir de çalışma yerine. Canım babam nasıl korktu Tarık yanımıza gelince. Kızar sandı. Hiç kızar mı benim ömrüm."

 

Ahu yüzünde tatlı bir tebessümle izliyordu anlattıklarını. Elini kurulayan Suhan da onlara yaklaştı.

 

"Babam hiç sevmez ayranı ama o gün anneme ayıp olur diye içmeye çalışmış Ahu. Birde öksürük tutmuş, yazık çok utanmıştır."

 

Ahu Suhanın kıkırdamasıyla daha büyük gülümsedi. Hikaye Şifanın da dikkatini çekmiş olacak ki sadece tadım yapsın diye yerinden kalktığı sandalyesinden kalkıp yanlarına doğru yürüdü.

 

"İlk görüşte mi aşık oldu sana Tarık amca?"

 

Nurperinin teni genç bir kız gibi pembeleşmişti.

 

"Bilmem..."

 

Nasıl mahcup ama nasıl da keyifli bir hali vardı şu anda.

 

"Öyle olmuş bence. Anne, lahanaların hepsini yiyecek de babama kalmayacak diye korktum dememiş miydin?"

 

"Ama anneciğim çok hızlı yiyordu. Birde yeni ocaktan indirmiştik, nasıl sıcaktı. Ayran iç dedim onu da genzine kaçırdı. Hiç sevmiyormuş ayranı, kırılırım diye içmiş."

 

Ahu elindeki ayran sürahisine baktı.

 

"E şimdi de yapmışsın annem."

 

"Belki yine ben kırılmayım diye içmeye çalışır."

 

Sürahiyi tezgaha bırakıp Ahuya baktı.

 

"Belki yine mutlu eder beni? Unutmuş ya bizi... Hasta olup..."1

 

Sesi kırılıp, ağlamak istemeyen bir çocuk gibi boğulur tınıda çıktığında Ahu hemen uzandı.

 

"Annem..."

 

"Neler yapmışlar ki ona unutmuş? Tanımadı beni hiç. Nasıl tanımaz?"

 

Ahu ellerini vücuduna dolayıp kendine çekti hemen Nurperiyi. Dik durmak için canla başla didinen, bir an bile yorgunluk emaresi göstermeden çabalayan kadının kırılma anı ayrandan medet dilenişi oldu.

 

"Tanıdı. Vallahi bir tek seni tanıdı. Kokunu, ona verdiğin huzuru nasıl kucakladı hemen. İyileşecek annem. Her şeyi tekrar hatırlayacak."

 

"Ahu ben Korhana soramıyorum. Oğlum saklıyor benden ama dağları bırakmışlar omuzlarına. Benim de üzüldüğümü görürse daha çok yorulur yavrum. Ömrünü üzüntümüzün içinde heba etti zaten. Niye böyle oldu Ahum? Kim aldı Tarığımı bizden?"

 

Ahunun yaşarmış gözlerine baktığında bu kez de Ahu için kalbi sıkıştı. Oğlu yorgundu da el kadar kız çok mu iyi durumdaydı? Vicdanı hemen sızladı.

 

"Yok demedim bişey. Tamam sormadım annem, ağlama."

 

Atılıp teselli etmek ister gibi sarmaladı. Ahunun elleri de hemen dolandı bedenine.

 

"Benim... Annemi babamı alanlar götürmüş Tarık babayı. Biliyorum kafan çok karışık. Çok fazla şeyi merak ediyorsun ama bugün her şeyi geride tutsak olmaz mı annem?"

 

Nurperi geriye çekilip Ahunun solgun yüzünü okşadı. Ahunun titreyen dudağıyla gözleri doldu.

 

"Üzülmekten çok yorulduk. Dinlenelim mi hepimiz?"

 

"Olur benim ahu kızım. Olur tabi annem. Geldi ya zaten. Artık yanımızda, sormam daha ben bişey."

 

Tam da istenildiği gibi o masa kuruldu. Yapılan her şey masadaki yerini aldı. Ara ara nerde kaldılar telaşı içlerini daraltsada sabırla beklemeye devam ettiler.

 

Bir süre sonra odanın kapısı çalınıp aralandığında sedyeyle alınıp götürülen Tarık geri getirilmişti. Sabırla bekleyen kadınlar hemen ayaklandı.

 

Norkozun etkisi geçmeye başlamıştı. Ayılmış görüntüsünü bozan tek şey renginin sarılığıydı.

 

Bir süre herkes daha iyi hissetmesini bekledi. Bu zamanın içinde de ona rahatlıkla yaklaşan tek kişi Nurperiydi. Tarık boynuna yaslandığı sürece ne sallanma eğilimi gösteriyor ne de kabuğuna çekilmek ister gibi kıvrılıyordu.

 

Sonunda daha iyi hissettiğinde kurulu bekleyen sofraya hepsi yerleşti. Nurperi masanın başına oturtmak istiyordu evin babasını ama halinin olmayışına kıyamadı. Hazırladığı tepsiye ne yaptıysa sıraladı.

 

Tarıktan aldığı tek tepki gözleriyle sürekli takip edilmesiydi. Konuşması onu yatıştırıyormuş gibiydi.

 

Yemek yaparken neler yaptığını, lahanaları sevdiği gibi muska şeklinde sardığını anlatıp durdu.

 

Korhan gözünü kırpmadan anne ve babasını izliyordu. Ekmek harici hiç bir şey yediremedikleri babası, ona uzatılan çorbadan ilk yudumu aldığında ciğerinde tuttuğu soluğu bırakmıştı.

 

Dikkatle annesini izlerken ne yaptığının farkında olmadığı çok belliydi. Zira annesinin her uzattığı kaşığı mekanik bir vaziyette ağzına alıyordu. Emekle yapılan lahana sarmasını ilk üfleyişi sonra ağzına uzatışı kendinin bile farkında olmadığı bir tebessüm kondurdu dudaklarına.

Birde çocuk muzurluğuyla ayran uzatması, bir yudum alan babasının yüzünü buruşturması kısa bir kahkaha olarak duyuldu.

 

Korhan bir an üzerine kilitlenen bakışların ağırlığıyla gözlerini anne ve babasından ayırdı. Ahunun siyah incileri ışıl ışıldı. Korhan ne olduğunu soramadan uzanıp yanağına güçlü bir öpücük kondurunca kaşları havalandı.

 

"Kelebeğim?"

 

"Sen ne güzel gülüyorsun öyle."2

 

Ahunun eğlenen bir tınıda, keyifli sataşmasına bir an bakıp kaldı. Çok nadir yaşadığı bir olaydı dilinin düğümlenmesi. Ne diyeceğini bilemedi ilk. Ahu bu hâlini fark ettiğinde daha tatlı bir kıkırtıyla uzanıp bir kez daha öptü.

 

"Uyandın mı sen?"

 

Korhan tam itiraz edecekken bu kez araya başka bir ses karıştı.

 

"Ahu pilakiyi bana uzatsana. Bak mantı da vermemişsin. Kuru kuru dolma yiyorum Ahu."

 

Alparslanın tüm sesleri bastıran tiradı Korhanın bıkkınlıkla verdiği nefes sonrasında gülüşmeye döndü. Ahu, kaşlarını çatmış Ahiye bakan Alparslana çevirdi yüzünü.1

 

"Sen niye gülüyorsun gevşek? Oğlum biz seninle nasıl anlaşacağız, tuz falan iste bari. Bana burda bastılar sen de yaprak kıpırdamıyor!"

 

Ahi bir kaşık dolusu mantıyı ağzına tıkarken Alparslanın sinirli bakışlarına, durağan bir ifadeyle karşılık veriyordu. Sonunda ağzındakini bitirip, peçeteyle dudak kenarını sildi.

 

"Abi sen hiç çıkarlar neticesinde verilen tavizlere dair bir şey duymadın mı?"

 

"Yok duymadım! Şu an kız kardeşinle fingirdeyen adama nasıl kurulmuyorsun ona kıl olmakla meşgulüm!"

 

Ahi omuz silkti. Yapmaktan en çok keyif aldığı şeyi yaparak yanında oturan Suhanın eline parmaklarını geçirip, üstüne öpücük kondurdu. Tüm bunlar olurken Alparslandan bakışlarını ayırmamıştı.

 

"Korhan abiden alacağım var. Mecbur bir takım tavizler vermek zorundayım."2

 

Bunu söylerken Suhanın kıpkırmızı olmuş suratına bakmış, utançtan başını eğişine tebessüm etmişti. Alparslan iki kaşını havaya kaldırıp Ahiyi süzdü.

 

"E bu köprüyü geçene kadar ayıya dayı demekmiş. Sen niye lafları süslüyorsun? Peri bacağımı dürtüp durma sende. Oyuldu kaval kemiğim."

 

Şifa iç çekip, geriye yaslandı. Çok yemekten kaynaklı biraz daha şişmiş karnını okşarken kocasına bakıyordu.

 

"Hayatım birilerine sataşmadığında kendini eksik mi hissediyorsun?"

 

"Geniş bir adam değilim diye yargılıyor musun beni? Adam kız kardeşimizi götürüyor, susayım mı?"

 

Korhan önündeki bardaktan bir yudum su içip, Alparslana kınayıcı bir bakış attı.

 

"Gözlerin iyi görmüyor. Götürülen biri varsa o da benim. Kız kardeşin öptü farkındaysan. Ama tabi bu da seni ilgilendirmez. Sonuçta eşiyim ben onun."

 

Alparslanın seğiren gözüne bakıp, dalga geçer gibi bir mimik yaptı. Sonra da kaşları çatık kendine bakan Ahuya dönüp, hızlı bir öpücük bıraktı yanağına.

 

"Yemeğini ye kelebeğim, hiç bir şey yememişsin."

 

"Korhan! Ne demek götürmek?"

 

Ahunun tıslayan sesiyle şaşırmış bir ifade oturdu yüzüne.

 

"Ben demedim, sürekli çocuk gibi sataşan adam dedi."

 

Sonra da bir detayı atlamış da yeni aklına gelmiş gibi Ahiye baktı.

 

"Benden bir şey almak hiç kolay değildir aslan parçası. Genelde ben insanların kanını kurutana kadar alıyorum. Ablana sorabilirsin. Fazla temastan uzak dur, sinirleniyorum!"

 

Ahi ağzını araladı ama ne diyeceğini bilemedi. Bu kez önüne fırlatılan peçeteye baktı Korhan. Genelde hasmına karşı kullandığı bu ifade Alparslanı sinir ediyordu. Üstünlük kuran, dalga geçen, küçümseyen tüm mimikler adamın yüzüne itina ile oturtulmuştu.

 

Peçeteyi alıp kibarca kenara koydu Korhan. Sonra Şifaya bakıp, tebessüm etti.

 

"İki çocuk büyütmek senin için yorucu olacak gibi. Yardım almak istersen seni desteklerim."

 

Şifa başını iki yana sallayıp gülümsedi.

 

"Canımı çok daraltırsa birini sana paslayabilir miyim demek o?"

 

Korhan baştan aşağı Alparslanı süzdü. Alparslan ise keyifle sırıtıyordu. Korhan geri Şifaya döndü.

 

"Yeni doğmuş bir bebeğe nasıl bakılır çok bilmem ama hızlı öğrenme gibi bir özelliğim var. Halledeceğimden emin olabilirsin."

 

Şifanın kahkahasını Ahu takip etti. Bu şekilde laf sokuşu Alparslanı bile çok eğlendiriyordu.

 

Uzun uzun sohbet edilen ama malum olanın araya hiç girmediği konulardan konuşuldu bir süre. Tarık yemek sonrası sızar gibi uyuduğunda da Nurperi yanından ayrılmamıştı. Sonunda odanın temizlenmesi için gelen ekip sessiz bir şekilde yemek masasını toplayıp, götürdüğünde Alparslan, Korhana baş işareti yaptı.

 

Korhan annesine göz atmıştı. Olduğu yerde uyuyan babasını izliyordu. Ne kadar yorgun olduğu yüzünden belliydi. Yanına doğru yaklaştı. Başının üstüne bir öpücük kondurup, dikkatini üzerine çekmişti.

 

"Yavrum?"

 

"Biraz işimiz var annem, sen de dinlenmelisin artık. Saatlerdir ayaktasın. Tansiyonun çıkacak. Babam uyuyor, biraz da sen uyu."

 

Nurperi gerçekten yorulmuştu. Bacakları ağrıyordu. Kendini sıkmaktan, yaşadıklarını hazmetmeye çalışmaktan tüm etleri acıyordu sanki. Başını ağırca sallayıp, ayağındaki ayakkabıları çıkardı. Korhan aslında ona bir oda ayarlamalarını isteyecekti tam ama annesinin, babasının yanına kıvrılışını görünce bir şey diyemedi.

 

Bir an onu gördükten sonra nasıl uzak kalacağını düşünmüştü ki? Cenin pozisyonunda uyuyan babasına yaklaşmasını, kolunu beline sarıp, iyice sığınmasını dudağında kırık bir tebessümle izledi. İnce pikeyi üzerlerine örttüğünde odada sadece Ahunun kaldığını görmüştü. Diğerleri kapı dışında bekliyordu muhtemelen.

 

Ahu olduğu yerde ileri geri sallanmış sonra da kollarını iki yana açıp, Korhanı çağırmıştı.

 

Korhanın başı boynuna sokulduğunda derince bir soluk aldı. Eli sırtını boylu boyunca okşamaya başladı.

 

"Çıkalım da uyusunlar. Bizde konuşalım, ölüyorum meraktan."

 

Ahunun fısıltısına, başını sallayarak karşılık verse de bir süre daha sarılmaya devam etti.

 

Odadan çıktıklarında herkesin koridor başında onları beklediğini görmüşlerdi. Ağır adımlarla yanlarına ulaştılar. Suhan merakla ağabeyini izliyordu. Korhan bir eli Ahunun elini kavramışken boştaki eliyle Suhana gel işareti yaptı. Kız kardeşi hemen kolunun altına girdiğinde şakağını öpmüştü.

 

"Abi, ne olacak şimdi? Ne dedi doktorlar?"

 

"Bir süre burdayız su damlam. Babam için özel bir ilaç üretecekler. Hafızasını, konuşmasını geri getirmek için bir kaç farklı operasyona ihtiyaç varmış. Bu süreçte gözlem altında tutacaklar."

 

"Biz gitmeyeceğiz ama değil mi? Yanından ayrılamayız, annem kabul etmez zaten."

 

"Yok, böyle bir şeyi bende söyleyemem anneme. Bizim kalabileceğimiz odalar hazırlanacağını söylediler."

 

Alparslan öne doğru çıktı.

 

"Siz o konuda endişelenmeyin, halledilir. Ama senin sık sık Türkiyeye gitmen gerekiyor Korhan. Dava meselesi kapanmak zorunda."

Korhan sadece iş meselelerinde ciddiyetini takınan adama baktı. Bahsettiğinin sadece dava olmadığını biliyordu. Ona teklif edilen koltuk için de biran önce harekete geçilmek istendiğinin farkındaydı. Onaylar gibi başını salladı.

 

"Babam için çalışmalar başladığında bir program oluştururuz."

 

Tam da bahsedildiği gibi ilerledi. İlk önce Tarık için planlanan birinci aşama işlemleri bir hafta sonra gerçekleştirildi. Bu süreçte rahat edebilecekleri gibi odaları düzenlenip, hazırlanmıştı. Nurperi bir anını bile Tarığın yanından ayırmıyordu zaten.

Bir bebek gibi eliyle besliyor, sadece kendi yıkıyor ve yine sadece kendi giydiriyordu. Korhan dahil hiç kimseye Tarığın bakımını bırakmıyordu. Onun ilgisi Tarığın hasarlı ruhuna da şifa olmaya başlamıştı. Daha az sıçramalar, daha çok temasa uyum sağlayış yok sayılmayacak kadar ortadaydı.

 

Suhan babasına sarılmak istediğinde Nurperi sayesinde rahatlıkla kollarını dolamıştı. Tarık kendine dolanan kollarla kasılıp kalsada Suhanın fısıltıyla sürekli babacığım diye mırıldanması onu sakinleştirmişti. Gözleri Nurperi de öylece asılı kalmıştı. Nurperinin onaylayan başı, tüm yüzünü kaplayan gülümsemesiyle omzuna yaslanmış başa kendi kafasını yaslamış, Suhanın daha sıkı sarılmasına, hıçkıra hıçkıra ağlamasına neden olmuştu.

 

Bu süreçte Korhan bir kez Türkiyeye gidip, döndü. Hayatlarını şekillendirecek yeni düzende birliğin planlarını öğrendi.

 

İlk aşama gerçekleşip, operasyon tamamlandığında umut daha güçlüydü.

 

Ahu tüm ailesi arasında koşturan, ilgilenen, hafifletmeye çalışan bir konumda yer almaya çalışıyordu.

 

Tarığın ilk operasyonunun olduğu gün Zahir ve Ceyda da çıkıp geldi. Korhandan neyin nasıl olacağını öğrenmişti Zahir. Korhanın yanında kalmak isterdi ama Türkiyede hali hazırda devam eden davalarla ilgilenmesi gerekiyordu. Korhandan bu süreçte davalarla ilgilenmesini bekleyemezdi.

 

İkinci operasyon ilkine göre çok daha zahmetli, daha uzun ve daha tedirgin ediciydi. Üstelik bu operasyon sonrasında gelişmeler daha somut olarak gözlemlenecekti.

 

Uzun sayılacak bir sürede Nezih Karslının ekim diye bahsettiği operasyon tamamlandığında Korhanın kasılıp kalmış bedeni gevşedi.

 

"İyi olacak bitanem. Sadece biraz daha sabretmemiz gerekiyor. Bu işlem sonrasında duyduğu kelimeleri tekrarlamaya başlamasını bekliyorlar."

 

Ahu , Korhanın sallayıp durduğu bacağına elini yaslayıp kendine bakması için diğer eliyle de çenesini kavradı.

 

"Korhan..."

 

Derin bir nefes alan adam gözlerini operasyonu bitirme aşamasına geçmiş ekipten uzaklaştırıp Ahuya çevirdi.

 

"Sabırlı olmak zorundayız Korhan. Anlıyorsun değil mi?"

 

"Sabretmekten çok yoruldum. Annem her gün bir anda bir mucize olacak ve babam eski haline dönecek sanıyor Ahu Nar."

 

Ahu da biliyordu bütün bunları. Ne kadar yorgun olduğunu göz altlarındaki karalık basbas bağırıyordu zaten.

 

"Biraz daha sabredeceğiz canımın içi. Çok az daha sıkacağız dişimizi. Bu adamlar gerçekten çok üst düzey bir eğitimden geçmişler Korhan. Ben hiç böylesi insan genine hakim birini görmedim. Okumadım da! Bize yardım edebilecek birileri varsa sadece bu insanlar olabilir."

 

Korhan iç çekip Ahunun dizindeki elini kavradı. Parmak uçlarını okşar gibi dokundu.

 

"Türkiyeye gitmem gerekiyor Ahu Nar. Sizi burada bırakmak istemiyorum ama orada da çok fazla şey var."

 

"Gitmen gerekiyorsa gidersin Korhan. Ben burdayım, Ahi burda. Bir an bile gözümüzü ayırmayacağız kimsenin üzerinden. Acil olan bu durum kötü bir şey mi?"

 

"İstanbul ofisini tamamen kapatmam gerekecek. Ankaradaki ofis taşınacak. Birlik kendi belirledikleri bir yerde yeni ofis açmamı istiyorlar. Görünürlüğü artıracaklarmış."

 

Korhan en son gittiğinde konuşulan ama bir türlü Ahuya bahsedemediği konuyu açıp açmamakta kararsız kalmıştı.

 

"İstanbul ofisi neden kapatılıyor? Tamam Ankarada da açılsın ama evimiz orda."

 

Korhan ellerindeki bakışlarını kaldırıp Ahuya baktı.

 

"Orada hayatımıza devam edemeyiz Ahu Nar. İstanbul'da olan her şeyi sıfırlamak zorundayız. Her şeyden önce Ahi ve Suhan için bu gerekli."

 

Ahu kafası karışmış bir şekilde sadece gözlerini kısarak Korhanın konuşmasını bekliyordu.

 

"Ahu Nar, okulları var çocukların. Hayatlarından bir yıl çalındı ama oraya da öylece dönemezler. İntihar olayını tüm okul biliyor. Onlar için Ankarada bir hayat kurulacağını vaad etti başkan."

 

Korhan tam olarak Ahunun bu duruma nasıl tepki vereceğini bilememişti. Çünkü Ahi ve Suhana kurulan hayatta Ahunun da tüm düzeni dağılacaktı.

 

"Okula devam edebilecekler?"

 

"İstanbulda bunu yapamazlar ama Ankarada mümkün. Senin de okulun var. Son senen biliyorum ama seni İstanbulda bırakamam. Benim tam zamanlı işlerimi Ankarada tutmak istiyorlar. Seçim dönemi için özellikle bunun şart olduğunu söyledi en son görüşmemde Gökay Turan."

 

Ahu alt dudağını dişleriyle kıstırıp söylediklerini kafasında tekrar etmeye başladı. Ahinin son bir dönemi kalmışken okula dair hiç konuşmayışı ara ara canını sıkıyordu. O da nasıl döneceğini, ölüm haberlerinden sonra nasıl o okula gidebileceğini kafasında oturtamıyordu muhtemelen. Suhan ise çok daha hassastı. Onu bir zamanlar o okulda tehdit eden hocanın varlığı en basit sebeplerden biriydi üstelik. Yüzünü kademe kademe bir gülümseme kapladı. Bir yıl hayatlarından çalınmıştı gerçekten ama yerine koyabilirlerdi.

 

"Kayıtları silindiyse ya. Nasıl olacak? Yani nasıl tekrar başlayacaklar?"

 

"Yeni bir kimlik verilecek ikisine de. Okul olarak da Güneşin kendine ait üniversitelerinden birinde devam edebileceklerini söyledi başkan. Sen de aynı şekilde tabiki. Kaydın senin için ayarlanan okula geçirilecek. Merak etme onlar bunu sorunsuz halledebilecek güçteler. Bana bir söz vermiştin o sözü tutacaksın kelebeğim."

 

Ahu, Ahinin ölümüyle ardını döndüğü okuluna geri dönecekti. Üstelik bunu yaparken Ahi ve Suhan da ona eşlik edecekti.

 

"Yeniden başlamak zor olacak ama beraber olursak kolaylaştırırız kelebeğim. Yaparız değil mi?"1

 

Korhan, Ahunun İstanbulda okumayı ne kadar çok istediğini biliyordu. Bu uğurda Ahinin peşinden gelişini dinlemişti ziraa ondan. Şimdi hayatları biz düzene girerken bile o düzeni tam da istedikleri gibi kuramayışlarına karşın bir tedirginlik vardı üzerinde.

 

Onun tedirginliğinin aksine Ahu atılıp boynuna doladı kollarını. Dudakları da boğazına bir sürü sıralı öpücük bırakmaya başladı.

 

"Aklıma geldikçe içim sıkılıyordu Korhan. Suhan nasıl devam eder, Ahi yarım dönemi nasıl tamamlar diye düşündükçe işin içinden çıkamıyordum. Gidelim... Ankarada yeniden bir hayat kuralım. Hep beraber oluruz."

 

Korhan yüzüne yapışan saçları elinin içiyle uzaklaştırıp gülümsemesinin kenarından öptü.

 

"Yep yeni bir hayat kuracağız güzeller güzeli Ahum..."

 

Sonraki günlerde Korhan Türkiyeye dönmüştü. Bu süreçte de Tarığın iyileşme dönemi başlamıştı. Günlük kontrollerde devanın yavaş yavaş beyin hücrelerini sarmaya başladığı gözlemlenmişti. Bununla beraber bedensel iyileşme de yok sayılmayacak kadar dikkat çekiyordu. Deva ne kadar kontrol edilebilir düzeyde tutulmaya çalışsa da tam hakimiyet imkansızdı.

 

İçine yerleştirilen hücrelerden sızıp, bedene katkı sağlamaya başlamıştı. Uzun yıllar yetersiz beslenme neticesinde ortaya çıkan kas kaybı artışa geçmişti. Derisindeki sağlıksız sarılık yerini daha canlı bir dokuya bırakmaya başlamıştı. Ama en önemlisi yüzündeki avurtlarını ortaya çıkaran hastalıklı görüntü çok daha iyi durumdaydı. İştahta artma, reflekslerde güçlenme onun her anını izleyen Nurperinin dikkatinden kaçmıyordu.

 

Üçüncü aşama için bir süre beklenmesi gerekiyordu. Geçirilen operasyonun tüm hasarları iyileşmeli ve en önemlisi yeni hücrelerin yerleşip, tam istenilen bölgede gelişme gösterip göstermediği izlemlenmeliydi.

 

Ahu, Suhan, Ahi ve Nurperi tam zamanlı bir şekilde destek sağlıyorlardı. Sürekli kitap okuyarak, programına uygun hareket etmesini sağlayarak motor ve bilişsel gelişimine katkıda bulunacak tüm öneriler için çaba harcıyorlardı.

 

Bunlar olurken Korhan çoğunlukla yanlarında olamıyordu ama. Türkiyede uğraştığı işler tahmin ettiklerinden de fazla olmasa asla ayrılmayacağını Ahu biliyordu.

 

Moskova üssünde geçirilen otuz altıncı günde Korhan çıkıp gelmişti. Yolunu gözleyen Ahu ise jetin piste inmesini sabırla bekliyordu. Onu öyle çok özlüyordu ki bu süreçte, bazen dayanamayıp isyan edesi geliyordu. Ama kıyamayışı, nazla bile olsa söylenmesine engel oluyordu.

 

Korhan, jetten indiğinde göz göze geldiler. Hızlı adımlarla birbirlerine doğru yürüyüp, kollarını sıkıca doladılar. Korhan derin derin ve sesli soluklarını Ahunun saçlarından alıyordu.

 

"Nasıl özledim seni."

 

"On beş günden fazla oldu çünkü. Hasret bıraktın kendine."

 

Korhan yanağına, kaşına, boynuna üç öpücük bırakıp geriye çekildi.

 

"Yine gitmem gerekiyor ama."

 

Ahunun ışıl ışıl olan gözlerindeki parlaklığın sönmeye başladığını gördüğünde daha sıkı tuttu omuzlarını.

 

"Bu kez sende benimle geliyorsun kelebek."

 

"Nasıl? Anlamadım..."

 

"İstanbuldaki aldığımız davaları Ankaradan yürüteceğiz. Ankara ofisi neredeyse hazır. Ama İstanbul'da kalan ve benim almam gereken dosyalarım var. Tabi birde evi kapatmamız gerekiyor. Eşyalarımızı toparlayalım. Beraber gideriz diye düşündüm. Ordan da Ankaraya geçmemiz gerekiyor haliyle. Kalacak bir yer ayarlarız ikimiz olmaz mı?"

 

"Hepsini hemen mi yapacağız?"

 

Ahunun şaşkınlıkla açılan gözlerine bakıp kısık bir kahkaha attı Korhan.

 

"Beni mi küçümsüyorsun yoksa elinden hiç bir şey kurtulmaz bir kelebeği mi? Seninle üç günde neler neler yaparız biz."

 

Ahu üst dişleriyle alt dudağını kıstırıp, Korhan ne kadar ciddi tartar gibi yüzünü süzdü. Sonra aklına gelen başka bir detayla yüzü aydınlandı.

 

"Yasemine de gider miyiz Korhan? Kim bilir ne kadar merak etmiştir? Telefon bile yok ortada, araya araya aklı çıkmıştır. Gerçi babasından bizimle ilgili bilgi alabilir mi? İnşaallah almıştır yoksa çok korkar."

 

Korhan, Yasemin konusunda konuşmadıklarını adı geçene kadar hiç fark etmemişti. Ahunun yanına planlı olarak yerleştirilen biri olsa da kelebeğinin bunu çok da önemsemediği her halinden belliydi.

"Onun kim olduğunu biliyorsun."

 

Ahu omuzlarını silkti.

 

"Biliyorum. Tamam en başında beni denetlemek için bir araya getirilen ev arkadaşı ama benim ona çok büyük minnet borcum var Korhan. O sadece görev olarak görmedi beni. Her şeyi unutsam, beni Sakaryadan İstanbula getirmek için verdiği çabayı unutmam. O beni gelip almasa ben ne yapardım, nereye giderdim inan bilmiyorum. Yasemin benim için çok kıymetli. Onu hayatımdan çıkarmak istemiyorum ki."

 

"Çıkarmak zorunda değiliz kelebeğim. Tabiki gideriz. Senin kalan tüm eşyalarını da alırız."

 

Ahu kuş gibi hafiflemiş hissetmişti bunu duyduğunda. Son günlerde Yasemin aklına daha sık gelir olmuştu. Aramaya cesaret edemedi ama. Neyi ne kadar biliyor, bilmeden öylece telefonda Ahi ve Suhandan bahsedemezdi. Ama çok da istiyordu. Kardeşlerinin hayatta olduğunu bilmiyorsa öğrenmeyi en hak eden insanlardan biriydi Yassemin.

 

"Ne zaman gideceğiz belli mi Korhan? "

 

"Yarın sabah olur muhtemelen. Babam nasıl Ahu Nar? Güzel şeyler duymaya o kadar çok ihtiyacım var ki."

 

Ahunun tüm yüzünü kaplayan tebessümüyle söyleyecekleri için sabırsızlandı. Ama Ahu başını iki yana sallayıp elini kavramış, onu çekiştirmeye başlamıştı bile.

 

"Gelde kendin gör canımın içi."

 

Ahunun seker gibi yürüyüşüne hızlı adımlarla eşlik etti. Onlar için ayrılan kanatta her birine oda tahsis edilmişti. Anne ve babası için düzenlenen odanın kapısına geldiğinde Ahu kapıyı iki kez tıklattı. Kapıyı açtıklarında Ahi ve Tarık yatakta oturuyor aralarındaki küçük taş oyununa bakıyorlardı. Suhan ve annesi ise ikisini dikkatle izliyordu. O kadar birbirlerine dalmışlardı ki kapıyı çalmalarını yada içeri girdiklerini bile duymamışlardı.

 

Bir karenin üzerine çizilmiş yollarla üç kırmızı ve üç beyaz taş sıralanmıştı. Korhan böyle bir oyunu hatırlıyordu. Aynı renkten üç taş tek bir sıra haline getirildiğinde oyuncu oyunu alırdı. Ahi beyaz bir taşı hareket ettirdi.

 

"Hadi bakalım, bu eli de alayım da gör."

 

Tarık başını yan yatırmış kırmızı taşlarına dokundu önce. Hangisini hareket ettirse bir sonraki hamlede Ahi üç taşı da sıralıyordu. Sonra yüzünde minik bir tebessüm yeşerdi ve daha da büyüdü. Ortadaki taşını Ahinin taşının önünü kesecek şekilde hareket ettirdi. Ahi hep sağ ve sol taşlarıyla adım atan adamın ortaya hiç dokunayacağından emindi üstelik. Şimdi iki taşının önü de Tarığın kırmızılarıyla kapnmıştı. Hareket imkanı lan tek taşını oynatırsa da bir sonraki hamle Tarığın olacak ve sıralamayı o yapacaktı.

 

"E bu bildiğin fake atmak. Kaç yaşında adamsın yakışıyor mu hiç? Oyunun başından beri hiç dokunmadın ortadaki taşına şimdi mi onu oynatasın tuttu?"

 

Ahinin mızmızlanan sesiyle Suhan kıkırdamıştı. Onun gülüşüne bakan Tarığın gülümseyen ifadesi daha da büyüdü. Dişleri görünesi arttı.

 

"Mızıkçılık yapma Ahi. Oyna taşını babam alacak bu eli."

 

Ahi somurta somurta tek hareket özgürlüğü olan beyaz taşı çekti ve Tarık da zaten bunu beklediği için hemen kırmızı taşını ondan boşalan yere hareket ettirdi. Üç taşı da sol şeritte sıralanmıştı. Sonra da muzur sayılacak bir ifadeyle Ahiye baktı.

 

Suhan hızla "babam kazandı" diye bağırıp, boynuna sarılmıştı. Birde güçlü bir öpücük bıraktığında Korhan gözlerini bile ayırmadan onları izliyordu.

 

"Sen benim kocamı çok hafife aldın yavrum. Sessiz durduğuna bakma o çok oyunbazdır."

 

Ahi sırıtıp oyun kutusunu kendine çekti.

 

"Tam da öyle oldu Nurperi anne. Adam sessiz sessiz tuzağa çekmiş beni."

 

Nurperi başını iki yana sallayıp gülümsedi. Bir kaç gündür teyze yerine Ahu gibi anne demiyor mu canına sokası geliyordu bu güzel yüzlü çocuğu. Gözleri kapı kenarında öylece onları izleyenlere değdi. Gözleri irice açıldı.

 

"Korhan! Annem ne zaman geldin sen? Ay unuttuk biz çocuğumu, girseneniz annem içeri. Ay bekliyorlar birde kapıda."

 

Korhan küçük adımlarla yanlarına doğru ilerlerken Ahu da peşi sıra onu takip ediyordu.

 

"Annem..."

 

Korhan haftalar önce gördüğü hali ile arada yüzlerce fark olan babasından gözlerini ayıramıyordu. Annesi gelip beline sarıldığında kollarını doladı ama hâlâ irisleri dikkatle babasının suratındaydı. Bu hâli onun hatırladığı babasına öyle çok benziyordu ki genzi yandı.

 

"Ona verilen ilaç sadece beyinsel hasarı değil, fiziksel eksikleri de onarmaya çalışıyormuş Korhan. Kas kütle oranı on günde ne kadar arttı inanamazsın. Ellerine bak, hiç titremiyor artık."

 

Ahunun gururla anlattıklarını duyuyor ama gerçek bir tepki veremiyordu. Ona dikkatle bakan adamdan gözlerini çekemiyordu.

 

"Hoşgeldin abiciğim. Bak şimdi ne yapacağız babamla."

 

Suhan geniş yatağa tırmanıp, oturan babasına sokuldu.

 

"Babacığım ben kimim?"

 

Tarık dikkatle ona bakan gözlerden Suhanın sesiyle koptu. Yüzü yanı başında, iri gözlerle ona bakan kıza çevrildiğinde tebessüm etti.

 

"Hadi söyle babacığım. Kimim ben?"

 

"Su... Damlası..."

 

Suhanın özenle öğretmek için saatler harcadığı kelimelerden sadece ikisiydi bu. Yüzünün yarısını kaplayan gülümsemeyle atılıp sesli bir öpücük bıraktı yanağına.

 

"Ben şimdi sana ne yaptım babacığım?"

 

Tarık elini kaldırıp yanağına dokunmuştu. Sonra düşünür gibi kaşlarını çattı. Sonra cevabı bulmuş olmanın verdiği bir rahatlamayla omuzlarını düşürüp gülümsedi.

 

"Öptün..."

 

Suhan kuş cıvıltısını andıran bir çığlıkla tekrar boynuna sarılmış bu kez bir sürü öpücük bırakmıştı.

 

Korhan büyülenmiş gibi izliyordu önündeki manzarayı. Suhanın rahatlıkla sarıldığı bedenin sakınmadığını, titremediğini, üstüne üstlük konuştuğunu duyduğunda boğazı düğümlendi.

 

Sağlıklı bir pembelik kazanmış yanaklarında, bir zamanlar rengini kaybeden ama şimdi parlayan kehribar gözlerinde gezdirdi bakışlarını.

 

"Beni sor Suhan. Hadi beni sor anneciğim. Korhan da duysun."

 

Nurperinin sesiyle bir anlık annesine baktı ama sonra hızla babasına çevirdi gözlerini. Suhan onaylar gibi tekrar başını sallamıştı.

 

"Peki bu kim babacığım?"

 

Eliyle annesini gösterip, sanki duyacağı şeyi bilmezmiş gibi heyecanla bekleyişi iç ısıtacak kadar masumdu. Tarık bu kez Suhanın eliyle gösterdiği Nurperiye baktı.

 

"Badem çiçeği..."

 

"Ya baba adını diyorum. Tamam badem çiçeği ama adı neydi?"

 

Tarık kafası karışmış gibi kaşlarını çattı. Sonra Suhana bir anlık bakıp geri Nurperiye çevirdi bakışlarını.

 

"Karım?"

 

Nurperi kıkırdadığında Suhan omuzlarını düşürdü.

 

"Anne ya adamın kafasını karıştırıyorsun. Ben ismini öğrettim. Sen gelip gidip ben senin karınım diyorsun. İsimler öğretiyoruz bu hafta."

 

Nurperi hiç de umurunda olmayan bir edayla sol omzunu silkti.

 

"Sen niye kendine su damlası dedirttin o zaman? Ben sana bir şey diyor muyum anneciğim? Hem karım dediğinde de herkes kime diyor anlıyor ki zaten ne farkı var?"

 

Suhan kimlikler üzerine yapılan çalışmayı annesine bir kez daha anlatmayacaktı. Esefle iç çekip babasına baktı.

 

"Nurperi babacığım. Hadi söyle de abimde duysun. O Nurperi."

 

Tarık kim konuşursa onu dinler, konuşma bitene kadar bakışlarını üzerinden ayırmazdı. Suhanın cümlesi bittiğinde Nurperi "hadi söyle Tarık, sonra bana kızıyor" diye nazlandı. Tarık bu kez de Nurperiye bakmıştı.

 

" Nurperi Karım..."

 

Nurperi kıkırdadığında Ahu ve Ahi de tutamamıştı kendini.

 

"Bak bende söyle diyorum ama adamcağız karım demeyi seviyor su kuşum. Ben ne yapayım?"

 

Suhan emeklerinin annesi tarafından sabote edildiğine trip atacak gibi olsa da babasının annesinin kahkahasına bakıp gülümsediğini gödüğünde vazgeçti. Sonra da büyük bir gururla tekrar ağabeyine baktı.

 

"Gördün mü? Ahu da diyor, Ahiyi karıştırıyor ama. Bir iki gün çalışırsak hangisinin Ahi hangisinin Ahu olduğuna emin olacak. Çünkü Ahi benim adım ne dediğinde hep Ahu karşılığını aldı."

 

Korhan yüzünde varlığından habersiz, iç sızlatan bir ifadeyle yatağa doğru ilerledi. Yanlamasına oturduğunda babası da dikkatle onu izliyordu.

 

"Benim de adımı biliyor musun baba?"

 

Tarık başını yana yatırmış dikkatle yüzüne bakıyordu. Sonra eli uzanıp ilk omzuna kondu. Sonra sürtünerek ilerleyip, sakalları belirgin yüzünde durdu.

 

"Oğlum oldu..."2

 

Fısıltıyla söylemişti bu cümleyi. Korhanın gözleri kapanıp açıldığında sakallarının arasında kaybolan hızlı bir yaş kaymıştı.

 

"Ateş oğlum..."3

 

Tarık hiç bir teşvik beklemeden tekrar konuştu. Eli hâlâ Korhanın yüzündeydi.2

 

"Kor aslanım..."3

 

Korhan dayanmadı daha fazla. Kolu uzanıp babasına dolandı. Daha önce kendi gücünün verdiği bir zorlamayla sarılabilmişti babasına. Ama şimdi yüzündeki el omzundan kayıp sırtına bile isteye yaslanınca içindeki tüm irinli ateş aktı. Günlerin, haftaların, ayların verdiği o zehirli yorgunluk hiç var olmamışcasına tüm kıyılarından çekildi. Daha büyük bir cesaretle babasını kavradı iki kolu. Kulağının duyduğu tek şey fısıltı gibi söylenen "kor aslanım" kelimeleriydi.

 

Korhan küçücük çocukken sık sık duyardı. Babasının ateş oğlu, kor aslanı, zehir akıllısıydı. Suhan belki adını öğretmeye çalışmıştı ama babası Korhana adı yerine dünyaları vermeye karar vermişti.

 

Babası onlara geri dönüyordu. Tüm evreni Korhanın üstüne yükleseler beli bükülmezdi artık. Evlerinin babası, sonunda kendi isteğiyle, özlemle oğluna sarılıyordu.

 

*************

 

Suhanın en büyük uğraşı, eğlencesi babasına yeni kelimeler öğretmekti. Ahi de her an ona eşlik ediyor. Basit zeka oyunları, kartlar, şekillerle bilişsel gelişimi destekleyecek ama yormayacak bir sürü aktivite buluyordu. Ahu ve Nurperi ise onu hareket ettirecek, güçlenmesini sağlayacak tüm motor beceriler için doktorların önerdiği fizik tedavilerinde yanında bulunuyordu.

Suhan ağabeyinin yokluğunda neyi ne kadar, ne sıklıkla yaptılarsa anlattı.

 

Korhan, ertesi gün Türkiyeye Ahu ile dönmeleri gerektiğini söylediğinde ortamda biraz sessizlik olmuştu ama gerekli olmasa kimsenin burdan ayrılmayacağını bildikleri için ses etmediler.

 

Bir ara Ahi ile Korhan ortadan kaybolduğunda Ahu ne yaptıklarını merak etti ama döndüklerinde ikisinin de yüzü gülüyordu. Hatta Ahinin yüzü sanki biraz daha fazla gülüyordu.

 

Gece yarısı herkes odalarına dağıldığında uçuşun sabah beşde olacağını söylemiş, geceden vedalaşmışlardı hepsiyle.

 

Ertesi sabah onlar için her daim hazır tutulan jete binip, dört saat sonra İstanbula indiklerinde Ahunun bacakları bile uyuşmuştu. Gece Korhanla uzun uzun sohbet etmek, belki uzak kaldıkları zamanın özlemini dindirmek istemişti ama geç yatışları, erken kalkacak olmaları ve en önemlisi Korhanın zerresine kadar yorgun hâli onun önünü kesmişti.

 

Korhan ilk olarak ofisine gitti. Zahir Ankaradaki ofisteydi. Burda kalan, sadece Korhana ait dosyalar toparlandığında çıkmaları uzun sürmedi.

 

Ahu o kadar uzun zamandır evinden uzaktı ki kapısına geldiklerinde bir an heyecan bastı içini. Küçücük kutu evlerinden neler yaşamışlardı?

 

"Özlemişsin kelebek."

 

Kapı aralanıp da uzun süre kapalı kalmanın neden olduğu hafif basık koku yüzüne çarptığında hoş bir koku solur gibi içine çekti Ahu.

 

"Öyle çok özledim ki."

 

Ayakkabılarını çıkarıp içeri adımladı. Her şey bıraktığı gibiydi. Salondaki kanepede, aslında Korhan ait olan ama en son Ahunun giydiği hırka duruyordu. Tebessümle süzdü. Sonra yatak odalarına doğru yürüdü. Ardından gelen Korhanın farkındaydı.

 

"Tüm ömürümü burda geçirmiş gibiyim. Her yerinde bir anım var. Burayı çok seviyorum Korhan."

 

"Burası hep bizim evimiz olacak kelebek. Sadece almak istediğin eşyaları toparlarız. Geri kalan her şey burda dursun. Özlediğinde kalkıp gelmek hiç de zor olmaz bizim için."

 

Ahu bu duyduğuyla hızla ardına döndü. Sevinçle siyah incileri parlıyordu.

 

"Nasıl yani? Tamamen boşaltmayacak mısın burayı?"

 

Korhan başını iki yana salladı.

 

"Hiç öyle bir planım olmadı. Burası bizim evimiz. Seni kollarıma aldığım, bana sığındığın, bana aşık olduğun, benim olduğun ev. Kimsenin buraya sahip olmasına izin vermem. Hiç bir eşyanın yerinin değişmesine bile müsade etmem. Kıymeti çok büyük."

 

Ahu yanına sekerek gelip hızla dudaklarına sesli bir öpücük kondurdu.

 

"Çok sevindim Korhan. İstanbuldan ayrılmak beni üzmüyor ama bu evin artık bizim olmayacağını düşünmek çok üzmüştü. Sık sık gelemesek bile hâlâ bizim olduğunu bilmek yetecek bana."

 

Korhan dudağına bir öpücük bıraktı.

 

"Saftirik kelebek..."

 

Bu sefer biraz daha ses getiren öpücük çenesine kondu.

 

"Ben hiç elinin değdiği bir şeyi yok eder miyim?"

 

Öpücükler boynuna kaymaya başladı.

 

"Beni kendine divane ettiğin zamanlar saklı duvarlarında."

 

Geriye çekilip çok daha ateşli, ıslak bir öpücük dudaklarında yerini buldu.

 

"Hiç senin kokunun sindiği eve başkası sahip olsun diyebilir miyim?"

 

"I-ıhhh düşünürken bile kıskançlığından delirirsin sen."

 

Ahu sataşan sözlerinin sonuna tatlı bir kıkırtı da eklediğinde Korhanın üzerine atılmasından son anda kurtuldu.

 

"Gel buraya göstereceğim ben kıskançlığı..."

 

Korhan, yatağın diğer tarafına kaçıp, birde şımarıkça gülümseyen Ahusunu tutacakken telefonu çaldı. Eli cebine gidip arayana baktığında gözleri Ahuya değmişti ilk.

 

"Buna bakmam gerekiyor kelebeğim, ben konuşurken sende valizlerimizi çıkarır mısın? Beraber toparlarız."

 

Ahu işle ilgili bir telefon olduğunu düşünüp, çok önemsememişti. Omuzlarını silkerek dolaba doğru yürüdü.

 

"Hallederim ben, konuş lütfen sen. Sonra da Yasemine gidelim ama, sürpriz yapacağım."

 

Korhan onaylar gibi başını ssallayıp, hâlâ çalan telefona bakmak için odadan çıktı. Ahu da o sırada iki büyük valiz çıkararak, dolapta bulduğu ve işlerine yarayacağını düşündüğü kıyafetlerini askılı halde valizlere yerleştirmeye başladı. Neredeyse bir saate yakın Korhan geri dönmemişti. Ahu da bu sırada dolaptaki işini bitirmiş, belki gider gitmez fırsat bulunmaz düşüncesiyle banyo malzemeleri için küçük bir çanta daha yapmıştı.

 

Korhan içeri girdiğinde ağzı kapanmasa da doldurulmuş valizlere baktı. Banyodan çıkan Ahu ile göz göze geldiğinde yüzünde mahcup bir tebessüm vardı.

 

"Afedersin kelebek, biraz uzun sürdü. Telefondaki kas kafalının teki, bir kere anlattığında anlamıyor, aksi gibi inatlaşıyor da. Bitiremedim bir türlü."

 

Ahu hiç de alınmış görünmüyordu.

"Hallettim ben canım, sen fermuarlarını kapat da çıkaralım odadan. Takımlarının hepsini alacak kadar valizimiz yok Korhan. O yüzden en çok tercih ettiklerinden on tanesini koyabildim."

 

Korhan uzanıp, kafasına öpücük bırakmış sonra da ona verilen işi yapmak için valizlere dönmüştü.

 

"Sorun değil güzelim. Şimdilik yetecek üç beş şey alsan tamamdı aslında, yorulmuşsun. Orda kapsamlı bir alışveriş yaparız."

 

Beraber valizleri kapıya çıkarıp, eve son kez baktılar. Korhan sanki Ahunun göreviymiş gibi anahtarı ona uzatmış ve kilitlemesini sözsüz bir çağrıyla belli etmişti. Ahu kapısını kilitleyip, parmak uçlarıyla da çelik kasasına dokunduğunda Korhan başını soluna yatırmış bir vaziyette onu seyrediyordu.

 

"Ne tuhaf..."

 

Ahunun mırıldanması Korhana ulaştığında, devam etmesini bekler gibi kaşları hafif havaya kalktı.

 

"Üniversiye için Sakaryadan ayrılırken hiç dönüp eve bakma isteği hissetmemiştim. Anneannem öldüğünde karşıdaki evden ayrılırken de ardıma bakmak aklıma gelmedi. Bir evle vedalaşmak nasıl bir şey ilk kez tadıyorum. Cansız bir cisme böyle bağlı olunabilmesi... Tuhaf işte."

 

Korhan eşyalara anlam yükleyen bir adam değildi ama yaşanmışlık saklayan eşyaların değerini anlayabiliyordu. Manisadaki evlerine ne zaman gitse gözü mutlaka bir kez geriye dönerdi. Sadece en son gidişinde bakmamıştı. Her geldiğinde yada ayrıldığında ona verdiği hissi söküp alan evle bağı bitmiş gibiydi çünkü. Ahu ise şu an kapısını kilitlediği evi sevgiyle anımsayacaktı. Kötü günleri vardı ama iyi günler de yaşatmıştı kısacık sürede bu ev. Korhanın Manisadaki evi on dört yıl boyunca geçmişte saklanan güzel günleri hatırlatırken, en son gittiğinde on dört yılda yaşanılan acıları çarpmıştı yüzüne.

 

Bir şey demeden , asansörün kapısını açarak valizleri içeri yerleştirdi ve Ahunun binmesini bekledi.

En son valizler arabanın bagajında yerlerini aldıklarında Yasemine doğru yola çıkmışlardı.

 

Ahu yerinde kıpır kıpır edip yolları izlerken, baktığı her şeyle vedalaşır gibi tebessüm saçıyordu.Korhan ise sadece gözünün kenarıyla onu seyretti.

 

Sonunda Ahunun dört yılını geçirdiği evin kapısına geldiklerinde Ahu derince bir nefes almıştı.

 

"Ahiyi bilmiyorsa sevinçten delirecek. Sen eminsin burada değil mi Korhan? Memleketine gitmemiş?"

 

"Ceyda araştırdı kelebeğim. Staj yaptığı hastane, kadrosuna dahil etmiş mezuniyet sonrası. Bir aydır ebe-hemşire olarak çalışıyor."

 

Ahu terleyen avuç içlerini pantolonuna sürtüp, başını salladı.

 

"Hadi gidelim, onu çok özledim."

 

Ahu önde Korhan arkasında ilerlemeye başladılar. Ahu yüzünde buruk bir tebessümle kapı şifresini girmiş, açıldığında gülümsemişti.

 

"Değiştirmemişler hâlâ."

 

Mırıldanarak içeri adımladı. Asansör kendi katlarında durduğunda Ahu öğrenciliğinin en yorucu zamanlarını geçirdiği kahverengi, çelik kapıya bakıyordu. Korhan zile bastığında soluğunu tuttu.

 

Kapı aradan bir dakika geçmeden, gözleri irice açılmış kız tarafından aralanmıştı.

 

"Ahu!!!!"

 

Bağırtı gibi bir ses koridorda yankılandı.

Ahu ise başını az eğmiş, masumca gülümsüyordu.

 

Yasemin kapı dürbününe bir an bakmış, gördüğünü idrak edemeden kapıyı aralayacak olmuşken tekrar gözünü dürbüne dayamıştı. Ahuyu gördüğünü gözleri kabullense de beyni algılamakta zorluk çekiyordu.

 

"Ben geldim Yasemin."

 

Yaseminin aralanmış ağzına bakıp, kıkırdadı.

 

"İçeri almayacak mısın bizi?"

 

Yasemin dehşetinden bir an bile kaybetmediği ifadesiyle atılıp Ahuya bir anda sarıldı.

 

"Allahım aklımı oynattıracaksın bana Ahu! O telefonun nerde senin? Kafayı yiyeyim diye nerene soktun Ahu? Allahım yarabbim, gir içeri gir çabuk. Hoşgeldiniz Korhan bey. Yürü Allahın cezası polise gidecektim ba... Yani aklımı aldın Ahu!"

 

O kadar hızlı ve yüksek sesle konuşuyordu ki Ahu sadece telaşına kısık tutmaya çalıştığı kahkahalarıyla karşılık verebiliyordu. Ona söylenirken Korhana selam vermeyi de ihmal etmiyordu birde.

 

Korhan ise başını iki yana sallayıp aralık duran kapıyı kapattı. Salonda bağırtı şeklinde konuşmaları rahatlıkla duyabiliyordu.

 

"Sen nerdesin Ahu? Bana sakın Muğla deme son bursumla gittim baktım rezil durumda orası. O annen olacak! Tövbe Allahım oraya da bir kere gitmişsin, haberi yok kimsenin. Kimse de bana bir şey söylemiyor, beni habersiz meraktan öldürdün."

 

Ahu teleşını gördükçe vicdan azabı büyüdü. Bilmeden nasıl derde sokmuştu arkadaşını. Birde kalkıp Muğlaya gitmişti onun için. Yüzü yandı utançtan.

 

"Çok özür dilerim. Ben inan düşünemedim, Yasemin öyle şeyler oldu ki benim... Çok özür dilerim."

 

Yasemin tam nasıl aklına gelmez diye bağıracak oldu onları dikkatle izleyen adama gözünün kenarıyla baktı.

 

"Aklın nerdeydi Ahu? Neyse misafirimiz var şimdi rencide etmeyim seni canım arkadaşım."

 

Dişlerini birbirine bastıra bastıra kurduğu cümleye Korhan kaşlarını kaldırarak bakmış, Ahu ise kıkırdamıştı. Sonra arkadaşının ellerini kavradı. Derince bir soluk aldı.

 

"Baban sana benden haber vermedi mi Yasemin? En azından merak etmemen için hiç mi bir şey söylemedi?"

 

Yasemin "babam ne alaka..." diye tekrar bağıracak gibi olduğunda Ahunun yüz ifadesiyle duraksadı. Sonra kaşları çatıldı, emin olmak ister gibi bir süre bakıp kaldı. Gözleri korka korka Korhana çevrildi. Korhan ise tek kaşını kaldırılmış bir ifadeyle onu süzüp, kendi evinin konforunda hareket eden bir ev sahibi gibi geçip koltuğa kuruldu. Yaseminin yutkunmasıyla Ahu kıyamadı ona.

 

"Biliyorum Yasemin. Yani babanın kim olduğunu, bizim neden ev arkadaşı olmamız gerektiğini..."

 

Yasemin bir anda korku kaplamış irisleriyle Ahuya baktı.

 

"Allah canımı alsın ki öyle değil Ahu. Yani tamam öyle ama sen beni bir dinle. Vallahi billahi kötü bir şey yapmadım. Bak bir dinle önce! Ben bir anlatayım, tamam ev arkadaşı olmak için şey oldu. Ama sonra öyle olmadı. Yani kızım biz senle beraber uyuduk, yedik, içtik. Yani tamam babam benim devletin bir biriminde... Bana senin adını soyadını verip ev arkadaşı... Yani tamam öyle değil babam dedi ama ben dedim ki bi bakayım öyle olmaz. Ben vallahi billahi onlar ne iş yapıyor bilmem. Annemle babam benim şeyler ama öyle değil aslında. Kötülük olacak tek bir şey... Korunması lazım dediği için yoksa benim hiç alakam yok ki. Dümdüz ebeyim ben, çocuk doğurtturuyorum, çatı muayenesi yapıyorum."

 

Ahu atılıp, iki kolunu kavradı. Soluk alamdan konuşan kızı durdurmak için

" Yasemin" diye bağırdı. Yasemin tam devam edecekken Ahunun sesiyle duraksadı.

 

"Tamam biliyorum. Sen sadece babanın verdiği görevi yaptın. Korunmam lazımdı, güvenli bir evde olmalıydım bu da senin için çok uygundu. Babanın ne iş yaptığını biliyorum, haliyle anneninde. Sakin ol, kızgın değilim."

 

"Ya bak Ahu vallahi billahi öyle yayın falan yapmadım. Zaten bir tek ev arkadaşı olmamı istedi. Röntgenlemedi kimse seni. Arada bir sağlığını, iyi olup olmadığını, ters bir şeylerin varlığını sorguladı o kadar."

 

"Yasemin duyuyor musun beni? Bağırıp durma! Neyse durum biliyorum ve sakinleş, tükürük saçıyorsun şu an."

 

Yasemin, Ahunun ona takılan bir ses tonuyla cümlesini bitirmesi sonucunda sakinleşti. Birde mahcupça gülümseyip, bahsedilen tükürükleri silmek ister gibi Ahunun yanağına, çenesine elini sürttü.

 

"Sen kızmaya gelmedin mi?"

 

"Hayır tabiki, seni özlediğim için geldim. Yeni işe girmişsin, o kadar sevindim ki. Memnun musun?"

 

"Yahu boşver sen onları, sürünüp gidiyoruz işte. Üzerime işiyorlar Ahu doğururken. Neyse bunlar önemli değil sen anlat. Ne yaptın, nasılsın?"

 

Ahu, Yaseminin veryansınına kıkırdamıştı. Nasıl tatlı dertleniyordu, çok özlemişti bu hâllerini.

 

"İyiyim. Bakma öyle gerçekten çok iyiyim. Üstelik sana haberlerim var. Sanırım bilmiyorsun."

 

Yasemin ihtiyatla Ahunun karnına bakmıştı. Haber dediğinde bir ebenin aklına galiba sadece bebekler geliyordu.

 

"Ahiyi biliyor musun Yasemin?"

 

Sesi tiremişti. Yasemin ise bu soru ona bunca zamandan sonra neden soruldu anlamadığı için korkuyla Ahuya bakmış sonra Korhan çevirmişti gözlerini. Acısı arkadaşını neye dönüştürdü anlayamadı. Ahinin yokluğu psikolojisini mi bozmuştu da ölen kardeşini bunca zaman sonra soruyordu Yasemine?"

 

"Ahu..."

 

Ahu ise ellerini kavrayıp, kocaman bir gülümsemeyle baktı Yasemine.

 

"Ahi geldi Yasemin. Suhanla beraber döndü bize."

 

Şimdi ise Yaseminin gözlerinde kocaman bir dehşet vardı. Hızla başı Korhana çevrildi. Telaş her hücresini sardı, aklını yitiren arkadaşı için kalbi göğsünü dövmeye başladı. Medet dilenir gibi "Korhan bey" diye mırıldandı. Korhan ise kızın düşündüklerini anlamış bir ifadeyle başını onaylar gibi salladı.

 

"Ahu Narın söylediği doğru Yasemin yani hayır, arkadaşın kafayı yemedi. Ahi ve Suhanı bulduk. Eve getirdik onları."

 

Yasemin çok daha büyük bir şokla baktı ikiliye. Ahu onaylar gibi başını sallayıp, gülüyordu. Korhan ise oldukça ciddiydi, yani Yaseminle dalga geçecek bir tipi de yoktu.

 

"Ama... Ama nasıl olur? Ahu mezarı... Ama..."

 

"Baban beni neden gözünün önünde tutmanı istediyse, korunmam gerektiğini düşündüyse bu sebepten Ahiyi ve Suhanı bizden almışlar Yasemin. Uzun uzun anlatamam ama öldü göstermişler. Bulduk onları sonunda. İyiler. Bizimleler artık. Ama seninle vedalaşmaya geldim ben. İstanbuldan gidiyoruz, seni görmeden gitmek istemedim. Ne sebeple olursa olsun sen bana kız kardeşlik yaptın Yasemin. En zor anımda beni koruyup, kolladın."

 

Yasemin, Ahu konuştukça ne düşüneceğini, ne hissedeceğini bilemedi. Ahi ve Suhan için bir anda sevinçle dolan kalbi, Ahunun gideceğiz sözüyle sekteye uğradı.

 

"Ama nasıl? Nereye gideceksiniz? Gitmeyin, Ahi nerde şimdi? Nasıl öldü göstermişler, Allahım aklımı oynatacağım şimdi."

 

"İnan her şeyi sana anlatmak çok istiyorum. Anlatamayacağım çok fazla şey de var Yasemin. Sadece iyi olduklarını bilsen. Baban gibi düşün. O da mesleği hakkında çok şey söyleyemiyor sana, bizimde söylememiz mümkün değil. Sadece artık iyi olduğumu bilmeni istedim. Ankarada olacağız bundan sonra."

 

Yasemin omuzları düşmüş bir hâlde bu kez Korhana baktı.

 

"Televizyonda gördüm sizi sürekli. Ahuya dair hiç bir şey olmayınca... Bir şeylerin hiç de bana söylediğiniz gibi olmadığın anladım ama bu... Yaşıyorlar ha..."

 

Yasemin yorgunluk çökmüş bir ifadeyle arkadaşına bakıp, tebessüm etti. Sonra da en başından yapmayı akıl edemediği o şeyi yapıp Ahuya doladı kollarını.

 

"Kardeşine kavuştuğun için çok sevindim Ahu. O kadar çok dua etmiştim ki acının hafiflemesi için, acının bittiğini öğrenmek çok iyi geldi bana. Gidecek olmana çok üzülüyorum. Ama iyi olmanı da çok istiyorum. İy ol canım arkadaşım."

 

Yasemin burnunu çekip, geriye çekildiğinde ağlamaklı ifadesini örtmeye çalışan bir gülümsemeyle Korhana baktı bu kez.

 

"Ahu, hep ona ben yardım etmişim gibi konuşuyor ama siz ona bakmayın Korhan bey. Hastalandığımda yetiştirmem gereken ödevlerimi yapan, bana çocuğu gibi bakan asıl kendi."

 

Sonra Ahuya bakıp daha büyük gülümsedi.

 

"İlk kez canlı doğuma girdiğimde okulu bırakıcağım diye ortalığı yıkmıştım da bir tek sen sakinleştirmiştin beni. Birde kaç doğum belgeseli izledin benimle beraber sabaha kadar. Alışmam için ne kadar kahrımı çektin."

 

Sonra dudağı titreyip, tekrar Ahuya sarılırken küçük bir hıçkırık kaçtı ağzından.

 

"Ben hep geleceksin diye bekledim Ahu. Kendini toparlayıp, evimize geri döneceksin sandım. Şimdi nerden çıktı bu gitme? Ben ne yapıcağım sensiz?"

 

Ahu dağılmış saçlarını okşaya okşaya sakinleşsin diye biraz zaman verdi.

 

"Sen galiba beni çok yanlış anladın arkadaşım. Gidiyorum ama bu senden ayrılıyorum demek değil ki. Sık sık seni görmeye geleceğim ben. Sende geleceksin ayrıca. Ankara çok da uzak değil. Benim seninle kopmaz bir gönül bağım var Yasemin. Hayatından çıkamam ki ben. Eksik kalırım."

 

Yasemin nerdeyse küçük bir çocuk gibi ağlayacaktı şimdi. Ahu ona sarılırken hızlı hızlı başını sallıyordu bir yandan da.

 

"Tabi de hep geleceksin. Bende gelirim. Ankarayı seviyorum ben. Gezdirirsin beni kaç tane AVM si varsa. Aspavaya falan götür. Ahi nerde? Of ya onu da görseydim bari. Bu ne canım, filmlerdeki gibi bir hayatın içine nasıl düştük biz Ahu?"

 

Ahu iç çekip "hiç sorma " diye mırıldandı. Yasemin bu kadar duyduğuyla böylesi bir cümle kuruyorsa asıl başına gelenleri bilse ne düşünürdü acaba? Korhan kalan eşyalarını almasını istemişti ama Yasemini böyle görünce eli gitmedi. Onu tamamen terk ediyormuş gibi hissettirirdi kalan üç beş şeyi de toparlaması.

 

Geriye çekildiklerinde Yaseminin gözleri kıpkırmızıydı. Ağladığında olduğu gibi hemen şişmişti bile. Sevgiyle baktı Ahu.

 

"Şimdi gitmemiz gerekiyor Yasemin. Ama kısa sürede Ankarada düzenimizi kuracağız. O zaman sen geleceksin bana."

 

Yasemin elinin üstüyle akan burnunu silmiş birde seslice çekmişti. Sonra da Korhana baktı.

 

"Kardeşlerinizi buldunuz ama sizin yollar ayrılmıyor anladığım kadarıyla Korhan bey."

 

Korhanın dudağı sola doğru kıvrıldı.

 

"Öncelikle Korhan demeni tercih ederim Yasemin. Daha önceki gelişimizde bu konuyu halletmiştik diye hatırlıyorum. Ve hayır, bizim Ahu Narla yollarımız ayrılamaz. O benim kelebeğim, benden uzakta olmasının imkanı yok. Bende ondan uzakta çok yaşamam zaten."

 

Yasemin seri, sakin bir ses tonuyla konuşan adamı gözlerini iri iri açarak dinlemiş, sonra akan burnunu tekrar sesli bir şekilde çekmişti.

 

"Oha, aşk itirafına bak. Ahu bu adam hâlâ ne düşünüyorsa olduğu gibi söylüyor."

 

Ahu kıkırdayıp, Korhana göz attı.

 

"Çok daha beter artık durum Yasemin. Ama haklı, ben ondan uzak olamam artık. Her şeyim oldu benim."

 

Yasemin, Korhanın sözlerine karşı şaşırdıysa şu an dimağı çatlamıştı. Onun aşkı, sevgiyi kemiklerin latince telaffuzuna gömen arkadaşı mıydı bu sözleri söyleyen?

 

"Ahu yol üstü uğrayıp, beni dümdüz etmek mi çekti canın? Ben daha Ahi ve Suhana bile yeterince şaşıramadım ki."

 

Ahu bu kez şaşkın haline kahkaha attı.

 

" İzinli olduğun bir gün Ankaradasın, o zaman uzun uzun konuşalım senle."

 

Yasemin başını sallayıp, Ahuya yaklaştı tekrar. O söylemeden Ahu anlamıştı istediğini. Kollarını doladı dört yıllık ev arkadaşına.

 

"Kendine iyi bak Yasemin. Ve en kısa zamanda mutlaka beni göremeye gel. Ahi ve Suhan da seni görünce çok mutlu olacaklar."

 

Yasemin tekrar ağlamak istemiyordu ama burnu yanıyordu. Son kez arkadaşına sarılıp geriye çekildi.

 

"Çok mutlu ol canım arkadaşım. Sen her şeyin en güzelini hak ediyorsun Ahu. Umarım beraber bir ömür çok güzel günleriniz olur."

 

Bunu söylerken Korhana da bakmıştı .Korhan da memnun bir tebessümle elini uzatıp, sıktı.

 

"Seninle ilk tanıştığımda da çok memnun olmuştum Yasemin. Ankarada seni bekleyen arkadaşını sakın ihmal etme. Evimizin kapıları her zaman açık sana. Ve bir ihtiyacın olursa mutlaka haberimiz olsun. Şimdilik hoşçakal."

 

Son kez vedalaşıp, çıktıklarında Ahu kuş gibi rahatlamıştı. Hem sevincini paylaşmak, hem arkadaşını görmek çok iyi gelmişti ona. Asansör aşağı katta durduğunda Korhan, Ahuya baktı.

 

"Ben telefonu yukarda, kanepede unutmuşum kelebeğim. Al anahtarı, sen arabaya geç hemen geliyorum."1

 

Ahu bir şey diyemeden Korhan tekrar kapısını tuttuğu asansöre binip, üst kata çıkmaya başlamıştı bile.

 

Ahu arabada Korhanı beklerken kapıyı gözlüyordu. On dakika olmadan Korhanı seri adımlarla arabaya yürürken gördü.

İçeri girdiğinde yüzüne bakıyordu. Tuhaf bir tebessüm vardı simasında.

 

"Hayırdır?"

 

Ahunun sorusuyla Korhan yüzüne baktı.

 

"Nasıl?"

 

"Gülümsüyorsun da bir şey mi oldu?"

 

"Yok, bir şey olmadı. Senin bu ev arkadaşın önceki gibi sana iyi bakmam gerektiğine dair minik uyarı cümleleri kurdu da ona gülüyorum. Kız baya seviyor seni."

 

Duraksadı. Sonra da baştan aşağı Ahuyu süzdü.

 

"Gerçi haklı. Sevilmeyecek gibi de değilsin."

 

Ahu yapılan komplimana kıkırdayıp, kemerini bağlamak için yönünü çevirmişti.

 

"Şimdi ne yapıyoruz Korhan? Akşam olmak üzere."

 

Korhan yeni yeni kararmaya başlamış havaya, arabanın ön camından bakındı.

 

"Önce bir yemek yiyelim güzelim. Sonra yola çıkalım. Bu gece Ankarada olmamız gerekiyor, yarın çok işimiz var."

 

Ahu bahsedilen çok önemli işlerden haberdar değildi. Ama Korhanın biran önce düzen kurmak gerektiğine dair sözleri aklına gelince sorgulamadı.

 

Önce yemeklerini yemişler sonra ise karşıya geçip Ankaraya gitmek için yola koyulmuşlardı.

Trafikte geçen zaman nedeniyle yedi saati buldu Ankaraya ulaşmaları. Gece yarısını çoktan geçmişti. Yorgunluktan fersiz kalan bedenlerini dinlendirebilmek için Çankayada bir otel bulup, hemen uyudular.

Ertesi gün Ahunun aksine Korhan erken kalkmıştı. Sabahtan beri hiç telefonu susmamış, sık sık banyoda yada koridorda görüşmesini tamamlayıp, odaya geri dönmüştü. Ahu ağır basan uykunun arasından sadece mırıldanmaları duyabiliyordu. Bir süre sonra yüzündeki dokunuşlarla burnunun kıırştırmaya başladı.

 

"Ya Korhan..."

 

"Kelebeğim... Biraz işim var."

 

Ahu başını diğer tarafa çevirip, yastığına daha sıkı sarıldı.

 

"Sen hallet işlerini, uyuyayım ben ne olur?"

 

Ahunun mızmızlanışına kısık bir kahkaha attı.

 

"Biraz öyle olacak ama sonra tek başıma yapamam bunca işi. Yardım etmen gerekiyor bana."

 

Ahu yüzünü yastığa gömüp sonra da karma karışık olmuş saçlarıyla başını kaldırdı.

 

"Anlat bitanem. Anlat ne yapsın Ahun senin için? Kime dava açsın, kime şantaj yapsın söyle canımın içi."1

 

Korhan tek kaşını kaldırmış Ahunun söylenmesine dik dik baktı.

 

"Sen işleri tehditle şantajla yapmıyorsun kelebek hanım. Tatlı tatlı konuşup, insanın aklını bulandırarak çözüyorsun maşallah. Unutmadım daha doktorun evine girmek için kapıcıya yaptığın büyüyü!"

 

Ahu kafası karışmış ve uyku halinden daha da uzaklaşmış bir suratla Korhana baktı.

 

"Kim?"

 

"Doktor diyorum! Adamın evine nasıl girdik biz Ahu Nar? Sen kapıcıyı ikna ettin de girdik! Adam da böyle güzel, genç kadın adam yerine koydu beni dur şovmenlik yapayım dedi hemen açtı önümüzü. Güvenip kapımızı emanet ediyoruz böylelerine. İki güzel göze anında meslek etiği ne unutuyor!"

 

Ahu durdu. Bir süre de ne anlatıyor düşünmek için kendine zaman verdi. Sonra Ahi ve Suhanın adli tıp raporunu hazırlayan doktoru bulduklarında olanları anımsadı. Üzerinden aylar geçmiş, konusu hiç açılmamış, düşünülmeye bile lüzum görülmemiş bir şey şu an nasıl oluyor da önüne çıkıyor aklı almamıştı.

 

"Korhan iyi misin sen?"

 

Korhan sinirli bir ifadeyle ayaklandı.

 

"İyiyim tabiki Ahu Nar. Hadi kalk kahvaltı yapalım, benim bir kaç saatlik işim var o arada sende iyice dinlenirsin. Otelin spa hizmeti varmış senin için bir randevu oluşturdum, iyi gelir. Ayrıca bundan sonra benden başka kimseye lütfen falan demezsen sevinirim. Sinyal yakıyorsun sanıyor böyle gerizekalılar!"

 

Seri şekilde konuşup birde hiç Ahuya söz hakkı vermeden odadaki banyoya gitmişti. Ahu ise yatağın içinde tam olarak ne olduğunu idrak etmeye çalışıyordu. Galiba bugünkü işleri tahmin ettiğinden de zordu. Korhanı nadir bu kadar stresli görmüştü iş konusunda.

 

Kalkıp üzerini giydiğinde Korhan da elini yüzünü yıkamış bir şekilde çıktı.

Beraber kahvaltı yaptıklarında Korhan onu alnından öpüp, güzelce dinlenmesi için en az beş kez uyararak gitti. Ahu da bulduğu bu fırsatla denilenin tadını çıkarmak için bir süre şifalı sularda zaman geçirdi. Sonra buhar odasında cildini esnetip, aromaterapi ve cilt bakımının tadını çıkardı.

 

Yanında bir telefon yoktu ama masaj sonrası otel çalışanlarından biri yanına gelip, Korhanın bir saat içinde onu almaya geleceğini söylediğinde saate baktı. Öğleden sonra dördü geçmişti zaman. Ahu bu kadar oyalandığını, saate bakmasa fark edemezdi bile. Odasına çıkıp hazırlandığında ise kapı tıkladı.

 

Korhan yüzünde manidar bir gülümsemeyle Ahuyu süzüyordu. Üzerinde ince askılı, bedenini saran esnek yapılı siyah bir elbise vardı. Üzerine incecik beyaz bir gömlek almış, saçları hafif dalgalandırılmış ve Korhanın sevdiği gibi serbest bırakılmıştı. Yüzünde renk katan hafif makyajı, ayağında beyaz spor ayakkabılarıyla tam da yaşının hakkını veren genç bir kadındı.

 

Korhan neredeyse bir çok kadının kullandığı kombin, Ahuda böyle gösterişli nasıl durabilir aklı almıyordu. Dudaklarına hafif kızıllık veren bir nemlendirici, tüm yüzündeki ışıltıyı bu kadar göze çarpılır hâle nasıl getirebilirdi?

 

Yaklaşıp, kokusunu daha derinden almak için boynuna burnunu sürttü. Vücuduna sürülmüş kremin hafif kokusu ve Ahunun kendi teninin esansı büyüleyiciydi.

 

"Işık saçıyorsun kelebek. Ben yetmedim, birde Ankarayı hayran bırakacaksın kendine."

 

Ahu gülümseyip, yanağına bir öpücük kondurdu.

 

"Çok güzel zaman geçirdim bitanem. Teşekkür ederim. Şimdi ne yapıyoruz peki?"

 

Korhan geriye çekilip, baştan aşağı tekrar Ahuyu süzdü.

 

"Çok önemli bir işimiz var kelebek. Hemen çıkalım, geç kalmak istemiyorum."

 

Ahu sadece onaylar gibi başını sallamış, Korhanın ona uzanmış elini tutmuştu. Kısa sürede otelden ayrıldıklarında, yola koyuldular.

 

Ahu merakla etrafı inceliyor, ne nerde çözmek için can atıyordu. Ankaraya daha önce gelmemişti. Şimdi ise hayatını devam ettireceği şehir onunla konuşacakmış gibi caddelerini, binalarını, tabelalarını hafızasına kaydetmeye çalışıyordu.

 

Tabela Gölbaşı olarak artık şekillendiğinde Korhana baktı.

 

"Biz tam olarak nereye gidiyoruz canım?"

 

Korhan tuhaf davranıyordu sanki. Sık sık ellerini direksiyondan ayırıp pantolonunun dizlerine siliyordu. Ayrıca direksiyonu tutarken de normalden daha çok sıkıyordu.

 

"Korhan? Duyuyor musun beni?"

 

Korhan dalıp gittiği yerden Ahunun biraz yüksek sesiyle çıktı.

 

"Ne? Bir şey mi oldu?"

 

"Çok dalgınsın bugün? Tuhaf davranıyorsun. Yapacağın işle mi alakalı anlamadım ki. Nereye gittiğimizi sordum."

 

"Az kaldı kelebeğim. Haklısın gerginim biraz."1

 

Uzanıp Ahunun kucağındaki elini kavradı. Dudaklarına bastırırken "çok gerginim" diye mırldanmıştı.

 

Ahu üzerine gitmemek için artık soru sormamaya karar verdi ama Korhan gerçekten bu işi çok ciddiye alıyordu galiba. Arabanın içi klima sayesinde ılık sayılacakken bile alnında ter tomurcuğu gözüne çarpmıştı.

 

Yol ilerledikçe sakinleşmeye, şekil değiştirmeye başladı. Bina sayıları azaldı. Yeşillik oranı beklediğinden de fazlalaştı. Daha çok iki katlı villaların yer aldığı, lüks yapıların yanından geçmeye başladıklarında Ahunun kafası daha çok karışmaya başlamıştı. O yüksek katlı, ofislerin bulunduğu bir bölgede olacaklarını düşünmüştü.

 

Sonunda ise etrafı en az üç metrelik duvarlar ve yüksek ferforjelerle çevrili bir kapının önünde durdular. İçerisi görünmüyordu. Sur görünümünü andırıyordu içeriyi dışardan ayıran bu duvarlar. Ama duvarların içinde kalan ağaçlar görünüyordu.

 

"Ev mi burası? Ofis falan gibi bir yerde olmayacak mı görüşmen?"

 

Kayarak açılan bir kapı sisteminin önünde arabayı park ettiğinde Korhan yönünü Ahuya döndü.

 

"Benden bir şey istemiştin hatırlıyor musun Ahu Nar?"

 

Ahu soru soran gözlerle Korhana baktı.

 

"Dini nikahımızın kıyıldığı gün mehir olarak bir ev demiştin..."

 

Ahunun tüm yüzünü bir şaşkınlık kapladı. Fısıltıyla "Korhan" diyebildi sadece.

 

"Tüm ailemizi içinde tutacak, bize yuva olacak, ilerde çocuklarımızın oyunlar oynayacağı kocaman bir bahçeye sahip ev istedin benden. Sana verdiğim sözü gerçekleştirmek istiyorum kelebek."

 

Ahu demir kapının kayarak açıldığını fark etti gözünün kenarıyla. Tüm yüzünü kaplayan şaşkınlıkla aralanmış kapıya baktı. Sadece geniş bir yol görünüyordu.

 

"Bizim mi? Burası bizim mi demek istiyorsun?"

 

Korhan ağır ağır başını salladı. Sonra Ahunun bilinçsizce baş parmağına eziyet edişine değdi gözleri. Uzanıp iki avucu arasına aldı.

 

"Manisaya annemleri almaya gittiğimden beri bunu düşünüyorum. Orası benim için mutlu anılarımızın olduğu bir yer değil artık Ahu Nar. Geride bırakmamız gereken koca enkazları var o evin. Bunu düşündüğüm günden beri benden nikah hediyesi olarak istediğin ev var içimde. Şimdi sana bir şey sormam gerekiyor kelebek."

 

Ahu şaşkın şaşkın sadece konuşan adamı dinliyordu. Korhan ise bir elini, kendi elinin üzerinden çekip ceketinin iç cebine götürmüştü. Çıkan siyah kutuyla sesli bir soluk aldı. Korhanın tek eliyle kavradığı elini bilinçsizce kendine çekip, göğsüne yaslamıştı. Korhan kutuyu açıp da içinden bir yüzük çıkardığında Ahunun iri iri açılmış gözleri öylece yüzüğe kilitlenmişti.

 

Böyle bir şeyi o kadar beklemiyordu ki dili tutulmuştu.

 

"Sana benimle evlenir misin demeyeceğim Ahu Nar. Senin benden başka bir ihtimalin olmadığını sende çok iyi biliyorsun. Ben sana benimle bugün evlenir misin diyeceğim."

 

Korhanın gözleri açılmış kapıya anlık değip Ahunun şaşkınlık yüklü suratına çevrildi.

 

"Evimize geldiğimiz ilk gün nikahımızı da kıyalım mı kelebeğim? Takalım mı bu yüzüğü parmağına?"

 

 

Ahu, Korhanın parmaklarının arasında duran altın bir halkaya oturtulmuş kehribara ve pırlanta ile süslenmiş kelebek motifine bakıp kaldı.1

 

"Bir şey demeyecek misin güzelim?"

 

Ahu gözlerini zorla yüzükten ayırıp merakla cevap bekleyen adamın gözlerine baktı.

 

"Ama nasıl? Olmaz ki... Yani olur da annemler... Ahi yok ki. Yüzük mü aldın bana? Ama nasıl olsun, şimdi mi evlenelim?"

 

Ahunun şaşkınlık içerisinde kurduğu cümleler dudaklarının kıvrılmasına neden oldu. Başını yana yatırdı, birde masumca kehribarlarını açtı.

 

"Evlenmez misin benimle kelebek? Ahu Nar Yıldıray olacağın günü iple çektim. Yok mu diyorsun?"

 

Korhan yüzüğü kendine doğru çeker gibi hareket ettirdiğinde Ahu atılıp almıştı elinden. Birde daha iyi incelemek ister gibi gözüne yaklaştırmıştı. Bu hâli öyle komik, öyle sevilesiydi ki Korhan kısa, tiz bir kahkaha attı.

 

"Ne? Evlenmeyeceksin ama yüzük senin mi olsun?"

 

Ahu hiç de Korhanı umursamadan parmağına geçirmişti altın halkayı. Birde ışığa tutarak duruşuna bakmıştı.

 

"Evlenirim de tüm ailemiz bizi parçalar bitanem. Ne zaman aldın ki yüzüğü?"

 

Elini biraz daha kaldırıp parmaklarını oynattı. Konuşurken yüzüğünden ayırmamıştı gözlerini.

 

"Korhan narsist misin yoksa çok mu aşıksın anlamıyorum. Kehribar değil mi bu? Gözlerinin renginden yüzük bulmuşsun Korhan."1

 

Hâlâ bakışları yüzüğündeydi. Elini evirip çevirerek farklı açılarda duruşuna da bakıyordu. Korhan dayanamayıp daha sesli kahkaha attı. Sonra da havadaki elini kavrayıp üstüne sayısız öpücük bıraktı.

 

"Kehribara bir kelebek nasıl yakışıyor kendi gözlerinde, somut olarak gör istedim Nar parçası Ahu."1

 

Ahunun yüzünü kaplayan gülümsemesine baktı. Sonra dayanamayıp gülümsemesinin kenarından öptü.

Dudakları hâlâ Ahunun dudaklarına yaslıyken "bana bir cevap vermedin güzeller güzeli Ahu" diye mırıldandı.

 

Ahu Nar ise gözlerini kapatmış, hissetmek ister gibi Korhanın yüzüne avuçlarını bastırmıştı. Sonra dudakları okşar gibi dudaklarına sürtündü.

 

"Çok istiyorum Korhan. Senin gerçekten karın olmak, soy ismini almak her şeyden çok istiyorum. Ama ailemiz ne olacak bitanem? Onlarsız biz nikah kıyarsak kırılmazlar mı bize?"

 

Korhan geriye çekilip, yüzünde kocaman bir gülümsemeyle Ahuya baktı.

 

"Hadi gel o zaman. Bakalım kırılırlar mı kırılmazlar mı öğrenelim."4

 

Ahu ne demek istiyor anlamadığı için kaşlarını çatmıştı ama Korhan çoktan arabadan çıkıp kendi kapısını açmak için harekete geçmişti bile. Şaşkınlığın verdiği bir tutuklukla Korhanın onu arabadan indirmesine, kapıdan geçirip yürütmesine hiç bir tepki vermedi.

 

Çakıl taşlı yol genişleyip kocaman bir alana dönüştüğünde Ahu hızlı bir soluk aldı ama vermeyi unuttu. Hayatı boyunca gördüğü en büyük ev olabilirdi. Nereye bakacağını şaşırdı.

 

"Korhan bu ne?"

 

 

"Burası bizim yeni yuvamız kelebek. Sana her yerini göstermek istiyorum ama önce arka bahçeyi görmen gerekiyor."

 

Korhan önden giderek Ahunun tuttuğu elini çekiştiriyordu. Bir süre yürüyüp de Korhanın bahsettiği arka bahçeye ulaştıklarında Ahu öylece kalakaldı. Arabada yüzüğü gördüğünde şaşırmışsa şu an aklı onu terk etmişti.

 

Gördüklerini algılamak için bir süre öylece kaldı.

Korhan görüşünü keserek tam önünde durduğunda Ahunun siyah incileri kırpışmış ve gerçeklik- sanrı arasındaki çizgiden kurtulmuştu.

 

"Korhan..."

 

"Tüm ailemiz yanımızda olsa bugün benimle evlenir miydin kelebek?"

 

Ahu, Korhandan ayırdığı bakışlarını tekrar ardına çevirdi. Kocaman bir havuz vardı. Beyaz çiçeklerle süslenmiş bir havuz. Tüm bahçe özenle hazırlanmıştı. Ama çok daha önemlisi ona gülümseyerek bakan insanlarla doluydu yeni bahçeleri. Gözleri irice açılmış hepsinin yüzünde gezinmeye başladı.

 

Zahir tek kolunu Ceydanın omzuna atmış sırıtıyordu. Alparslan ise Şifaya ardından sarılmış, ellerini karnına dolamış bir halde onları izliyordu. Ahunun burnu yanmaya, gözleri dolmaya başladı.

 

Suhan bebek mavisi bir elibse giymiş, Ahisi jilet gibi takım elbiseyleydi. Hemen yanlarında Nurperi annesi sanki çığlık atmak isteyen ağzını parmaklarıyla örtmüş, ama heyecanla hafif zıplayışını engelleyemiyordu. Tarık babası yanlarında bir sandalyede oturuyordu. Ahunun gözünden bir yaş damladı ama yüzündeki gülümseme daha da büyüdü. Tarık babasının bile üzerinde takım elbise vardı.

 

Gözleri tek tek her yüze dokunuyordu. Aklının bir oyunu mu yoksa gerçekten karşılarında mı bu kadar insan emin olamıyordu.

 

Sonra havuzun diğer kısmındaki bir kadın dikkatini çekti. Kucağında sağa sola atılmaya çalışan bebeği zapt etmeye çalışırken eteğine sıkı sıkı tutunmuş bir kız çocuğunu da yakınında tutan yeşil gözlü kadınla göz göze geldiğinde kısık bir kahkaha çıktı. 1

 

Gözleri bir iki damla daha akıttı. "Aman Allahım" diye kısık bir nida koptu dudaklarından.

Korhanın, ağabey olarak gördüğü Asil ve yanında iki erkek çocuğu da buradaydı.

 

Veronica, Hakan, Gökay Turan, tanımadığı ellili yaşlarında güzel bir kadın, Cemil ve nerdeyse çığlık atmasına neden olacak Yasemin...1

 

Hepsi bir tepki versin diye donmuş bir vaziyette Ahuyu bekliyorlardı sanki.

 

Omuzlarına konan iki elle sıçradı. Kulağına yaklaşan dudaklar içini ürpertti.

 

"Düğünümüze hoşgeldin kelebek. Gelinliğini ben seçtim diye umarım kırılmazsın ama seni onun içinde görmezsem ölecek gibi oldum. Günlerdir rüyalarıma bile giriyor. Kara saçlı, kar tenli bir Ahuya öyle yakışır ki..."

 

Ahu ona bakan gözlerden kendini zorla çekip Korhana çevirmeye çalıştı yüzünü. Kehribarları parmağındaki yüzük gibi ışıl ışıldı.

 

"Korhan... Korhan sen ne yaptın?"

 

Hayret saklı bir tonla sorabildi bu soruyu. Korhan ise şakağına bir öpücük kondurdu.

 

"Yepyeni bir hayat kurmaya seninle evlenerek başlamak istiyorum. Evimizde, nikahlanalım. Tüm ailemiz yanımızda olsun. Tamamen benim ol Ahum."

 

Ahu kendini biraz bıraksa mutluluktan hıçkıra hıçkıra ağlayacaktı. Korhandan çekilen gözleri ardındaki kalabalığa tekrar değdiğinde hızlı hızlı başını sallamıştı. Yüzünde de öyle çocuksu bir mutluluk vardı ki Korhan bu güzel gülümseme için neler yapabileceğini kendi bile artık tahmin edemiyordu.

 

"Bu güzel, duygusal ve kendini pazarladığın şovunu bozmak istemem avukat ama her şeyde benim emeğim olduğunu ne zaman söyleyeceksin?"1

 

Alparslanın yüksek sesiyle Korhan iç çekerek gözlerini kapattı. Başı gökyüzüne doğru kalkmıştı. Ahunun kırılacağını bilmese bu adamı yaka paça attırırdı evinden.

 

Ahu ise kıkırdayıp Korhanın beline kollarını doladı. Başı omzuna düştüğünde daha çok gülmek istiyordu.

 

"Yahu tamam söyleme bari de hadi şu nikah işini halledelim. Bak akşam oldu, benim karım iki canlı. Acıktık lan halden anla biraz."

 

Korhan çenesini Ahunun başına yasladığında Ahu tüm kahkahalarını göğsüne saklıyordu. Şifanın söylenen sözlerini duyduğunda omuzları sarsılası bir histeri yakalamıştı bedenini.

 

"Ahu Nar, ne olur kovalım şunu. Bak ne istersen yapacağım söz veriyorum ama atalım şu adamı evden."

 

Ahu geriye çekildiğinde Korhanın ciddiyetine bakıp daha çok kıkırdadı.

 

"Üzgünüm canımın içi ama olmaz. Gelinin ağabeyi olarak burada bulunuyor kendisi. Ayrıca sende onu tanıdın. Burdan kovulursa nikahın iptal olması için her şeyi yapar, ahlak polisi baskını da buna dahil."

 

Korhan gözünün kenarıyla ona sataşan adama baktı. Hiç baba olacak tip var mıydı da böyle işlere kalkışmıştı acaba? Üstelik Ahunun dediklerini yapabilecek kadar aklı evvelin tekiydi.

 

"Kurda hak vermekten nefret ederim ama bu güzel gelin kızı hazırlamamız lazım Korhancığım."

 

Kendilerine doğru, yüksek topuklularının üzerinde salınarak gelen kızıl saçlı kadına baktı. Onunla bir kaç sefer karşılaşmıştı. Çok zeki, yetenekli ve hazır cevap olduğunu anlamak için de yetmişti bu süre.

 

Ahu kendinden ayrılıp kalabalığa doğru yürümeye başladı.

 

"Size inanamıyorum. Nasıl geldiniz hepiniz? Çok teşekkür ederim Veronica."

 

Veronica iki elini kavrayıp, dudaklarındaki ruju bozmamaya özen göstererek minicik bir buse kondurdu Ahunun yanağına.

 

"Tatlım organizasyonlar, düğünler, partiler bensiz bir hiç bunu anlamış olmalısın."

 

Ahu yavaş yavaş kendine yaklaşan insanlara doğru bakıp tekrar gülümsedi. Bu kez Şifa yakınına girmişti.

 

"Korhan bu konuda bizden yardım istediğinde o kadar sevindim ki Ahu. Hepimiz için çok iyi gelecek sizin mutluluğunuzu izlemek."

 

"Çok çok teşekkürler Şifa. Dünya kadar işinizin içerisinde bizim için neler yapmışsınız?"

 

Ahu, Şifaya uzanıp sarıldığında Alparslan da yanlarına yaklaştı.

 

"Bu adam despotun teki ahu ceylan. İstediği şekilde hazırlanmamış olursa beni kovmakla tehdit etti. Sen bununla evlenmek istediğine emin misin?"

 

Alparslan bilerek Korhana bakıp, sırıtışını da büyüterek göz kırpmıştı.

 

"Seni hâlâ kovabilirim!"

 

"Ama bu kız üzülür o zaman. Yani beni kovamazsın dostum."

 

Sözleri Korhana sıralamayı bırakmadan Şifayı kolunun altına çekti. Boştaki eliyle de Ahuyu başının ardından tutup, alnını öpmüştü. Korhan ise arsızlığına bağışıklık kazanıyordu galiba. Gülümsemek isteyen suratını havuzu inceler gibi soluna çevirdi.

 

"Valla şiştim, tamam yeter bu kadar sarılmanız. Az kenara çekilin canım. Adanadan geldim ben eltim için. Sende dur gözünü sevdiğim, yediğin şekeri hep üstüme başıma çaldın."1

 

Kendilerine doğru hızlı hızlı yürüyen, kucağındaki oğlan çocuğunu durdurmaya çalışan ama bu arada da söylenmeyi bırakmayan kadınla göz göze geldiğinde Ahu sesli bir kahkaha attı. İki kolu da kocaman açılmıştı.

 

"Züleyha! Allahım ağlamak istemiyorum ama siz naptınız böyle?"

 

Züleyha tek koluyla kendine sıkıca sarıldığında Ahu da aynı samimiyetle karşılık verdi.

 

"Kız neler olmuş böyle? Aklımızı oynatıyoduk ya sevinçten. Adanadan koşarak geliyodum da kapıda tuttular beni."2

 

Geriye çekildiğinde Ahu dolu dolu gözlerle Züleyhaya bakıyordu.

 

"Ahim geri geldi Züleyha. Ölmemiş, bana geri geldi. Gördün dimi onu? Tanıştınız mı, gel bak göstereyim."

 

"Oy güzel bacım benim. Tanışmam mı kapıdan girer girmez buldum ben diğer yarını. Seni beklerken iyice hasbihal ettik biz onla da. Allahıma şükürler olsun Ahu. Korhan abim Asili arayıp olanları anlattığı günden beri canım ağzımda atıyo. Bi göreyim seni diye gün saydım."

 

Ahu kendine samimiyetle bakan zümrüt gözlere dolu dolu gözleriyle baktı. Kısacık bir zamanda nasıl sevmiş, nasıl kalbi ısınmıştı bu kadına. Belki de acının en şiddetli zamanlarında avuçlarını tutmuş olmasının verdiği bir samimiyetti.

 

"Bak dediğin çıktı Züleyha. Biz gelmeden sen geldin. O kadar mutlu ettin ki beni."

 

Sonra kucağındaki bebeğe baktı. En son gördüğüne oranla ne kadar da büyümüştü? Uzanıp başının üstüne dudaklarını bastırdı. Bebek kokusunu derince soludu.

 

"Çok büyümüş. Saçlarına bak, bize geldiğinde kel kafalının tekiydi."

 

Gurur kendine gösterilen sevgiyi asla karşılıksız bırakmayı sevmezdi. Ağzından çıkardığı ıslak elleriyle Ahunun yüzüne atılmıştı. Ahu yanaklarına uzanmış tombul elleri yakalayıp bir kaç öpücük bıraktı.

 

"Ama sen bal olmuşsun böyle. Papyon takmışsın Züleyha, şu tatlılığa bak."

 

"İki dakkaya ara ki bulasın. Neyse çok şükür en azından üç beş insan bu halini görmüş oldu. Hep pasağını görüyolar da anası yıkamıyo sanıyolar biliyon mu?"2

 

Ahu tekrar kıkırdayıp gözlerini etrafta dolaştırdı tekrar.

 

"Çocukların hepsi geldi mi? Kızın Asil ağabeyin yanındaki değil mi? Allahım çok güzel bunlar Züleyha."

 

Züleyha tiz bir kahkaha atıp ardına baktı. Asil Nazlıyı kucağına almıştı, Halil ve Yiğit de ardı sıra ördek gibi adım adım takip ediyordu.

 

"İnşallah bu lafı bende sana derim eltim. Kız Ahu bunlar nasıl güzel çocuklar, maşallah pek güzel doğurmuşun diye gönlünü görürüm."

 

Ahu kapıdan girdiği andan beri öyle çok gülmüştü ki yanakları acıyordu artık. Yeni bir kahkaha kaydı dudaklarından.

 

"Ya Züleyha. Hiç değişmemişsin. Çok özlemişim seni ben."

 

Asil yanlarına yaklaştığında Ahu biraz geriye çekildi.

 

"Asil Ağabey..."

 

Asil kendine minnetle bakan kıza uzanıp, tıpkı Alparslanın yaptığı gibi saçlarının başladığı kısma dudaklarını yasladı.

 

"Gözünüz aydın olsun Ahu. Korhan olanları anlattığında çok sevindim. Allah sizi birbirinizden bir daha hiç ayırmasın. "

"Çok teşekkür ederim Asil abi. Buraya kadar geldiniz bizim için. Beni nasıl mutlu ettiğinizi bir bilseniz."

 

"Gelmez olur muyuz hiç? Züleyhayı tutamayacaktım neredeyse ama bunu da asla kaçırmazdık. Kardeşim evleniyor bugün. Ailemize çok güzel biri katılıyor, hiç gelmez olur muyuz?"

 

Ahu bu kez kucağında babasına doğru sokulmuş ama dikkatle kendine bakan kız çocuğuna baktı. Üç yaşını geçmiş görünüyordu. Saçları özenle taranmış, ikiye ayrılarak yukardan bağlanmıştı. Tabi tam bir prenses sayılacak elbisesiyle insanda sevme hissi uyandırıyordu.

 

"Sen Nazlısın. Annen çok haklıymış, gözler tam boncuk gibi olan çikolatalara benziyor. Hoşgeldin boncuk kız."

 

Nazlı biraz daha sokuldu babasına ama meraklı gözleri Ahudan ayrılmıyordu.

 

"Ahusun mu sen?"

 

Ahu bu ilginç soru şekline tatlı bir kahkaha attı. Bu sırada Korhan yanına gelmişti.

 

"Evet tatlım, Ahuyum ben. Çok memnun oldum seninle tanıştığıma."

 

Nazlı biraz kendini düzeltip, saçlarına baktı Ahunun. Beline aşağı inan siyah saçları Ahudan daha çok dikkatini çekmişti belli ki.

 

"Senin saçısın mı onlar?"

 

Ahu hayran bir gülümsemeyle başını onaylar gibi salladı.

 

"Evet benim saçlarım. Beğendin mi?"

 

"Güşelmiş. Annime gösterme, keserse görürsün."

 

Ahu ne demek istiyor anlamamıştı. Kaşları kalkmış bir hâlde ilk Asile baktı. Koca adam omuzları sarsılası gülüyor, bir yandan da Nazlının tombul yanağına öpücükler bırakıyordu.

Ahu bu kez Züleyhaya baktı. Züleyha ise kızına kınayan bakışlar atıyordu.

 

"Kız şirret nur, ucundan bi tutam kestim! Anam bu nasıl kinmiş? Unutmadın gitti ya. Çoğalsın diye yapıyom çoğalsın diye. Bi kavram saçın var, bu huyla büyürsen onu da ben yolacam."

 

Nazlıyla kavgasını bitirip bu kez Ahuya baktı.

 

"Yavaş uzuyo, az ucundan kesiyim beslensin, güçlensin dedim üç aydır mahvetti beni. Daha tövbe elimi sürmem. Kapıdan girene saçını kestim diye beni şikayet ediyo utanmadan. Evin içinde sır mır koymadı dili çözüldüğünden beri."

 

Züleyha dertlenirken bir yandan da ona bakan Korhana yaklaştı.

 

"Nasılsın ağabey? Ortalığın anasını ağlatıyon maşallah. Her yere afilli afilli resimlerini koyuyolar. Arabada Asilin söylenmelerinden fırsat kalmadı ki az tebrik edeyim."

 

Korhan kısa ama tiz bir kahkaha attı. İki koluyla, Gururu da içine alarak sarıldı Züleyhaya. Havaalanından hepsini alıp, eve getirirken kısa bir konuşma yapmışlardı. Genelde Asilin habersiz bıraktığına söylenmesi, neler olduğunu sorgulaması, başının dertte olup olmadığına dair bin yemin ettirmesi içerisinde Züleyha ile iki kelime anca konuşabilmişti.

 

"E bu benim ağabeyim diye havasını atıyorsundur inşallah. O kadar haber boşa gitmesin."

 

Geriye çekildiğinde Züleyha kınayan bir bakış attı.

 

"Aşkolsun ağabey, demem mi hiç? Adana günlük gazetesini basan adamın karısıyla ortak gün yapıyoz. Az samimiyeti ilerleteyim, bizim akrabalık bağını duyursunlar diye çalışmalara bile başladım. Züleyha Sulhan kimler kimleri tanıyomuş bilmesin mi Adana?"

 

Korhan iki parmağıyla burnunu kıstırıp, iki yana salladı.

 

"Kaç çocuk annesisin hâlâ aklın fikrin fenalıkta. Asilin yüreğine indirmeden nasıl duruyorsun?"

 

"Duramıyom abi, arabasının kaportasını elektrik direğiyle iç içe gördüğünde kalpten gidiyodu kocam. Allah güç kuvvet versin, erkenden yaşlandıracam gibi ben."

 

Züleyha böyle diyordu ama bu konudan bahsederken ki eğlencesi zümrüt gözlerinin parıltısından belliydi.

 

"Aşkolsun zümrüt göz. Ben sana bir şey olacak diye korktum. Arabayı mı taktım sanki kafama."

 

Züleyha yan yan bakıp, burnunu dikti havaya.

 

"Abi araba sürmeyi öğreniyom da bana şöyle ucuzundan, sağını solunu çarpınca pek göze gelmeyecek bi toros falan varsa ayarlan mı? Asilin arabasının değeri ben çarpınca yarı yarıya düşmüş. Yazık kocam o parayı kazanana kadar canı çıkıyo."

 

Korhan biraz evvelkinin aksine daha şiddetli bir kahkaha attı. Tek kolu Züleyhanın omzunda Asile baktı bu kez.

 

"Ayıp değil mi şu kıza üç beş kuruşun lafını yapıyorsun sen?"

 

Asil başını iki yana sallayıp iç çekti.

 

"Yahu sen yapma bari Allah aşkına. Laf arasında kazalı artık, elden çıkarmak lazım diye bir laf söylemiş bulundum, bulduğu yerde canıma okuyor. Birde Nazlıya söylenmiyor mu? Anası kızından beter halbuki."1

 

Korhan başını iki yana salladı. Züleyhayı en iyi bilenlerden biri olarak Asile biraz üzülecek gibi oldu ama bu adamı da canlı tutan tam olarak Züleyhanın bu ele avuca sızmaz halleriydi.

 

"Lafa tuttunuz bak kızı hazırlayacaz, unuttuk. Korhan abi şunu sen az tutsana. Gel kız Ahu, öldüm meraktan. Gelinliğini Korhan abim almış. Şu kızıl saçlı kadın da az bakayım dedim gözümü çıkarmakla tehdit etti. Hadi düğün görsün gözlerim."

 

Züleyha, Ahunun koluna girip onu çekiştirdiğinde toplanmış bir halde onları bekleyen kız gurubuna doğru yürümeye başlamışlardı.

 

Ahu yanyana duran Ceyda ve Yaseminle göz göze geldi.

 

"Yasemin... Seninde mi haberin vardı? Dün hiç bir şey belli etmedin, inanmıyorum sana."

 

Yasemin öne çıkıp arkadaşına sarıldı.

 

"Valla enişte siz gittikten iki dakika sonra gelip uçak biletimin hazır olduğunu, yarın mutlaka burda olmam gerektiğini , gelmezsem kapımdan alınacağımı söyleyince bir anda kendimi uçakta buldum."

 

"Enişte mi?"

 

Yasemin sırıtarak Ahunun kalkmış tek kaşına baktı.

 

"Adama bey dedik hoşuna gitmedi, enişte deyince suratındaki mahkeme salonu ifadesi kırıldı Ahu. Tüm hayatını bu kelimeyi duymayı bekleyerek geçirmiş olabilir. Ayrıca business uçuş ayarlayan kişiye de ne desem az gelecek gibi hissediyorum."

 

Ahu kahkaha attı. İçi içinden taşacaktı şimdi. Ahu bu kadar mutluluğu hiç bir anda yaşamamıştı ki nasıl baş edilir bilmiyordu. Yaseminden fırsat bulan Ceyda da sarıldı Ahuya.

 

"On gündür hepimizi ipe dizdi senin kan emici kocan Ahu. Beğenmediğin bir şey olursa çaktırmadan bana söyle de fark etmesin. Dişlerini bilemeden ben hallederim."

 

"Her şey çok güzel Ceyda. Nereye bakacağımı, ne hissedeceğimi şaşırdım sayenizde. Hepinize çok teşekkür ederim. Şimdi kalbim ağzımdan çıkacak."

 

"Hadi canım, seni hazırlayalım artık."

 

Ahu tam adım atacakken duraksadı.

 

"Beş dakika bekletsem sizi. Hepinizi birden görünce aklım durdu. Annemi, babamı göreyim. Ahiye bile bakamadım. Of kafa mı kaldı, Suhana sarılmadım hiç."

 

Ahu geriye çekilip, havuzun öbür tarafında onu sabırla bekleyen ailesine doğru koşar adımlarla ilerledi. Nurperinin kıpır kıpır hâlini görünce mahcupça bir tebessüm gönderdi.

 

"Özür dilerim annem, ben birden çok şaşırdım. Gelip sarılmadım size. Affet, beklettim öylece ayakta."

 

Nurperi hiç beklemeden Ahuya kollarını dolamıştı bile.

 

"Hiii hiç olur mu anneciğim, ben yerimde duramıyorum zaten sevinçten. Ahu evleniyorsunuz benim pamuk oğlumla. Korhan bizi kandırıyor sandım birden. Ahu burası bizim evimizmiş, Korhan dedi. Gördün mü sen? Çok güzel Ahu. Hiç ayrılmadan burda yaşayacakmışız, sana da dedi mi?"1

 

Ahu hızlı hızlı başını sallayıp, geri sarıldı Nurperiye. Ahu Korhandan bir umut istemişti o gün. Gelecek güzel günlere inanması için bir hayal kurmuştu. Bugün o hayalini gerçekleştiriyor olması yetmiyormuş gibi Ahuya kocaman bir aile veriyordu. Ne kadar kendini engellemek istese de tutamadı içinde sıkışmış bu hissi. Kısık bir hıçkırıkla sarsıldı omuzları.

 

"Hiç ayrılmayacağız annem. Birbirimizi özlemek zorunda kalmayacağız. Yan yana olacağız hep."

 

Geriye çekildiğinde Nurperi, Ahunun yüzüne aşağı kayan damlarları avuç içleriyle sildi. Kendi gözleri de nemliydi.

 

"Gözümü ayırmam ki ben artık sizden. Kimse alamaz daha da. Vermem yavrularımı."

 

Ahu yeniden hıçkırdığında Nurperi iki yanağına da bir buse kondurdu.

 

"Ağlama annem, sen gelin olacaksın. Deryamın emaneti, sen hep gül ki ben annene mahcup olmayayım. Atilla abim kızmasın bana nar kızı ağlıyor diye."

 

Ahu bıraksalar içi sökülesi ağlardı. Çok mutlu oluşuna, çektikleri ezaya, yanındaki canlarına, yıllarca geçen yalnızlıklarına ve bugün anne ve babasının yokluğunda bile var gibi oluşlarına sabaha kadar göz yaşı dökerdi.

 

Korhan tekrar peşi sıra yaklaşmıştı Ahuya. Ağladığını gördüğü an dayanamamıştı. Ahuyla göz göze geldiğinde başını yana yatırıp, gülümsedi.

 

"Korhan... Ben nasıl teşekkür edeyim sana. Babamı da getirmişsiniz, doktorlar izin verdi değil mi? Onu sıkıntıya sokacak bir şey yapmayalım Korhan."

 

"Merak etme kelebek, haberleri var. Bir ekip beraberinde geldi zaten. Sen bunları düşünme. Bugün sadece benimle evleneceğini düşün."

 

Ahu biraz önce içli içli ağlayan o değilmiş gibi kıkırdadı. Sonra da yanlarında sırasını bekleyen Suhana doğru iki adım attı. Daha bir şey demeden Suhan hemen kollarını beline dolamıştı.

 

"Çok mutluyum Ahu. Abim bizi bu kapıdan soktuğundan beri o kadar güzel şeyler söyledi ki. Yep yeni bir hayat kuracakmışsız. Hiç ayrılmayacakmışız. Okula döneceğiz Ahu."

 

Ahu elini narince saçlarında gezdirdi.

 

"Tam da dediği gibi olacak su kuşu Suhan. Ağabeyin bizi asla bırakmayacak. Hep beraber olacağız. Mezun olacağız, hayal kurduğumuz her şeyi yapacağız. Kapadokya'da balon gezimize ağabeyini de götüreceğiz. Daha binlerce şey sırada bizi bekliyor."

 

Suhanla sarılmayı bitirdiğinde en sona sakladığı canının diğer yarısına baktı. Ahi ise ilk kez görüyormuş gibi gözlerini Ahunun her zerresinde dolaştırıyordu.

 

"Gelin mi olacaksın Ahum?"

 

Ahu dudağında küçük bir titremeyle başını sallamıştı. Ahi ağır ağır üç adım atıp tam önünde durdu. Parmak uçları yüzüne doğru dağılmış saçlarını yüzünden uzaklaştırmıştı.

 

"Sana hiç söylemedim canımın içi ama büyüdükçe anneme benzemen bana verilmiş bir hediyeydi biliyor musun?"

 

"Ahi..."

 

"Bazen yüzünü unutacak gibi olduğumda sana bakıp, içimdeki özlemi hafifletiyordum. Dünyaya gelmeden bana bahşedilmiş en büyük armağan sensin Ahum. Beni ölümün içinde bile arayıp, bulan, azıcık benden vazgeçmeyen diğer yarımsın. Seni çok seviyorum Ahu. Korhan abi seni gelinlikle görmek için çok sabırsız biliyorum ama ben de ondan aşağı kalır değilim. Gidip gelinliğini giy güzel kardeşim. Ve lütfen ağlama. Ben canımın diğer yarısını gülerken izlemek istiyorum."

 

Ahu boynuna atılıp, sıkıca sarılmıştı.

 

"Ahim... Benim canımın içi, gözümün bebeği kardeşim. Sen olmasan ne yapardım? Bana geri dönemsen hep eksik kalacaktım Ahi. Tüm sevinçlerim buruk, yarım olacaktı."

 

Ahi bir zamanlar Ahuyu göremeyeceğini kabullenmiş o çaresiz hisleri anımsamak istemiyordu. Ahunun başka bir yerde kendinden bile fazla acı çektiğini aklına getiriyordu bu düşünceler. Yalnız kalan kız kardeşi ne halde diye düşünmekten aklını kubedeceği anları hafızasından silmek istiyordu.

 

"Hadi daha fazla bekletmeyelim Korhan abiyi Ahu. Sabahtan beri adam yere basmadan yürüyor. Elli kere geldi gitti, her seferinde kontrol ettiği şeyleri bir daha kontrol etti. Manyak bir kişilik ama sana çok aşık."

 

Ahinin serzeniş gibi çıkan sözleri Ahunun burnunu çekip gülümsemesini neden oldu. Onaylar gibi başını salladı.

 

"Haklısın. Bugün evleniyorum ama daha gelinliğimi bile görmedim."

 

Söylediği cümleyi başkası kullanmış gibi duraksadı. Sonra tekrar bir fısıltıyla evleniyorum diye mırıldandı. Ahinin ona bakışları şefkat yüklüydü.

 

Ahu ardını dönüp onu bekleyen arkadaşlarına doğru ilerledi. Kendi nikahına geç kalmak istemiyordu.

 

Evin arka bahçe girişinden içeri girdiğinde gözleri etrafta dolaştı. Merdiven kısmı dışardan da net bir şekilde görünecek cam duvarlara sahipti. Veronica merdivenlere yöneldi.

"En üst kat sizin odanız olarak tasarlandı Ahucuğum. Korhan evi kendi gezdirmek istediği için çok detay vermek istemiyorum. Gelinliğin odanızda. Saç ve makyajın için bir ekip bekliyor seni. Hızlı hareket edecekler endişen olmasın."

 

Ahu seri bir şekilde konuşan kadını dinliyor ve peşinden merdivenleri çıkıyordu. Ardından gelen kadınların mırıltısı kulaklarına geliyordu bu sırada.

 

"Abim diye demiyom hayatta paradan kaçmaz. Yerin mermerinden kendimi görüyom kız."

 

Züleyhanın bir iki saat önce tanıştığı Ceydaya söyledikleri kıkırdamasına neden oldu.

 

Ceyda da gözünü duvardaki tablolarda gezdirdi.

 

"Kelebeğine yaranacak ya kesenin ağzını açmış. Zamanında kanını kurutttuğu karşı davalardan kim bilir ne kadar kalınlaştırdı hesap cüzdanını."

 

"Allah bereket versin bak sonunda eltime yaradı. O senin yanında duran sırık gibi adam da kalontor duruyo gibi."

 

Şifa hallerine bakıp gülümsemekle yetindi. Muhabbet pek onluk değildi ama aşırı keyif veriyordu.

 

"Felaket kodaman. Babasını söylemiyorum bile, sıfırları sayacak matematiğim yok.

 

Züleyha iç çekip "zenginin malı züğürdüğün çenesini yorarmış" diye söylendi. Ahu kahkahasını tutamadı daha fazla.

Dönüp bir kaç basamak aşağıdaki kadına baktı.

 

"İnanamıyorum sana Züleyha. Seni duyanda yoksulsun sanacak."

 

Züleyha ağır ağır çıkmalarından sıkılmış olacak ki adımlarını sıklaştırıp önden ilerleyen kızıl kadına yetişti. Ahunun yanından geçerken de yan bir bakış attı.

 

"Kız malımın havasını atayım da nazarı üstüme mi çekeyim? Daha yeni doğruttuk biz bacım belimizi. Tüm Adanada gözleriyle yediler, şurda rahat edeyim dedim."

 

Sonra öylece geriden gelen Yasemine gözlerini dikti.

 

"Bak bu kızcağız daha yeni işe güce başlamış. Çocuğu çekip alana kadar üstüme işiyolar diye söyleniyodu yarım saat önce bana."

 

Yasemin kimseyi tanımadığı için köşede Ahuları beklerken yanına gelen, laf atan, tanışacağız diye de neyi var neyi yok soran kadına bakıp ağzını araladı.

 

"Aşk olsun Züleyha sen sordun da söyledim ben onu."

 

Üçüncü kata çıktıkları zaman koridorun başında Veronica tepkisiz dinlediği muhabbete bilinçsizce ortak oldu.

 

"Üzerine işenmesini mi merak ettin?"

 

Züleyha sanki çok ilginç bir şey yapmış gibi tüm gözlerin ona dikilmesiyle ne yaptığını anlayamadı.

 

"Kız merak ettim ne olacak? Ben doğururken işeyecem diye ortalığı yıktıydım da canın istiyosa işe dedilerdi. Bu kızcağız da ebeyim deyince o lafın essahı varmı diye öğreneyim dedim."2

 

Züleyha açıklamasını bitirdiğinde bu kez yetkili kişi olan Yasemine çevrildi bakışlar. Yasemin ise dudaklarını büzüp bir kaç saniye yukarı doğru baktı sonra da iç çekti.

 

"Ikınmalara göre dışkılamak bile mümkün hanımlar. Ve tabiki normal görüyoruz, sonuçta doğum bu."

 

Kurulmuş bebek gibi bu kez ise bakışlar Şifaya ve karnına çevrilmişti. Şifa birlik dışından insanların içinde sorun olabileceği için gözlerine yeşil lensler takmıştı. Onun verdiği rahatsızlıkla biraz fazla kırpıştırdı göz kapaklarını. Sonra da eli karnına gitti.

 

"Ama yok artık ya. Bana böyle şeyler düşündürmeyin lütfen. Otuz altıncı haftayı tamamlıyorum doğuma az kaldı, düşünmek istemiyorum böyle şeyler."

 

Veronica sıkılmış bir şekilde seslice nefes alıp bıraktı.

 

"Hadi şı kızı gelin yapalım. Kocası sinirlerimi bozmak konusunda çok ısrarcıydı tüm gün."

 

Sonra da Şifaya bakıp, ellerini karnına koydu.

 

"Sende doğurduğun zaman istediğini yapabilirsin tırtılım. Buna işemek de dahil."

 

Veronica Ahunun önünü açıp, kapıyı araladı.

İçeri ilk olarak Ahunun girmesini istiyordu. Avukata verdiği söz tam olarak bu yöndeydi. Ahu aralık kapıda durup, odanın ortasında onu bekleyen gelinliğine baktı.

 

 

Dişi alt dudağını kıstırmış halde, her bir santimetresinde gözlerini dolaştırdı. O kadar zarif bir görüntüsü vardı ki iç çekti. Ahu bir gelinlik hayali kuracak kadar kendiyle baş başa kalamamıştı. Onun çok daha büyük önceliklerinin içerisinde düğününde giyeceği gelinliğe ayıracak zamanı yoktu. Lakin hayal etse tam olarak böyle bir şey isterdi galiba. Zarif ama gösterişli.

 

Gelinliğini tanımlayan en önemli iki cümle bu olabilirdi. Ve Korhan Yıldıray, Ahusunu kendinden bile iyi tanıdığını tekrar gözüne sokmaktan çekinmiyordu.

 

Veronica ise kollarını birbirine dolamış hoş bir tebessümle bakıyordu gelinlik ve Ahuya.

 

"Bu gelinlik satılmak için tasarlanmamış Ahucuğum. Tasarımcısı ve aynı zamanda her şeyiyle kendi ilgilenen bir modacının eseri. Benden rica ettiğinde bir teklif götürdüm ama direkt red yedim. Israrı sonucu bir görüşme ayarlayabildim ikisi için. Avukat ikna gücü mükemmel bir karakter. Ve böylesi bir gelinliği senin zerafetin çok iyi taşıyacak."

 

Ahu odaya girip gelinliğine yaklaştı. Parmak uçları ile değdiğinde kumaşının verdiği his çok naifti. Geriye dönüp onu ilgiyle izleyen kalabalığa baktı. Sonra en geride sessizce bekleyen Suhanla göz göze geldi. Tebessümü büyüdü. Korhan bir şey istediğinde mutlaka alırdı. Bu söz bir zamanlar Suhan tarafından Ahuya kurulmuştu. Ahu bahsi geçen ağabeyi tanımıyordu ama isteklerine ulaşmakta ki ısrarını kardeşi aracılığıyla çok iyi öğrenmişti.

 

"Çok güzelmiş gerçekten. Hayal etsem bu kadar olmazdı."

 

"Saçların ve makyajınla ilgilensinler, sonra giyersin tatlım."

 

Sonra da gözleri etrafta dolaşıp Züleyhaya takıldı.

 

"Sende gel bakalım, oğlun da tıpkı sen gibi asla durmuyor. Saçlarının dalgalarını bozmuş. Düzenleyelim seni."

 

Züleyha hiç beklemediği çağrıyla yüzünde kocaman bir gülmüseme açtı. İçeri girip yanlarına yaklaştı.

 

"Hay Allah razı olsun senden. Ha eltim maşallah gelinliğin de çok güzelmiş, melek gibi olacaksın valla. Aslan abim hiçde şurası burası açık diye esirgememiş bak. Benimki olsa memen görünür Züleyha diye didiklediydi beni."

 

Ahu kıkırdadığında diğer kızlar da içeri girip, peşlerinden makyaj ekibinin girmesine izin verdiler. Üç genç kadının yönlendirmesiyle Ahu geniş odada cama en yakın konuma hazırlanmış masaya oturtuldu.

 

Veronica ise Züleyhanın bahsettiği memelere gözlerini dikmişti.

 

"Adama hak veresim geldi açıkcası. Bir işlem var mı diyeceğim ama bebeğin emiyor galiba, aşağıda bir kaç kez asılırken gördüm."

 

Züleyha elbisesinin verdiği hafif dekolteden göğüslerini düzeltir gibi hareket ettirdi.

 

"Yok emmiyo artık, onun ki el tiryakiliği. Ama silikon ne diyosan yok ondan. Asil paralar beni."

 

Veronica dalga geçer gibi bir bakış attı. Gözleri Ahuyu kontrol ettiğinde saçlarına başlandığını görmüştü. Züleyhayı tutup bir sandalyeye oturttu.

 

"Duyanda gerçekten adamdan korkuyormuşsun sanabilir."

 

Züleyha işveli bir kıkırtıyla karşılık verdi bu söyleme. Veronica saçlarını açıp düzenlemeye başladığında diğerlerinin konuşmaları karıştı ortama.

 

"Ahu ev senin üzerine olacak, evrakları hazır sadece bir imzan gerekiyor. Moskovaya dönmeden halledelim olur mu? Zahir ilgilenir, tapuyla."

 

Ahu ağır ağır başını salladı. Veronica elindeki saç maşasıyla kıvırdığı dalgayı parmaklarıyla biraz açmıştı.

 

"Tebrik ediyorum Ahucuğum. Nikah hediyesi konusunda avukatı bu seviyeye getirmen kadınlara olan inancımı tazeledi. Benim tırtılım da kırk yıllık bir ev istemişti mesela kurttan."

 

Şifa ayakları şiştiği için odada bulunan bir koltuğa yerleşmişti bile. Ters ters Veronicaya baktı.

 

"Birincisi istemedim Alparslan verdi. İkincisi ise manevi değeri paha biçilemez. O yüzden gayet memnunum hediyemden."

 

Veronica dudak büzüp bu kez Züleyhaya baktı.

 

"Umarım o bilmiş halin beni yanıltmaz. Lütfen sen güzel bir parça aldığını söyle."

 

Züleyha aldığı nefesle göğüslerini iyice şişirmişti.

 

"Restoran verdi kocam, adı batasıca birinin yüreğine iniyodu nerdeyse."

 

Veronica pek tatmin olmamış bir yüz ifadesiyle bakıyordu. Züleyha

iyice ardını dönüp kadını süzdü.

 

"Ne o surat? Beğenemedin mi?"

 

"Yani bilemiyorum. Aurana bakarak daha fazlasını beklemiş olabilirim."

 

Züleyha yüzünü yavaş yavaş kaplayan gülümsemeyle Veronicaya göz kırptı.

 

"Yalnız ben o restoranı eve gireli üç gün olmuşken aldım. Elindeki en kıymetli mal da oydu o zamanlar. Azıcık göz süzüşüme önüme serdi haberin var mı? Bi de on gün duraydık da sen göreydin beni. Ev, araba, kıyıya köşeye konmuş tarla, arsa ne varsa benimdi. Allah kocama acıdı da çok uzatmadan nikahlandık."1

 

Veronica seri bir şekilde konuşan kadını ağzı aralanmış bir hâlde dinleyip sonra da şaşkın bir ifadeyle Şifaya baktı.

 

"Birde bana şeytan dersin. Yüzüne bakan sevimli, şirin, masum bir şey sanır bu kadını. Kırk yaşımı geçtim bu seviyede değilim ben."

 

Şifa kahkaha atarken diğerleri de ona eşlik etmişti. Ama Züleyha ağzı aralanmış bir halde Veronicaya bakıp kalmıştı.

 

"Kız sen kırk mısın? Nasıl kırksın? Anam ben daha kırkım bu nasıl kırk etmen eylemen. Kurban olayım var mı bu işin bi sırrı? Ahu kırkım diyo tövbeler olsun."

 

Züleyhanın saf şaşkınlık kokan cümleleri Veronicayı daha da keyiflendirmişti. Şifanın başını iki yana sallayarak kıkırdaması büyüdü.

 

"Züleyhacığım tebrikler canım. Veronicanın gönlüne yıkılmaz bir taht kurdun artık."

 

Veronica kırıtarak önüne geçip, elleriyle iki yanağını avuçladı.

 

"Tatlım sen bir kadının kalbine nasıl girilir çok iyi biliyorsun. Makyajınla da ilgilenmemi ister misin? Mükemmel yeşil gözlerin var onları daha da belirginleştirmeliyiz bence."

 

Züleyhanın cilveli kıkırtısı ve onaylayan başıyla göz kırptı. Sonra ardını dönüp Şifaya baktı.

 

"Ayrıca tırtılım lütfen lensleri çıkar, gözlerin kızarmaya başladı. Burdaki insanların hepsi anladığım kadarıyla Korhan ve Ahu için çok kıymetli kişiler. Senin durumunu anlayışla karşılayacaklarına eminim. Böyle eziyet çekiyorsun bebeğim."

 

Ahu saçını toplayan kızın elini tutup, durdurdu.

 

"Şifa bende söylemek istiyordum ama rahatsız olursun diye söyleyemedim. Gerçekten kızarmış gözlerin. Züleyha da Yasemin de benim için çok değerli. Onlara güvenebilirsin."

 

Yasemin ve Züleyha ne olduğunu anlamamıştı ilk. Şifa ise gerçekten lenslere alışamıyordu. Özellikle renkli lensler onu sıkıntıya soktuğu için daha çok eziyet çekiyordu. Başını onaylar gibi sallayıp bahsi geçen kızlara baktı. Sonra makyaj ekibini gözünün altından inceledi.

 

"Dayanamayacağım, haklısınız. Makyajın ve saçın birtiğinde müsaden olursa banyonu kullanmak istiyorum Ahu."

 

"Ne demek lütfen çekinme."

 

Züleyha meraklandıkça meraklanmıştı.

 

"Kız niye öyle dediniz? Biriniz deyin bi. Ne oldu ki gözüne?"

 

Şifa tebessüm edip baktı.

 

"Ben bir süre önce bir rahatsızlık geçirdim. Tedavim sırasında irislerim etkilendi. Göz rengim insanların alıştığı bir formda değil. O yüzden lens kullanmaya çalışıyorum kalabalık ortamlarda ama o da çok rahatsız ediyor. Ondan bahsediyor kızlar."

 

Züleyha derdi var sanıp hiç ağzını açmadı. "Geçmiş olsun" diye mırıldanabildi sadece.

 

Kısa sürede Ahunun saçları toplanıp, hafif bir makyajla yüzü renklendirildiğinde hazırdı. Gelinliğini giymek için giyinme odasında Suhan yardımcı oldu ona. Tam olarak hazır olduğunda ise odaya geri dönmüştü. Tüm arkadaşları ayakta onu bekliyordu.

 

Ahu merakla tepkilerini beklerken kimseden bir süre ses çıkmadı. Sonunda en tiz ses beklediği kişiden duyuldu.

 

"Kurban oluyum biri felak nas okusun. Biri hatim indirsin maşallah süphanallah! Ahu ne olmuşsun sen böyle?"

 

"Ahu çok güzel olmuşsun, vampir resmen kokusunu almış gelinliğinin. Üzerine dikilmiş gibi."

 

Ceyda da hayranlıkla bakıyordu Ahuya. Veronica kolları birbirine dolalı bir hâlde baştan ayağa süzdü.

 

"Erkekler böylesi bir güzelliği hak edecek ne yaptılar hâlâ anlamış değilim. Evren kayırıyor olmalı onları. Kendi cinsim diye demiyorum ama kadın vücudu resmen bir sanat."

 

Yasemin öne doğru çıkıp, iç çekti.

 

"Ahu şu an çok imrendim sana lütfen ayakkabının altına adımı yazalım. Gelinlik giymek istiyorum."

 

Şifa genelde yapmazdı ama bir an merakla Yasemine baktı.

 

"Bunun için var mı bir aday?"

 

Yasemin omuzlarını silkti.

 

"Şu an için yok, küçük ayrıntılara takılmayalım. Ben internetten gelinlik modellerine bakıp gelinliğimi bulayım da damat konusunu hallederim."1

 

Bu yine hepsinin gülmesine neden olmuştu. Veronica odadan makyaj ekinbini çıkardığında Şifaya baktı.

 

"Hadi bebeğim, gözlerin kaşınıyor. Çıkar şunları da odayı boşaltalım. Avukat delirmiş olmalı."

 

Şifa hiç itiraz etmeden odanın banyosuna girip hemen lenslerden kurtulmuştu. Geri geldiğinde ise onu ilgiyle bekleyen iki göze kaçamak bakışlar attı. Züleyha hastalık deyince nedensizce biraz ürkmüştü. Yasemin ise işin gizeminden etkilenmişti. İkisi de asla böyle bir şey beklemiyorlardı ama.

 

Züleyhanın ağzı sinek kaçacak kadar aralıktı. Ysaseminin ise gözleri yuvasından çıkacaktı.

 

"Tövbe bismillah!!! Anam! Kız bu ne?"

 

"Al benden de o kadar. Ünlem gerektirecek sözleri bulamadım şu an."

 

Şifa utangaç bir tebessümle baktı. Eli karnında usul usul dolaşıyordu.

 

"Dedim ya. Bir rahatsızlık geçirince, yan etki..."

 

"Kız böyle yan etkiye can kurban. Senin izbandut gibi koca niye dibinden ayrılmıyor belli oldu. Böyle karım olsa cebimde gezdiririm. Maşallah diyeyim anam, nazar edecez yüklü kadına. Görmende bi sıkıntı yok ele bacım?"

 

Bu soruyu öyle tatlı sormuştu ki Şifa kıkırdadı.

 

"Yok, endişelenme. Gayet iyi görüyorum, renkler biraz farklı işte."

 

"Segmental heterokromi görmüştüm ama bende böylesine ilk kez şahit oluyorum. Ama muhteşem görünüyor, kıskandım resmen."

 

Yasemin de büyük bir hayranlıkla bakıyordu Şifanın gözlerine. Şifanın yüzünün pembeleştiğini gören Veronica onu bu durumdan kurtarmak için ellerini çırptı.

 

"Evet kızlar bu kadar dedikodu, eğlence yeter. Hadi odayı boşaltalım. Damat heyecanlı. Benim tırtılım hamile ve kurt aç galiba. Daha fazla geç kalmayalım."

 

Dediği hızla onaylanmış ve bir kaç saniye içinde oda boşaltılmıştı.

 

Ahunun hazırlandığı süre içerisinde Korhan da kendi smokinini giymiş başka bir odada sabırla çağrılmayı bekliyordu.

 

İleri geri volta atan adımlarla yürürken Asil gözünün kenarıyla Korhana bakıp Gururu yürütmeye devam etti. Oğlu yeni yeni adımlar atıyordu ve destelemesi gerekiyordu onu. Alparslan ise pencere kenarına yaslanmış kollarını birbirine dolamış, sırıtarak Korhana göz kırptı.

 

"Ne oldu lan? Adliye koridorlarında benimle karşılaştığınız güne lanet edeceksiniz triplerine benzemiyormuş değil mi?"

 

"Kapa çeneni! Seni kovmamak için zor tutuyorum kendimi zaten elime koz verme."

 

Ahi sırıtarak bakıyordu bu hallerine. Korhan gergin bünyesi nedeniyle bu kez Ahiye baktı.

 

"Sen ne gülüyorsun? Ayağını denk al Suhana on metreden fazla yaklaşamazsın yoksa!"

 

Ahi sırıtmasından hiç bir şey kaybetmeden elleri ceplerinde, omuzlarını silkti.

 

"O biraz sıkar abi. Bilirsin ki Ahunun bana düşkünlüğü malumun. Suhan demek istemiyorum ben kibar bir beyefendiyim. Nurperi anne desen gözümün içine bakıyor, az yüzüm düşse bilmiyorum neler olur. E babaya da üç beş el daha yenilirsem tamam o iş. Çok kin gütme bana, evin sevilen altın çocuğuyla karşı karşıya kalma. Ayrıca papyonunu düzelt yamulmuş."

 

Ahinin arsız sözleri Korhanın kaşlarını çatmasına neden oldu. Üstüne doğru iki adım atacakken Asilin "kal olduğun yerde" lafıyla ayağı havada kaldı.

 

Gurur ellerini havaya kaldırmış sıralı üç beş adım atıyordu.

 

"Oğlumun dikkatini bozma, düğün günü suratında morlukla gezersin."

 

Zahir tam karşısına geçip adım atan çocuğu karşılamak için hazırda bekledi.

 

"Bin promilli gibi geliyor, yavaş çocuk. Az sakin ol, yeni alıyorsun ehliyeti."

 

Son anda düşecek gibi olunca da iki kolundan havaya kaldırıp tombul yüzüne baktı. Asil yanına ulaştığında havada tuttuğu Gururu babasına doğru uzattı.

 

"Vay be. Ben Asil adını duyduğum zaman bu velet anne karnında, ne hallerdeydi. Gerçekten yaşlanıyoruz."

 

Asil tek kaşı kalkmış Zahirin kendi kendine söylenmesine bakmıştı. Zahir de hayıflanmasını sesli yaptığını yeni fark etmiş gibi bir kaç saniye şaşkınlıkla kaldı.

 

"Sizin davada Korhanla beraber çalışmıştık. O zamandan aklımda kalmış. Eşin hamileydi değil mi? Yanlış hatırlamıyorum. Maşallah yenge zeyna çıkmıştı."

 

Asil ağır ağır başını salladı.

 

"Korhan ortağından bahsetmişti de ad olarak hatırlayamadım kusuruma bakma. Ayrıca çok sağol, bizimle ilgilendin sende o kadar."

 

Alparslan dönen muhabbeti bilmiyordu ve meraklanmıştı.

 

"Sizin dava? Avukat kimin kanına göz diktin lan?"

 

Korhan, Ahinin bahsettiği yamukluğu düzeltmek için aynanın karşısına geçti.

 

"İki yıl önce Asilin davasına baktım. Ondan bahsediyorlar. O uğraşıp durduğun karısı, bir adamın bileğine on iki dikişlik hasar verdi. Diğerinin de gözünü çıkardı."

 

Alparslanın kaşları ilgiyle havaya kalkmıştı. Asil ise sanki çok iyi bir şeyden bahsediliyormuş gibi konuşan Korhana ters ters bakıyordu.

 

"Hadi canım. Gözler felfecir belli de göz çıkarmak... Bilemedim."

 

Korhan gururlu bir abinin kasılmalarıyla ceketinin omuzlarında olmayan tozları silkti.

 

"Sen bakma onun bebek suratına. Züleyha Sulhanın çocuklarına uzanırsan o eli keser, atar. Tersi çok pis."

 

Asil de istemsiz gülümsemişti bu yoruma. Bir zamanlar ağızlarına almanın bile acı verdiği hadise üstüne yıl binince daha konuşulur olmuştu. En çok da Züleyha dalga geçerdi olanlarla. Çocuklarına uzanacak her dili kopartmak, kötü bakışı yerinden sökmek gibi oldukça insancıl tehditleri Asili çok eğlendirirdi.

 

Alparslan taktir dolu bir bakışla bu kez Asile baktı.

 

"Sallıyor mu abartıyor mu?"

 

Asil omuzlarını silkti.

 

"Karıma bir sokak aralığında hısımlarım saldırdı. Çocuklarımızı korumak için bıçaklandı ama o sırada da dedikleri oldu. Korhan davamıza baktı işte. Karışık işler, şu günde konuşulacak mevzu değiller."

 

"Çok geçmiş olsun ama helal de olsun. İlk bir bakınca dili güçlü dedim de bileğide maharetliymiş senin hanımın."

 

Korhan eğlenir gibi göz kırptı.

 

"Bir denesene. Çocuklarına laf et bakalım, gözünle görmüş olursun."

 

Korhanın sırıtışı Alparslanın gözlerinin kısılmasına neden oldu.

 

"Piç piç sırıttığına göre gözümün birini elime verdireceksin. Bulaşmamayı seçiyorum. Bizim kızıla gelinliği göstermedi diye bir ton laf sayarken fark ettim, fena bişey."

 

Asil karısına övgüler dizseler böyle mest olmazdı. Kendini tutmaya çalışması burda kırıldı. Gururun başına burnunu değdirip, kokusunu çekti içine. Züleyhanın kokusu sinmişti oğluna.

 

"Karım diye söylemiyorum insanın aklını alır, sonra da beraber bulalım diye aratır. Tersleşme istersen. Sağı solu belli olmaz, uyarayım da."

 

Alparslan adamın ciddiyetini bozmadan ama kelimelerine yaydığı eğlenceyi fark ederek sırıttı.

 

"Sende pek mülayimsin be kardeş. Ne desem bilemedim."

 

"Kışıma getirdiği bahara bakıp maşallah çek kardeş."

 

Alparslan kısık bir kahkaha attı. İlk tanıştığında bu adamın kan emici avukatla ne işi olur çözememişti ama belli şahsına münhasır biriydi.

 

O sırada kapı tıklatılmıştı. Veronica kapıyı aralayıp içeri göz attı.

 

"Gelin hanım hazır damat bey. Bizde aşağı inelim isterseniz beyler. Nikah için memuru daha fazla bekletmeyelim."

 

Tam bir organizasyon şefi profosyonelliğinde yönlendiriyordu herkesi. Erkekler odadan çıktığında Korhan da derin bir nefes alarak üst kata çıkan merdivenleri seri adımlar atarak ilerledi.

 

Kapıya geldiğinde tekrar derin bir soluk almıştı. Araladığı kapıdan içeri girdiğinde bir süre kala kaldı.

 

Ahu odanın ortasında tüm zerafetiyle onu bekliyordu. Kömür karası saçları toplanmış zarif boynu ortaya çıkarılmıştı. Yüzünü hoş bir makyaj renklendiriyordu. Gelinlik bedenini sarmış, üsten aşağı akan bir su gibi görüntü sunuyordu gözlerine. Her detayı saatlerce izlenesi bir manzaraydı Korhan için. Omuzları, kar beyazı teni, incecik bedeni, heyecandan hızla inip kalkan sinesi bir gözün görebileceği en güzel görüntüydü.

 

Ağır adımlarla yakınına sokuldu. Kehribarları bir an üzerinden çekilse gördüğü serap, cam gibi darma dağın olacaktı sanki. Gözü bir noktada biraz eksik kalsa günaha bulanacak, bu ecri ömür billah ödeyemeyecekti.

 

"Ahu Nar..."

 

Sesindeki titremeyi duyduğunda Ahu soluğunu tuttu. Odaya girdiği andan itibaren bir an bile yüzünden ayrılmamıştı bakışları. Verdiği her tepkiyi hafızasına kaydetmek ister gibi gözünü dahi kırpmamıştı.

 

"Çok güzelsin Ahu Nar... Herkesten saklama, sakınma isteği oluşturuyorsun bende."

 

Eli bir ipeğe dokunurmuş gibi naifçe omuz başına değdi. Gerçekliğini test ediyordu sanki.

 

"Yakışacağını biliyordum. Ama bu kadar..."

 

Sonra tenini arşınlayan gözleri tekrar siyah incilerine değdi.

Dişleri alt dudağını kıstırmış, başı şaşkınlıkla iki yana sallanmıştı.

 

"Sen çok fazlasın Ahu Nar. İnsan ruhunun baş edemeyeceği kadar fazla bir aşksın."

 

Ahu titrek bir soluk aldı. Fısıltıyla "bana sarılır mısın" diye mırldandı.

 

Korhan ise incitmekten korkarak, bir kelebeğe uzanır gibi kollarını iki yanına sardı. Ahunun başı omzuna düştüğünde aldığı sesli soluğu duymuştu.

 

"Çok heyecanlıyım Korhan. Kalbim çok hızlı atıyor. Lütfen beni sakinleştirecek bir şeyler söyle."

 

Ahunun kırılgan, naif sesiyle dudakları kıvrıldı. Ve başını biraz eğip omzuna dudaklarını yasladı.

 

"Biran önce nikahımızın kıyılmasını istiyorum kelebek. Sonra da doyasıyla seninle sevişmek..."

 

Ahu duyduğuyla kala kaldı. Onu sakinleştirecek tatlı sözler beklerken aldığı karşılık dumura uğratmıştı. Şaşkınlıkla geriye çekilip "ne!" diye bir karşılık verebildi.

 

Korhan ise dudağı kıvrılmış bir şekilde elini kaldırıp sırtını okşadı.

 

"Çok güzelsin. Hep güzelsin ama şu an her şeyinle gözüme sokuyorsun bu güzelliği. Çok uzun zamandır sana hasretim. Bu gece Ahu Nar Yıldıray olduğunu bilerek içine girecek olmam... Beni kınıyor musun kelebek?"

 

Ahu gözlerini kırpıştırıp onunla eğlenen adama bakıp kaldı.

 

"Sana inanamıyorum Korhan!"

 

Korhan elinin içini belinin kavisine yaslayıp Ahuyu kendine hızlı bir hareketle çekti. Dudakları neredeyse dudaklarına değecekti. Gözleri alev alev bir kızıllığa bürünmüştü.

 

"Gülümü özledim. Eşimin ipek tenini öpmeyi, sıcaklığında aklımı yitirmeyi çok özledim. Sen beni özlemedin mi kelebek? Sana nasıl dokunduğumu bile unutmuş olmalısın. Tekrar hatırlatacak olmam heyecanlandırmıyor mu seni?"

 

Ahu ona bile isteye sataşmak için burnunu burnuna sürten adamın arsızlığıyla ciddi durma çabasını yitirdi. Dudakları küçük bir tebessümle kıvrıldı.

 

"Bilmem... Haklısın galiba. Çok uzun zaman önce olunca hafızam bazı şeyleri unutmuş olmalı. Bak sen söyleyene kadar bu gecenin düğün gecemiz olacağını bile aklıma getirmemişim."

 

Korhan kendini kışkırtan kadının çıplak sırtına elini yaslayıp, göğüslerini birbirine yapıştırdı.

 

"Sadece iki dakika! İki dakika içinde seni koltuğa yatırmam, bacaklarının arasını aralamam ve kendimi hatırlatmam için iki dakika yeter kelebek. Ne dersin? Küçük bir hafıza tazelenmesi için bana iki dakikanı ayırabilir misin?"

 

Ahu geri adım atsın ve tehditini yok sayamasın diye üstüne doğru daha çok abanan adamın omuzlarına ellerini koyup, biraz kendinden uzaklaşmasını sağladı.

 

"O kadar zor durumda mısın Korhan? İki dakika bile dayanamayacak mısın boşalmak için?"

 

Korhanın dudağı sola doğru kıvrılıp, tehlikeli bir gülümsemeye dönüştü.

 

"İki dakika senin için Ahu Nar."

 

Sırtındaki eli kolunun altına doğru kayıp, baş parmağı ile sağ memesinin ucunu okşar gibi oval hareketler yaptı. Ahunun gerilen boyununa doğru eğilip, kokusunu solurken göğsüne yaptığı işkenceye devam etti.

 

"Şu an bile ıslandığını kanıtlamak o kadar kolay ki. Ellerimin ya da dilimin seni dağıltması iki dakikayı geçmeyecek sana söz veriyorum güzelim."

 

Ahu onu bir anda çektiği şehvet girdabından çıkmak için bir adım geriledi. Zihni puslanmıştı. Vaad edilenler zihnine dolmuş, kanı hızla kaynamaya başlamıştı. Bembeyaz boynunda, şiddetle çırpınan şah damarı Korhanın eğlenen bakışlarının hedefi oldu. Ahu zorla yutkunup bir adım daha geriledi.

 

"Sen gerçekten çok tehlikeli bir adamsın."

 

Korhan kurumuş dudağını yalayıp, Ahunun boynundan gözlerini ayırarak yüzüne baktı.

 

"Mesele sensen, aklının alamayacağı kadar hemde."

 

Korhan, Ahunun sıklaşan soluklarına bakıp, merhamet etmiş olacak ki geriye doğru o da çekildi. Koluna girmesi için sol kolunu uzatmıştı.

 

"Hadi güzeller güzel Ahu. Gökler yetmedi bana, yer yüzündeki herkes için de Ahu Nar Yıldıray olman gerekiyor."

 

Ahu bir şey demeden koluna girmiş ve içinden taşan heyecanıyla tek tek merdivenleri inmeye başlamıştı.

 

Onları bekleyen ailesi ve misafirleri kapıdan çıkan çifti gördüklerinde alkışlamaya başladılar. Nikah ayakta gerçekleşecekti ve memur da onları küçük, şık bir kokteyl masasının önünde bekliyordu. Nikah şahidi olarak Asil ve Yasemin hazırdı. Herkes çok kıymetliydi Ahu ve Korhan için ama bu iki insanın yeri bambaşkaydı. Korhanı kaybolmaya en yakın zamanda tutup çeken Asilken, Ahuyu aklını yitireceği acıda sarmalayan Yasemindi.

 

Nikah memuru yeni evlenecek çifte selam verip, misafirlere hoş geldiniz dedikten sonra ilk sorusunu Ahuya yöneltti.

 

"Gelin Hanım; isminiz, soyisminiz, anne ve baba isimlerinizi sırayla söyler misiniz?"

 

Ahu ağzını açtı bir an ama ne diyeceğini şaşırdı. Kimlikte olanları söylemek öyle büyük ağırlık verdi ki üzerine tutuldu kaldı. Yanında elini sıkan Korhan dikkatini çektiğinde başı istemsiz ona çevrilmişti.

 

"Kendi kimliğin kelebek..."

 

Ahu, Korhanın sözleri ve aşağı yukarı bir kez onaylayan başıyla gözleri öylece Korhanda kaldı. Nikah memuruna dönemesi gerekiyordu ama Korhanın ona söylemek istediği, anladığı şey mi emin olamıyordu. Tereddütle aralandı dudakları.

 

"Ahu Nar Saruhanlı..."

 

Korhanın tebessüm edip, tekrar başını onaylar gibi sallamasıyla gözlerinden büyük bir şaşkınlık geçti. Korhan, Ahiler için bahsettiği kimlikler konusunda Ahuyu bilgilendirirken kendini hiç düşünmemişti. Yüzünü kademe kademe bir gülümseme kapladı. Siyah incilerinde oluşan su damlası parıltısını artırmıştı.

Dişleri görünesi bir ifadeyle memura döndü bu kez.

 

"Benim adım Ahu Nar Saruhanlı. Babam Atilla Saruhanlı. Annem Derya Saruhanlı..."

 

Yıllarca yüksek sesle söyleyemediği isimleri gizli saklı ilk Korhana fısıldamıştı Ahu. Şimdi ise olduğu kişiyi gizlemeden alenen kayıtlara geçesi adını söyleyebiliyordu. Eskiden anne baba adlarını söylerken dili yanardı Ahunun. Sahra demek, Metin diye fısıldamak hep ihanet olarak yüreğini dağlardı. Şimdi ise bir prangadan daha azat oluyordu. Boynundaki en kalın urgan çıkarılıyordu.

 

Nikah memuru tebessümle bakıp bu kez aynı soruları Korhana yöneltti. Ahu sakin bir ses tonuyla konuşan eşinden bir an bile bakışlarını ayırmadı. Memur bu kez eş olarak kabul edip etmediğini sordu, Ahu bir an bile beklemeden evet demişti. Tıpkı Korhan gibi sesi ondan beklenilenden çok gür çıkmıştı üstelik. İmzalarını attıkları an memurun gelini öpebilirsiniz sözleri Korhanın ona doğru uzanmasını sağladı. Korhanın dudakları üç kez alnını buselediğinde bir alkış kopmuştu. Geriye çekilip bu kez hızlı bir hareketle dudaklarına kısa, sert ve ıslak öpücük bırakması ise bir kaç ıslığa, kadınların şen kahkahaları ve alkışlarına, Alparslanın "yuhhh" nidalarına, Ahinin ise "yeter ama gelme üstüme" diye bağırmasına neden olmuştu.

 

Ahu geri çekildiğinde yüzü yanıyordu utançtan ve bir o kadar mutluydu. Korhandan bir an çekemiyordu gözlerini.

 

Korhan ona bir günde bir sürü hediye vemişti. Hayal bile edemeyeceği kadar güzel bir ev, gelinlik, nikah sıralamıştı Ahunun önüne. Ve yıllar önce Ahudan öylece alınan kimliğini, anne ve babasının ismini avuçlarına bırakmıştı.

Korhan ne düşünüyor anlamış gibi alnını alnına yasladı. Bir kaç soluk alabildi. Ahu "teşekkür ederim" dediğinde kapalı gözleri aralanmıştı.

 

"Çok teşekkür ederim. Bizden alınanı geri verdiğin için... Ben çok..."

 

Korhan bir kez daha dudaklarını dudaklarına yasladı. Öpmekten uzak, şefkatli bir dokunuştu. Bu sessiz huzuru yine şaşırtmayan o kişi bozdu.

 

"Lan zamk gibi yapıştın kıza! Çekilsene utanmaz. Bizi geç anana babana hürmet et! Şifa sende otur artık güzelim, zıplayıp duruyorsun çocuğu düşüreceksin."

 

Şifa ayakta hem alkışlayıp hemde hafif hafif zıplayışına laf eden kocasına bakıp, yüzünü asarak ardında kalan sandalyeye oturdu.

 

"Düş yakamdan Alparslan."

 

Alparslan ise ona ters ters bakan Korhanın üstünde bir tur daha gözlerini gezdirdi. Araya mesafe koymuşlardı, biraz rahatladı. Kudurduğu her halinden belli olan adamın el kadar kardeşini iğfal etmeyeceğine emin olunca kendine söylenen perisine baktı.

 

"Mümkünü yok peri. Acıktın değil mi? İki canlısın biri de acımıyor. Kızımı aç bıraktınız!"

Korhan iç çekip, Ahunun elini tuttu. Ailesinin yanına gitmişler ve herkesin tebriğini kabul etmişlerdi. Uzun zamandır görmediği Dilber hala ile Ahuyu tanıştırması, gururla eşim demesi kadını gülümsetmişti. 1

 

Kısa sürede düğün yemeklerinin yenileceği, U şeklinde dizayn edilmiş masaya yerleştiler. Nurperi dikkatle Tarığın lokmalarını yediriyor, durmadan çocuklarının nasıl güzel olduğundan bahsediyordu. Korhanın ise hem muhçup olduğu hem de sevindiği bir gerçeği ortaya annesi dökmüştü tam o sırada. Anne ve babasının sağında kalan Asile ve kucağındaki oğluna bakmış ve iç çekmişti.

 

"Ben gördüğümde minicikti Nazlımız Asil. Bak oğlun olmuş, onu getirmedin bana. Ama küseceğim sana, hiç Züleyhayı da getirmedin zaten. Nasıl tatlı bir hanımın varmış, demedin. Çok güzel diye mi göstermiyorsun oğluşum?"

 

Asil, Gururun ağzına bir parça çorbayla ıslattığı ekmeği verip, mahçupça gülümsedi.

 

"Affet Nurperi teyzem, dünya telaşına kapılıyoruz. Ama söz daha sık getireceğim hepsini sana."

 

Korhan kaşları kalkmış bir annesine bir de Asile bakıyordu. Sonra "Nazlıyı ne zaman getirmişti annem?" Diye bir soru sordu. Nurperi Tarığın dudağının kenarını silip, oğluna döndü yüzünü.

 

"Doğalı dört ay olmuş olmamıştı daha. Ay Korhan bir görsen o kadar güzledi ki. Dilber ablam da sağolsun halimi hatrımı sormak isteyince gelip gittiler bir günde. Nazlıyı göreyim istemiş."

 

Korhan bu kez dikkatle Asile baktı. Onların görüşmediği zamanda annesini ziyarete ettiğini bilmiyordu. Annesi hiç söz etmemişti. Asilden gözlerini çekmeden "hep böyle geliyor muydu Asil " diye sordu. Asil de ne düşünüyor anlamış gibi başını yana yatırmış, hafif bir dudak kıvrılmasıyla arkadaşına bakmıştı.

 

"Gelmez olur mu? Geliyordu da şu bir iki yıldır hiç gelmedi. Baksana onda da neler olmuş? Ama vallahi gönül koyarım. Bir arayı açın, bizi görmeye gelmeyin küserim ki artık. Küseriz değil mi Tarık?"1

 

Onay bekler gibi bu kez Tarığa baktı. Tarık, Nurperinin yüzüne bakıp, tebessüm etti. Gözleri ona bakmayı çok seviyordu. "Küseriz" diye mırldandı. Aklı artık daha özgürdü. Ona söylenileni anlamak konusunda hızlı bir ilerleyişi vardı. Kelime haznesi gün gün genişliyor, öğrenme hızında çok yol kat ediyordu.1

 

Korhan utanç ve minnet dolu bakışların Asilden ayırmadı bir iki dakika. Kendine ne kadar kızgın olursa olsun, annesine olan saygısı ve sevgisi bıraktığı yerdeydi. Adı gibi asil ve bir insanın sırtını yaslamaktan çekinmeyeceği kadar mert biriydi. Dili söylemedi ama baktığı arkadaşına olan teşekkürü gözlerinden taştı.

 

"Biz hep geliriz teyzem, sen hiç tasalanma. Çocuklar pek küçüktü, bizim de koşturmacamız çoktu ya düştük kendi derdimize. Ama bundan sonra mümkünü yok bırakmam. Sende Adanaya gelecen hem amcamla. Ahu zaten gelecek, büyük eltiyim ya ben ayıp. Ele güne karşı ne derim ele kocam."

 

Züleyha hem Nurperiyi gönülleyip, hem Ahuya Adana yollarını hatırlatıp birde boncuğunu Halili rahat bırakması için kendine doğru çekerek bir kaç işi aynı anda halletmişti. Korhan kısık bir kahkaha attı.

 

"Merak etme, ben söz veriyorum getireceğim eltini Adanaya. Durup durup ısırıyorsun, farkında değilim sanma."

 

Züleyha dişlerini göstere göstere sırıttı.

 

"Ne ısırması, estafurullah abim. Aklınızdan çıktıysa diye söyleyim dedim. Hem biz Ahiyle de az sohbet ettik de restoranları neyi merak etti. Gelip kendi gözüyle görsün, bi kebabı yerinde yesin ele çocuk."

 

Bol bol sohbet edilmeli, çokca sataşılmalı, Alparlanın Şifayı sık boğaz ettiği, Veronicanın şu hellerine bakıp dalga geçtiği keyifli bir yemek yenildi. Yaşı daha büyük olanlar, uyum sağlamak dışında pek eşlik etmiyordu gençlere. Onların bu hallerini izlemek başlı başına bir keyifli zaten.

 

Hafif bir müziğin tüm bahçeyi sardığı zamanda kadınlar bir araya toplanıp sohbete dalmışlardı. Ahu gelinliği nedeniyle bahçe sandelyelerinden birinde oturuyordu. Veronica da elbisesinin kırışmasını göze alamamıştı. Ama Şifa, Züleyha, Ceyda, Yasemin ve Suhan yer minderlerine yeleşmişlerdi.

 

Ara ara Alparslan gelip Şifayı sürekli kontrol etmese keyifleri oldukça yerinde olurdu. Hamileliğin son zamanları olduğu için adam bir an gözünü ayırmayı büyük eksiklik olarak görüyordu.

Şifaya ince bir şal verip bininci kez iyi olup olmadığını soran adam gittiğinde Züleyha iç çekip ilk Şifaya baktı.

 

"Allah sabır versin bacım. Ben kocamın günahını almışım zamanında, tektenmiş herifim maşallah. Seninki adamı erken doğurtur."

 

Şifa uzun süredir içinde olduğu ruh halini bir kaç saatte rahatlıkla delen, ona uzun kahkahalar attıran kadına samimiyetle gülümsedi.

 

"Hiç sorma. Deli ediyor son bir aydır beni. Gece uykudan uyandırıp, niye öyle nefes alıyorsun bir şey mi var dedi ya."

 

Haline kızlar kıkırdayıp, ellerindeki kokteyli içmeye devam ettiler.

 

"Aman Allah sabrını veriyo bi yerde. Alışırsın sende. Şimdi onu bunu bırakak da kız Allah için söyle nasıl böyle gencecik kaldın sen? Ne sürdün, ne yedin, içtin?"

 

Bakışları merakla Veronicaya döndü. Veronica da aldığı sevimli iltifata gülümseyip kırmızı şarabından minik bir yudum aldı.

 

"Cildimi çok iyi temizlerim ben hayatım. Gece makyajla asla uyutamaz hiç bir güç beni. Ayrıca içerik çok önemli."

 

"Bana da desen ya neler kullandığını."

 

"Ama zaten bebek gibi cildin. Temizleyip, güzelce nemlendirsen, güneşten korusan yeter aslında."

 

"Senin yaşını öğrenene kadar yeterdi bacım o. Bende kırkımda sen gibi olacam. Hadi bana da söyle ne ettiğini."

 

Veronica tam ağzını açıp, cilt bakım rutinini anlatacakken yine Alparslanın sesi duyuldu.

 

"Peri yerde oturup durma artık. Koltukların nesi var? Hadi güzelim, bak iki büklüm kızımız sıkıştı içerde."

 

Şifa iç çekip, özür diler gibi Veronica ve Züleyhaya baktı.

 

"Böyle daha iyiyim Alparslan. Ayaklarımı uzatıyorum, sarkınca şişiyorlar."

 

Alparslan boylu boyunca karısını süzdü. Bir şey diyemeden elindeki büyük bardağı uzattı. Bu aylarda doktor su için daha dikkatli olmalarını söylemişti.

 

"İyi bari. Bunu bitir en azından. Bugün hiç su içmedin."

 

Şifa gözlerini devirip, elindeki büyük bardağı aldı. Yarım saatte bir tuvalete gitmek zorunda hisseden mesanesi de keşke aynı düşüncede olsaydı.

 

Züleyha gözünün kenarıyla Alparslana bakıp, kucağındaki oğlunu diğer tarafına oturttu. Gurur, Nazlı ve Yiğitle oynuyordu aslında ama alışkanlık üzere annesinin memeleri yerinde mi değilmi kontrol etmek için pıtı pıtı adımlarla gelmiş, kucağında sağını solunu mıncıklamıştı. Hem yaşı dolar dolmaz emmeyi bırakan hem de meme sevgisi zerre azalmayan oğlunungönlünü gören kadın hala Şifayı daraltan adamla derin bir soluk alıp verdi. Neyseki çok uzatmadan gitmişti de ağzına tıkanan laf için geri Veronicaya baktı.

 

"Eee ne diyoduk? Hah ben ne kullanayım sırala bakayım şimdi."

 

"Sen Adanada yaşıyorsun, aşırı sıcak bir şehir. Güneş kremin çok önemli canım. Asla ihmal etme. Beyaz tenlisin birde güneşi tolera etmesi zor olur. İçten beslemek de cilde çok önemli artılar sağlar. Detoks sularım ve ben ayrılmaz ikiliyiz mesela."

 

Züleyha tam ağzını açacakken yine araya bir ses karıştı. Sinir ensesinden yukarı tırmanmaya başlamıştı.

 

"Şifa suyu bitirmemişsin, bekliyorum öyle elinde duruyor! Hem niye yerde oturuyorsun, minderler kaymış farkında değil misin?"

 

Şifa gözlerini devirip, oturduğu çimlere baktı. Serinliği hoşuna gidince az kaymışsa ne olmuştu yani?

 

"Alparslan biraz daha abartırsan yangın var diye bağıracağım!"

 

"Kalk yerden, şurda doğuma ne kaldı senin haline bak. Üşüteceksin!"

 

"Temmuzdayız!!!"

 

"İçerden koltuk getirmelerini söylerim. Ayaklarını uzatırsın, şişmezler."

 

"Allahım imdat artık imdattt!"

 

Züleyha sırf eğlence için elbisesinin bağrını açmaya, memesini mıncıklamaya çalışan oğluyla ayaklandı. Hareketi yerde oturan herkesin dikkatini çekmişti. Yine ağzına tıkılan lafla tepesi attı atacaktı artık. Bir soru sordurmamıştı insana!

 

"Kurban oluyum yangın falan demen bana. Tüylerim ayak üstü kalkıyo."

 

Alparslan daha ne olduğunu anlamadan eli ayağı hiç durmayan tombul suratlı bir erkek çocuğu ona doğru uzatılmıştı.

 

"Abi sen şu çocuğu alıp da benim kocama versen ya. Hah bak Korhan abimin yanında efendi uslu oturan, etliye sütlüye karışmayan adam var ya benim kocam o."1

 

Alparslan öylece eline tutuşturulan oğlan çocuğunu iki eliyle kavramış havada tutuyordu. Gurur ise çıktığı yükseklikten hoşlanıp, boştaki ayaklarını daha bir keyifli sallamaya başladı. Karşısındaki kadına dik dik baktı.

 

"Biliyorum kim olduğunu, ayrıca kendimi aptal gibi hissedeyim diye böyle söylediğinin de oldukça farkındayım. "

 

Züleyhanın yüzünü bir gülümseme kaplamaya çalıştı ama zorla kendini frenledi.

 

"Estağfurullah o nasıl laf? Hiç eder miyim öyle münasebetsizlik, ben kocamı övmeyi seviyom. Ha bide kusura kalmada düş yakamızdan. Şurda hasbihal edecek üç beş insan evladı buldum on kere böldün lafımı canım. Karını yemiyecem söz ama az müsadet et gözünü seveyim. Bak burda ayak üstü ilim irfan sahibi oluyom. Veronica bişey diyo. Hem karının altına da minder koyduk, soğuk ney almıyo. Allah canımı alsın benim minderi de verecem hiç bişeycik olmayacak."

 

Alparslan daha bir çattı kaşlarını. Kucağındaki çocuğu kendine yaklaştırıp, bel kemiğine oturtuşu, sırtını koluyla kavrayışı, elinin üstü ile de çenesinden akan salyayı silip ıslaklığı pantolonuna sürüşü Şifa tarafından keyifle izleniyordu.

 

"Sen niye bu kadar çok konuşuyorsun ya? Kocanın da ağzı var dili yok yazık değil mi adama?"

 

Züleyha iki elini de beline koyup, burnunu dikmişti havaya doğru.

 

"Sen sor bakıyım ona ağzımdan çıkan lafın bekçisi kimmiş? Dağına göre kar diyoz biz ona. Bende şu melek gibi kıza bakıyom, bi seni süzüyom, içten içe kurdun önüne kim atmış bu kuzuyu diye iç çekiyom ne olmuş? Sıkı tut bebemi!"

 

Alparslan sondaki uyarıyı tiz bir sesle yapan kıza dik dik baksada Gururu daha sıkı tutmaya devam etti. Sonra sırf kendi kadar sinir etme isteğiyle kucağındaki bebeği iki eliyle havaya kaldırıp sağa sola salladı.

 

"Onu kucağıma vermeden düşünecektin. Gel lan bakalım uçmayı seviyor musun?"

 

Şifanın "Alparslan" çığlığının içinde Gururu havaya atıp hemen tutmuştu Alparslan. Bebeğin çığlık atarak gülmesi sonucunda babasının yakınlarında oynayan Nazlının da gözleri kendilerine döndü. Eğlencenin kokusunu alır almaz da "meni deeeeğğğ" diye bir bağırışla üstlerine koşmaya başlamıştı bile.

Alparslan zafer kazanmış gibi bir gülümsemeyle karşısındaki dilbaza sırıttı ama aldığı karşılık onun daha büyük bir gülümsemeyle kendilerine bakıyor olmasıydı.

 

"Amannn amcası benim yavrularım nasıl sever atılıp tutulmayı. Hay çok yaşa hadi boncuğumu da oynat az. Maşallah nasıl güzel baba olur kız Şifa bundan. Eline de yakışıyo, Halille Yiğitimi de atıp tutan ele amcası. Allah nazardan saklasın kurt gibisin dedim miydi?"

 

Alparslan saniyeler içinde etrafını saran üç çocuğa ve geriden geriye kendine bakan yeşil gözlü oğlana baktı. Nazlı ellerini havaya kaldırmış sırasını bekliyordu. Gözleri çekik olan, ön dişleri eksik velet de hiç büyüdüm diyecek göz yoktu zaten. Hatta en büyükleri biraz daha efendi dursa da atılıp, tutulma isteği yeşil gözlerinden akıyordu.

Alparslan üstüne yıkılan çocuklardan gözlerini zorla çekip sırıtarak kendini izleyen kadına baktı.

 

"Seni küçük şam şeytanı! Allah kocana sabır versin. Yürüyün sizde yerden bitmeler. Havuzdan uzakta atayım, tutamazsam bela çenesi çekemem."

 

Alparslanın derleyip toplayarak götürdüğü çocuklarının ardından Züleyha iç çekip, geçip yerine oturdu.

 

"Maşallah bebelerim çok güzel. Gören göz ille oynatacam, ille gönüllerini yapacam diye peşlerine düşüyo."

 

Ceydanın önünde duran kuruyemişlerden bir avuç alıp, ağzına attı. Sonra da Şifaya göz kırptı.

 

"Kız çocukla oynamayı seven koca iyi oluyo. Yap sen buna üç beş çocuk, eğlensin adam. Yoksa tependen inmez bacım, yazık canına. Bu ney anam, olmaz yani. Günü gelmiş kadın böyle darlanmaz."

 

Çocukları sanki hiç Alparslanın başına saran o değilmiş de tamamen adamın kendi isteğiymiş gibi pazarlayan kadına hepsi ağzı açık bakıyordu. Züleyha ise hiç istifini bozmadan bu kez Yasemine baktı.

 

"Yasemin, biraz evvel bana verdiğin o içecek neydi kız? Gidip alayım. Bi hoşuma gitti ki."

 

Yaseminin ilk bomboş bakması sonra ise kıkır kıkır gülmesiyle hepsi sıra sıra eşlik etti ona. Züleyha neye gülüyorlar çözememişti. Gerçi düğünde de insan bol bol gülmeliydi ya.

 

İçecek için Yasemin ayaklanacakken Cemil koca bir tepsi meyveli kolteyli getirip hepsine uzatmış, Ceydanın da saçlarını elleriyle karıştırıp yanlarından ayrılmıştı. Cemilin üniversitedeyken barista olarak çalıştığı zamanlardan kalma bir meziyetiydi. Tüm düğünün içecekleri elinden geçiyordu. Kendi yaptıklarını da garsonların dağıtmasına izin vermeden bizzat kendi ikram ediyordu.

 

Yasemin giden temiz yüzlü adamın ardından bakarken Ahunun ve Ceydanın gözleri üzerine kilitlenmişti. Yönü kızlara çevrildiğinde birinin tatlılıkla diğerinin de hinlikle gülümseyen ifadesine bir süre boş boş baktı. Onu niye böyle inceliyorlar anlamamıştı.

 

"Cemil abime de Yasemini alak en iyisi. Pek içli baktı, nefsi çekti zaar."

 

Yasemin ortaya bir bomba bırakmıyormuş da öylesine bir konudan bahsediyormuş gibi konuşan kadına, pipetten içeceğini içişine sonra da merakla Ceyda ile Ahuya bakışına hayret etti. Ağzı "ne" diye aralandı. Züleyha koca bir yudum daha alıp, elindeki bardağı kenara bıraktı.

 

"Ne ne canım? Adını Ahuya yazdırmadın mı? Yazdırdın. Demek ki koca çekiyo canın. Damat da yokmuş işte bekleyen, mis gibi Cemil abim var. Aha bacısı burda. Gördüm ben, sen Cemil abimin röntgenini çekerken sırıta sırıta izledi seni. Gelin diye beğendi demek ki. Beğenmese öyle bakmaz. Gidip elin neüdüğü belirsiz adamlarından kendine damat bakacağına aslan gibi abime göz koy. Yabancıya gitmesin."

 

Züleyha seri konuşmasını tamamladığında hepsi dut yemiş bülbül gibi kalmıştı. İlk kıkırtı Ahudan çıktı. Sonra onu Ceyda takip etti ama içlerinden en çok Veronicanın kahkahası duyuluyordu.

 

"Tanrım hayatım boyunca bu kadar çözüm odaklı bir karakter görmedim. Düşündüğünü sen böyle direkt söylüyor musun Züleyha?"

 

Züleyha iri yeşil gözlerini, ben ne yaptım şimdi der gibi Veronicaya çevirdi.

 

"Kız hepiniz gördünüz ya. Süzdü adamı. Anam bi ben mi gördüm, iç çekti işte. Beğendi diyom, el atak işte. İkisi de bekar israf olmasınlar."1

 

Şifa karnına küçük sancıların girmesine neden olacak şekilde kıkırdıyordu.

Ceyda ise baş parmağını Züleyhaya doğru kaldırmış sırıtmaya devam ediyordu.

 

"Seni aşırı sevdim, bizim senle takılmamız lazım. Ayrıca katılıyorum Züleyhaya. Kardeşim diye demiyorum mükemmel insanın vücut bulmuş hâli. Kaçırırsan kaparlar. Yazık bak israf hep bunlar."

 

Ceydanın sataşan sözleriyle Yaseminin yüzü alev alev yanmaya devam ediyordu. Bu insanların hiç mi sansürü yoktu? Sağlıkçı olmasından sebep pek utanma hissi olmazdı ama bu seviye Yasemin için bile fazlaydı.

 

"Siz delirdiniz mi? Duyacak şimdi, lütfen yapmayın!"

 

Mırın kırın konuşması sonucu Ahu yanında oturan arkadaşının elini tuttu.

 

"Aslında o kadar güzel olur ki. Cemil gerçekten çok iyi bir insan. Onu tanıdığım andan beri beyefendiliği, yardımseverliği görülmeyecek gibi değildi."

 

Yasemin bu kez "Ahu sen yapma bari" diye fısıldadı. Kalbi çok hızlı çarpıyordu ve böyle bir konu o kadar rahat konuşuluyordu ki ne diyeceğini bilemedi.

 

Ceyda ise "Cemil" diye bağırınca gözleri iri iri açıldı Yaseminin. Ceyda sırıtarak bakıp sonra da seslendiği için kendine dönen kardeşine göz kırptı.

 

"Yasemin senin hazırladığın kokteyllere bayılmış da göstersene nasıl yaptığını."

 

Cemil durup dururken gelen bu isteği anlamasa da yüzü kıpkırmızı bir halde kendine bakamayan kıza bir bakış attı. Sonra da Ceydanın kaş ve gözünün hareketleriyle dudağı kıvrıldı. Niyetini anlamıştı. O gözler biraz daha irileşip Yasemini işaret ettiğinde yanlarına doğru ilerledi. Ceyda dudaklarını abartılı bir hareketle oynatarak "kızı kap" diye Cemile direktifi verdi. Gördüğünde ilgisini zaten cezbeden kıza bir bakış daha attı. Teni pembeleşmi ve kendinden kaçan gözleri heyecanını saklayamamıştı.

 

"Tabiki... Gelin Yasemin hanım, bir kaç deneme yapalım. En çok hangisini beğenmiştiniz?"

 

Cemil yerde oturan kıza elini uzatıp, kalkmasına yardım etti. Yasemin ise içine kaçmış sesiyle bir iki kelime mırıldandı. Gidecekleri kısma yönlendirdiği kızın elini bırakmadan Cemil başını çevirip, göz kırpmıştı kardeşine.

 

Yanlarından uzaklaşan ikiliye bir süre baktı gurup. Sonra hepsi birbirine baktı. Züleyha bilmiş bir sırıtmayla göz kırptı Ceydaya.

 

"Sen bu kızı al kardeşine. Pek hanım hanımcık. Ellere yedirme."

 

Ceyda hafif alkollü kokteylini keyifle içip, tiz bir kahkaha attı.

 

"Ahucuğuma güveniyorum. Canım kardeşim akbaba ve bir vampirin elinde telef olmadan gençliğini yaşasın."

 

Ahu keyifle izliyordu giden arkadaşını. Pek böyle şeyler hakkında yorum yapmazdı ama Yasemin için en iyisini isteyen gönlü duramadı.

 

"Yasemin, Cemilin karşısına çıkabilecek en iyi insan. Bence de Cemil onu kaçırmamalı. Umarım olurlar, ben çok sevinirim."

 

Cemil her ne diyorsa Yaseminin dişleri görünecek gülümsemesi bir çok gözün radarındaydı.

 

İyice karanlığın geceyi örttüğü zamanda yine Züleyhanın isyanıyla ayaklanıldı. Hiç oynanmayan düğünün olmayacağını bir kanunu savunur gibi savunan kadın, Ahinin müziğe müdahale etmesiyle emeline ulaşmış oldu.

 

Ahu zerafetle ortada salınıyordu. Ceyda ve Yasemin ise gelinin arkadaşı olmak nasıl olur ihmal etmiyorlardı. Züleyha çoktan Veronicayı çekmiş ve kendine uydurmuştu. Öyle ki Alparslan ağzı açık bir İngilizin çifte telliyi böyle becermesine ağzı açık bakıyordu. Müzik canlandıkça tenleri ısındı. Nurperi bile Ahu ve Suhanın arasında parmaklarını şıklattı bir süre.

 

Şifa alkışla, izleyici oldu ama kocasını bir iki ısrar sonucu Korhan, Asil, Zahir ve Cemille oynayışını yüzünde güzel bir tebessümle izledi. Bu görüntü ona canını hem çok yakan hem de her hatırladığında içini sevgiyle dolduran birini anımsatmıştı. Verdiği sözü tutup yaşadığını kanıtlamak ister gibi gözlerini yıldızların kapladığı gök yüzüne çevirip, kocaman gülümsedi. 2

 

Vakit gece yarısını gösterdiğinde misafirleri ile vedalaşmalar başlamıştı. Veronica aile üyeleri için oldukça lüks bir otelde yer ayırttığını ve ertesi gün Moskovaya dönülmesi gerektiğini Ahu ve Korhanın kulağına fısıldadı. Yeni evli çift birbirlerine üç gün zaman ayırıp, onları bekleyen sorumluluklarına geri döneceklerdi.

 

Ahu gelen herkese sıkı sıkı sarıldı. Dili sürekli teşekkür ve minnet sözleri döktü. Züleyhalar da iki gün Ankarada küçük bir tatil yapacak, öyle memleketlerine döneceklerdi. Belki fırsat olmaz diye orda vedalaştılar. Yasemin ise hemen geri dönmek zorunda olduğunu söylediğinde Cemil de İstanbula gideceğinden bahsetti. Sabah erkenden beraber geçirilecek bir araba yolculuğu için sözleşildi. En son vedalaşmak için yine Ahi bekliyordu. Bu kez uzun cümleler, temenniler yoktu. Onların yıllar içinde alışkanlık hâline dönüşen sessiz anlaşmaları vardı zaten. Canımın yarısı dediği kardeşini kollarına aldı, sıkıca sarıldı. Bu sarılmanın içerisine mutluluğu için sevinç, yanında olmuş olmasının huzuru, bundan sonraki hayatları için umut saklamışlardı.

 

Ev boşaldığında Korhan ve Ahu yan yana son arabanın da bahçe kapısından çıkışını seyrediyordu. Ahu ardına dönüp, tüm ışıkların yandığı evine iç çekerek baktı. Korhan da tek kolunu karnına dolayıp, çenesini Ahunun omzuna yasladı.

 

"En üst kat bizim için tasarlandı kelebeğim. Ortada ise anne-babamın, Ahinin ve Suhanın odaları var. Alt katı ortak yaşam alanımız yaparız. Tüm evi sana gezdirmek istiyorum ama bundan çok daha fazla istediğim bir şey var."

 

Ahu sesindeki isteğin tenine sıçradığı hissetti. Korhan çıplak kolunda, elini boynu boyunca gezdirmişti.

"Yarında gezebiliriz evimizi" diye mırıldandı. Tam da bu cevabı bekleyen adam, Ahu ne olduğunu bile anlamadan onu kucağına almıştı. Ahudan tiz bir çığlık olarak adını duyduğunda yüzündeki gülümseme büyüdü.

 

"Korhan ne yapıyorsun?"

 

Korhan açık kapıya doğru yürümeye başladı.

 

"Gelinimi kucağımda yatağımıza taşıyorum."

 

Ahu bu haline tatlı tatlı kıkırdadı. Ellerini boynuna dolayıp Korhanın onu odalarına götürme isteğine keyifle uyum sağladı.

 

Korhan üç katı da hiç yorulmamış gibi bir güçle çıkmıştı. Ahunun eli yüzünü sevmek için uzandığında bir kaç öpücük bile çalmıştı. Sonunda odalarına ulaştıklarında yavaşça bıraktı kucağından. Ahu ise sanki defalarca birlikte olmamışlar gibi tuhaf bir heyecanın içine kapıldı.

 

Korhan öyle dikkatli, o kadar yakıcı bakıyordu ki tenine değiyordu sanki nazarları. İncecik tüyleri can yakası bir şekilde dikelmişti. Hiç bir şey söylemeden etrafında ağır ağır dolaşmaya başladığında soluğunu tuttu.

 

Parmak ucu sağ omzuna dokunup, sol omzuna doğru bir rota tutturduğunda adımlarını durdurmamıştı Korhan. Sonra elinin tersi ensesinden bel çukuruna kadar yavaş yavaş sürtünerek kaydı. Ahunun teninden geçen ürpertiyi fark etmiş ve dudağında oluşan kıvrımla tenini izlemeye devam etmişti.

 

"Çok güzel olman ödül mü ceza mı çözemiyorum kelebek."

 

İki parmağı aşağı yukarı belindeki oyuntuda dolaşırken kurdu bu cümleyi. Ahu ağzına biriken tükrüğü zorla yutup, omzunun üstünden ardındaki adama baktı. Kehribarlar kendine çevrildiğinde konuşmadı ama gülümsemesini de esirgemedi.

 

"Zamanı geldiğinde tüm dünya görecek bu güzelliği. Kendime saklama hakkımı elimden alacaklar."

 

Hayıflanır gibi konuştukça Ahunun yüzündeki gülümseme büyüdü.

 

"Belki de sadece senin olduğunu düşünüp gizli bir tatmin yaşarsın Korhan. Yanılıyor muyum?"

 

Korhan alt dudağını kıstırıp parmaklarını yukarı doğru çıkarmaya başladı. Kürek kemiklerinde okşar gibi dolaşan parmaklarından gözlerini ayırdığında Ahuya bakmıştı.

 

"Neden gizli olsun? Ben bu tatmini alenen yaşıyorum kelebek. Sen benimsin. Her şeyinle, tüm hücrelerine kadar bana aitsin. Saçlarını artık açalım, beyaz teninde salınışını özledim."

 

Hiç Ahuya müdaade etmeden saçlarıyla ilgilendi. İnce tokalardan kurtulan siyah saçları tam da istediği gibi sırtına aşağı aktılar. Sonra da ağırca eğilip çıplak omzunu öptü. Öpücüğü sürtünerek ensesine doğru kaydığında Ahunun başı istemsiz geriye doğru düşmüştü. Sırtına bedenini tamamen yaslayan adam sayesinde yükünün bir kısmını ona bıraktı. Korhan sol kolunu karnına doladı. Sağ eli ise çenesini kavrayıp dudaklarına ulaşabileceği kadar yaklaşması için baskı yaptı. Dudakları dudaklarına değmek üzereyken duraksadı.

 

"Sen zerrelerine kadar bana aitsin. Küçücük bebekken kollarımda uyuduğun o gün yazıldı bizim kaderimiz. Sen benim olmak için doğdun kelebek. Bende sabırla geleceğin günü bekledim."1

 

Ahu ağzını araladığı an dudakları şiddetle Ahunun ağzını kavradı. Ayların verdiği bir hasretle naiflikten uzak öpüşme başlattı. Dili sıcak ve ıslak ağzına girdiğinde Ahuya nefes alacak alan bırakmıyordu. Dişleri hırpalayıcı ve acımasızdı. Ahunun öpüşmeye eşlik edebilecek gücü yoktu. Korhan aşkını, arzusunu, özlemini bir öpüşmenin içine saklamış şimdi de fütursuzca Ahuya sunuyordu.

 

Nefes alacak zaman için geri çekildiğinde Ahunun bedenini kendine çevirdi. Kalçalarının üzerinde küçücük, gizli bir fermuar vardı. Gelinliği tanıyan elleri direkt oraya uzandı. Açılan fermuar gelinliği genişlettiğinde askıların baskısı da azalmıştı. Ahunun heyecanla parlayan gözlerine baktı. Omuzlarındaki iki ince askıyı parmakları aşağı indirdiğinde çıplak göğüsleri ortaya serildi. Korhan tek dizi üzerine çöküp gelinliğin bedeninden kaymasına yardım ettiğinde Ahu keskin bir nefes aldı. Saniyeler içinde çıplak kalmıştı. Korhan ayaklarını kaldırıp gelinliği Ahudan ayırdı. Sonra da özenle askılarından tutup odadaki tekli koltuğun üzerine nizamla bıraktı. Geri döndüğünde Ahuya çok daha dikkatli bakıyordu. Boynundaki gösterişli kolye, teninin rengine yakın, dantelleri daha belirgin jartiyer çorapları, küçücük bir üçgen olarak mahremini örtmekten çok sergileyen tangası ve stilettoları dışında çırılçıplaktı karısı.

 

Göğüsleri vaad edilen gecenin beklentisiyle dolgunlaşmış, uçları sivirilmişti. Göğsü sık nefeslerle inip kalkıyor, heyecanının kokusunu Korhana yayıyordu. Ahunun bedeninde her yeri çok seviyordu Korhan ama gülüne bir başka bağımlıydı. İşaret parmağının ucu pelvis kemiğinin üstünde duran madeni bir para büyüklüğündeki gülüne dokundu. Özlemle okşadı.

 

Korhan biraz evvelki gibi yaklaşıp etrafında döndü. Ahunun iki yanında yumruk olmuş elleriyle, dik durma çabasına eğlenen bir bakış attı. Kalçalarının arasında kaybolan kücük kumaş parçasına baktığında ise seğiren erkekliği sabırlı davranmasını oldukça zorluyordu.

 

"Çok... Fazla giyiniksin..."

 

Ahu bir kafeste izleniyormuş gibi his veren bakışlardan kaçmak için öylesine bir cümle kurdu. Korhan ise sadece papyonunu çıkardığı damatlığıyla hak verdi bu adaletsizliğe. Ama ona sunulan manzaranın biraz daha tadını çıkarmak için soluna yatırdığı başıyla bir süre daha Ahunun çıplak sırtını, dolgun kalçalarını, dantelin bacağına oturmuş hoş görüntüsünü seyretti. Sonunda Ahunun ızdırabına bir son verme isteğiyle önüne geçmişti.

 

"Beni soymak mı istiyorsun?"

 

Ahu bunu ona nasıl yaptığını hiç bir zaman anlayamayacaktı. O bedenini defalarca görmüş, dokunmuş, hükmetmişken nasıl olur da kaçma arzusunu tetikleyecek bir utancı, heyecanı içine salabilirdi. Aldığı nefesin ağırlığında boğulacak gibi oldu bir an. Cevap verecek gücü bulamadığında ise onaylar gibi başını salladı. Kasıkları sancılanıyordu. Dokunulmadan bir ön sevişmeye itilmiş bedeni ihtiyaçla kıvranıyordu. Kasıklarındaki acı veren sızı yüzünden bacaklarını birbirine kapatma isteği çok güçlüydü.

 

Titreyen elleri ceketine uzanıp omuzlarından kaydırdı. Korhanın aksine özenli değildi. Ceket yere düştüğünde bu kez gömlek düğmelerini açmaya çalıştı. Titreyen parmakları olması gerekenden biraz daha fazla sürede göğsünü aralayabilmişti. Sonunda ise elleri kemer tokasına gidip çekiştirmeye başladı. Gözleri dikkatle onu izleyen Korhana dokundu.

 

"Nasıl yapabiliyorsun bunu bana? Nasıl böyle hissettirebilir?"

 

Bu gerçekten merak edilen bir soruydu Ahu için. Arzu böyle yakıcı onu nasıl etkisine alabilirdi?

 

Korhan, Ahunun beceriksizce kemerine asılmasına merhamet etmiş olacak ki kendi elleri Ahunun ellerinin üzerine konup, yardımcı oldu. Fermuarı açıldığında ayakkabılarını çıkarıp pantolonunun düşmesi için bir adım geri çekildi. Onu sıkıca sarmış siyah bir boxer dışında çıplaktı.

 

Korhan, Ahudan gözlerini ayırmadan başını eğerek sağ göğsünün ucunu ağzının içine aldı. Elleri tenine dokunmuyordu. Aralarında küçük de olsa bir mesafe vardı ama dudakları göğüs ucunu kavradığında Ahunun kavislenen sırtı yüzünden karnı Korhanın vücuduna yapışmıştı.

 

Can havliyle tırnaklarını omuzlarına sapladığında Korhanın sükutla yürüttüğü bu oyun ateşlendi. Belini hızla kavrayan elleri Ahuyu yükseltmiş, ayaklarını yerden kesmişti. Dişleri acımasız bir ihtirasla göğüs ucuna saplanmış, acının yaydığı his omurgasına yayılmıştı.

 

"Korhan!"

 

Ahu tiz bir çığlık attığında Korhan sol baldırından kavrayıp, bacağını beline dolamasını sağladı. Etrafında bir tut döndürdüğü zarif bedeni ardında kalan duvara yasladı. Serin duvar Ahunun sırtına baskı yaptığında teni ürpermişti. Tek bacağı beline dolanmışken diğer ayağının parmak uçları destek oluyordu ona. Korhan hâlâ saldırısına devam edip, göğsünden dudaklarını ayırmadı.

 

Sertleşmiş erkekliği kasıklarına büyük bir güçle baskı yaptı. Başı geriye doğru düştüğünde ikinci bir baskı seslice inlemesine neden olmuştu.

 

Korhan merhamet edip göğsünü bıraktığında ağzı örtüldü. Hırslı dişleri dudaklarıyla yetinmeyip çenesine kadar tatlı eziyetine devam ediyordu. Dili ağzını yalarken Ahuya nefes aldırmıyordu.

 

Öpüşme durulmak yerine şiddetlendi. Korhanın erkekliği Ahunun kasıklarına baskı yapmayı bırakmadı.

 

Bir nefeslik mesafede geri çekildiğinde Ahu sesli soluklarını düzene sokmaya çalışıyordu.

 

"Bir süre önce haplarını almayı bıraktığını biliyorum. Ama bu gece içine girdiğimde beni senden uzaklaştıracak hiç bir şey istemiyorum Ahu Nar. Ertesi gün hapı aldım, sıkıntı olur mu senin için? İtiraz edersen prezervatif var ama bana merhamet etmene çok ihtiyacım olduğunu bil."

 

"Karmaşada çok ihmal edince... İlaç almam sorun olmaz, bende prezervatif istemiyorum."

 

Korhan beklediği cevabı aldığında tekrar dudaklarına saldırdı. Sonra da Ahuyu oldukları pozisyonu bozmadan yataklarına taşıdı.

 

Ahu yatakta sere serpe uzandığında önünde diz çökmüştü. Önce zarif ayakkabılarını çıkardı ayaklarından. Sonra ise parmaklarını taktığı dantel kısmı, dizlerinden aşağı sürükledi. Çıplak kalan tenine burnunu sürttü. Ayakkabıları incecik izlere neden olmuştu. Dili ayak parmaklarına yakın kısımda oluşmuş ince izin üstüne sürtündü. Ayak bileğine bırakılan ıslak öpücükleri bacağına, dizlerine ve iç baldırlarına doğru ıslak bir yol çizdi.

 

Ahu bu ıslak rotanın nereye gideceğini biliyordu. Beklenti hissi heyecanını körükledikçe körükledi. Minik bir dantelden olan üçgen parçanın üzerine dudakları yaslandığında bilinçsizce sesli iç çekti. Korhanın dudakları kıvrılmıştı. Oyalanmadan hasretini çektiği gülüne doğru uzandı. Ahu beklediğini bulamamış olmanın verdiği bir kafa karışıklığıyla gözlerini aralayıp, Korhana baktı.

 

Korhan ise okşar gibi dudaklarını sürttüğü gülünü seviyordu.

 

"Tüm teninin kokusuna aşığım ama burası. Bu tatlı küçük pembelik bambaşka."

 

Dili minik bir sürtünmeyle Ahunun içinde bir gıdıklanma hissi yarattı.

 

"O kadar güzel ki..."

 

Tadını daha çok hissetme isteğiyle dudakları arasına kıstırıp, emdi. Kendi pembeliğine Korhanın dudaklarının baskısı da eklenmiş, kıpkırmızı olmuştu.

 

Gözlerini kaldırıp, onu izleyen eşine baktı. Ahu dikkatle her hareketini takip ediyordu.

 

"Ne oldu kelebek? Dudaklarımı istediğin yer başka mıydı yoksa?"

 

Ahunun çakmak çakmak yanan gözlerinden bakışlarını çekmeden dilinin ucunu çamaşırının üst çizgisine değdirdi.

 

"Çok mu doldun kelebek? Taşmak istiyorsun da istediğini vermiyor muyum?"

 

"Benimle oynama!"

 

Korhan kısık bir kahkaha attı. Sonra gözleri bacaklarının arasına geri çevrildi.

 

"Üzgünüm bebeğim ama bu gece sabaha kadar seninle oynayacağım. Sonuçta sen benim en iyi oyun arkadaşımsın."

 

Ahu daha ne olduğunu anlayamadan belini kavrayan iki el, ince ipleri yakalayıp yırtmıştı. Ahunun gözleri irice açıldığında Korhan saniyelik bir bakış attı ve parçalanmış çamaşırı çekip aldı. Ahu ne yaptığını sormak için ağzını araladığında sıcak bir ağız, nabız gibi atan merkezini talan etmeye başlamıştı.

 

Korhanı görmek için dirseklerinin üzerine kaldırdığı beden bu sert saldırıyla geriye düştü. İçine doğru akan sancılı zevk dalgasıyla gözleri kapanmış, vücudu kavislenmişti.

 

Korhan onun her bir katmanında gezerken, dilini, dişlerini acımasızca kullanırken tek yapabildiği kısıkça inlemek ve çarşaflara parmaklarını sıkıca geçirmek oldu.

 

Zaten tahrik olmuş bedeni çok yakındı. Uzun zamana ihtiyaç duyulmayacak kadar da Korhanın ilgisine muhtaçtı. Bacakları kasılmaya başladı. "Korhan çok yakın" diye inleyen sesinden sonra dilinin saldırısına parmakları eşlik etti. Teninden içine kayan parmaklar ve ıslak dilin hareketleri Ahuyu hızla tırmandığı zirveden aşağı itti. Orgazmın onu parça parça ettiği ve yavaşça kendine gelmeye başladığı anlarda bir anda iki bacağı da kavranmış ve yüzü yastığa gelecek şekilde çevrilmişti. Odada yankılanan bir çığlık atabildi beklemediği bu hareket karşısında.

 

"Yatak başlığını kavra. Bacaklarını olabildiğine aç ve belini eğ kelebek. İlki biraz hızlı olacak."

 

Ahu neredeyse sert sayılacak bir sesle kendine verilen emirleri sorgulama ihtiyacı bile duymadan uyguladı. Kalçaları Korhanın istediği pozisyona yine kocası tarafından getirildi. Kendi ıslaklığı ve Korhanın ilgisi nedeniyle oldukça hazırdı. Bir anda içini dolduran uzuvu karşılamak için tereddüt etmemişti ama uzun zamandır birbirlerinden uzak olan bedenleri gerçekten unutmuş gibiydi. Ahu odayı dolduran bir çığlık daha attı.

 

Özlediği doluluk ve keskin bir sızının verdiği hisse alışmak için bir kaç derin soluk aldı.

 

"Yavaş... Lütfen biraz yavaş."

 

İniltiyle söylediklerinden sonra başını çevirip Korhanı görmek için bakmaya çalıştı. Korhan ardında zerre merhamet edecek gibi durmuyordu. Gözleri kızıl bir haleyle örtülmüş, boynundaki damarlar kabarmış ve kaşları çatılmış bir şekilde birleştikleri noktaya bakıyordu. Ahununu sesiyle gözlerini olduğu yerden ayırıp Ahunun ter yüzünden parlayan simasına baktı.

"Çok isterdim..."

 

Hırıltılı bir nefesle konuştu. Ve biraz evvelki girişinin özrü gibi yavaşça içinden çıkacak kadar geri çekildi ama sonra bir anda tekrar içini dolduran darbeyle Ahu " Korhan!" diye tekrar haykırdı.

 

"İnan nazik bir aşık olmayı şu an ölesiye isterdim Ahu Nar Yıldıray..."

 

Erkekliğinin yarısını çekip tekrar içine sapladığında kuvvetli bir ritim yakaladı kendince. Ahu olduğu durumu korumak ve güç almak için yapıştığı başlıktan uzaklaşmamak için çaba sarf etme dışında bir şey yapamadı.

 

"Bu kadar hasret olmasaydım. Gününü unuttum! En son içinde sıkıştığım zamanı unuttum ben!"

 

Bir darbe daha ve Ahunun başı geriye doğru esnedi. Ahu belini kavramış iki elden biri ayrılıp da sırtına dağılmış saçlarını yumruk gibi avcuna doladığını çekilme hissiyle fark etti. Vücudu biraz daha doğrulmuştu. Neredeyse Korhanın bedeniyle sırtı bütünleşecek hâle gelmişti. Saçlarını kavrayan elleri biraz canını yaksa da şu an şehvetin içinde kaybolmuş hisleri umursamıyordu.

 

"Benim güzel ateşim... İçin beni emiyor. Daha derinlerine çekmek için sıkıştırıyorsun."

 

"Korhan lütfen..."

 

Ahu acı ve zevki en doğru şekilde yansıtan bir iniltiyle merhametine sığındı. Bunun karşılığında yeni bir gel git darbesiyle tenin tene çarpma sesi odada yankılandı. Eline doladığı siyah saçlarına biraz daha asıldığında Ahunun boynu tamamen geriye yaslanmıştı. Korhan ince boynuna bir ısırık bıraktı. Ahunun acı nedeniyle duyduğu iniltisine mermamet edip, diliyle acının etrafında dolaştı.

 

Ahuyu sabit tutmaya çalışırken kavradığı belinde eli sürtünerek bacaklarının arasına ulaşmıştı.

 

"Beraber boşalacağız güzel karım."

 

Erkekliği ağır bir ritimle Ahuyu biraz daha esnetti. Korhanın parmakları hassas noktalarına değdiğinde içine elektrik yemiş gibi bir his yayıldı. Kasılması Korhana gerekli nesajı vermiş olacak ki merhamet süresi bitti. Ritmi hızlandı. Kalçaları Korhanın hayalarına çarptıkça bir eli ardında kalan adamın boynuna dolandı. Diğeri hâlâ yatak başlığından güç arıyordu.

 

"Duyuyorsun beni değil mi?"

 

Korhan ıslak ağzını kulağının etrafında dolaştırırken tısladı.

 

"Karımsın! Bu ne demek biliyorsun!"

 

Ahu biraz evvel tükenmiş bedeninin bu kadar hızlı tekrar aynı isteği kucaklayacağını düşünmemişti ama yine gözleri kayıyor, içi çekiliyordu. Korhanın derinliklerinde bir yere sürekli dokunduğu ve onun içini titreten bu his dizlerindeki gücü çekiyordu.

 

"Ne olur bitir? Lütfen..."

 

"Dünya üzerindeki herkes senin bana ait olduğunu bilecek..."

 

Bacaklarının arasındaki ıslaklığı yayarken Ahu tiz bir çığlık daha attı. Korhanın içinde seğiren erkekliğinin sona yaklaştığını hissettiğinde istemsiz biraz daha kasıldı.

Korhan saçlarına yaptığı baskıyla yüzünü kendine çevirmesini sağladı. Beyaz teni kıpkırmızıydı. Dudakları berelenmiş ve şişmişti. Yaşaran gözleri yüzünden makyajı göz kenarlarına yayılmıştı. Gözlerini zorla araladığında ise Korhan bakışlarındaki ihtiyacı gördü. Ahunun gözüne aşağı kayan yaşı diliyle süpürerek temizledi. Geri çekilecek gibi olduğunda ise Ahu boynuna sardığı kolunu sıkıştırarak Korhanı kendine çekmiş ve dilini ağzına itmişti. Tüm odayı kaplayan tenin tene çarpma sesleri, öpüşmenin harareti kulaklarında yankılanıyordu. Korhan içine şiddetli bir darbeyle çarptığında bir sıcaklık yayıldı. Korhanın seğiren erkekliği Ahuyu da ilkine göre çok daha şiddetli o yardan aşağı fırlattı. Bir kaç sert darbe sonrasında takati kalmayan bedeni Korhan tutmasa devrilecekti.

 

Son kalan güçleriyle kendilerini yatağa bıraktılar. Ahu yan bir şekilde yatarken Korhan neredeyse tamamen üzerindeydi. Kalbinin güçlü çarpıntısı Ahunun kaburgalarını dövüyordu. Bacaklarındaki his kaybı hâlâ düzelmemiş, kadınlığındaki sancı ve zevk kalıntıları nabız gibi atmaya devam etmişti.

 

Bir süre kendilerine gelmeye çalıştılar. Ahu neredeyse uyuyacak gibi olduğunda Korhan banyoya girmiş, ıslak bir havluyla geri dönmüştü. Ahunun bacaklarının arasını temizlediğinde yorgun karısına ürpertici bir gülümseme sundu. Ahu kısık gözleri arasında gelecek olanı bekliyordu.

 

Korhan temizliğinden emin olduğu kadınlığına elini hafifçe değdirip ayağa kalktı. Biraz evvel doyuma ulaşmış bir erkeğe göre hâlâ canlı duruyordu. Ahu yastığına sarılmış ve üzerini bile kapatamayacak kadar bitkin düşmüştü. Ama Korhanın gerçekten ona merhamet etmeyeceğini kehribarlarındaki ateşten anladı.

 

"Yeterince dinlendin kelebek. Şimdi gel ve sarhoş olmadan da boğazının ne kadar ilerisine beni alabiliyorsun göster...."

 

 

 

Devamı Part II de...

 

Bölüm : 01.07.2025 21:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş