26. Bölüm

25. Bölüm

Sümsime🤍
oylesine_yazan.__

“Bazı gidişler sessizdir, ardında sorular ve cevapsız kalan umutlar bırakır.”

 

(Yazar'ın anlatımıyla)

Sabahın ilk ışıkları, perdelerin arasından sızarken Ilgaz gözlerini açtı. Başının hemen yanında, beyaz tül perde rüzgârla hafifçe kıpırdıyor, pencere aralığından içeri serin bir esinti giriyordu. O esinti, yüzüne değdiğinde irkildi. Uykudan çoktan uyanmıştı aslında, ama gerçeklerle yüzleşmemek için birkaç saniye daha gözlerini kapalı tutmak istemişti.

 

Yatağın bir köşesinde, kendini küçültmüş gibi yatıyordu. Diğer taraf... boştu. Ve hep boştu aslında. Burak oradaydı, ama yoktu. Varlığı ne bir huzur veriyordu ne de sıcaklık. Ilgaz, evlendiği adamla değil, yabancı bir gölgeyle aynı çatı altındaydı artık.

 

Kalktı, pencereye yürüdü. Karşıdaki ağaçların yaprakları dans ederken, gökyüzü masmavi bir örtü gibi serilmişti. Bu kadar güzel bir sabahta insan nasıl bu kadar ağır hissedebilirdi? İçinde çürüyen bir şey vardı, yavaş ve sessiz. Görünmez ama yakıcı. Adı yoktu belki ama izi her yerdeydi: Oğuz'un gidişi...

 

Derin bir nefes aldı. Sonra aynaya baktı. Gözlerinin altındaki morluklar, içinden taşan uykusuzlukla konuşur gibiydi. Aynadaki kız, bir zamanlar umutla doluydu. Şimdi... Bakışları buz kesmişti. Dudaklarının kenarına oturmuş sessiz bir hüzün, ellerinin arasından sızan bir yalnızlık vardı.

Koridora çıktığında Burak’ın sesi mutfaktan geliyordu. Kalın, net ve soğuk.

“Ilgaz, çay hazır.”

Sadece bu kadar.

Her gün aynı tonlama. Ne bir “günaydın”, ne bir gülümseme. Sadece görev gibi, mecbur gibi.

 

Ilgaz mutfağa girmedi. Ayakları istemedi. Onun yerine salona geçti, koltuğa oturdu. Sessizce. Raflardaki kitaplara baktı. Renkli kapaklar, içi dolu cümleler… ama hiçbiri onun gibi değildi artık. Ne okuduklarından keyif alıyordu, ne de yazdıklarından. Kelimeler bile küs gibiydi ona. Son zamanlarda günlük tutmaya başlamıştı. Sevdiği adamın gidişinden sonra çareyi yazmakta bulmuştu. İçini kağıtlara döküyor, onlardan yardım istiyordu.

Yan sehpadaki küçük defteri aldı. Kapağını araladığında içi titredi. Onun adı yazılıydı ilk sayfada: Oğuz.

 

Elini titreyerek kaleme uzattı. Gözleri doldu. Sonra yazmaya başladı, usulca:

 

"Bugün yine sensiz uyandım. Her gün olduğu gibi. Sözlerin kulağımda çınlamıyor artık, çünkü sen hiç konuşmadın giderken. Sessizliğini bıraktın bana, o kadar. Sence bir insan, birini bu kadar yok sayarak gidebilir mi?

 

Gitmelerini anlamaya çalıştım. Belki sebebin vardı dedim. Ama olmadı. Çünkü ne olursa olsun, bir veda edebilirdin. Etmedin. Şimdi sadece içimde yankılanan bir soru var: Ben mi fazlaydım, sen mi eksiktin?"

 

Sayfanın sonunda bir damla düştü. Mavi mürekkebe karıştı, kelimeleri silmeye çalıştı ama başaramadı.

 

Kapıdan gelen ayak sesleriyle toparlandı. Defteri hızlıca yerine koydu. Burak içeri girdi. Bakışı sertti.

 

“Bugün dışarı çıkmayacaksın. Misafirimiz var. Tanışmanı istiyorum.”

 

Ilgaz hiçbir şey demedi. Gözleri Burak’ın üzerine sabitlendi. Ses çıkarmadan başını salladı.

 

Ama içinden geçenler bambaşkaydı. Bir gün, bu evden çıkacaktı. O günün ne zaman geleceğini bilmiyordu ama çıkacaktı. Oğuz’un gidişi ne kadar canını yaksa da, kendisini tamamen bırakmayacaktı. Çünkü bir yerlerde, hâlâ onun da susarak kalmak zorunda kaldığı bir nedeni olduğunu düşünmek istiyordu. Belki de aptalcaydı bu umut. Ama insana nefes aldıran tek şey bazen aptalca şeylerdi.

 

Günün geri kalanı sessizlikle aktı. Ilgaz odasına çekildi. Camı araladı. Rüzgâr, saçlarını hafifçe savurdu. Gökyüzüne baktı. Uzakta bir kuş sürüsü süzülüyordu. Belki onlar da bir şeylerden kaçıyordu.

 

O sırada sokağın ilerisinde siyah bir araba durdu. Tanımadığı biri indi. Burak kapıya yönelmişti.

 

Ilgaz pencerenin kenarına yaslandı. İçinde anlam veremediği bir huzursuzluk vardı. Ama bunu kelimelere dökmedi. Sadece izledi. Sadece bekledi.

 

Çünkü bazı şeyler sessizce yaklaşırdı.

 

Ve bazı gidişler, sandığın kadar gitmemişti aslında.

***

 

Salondan yükselen tok sesler, Ilgaz’ın pencere kenarındaki sessizliğini bozdu. Burak kapıyı açmıştı. Bir erkek sesi, alaycı bir tebessümle karışık kararlı tonlamasıyla içeri girdi:

 

“Uzun zaman oldu Burak. Anlaşılan senin düzenin yerli yerinde.”

 

Ilgaz içgüdüsel olarak perdeden dışarıyı izlemeye devam etti ama kulakları salondaki her kelimeyi yakalıyordu. Ayak sesleri gittikçe yaklaştı. Ardından Burak’ın sesi:

“Ilgaz, gel buraya. Tanıştırayım.”

 

İçini çekerek yerinden kalktı. Sanki her adımda bir şey içinden kopuyordu. Salona girdiğinde gözleri Burak’ın yanında duran adama kaydı. Siyah takım elbiseli, yüzünde tanımadığı ama itici bir gülümsemeyle bakan biri.

 

“Bu, Kenan. Eski bir dostum.”

 

Kenan başını hafifçe eğdi. Gözleri Ilgaz’ın üzerinde bir süre fazlaca durdu. Sonra kibarca elini uzattı.

 

“Memnun oldum Ilgaz Hanım.”

 

Ilgaz elini uzatmadan önce yarım saniye tereddüt etti. İçinde bir sıkıntı… adı konulmaz bir tedirginlik. El sıkıştıktan sonra ellerini hemen arkasına attı, istemsizce.

 

Kenan konuşmaya devam etti:

 

“Burak, çok şanslı. Sizi görmek… açıkçası beklediğimden farklı oldu.”

 

Ilgaz hafifçe gülümsedi ama gözlerinin içi oynamadı.

Burak, Ilgaz’a dönmeden konuştu:

 

“Kenan birkaç gün bizde kalacak. İşlerimiz var.”

 

Ilgaz’ın içinden geçen ilk şey, ‘Oğuz gibi değil bu’ oldu. Hiçbir şey demedi. Ne olur ne biterse bitsin, itiraz etmeyecekti. Şimdilik.

Onların yanından ayrılıp odasına çıktı. Kendisine gelmesi gerekiyordu. Biraz kendisine zaman tanıdıktan sonra aşağıya indi.

 

Ilgaz mutfağa geçmek üzereydi ki salondan gelen sesler adımlarını durdurdu. Aralık kapıdan Burak ve Kenan’ın sesi geliyordu. İçeriye girmedi. Kapının hemen yanında, görünmeden kalabileceği bir noktada durdu. Belki merak, belki içini kemiren belirsizlik... Sebebini bilmiyordu ama kulak kesildi.

 

“Benziyor,” dedi Kenan, beklenmedik bir cümleyle. “Çok benziyor. Neredeyse ürkütücü.”

Burak karşılık verdi hemen, sesi hem yorgun hem özlem doluydu:

“İlk başta ben de öyle hissettim. Yüzündeki o ifade… Gözlerini kaçırma şekli bile aynı. Ilgaz'ı ilk gördüğümde Eylül'ü gördüm sanki.”

 

Ilgaz’ın kaşları çatıldı. Eylül mü? O isim daha önce hiç geçmemişti. Kimdi? Neden ona benziyordu?

 

Kenan derin bir nefes aldı. “Onun gibi birini bir daha göremezsin demiştin bir zamanlar. Demek hâlâ unutmadın.”

 

“Unutmak mı?” Burak acı bir gülüşle cevap verdi. “Unutmak bir lüks. Eylül, öylece yok olup gitmedi. İçimde bir boşluk bıraktı. Sanki bir sabah uyanıp da nefes almayı unutmuşsun gibi. O yoktu ama eksikliği her yerdeydi.”

 

Ilgaz’ın gözleri büyüdü. Eylül… ölmüştü. Burak için hâlâ oradaydı, hâlâ onunla yaşıyordu. Ve kendisi... Eylül’ün yerine koyulmuş bir silüetten ibaretti belki de.

 

“Ilgaz’la aranda bir şey olacak mı bilmiyorum,” dedi Kenan, daha temkinli bir sesle. “Ama bu... onun yerine birini koyma meselesi değilse, kendine karşı dürüst olmalısın. Yoksa birini daha kaybedersin. Bu sefer kendinle birlikte.”

 

Burak sessiz kaldı. Sanki söylediklerini sindirmeye çalışıyor gibiydi. Sonra kısık bir sesle konuştu.

“Ilgaz, Eylül değil. Bunu biliyorum. Ama bazen benzemek bile yetiyor, Kenan. Çünkü ben hâlâ Eylül’e veda edemedim.”

 

Ilgaz bir adım geri çekildi. İçinde bir yer, Burak’ın yanında kendine ait küçük bir alan bulduğunu sanıyordu. Ama şimdi anlıyordu ki, o alan aslında bir mezarın üstüydü. Ve adı hâlâ başka bir kadının ismiyle örtülüydü.

 

Ilgaz, duyduklarının ardından bir adım daha geri çekildi. Boğazı düğümlenmişti, nefesi kesik kesikti. Elinde tuttuğu kahve fincanı titredi önce, sonra parmaklarından kayıp yere düştü.

 

İnce porselenin sert zemine çarpışı yankılandı tüm evde. Fincan paramparça oldu.

 

Salondaki konuşma aniden kesildi. Burak, hızla yerinden kalktı. Kapıya doğru yöneldiğinde Ilgaz’la göz göze geldi. Genç kadının yüzü bembeyazdı. Duydukları o kadar barizdi ki, Burak’ın tek kelime etmesine gerek yoktu.

 

“Ilgaz…” dedi temkinli bir sesle.

 

Ama Ilgaz cevap vermedi. Gözleri Burak’a dikilmişti ama o gözlerde ne bir öfke ne de anlayış vardı. Sadece kırgınlık. Karışık, bastırılmış, tarifsiz bir kırgınlık.

 

“Eylül…” diye fısıldadı. “Kim olduğunu bilmiyordum. Ama şimdi… anladım.”

 

Burak yaklaşmak istedi, birkaç adım attı.

“Dur bir dakika, her şey öyle değil. Yani... seni onun yerine koymuyorum. Gerçekten değil.”

 

Ilgaz geri çekildi, sanki yaklaştıkça daha da uzaklaşmak gerekiyormuş gibi.

 

“Ben... başkasının gölgesi olmak istemem, Burak.” Sesi boğuktu. “Ve eğer birini hâlâ gömmediysen... onun mezarına başkasıyla çiçek dikemezsin.”

 

Yavaşça arkasını döndü, sessizce odasına gitti. Burak yerinde kalakalmıştı. Kenan sessizce arkada durmuş, hiçbir şey söylememişti.

 

Ve o an, sadece kahve değil; içlerindeki bazı duygular da kırılıp dökülmüştü. Kimi sessizce parçalanır, kimi sesli...

 

Ilgaz odasına girdiğinde, sırtını kapıya yaslayıp derin bir nefes aldı. Kalbi çarpıyor, aklı durmaksızın düşünüyordu. Eylül… O ismi ilk kez duyuyordu, ama ne anlama geldiğini fazlasıyla çözmüştü.

 

Oturduğu koltukta gözleri dolu dolu boşluğa bakarken, içinden geçenleri durduramadı.

 

Ben… onun için hiçbir zaman bir Ilgaz değildim. Sadece Eylül’e benzeyen bir silüet. Belki de o yüzden her kelimesi yumuşaktı, her bakışı sabırlı.

 

Göğsünde bir ağırlık hissetti. Bu ağırlık Burak’a karşı duyduğu bir aşktan değil; sadece bir yabancının sıcağına inanmışken onun aslında başkasının anısına sarıldığını anlamaktan kaynaklıydı.

 

"Kendisini tanıyamamışım...' diye geçirdi içinden. Ben sadece bir parça huzur arıyordum. Ama huzur başkasının yasına karışınca, insan kendine ait olanı bile kirli hissediyor...

 

Kendiyle sessiz bir savaşın içine düşmüştü. Evet, Oğuz’u seviyordu. O gittiğinden beri kalbindeki eksiklik, Burak’ın varlığıyla tamamlanmamıştı ki zaten hiçbir zaman da öyle olmamıştı. Ama Burak’ın gözlerinde kendine ait bir sıcaklık hissetmişti bir ara, onun samimiyetine inanmıştı. Şimdi ise o bakışların kökeninde bir başka kadının siluetini fark etmek, Ilgaz’ı asıl burada kırmıştı.

Bir yabancıya güvenmişti. Ama ne yazık ki, o yabancı hâlâ bir hayale sarılıydı...

Tekrar günlüğünü eline aldı. Yazması gereken, anlatması gereken çok şey vardı. İçini dökmesi gerekiyordu. Kalemi sıkı sıkı tutarak yazmaya başladı...

 

Bugün öğrendiğim bir isim, içimdeki birçok şeyi yerinden oynattı: Eylül.

Tanımadığım bir kadın. Görmediğim, sesini duymadığım biri… Ama anladım ki ben, onun ardından açılan boşluğa düşmüşüm. Belki de farkında olmadan onun yerine konulmuşum. Bir başkasının yerine geçmek… Ne acı.

 

Burak’a asla âşık olmadım. Olmadım ama güvenmeye başlamıştım. Yanında huzurlu hissediyordum. Sessizliği, sabrı, beni anlamaya çalışması... Oğuz’dan sonra ilk kez birine mesafesiz konuşabildiğimi fark ettiğimde korkmuştum bile. Meğer ben değilmişim onu konuşturan. Meğer Eylül’ün yankısıymış tüm o anlayışlar.

 

Oğuz...

Adını yazmak bile hâlâ içimi acıtıyor. Gitmene alışamadım. Bensiz bir yere gittiğini düşünmek... hâlâ kabullenemiyorum.

Ama bugün, Burak’ın gözlerinde sana benzeyen bir acı gördüm. Ve o acı, başka bir isme aitti.

Yoruldum.

Sürekli biri gibi olmam bekleniyor.

Önce babaannemin hayalindeki gelin, sonra Burak’ın anılarındaki kadın...

 

Ben sadece “Ilgaz” olarak kalabilmek istiyorum.

Hiçbir yedeğin yerine geçmeden, hiçbir hayalin içini doldurmadan.

 

Sahi, biri beni sadece ben olduğum için sevecek mi?

***

 

Sabah olduğunda Ilgaz, uyumamış gibiydi. Göz altları morarmış, teni solgundu. Odanın perdelerini araladı, gri bir hava süzülüyordu içeriye. Hava da onun gibi yorgundu.

Mutfaktan gelen sesler onu oraya sürükledi. Sessiz adımlarla ilerlediğinde Burak’ın sırtını gördü. Kahve koyuyordu.

 

Ilgaz kendini durdurmadan konuştu.

“Eylül öldü mü?”

Burak irkildi. Başını yavaşça çevirdi, gözleri Ilgaz’ınkine takıldı. Birkaç saniyelik sessizlik… ardından yavaşça başını eğdi.

“Evet.”

 

“Seni böyle biri yaptı, değil mi?” diye fısıldadı Ilgaz. “İçindeki sabrı, anlayışı… hepsini onun acısıyla yoğurdun.”

 

Burak eliyle masaya yaslandı. Yorulmuş gibi.

 

“O öldükten sonra... içimde bir boşluk kaldı. Ne yapsam dolmadı. Sonra sen geldin. Bir şeyler hissettirmeye başladın, ama ben bile o şeylerin ne olduğunu anlamadan… galiba o boşluğun şeklini seninle örtmeye çalıştım. Bu, sana haksızlık.”

 

Ilgaz başını salladı.

 

“Ben... sadece bir anlığına kendim gibi olabileceğimi sandım. Bu evde, bu hayatın bir yerinde. Ama artık biliyorum. Başkasının geçmişiyle baş edemem.”

 

Burak’ın sesi kısıldı.

 

“Sana gerçek olamadığım için üzgünüm, Ilgaz.”

 

Ilgaz arkasını döndü, ama bu seferki yürüyüş kaçış değildi. Bir duruştu.

 

“Ben de sana hayal olmadığım için kırıldım, Burak.”

 

Kapıdan çıkarken Burak arkasından bakmadı. Çünkü bazı kelimeler arkana baktırmaz, içine çöker. Tıpkı pişmanlık gibi...

 

Ilgaz, evin arka bahçesine çıktı. Hava serindi ama içindeki kırıklık kadar üşütmüyordu. Bahçedeki banklardan birine oturdu, dizlerini karnına çekip bir süre öylece kaldı.

 

Adımlarını hafifçe duydu, ardından Kenan sessizce yanına oturdu.

“Saklanmıyorsun ama kaçıyorsun,” dedi yavaş bir ses tonuyla.

Ilgaz başını çevirmedi.

 

“Sadece... anlamaya çalışıyorum.”

Kenan, bir süre sessiz kaldı. Sonra Ilgaz’ın yanındaki toprağa eğilip ufak bir çiçek dalını kopardı.

“Eylül... küçükken kendi adını hiç sevmezdi. ‘İnsan ismi sonbahar olur mu?’ derdi. Ama sonra Burak’a âşık oldu. O da, ‘En güzel mevsim Eylül çünkü sen varsın’ deyince... o an her şey değişti.”

 

Ilgaz başını çevirdi.

 

“Ne zaman kaybettiniz onu?”

 

“Bir kaç yıl önce.” Kenan’ın sesi çatallandı. “İki yıl birlikte oldular. Eylül, hastaydı. Ama kimseye söylemedi. Burak’a bile. Tedavi için çok geçtiğinde bile gülümsüyordu. Sanki herkese yük olmak istemiyordu. Sadece Burak değil… hepimiz onun kaybından sonra eksildik.”

Kenan doğruları Ilgaz'a anlatmamıştı. Bu sırrı kardeşi, eski dostu Burak için tutmuştu. Ilgaz Eylül'ün ölümünü hastalıktan bilecekti. Ama doğrular hiçbir zaman öyle olmayacaktı...

 

Ilgaz boğazındaki düğümü yutamadı.

“Ben ona benzemiyorum.”

 

“Benziyor olsan da, olmasan da,” dedi Kenan, Ilgaz’ın gözlerine bakarak. “Sen başka birisin. Burak bunu görecek mi, bilemem. Ama sen... kendini onun gölgesinde ezmemelisin.”

 

Bir rüzgâr esti, Ilgaz kollarını sardı.

 

“Ben sadece... birinin aradığı olmak istemiştim.”

Kenan sessizce kalktı, üzerine ceketini çıkardı ve Ilgaz’ın omuzlarına bıraktı.

“Bazen birinin seni araması gerekmez. Bazen seni bulan sensindir.”

 

Ilgaz, ilk kez gözyaşlarını tutamadı. Bu sefer acıdan değil, anlaşıldığı için...

 

Bölüm sonuuuu.

Bölüm nasıldı???

Uzun bir bölüm yazmak istedim. Ilgaz'ın ağzından da yazacağım merak etmeyin. Bayadır bölüm atmadığım için bir süre yazarın ağzından olayları anlayın diye yazıyorum ama karakterimizin ağzından bölümler de gelecek.

Uzun zaman oldu değil miiii.

Yeni bölümlerde görüşürüzzzzz.

Bol bol yorum ve oy bekliyorum ona göreeeee...

Bayyyysssssss

 

Bölüm : 18.05.2025 20:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...