
Koyduğum şarkıyla okuyabilirsinizzz iyi okumalarrrr 💖💖💖
"Aniden sen geldin ve mahvettin beni..."
(Ilgaz Çakmak)
Sadece tavanı izliyordum. Gözkapaklarım ağırdı ama kapanmıyordu. Uykusuz değildim, aksine bedenim bitkindi ama zihnim bana dinlenme izni vermiyordu. Ellerim yastığın kenarına sıkıca tutunmuş, sanki düşmek üzere olan birinden medet umar gibiydi.
O an…
Kapı hafifçe aralandı. Selim başını uzattı. Göz göze geldiğimizde gözlerinde o tanıdık ifadeyi gördüm. Şefkat.
Ama ben, ona her bakışımda paramparça oluyordum.
“Uyumadın değil mi?” diye sordu.
Başımı yastığa gömüp sessizce, belli belirsiz bir ‘hayır’ mırıldandım.
İçeri girip pencere kenarındaki sandalyeye oturdu. Elinde telefon vardı.
Sanki bir şey söylemek istiyor ama nasıl başlayacağını bilemiyordu.
“Ilgaz…” dedi sonunda.
“Avukattan dönüş geldi.”
İçim titredi. Sanki sesinin tonu bile içimde bir şeyleri kanattı.
Boğazımda bir düğüm vardı. “Ne… diyor?” diyebildim zorla.
Selim ekranı bana uzatmadı. Kendisi okumayı tercih etti. Belki de dayanamayacağımı düşündü.
“Dava süreci başlatılmış. Boşanma dilekçesi sisteme düşmüş. Duruşma tarihi belli olmuş.”
Yatağın kenarına doğru doğruldum. Sırtımda bir ağırlık, sanki günlerdir taşıyormuşum da yeni fark etmişim gibi.
“Ne zaman?” dedim. Sadece iki kelime.
Ama içimde binlerce anlamı vardı.
“On iki gün sonra,” dedi. “Sabah dokuzda. Aile mahkemesi, 3. duruşma salonu.”
Bir anlığına hiçbir şey duymadım. Selim’in sesi bile sanki arka planda yankılanıyordu. Gözlerimden yaşlar kendiliğinden aktı. Sessizce. Bağırmadan. Ağlamadan.
“İlginç,” dedim fısıltıyla.
“Bir zamanlar zorla olan bir evlilikten, şimdi bir cümlelik dilekçeyle ayrılıyorum.”
Selim başını eğdi. Benimle aynı acıyı paylaşamasa da, bana eşlik ediyordu.
“Ilgaz…” dedi nazikçe, “Biliyorum, bu süreç kolay değil. Ama bu senin yeniden doğuşun. Belki şu an karanlıktasın ama artık çıkışa yaklaştın.”
“Çıkış,” dedim alayla.
“Ben daha girişte kayboldum Selim.”
O an elimi tuttu.
“Sana hiçbir şey söyleyemem ki zaten biliyorsun. Ama bir şeyi unutma. Sen hâlâ buradasın. Dimdik. Ve hiçbir şey seni yok edemedi. Şimdi sıra sende. O dosyayı kapatacaksın. O soyadını bırakacaksın. Onun hükmünü bitireceksin.”
Bedenim titredi. Gözyaşlarım çoğaldı.
Ama bu kez ağlamam daha farklıydı. Daha keskin. Daha kararlı.
Artık hiçbir şey aynı olmayacaktı.
“Ben… yapabilir miyim Selim?”
“Yapacaksın. Çünkü zaten çoktan başladın.”
Selim odadan çıktıktan sonra, ben hala yatağın kenarındaydım. Ellerim dizlerimde, gözlerim boşluğa dalmıştı.
Boşanma... O kelime, sanki hayatımdaki tüm renkleri çekip almış gibiydi. İçimden yükselen bir isyan vardı, ama aynı zamanda yorgunluk ve teslimiyet arasında gidip geliyordu.
Oysa sadece birkaç ay önce, geleceği hayal ediyordum. Gülen yüzler, bir aile, belki küçük mutluluklar… Şimdi ise elimde sadece o dava dosyasının soğuk satırları vardı.
Kapı tekrar hafifçe aralandı, Selim içeri girdi. Yanında küçük bir termos, içinde sıcak çay vardı. Sessizce yatağın kenarına oturdu.
“Biliyorum, zor,” dedi, çayı uzatırken.
“Ama yanındayım. İstersen birlikte hallederiz.”
“Biliyorum,” dedim. “Ama bu yük, bazen çok ağır geliyor Selim. Sanki yalnız yürümek zorundaymışım gibi.”
Selim başını hafifçe yana eğdi.
“Yalnız değilsin. Ben buradayım. İstersen her adımda yanında olurum.”
Bir an için gözlerimiz buluştu.
Korkularımı, çaresizliğimi, kırılganlığımı gördü.
“Peki ya… ya yaşıyor gibi yapmam gerekirse?” dedim fısıltıyla.
“Kendimden bile saklanırken, ne kadar dayanabilirim?”
Selim hafifçe gülümsedi.
“Yaşamak, bazen sadece nefes almak değildir. Cesaretle ilerlemek, düşmekten korkmamak demektir. Ve sen zaten düştüğünde kalkmasını biliyorsun.”
İçimde küçük bir umut belirdi, ama o umut, hala sarsak ve kırılgandı.
Gözlerimi kapadım.
“Başlamak zor… ama bırakmak da korkunç.”
“O yüzden adım adım,” dedi Selim.
“Bugün yalnızca bu belgeyi okuyup anla. Yarın bir başka adım. Her şeyi bir anda değiştirmek zorunda değilsin.”
O an, sanki yorgun bedenime biraz güç, kalbime biraz cesaret doldu...
***
Akşamın serinliği odanın camından içeri usul usul sızarken, içimdeki boğulma hissi iyice büyüdü. Odanın duvarları daraldı sanki. İçim sıkıştı, nefesim yetmedi. Hava almam gerekiyordu. Kalkıp pencereyi açtım, ama o bile yetmedi. Hava hâlâ üzerime kapanıyordu.
"Biraz dışarı çıkacağım," dedim Selim’e, sesim yorgun, kısık, neredeyse tükenmişti.
Kaşlarını çattı hemen. “Olmaz bu saatte tek başına. Gitmek istiyorsan beraber gidelim.”
İtiraz edecek halim yoktu. Aslında yalnız kalmak istemiyordum belki de. Sadece içimdeki sessizliği bastırmak istiyordum. Bir ses duymak, ama bağıran değil, anlayan bir ses. O yüzden başımı eğip sessizce giyindim.
Çıktık.
Yürüyerek yakındaki parka gittik. Şehir ışıkları silik birer hayal gibi yayılıyordu kaldırıma. Banklar boştu, salıncaklar hareketsiz. Rüzgâr ağaçların dallarında geziniyor, yapraklar birbirine fısıldıyordu. Çocuk kahkahaları çoktan silinmişti bu yerden. Yerine yalnızlık çökmüştü.
Banklardan birine oturduk Selim’le. Sessizliğimiz konuşuyordu bir süredir. O, cebinden taşan sabrıyla yanımda duruyordu. Ben, darmadağın hâlimle içimdeki yükü bastırmaya çalışıyordum.
"Her şey bir gün biter mi gerçekten, Selim?"
Sesim o kadar yabancıydı ki kendime. Birden tanıyamadım kendimi.
"Her şey bitecek. Ve sen tekrar güleceksin, bu dönemde de hep yanında olacağım."
Kızarmış gözlerimi Selim'e çevirdim. Bir insan nasıl bıkmadan, usanmadan kalırdı benim yanımda. Nasıl katlanabiliyordu bana...
"Seni çok sıkıyorum değil mi?"
"Ilgaz saçma sapan konuşmayı bırakır mısın... Sen hiçbir zaman beni sıkmıyorsun."
Sesinde yorgunluk karışımı öfke vardı.
Sonra… telefonum titredi. Ekrana baktım.
Çiğdem...
Bir yıl sonra ilk kez.
Ellerim titredi. Mesajı açtım:
"Ilgaz neredesin? Oğuz çok kötü.. sadece oturup konuşun. Hem onun için hem kendin için. Buna ihtiyacınız var."
Bir an dünya durdu.
Gözlerim doldu, o tek cümleyle bile içimdeki taşlar yerinden oynadı. Çiğdem’in sesi sanki doğrudan kalbime dokundu. Beni ilk tanıyan, ilk koruyan, ilk anlayan insandı. Bir yıl boyunca yokluğu hep bir boşluktu içimde.
“Selim…” dedim fısıltıyla. “Çiğdem mesaj attı.”
Gözleri kocaman açıldı. “Ne dedi?”
“Beni soruyor… Oğuz’un çok kötü olduğunu, konuşmamız gerektiğini…”
Selim bana baktı. Uzun uzun. Sonra başını yavaşça salladı.
“Artık konuşma vakti geldi Ilgaz. Yüzleşme vakti. Hep kaçamazsın. Üzülmekten yoruldun sen.”
Gözlerimden süzülen yaşlara engel olamadım.
“Çok yorgunum, Selim,” dedim.
“Yoruldum. Hem de her şeyden… susmaktan, anlatamamaktan, sevilmemekten, hep eksik kalmaktan… Kaçmaktan bile yoruldum. Artık nefes almak istiyorum. Ama nasıl yapacağımı bilmiyorum.”
Elini omzuma koydu.
“Otur burada. Ne gerekiyorsa konuş. Ben eve dönüyorum, ama bir şey olursa hemen ara tamam mı?”
Başımı salladım. Sesim çıkmadı. İçimde kırılan şeylerin gürültüsü vardı çünkü.
Selim gittikten birkaç dakika sonra banka iyice gömüldüm. Gözlerimi kapattım. Derin bir nefes aldım. İlk karşılaşmamızdan sonra Oğuzla konuşacak olmak elimi titretti. Nefesimi kesti.
Ne kadar da kırgın bakmıştı gözlerime. Şimdi oturup onunla nasıl konuşabilirdim ki...
Kokusunu bile çok özlemiştim. Kahve gözlerine uzun uzun bakmayı.
Yanağımdan süzülen sıcak gözyaşını elimin tersiyle sildim.
Ama tam o anda, biri yaklaştı.
Ayak seslerini tanıdım önce. Yavaş ve kararsız adımlar. Başımı çevirdiğimde karşımda onu gördüm.
Gelmişti.
Çiğdem dediğini yapmış Oğuzu dışarı çıkarmayı başarmıştı...
Elim ayağım titremeye başladığında derin bir nefes aldım.
Sadece konuşacaktık en fazla ne olabilirdi ki...
Dondu kaldı beni görünce. Gözleri kocaman, şaşkın. Hiçbir şey söylemedi önce. Sadece baktı. Kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Zaman durmuştu. Göz göze gelmemizle bütün yaralarım yeniden açıldı.
"Sen..." dedi sadece.
Yavaşça ayağa kalktım.
"Çiğdem için kabul ettim konuşmayı." dedim.
"Senin için değil Oğuz..."
Başını eğdi.
“Benim haberim yoktu.”
Sessizlik çöktü aramıza. Sonra bir banka birlikte oturduk. Aramızda bir karış boşluk vardı ama sanki koskoca bir yıl sığmıştı o aralığa.
Bir süre konuşmadık. Yalnızca sessizlikte birbirimizi dinledik.
Uzun süre olmuştu yan yana oturmayalı. Birbirimizi sessizlikte dinlemeyeli.
Boğazını temizleyip konuşmaya önce o başladı.
"Nasılsın?"
Tereddüt ederek sormuştu. Belki de vereceğim tepkiyi kestiremiyordu.
"Nasıl olmam gerekiyorsa öyleyim." dedim kısaca. Ağlamaktan sesim çatlamıştı.
"Hep iyi ol Ilgaz... Hep iyi ol."
Yavaşça başımı ona çevirdim. O ise önüne bakıyordu. Uzun uzun baktım ona. Gözlerim dolu dolu görmeyi özlediğim hâline uzun uzun baktım.
"Neden gittin Ilgaz... Neden beni sensiz bıraktın..?"
Sesi sitem eder gibi çıkmıştı. Canım bir kez daha yandı.
"Yalanların olduğu bir yerde daha fazla kalamazdım Oğuz."
Hışımla bana döndü. Ellerini saçlarına daldırırken göğsü hızla inip kalkıyordu.
"Ben bilmiyordum. Yemin ederim ki bilmiyordum Ilgaz... O şerefsiz bana senin..."
Yutkundu.
Sözler boğazına bir kez daha battı.
"Senin hamile olduğunu söyleyince mutluluğunu bozmak istemedim..." dedi kısık sesiyle.
Aynı konuları konuşmak istemiyordum. Çünkü konuştukça o hançer bir kez daha batıyordu yüreğime.
“Boşanıyorum, Oğuz.”
Gözlerini kırpmadan baktı bana.
“Bir yıldır Fransa’daydım. Her şeyden uzaklaştım. Kendimden bile… ama yetmedi. Ne kadar uzağa gidersem gideyim, içimdeki sesi susturamadım. Kaçmayı denedim. Ama olmadı. Yoruldum artık.”
Ellerim kucağımda kenetliydi. Gözlerim doldu. Yutkundum.
“Türkiye’ye dönüyorum. Bir süreliğine. Her şeyi silip yeniden başlayabilmek için.”
Oğuz başını önüne eğdi. Elleri titriyordu.
“Ben de seni susturmaya çalıştım içimde,” dedi.
“Ama her sabah o susturduğum ses çığlığa döndü. Geceleri sadece sustuğun gözlerin geliyordu aklıma… Konuşmadığın her saniye, bana bin kelime kadar ağırdı.”
Nefesim kesildi. Ağlamakla gülmek arasında sıkışmış gibiydim.
“Sen gittiğinden beri hayatım durmuş gibiydi, Ilgaz. Bir şeyleri düzelteceğim sandım ama olmuyor. Seni kaybettiğim an, yolumu da kaybettim.”
Dudaklarım titredi. Gözlerimden yaşlar süzüldü.
“Ben seni hiç istemediğim biri gibi hissettirdim, farkındayım,” dedim. “Ama ben sadece… senin yokluğunla aylar geçirdim Oğuz... Gittin sandığım günler bana cehennem oldu. Oysaki sen hiçbir yere gitmemiştin. En çok bu koydu bana. Bende yalanların ortasında kalamadığım için gittim...”
Oğuz eliyle gözlerini sildi. Sonra başını yana çevirdi, bana baktı.
“İyileşmek için susmamız gerekti. Ama şimdi konuşma zamanı,” dedi.
“Artık sessizlik yetmiyor.”
Başımı eğdim.
“Ben sana çok şey anlatmak istiyorum. Ama dilim değil, kalbim anlatıyor. Hani bazen insan sadece gözyaşıyla konuşur ya… şu an öyleyim. Sana her şeyi anlatmak istiyorum ama… sadece susup ağlayabiliyorum.”
Oğuz eğildi, yere düşen bir kuru yaprağı eline aldı. Parmakları arasında çevirdi.
“Yine de buradayım,” dedi. “İstersen yeniden başlayabiliriz. Konuşarak. Ağlayarak. Ama susmadan.”
Nefesim kesildi. Gözlerimden yaşlar bir kez daha süzüldü.
"Biz olamayız Oğuz... Biz bir daha olamayız."
Gözleri büyüdü... Göz bebeği titredi sanki. Gözleri nemlendi. Ve bir gözyaşı yanağından aşağıya süzüldü...
"Çünkü hayatında başkası var değil mi..."
"Konu bu değil Oğuz... Biz artık imkânsız bir hikâyeyiz..."
Derin bir nefes verdim. Ellerimle oynarken o hâlâ acılı gözlerle bana bakıyordu.
Oysa ki ne çok isterdim kokusunu doya doya içime çekmeyi.
Sıkı sıkı sarılmayı.
Doya doya öpmeyi...
Ama olmazdı. Kararımdan dönemezdim. Oğuzla sonsuza dek bitmişti...
Ayağa kalktım. Bacaklarımın hâlâ titrediğini hissediyordum ama oturduğum yerde boğulacaktım. İçimde bir şey çırpınıyordu.
Kalbim mi? Yoksa artık bana ait olmayan parçalarım mı bilmiyorum… Nefesim göğsüme sıkışmış, sanki biri boğazımı tutuyordu. Ağlıyordum hâlâ, ama artık sessizce. Dışarıdan bakılsa sakin görünürdüm belki, ama içimde kıyametler kopuyordu.
“Olamam…” dedim içimden.
“Onun yanında olmamalıyım. Çünkü ne zaman biri bana yaklaştıysa, sonunda hep kırıldık. O da kırılmasın.”
Ayaklarım beni kaçmaya zorluyordu ama kök salmıştım oraya. Kaçamıyordum. Çünkü Oğuz’un sesi bir mıknatıs gibi beni tutuyordu.
Arkamdan gelen adımların sesini duydum.
Hafifti… Ama kararlı. Yanıma geldi, önümde durdu. Göz göze gelmedik. Ben yere, o bana bakıyordu. Ve o an bir rüzgâr geçti aramızdan… Gerçekten esmedi belki ama, kalbim öyle sandı. Beni ona sürükleyen bir fısıltı gibiydi.
“Beni dinler misin?” dedi Oğuz.
Sesi sakindi ama içindeki fırtına o kadar belliydi ki...
“Kaçma. Sadece bir kez… Lütfen, sadece bir kez kal.”
Gözlerimi kapattım. Kafamı iki yana salladım.
“Biz birbirimize zarar veriyoruz Oğuz...”
“Ben kendime daha fazla zarar veriyorum sen olmayınca,” dedi.
Bir adım daha yaklaştı. Gözlerim yaşla dolu, başımı kaldırıp yüzüne baktım.
“Oğuz…”
“Ben senden korkmuyorum Ilgaz,” dedi, sesi biraz titriyordu şimdi.
“Senin geçmişinden, ailenden, kabuklarından… hiçbirinden korkmuyorum. Ama sen beni dışarda bırakıyorsun. Hep bir adım uzağında tutuyorsun. Neden? Neden ben dahil olamıyorum senin hikâyene?”
Gözlerimden yaşlar süzülürken dudaklarım zar zor hareket etti.
“Çünkü senin yanında huzur var. Çünkü senin yanında umut var. Ve ben… ben ne huzura alışığım, ne umuda. Kaybetmekten korkuyorum, yalanlardan korkuyorum.”
Bir anlık sessizlik oldu. Sonra Oğuz bir adım daha attı. Elini usulca yüzüme götürdü. Dokunuşu titrek ama sevgi doluydu. Baş parmağıyla yanağımdan süzülen bir damla gözyaşını sildi.
“Ben de korkuyorum Ilgaz. Ama seninle korkmak bile güzel. Sensizliğe dayanmak çok daha zor.”
Birden alnını benim alnıma yasladı. Tenimiz birbirine değdiğinde kalbim sanki birkaç saniyeliğine atmayı unuttu. Nefesim birbirine karıştı onunkiyle.
“Beni bırakma…” dedi, fısıltı gibi ama içten.
“Lütfen… Seni tanıdığım günden beri ilk defa yaşamaya başladım. Beni karanlığımdan sen çektin. Beni bırakma…”
Gözlerim dolmuştu, ama bu seferki yaşlar korkudan değil… Sevgiye bu kadar yakın olmaktan geliyordu.
Tam geri çekilecektim ki, Oğuz’un dudakları dudaklarıma değdi. Nazikçe. Sakince. Acele etmeden, zorlamadan.
Sanki dudaklarıyla değil, ruhuyla sarılıyordu bana. O an dünya susmuştu. İçimdeki fırtınalar bile sessizleşmişti. Her şey durmuştu. Sadece o vardı. Ve ben.
Öpücüğün ardından bir adım geri çekildi. Ellerimi tuttu. Gözleri gözlerimdeydi. Titreyerek eğildi… önce bir dizinin üzerine, sonra diğerinin.
“Ilgaz…” dedi. Sesi çatallıydı ama gözleri pırıl pırıl.
“Sen benim kışımda açan kardelen çiçeğimsin. Beni hayatta tutan tek şeysin. Biliyorum, zamanı değil belki ama… başka ne zamanımız var ki? Hemen şimdi… Evlenelim mi?”
O an kalbim yerinden fırlayacak gibiydi. Gözlerim açıldı, dudaklarım aralandı ama kelime çıkmadı. Sadece bir şey hissettim: Şaşkınlık. Korku. Ama en çok da… sevgi.
“Oğuz… sen… sen ciddisin.”
“Hayatımda hiç bu kadar ciddi olmadım. Belki toparlanırız , belki bu evlilik çok iyi gelir bize. Belki gerçekten mutlu oluruz Ilgaz. Ama birlikte oluruz. Her şeye rağmen. Sadece... ‘evet’ de. Geri kalanını ben hallederim.”
Elini uzattı. Ben bakakaldım. Gözyaşlarım süzülüyordu. Ama bu seferki gözyaşlarının adı belliydi.
Mutluluk.
Bitirmek istemiştim. Bir son vermek... Kendi içimde bir yol çizebilmek için. Ama o bana öyle bakıyordu ki... O gözlerde sadece sevgi yoktu, çaresizlik, umut ve... hâlâ inanç vardı.
"Biliyorum çok kararsızsın. Çok üzüldün, beraber yıprandık... Ama Ilgaz beraber toparlanabiliriz. Evlenelim mi?"
Gözleri beklentiyle parladı. Evet dememi istiyordu.
Oğuz Arslan bana evlenme teklifi etmişti.
Bu gerçek olabilir miydi...
Gerçekten mutlu olabilir miydik...
Yutkundum. Gözyaşlarım yeniden hızlandı. Kalbim hâlâ bana ne yapmam gerektiğini söylemiyordu. Kaçmak istiyordum, kalmak istiyordum, her şeyi silmek ama bir o kadar da yeniden yazmak istiyordum.
“Ben...” dedim ama devamı gelmedi. Nefesim boğazıma takılmıştı.
“Sana söz veriyorum,” dedi.
“Ne yaşanmış olursa olsun, bundan sonra her şeyin daha iyi olması için elimden geleni yapacağım. Korktuğun her şeyle birlikte savaşacağım seninle. Yeter ki... beni itme kendinden.”
Gözlerine baktım. O gözlerde bir gelecek vardı. Sessizce fısıldayan bir gelecek... Belki de hep arayıp da bulamadığım türden.
“Oğuz... bu çok ani... Ben... bitirmeyi düşünüyordum. Bir son vermeyi.”
“Ve ben yeniden başlatmak istiyorum,” dedi hemen.
Gözyaşlarım usulca çeneme süzülüyordu. Kalbimdeki duvarlar çatırdadı. Ellerim titredi ama onu bırakmadım. Gözümden akan yaşlar gözlerine indiğinde artık dayanamadım. Dudaklarım kıpırdadı.
“Evet...” dedim, fısıltıyla. “Evet Oğuz... evet...”
O an ayağa kalktı. Beni kollarının arasına aldı. Başımı göğsüne yasladım, o ise yüzünü boynuma gömdü. Kalbimizin atışını hissediyordum. Ağlamaya devam ediyordum ama bu kez ağlamamın içinde korku değil... umut vardı.
Sımsıkı sarıldık. Zaman, bizim için yeniden başlamıştı. Ve ben, ilk defa gerçekten bir yere ait hissediyordum.
Oğuz’un gözleri gözlerime kenetlendiğinde, zaman sanki orada, tam da o bakışta durdu. Kalbim göğsümden dışarı çıkacakmış gibi çarpıyor, nefesim kelimelere değil, duygulara dolanıyordu. Dudaklarımda hâlâ "Evet" kelimesinin yankısı vardı…
Oğuz’un dizlerinin üzerine çökmüş hali gözlerimin önünde öylece kalmıştı. O an, sanki evren bana yeniden sarılmış gibiydi. Oğuz, alnını usulca benim alnıma yasladı. Gözleri kapalıydı, nefesi titriyordu.
"Beni hiç bırakmayacaksın değil mi Ilgaz?"
Sorduğu soru karşısında burukça gülümsedim. 'Hayır' anlamında kafamı iki yana salladığımda o da gülümsemişti.
“Çiğdemle Tolga’ya haber verelim mi? Belki küçük bir sürpriz yaparız,” dedi.
Ben gözlerimi kaçırmadan gülümsedim.
“Olur. Ama önce sen git… Moralin bozuk gibi davran. Onlar da umudu kesmiş sansın. Sonra ben çıkıp sürpriz yaparım.”
Göz kırptı bana.
“Bu da mı planlıydı yoksa hep mi bu kadar zekisin?”
“Beni bir yıl boyunca bekleyen sensin. Senin hakkın bu.”
Başımı omzuna yasladım. Sonra birlikte arabaya atlayıp Oğuzların tatil için kaldığı eve doğru yola çıktık. Kalbim, Çiğdem’in kahkahalarını, Tolga’nın o neşeli ama çocuksu enerjisini hatırladıkça daha da hızlandı. Parmaklarım Oğuz’un eline dokunurken hafifçe titredi. Bir an tereddüt ettiğimi fark etti.
“Hazır mısın?” dedi.
Gözlerimin içine baktı. Bir anlık sessizlikte sadece içimde kıpırdayan duygular konuştu. Başımı salladım.
“Hazırım. Hem de yıllar sonra ilk kez.”
Arabadan indik. Oğuz derin bir nefes alıp kapıyı çaldı. Kapıyı Tolga açtı. Saçları dağınık, üstünde gri bir tişört vardı. Gözlerinde yorgun ama sıcak bir ifade vardı.
“Oğuz? Ne oldu? Yüzün düşük…”
“Konuşmaya çalıştım,” dedi Oğuz, başını yere eğerek.
“Ama… pek iyi geçmedi.”
Çiğdem hemen geldi araya.
“Ne demek iyi geçmedi? Oğuz sen… sen her şeyi anlattın mı? Onun seni sevdiğini biliyorsun…”
Tolga’nın eli Oğuz’un omzuna dokundu.
“Belki biraz daha zamana ihtiyacı vardır.”
Çiğdem dudaklarını ısırdı.
“Bir yıldır zamandan başka neyimiz kaldı?”
İşte tam o an, sessizlikte ayak seslerim yankılandı. Kapının önüne çıktım. Hepsi bana döndü. Saçlarım rüzgârla hafifçe savruldu, yüzümde heyecandan doğan o sıcak gülümsemeyle kollarımı iki yana açtım.
“Sürpriz!”
Çiğdem’in gözleri faltaşı gibi açıldı. Tolga’nın ağzı açık kaldı. Oğuz hemen döndü, hafifçe başıyla onayladı. Gözümden akan yaşa engel olamadım ama bu sefer mutluluktandı.
“EVLENİYORUZ!!” dedim birden. “Eğer bu sefer bir şeyden eminse kalbim… o da bu.”
Bir saniye sessizlik. Sonra çığlıklar…
“NE?!”
“AAAAAAA!”
Çiğdem zıplamaya başladı.
“ILGAAA-AAZ! GEL BURAYA!”
Tolga gülerek başını iki yana salladı.
“Ben böyle film sahnesi gibi bir an beklemiyordum ama... çok iyi oldu.”
Çiğdem bana sarıldı. O kadar sıkı sarıldı ki kalbim göğsüne yapıştı.
“Bir daha asla kaybolma, tamam mı? O kadar özledim ki seni. Hiçbirimiz tam olamadık sensiz.”
Kokusu… o güvenli, samimi kokusu… gözlerimi doldurdu.
“Ben de sizi. Her birinizi.”
Sonra Tolga geldi. Bana usulca sarıldı, başını omzuma koydu.
“İyi ki varsın be Ilgaz. Gerçekten… iyi ki döndün.”
"Sende iyi ki varsın be marul kafa." dedim gülerek.
Bir insan hem ağlayıp hem gülebilir miydi... Şuan aynen o durumu yaşıyordum.
Beraber salona geçtik. Oğuz yanımdaydı, eli elimdeydi. Ben hep onun elini tutan kadındım artık. Sırtımı yasladığım, omzunu dayandığım… artık bir evim vardı.
Oturduk. Tolga yine eskisi gibi bana sataşmaya başlamıştı bile. Çiğdem ise Tolgaya önceden bakmadığı gibi bakıyordu. Belki de Tolga itiraf etmişti onu sevdiğini. Bunları öğrenip ,konuşacak çok zamanımız vardı. Hepimiz bir yılın özlemiyle birbirimize sarıldık, konuştuk, güldük, ağladık.
Ve ben, sessizce içimden tekrar ettim:
“Bazen bir yıl geçer ama sevgi orada, kaldığı yerden devam eder. Hiç eksilmeden.”
Bölüm sonuuuuuu.
Nasıldı??
Çok uzatmak istemedim sonuçta sezon finaline çok az kaldı böyle küs olsunlar istemedim.
Okurlar da istemediği için böyle bir bölüm yazayım dedim.
Pek içime sinmedi ama umarım güzel olmuştur.
Yeni bölümlerde görüşürüzzzzzz
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 10.55k Okunma |
8.22k Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |