Zahir uçak saatlerini beğenmediği için bu sıcakta araba yolculuğu çekiyordu Ceyda. Başlarına gelen dünya olaudan sonra yumuşak yüzü bir akbaba tarafından istismar ediliyordu resmen.
Sıcak gerçekten küfür ettirecekti ona.
Zahir camları kapatıp, klimayı açıyordu ama Ceyda bu kez de kendini klostrofobik hissediyordu.
Sabahın dördünde onu yataktan sürükleyerek kazıyan adam, annesinin onları beklediğini söylediğinde gerçekten dilini yutacak gibi oldu.
Üstelik Cemile, Zahirle olan durumunu anlatırken "şimdilik takılıyoruz" dedikten on saat sonra annesiyle tanışacak olması takılma tanımına asla uymuyordu.
Sabah Cemil de otelden erken ayrılacakken Ceyda kapısını çaldığında hâlâ uyuyordu mesela.
Ceyda ne diyeceğini bilememiş ve yara bandını bir seferde çekmek için Zahirin annesini ziyaret için Çıralıya gideceklerini kendine hiç de yakışmayan bir mırıldanmayla söylemişti.
Cemil tek gözü kapalı, derdinin ne olduğunu çözmek için on dakika yüzüne boş boş bakmıştı. Sonra bu takılmak! kelimesinin onlardaki karşılığını sorgulamıştı.
Cemil, Ceyda için aklın almayacağı bir anlayış yüklüydü. Belki de ailelerinden sebep olan durumları onu böyle olmaya itmişti. Ceyda daha genç yaşlardayken anlamıyordu ama Cemilin sınırsız kabullenişinin altında bambaşka bir neden yattığını hayatının hatasını yaptığında öğrenmişti.
Ergenlik zamanlarında ailelerinin durumu Ceydayı asi olmaya iterdi. Bir kaç şiddetli kavga da anne ve babasının ortak olduğu tek noktayı bulmuştu. Ceydanın geçimsiz, yetersiz, katlanılmaya dayanılmayacak kişiliği onları istememelerinin bahanesi olmuştu. Ceyda dile dökmese de Cemil bunun onu ne kadar yaraladığını belki de ilk andan beri görüyordu.
O yüzden hayattaki en yakını saydığı kardeşi ne yaparsa yapsın yanında olacak o kişi Cemildi.
Ceyda tüm yaşamları boyunca Cemilin ona bir kez bağırdığını duymuştu. Bir kez yollarını ayıracağını suratına haykırmıştı. Sadece bir kez terk edilmekle tehdit etmişti. "Ben artık yokum" dediği anı unutamazdı.
Kız kardeşi uyuşturucu batağında kaybolurken Cemil asla yükseltmediği o sesini gök kubbeye sadece bir kez ulaştırmıştı. Tedavi olmayı reddederse onu hayatından tamamen çıkarmakta oldukça kararlıydı. Ölümünü ona izletmeye hakkı olmadığını kafasına çivi çakar gibi çakmıştı. Cemil gözlerine bakıp ikisinden birini tercih etmek zorunda olduğunu haykırmıştı. Ceydanın kaybolduğu cehenneme uzanan o ip tam olarak buydu zaten. Cemilsiz bir hayat nasıl olur bilmiyordu. Anne ve babası gittiğinde bir şekilde yolunu bulmuş ve yaşamıştı ama Cemilin olmadığı dünyada yürüyemeyecek kadar korkak bir kızdı o zamanlar.
Kalbine sorsa hâlâ da öyleydi.
Şimdi Zahirle olan ilişkisini anlattığında sen mutluysan ben mutluyum karşılığını alması tam olarak böylesi bir geçmişin getirisiydi. Cemil kayıtsız şartsız Ceyda ne isterse desteklerdi. Yanlış ya da doğru onu terk etmeyeceğini her zaman hissettirirdi. Sadece canına zarar verecek şeyler Cemili alıştığı o kişiden uzaklaştırabiliyordu.
Onların Ahi ve Ahu gibi göze değen ilişkileri yoktu. Ama Ceyda bazı geceler uyuyamadığında Cemilin süt kaynatması ve onu uyutması bir çok sevgi kelimesine, sarılmasına değerdi.
Şimdi bomboş yolu izlerken dudakları kıvrıldı. Cemil'e Zahirle takıldığını söylerken kardeşi yan bir bakış atmıştı. Sonra da bir körün bile gördüğü gerçeği söylemek için biraz daha beklemesini tavsiye etmişti. Tabiki biliyordu. Cemil sessiz biriydi ama asla aptal değildi. Yirmi yedi yaşında, yetişkin kız kardeşine de ne yapıp ne yapmayacağını söyleme hadsizliği onun fıtratında yoktu. Sadece dayısı bu konu hakkında ona soru sorarsa Cemil ölmüş numarası çekeceğini parantez içinde bildirdi.
Ceyda bu düşünceyle de biliçsizce kıkırdadı. Sanki yapabilirmiş gibi.
"Benimle konuşmak yerine kafanın içindeki manyakla sohbet nasıl gidiyor?"
Zahirin yoldan ayırmadığı gözleri bir anlık Ceydaya değdi. Ceyda ise daldığı için ona sataşan adamın son kelimelerini duydu.
"Kendi kendine gülüyorsun da kafanın içinde muhabbet fena sardı galiba diyorum."
"Seninle takıldığımı söyledim, şimdi de annene gidiyoruz. Kelimeleri sözlükteki anlamlarıyla kullanmadığımı söyleyip, durdu."
"Yatak arkadaşıyız deseydin. Öyle net anlardı çocuk!"
"Deve kini var sende! Dönüp dolaşıp aynı yere geliyorsun."
"Konu hoşuma gidiyor. Bir şey söyledi mi Cemil? Ben konuştuğumda gayet ılımlıydı."1
Ceyda ağzı aralanıp bu yeni bilgiyi kafasında çevirdi.
"Ne demek ne? Çocuğun yüzüne bakıp ardından kardeşini becerecek değilim ya. "
Ceyda şok olmuş bir ifadeyle Zahire doğru döndü.
"Sen bunu tam olarak ne zaman yaptın akbaba?"
Gözleri kısılmış ve dişleri sıkılmış bir yüzle sordu sorusunu.
Zahir ise umursamaz bir ifadeyle omuzlarını silkip, hızını bir tık düşürdü.
"Senin benim eve gelip, duvarımın tadına baktığın günden sonraydı. Ortadan kaybolmasan beraber yapardık bu konuşmayı. Ama sen beni at siki gibi ortada bırakmayı tercih ettin."
Ceyda gözlerini kapatıp, parmaklarını alnına bastırdı. Derin derin bir kaç nefes almıştı.
"Sana bunu bir kez soracağım. Tam olarak ne söyledin benim ikiz kardeşime!"
Zahir hafif bir kaş çatışla Ceydaya bakıp, geri yola çevirdi gözlerini.
"Senin aksine nerde ne söylenir bilirim fare. Seninle yakınlaştığımızı ama senin kafan karıştığı için benden biraz uzak durmak istediğini söyledim. Denizlideymişsin o sıralar. Boyundan büyük işlere giriyordun hatırladın mı? Ama elime geçtiğinde ağzına sıçacağımı kardeşin anlamış olacak ki zaman vermem konusunda telkinde bulundu."
Ceyda bir an gerçekten sadece yatak arkadaşıyız dediğini düşünmüş ve tüm sinir hücreleri ayağa kalkmıştı. Biraz rahatlama ile geriye yaslandı. Derince bir soluk aldı.
"Cemil bana bir şey demedi hiç" diye mırıldandı. Zahir ise yine kısa bir bakış attı.
"Sen anlat istemiştir. Severim Cemili. Sana hırsımı ondan çıkaracak değilim. Yani korkma fare. Evime gelip beni sikip, sonra da yatakta takılırız deyip siktir olup gidişin aramızda."
Ceyda bıkkınca bir nefes koyverdi. Başı geriye doğru yaslanmış, gözleri kapanmıştı.
"Yemin ediyorum regl olan benim tüm sancısını çeken sensin. Hassas egona neler yapmışım ben ya. Git bir terapiye! Atlat artık şu durumunu."
Zahir gülmek isteyen yüzünü zor toparladı. Ceyda tekrar sıkkın bir nefes bırakmıştı.
"Bu gergin tavrın annemle tanışacak olman mı?"
Ceyda şaşkınlıkla baktı adama. Onu zıvanadan çıkarıp sonra da kendi kabahatini hiç görmeyişi deli edecekti Ceydayı. Koltuğu geriye doğru yatırdı.
"Beni rahat bırak akbaba! Gidene kadar uyuyacağım, bulaşma. Of giderken bir şeyler almamız lazım, elim boş gidemem. Şu halime bak, pantolon tişörtle gidiyorum. Bir kere koynuna girdim belam oldun!"
Ceyda gözlerini kapatmış, mırıl mırıl söylenmeye devam ediyordu. Zahir ise kısık bir kahkaha attı.
"Her fırsatta koynuna beni almak için delirmesen yerdim şu hallerini."
Yol yedi saat sürdü ve Ceyda dediği gibi gerçekten tüm yol boyunca uyudu. Öğlen sıcağının en kızgın olduğu zamanlarda Antalyanın çekilir hiç bir yanı yoktu. Ceyda çığlık atma noktasında zorla bir çiçekçiden çiçek yaptırmış ve Zahir sayesinde ulaştığı bilgiler ışığında doğal taşlar satan bir mağazadan ametist vazo almıştı.
Zahirin annesi oldukça korunaklı, müstakil bir evde yaşıyordu. Günü deniz kenarında karşılamayı seven kadın için evin kapısı denize yakın bir konumdaydı.
Zahra Ataeva mükemmel bir korunma sistemi, işinde en başarılı sağlık çalışanları ve temizlik personeliyle korunaklı bir evin hanımı olarak yaşamını tamamlayacaktı. Korunma ölçüsü dikkate alınacak olsa oldukça mütevazi bir yaşam sürüyordu aslında.
Ceyda son kez arabada saçlarının düzgün olup olmadığını kontrol edip onu bekleyen adamla beraber dışarı çıktı.
Bir elinde hediye paketi, diğerinde çiçekle kapıya doğru ilerlemeye başladılar.
"Sakin ol. Annemin seni beğenmeyeceğini düşünüyorsan, onun kreatif zevklerime güvendiğini hatırla."
Ceyda derin bir nefes aldı. Zahir de kapıyı çalmıştı. Dili ve dişi arasında "burjuva köpek" diye mırıldanmasına tiz bir kahkaha attı.
Kapı bir iki dakika geçmeden aralandığında ise ikisi de kalakaldılar.
Elinde bir havlu ve belinde önlükle Ceyda, Fas üssünün liderini karşısında asla beklemiyordu. Zahir de onun kadar dumura uğramıştı. Sonra gözleri farkındalıkla kapandı. Ayın ortasındalardı. Her ayın ikinci haftasında annesini ziyarete gelen adam dört beş gün kalıp Fasa dönüyordu. Zahir onca karmaşada bunu nasıl atladığını anlayamadı. Üstelik annesi de hiç bir şey söylememişti. Sadece Korhanın düğününden sonra ona birini getirmek istediğinden bahsetmiş, annesi ise bu habere çocuklar gibi sevinmişti.
Arkadan elektrikli sanalyasiyle onlara yaklaşan kadınla ortamdaki gerilim yükseldi. Ceyda ne diyeceğini bilemiyordu. Zira Zahirin dik bakışları babasının üzerindeyken her kelime mayınlıymış gibi hissettriyordu.
"Ah hoşgeldiniz. Neden orda bekliyorsunuz, çok sıcak. Lütfen içeri girin."
Ceyda kimlik bilgilerine kadar her şeyine hakim olduğu kadını hiç yakından görmemişti. Şimdi sandalyesinde oturan zayıf ama uzun olduğu belli olan kadınla göz göze geldiğinde bir an bocaladı. Saçları simsiyahtı ama tam perçem kısmı aklarla kaplanmıştı. Zarif bir topuzla tutturulmuş saçlarda o bir tutam ak görüntü değişik ama hoş bir görüntü oluşturuyordu. Zahirin babasına benzediğini düşünürdü Ceyda. Annesinin yüzünü gördüğünde akik taşını andıran gözlerin bire bir annesinden alındığını da fark etti.
"Aaaa şey doğru... Biz... Merhaba hoşbulduk. Ben Ceyda."
A1 seviyesinde ki Türkçeyle söylenebilecek en doğru kelimeleri söyleyebildi Ceyda. Zira onlara kapıyı tam bir ev babası olarak açan adamın şaşkınlığını atamamıştı üzerinden. Kendini zorlayarak elindeki büyük paketi Zahirin tutması için biraz kaba sayılacak şekilde itekledi. Sonra elindeki lilyum buketini ona merakla bakan kadına doğru uzattı.
"Ani ziyaretimiz inşallah rahatsızlık vermemiştir. Bu çiçekler sizin için, umarım seversiniz."
Büyük buketi kucağına çeken kadının gözleri ışıl ışıldı.
"Lilyum nasıl sevilmez? Çok teşekkür ederim Ceyda. Sana isminle hitap edebilirim değil mi? Seni o kadar merakla bekliyorum ki heyecanımı mazur gör."
"Lütfen... Bu beni çok sevindirir. Sizinle tanışmak benim içinde çok değerli."
Sadece konuşan bir insan olsun diye girdiği şu halleri Cemil görse ona götüyle gülerdi. Resmen hanım hanımcık, görücüye çıkmış bir kız gibi davranıyordu.
Zahir dik bakışlarını babasından ayırıp annesine doğru ilerledi. Vücudunu eğip, yanağına küçük bir buse bıraktı.
"Bana evde yalnız olmadığından bahsetmemiştin anne."
Zahra Hanım başını sevimlice yana yatırdı.
"Ben evde ne zaman yalnız oluyorum oğlum? Artık kapıda beklemeseniz, çünkü aç olabileceğinizi düşündük ve Bahadırla size yemek hazırladık."
Zahra gözlerini kapıda onları izleyen adama çevirdiğinde tatlı bir gülmüseme gönderdi.
"Tamam Bahadır hazırladı, ben tadına baktım."
Tabiki annesi hazırlamamıştı. Annesinin bir çok meziyeti vardı ama yemek yapmak onlardan biri değildi.
"Hoşgeldiniz Ceyda. Seni evimizde ağırlamak ne büyük bir şeref."
Bahadır Ataev elini uzattığında Ceyda hafif bir titremeyle elini sıktı.
"Hoşbudum efendim. Çok teşekkürler."
Ceyda sıkıntıyla ne diyeceğini bilemediğinde Zahir elini beline koymuştu.
"Sanırım uzun birgün olacak. Geçip şu yemeği yiyelim."
Yemek masasında konuşan iki kadın dışında erkeklerin ağzını bıçak açmıyordu.
Zahra Hanımın, Ceydayı tanımak için bir çok soru soruyordu. Ceyda ise kasılmaktan tutulmuş sinirlerini yok sayarak nezaketle her soruyu cevaplıyordu.
Kadına, oğlu olacak akbaba götü sıkıştığında tehdit ederek beni kölesi yapıyordu diyemezdi haliyle. İş ortamında bir tanışıklık diye mırıldandı.
Zahirin çok kibar bir beyefendi oluşundan bahseden kadına, Ceydanın duvardan duvara çarpılan vücudu bir taraflarıyla gülüyordu. Zavallı kadın kendi doğurduğu akbaba hakkında hiç bir fikre sahip değildi.
Zaten Zahirin kendini sık sık yoklayan bakışlarından akan hinlik, kafasının içinden geçenlere ortak olduğunu ortaya seriyordu.
Bir süre böyle devam eden konuşmaya Bahadır da eşlik etti. Ceyda ile bir üssün lideri olarak değil evine gelen misafiri en iyi şekilde ağırlamaya çalışan ev sahibi gibi ilgileniyordu. Karısı ile olan münasebeti ise Ceydayı dumura uğrarmıştı. Adam tabağını özenle hazırlamıştı. Suyunu bardağa boşaltıp içine bir kaç damla misket limon sıkışı bile o kadar tuhaf geldi ki izlemeden edemedi. Ara sıra bilinçsizce elini tutup, sıktığı da gözünden kaçmamıştı. Ve bunları öyle bir alışkanlıkla yapıyordu ki sorulsa adam anca fark edecek bir tavırdaydı.
"Peki şu an ne işle ilgileniyorsun tatlım? Benim oğlumun maalesef kötü bir huyu varsa o da emrivaki yapan uslanmaz karakteridir. Eminim buraya seni çok daha önceden bilgilendirerek getirmemiştir. İnşallah işine mani olan bir duruma sokmamışızdır seni."
Ceyda ağzındaki lokmayı yutup, dudaklarını peçeteyle sildi. Başı iki yana sallanmıştı.
"Endişeniz olmasın, her hangi bir sıkıntı yok. Ve gerçekten oğlunuzu iyi tanıyorsunuz. Ben çok geç öğrendim yola çıkacağımızı. Yoksa size çok daha özenli bir hediye almak isterdim."
Zahra konsolun üstüne yerleştirilmiş ametist vazoya ve Ceydanın ona getirdiği liliumlara sevgiyle baktı.
"Lütfen tatlım, hediyelerine bayıldım. Ametist benim taşım biliyor musun? Zahir söylemiş olmalı. Bedenime ve ruhuma o kadar iyi geliyor ki."
Zahir eğlenen bir ifadeyle tekrar Ceydayı süzdü.
"Aslında ben söylemedim. O direkt bunu seçti. Ceyda da doğal taşlara ilgili anne. Hatta ortak kullandığımız bir taş var, onu toprağa gömmek konusunda bir ara ısrarcıydı."
Ceydanın gözleri iri iri açıldı. Bu adam onun ölümü olacaktı. Egoist pisliğin taş diye bahsettiği o uzunluğunu gerçekten toprağa gömmesi gerekiyordu.2
"İnanmıyorum, çok sevindim. Zahir benimle dalga geçiyor bu konuda. Ama bak çok haklısın. Ortak kullanılan doğal taşlar enerji akışında çok büyük şeylere neden olabilir. Dikkatli kullanmak lazım hayatım."
Ceydanın ensesinden aşağı bir ter damlası kaydı. Burdan kurtulduğunda dayısının aş evlerine gönderdiği yemekleri kendi dağıtacaktı.
"Merak etme anne. Bizim taşımız ikimize de şifa. Ortak kullandıkça faydasını emin ol hissediyoruz. İkimizin de bedensel ve ruhsal rahatlamasına uyumlu olduğunu fark ettiğimizden beri daha özenli davranıyoruz."2
Zahra hanım sevgiyle gözlerini kırptı. Kendi bahsettiğinde dalga geçen oğlu, hayatına giren kadının etkisiyle değişiyordu.
"Buna çok sevindim oğlum. Peki şu an ne işle ilgileniyorsun Ceyda. Zahir senden bir kere bahsetmişti bana. O zaman da seni görmeyi çok istemiştim ama çok yoğunmuşsun."
Ceyda ne zaman kendini annesine anlattı merak etmişti. Gözleri bir süre Zahire dokunup, tekrar cevap bekleyem kadına çevrildi.
"Yazılım işiyle ilgileniyorum ama şu sıra boşum. Bir süre ara vereceğim. Belki başka bir alanda devam edebilirim diye düşünüyorum."
Tedirgince Bahadıra anlık bakmış ve onu şevkle dinleyen kadına dönmüştü. Zahir ortadaki mezelerden biraz daha tabağına servis yaptı Ceydanın. Sonra da sırıtan bir ifadeyle Ceydaya göz kırptı.
"Ceydanın böyle söylediğine bakma anne. Bizim için çalışacak. Korhanla işleri büyütüyoruz, yazılım ağında ki tüm korunmalarımız Ceydaya emanet artık. Bundan sonra nerde olursak olalım sanal güvenliğimizi Ceyda ve onun emrinde kurulacak ekip üstlenecek."
Ceydanın ağzı şaşkınlıkla aralanmış, Zahra hanım gözlerinde iri bir parıltıyla oğluna bakmıştı. Bahadır ise dik bakışlarını Zahirde tutuyordu.
"Böylesi önemli bir görev için Ceydaya çok yüklenmiyor musun oğlum?"
Bu bariz bir uyarıydı. İşleri büyütmekten kastını odadaki üç kişi net bir şekilde anlamıştı. Bir ülke yönetecekti Korhan. Zahir ise tam sağında hep olduğu gibi yardımında olacaktı. Bunu yaptıkları zaman içerisinde ise sanal ağdaki güvenlik çemberini yönetecek kişi olarak Ceydayı işaret ediyordu. Korhanla olan durumlardan kaynaklı Ceyda Birliğin ona verdiği görevinden azledilmişti. Niyeti ne olursa olsun birliğe karşı bilgi saklaması kabul edilebilir bir hata değildi.
Zahir önündeki sudan bir yudum aldı.
"Hayır, yüklenmiyorum. Onun ne yapabileceğini bilen biri olarak doğru yere yatırım yapıyorum. Üstelik bize olan sadakatini herkes görmüş oldu değil mi? İçine doğduğu düzene karşı bile bizim yanımızda yer alan birini bırakacağımı düşünmüş olamazsınız."
Bahadır bir saniye Ceydaya baktı. Gözlerinde korkuyu görmüştü. Zahirin bu emrivakisi onu ürkütmüştü. Kızın bu plandan haberi olmadığı her halinden belliydi. Bahadır çatal ve bıçağını kenara bırakıp, geriye yaslandı.
"Timurun bu plandan haberi var mı peki?"
Zahir de babasını taklit eder gibi sandalyesine yaslanmış, kollarını göğsünde toplamıştı.
"Olması gerektiğini düşünürsek, tabiki haber veririz."
"Peki Timurun ikiniz arasındaki ilişkiye onayı var mı?"
Ceyda iyice kasılmış, yediği üç beş lokma da taş gibi oturmuştu midesine. Zahra hanımda neredeyse hiç iletişim kurmayan baba oğulun konuşuyor olmasını bölmek istemiyordu. Ne kadar birbirleri üzerinde üstünlük kurma halleri onu rahatsız etse de Zahir sorulan sorulara neredeyse ilk kez cevap veriyordu. Yaşlı kadın için bu bile nimet değerindedir.
"Birlikte olduğumuzu biliyor."
"Olması mı gerekiyor? Ceyda yirmi yedi yaşında, kendini, zekasını defalarca hiç gerek olmasa bile ıspatlamış bir kadın. Kiminle birlikte olmak isterse olur. Dayısı da onay vermek yada vermemek üzerine konuşamaz. Sadece yeğeninin kararlarına saygı duyar, yanında olur!"
Bahadır kaşları çatılmış gibi bu kez Ceydaya baktı.
"Resmiyete dökmek için ne kadar süre beklemeyi düşünüyorsunuz?"
İşte bu soru çok fazlaydı. Ceyda için çok çok fazlaydı. Evlilik kelimesi onun benliğinde hiç iyi çağrışımlar oluşturmazken kendini kapana sıkışmış gibi hissetti. Bir başka emrivakiyle boynuna uygan geçirilecekmiş gibi daraldı, nefesi sıklaştı.
Öyle büyük bir hata yapmıştı ki dayısı ve Bahadır Ataev gibi bir gerçek varken onlar nasıl böyle bir ilişki yürüteceklerini düşünmüşlerdi ? Ceyda nasıl bu kadar aptal olabilirdi. İş hayatları bir yana birbirlerine karşı büyük saygı besleyen iki adamın çocuklarıydı onlar. Tabiki evlilik bağı diye tutturulacaktı. Ceyda bunu istemiyordu. Ceyda anne ve babasının birbirlerine söz verdikleri düğün kliplerini görmüş bir kişiydi. Sonra ise birbirlerini aldattıklarını güç gösterisi gibi çocuklarının yanında bağıra çağıra haykıran iki düşmandı. Ceyda evlilik ve onun içinde beklenen şeyleri veremezdi Zahire. Yüreğine şiddetli bir bıçak darbesi aldı sanki. Ceydadan zamanla beklenilecek hiç bir şey yoktu ki verebilsin. Eksik yanı tokat oldu yanağını kızarttı.
Tırnakları avuç içlerine saplandı. Gözleri ona dikkatle bakan adamın gözlerinden ayrılmıyordu. Bu sorunun cevabını Ceydadan bekliyorsa veremezdi Ceyda. Zahir onun için çok kıymetliydi. Kalbini kimsenin attıramadığı bir güçle attırıyor, yanında uyurken tetikte hissetmesine gerek duymuyordu. Yoksa hiç bir güç Ceydayı bir emrivaki sonucu bu masaya oturtamazdı. Zahire gerçekten çok güçlü hisler besliyordu. Ama evlilik!
Ceyda bunu yapamazdı. Tam masadan kalkıp, burdan gitmesi için tüm hücreleri bağırırken eli iri bir el tarafından mengeneye alındı. Zahirin büyük eli, iki avcunu da içine kıstırmıştı. Ama Ceydaya bakmıyordu, yüzü babasındaydı.
"Bu sizin öylece sorabileceğiniz, yönetebileceğiniz, aklınıza geldiği gibi şekillendirebileceğiniz bir durum değil Fas üssünün lideri!"
Zahirin tok, sinirli sesiyle annesi kala kaldı. Bahadırın işiyle ilgili konuşulmazdı bu evde. Rütbesini ise Zahir asla dillendirmezdi. "Zahir..." Diye mırıldandı kadın.
"Bir saniye anne! Bahadır bey görevine çok kaptırmış kendini. Öyle kaptırmış ki bizim özelimizi bu kadar sorgulamayı kendine hak görüyor. Kulaksız Timur bir şey diyecekse arasın beni, bir kaç saate Mardinde olurum ben. Ha kimse bizi ilgilendiren bu konu hakkında söz sahibi olmadığını unutmasın. Evlilik mi? Biz ne zaman istersek olur. Biz istemezsek de olmaz. Ceydayla bağımı iki imzayla kimseye kanıtlamayacağım. O beni istediği sürece hayatında yerim değişmeyecek. Bizim Ceydayla evlilik bağına ihtiyacımız yok. Birbirimize duyduğumuz güven her şeyin üzerinde. Ben ona tüm kayıtlarımı emanet edecek kadar güveniyorum. O da kalk gidiyoruz dediğimde sorgulamadan peşime takılacak kadar bana inanıyor. Siz ne diyorsunuz bu gibi durumlara? Sevgi? Aşk? Kendiniz seçin ama kendi içinizde dillendirin. Bu Ceyda ile beni ilgilendirir. Üçüncü bir kişi söz sahibi değil."1
Ceyda büyülenmiş gibi Zahire bakıyordu. Ona evlilikle ilgili düşüncelerini hiç söylememişti. Korkularını, içinde kontrol edemediği bu travmalarını alenen hiç dökmemişti. Ama Zahir...
Ceyda şu ana kadar Zahire bir aşk besleyip beslemediğinden şüphe duyuyorsa da artık emindi. Cemilden sonra kelimelerine ihtiyaç duymadan anlayan tek erkek Zahir olmuştu. Dayısını da çok seviyordu. Canını istese iki kere düşünmezdi ama anlaşılmak...
Gözlerinden geçen parıltılardan habersiz Zahirin yüzünü izlerken bunları geçirdi aklından. Zahir de başını çevirip, Ceydaya dikkatle baktı.
"Ceyda bundan sonra hayatımda olacak tek kadın. Bilmeniz gereken de bu kadar. Daha sonra ne olacağı sadece ikimizin kararı. Saygı gösterin!"
Bir süre hiç birinden ses çıkmamıştı. Bahadır oğluna diktiği gözlerini bir süre ayırmadı. Sonra bugün için planları arasında oğluyla tartışma istediği olmadığını hatırlayıp ortadaki patlıcan mezesine uzandı. Gözleri Ceydaya çevrildi.
"Bunun tadına bakmadın kızım. Bir dene bakalım Zahram çok sever. Senin de hoşuna gidecektir."
Ceyda içinde tuttuğu soluğu bıraktığında dayak yemiş gibi hissediyordu. Ve bu asla metofor değildi. Ceyda zamanında olmaması gereken yerlerde çok bulunmuş bir kadın olarak dayak yemek nasıl bir şey onu da deneyimlemişti.
Adamın uzattığı tabağı kavradı. Şu andan kurtulmak için tabağı gırtlağına sokabilirdi.
"Ben çok severim patlıcanı, ellerinize sağlık."
Sonrası biraz daha rahat geçti. En azından kurulan muhabbet dörtlü arasında dönebiliyordu.
Bahadırın evde olduğu zamanlarda çalışanlar izinli olurdu. Evin tüm gereksinimleriyle kendi ilgilendiği gibi karısının bakımı da sadece Bahadırın üzerine olurdu. Yemek sonrası masayı toplamak için Bahadır ayaklandığında Ceyda da hemen eşlik etmek için bir kaç tabağı kavradı.
Zahra hanım masadan geriye çekilip Ceydaya seslendi.
"Ceydacığım ben sana iskeleyi gösterirken Zahir ve Bahadır buraları halledecektir tatlım. Benimle yürür müsün?"
Ceyda ne yapacağını ilk bilemedi. Bir an Zahire baktı. Zahir de ayaklanıp, masadan bir kaç şey almıştı.
"Siz annemle çıkabilirsiniz güzelim. Bulaşıkları ben halledeceğim. Malum hazır sofraya konduk, temizlemesi benim işim."
"Ben de yardım etsem ondan sonra çıksak olmaz mı?"
Ceyda izin versin diye Zahra Hanıma bakıyordu. Kadın eliyle geçiştirir gibi bir hareket yaptı.
"Bırakalım da onlar temizlesinler hayatım. Zahir çok iyi bulaşık dizer mesela. Neden onlar yapabiliyorken biz yapalım ki?"
Kadın muzip bir tavırla göz kırpmıştı. Ceydanın da dudağı kıvrıldı. Yanlarından elleri dolu geçen Fas üssünün lideri Zahranın ak tutamının üzerine dudağını bastırıp, mutfağa yönelmişti bile.
"Haklısınız. Bende pek beceremem aksi gibi."
Kadın tatlı bir kıkırtıyla ellerini çırptı.
"Harika, çok şanslısın Ceydacığım. Zahir bu konularda en az babası kadar iyidir. Hadi gidelim. İkindi vaktini de şafak kadar seviyorum."
Ceyda elektrikli sandalyenin hızına uyum sağlayarak sesizce onu yönlendiren kadını takip etti.
Evin arka kapısı boylu boyunca aralandığında denizle aralarında yirmi metre anca vardı. Özel olarak yapılmış iskele çok güzel görünüyordu. Deniz de azıcık bile dalga yokken o kadar huzur vericiydi ki Ceyda bu görüntüyle büyülendi. İskelenin ucuna kadar ilerledi iki kadın.
Bir süre ikisi de hiç konuşmadan denizin insana huzur veren görüntüsünü seyrettiler.
"Seni çok seviyorum biliyor musun Ceyda?"
Ceyda bir anda duyduğu cümle ile neye uğradığını şaşırdı. Bakışları ihtiyatla hâlâ denizi seyreden kadına çevrildi. Böylesi bir cümleye ne denir bilemedi. Zahra Hanım ağır ağır başını çevirdi. Yüzünde zarif bir gülümseme vardı.
"Ben onları yıllardır bir masanın etrafında yemek yerken görmedim. Zahir ne söylenirse söylensin lütfedip cevap vermezdi. Bahadırın burda olduğu zamanlarda yanıma uğramazdı bile. Ama senin sayende bugün bir aile yemeği yedik."
"Ben... Ne diyeceğimi bilemedim."
"Seni çok seviyorum çünkü sen bugün oğlum ve kocamı bir masanın etrafında topladın. Zahir ölse Bahadırın pişirdiği bir şeye elini sürmezken her şeyden yedi. Onu izledim. Tüm yemek boyunca. Bahadır ne seviyorsa hazırladı ve Zahir hepsinden tabağına aldı. Bunun benim için kıymetini anlayabiliyor musun Ceyda? Bunu sadece sen burdasın diye yaptı oğlum çünkü kapı aralandığında Bahadırı burda görse tek kelime etmeden çeker giderdi. Ama bugün gitmek bir yana bir aile olarak yemek yedik. Senin ondaki değerini görebiliyor musun?"
"Zahir, babasını seviyor Zahra Hanım. Kendine itiraf edemiyor ama onu ne kadar sevdiğine ben şahit oldum. Sadece içinden atamadığı hisleri var."
Zahra kırık bir tebessümle baktı.
"Bana teyze demek seni rahatsız eder mi Ceyda? Seninle samimi bir bağımız olsun istiyorum. Ama sen bana hanım dediğinde bu olmayacakmış gibi hissettiriyor."
"Memnuniyet duyarım Zahra Teyze."
Kadın tekrar denize çevirdi bakışlarını.
"Çocukken de çok uzaktı Bahadıra. Kimsenin bakmadığını düşündüğü anlarda izlerdi sadece. Bahadır eve geldiğinde odasında olmaya gayret ederdi. Ama ergenliği... Ordan sonra büyüdükçe düzelecek sandığımız her şey çok daha kötü oldu. Beni ne kadar çok sevdiyse babasından nefret etti. Bunu nasıl yöneteceğimi, düzelteceğimi bilemedim. Eğitimi, işi yollarını neredeyse tamamen kesti. Bahadırın eve gelebildiği zamanlarda adımını atmadı buraya. İşin en kötü yanı buna sebep olan benim kızım."
Ceyda kafası karışmış bir şekilde konuşan kadına bakıyordu. Burda kendini suçlaması gereken en son insandı halbuki.
"Ceyda bugünkü kadın olana kadar çok hata yaptım. Şu an durumunu kabullenmiş, bu şekilde de mutlu olabileceğini fark etmiş bir kadın görüyorsun sen. Ama öncesi... Ben Bahadırın işinin ne denli meşakkatli olduğunu bilen, kabul eden bir eştim. Sevgim, kısıtlı da olsa bize gelecek olmasıyla yetiniyordu. Üstelik hamile kalınca daha da kolaylaştı özlem. Bir çocuğumuz olacaktı. Sevdiğim adamı beklerken bizim bebeğimizi büyütecektim. Ama her şey tuzla buz oldu. Ben yalnızdım, birilerine ulaşana kadar doğum başlamıştı. Her şey hem çok hızlı hem çok yavaş oldu. Kendime geldiğimde ise yanı başımda bir bebek vardı ama ayaklarım artık yoktu. Doğum sırasında bir komplikasyon oluşmuş. Doğum felci diyor doktorlar. Sana uzun uzun o süreci anlatmak, sıkmak istemiyorum. Ama ben bunu kabullenene, Zahire anne olmaya başlayana kadar bir hayli zaman geçti. Çocuğunun peşinde koşamayan, kucağında taşıyamayan anne mi olur? Bu düşünce beni mahvetti. Ama sonra bir şekilde çocuğumla başka şeyler yapabildiğimi fark ettim. Boyamalar, masa oyunları, yerde yuvarlamalı toplar... Bir şekilde anneliği benimsedim. Zahir büyüyordu. Ona daha fazla geç kalmak istemedim belki de. Ama sağlıklı bir kadından bir anda ayaklarını alırsan geriye çok hasarlı bir beden kalmıyor sadece. O zaman ki duygusal zayıflığım acımı Bahadıra yönlendirmeye başladı. Her an aldatılacak, terk edilecek olmanın verdiği o korkunç hisler..."
Kadın sanki o zamanlarını hatırlamış gibi başını iki yana sallayıp, gözlerini sıkıca kapatmıştı. Sonra bir kaç derin solukla Ceydaya çevirdi başını.
"Ceyda birini çok seversen ve artık ona yetemeyeceğini düşünürsen dünyada cehennemi yaşarsın. Öyle ki gittiği yerde bir hayat kurduğunu, başka karısı, çocukları bile olduğunu düşünüp kendime zehir ediyordum günlerimi. Zahir bu hırçınlıklarımı gördü Ceyda. Zahir, Bahadır geldiğinde kimin koynundan geliyorsan oraya dön dediğimi duydu. Sakat karından utanıp, onu buraya hapsettin dediğim çığlıklarımı işitti. Çocuğumu ben bu hâle getirdim."
Ceydanın genzi yanmaya başlamıştı. Zahirin o kendinden başkasını umursamayan, etik yada ahlak kurallarını çıkarlarına göre yönlendiren tavırları beyninin gerilerinden bağırdı. Babasına olan öfkesi ne denli büyük belki de ilk kez hissetti. Ama karşısında çaresizce oğlunu ona anlatan kadını da öyle iyi anlıyordu ki.
"Siz... Çok ağır bir şey yaşadınız Zahra teyze. Bunun bedensel etkisi bir yana psikolojik olarak size yaptıklarını hayal bile edemem. Ayın belki de bir haftasını yanınızda geçiren bir eş varken böyle düşündüğünüz için kimse sizi suçlayamaz. "
"Bahadır çok emek verdi bana. Onun işine olan bağını biliyordum. Evlenirken kabullenmem gereken en önemli şey buydu. Bahadır bana anlattı. Ne olursa olsun görevimin önüne hiç bir şeyi koyamam dedi. Ben kabul ettim. Sonra da yaşadığım bu olay beni mahvetti. Benimle beraber küçücük oğlumda iyileşmeyecek yaralar açtı. Halbuki bir kere bile... Azıcık içime kuşku düşürecek bir şey olmadı Ceyda. Bahadır defalarca anlattı. Benden başka kimsenin olmayacağı için yeminler etti. Her seferinde inandım ama içmideki şeytan, yokluğunda yine parçaladı beni. Hırçınlaştırdı. Zahire ne oldu görmem yıllarımı aldı. Ergenlik zamanı ise benim durumumun etkisi yetmez gibi babalı babasızlığı canını yaktı. Görüyordu arkadaşlarını. Okuldan alanları, futbol turnuvalarına babasıyla katılanları... Bahadır böyle şeylere yetişemedi. Yetişmek istediğinde ya zamanı denk gelmedi ya da ani bir görevi çıktı. Zahir içinde biriken tüm öfkeyi kini tek bir kişiye akıttı. Aslında bazen görürdüm gözlerinde. Bana öyle kızgın bakardı ki ama sonra hemen silerdi o bakışı. Zaten kötürüm olan annesine kızmaya hakkı yokmuş gibi sökerdi içinden o hissi."
Ceyda öylece konuşan kadını dinliyor, ağzını açamıyordu. Zahra denizde olan bakışlarını Ceydaya çevirdi.
"Bahadır biraz katıdır. Yani mesleği onu böyle bir hâle getirdi belki de. Onun isyan etme noktası çok yüksek Ceyda. Tepene bombalar yağmıyorsa, açlıkla sınanmıyorsan ya da namusunu korumak için kırk kapı ardına saklanmıyorsan hayatına asi olamazsın. Hak da veriyorum. Öyle şeyler görüyor ki bu dertler onun lügatında şımarıklık olarak yer alabilir. Ama elini asla Zahirin üzerinden çekmedi. Okulda ya da iş hayatında hiç müdehaleci olmadı ama biliyorum ki onu korumayı da bırakmadı. Oğlunu çok sevdiğine tüm kalbimle yemin ederim. Zahirin tırnağı kırılsa Bahadır dünyayı yakar. Ama alıp karşısına ben seni çok seviyorum demez."
Ceyda sus pus dinlediği her şeye nasıl bir karşılık vermeli bilemedi. Ağzı bir iki kez açıldı kapandı. Bu halini fark eden kadın da minik bir tebessümle baktı ona.
"Bu kadın bana bunları neden anlatıyor diyorsun değil mi?"
"Estafurullah. Böyle demiyorum, sadece onu tanıdığımı sanıyordum. Aslında hayatı hakkında hiç bir şey bilmediğimi fark ettim."
"Zahir kırık yanlarını göstermez Ceyda. Düşmanından esirger ama değer verdiğinden tamamen saklar. Zahir sevdiği birini üzmeyi yetersizlik olarak görüyor kızım. Senin adını söylediğinde, buraya getireceğinden bahsettiğinde ne kadar sevindim bilemezsin. Birbirinize verdiğiniz değeri görüyorum. Ceyda haddim değil ama benim çocuğumu gerçekten seviyor musun? Çünkü benim oğlum hak ettiği gibi hiç hissedemedi bu duyguyu. Annesi iyileşip, aklını toplayana kadar ilkokula başlamıştı. Babası işinden kalan zamanlarda eksik bıraktı. Şimdi kalbi bir kadın için çarpıyor yavrumun. Benim oğlum hak ettiği şekilde, tam da olması gereken zamanda seviliyor mu?"
Ceyda ne diyeceğini bilemedi. Gözleri irice açılmış, ağzından çıkacak olanı bekleyen kadına ne söylenir emin olamadı. Oğlu otuz dört yaşındaydı ama bir anne için yaşın demek ki çok önemi olmuyordu. Kendi annesi çocukları küçük olduğunda bile böyle koruyucu şeyler yapmamıştı mesela. Ama karşısındaki kadın oğlunun zaten incinmiş kalbi tekrar kırılırmı bunun derdine düşmüştü. Kendisinin ve babasının Zahirde açtığı yaraları büyütür mü telaşı sarmıştı içini.
"Sevgi nasıl bir şey ben size söyleyemem ki? Ben bir tek dayımı ve ikiz kardeşimi sevdim. Geri kalan herkes onların istediğini yapmadığımı söyleyip terk etti beni. Zahir yirmi yedi yaşında, yetişkin bir kadın diyor benim için Zahra teyze. Ben daha bu sene bir aile masasında yemek yedim. Birileriyle sıcak bağlar kurdum, arkadaş oldum. Bahadır Bey benim çok saygı duyduğum bir görevi öyle layıkıyla yapıyor ki karşısında konuşacak gücü bulmak bile benim için onur. Siz onun Zahir için yumuşak olmayan yüzünü anlatıyorsunuz, bense ona baktığımda eşinden, çocuğundan ne olursa olsun vazgeçmeyen bir baba görüyorum. Aldatmayan, kandırmayan, geride bırakmayan bir baba. Benim ailemde sadakat sadece dayım, ben ve ikizim arasında vardı. Sizin sorunuzun bende tek bir cevabı yok. Sadece çok uzun zamandır olan durumumu söyleyebilirim size. Ben bir tek ikizimin yanında ve kapalı bir kapı ardında uyurdum. Şimdi Zahirin olduğu evde rüya görecek kadar uykuya dalabiliyorum. Üzerimde yıllardır atamadığım, sürekli ardımı izlemek gibi hastalıklı bir takıntı var. Ama biz Zahirle yan yana bir caddede yürürsek ben her beş metrede bir ardıma bakmadığımı fark ettim mesela. Sevgi mi bu? Ya da aşk? O beni çoğu zaman kızdırıyor ama uzaktaysak birbirimizden, kızdırmalarını da özlüyorum. Benim için aşka en yakın ifade bu sanırım."
Ceyda uzunca bir konuşmadan sonra omuzları çökmüş bir vaziyette denize bakmaya başladı. Hislerinde samimiydi. Uyuşturucuyla verdiği mücadeleden sonra onda hasar olarak kalan her şey Zahirin yakınında olmasıyla hafifliyordu. Çok az uykularını düzenli kullandığı antidepresanlar verirdi. Tüm gece uyuyacaksa Cemil gerekiyordu ona. Kalabalık bir caddede, sokak arasında, bilmediği mahallelerle yürümek zulümdü. Kontrol edemediği bir dürtüyle sürekli ardına bakardı. Uyuşturucu bedeninden silinip, çıkmıştı. Ama Ceydanın ruhuna yaptıkları hâlâ derinlerde bir yerde saklıydı.
Zahir bu korkuları karabasan gibi yok ediyordu. Öyle yok ediyordu ki Ceyda diline dökene kadar fark edememişti bile.
Tahta iskeleye değen adım sesleri yaklaştığında son derin bir nefes alıp, başını çevirdi.
Zahir ağır adımlarla onlara yaklaşıyordu. Ne zamandır orda, söylediklerinin ne kadarını duydu bilmiyordu. Ama Ceydaya olan bakışı, kalbinde şiddetli, acıtıcı bir çarpıntıyı tetiklemişti.
Zahir annesinin yanında durdu. Gözleri Ceydadaydı ama. Annesinin yanağına minik bir öpücük bıraktı.
"Eve dönmek ister misin? Kocan senin için naneli limonata yapıyor. Ferahlarsın biraz."
Zahra tebessüm edip, oğlunun yanağında elini gezdirdi.
"Sabah canım çekti demiştim. Bekliyordur beni, gideyim oğlum."
Tekerlekli sandalyesi hareket edip yanlarından uzaklaşmaya başladığında Zahir istemsiz bir dürtüyle annesine seslendi.
Zahra sandalyeyi durdurup, ona seslenen oğluna baktı.
"Bende seviyorum limonatayı. Babama söyle bizim için de ayırsın."
Zahranın yüzünü kademe kademe bir ışıltı kapladı. Dişleri görünesi gülümsemesi tüm yüzüne akşam güneşiyle beraber bambaşka bir güzellik kattı.
"Söylerim! Babana söylerim yavrum çok çok yapar."
Tekrar hareket edip gittiğinde hız seviyesini yükselttiği Zahirin dikkatinden kaçmamıştı. Koşarak kocasına Zahirin ondan için baba dediğini yetiştirmesi gerekiyordu tabi. Dudağında küçük bir tebessümle bahçe kapısından girmesini seyretti.
Sonra da ardında bekleyen kadına çevirdi vücudunu. Üzerine doğru atılan adımlarla Ceyda geri geri gidecek gibi oldu. Denize düşme hissi adımlarını zorla olduğu yerde tuttu.
Her hangi bir şey söylemek için açılan ağzı Zahirin ağzıyla örtüldü. Parmakları ensesine saplanmış, Ceydanın geri çekilme olanağını elinden almıştı. Hoş geri çekilesi yoktu ama onlara değecek gözler bir miktar da olsa Ceydayı utandırabilirdi.
Dudakları bir süre okşandı. Gözleri kapalı Zahirin ilgisini kabul etti. Dudakları ayrıldığında ise Zahir alnına alnını yaslamış bir vaziyette soluklandı. Ceyda bir iç çekişle gözlerini araladı.
"Ne kadar zamandır buradasın?"
" İnsanları öylece dinleyemezsin akbaba! Özele saygı diye bir şey duydun mu?"
"Yavrum ben kişisel verilerin korunması kanununu kaç kere ihlal ettim haberin var mı? Muhabbetiniz sardı, tabiki dinleyeceğim."1
Ceyda gözlerini devirip, göğsüne eliyle şamar attı ve geri çekildi.
"En azından saklamaya çalış. Yeni geldim falan de!"
" O zaman bana olan aşkını anneme itiraf etmen üzerine nasıl konuşabiliriz?"
Ceyda ters bir bakış atıp ardını döndü. Sevmişti buranın manzarasını. Yorulmuş bacaklarını dinlendirmek için oturup, ayaklarını denize doğru sarkıttı. Deniz suyu sandaletinin ucuna değiyordu. Parmaklarını kıpırdatıp, suyun serinliğinin tadını çıkardı.
Ardında bir iki hışırtı oluştu ama dönüp bakmamıştı. Sonra Zahir yanına geçip oturduğunda ayakkabılarını çıkardığını ve paçalarını biraz sıvadığını fark etti. Onun bacakları Ceydaya göre daha uzun olduğu için ayakları bileklerine kadar suyun içinde kalmıştı. Ters ters bu ayrıcalığa baktı şimdi de.
Zahir yüzünün haline kısa bir kahkaha atıp, başını iki yana salladı. Sonra da Ceyda daha ne olduğunu anlayamadan belinden kavranmış ve Zahirin ayırdığı bacaklarının arasına oturtulmuştu.
"Ayyy!!! Dur ne yapıyorsun? Düşeceğim?"
Beline iki kolu dolanmıştı. Kalçası ise tahta iskelenin kıyısına kadar itildiği için ayakları tamamen suyun içindeydi artık.
"Tamam tutuyorum ben seni. Düşme korkusuyla sarkıtamamışsın kendini. İyilik yapıyorum, akıllı dur."
"Yüce gönüllülük deyince de sen tabi."
Ceyda ayaklarını öne arkaya sallarken, yüzünde küçük bir tebessüm vardı.
"Yoo yüce gönüllülük değil. Gece çıkıp üstümde zıplarsın, ödeşiriz."1
Ceyda karnına sarılmış iki kola sert bir tokat atmıştı.
"İyice ergene dönüştün sen. Andropozun mu yakın anlamadım ki."
Zahir kısık bir şekilde kıkırdarken karnına baskı uygulayıp, iyice Ceydanın kalçalarını kasıklarına yasladı.
"Seni şuraya bir yatırırım görürsün adropozu."
Sağı solu belli olmayan bir köpek olduğu için sesini kesmişti Ceyda. Zaten şu an ayaklarını okşayan su onu mest ediyordu. Zahirle de hiç kavga edesi yoktu.
Bir süre tutuluyor olmanın verdiği güvenle tamamen sarkık bir halde suyla oynadı. Zahir de çenesini Ceydanın omzuna yaslayıp ayaklarını oynatışını seyretti.
"Takip edildiğini mi düşünüyorsun? O yüzden mi sürekli ardına bakıyordun?"
Bir soru bekliyordu aslında da bu değildi. Önceden olsa rahatsız olurdu ama şimdi o kadar da etkilemiyordu bu soru.
"Paronayalar oldukça hafifledi aslında. Sadece bir kaç tanesi yakamdan düşmüyor."
"Hayır... Yani değişken. Bazen çok kalabalık caddede oluyor. Ardıma bakmaktan kaç kere yere yapıştım. Bazende daha önce kullanmadığım bir ara sokağa girdiğimde ensemde biri varmış gibi hissediyorum. Aslında beynim biliyor, kimse yok diye telkin etmeye çalışıyorum ama vücudum kabullenmiyor. Biri kovalıyormuş gibi kaçma dürtümü kontrol edemiyorum. İki üç kez polis durdurup, biri sizi rahatsız mı ediyor demişti mesela."
"Onun kendi başına düzeleceği yok. Uzun süre kokain kullandım. Damardan eroine ise uç sınırda geçtim. İlla hasar bırakacaktı, rem uykusuna geçişlerim çok zor. İlaçlar destek oluyor. Cemille uyuyuncada kesintisiz dört beş saat uyuyabiliyorum. Bir de işte senle..."
Zahir tişörtünün boynunu esnetip, hafif terlemiş tenine ıslak bir öpücük bıraktı. Sonra çenesini geri yasladı.
Ceyda henüz en önemli kısmı söylememişti. Uyuşturucunun ondan aldığı, şu zamana kadar da pek kendine dert etmediği bambaşka bir yoksunluğu vardı. Zahire de söyleme fikri yoktu açıkcası aklında. Ama evlilik meselesi masada konuşulduğu andan beri ne kadar derine gömse de orda olduğunu hatırladı.
"Sana bir şey söylemem lazım."
"Baban evlilik dedi. Biz kendi kendimize takılıyoruz ama dayımla, baban bu durumdan memnun değil farkındasın değil mi?"
"Eee ne yapalım? Canları çok istiyorsa ikisi evlensin. Biz böyle iyiyiz."
Ceyda denizdeki gözlerini Zahiri görebilmek için sağına çevirdi. Yüzleri çok yakındı birbirine.
"Zahir bilmen gereken bir şey var."
"Ceyda evlilik mevzusuysa bu bizi ilgilendirir. Diğerlerini siklemem."
"Uyuşturucu uykularımı almadı sadece. Doğurganlığımı da aldı."
Ceyda bir anda, yara bandını çeker gibi çekip, söylemişti bunu. AMATEM de tedavi gördüğü süreçte öğrendiği bir bilgiydi bu. O zaman üzülmemişti. Zaten Ceyda kendini anne olarak düşünmemişti bile. Yirmili yaşlarının başında biriyken zerre sarsıcı etkisini yüklenmemişti.
"Ahu ve Korhanı gördüm. Şifa ve Alparslanı da. Onlar evlilik kelimesini hakkıyla yaşıyorlar ama benim kitabımda bombok bir şey Zahir."
Zahir kaşlarını çatmış, ne anlatıyorsun sen der gibi bakıyordu.
"Doğum kontrol haplarını regl olabilmek için kullanıyorum ben. O ilaçları kullanmasam yılda bir iki kere kanamam anca oluyor. Zahir bugün tamam, yarın da öyle ama senin baban, benim dayım öyle takılıyoruz laflarını uzun süre hoş görmez. Bir kere birbirlerine karşı tutumları bize göre çok geleneksel. Ama ben sana öyle kitaplardaki evliliği, çocukları veremem. Bunu bilerek beni hayatında nereye koyduğuna dikkat et. Elbet bir gün çocuk isteyeceksin. Benim gitme zamanım da gelecek."
Zahir hiç de kibar olmayan bir şekilde belinden kavrayıp yana doğru fırlatır gibi Ceydayı bıraktı. Sonra yüzünü kaplamış bir sinirle Ceydanın çenesini kavrayıp, yüzünü kendine yaklaştırdı.
"Ne evliliği lan? Ne çocuğu? Kızım sen yediğin içtiğinden mi kafayı buldun da saçma sapan konuşuyorsun?"
"Zahir bil diye söylüyorum? Kiminle yatağa giriyorsun bil, sonra benden veremeyeceğim hiç bir şeyi isteme!"
"Ne istiyorum ben senden? Paşa torunu olsam gidelim evlenelim de soyadının kıymeti olsun derim. Ben kendi babamın soyadını kullanmıyorum! Senin gördüğün evlilik bok gibiydi de benim ki çok mu matah bişeydi. Adam kurulmuş saat gibi ayın ortasında dört beş gün geliyor sonra defolup gidiyor. İyi bir asker eyvallah, hakkını yemeyelim ama iyi baba değil, iyi koca değil bana göre. Evliler sözde. Ne yapacağız gidip imza atıp, tüm her şeyi düzene mi sokacağız? Senden çocuk mu istedim ben?"
Ceydanın yüzünde engel olamadığı bir hüzün yeşerdi.
"Kızım ben yirmi yaşında değilim. Otuz dört yaşındayım. Neyi isteyip neyi istemeyeceğimi bilecek yaştayım. Ne çocuğu? Annem beni doğururken kucağına çocuk bıraktılar, ayaklarını aldılar. Çok mu lazım çocuk?"
"Şimdi kulağını aç beni dinle. Bir kere konuşacağız bunları."
Ceyda titreyen harekeriyle ağzını açacak gibi değildi zaten.
"Annem haklı! Çocukken ona da öyle kızardım ki ama kötürüm anneme yüksek sesle söyleyemezdim. Sandığı sebepten değil ama öfkem. Bok mu vardı da beni doğurdu diye içim içimi yerdi. Sonra baban dedikleri adam da nefretimi besledi. Adam yok ortada. Kadın boynuzlanma korkusuyla akşamı sabahı leş gibi geçiyor. Sonra birden çıkıp geliyor, eli kolu market poşetiyle dolu. Ağzına sıçayım, bizim eksiğimiz yoğurt mu? Okula başladım yoksun! Çocuklardan dayak yedim yoksun! Mezun oldum yoksun! Yoğurt mu almaya gittin diyememek öyle koyardı ki içime. Anneme kıyamadığım zamanların öfkesi de onu nişan aldı yalan yok. Ama ölüm de yok ucunda. Bizden bu kadar olur. Al bak baba dedim bir süre oyalansınlar bununla. Fazlasını istemesin kimse benden. Veremeyeceğimi beklemesinler.
Duyuyor musun dediklerimi? Beklemiyorum sensen çocuk falan Ceyda. Evlilik de istemiyorum. Ha esti kafamıza çok canımız mı çekti gideriz senle şöyle bir Bali turuna az tatil yaparız, konsoloslukta iki imza atarız al sana evlilik. O da sen istersen! Bak iyi dinle sen istersen diyorum. Oldu da zaman geldi çocuk hayali mi kuruyorsun, yetimhaneler doldu taşıyor yavrum. Bizden anne baba olur dediğimiz bir zamanda gideriz çocuk sahibi oluruz. Ama yine sen istersen! Ama şunu bil Ceyda. O dediğin durumun olmasa bile beni kessen senden çocuk çıkmasına müsaade etmem ben. Tüm alem beni siksin ki içinden çocuk çıkartmana izin vermem!"1
Ceyda neredeyse ağlayacaktı. Şaka falan değil kalbinin çarpıntısını kontrol edemeyip zırıl zırıl ağlayacaktı. Çocukken terk edilmeye neden olacak çok kusuru yoktu aslında. Tamam yaramaz bir kızdı ama bir çok arkadaşı da öyleydi. Mesela annesinin "doğduğunuzdan beri beladan başka bir şey olmadınız, istemiyorum sizi" demesine neden olacak kadar değildi yaramazlıkları. Ya da babasının boşandığı yıl, doğan kızını ziyaret ettiklerinde "bu siz gibi değil, çok uslu" sözlerinin verdiği hasarı karşılayacak yetersizlikleri yoktu. Şimdiki hali göz önünde olursa o zamanlar melekler kadar masum sayılırdı. Uyuşturucu, hırsızlık, kavga, devlet malına zarar gibi sicili olan biri olmasının yanı sıra kısır bir kadındı neticede. Ama tüm bu kusurlarının ortaya saçıldığı anda beklediği cümlelerin içinde bunlar yoktu. Canına gelecek zevalin ihtimaliyle çocuk lafını ettirmeyecek miydi Zahir? Kim ne derse desin Ceyda istemiyorsa evlilik baskısı kurmayacak mıydı?
"Akbaba sen nasıl bir adam çıktın? Nasıl böyle biri olabilirsin? Gerçekten karşılıksız bu kadar mı istiyorsun beni?"
Zahir yüzünü serbest bırakıp geriye doğru yaslandı. Dudaklarından da -cık diye bir itiraz nidası çıktı.
"Karşılıksız değil. Ten uyumumuz şahane, tepemem bu nimeti. E ne kadar anneme söylemiş olsan da fena aşıksın bana. Bende taktım sana kafayı, düzelecek gibi değilim. Ayrıca felaket zeki bir şeysin. Korhanla benim durumu biliyorsun. Köpek gibi çalıştıracağız seni karın tokluğuna. Ben bu adamların hiç bir şeyine güvenmem. Ortağımı bunlara emanet etmem. Git ekibini kur, yıllar önce Atilla Saruhanlının başına gelen gelmesini başımıza."1
Ceyda onca şeyin arasında atladığı durumun dillendirilmesiyle bir anda toparlanıp, iki dizinin üstüne yükselerek Zahire sokuldu.
"Sen o konuda ciddi misin? Ben babana inat diye... Yani şaka falan değil dimi? Zahir bak bu durum basit bir şey değil. Emin misin?"
"Bu işin şakası mı olur? İsviçrenin en önemli bankasına sızdınız, bilgi çaldınız. Git o adamları topla Ceyda. Korhanı yem edemeyiz kimseye. Sanal güvenliğini sen sağlayacaksın. Şimdiden başlamak lazım, iyice zırhlanınca kayınpederden kalan koltuğa geçip, yerleşecek."
"Gelip bize sorsunlar. Korhan özellikle seni istiyor, sıkıyorsa karşı çıksınlar. Sen takma bunları kafana. Köstebek gibi yaşayan o adamlar kimse topla hepsini. Sonra sağlam bir sistem kurmak için başla çalışmaya. Bu yüzyılda başımıza ne geliyorsa teknolojinin verdiklerinden geliyor."1
Ceyda alt dudağını kıstırmış, ne kadar saklamaya çalışsa da heyecanı gözlerinden taşan bir parıltıyla Zahire bakmıştı. Zahirin yüzünde eğlenen bir gülümseme vardı.
"Tipe bak. Yat şuraya desem itiraz etmezsin."
Ceyda engel olamadığı kıkırtısıyla uzanıp yanağına sesli bir öpücük bıraktı.
"Hayatımda tanıdığım en azgın adamsın. Tabiki öyle bir şey yapmam!"
Geriye çekilip, gözlerinde haylaz ışıltılarla burnunu Zahirin burnuna sürttü.
"Ama banyoya çağırsan gelirim akbaba. Felaket yükseldim sana."
Zahir eğlenen bir kahkaha atıp hızlı bir öpücük daha bıraktı dudaklarına. Bu kızın ona hissettirdiği her şeyi fazlasıyla seviyordu. Bundan sonraki hayatlarında da sevmeye devam edeceğinden emindi. Zira Zahir ne istediğini, ne zaman istediğini çok iyi bilen bir adamdı...
Zaman akıyordu. Hayatları belli bir düzensizlik içerisinde düzen bulmuş, bir şekilde rayına giriyordu.
Ahu ve Korhanın evliliklerinin dördüncü gününde Ahunun da Mosakavaya dönmesi, Korhanın işlerinin başına geçmesi gerekti.
Ankara ve Moskova arasında oluşturduğu yaşam alanında gözüne değenler Korhanın yorulmasının çok çok önüne geçen büyük değişimlerdi.
Özellikle üçüncü operasyonun yapılacağı haftaya girdiklerinde babası hepsine ismiyle seslenecek kadar güçlü bir zihne sahipti artık.
Eloktro şoklarla uygulanacak bir uyandırma seansı başladı. Üçüncü seanstan sonra ise Nurperi saçlarına dokunan bir elle gözlerini açtı. Tarık başında ona gülen gözlerle bakıyordu. Ama o gülen gözleri kısılmış bir farkındalık haliyle dehşete kapılmış gibi bağırmıştı. Ne olduğunu kimse anlamadan, Nurperi de korkuyla çıktı yataktan. Odaya dolanlar, Tarığı sakinleştirmeye çalışanlar derken hepsinin yüreği ağzına gelmişti. Saatler sonra kontrolü bitirilen ve sakinleşirilmesi için uyutulan adamın başında Ahu ve Nurperi bekliyordu. Suhan korkudan kilitlenip kalmış, Ahi de onu bulundukları yerden uzaklaştırmıştı.
Nezih Karslı ve Tarığın tedavisiyle ilgilenen bir profesör durumu Ahuya anlattığında yüreklerini ağzına getiren hadisenin aslında iyi bir şey olduğunu öğrenmişlerdi. Tarıkın hafızası anlık görüntüler olarak dönmeye başlamıştı. Geçmişinden kayıp anıları gözünde canlandığında ve bir anda Nurperiyi ellili yaşlarda görünce, geçmiş ve gelecek arasında bağı oturtamayan adam şoka girmişti.
Artık kademeli olarak ve bir psikiyatr hekim müdehalesiyle tedavisi devam edecekti. Bu hafızasının kayıp olduğunu anlatmak için yeterli seviyeye ulaştıklarını gösteren ilk işaret fişeğiydi.
Korhan haberlerini aldığında hızla Moskovaya uçmuştu. Babasının durumunda büyük sıçrayış olarak bahsedilen bu olay ilk nefesini kesmiş sonra ise olduğu yere çöküp Ahunun kollarında göz yaşı dökmesine neden olmuştu.
Babasına geri kavuşuyordu Korhan. Milim milim ilerledikleri gelişmelerin yanında böylesi büyük bir hadise inancını daha da güçlendirdi.
Babası uyku apnelerinin arasından geçmişini yavaş yavaş toplayacak ve bir zaman geldiğinde her şey yerli yerine oturacaktı.
Tam olarak da böyle olmaya başladı. Yönetilen uyku seansları ve her uyanış da karmaşık zamandan bir anı vardı Tarıkta. İlk Atillanın ona yüzme öğretmek için denize götürdüğü günü anımsadı. Sonra üniversite için girdikleri yarışı. Bazı zamanlar oldu İlyas Yıldırayla yapılmış bir kavga sonrası sabahladıkları geceler mırıltıyla duyuldu. Bazı anlar ise ona lahana sarması getiren kızı görmek için bekçi kulübesinin etrafında nasıl dolaştığını konuştu.
Parça parça gelen hafıza konuşmada büyük oranda bir iyileşmeye de destek veriyordu. Kelimeler anlamlarıyla zihninde, olması gereken yere oturuyordu.
Ama en çok mutlu eden günler Nurperinin hayatına dahil olduğunu anımsadığı zamanlardan sonra gelmişti. Çünkü Tarık bir hadise sonrası hafızasını kaybettiğini ve şimdi de geri kaznamaya başladığını kabullenmiş bir psikolojiyle zihnine dolanan her hatıraya daha sıkı sarılıyordu.
Nurperinin ayrıntıları zerre kadar atlamadan anlattığı geçmişleri ise en büyük destekleyicisiydi. Çünkü Tarığın anılarının içinde kopmuş görüntüler, Nurperinin ayrıntılı izahatleriyle tekrar şekilleniyordu.
Bu süreçte hepsinin aklından çıkan bir ayrıntıyı önlerine bırakmıştı Korhan. Ahu buna alışkındı ama Ahi yeni yeni tanışıyordu. Önlerine bırakılan kağıtları imzalamalarını söyleyen adam, bunu neden istedi anlamamıştı. Kağıtları okuduğunda Ahu bile hayret etmişti. Bu kadar dolu bir hayatları varken annelerinden kalan mirasın tüm kontrolünü nasıl düşünebilmişti ki? Birde Sahra Amberin borçlu çıkmasını sağlayacak işlere kalkışmıştı. Öyle ki Sapancada yaptırdığı ev hayali suya düşmüştü. Ahu, Ahiyi bu durumun içine çekmek istemediği için Korhana bunun için de kendini yormamasını, Allahından bulmasını söylemişti. Korhanın kehribarları alev alev yanarak seni ağlattı demişti. Kardeşimin adını ağzına aldı, sokağa atmadığım için duacı olsun size diye asla geri adım atmamıştı. Zerre acımadan oturduğu eve kadar haciz etirmek zor olmazdı Korhana. On sekizini geçmiş iki yetişkinin mirasını, izinleri dışında kullanmaya devam etmek ne demek Korhan keyifle gösterirdi ama sırf eşi ve Ahinin hatırına merhametli davranmayı seçmişti.
Artık kendi hayatlarına dönecekleri zaman ise hepsinin bayramı gibiydi. Ankarada hepsini içinde, birbirine bağlı kılacak evlerine girmek üzerlerine koyulmuş kayaları kaldırmakla eş değerdi.
Tarığın gözetimi Türkiyede devam edecekti. Bununla beraber Ahinin ve Suhanın eğitim süreci başlayacaktı. Yıllardır annesine gözü gibi bakan Emine ablaları kapılarını açıp, evin sahiplerini karşıladığında Nurperi sevinçten ağlamıştı. Yıllarını bir masal gibi anlattığı kadına, gerçeğini tanıtırken boncuk bomcuk yaşlar dökmüştü.
Ahu içinse Moskovada şahit olduğu her şey bambaşka bir kapıyı aralama isteği oluşturmuştu içinde.
Özellikle Nezih Karslının çalışmalarına yakından bakmasına izin vermesi, Ahuya başka bir hayal kurması için yol açmıştı.
Ahu eğitimini tamalayacaktı biran önce. Ve yine Birliğin önderliğinde bir eğitim sistemine dahil olarak insan sağlığını ticari mal olmaktan çıkaracak bu projede yer alan doktorlardan olacaktı. 1
Devanın geliştirilerek tedavi süreçlerine dahil edilmesi için sadece devaya ihtiyaç yoktu. Bunu insan vücuduyla bütünleştirecek ama bu gücü de zamanla ticari bir malzeme olarak görmeyecek doktorlara her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyulacaktı.
Ahu cerrahi alanda gerekli eğitimini devam ettirirken aynı zamanda deva ve insan hücreleri arasında kurulacak bütünlük için de Nezih Karslının oluşturacağı bir eğitim sistemine dahil olacaktı.
Anne ve babasının yolunda öldüğü bu amaçta o da üzerine düşeni yapacak ve babasının istediği gibi eğitimini saf insan hayatına adayacaktı.
Bu karar Ahinin de yoluna ışık oldu. Yarım dönemlik eğitimini tamamladığında ne için çalışacağını Ahu işaret etmişti aslında. Mesleğini seviyordu. Mesleğinde gelişmiş bir makine mühendisi olarak nasıl bir faydası dokunacaksa ortak olmak istiyordu. Burda da Alparslan yönlendirici oldu. Türkiyenin savunma sanayisine katkıda bulunacak bir mühendisin değerinden bahsetti.
Anne ve babalarına olan sevgilerini, güvenlerini böyle kanıtlayacaklarmış gibi bir his vardı içlerinde. Onların bağlı olduğu birliğin edindiği amaç için savaşacak neferlerden ikisiydi artık Ahu ve Ahi.
Suhan ise onun için uygun görülmüş, özel bir üniversitede, kaldığı yerden devam etmeye başladı. Bunun yanı sıra Ahinin iknaları sonucu destek almayı kabullendi. Gündüz ne kadar hayatın içine karışmaya çalışıyorsa da geceleri karabasanları onu boğmaya devam ediyordu.
Uyku, Ahi yanında olmazsa Suhana düşmandı. Bir hücrede geçirilmiş sekiz ay öncesinin Suhanı olmasını istemişti Ahi. Gözlerinin eskisi gibi parlamasını bir kere görmek için ölmeye razı olduğunu söylemişti. Çıplak ayaklarıyla, dans eder gibi yürüyen sevgilisini geri istiyordu ama Suhan o kıza tekrar nasıl ulaşır bilmiyordu. Ağabeyi, Ahu ve Ahinin verdiği güven hissiyle tamam demişti. Hayatını geri almak için hasar almış ruhu için ne yapılması gerekiyorsa yapacaktı.
Yaşadıklarını öylece bir psikoloğa anlatamayacakları aşikardı. Bu yüzden Veronicanın yardımıyla, birliğe hizmet veren ve alanında oldukça iyi adledilen biriyle terapi seansları başladı.
Her seansa Ahiyle gidiyor ve bitene kadar kapının dışında onu bekliyor olmasının verdiği güçle çözülüyordu. Bazen çok konuşuyor bazen ise tek kelime çıkmıyordu ağzından. Ama iyileşiyordu da. Öyle yada böyle Suhan kaybettiği kimliğini ve yeni oluşmuş kişiliğini birbirine dolayarak yepyeni bir kadın oluşturuyordu. Aşamadığı tek şey Ahinin kollarında olan uykuların verdiği hissi tek başına bulamayışıydı.
İçlerinden ilk mezuniyet Ahiden geldi. Sırf Suhanla daha fazla aynı okulu paylaşmak için alttan bıraktığı üç dersi vermesi zor olmamıştı. Ahu ise dondurduğu yılını en baştan tamamlamak zorunda kalsa da bu onu üzmemişti. Çünkü artık cerrahi alanda ilerlemek gibi bir fikri vardı ve tüm yılını bu plana dahil ederek en baştan almak onun gelişimi açısından büyük önem taşıyordu.
Tarık büyük oranda hafızasını geri kazanmıştı. Tam bir iyileşme beklenilmemesi konusunda tüm aile uyarılmıştı zaten. Tutsak geçirdiği yıllar da hasar almış zihni puslu alanda kalmıştı. Bu hiç biri için kötü değildi ama. O dönemde kalması gereken acıları geri almayı hiç biri istemiyordu. Hayatının kendine ait dönemi artık netti ve bu hepsi için çok büyük bir nimetti.
Bununla beraber kaybettiği on dört yılın yasını bir süre tutmak zorlamıştı. Lakin hayatınızda Nurperi gibi bir gerçek varken uzun süre yasta boğulamazdınız. Onun melek karısı yıllarca Tarığı beklemişken kalan ömürlerini kayıplarına harcayamayacağını kısa sürede anlamıştı. Yokluğunda çocukları için verdiği emekleri duydukça Nurperiden ayrı bir saniye geçiresi gelmiyordu. İki çocuğunu böyle büyümüş görmek, kaçırdığı yıllar için hem üzüyor hem gurur iliklerinden taşıyordu. Atilla ve Deryanın emanetlerini izlemek, Tarığın kaybettiği kardeşlerine geri kavuşmuş gibi hissetmesine yol açıyordu.
Bir zamanlar Ahi, Ahudan çok isterdi yeminini dinlemeyi. O zamanın içerisine ortakçı bir de Korhan çıkmıştı. Sonunda uzun zamandır beklenilen o gün gelip çattığında hepsi kabına sığmıyordu. Artık altı yıllık tıp eğitimini tamamlamış, pratisyen doktor olarak kimliğine kavuşmuş bir bireydi Ahu Nar.
Korhan kendi aldığı beyaz önlüğü karısına giydirirken, Ahi kucağına aldığı kardeşini etrafında döndürürken geç gelen, hak edilmiş o zaferin kokusunu soluyordu Ahu.
Burdan sonraki adımında genel cerrahi için çalışacaktı. Birliğin bu amaçta yetiştireceği doktorların arasında hem cerrahi asistanlığını hem de deva ile yürütülecek tedavi sistemlerinin eğitimini alacaktı. Eğitimi bitmeyen, sürekli devam eden bir ömrün içinde yaşamak onun için bir ödüldü.
Ahu tüm bunlar yaşanmadan önceki zamanda, mezuniyet sonrası için yolunu bulamamış bir kızdı. Şimdi ise hayatını insan yaşamına adayacak, aklın almayacağı yeni bir sistemde yer alacaktı.
Bu süreçte Korhan da çok büyük yol kat etmişti. Adına aşina olan halk aldığı davalarını, yapmaya çalıştıklarını her an takipteydi. Geçmişi didik didik ediliyordu. Medya unutulmasına izin vermiyordu. Adına yapılan her haberde halk da daha çok gözünü Korhanın üzerine dikiyordu. Öğrenilen her yeni bilgi onu bir basamak üste taşıyordu. Özellikle geçmişte yürüttüğü davalarda müvekkili olan insanların verdiği röportajlar Korhanı insanların gözünde bir kurtarıcı pozisyonuna taşıyordu.
Bununla beraber genel seçimlerde adaylığı duyurulduğunda beklenilenin çok üstünde bir tepki alınmıştı. Sosyal medyada adı partilerden çok daha sık kullanılıyordu. Katıldığı programlarda kimseye bir şey vaad etmiyordu. Olması gerekenleri dillendiriyor, bunların bir hizmet değil zorunlu olduğunu sürekli duyuruyordu. Kameraların merceğine bakıp, insanlara hak ettiklerinizi alın çağrılarında bulunuyordu.1
Ama belki de tüm ülkenin gözünün üzerine dikilmesini sağlayan hadise Ahu Narın da kadrajda olduğu bir haberin manşetlere düşüşüydü.
Döneminin en iyi siyasetçisi olarak görülen Atilla Saruhanlının kızı Ahu Nar Saruhanlı ve Korhan Yıldırayın evli oluşları yeri yerinden oynatmıştı.
Kimsenin varlığından haberdar olmadığı ikiz çocuklar gündeme bomba gibi düşmüştü. O ikizlerden birinin Korhan Yıldırayla olan evliliği ise ateş gibi yayılmıştı.
Zamanında yirmili yaşlardaki genç kitle, kırklı yaşlarında adı geçen siyasetçi ve ailesi hakkındaki haberleri duyduğunda yeni dönem seçimleri bambaşka bir yere taşınmıştı.
Kimsenin bilmediği çocukları hakkında yazılar yazılıyor, dönemin gazetecileri uzun uzun köşelerinde Atilla ve Derya Saruhanlıyı paylaşıyordu. Ahunun bir an görüntülenen ve kısa sürede kaldırtılan fotoğrafı üzerine tagler açılıyordu. Derya Saruhanlıyla olan benzerliği dilden dile dolaşıyordu.
Bir anda ortaya çıkan bu adamın amacı gündemi ayakta tutuyordu.
Tanrının kırbacı Atilla Saruhanlı, görevini bıraktığı yerden devralsın diye Adaletin kılıcı Korhan Yıldırayı işaret ediyordu. 1
Atilla Saruhanlının kimliği bir anda tekrar konuşulmaya başladı. Yirmi yıl öncesinde kalmış bakan kim, genç kitleye tanıtılıyordu. Ölümü dün gerçekleşen bir hadise gibi eşelenip duruyordu. Bununla beraber Korhan Yıldırayın amacı üzerine de bin farklı teori vardı.
Hemen hemen hepsinin buluştuğu ortak nokta, kayınpederinin yarım bıraktığını tamamlamak ve hakkı olanı almak için Korhan Yıldıray koşarak hedefe ilerliyordu.
Seçimler tamamlandığında beklenildiği gibi Korhan Yıldıray, Ankara milletvekili olarak meclise girmişti. Adım adım bir yükselişle, tam da ülkenin hazır olduğu bir zamanda alacaktı kendine ait olanı.
Halk yaklaşanı görüyordu. Kabinede bir bakan olarak yer bulacağına herkes oldukça emindi zaten. O yüzden Adalet bakanı olarak Korhan Yıldıray adı açıklandığında şaşırtıcı görülmemişti bu durum.
Bir adım sonrasının ne olacağını biliyorlardı. Zaten gizlenme çabası da yoktu. Tüm oklar Korhan ne için çabalıyor işaret ederken kör kalınmıyordu.
Ülkenin köklü ailelerinden birine kafa tutan, büyük bir yolsuzluk şebekesini ortaya çıkaran bu avukat, Atilla Saruhanlı gerçeğiyle kim olduğunu tüm dünyaya bas bas bağırıyordu.
Bunu yaparken kendi karakteri genç kitleyi, Atilla Saruhanlıyla olan bağı ise orta yaş ve yaşlı kesimi onun ardında bir araya topluyordu. Korhanın dalgalandırdıpı bayrak koca halkı bir araya topluyordu.
Dünya tarihinde ilk kez bir seçim henüz yapılmamışken sonucunu herkes biliyordu...
Korhan mükemmel bir denge kurdu. Ailesini siyasi hayatının dışında tutmayı başardı. Ahu ve Ahinin varlığı konuşulsa da yüzlerini dünyadan korumayı başardı.
Bir evin içinde, tıpkı Ahunun Korhandan istediği gibi kocaman aile olmuşlardı.
Herkes için uygun kabul edilen bu durum bir zaman sonra Ahiye yetmemeye başladı ama. Özellikle Suhanın uzağında bir odada kalmak zorunda oluşunu ilk zamanlar göz ardı etsede artık kabullenmek istemiyordu.
Suhan ne kadar terapilerin faydasını görmüş olursa olsun bazı geceler gizli gizli Ahinin odasına girip, uyuma isteğini baskılayamıyordu. Ahi de Korhana ve anne baba dediği insanlara karşı bu şekilde bir durumun içinde olmaktan huzursuzdu.
Sonunda tüm cesaretini toplayıp ilk Korhanla konuşmaya karar verdi. Suhanın henüz mezun olmadığını biliyordu ama böyle gizli kapaklı birbirlerinin odalarına girmek onu utandırıyordu.
Korhanın yüzüne bakmış, hiç de lafı uzatmamış, izni olursa Suhana evlenme teklif etmek istediğini söylemişti. Korhan ise ağzını açmadan kendini ifede etmeye çalışan çocuğu dinlemişti.
Gözünün içine baka baka "aynı evin içerisinde olmak yetmiyor abi" demişti. Gece başımı yastığa koyduğumda kabus görür mü korkusuyla gözümü kapatmak istemiyorum artık diye halini anlatamaya çalışmıştı.
Zerre korku emaresi olmayan gözleri Korhana bakmış, "Suhan gizli saklı odama girsin, yanıma kıvrılıp uyusun istemiyorum" diye olanı söylemişti. Ne bekliyordu bilmiyordu ama Korhanın okula dair bir şeyler söyleyeceğini düşünmüştü. Bunun aksine Korhan sorunun muhatabının Suhan olduğunu söylemişti. Suhan isterse destekleyeceğini, hep ardlarında olacağını bildirmişti. Daha lafı ağzından bitmeden de Ahinin fırlayarak yanından uzaklaşmasına iç çekmişti.
O kadar hızlı olmuştu ki her şey Korhan biraz süründürse miydim ikilemi yaşadı. Zaten cebinde, hazır gezdirdiği yüzüğü Suhanın parmağına takması bir saat içinde gerçekleşmişti. Ertesi gün yanına aldığı Duhan ve Alparslanla Suhanı babasından isterlerken bu ikilem hafif bir pişmanlığa bıraktı kendini. Korhan onay verirken bu kadar aceleci olacağını düşünmemişti halbuki.
Kısa zamanda nikah talebinde bulunmasıyla Korhan" yavaş ol az" diyecek oldu. Bu kez de güzel kelebeği kafasını karıştıracak bir gece vermişti. Ahunun saçları göğsüne dağılırken, zarif bedeni üzerinde salınırken Korhan neye evet dediğini bilmeden onay vermişti zaten.
Bir hafta sonra ise evlerinin salonunda, kendi yakın çevresini içeren küçük bir toplulukla nikahları kıyılmıştı.
Ahu ve Korhan bütün gece kardeşlerinin yüzünden akan mutluluğu seyretmişti. Suhanın tüm gece Ahiyle dans edip, ordan oraya gelinliğiyle koşturması Korhana eski zamanlarını anımsatmıştı. Evin içinde annesinin çorap giydiremediği kız kardeşi eteklerini toplar, annesi yakalasın diye seken adımlarla koştururdu. Şimdi o kız çocuğu uçuş uçuş olan gelinliğinin eteklerini toplayıp Ahinin etrafında salınarak dans ediyordu.
Ahunun omzuna yaslanmış başına derin bir öpücük bırakıp, bu görüntüden ayırmadı gözlerini. Ahu ise Korhanın sol elini iki eliyle kavramış kardeşini seyrediyordu.
On gün önce öğrendiği haberi vermek için bugünün tamamlanmasını beklemişti. Kimsenin özel gününü gölgede bırakacak, geri plana atacak düşüncesizlik yapmazdı zaten. Ama kendine sakladığı da on gündür Ahuyu delirtiyordu. Diline kelimeler öyle eziyet ediyordu ki ağzını açsa fırlayacaklar korkusuyla konuşamıyordu. Ahu ne hissetmesi gerektiğine karar veremiyordu. Korhan ona yolu göstermezse hislerini bulamayacağı aşikardı.2
Nikah bittiğinde ve yeni çifti balayı için uğurladıklarında misafirleri de yavaş yavaş evden ayrılmaya başladı. Şifa ve Alparslan İstanbulda onları bekleyene gitmek için hemen yola çıkacaktı. Züleyha ve Asiller ise ertesi gün Adanaya döneceklerdi. Yasemin üzerini değiştirip onu bekleyen nişanlısının elini tuttuğunda Cemil de kolunun altına çektiği kadınla arabalarına doğru ilerlemeye başladı. Ceyda ve Zahir, nikaha en son gelen ama üzerine çalışmaları gereken durumlar yüzünden en erken ayrılan olmuşlardı zaten.
Tüm ev sessizliğe bürünüp de arka bahçede, havuzun kenarında yorgunluklarını geçirmeye çalışan çift, tek bir şezlongda sarmaş dolaş yatıyordu. Ahunun işaret parmağı Korhanın göğsünde oval çizdikçe Korhan da karısının kokusunda soluklanıyordu.
Korhan dalgalarla şekillendirilmiş saç tutamını hiç görmemiş gibi incelerken -hmmm diye bir ses çıkardı.
Ahu neredeyse Korhanın üzerindeydi. Yüzünü daha net görebilmek için başını kaldırdı. Ama Korhan hâlâ parmağına doladığı saç tutamıyla oynuyordu.
Son zamanlarda ikisi de o kadar yoğundu ki çok kısa aralıklarla birbirlerine zaman ayırabilmişlerdi. Ahu saçını Korhanın parmağından kurtarıp, kendine bakmasını sağladı. Üzerine çevrilen kehribarların yoğunluğuyla bir an ne diyeceğini unutmuştu.
"Ben senin saçlarını severken hani araya girmeyecektin kelebek."
Ahu kendini biraz daha toplayıp, iki bacağını açarak üzerine oturdu. Elleri Korhanın parmaklarına dolanıp, tüm dikkatini kendine vermesi için uğraşıyordu.
"Özür dilerim sayın bakanım, bir maruzatım var. Onu dile dökeyim sonra al tepe tepe kullan."
Korhan dudağı kıvrılmış bir hâlde üzerinde oturan kadına göz kırptı.
"Neymiş bu maruzat? Bakalım dikkatimi çekecek mi?"
Ahu dudaklarını büzüp bir kaç saniye gök yüzüne baktı. Düşünür gibi bir ifade vardı simasında.
"Çekmek zorunda sayın bakan. Sizin görev tanımı genişliyor. Sorumluluklar, yükümlülükler derken başınız çok ağrıyacak gibi."
Korhanın çatılmış kaşlarıyla Ahu daha fazla dayanamayıp elini göğüs arasına götürdü. Gecenin başından beri göğsünde sakladığı kağıdı bir şey söyleme gereksinimi duymadan Korhanın elinin içine bıraktı.
Korhan ise ne oluyor anlamamıştı. Biraz kendini doğrultup, eline bırakılanın maksadını çözmeye çalıştı.
Gözleri Ahu ve kağıt arasında gitti. Soluk almayı unuttu. Ciğerleri yanmaya başlamasa aklına da gelecek gibi değildi.
"Bakanlık ve Cumhurbaşkanlığı kariyerinin arasına babalığı sıkıştırmamız gerekiyor bitanem. Görünen o ki senin için beklenmeyen bir kadro açılmış."
Korhan elindeki ikiye katlanmış, farklı açılardan çekildiğini düşündüğü iki ultrason fotoğrafına bakıyordu.
"Nasıl? Bebek mi?"1
Aklı dilinin kurduğu cümleyi biraz geç idrak ediyor olacak ki "bebek ultrasonu bu" diye tekrar fısıldadı. Ahu ise alt dudağını ısırmış Korhana bakıyordu.
Korhan ise ultrason kağıdından gözlerini çekip telaş sıçramış bir ifadeyle Ahuya baktı.
Ahu başını iki yana salladı. Parmağı uzanıp kağıdı kavradı. İlk fotoğrafa dokundu.
Bak bu ikinci fotoğraf ise fetüs B 16mm 8w 0d. Kese bir tane olduğu için tabi çok anlamamış olman mümkün. Tek yumurta ikizlerinde böyle olur o yüzden iki ayrı açıyla görüntü aldım. 8. Hafta için ideal bir ölçüm."1
Korhanın ağzı aralanmış, karşısında konuşan Ahuya bakıp kalmıştı. Ahu ise ultrasonda yer alan ama Korhanın zerre anlamadığı teknik terimlerden bir açıklama yapıyordu.
Ahu gözlerini ultrasondan ayırıp ağır ağır başını salladı.
"Spiral kaymış olmalı dedim ama düşmüş Korhan. Baktım hiç bir yerde yok."
"Hı hı... Aradım taradım yok. Zaten kalp atışı olan iki fetüsü görünce olmadığını anladım da emin olmak lazım diye..."
Ahu tekrar alt dudağını ısırıp, başını onaylar gibi salladı. Öğrendiği günden beri aklının bir kısmı çalışmayı bırakmıştı. Suhan ve Ahinin durumu olmasa çoktan söylemiş olurdu ama kendini tutması gerekmişti. Hiç beklemediği bir anda hamile oluşuyla yüzleşmek onu baya sarsmıştı. Üstelik Korhan da çok yoğun çalışıyordu. Gerçi Ahunun da ondan aşağı kalır yanı yoktu. Asistanlığını hakkıyla tamamlamak için elinden gelenden fazlasını yapıyordu.
Şimdi bu beklenilmeyen gebeliğe nasıl tepki vermesi gerektiğine Korhan karar versin der gibi gözlerini ayırmış, ağzından çıkacakları bekliyordu.
Korhan ise kalbinde şiddetli bir sızıyla gerçeği idrak etmeye başladı. Elinde bir utrason kağıdı vardı.
Elindeki iki kalbin görüntüsünü içeren ultrason resmiydi. Elleri hızla Ahunun suratını kavradı. Gözleri birbirine iyice yaklaştı. Söyledikçe gerçekliği sabitlenecekmiş gibi bir kez daha "hamilesin" diye fısıldadı.
"Hamileyim Korhan. Allahım ne yapacağız? Nasıl olacak bilmiyorum, on gündür delirmek üzereyim. Üstelik tek yumurta ikizi. Allahım bir tane de değil iki tane birden!"1
Korhan hızla dudağına sert bir öpücük bıraktı.
"Anne olacaksın kelebek. Beni baba yapacaksın."
"Korhan nasıl olacak? Hiç planlamadık ki. Sen çok çalışıyorsun, ben çok çalışıyorum. Of nasıl yapacağız? Asistanlığım..."
Korhan ise sanki yıllardır bunu bekleyen bir adammış gibi ışıl ışıl gözlerle bakıyordu Ahusuna. Korkularını görüyor ama o korkulardan da Ahuyu kim uzaklaştırır en iyi Korhan biliyordu.
"Çok güzel olacak. Hamilesin! Merak etme her şeyi ben tekrar en baştan dizayn ederim. Hamilesin kelebeğim. Bebeklerimiz olacak. Sizin için daha fazla vakit yaratacağım, korkma sakın."
"Bebekler Korhan! Altından kalkamazsam? Ara vermem lazım. Onlara iyi bakamazsam ya. Sonra... Sonra ne yapmam lazım bilmiyorum."
Korhan bir öpücük daha bıraktı.
"Sen bunları düşünme. Sakın aklını bunlara takma ben halledeceğim. Annem var, Emine Hanım, Suhan bizimle kelebek. Ara vermen çok uzun sürmeyecek ayrıca. İyileşene kadar. Kendini iyi hissettiğinde senin için ayrı bir planlama oluşturmalarını sağlayacağım . Yarım kalmayacak emeklerin. Sakın böyle bir şey düşünme, üç yıldır verdiğin emeğinden vazgeçmeyeceksin. Bak bi bana güzelim. Ahu Nar bebeklerimiz olacak sen sadece bunu düşün, gerisini ben halledeceğim."
Ahu buna ihtiyaç duyuyordu işte. İlk öğrendiği andan beri kalbini sıkan bu his sadece Korhanın müdehalesiyle rayına oturabilirdi. Tedirgin bir sesle "ben nasıl anne olacağım" diye mırıldandı.
Korhan ise iyice belini kavramış, vücutları iç içe geçecek kadar sıkıca sarılmıştı Ahuya. Yüzünün her yerine öpücükler bırakmaya başladı. Her öpücüğün içine bir kelime sıkıştırdı.
Yanaklarına bırakılan öpücükte bunları duydu.
"Çok şanslılar... Anneleri sen olacaksın çok şanslı ikisi de kelebeğim..."
Dudaklarının kenarı sayısız öpücükle damgalanırken de kulaklarına bu fısıltılar ulaştı.
"Kalbin, merhametin, sevgin sınırsız."
Alnına dudakları yaslı bir süre kalbinin ritmini bulması için bekledi. Gözlerini kapatmak, içini bir anda saran, yoktan var olan ihtiyaç gibi mutluluğun tadını çıkarmak istedi bir zaman.
Ahunun ona sıkı sıkı sarılan, sığınan bedenini koza gibi örttü. Hayatlarının en yoğun dönemindeyken bebek mevzusu hiç gündeme gelmemişti. Ama eline bırakılan, siyah beyaz bir karartıyı andıran kağıt her şeyin sıralamasını değiştirmişti.
Korhanın düşünmek için hiç zaman ayırmadığı bu durum, Ahunun ağzından çıkar çıkmaz hayatının en güzel hediyesi olmuştu.
Tüm gece Ahunun tedirginliğini yatıştıracak cümlelerle karısını sevdi. Korhanın inanç akan kelimeleri Ahunun sonunda ulaşması gereken o yere varmasını sağladı.
Karnında kalp atışı başlamış iki can taşıyordu. Korhan olmadan buna cesaret edememiş ve kalp atışlarını dinleyememişti ama biliyordu. O iki minik kalp, anne ve babasına sesini duyurmak için güçlü bir çırpınışa başlamıştı. Dudakları farkında olmadığı bir kıvrımla aralandı. Elleri dokunuyormuş gibi kasıklarına yaslanıp, bekledi. Tüm korkularını Korhanın eli dediğinde geriye atmıştı. Korhanın sevinçle karşılayışı yüreğindeki ağırlığı kaldırmıştı. Seçimlere iki yıl kalmışken böyle bir durumun varlığı Korhanı huzursuz eder mi diye çok sıkıntıya düşmüştü Ahu. Şimdi gözlerinden akan mutluluğu gördüğünde ruhu kanatlandı. Haberi aldığı andan beri kalbinin bir noktasında çırpınan o heyecan dalgası sonunda açığa çıkmıştı. İçi çiçeklendi. Korhan ne yapılması gerektiğini bilirdi. En doğrusunu Ahu için mutlaka bulacak, ona göre bir düzen kuracaktı. Ahunun gülümsemesi büyüdü. Parmakları karnını okşarken elinin üzerine konan ele baktı.
Korhan kademe kademe Ahunun yüzünü kaplayan ilk rahatlamaya sonra heyecana ve en son gözlerini parlatan sevince tekrar aşık olmuştu. Ahuyu kendine doğru çekti. Geriye yaslanıp, üzerine uzanmasını sağladı.
"Birdiniz üç olacaksınız. Allah bana merhamet etsin, ben hanginizi sevmeye yetişeyim?"
Ahu kıkırdadığında saçlarına dudaklarını bastırdı.
"Bir kelebeğim vardı şimdi iki tırtılım mı olacak benim?"
Ahu biraz daha sesli gülmüştü. Başını kaldırıp, siyah incileriyle Korhana baktı.
"Ya Korhan bebeklerime tırtıl mı diyorsun sen?"
Korhan bir ihtiyaç haliyle ensesini kavrayıp, dudaklarını ağzının içine aldı. Şefkatli bir okşayış gibi ağır ağır emdi. Öpüşü yavaşladığında "bebeğimin bebekleri" diye mırıldanmıştı.
Ertesi gün kahvaltı masasında bu müjdeyi anne ve babasına Korhan verdi. Nurperinin heyecandan eli ayağına dolaşıp, çığlık atmasıyla ayaklandı hepsi.
Çocuk gibi bir neşeyle Nurperi kime sarılacağını, kimi öpüp okşayacağını şaşırmıştı. Tarık ise gözlerinde hafif bir hüzün, yüzünde kırık bir gülümsemeyle Ahunun karşısına dikilmişti. İlk alnını öptüğünde "bu Atillanın" demişti. İkinci öpücük Derya için kondu kaşının üstüne. Son öpücük ise kendi için bırakıldı. "Kızım" diye mırıldanıp, kollarını sıkıca sardı Ahuya. Kalbi Atillanın ve Deryanın eşlik edemediği bu güzel an için kıvransa da yüzünde tebessümü eksik etmemeye çalıştı. Korhana ise sıkı sıkı sarıldı. Onu cehennemeden çekip alan oğlu kor aslanı baba olacaktı. Yokluğunda ailesini bir arada tuttuğu yetmiyormuş gibi şimdi de katlanarak çoğalmalarını sağlıyordu. Bu evin babası Tarıktı ama evin temeli Korhandı. Ve temelleri öyle güçlüydükü hiç bir kasırga yıkamıyordu.
Nurperi o sevincinin içinde Suhan ve Ahiye haberi vermek için can atıyordu. Bir yanında Ahu bir yanında Korhan varken eve gelecek iki bebeğin müjdesini vermek için dil döküyordu.
Görüntülü konuşmada duyulan Suhanın çığlığı, Ahinin sevincini anlatamaya çalışan laflarını Tarık ardlarında dinliyordu.
Bir anda esen rüzgarla içi ürperdi. Gözleri kapalı, başını gök yüzüne kaldırdı. Atilla ve Deryanın tam da şu anda onları izlediğine inanmak istiyordu Tarık. Evlatlarını bir çatının altında mutlu halde görüyor olmalarını diliyordu.
Korhan hamilelik haberini aldığında Ahuya verdiği sözü hayata geçirmek için hiç vakit kaybetmedi. Alparslan ile yapılan bir görüşme sonrasında Ahunun eğitimi kişiye özel bir sisteme dönüştürülecekti.
Bu dönemde Alparslanla olan bağı tahmin ettiğinden fazla sağlamlaşmıştı. Zahire duyduğu güvenin bir eşi artık Alparslana aitti. Alparslanın sık sık dile döktüğü yeni dünya çağına olan inancı her geçen gün güçleniyordu. Atilla Sarunhanlının birliğe olan güvenini kendi keşfediyordu.
Korhan bu dönemde en çok birliğin imkanlarının sınırsızlığını keşfetmişti. Ve onun güvenini kazanansa bu imkanları kendi nefisleri için hiç kullanmayışlarıydı. Sınırsız yaşamı vaad eden o güç insanlık adına vardı ve asla dokunulmuyordu. Maden için ülke ve topraklar hazırlanırken planlanan her şey ülke istikbali üzerine yürüyordu.
Yeni çağı kapatacak ve hüküm çağını başlatacak gücü ellerinde şekillendirecek olan ülkenin Türkiye olduğunu Korhan daha net görür olmuştu.
Bunda da en önemli faktör Alparslandı. Bir zamanlar Duhanın Alparslana yaptığını şimdi Alparslan Korhana yapıyordu. Ona ihtimalleri, o ihtimaller gerçekleşirse nelerin değişeceğini bizzat kendi gösteriyordu.
Ahu Nar hamilelik sürecinin bir kısmında eğitimine devam ederek geçirdi. Otuzuncu haftadan sonra yorgun düşen bedeninin çağrılarını göz ardı etmedi ve izne ayrıldı.
Suhan ve Ahiyi delirten tek şey ise ikizlerin bir türlü cinsiyetlerini göstermiyor oluşlarıydı. Bebekler tuhaf bir şekilde ultrasona tepki gösteriyordu. Kontrol sırasında birbirlerine yumulmuş ve kıvrılmış bedenleri yüzünden emin olamamışlardı. Ahu da sürpriz olmasının daha heyecanlı olacağını ileri sürüp doğuma kadar beklemelerini söyleyip daha çok kışkırtıyordu ikiliyi.
Korhan yoğun çalışma temposu arasında bulabildiği dakikaları bile Ahunun koynunda geçiriyordu. Onu dinlendiren, bazen delirtecek kadar azıtan baş ağrıları bir zamanlar Ahunun parmaklarında şifa bulurken şimdi bebeklerinin kıpırtılarını dinlerken diniyordu.
Aralarında tuhaf bir iletişim dili gelişmişti sanki. Ahu nasıl olduğunu sormuyordu. Kollarını açıyor, Korhanın iyice büyümüş karnına sarılmasını izliyor ve Korhanın bebekleriyle konuşmasını keyifle dinliyordu.
Tüm gün yaptıklarını yetişkin bir insana anlatır gibi bebeklerine anlatıyor oluşu çok komik geliyordu Ahuya. Ne kadar kabul etmese de Korhan etrafındaki insanları, ona göre yetersiz kalan zekalarını şikayet ediyordu anne karnındaki iki canlıya.
Bebekler de babaları kadar tuhaftı ama. Tüm gün Ahunun canını yakacak kadar hareketliyken Korhanın sesini, daha çok şikayet edişini duydukları an sakinleşiyor olmaları Ahuyu kıkır kıkır güldürüyordu.
Doktoru doğumun otuz altıncı haftada gerçekleşeceğini söylediğinde hepsini apayrı heyecanlar sardı. Ahi ve Suhan sanki bu zamana kadar hiç dolaplarını doldurmamışlar gibi bebek alışverişi yapıyordu. En son eve gelen akülü araba ve bisiklet Ahunun çığlık atmasına neden olmuştu. Ayrıca ikisi de bebeklerinden daha bebekti. Hazırlanan odalarına girip, oyuncaklarla oynadıklarına defalarca şahit olmuştu Ahu. Savunma için birde gözüne bakıp, bebekler için test ettiklerini söyleyecek kadar pişkinlerdi.
Ahunun doğuma dair korkuları yüzünden sezeryan kararı aldı ikili. Korhan bedeni üzerinden vereceği karara karışmayacak kadar saygılı bir eşti. Ahu da kendi için neyin iyi olduğuna karar verebilecek kadar yetişkin bir kadındı.
Doğum için planlanan gün gelip çattığında hiç biri için sabah olmadı. Nurperi ve Tarık oturup kalkıp, yavrularını nasıl seveceğini düşünüyordu. Suhan ve Ahi oyun arkadaşı bekleyen ikili gibiydi. Korhanın kalbi ise bambaşka bir cenderede sıkışmıştı. Çocuklarına kavuşacak olmanın verdiği heyecan, Ahusuna kıyamayan yanıyla kavgaya tutuşmuştu sanki.
Hem sabah olsun ve çocuklarını kendi gözleriyle görsün istiyordu nefsi, hemde Ahunun yanacak canı için kalbi sıkışıyordu.
Korhanın aksine Ahu aralarındaki en sakinleriydi. Sezeryan için hazırlanırken gülümsemesi eksik olmamıştı. Hatta panikten ne yapacağını şaşıran Korhanı sakinleştirme işini bizzat üstlenmişti. Korhanın zaman yaklaştıkça çığırından çıkan halleriyle doğuma girmesini de kabullenmişti. Halbuki en başından beri bunu istemediğini söyleyip, Korhanı durdurmuştu. Ama kızarmış gözleri, panik sıçramış hareketleri Ahunun içine dokunmuştu. Ahu bebeklerini doğururken dışarda çekeceği eziyete yüreği müsade etmedi. Bir anda Korhanın da hazırlanmasıyla soğuk ameliyathaneye girişi yapıldı. Spinal uygulanırken Korhanın köşede bekleme çabasına gülümsemişti. Ahu yatırılıp da sezeryana başkanması için hazırlanan doktorlar geri çekildiğinde hemen başına gelişi, kendini sıkmaktan gözlerine kan oturmuş görüntüsü içine dokunuyordu. Doğum yapacak olan Ahuyken rahatlatılması gereken kişi Korhan olmuştu.
Korhan hiç durmadan onu çok sevdiğini mırıldanırken Ahu da sürekli iyi olduğunu fısıldadı. Korhanın kurulmuş bir robot gibi tekrarlayan sevgi kelimelerinin arasına keskin bir ağlama sesi karıştığında Ahunun alnına yaslı alnı dondu. Elleri yüzünde kaskatı kesildi. Ahuya ne yapıyorlar bakmaya zerre cesareti olmayan adam, kendi görüşünü ve Ahuyu bakış açısını böyle uzak tutmuştu yeşil örtünün ardında olanlardan.
Sıkı sıkı kapadığı gözler bir anda açıldı. Ahunun sulanmış siyah incileriyle sanki bunu beklermiş gibi kehribarlarını damlarlar sardı. Ahunun bedeni soğuğun ve adranalin etkisiyle tirtir titriyordu. Ameliyathaneyi kaplayan ağlama sesiyle bu titreyiş Korhana da sirayet etti.
"Oldukça sağlıklı görünen bir erkek. Bebeği alalım hemşire hanım. Diğer bebeği çıkarıyoruz, hazır mısınız arkadaşlar?"
Doktorun sesiyle Ahunun gözleri daha irice açıldı.
"Erkek! Erkekmiş Korhan."1
Korhan apzını açtı ama ne diyeceğini bilemedi. Dili tutuşmuş gibiydi.
O güçlü ağlama sesine bir ses daha karıştığında Ahu tutmaya çalıştığı tüm metanetinden arındı. Omuzları sarsılası bir ağlama dalgası sardı bedenini. Gözleri bir an bile Korhandan ayrılmıyordu ama saniyeler içinde yanaklarını ıslatan göz yaşlarının ardı kesilecek gibi değildi.
"Evet görünen o ki anne iyi beslemiş sizi. Kilo ölçümüyle bu beyefendiyi de hemen saralım lütfen ."
"Korhan doğdular... İkisi de erkek. Allahım şükürler olsun."1
İç çekiş gibi duyulan bir hıçkırıkla konuşabildi. Korhan kilitlenmiş kalmış, ellerindeki titreme eksilmeden çoğalmıştı. Ahudan ayrılıp, ardında olanlara bakmak için tüm gücünü kullanması gerekti. Ahu gibi sıralı yaşlar dökmedi ama kendini sıkmaktan kızarmış gözlerinden bir damla kaydı.
Ahudan birazcık uzaklaştığında anca tüm sesleri duymaya başladı. Tüm algılarını kapatmış gibi sadece Ahu ve bebeklerin ağlaması vardı kulaklarında. Şimdi ise doktor iki erkek çocuğunun başarılı şekilde doğumunu gerçekleştirdiğini söylüyordu. Koluna bilekliği takılmış, yeşil örtü sarılmış bebek Korhana uzatıldığında bir şok hali vardı üzerinde. İkinci bebeğin de bilekliği takılıp Ahunun koynuna bırakılışını bir sisin ardından izler gibi izledi.
Kucağında bir ağırlık vardı. Doktor iki kilo altıyüz gram diyordu. Korhan ise hayatında hiç bu kadar ağır bir şeyi kucaklamamıştı. Ahu ıslak göz yaşları ve kocaman bir gülümsemeyle diğer bebeğini sarmalıyordu. Dudakları sürekli Allaha teşekkür için açılan karısına, koynundaki yavrusuna ve kollarındaki oğluna bakmaktan ne yapması gerektiğini bile idrak edemedi. Zorla atılmış iki adım ve tüm hayatının en kıymetli üç hazinesinin en yakınındaydı. Ahu Korhanın kolarındaki diğer oğlunu da görmek için çaba harcadığında Korhan dikkatle Ahunun açılmış sol koluna bıraktı.
Güzeller güzeli karısının ve koynunda öylece gözleri kapalı bekleyen iki minik yavrusunun şu görüntüsünü izlerken aklını tamamen yitirecekti.
Hamileliğin en başından itibaren sevinç hissetmişse de şu anla yarışacak tek bir an yoktu Korhanda.
Dünya üzerinde Korhanı sevinçten uyuşturacak başka bir tablo yoktu. Ahunun dudakları çok güzeller diye kıpırdanıyordu. Kendi güzelliğinden habersiz, koynundaki bebeklerinin güzelliğine göz yaşı döküyordu. Korhana nasıl bir mucize yaşattığının farkında olmadan teşekkür ediyordu.
Ahu hazırlanıp odasına götürülmek için ameliyathaneden çıkarıldığı vakit bebekler de kontrol için onları bekleyen doktora götürüldüler. Korhan hiç böyle bir ikilem yaşamamıştı. Ayakları koşarak bebeklerinin peşine düşmek istiyordu ama kalbi Ahusundan ayrılacak gibi değildi.
Hâlâ göz yaşları yanaklarına aşağı kayan kelebeğinin ellerini avuçladı. Odaya girdiklerinde ise tüm aile bekleme salonunda yerinde duramıyordu. Alparslan ve Şifa haberleri olduğu için hastaneye gelmişlerdi bile. Ahi ise müjdeyi vermek için Züleyhayı arayan kişiydi. Ceyda ve Zahir ameliyata girmeden başında bekliyordu. 1
Ahu odasına alınıp, üzerine bir şey giydirildiğinde çok daha rahat hissetti kendini. Bacaklarındaki uyuşukluk olduğu gibi duruyordu. Ama bir kaç saate bunun geçeceğini biliyor olması yetiyordu. Korhan saçlarını özenle toplayıp, yüzünü ıslak bir havluyla silmişti. Bebeklerin kontrolü biter bitmez odaya getirilecekti. Onları beklerken karısının her yerine bir öpücük bıraktı. Hemşirelerin gülen gözlerle izlediğini umursamadan defalarca sevgisini dile getirdi.
Ahu onu beklerken perişan olan ailesine daha fazla kıyamamıştı. Odaya dolan insanlar arasından Ahi sıyrılmış ve canının diğer yarısına sıkıca sarılmıştı. Tıpkı Korhan gibi onun da gözlerinde kılcal damar çatlakları vardı. Ahuyu beklerken ne çok sıkıntıdaydı, gözleri belli ediyordu. Ahu merhametle gözlerini okşadı. İki yanağına öpücük bırakıp, yüzünün az bir kısmını kaplayan sakallarında parmaklarını dolaştırdı.
"İyiyim canımın içi. Onları görmelisin Ahi. O kadar güzeller ki."
Ahi sulanmış gözleriyle Ahunun iki elini tutup, üzerlerine öpücük bıraktı.
"Senin bebeklerinin çirkin olma ihtimali yok ki Ahum."
Ahu azıcık dokunsa ağlayacak gibi duran kardeşine tekrar sarıldı. Kaskatı kesilmiş omuzlarında ellerini dolaştırdı.
"Şiitttt... Kramp girecek her yerine. Geçti kardeşim. Çok iyiyiz."
Ahi bir kaç öpücüğü de saçlarına bırakıp geri çekilmişti. Sözsüz bir anlaşmayla onlara ölmeden ölümü yaşattıkları sekiz aydan bahsetmez olmuşlardı artık. Şu gün Ahi, Ahuyu beklerken uzun zamandan sonra ilk kez bunu düşündü.
Ahunun iyi olduğunun haberi kulağına dolana kadar can verecek hale gelmişti. Ahinin yokluğunda Ahuya ne olduğunu tam olarak bugün anlamış oldu Ahi. Bu ölmekten bile daha zordu. Canının yarısına gelecek zararın ihtimali kendine olandan misliyle fazlaydı.
Bu sırada Korhanda tebriklerş kabul ediyordu. Annesi küçğk bir bebek sever gibi sevmişti Korhanı. Zahir, Alparslan sıkıca sarılmıştı. Ahi yanına geldiğinde bir kardeş kucaklar gibi kucakladı. Suhan heyecandan yerinde duramıyordu. Gözü kapıda hızlı bir öpücük konudup geri çekilmişti. En sona kalan Tarık başını yana yatırıp oğluna içli içli baktı.
"Aslanın evlatları da aslan olurmuş."
Tarığın mırıltısı Korhanın göğsünü oydu. Babası sırtına küçük küçük vurarak sarıldığında nedensiz bir gurur doldu içine. Babasının ona böyle bakmış olması ne kıymetli Korhan kelimelerle anlatamazdı.
Herkes Ahuyla ilgilenirken kapı tıklatıldı. İçeri tekerlekli arabalarla iki şeffaf puset girdi. Odaya hakim olan curcuna da tam bu an durdu. İğne düşse ses çıkaracak bir sesslizlik örtmüştü içeriyi. Sadece adım sesleri ve tekerlek sürtünmeleri duvarlara çarpıyordu.
Sonra küçük bir miyavlamayı andıracak mırıltı duyuldu. Onun peşine ise bariz bir şiddette ağlama sardı her yanı.
Donmuş gibi izleyen kalabalığı da harekete geçiren bu güçlü ağlama sesi oldu. Nurperi hemen yanlarına yaklaştı.
"Allahım! Çok güzeller. Ay ay Allahım bunlar ne böyle? Oy benim bal yavrularım. Tarık bak bi nasıl ağlıyor? Kardeşini uyandıracaksın ama."
Kapıldığı heyecan içerisinde kucağına aldığı bebeği konuşarak sakinleştirmeye çalışıyordu. Tarık ise mırıltı gibi sesler çıkaran diğer bebeğe yaklaştı. Ellerindeki titreme bir an kasılmasına neden olsa da kendini toplaması çok kısa sürmüştü. Bir ihtiyaçmış gibi hislerle uzanıp bebeği kucağına aldı. Beyaz battaniyenin sardığı bedenden sadece minicik yüzü görünüyordu. Nurperi ağlayan diğer miniği susturmaya çalışırken Tarık gözlerini kucağındaki yüzden ayıramadı. Kaşlarında incecik tüyler vardı henüz. Büyüdükçe örtüleceği belliydi. Özellikle siyah saç tutamları zaman ilerleyince kaşlarının da siyah olacağına işaretti. Ama onun öncesinde kaşların arasında kaybolacağı belli olan küçük bir ben boğazına düğüm gibi oturdu. Sol kaşındaki minik siyahlık muhtemelen büyüdükçe biraz daha genişleyecekti. Belki de bir eşine sahip adamın ki gibi küçük bir et benine dönüşecekti. Onun gür kaşları kapatıp, içine saklanmıştı. Sadece çok yakınında olanlar ve onunla büyüyen Tarığın bildiği küçük bir dokunuştu. 1
Dudakları yaklaşıp o küçücük siyah noktanın üzerine kondu. "Atilla" diye fısıldadığını kimse duymadı.
Yaygarası kesilmeyen diğer bebek ise bir iki el değişip annesinin kollarına bırakılmıştı. Ve herkesi güldüren bir tepkiyle Ahuya ulaşır ulaşmaz da o bağırtılar bıçak gibi kesilmişti. Ahu boynuna yaslar yaslamaz yüzü boynuna gömülmüştü. Üstelik yaygarayla ağlayan o değilmiş gibi hızlı bir uykuya çekilmişti. Tarık kucağındaki bebekle ağırca Ahuya yaklaştı. Yarı uzanır vaziyette olan kızının koynuna bebeği bırakırken Ahuyla göz göze geldiler.
"Atilla öpmüş kaşından, sizi görüyorum demek istemiş."
Ahunun gözleri Tarıktan bir an ayrılıp oğlunun sol kaşına değmişti. Sonra hızla Tarığa çevrilmişti. Ameliyathanede durulmuş gözleri hızla yaşlarla doldu.
Titreyen sesi ağladı ağlayacak gibiydi. Tarık uzanıp sol kaşının üzerine dudaklarını bastırdı.
"Sizin her şeyinizle mükemmel olacağınıza itimadı tamdı. Ama şu günü görse o bile eksik düşünmüşüm derdi eminim."
Tarık başka bir şey demeden bu kez de diğer torununun başının üstüne dudağını yaslayıp geri çekildi.
Bebekleri emzirmek için oda boşaltılmıştı. Bir süre sonra aynı kalabalık yine doldurdu her yanlarını. Bebekler kucaktan kucağa geziyordu. Atillanın kaşına öpücük bıraktığı bebek ne kadar sessizse diğeri o kadar yaygaracıydı. Alparslanın da favorisi olmayı başardı.
"Ahu ceylan sizde çok var bunu bize ver sen."
Korhan diğer oğlunu omzunda yatırmış oda içinde küçük adımlarla dolaşıyordu. Ahunun sütü henüz tam olarak gelmediği için hemşireler mamayla beslemiş, gaz çıkarma işinide Korhan ve Alparslana devrermişti.
Ahuyla ilgilenip, onunla sohbet ederken bebekleri ikisi gezdiriyordu.
Korhan ters ters Alparslana baktı. Ahu da bu haline kıkırdadı.
"Seninki ne yapar sana düşünmek bile istemiyorum."
Ahunun kıkırtısına Şifa da eşlik etti. Alparslan kucağındaki bebeğin başına öpücük kondurup, gözlerini büyüterek Şifaya bakmıştı. Şifa ise başını iki yana sallayıp "aklından bile geçirme" diye olası bir talebi geri yolladı.
Alparslan küskün bir ifadeyle tekrar kucağındaki bebeğe baktı.
"Beni çok sevmen lazım küçük kara insan. Bunlar uslu, akıllı çocukları altın yaparlar. Sen biraz fena bir şeysin. Belli ortalık karıştıran sen olacaksın. Birbirimizin ardını kollamalıyız."
Korhan ters ters bakıp, kucağındaki bebeği gözlerini ondan ayırmamış babasının kollarına bıraktı. Sonra da Alparslana doğru yürüyüp, bebeğini aldı.
"Oğlumu etkilemeye çalışma. Seninkinin yanında baban bebek seviyormuş dememe bakar sürünmen."
"Yahu bebek deyip duruyorsunuz. Adı ne olacak bu çocukların?"
Zahirin haklı sorusuyla herkes birbirine bakıp kaldı. Zaten cinsiyetlerini bile yeni öğrenmiş olan aile ad konusunu hiç dile getirmemişti ki. Korhan kucağındaki oğluna, babasının kollarındaki diğer çocuğuna, en son Ahuya baktı.
Tarık ise dudağında minik bir tebessümle sol kaşını okşuyordu uyuyan bebeğin. "Atilla" diye mırıldanması, oda bu kadar sessiz olmasa duyulmazdı. Ahunun başı hızla Tarığa çevrildi. Korhan da aynı şekilde babasına bakıyordu. Tarık başını bebeğin yüzünden kaldırıp direkt Ahuya baktı.
Ahu gülmenin ve ağlamanın bu kadar kolay olduğu başka bir gün yaşamamıştı galiba. Saniyeler önce kocaman bir gülümsemeyle çocuklarını izlerken şimdi ayaklarını yere vura vura ağlama halindeydi.
Korhan ağır adımlarla Ahuya yaklaştı. Kucağındaki bebeği Ahunun kollarına bıraktığında Ahu gözlerini Tarıktan ayırıp, Korhana bakmıştı. Korhan sözsüz bir soruyla Ahuya fikrini soruyordu. Ahu ise gözleri dolu dolu ama yüzünde de bir gülümsemeyle başını hızla salladı.
"Atilla olsun kelebeğim. Madem dedesi kaşından öpmüş, adını da taşısın."
Korhan güzel bir tebessümle bu kez Ahunun kollarındaki oğluna baktı. Parmağının tersiyle yanağını okşadı. Annesinin kollarında anında uyuyan, başka kucaklarda da yaygaracılık yapan miniğini sevgiyle süzdü.
Ahu kollarında uyuklayan oğluna bakıp sonra gözlerini geri kaldırdı. Odada herkes pür dikkat kendine bakıyordu. Gözleri Ahiye değdi. Sonra hemen yanında oturan Alparslana dokundu. Ahisini kendine getiren adama kanıyla bağlı olsa bu kadar severdi.
Sonra bakışları Korhana çevrildi. Korhanın her şeyini çok seviyordu ama karakterine bambaşka bir aşk besliyordu. Dişi alt dudağını kıstırdı.
"Alp Han olsun o zaman. Bana canımın yarısını getiren abim gibi yürekli, babası gibi güçlü bir evlat olsun."
Atilla Yıldıray ve Alp Han Yıldıray o zamana kadar hiç düşünülmemiş adlarını doğduklarından sonraki üçüncü saatte bulmuş oldular.
Hastanede geçirilen iki gün sonrasında evlerine girebildiler. Gerçekten Alp Han felaket bir şeydi. Ahunun kollarında değilse küçücük bir bebeğe yakışmayacak şiddette bağırtıları vardı. Onu durdurmak için ya annesinin kollarına bırakacaktınız ya da Atillanın yakınına. 1
Ayrı ayrı pusetlerde olduğundan asla uyumuyordu. Bunu da Nurperi fark etti. Karnı doyan, altı temizlenen, gazı çıkarılan bebek tutturduğu ağıdını Atillanın yanına bırakılır bırakılmaz kesiyordu.
Alp Hanın aksine Atilla dünyanın en sessiz bebeğiydi. Acıktığında ya da altı kirlendiğinde hafif bir iniltiyle durumunu izah ediyordu. Geri kalan zamanını ise uyuyarak geçirmek en büyük hobisiydi.
Alp Hanı durdurmak için tüm ev seferber olurken Atilla yumuşak bir koyun veya kendi beşiğinin kokusuyla anında uykuya dalabiliyordu.
İlk günler Atillayı rahatsız eder endişesiyle ikisinin bakımını ayrı odalarda yapmak istemişlerdi ama uslu denilen bebek ilk o zaman yüksek sesle ağladığında Korhan oğlunu alıp Alp Hanın yanına bırakmıştı. Belli ki o da aynı karnı paylaştığı kardeşi olmadan yapamıyordu.
Birbirlerine olan bağları çok güçlüydü
Ahunun iyileşmesi, dinlenebilmesi için Nurperi, Suhan, Emine hanım biran bile yalnız bırakmıyordu. Onun yanı sıra Ceyda da sürekli yanlarındaydı. Hiç beklenilmeyen bir şekilde bebeklere ilgisi o kadar yüksekti ki Zahir dudağı kıvrılmış bir halde izliyordu bu hallerini. Hazırlanması gerektiğinin sinyali gibi olmuştu ikizler. Belki çok da uzak olmayan zamanda iki kişilik ailelerini genişletmek için bir adım atarlardı. Yıllar önce Ceydaya söylediği gibi, Ceydanın isteğiyle tabiki.
Meclisteki yoğunluk nedeniyle Korhan evde çok fazla duramıyordu. Günü birlik şehir değiştirmesi, açılışlara katılması da ekstra zamanını alıyordu. Taze baba oluşunun haberiyle halkın sempatisi biraz daha artmıştı ona. İkiz bebeklerinin haberi halk arasında bir işaret olarak nitelendiriliyordu.
Korhan Yıldıray ülke için büyük bir bereketle geliyordu...
Ahu banyolarını yaptırıp uyuttuğu bebeklerini izlerken dalıp gitmişti. Üç ay olmuştu onları kucağına alalı. Zaman nasıl bu kadar hızlı akabilir ve Ahu nasıl hiç anlamazdı.
Çok yoruluyordu. Uykusuz kalıyor, bebeklere yetebilmek için ekstra çabalıyordu. Ama sadece onların kokusunu hissetmek tüm yorgunluğunu Ahudan saniyeler içinde çekip alıyordu.
Alp Hanın, Atillanın elini kavramış eline tebessüm ederek baktı. Onları hazır uyutmuşken biraz da kendi uyusa çok güzel olurdu aslında. Gözleri manzarasından ayrılsa, yatağına giderdi. Ama oğullarının güzelliği her şeyi unutturuyordu ona.
Usulca beline sarılan ellerle bir an sıçradı.
Korhan kısık sesiyle Ahuyu sakinleştirdi. İki kolu Ahuya dolanıp, iyice göğsüne yaslamıştı karısını. Ama gözleri tek bir beşiğin içinde birbirine yapışmış, iki bebeğindeydi.
Ahu tüm ağırlığını Korhana verip gözlerini bir kaç saniye kapattı.
"Annemle bebekleri yıkadık. Biraz önce uyudular. Birazdan yatacaktım. Sen ne yaptın bitanem? Nasıl geçti?"
Korhan dudağını omzuna yaslayıp, oğullarını izlemeye devam etti. Bugün bir hastane açılışındaydı.
Ahu kısık bir kıkırtı çıkardı.
"Deli gibi seni merak ediyorlar ama. Pankartlar da benden çok senin adın vardı."
Ahu kahkaha atmak isteyen yanını zorla kontrol edip, yönünü Korhana çevirdi. Kolları boynuna dolandı.
"Halkından beni kıskanıyor olamazsın."
"Yooo gayet de kıskanıyorum. Seni yanımda götürmüyorum diye deliriyorlar. Televizyon programlarında bile ilk soruları senin üzerine."
Ahu boynuna bir öpücük bıraktı. Sonra tekrar ardını dönüp, oğullarına baktı. Biraz evvel aralarında küçük de olsa bir mesafe varken şimdi iyice iç içe geçmişlerdi.
Korhan çenesini Ahunun omzuna yaslayıp sözü geçen yaramaz oğluna baktı. Çocuğa Alp adını verirken Ahu bambaşka şeyler düşlemişti muhtemelen ama onun minik oğlu gidip adamın huysuzluğunu kendine almayı seçmişti. 2
"Atilla da onsuz duramıyor ama çok daha kibar isteklerini belli ediyor. Nasıl böyle gürültücü olabilir aklım almıyor. Ağladığında tüm evden duyuluyor sesi. O adamın adını oğluma vermek zorunda mıydın gerçekten?"
Ahu kollarından çıkıp dalga geçen bir bakışla yatağa doğru ilerledi. Bedeni çok yorulmuştu.
"Haklısın bitanem. Aynı zamanda babasının adını da verdim. Ve aşırı keyif almıştım bundan. İki huysuzun ismi ağır geldi galiba yavruma."
Korhan kravatını çıkarıp, soyunmaya başladığında yüzünde büyük bir sırıtış vardı.
"Eşine olan aşkını somutlaştırmak istemeni nezaketle kabul etmiştim aslında ben."
Ahunun koynuna girdiğinde oğullarından bir farkı yoktu. İki bebek de Ahunun kokusunu alır almaz sakinleşip, hemen uykuya dalardı. Korhan da tüm yorgunluğunu, ağrılarını, kafasını işgal eden düşünceleri bu kokuyla kendinden uzaklaştırırdı.
Ahu daldığı derin uykudan mırıltı sesleriyle uyandı.
"Bencillik yapamazsınız. Paylaşmayı öğrenin artık."
Gözleri kısılı başını kaldırdığında ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Korhan kucağında iki bebekle ağır ağır yürüyüp odadaki emzirme koltuğuna yerleşmişti. İki oğlunu geniş gövdesine yaslayışını Ahu keyifli bir ifadeyle izledi.
Koltuğun yanında hazır bekleyen biberonları alışı, bebeklerinin ağzına uzatışı o kadar sevimliydi ki gözünü kırpıp, bu manzarayı kaçırmak istemedi.
"Daha uyuyalı iki saat olmadı. Ama siz yanımda yatıyor diye huysuzlandınız. Üstelik kardeşini yoldan çıkaranın sen olduğunu biliyorum. Çocuğun burnunu çizmişsin uyansın diye."
Alp Han hızlı hızlı biberonunu emerken babasının söylenmelerini hiç umursamıyordu.
"Üç ay oldu, bencilliği bırakmanız lazım. Benim de anneye ihtiyacım var. Ayrıca siz yokken ben vardım, beni böyle geri plana atmanıza göz yummam."3
Ahu kıkırtısını tutmak için yorganı iyice ağzına bastırdı. Resmen çocuklarını kıskanıp, had bildiriyordu.
"Sürekli sizinle ilgileniyor. Zaten günde en fazla üç dört saat evdeyim onda bari bana bırakın."
Atilladan gelen pot sesiyle biberonunun ağzından çıktığını fark etti. Korhan hazırda tuttuğu mendille dudağına aşağı akan mamayı silip geri biberonu dudaklarının arasına yaslamıştı.
"Sana demiyorum ben aslında aslanım. Kime diyorum o kendini biliyor. Eşitliği korumaya çalıştığım için yapılan bir görüşme bu."
Çok güzellerdi. Ahunun kalbini sızlatacak kadar güzel...
"Babanın evde olduğu saatlerde halaya, dayıya, babaneneye yada dedeye istediğinizi yapabilirsiniz. Dayıya biraz fazla yapsanız çok daha iyi olur. Ama anneden uzak durmanızı rica edeceğim artık. Yeni düzeninizi alıştınız artık, kelebeği bana bırakmayı öğrenin."
Ahu iç çekip, hiç de onların baba oğul istişarelerine karışmadan izlemeye devam etti.
Korhan mükemmel bir insan, evlat, sevgili, ağabey olmanın yanı sıra iç titretecek güzellikte de bir babaydı.
Hayat onlara ne getirecek bilmiyordu Ahu. İstemsiz bir refleksle baş ucu komodinini aralayıp, ara ara dokunmayı sevdiği kağıt parçasına uzandı. Avuçlarımın içine alıp yıpranmış ve çamurun rengini koruyan kenarlarını okşadı. Ardından yatağa giren adamı ve beline dolanan kollarını hissettiğinde ise yüzünde hüzün sayılacak bir ifade vardı.
"Uyudular geri güzelim. Hadi dinlen sen, uyanırlarsa bakarım ben yine."
Ahunun ensesine dudaklarını bastırdığında Ahunun baktığı kağıt da dikkatini çekti. Başını kaldırıp, baş ucundaki aydınlatmayı biraz daha yükseltti.
Ahunun eline uzandığında siyah bir kartla dudakları kıvrıldı. Kendi adının yazdığı kart ne zamandan kalma biliyordu Korhan. Çamur bulaştığı için lekelenmiş kısımlarına dokundu.
Ahu hafifçe başını salladı ama gözlerini karttan ayırmadı.
"İnsan hayatında iki kere doğarmış aslında Korhan. İlk kez ana rahminden çekilip alınması elinde olan bir doğum değilmiş ama ikinci kez tüm benliğini yırtarak doğması kendi elinde şekillenirmiş."
Korhan çıplak omzuna dudağını yaslayıp, sükutla Ahuyu dinlemeye devam etti.
"Ben ikinci doğumumu öldüm sandığım bir günde gerçekleştirmişim. O gün bu kartı avuçlarıma koyan adamı dinlemeseydim, peşinden gelmeseydim ne olurdu diyorum. Ben bir mezar başında, o acının içinde yeniden doğuyormuşum aslında. Sen elini uzatıp bana yardım etmesen ikinci doğumum, ölümüm de olacaktı."
"Öyleyse benim ikinci doğumum da aynı gün oluyor Ahu Nar. O mezarlığa geldiğimde geri dönecektim. Seni görmek acımı katmerleyecekti ve ben koşarak uzaklaşmak istedim bir anda. Neden bilmem ama içimi bir his kaplamıştı ve gitmek için ardımı döndüğümde yeri göğü inleten çığlığını duydum. Ahi beni ağlatıyorlar, kalk koru diyen kızın feryadı kesti adımlarımı. Aklım kimsenin yasını çekecek durumda değilsin dese de kalbim dur diye bağırdı. Dur ve ona bir kere bak diyen yüreğime söz geçiremedim."
Ahu kollarında kıvrılıp, yüzünü Korhana döndüğünde Korhan bir tutam saç telini kulağının ardına itti. Gözleri, gözlerini okşadı.
"Hayatımda ikinci kez doğmama, ayağa kalkıp daha güçlü savaşmama neden olan şey senin çığlıkların oldu. Koca bir ziyan oluş için yas tutuyordu kalbim. Nerden bilebilirdim yeniden var olabilmek için önce ziyan olmam gerektiğini."
Hayat önce ziyan ettikleriyle sınardı insanı. Yeniden doğuş için, var oluş için hak et deme şekli de olabilirdi.
Onlar aklın almayacağı, kalbin sınanma ihtimaliyle bile duracağı acıların içinden birbirlerine tutunarak çıkmışlardı. İki mezar kazmıştı hayat onlara. İki mezara kardeşlerini gömdüklerini sanırken kendi ruhlarını da toprak altında bırakmışlardı. Sonra o mezarlar tekrar kazılmış içindeki sırlar, yalanlar, kayıplar, acılar ortaya saçılmıştı.
Dönüp bakıldığında koskaca bir ziyandı her şey. Sonra geleceğe dair hayal kurulduğunda ziyan oldukları yerden var oluşlarının gücünü keşfediyorlardı.
Bir mezar başında, iki nefes alan ceset tekrar doğmak için bir birine el uzattı.
Bu bir ziyan oluş hikayesi. Ziyan olurken birbirlerine kavuşma mucizesi...3
Benimle bu yolu yürüyen, destekleyen, kurduğum dünyaya ortak olan herkese sonsuz teşekkürler. Bir kitap daha satırlarına nokta koyuyor. Ben çok mutluyum. Neredeyse 4 yıldır benimle olan ama 2 yıldır paylaştığım Ziyanı size emanet ediyorum. Ona çok iyi bakın, çok fazla bir kısmı benim göz yaşlarımla, hüzünümle, umudumla yazıldı. Korhanın parçalandığı yerde darmadağınıktım. Ahunun çığlıklarında perişan ...10
Kendinize güzel bakın canım kitap ailem. Bu hayat koca bir ziyan olsa da çok büyük güzellikler de saklıyor içinde.🦋🔥1
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
85.65k Okunma |
8.94k Oy |
0 Takip |
50 Bölümlü Kitap |