
Medyayla okumanızı tavsiye ederimmm..
"Bu güller senin için... Bu gönül ikimizin..."
(Ilgaz Çakmak)
Günlerdir yaşanan telaş, koşuşturma, detaylar derken zaman bir anda geçip gitti. Ve o gün... şu an... Burada, bu aynanın karşısında, beyaz bir gelinlikle dururken çocukluğumda babamla kurduğum o hayal gerçeğe dönüşmüş gibiydi.
Bahçe... O eski hayalimdeki gibi, çiçeklerle süslenmiş bir alan, renkli ışıklar, hafif müzik sesleri, uzun tahta masalar, beyaz tüllerle süslenmiş sandalyeler. Gün batımının altında, rüzgarla dalgalanan tüller gibi kalbim de hafifti. Babam olmasa da onun hayalini yaşatıyor olmak içimi bir nebze olsun avutmaktaydı.
Gelin odasında Çiğdem elimden tutmuş, güzelce saçlarımı düzenliyordu. Arada bir gözüme bakıp duruyordu.
"Nefes alamıyor musun?"
Kafamı iki yana salladım.
"Yok, heyecandan galiba."
Çiğdem hafif güldü.
"Sana bir şey söyleyeyim mi? Hiç kimseyi bu kadar yakıştıramamıştım gelinliğe. Gerçek bir masal gibisin Ilgaz."
Gözlerim doldu. Onunla güzelce sarıldık. Sonra kapı hafifçe tıkladı.
"Girinnn," diye seslendi Çiğdem, biraz şen bir tonla.
Selim, Tolga ve Oğuz içeri girdi. Selim beni görünce önce dondu kaldı. Sonra birden elleriyle suratını kapattı.
"Abi gibiyim ama... şu an ağlayabilirim."
Tolga güldü.
"Ağla kardeşim , biz seni yargılamayız."
Oğuz ise bir adım geri duruyordu. Gözleri dolu doluydu ama gülümsemeye çalışıyordu. Ona döndüm. Başını hafif yana eğdi. Yine dünyadaki tek kadın benmişim gibi bakıyordu. Gözlerindeki ışıltı bakmaya doyamayacak kadar güzeldi.
"Güzelsin. Ama hep güzeldin. Sadece bu gece daha fazla herkesin dikkatini çekeceksin, sanırım kıskanıyorum."
Güldüm. Yanağına hafif bir öpücük kondurdum.
"Hadi... Artık inelim."
***
Gelin odasının kapısını yavaşça kapattım. Derin bir nefes aldım. O an, merdivenlerin soğuk ahşap basamaklarına bastığımda kalbimde bir kıpırtı hissettim; heyecanla karışık bir huzursuzluk. Oğuz yanımdaydı, adımlarımız senkronize bir melodi gibi birbirine uyuyordu.
Bahçeye inen merdivenlerden aşağıya doğru her adımda, içimde bir boşluk büyüyordu. Burada, bu büyülü bahçede, çevremde sevgi dolu yüzler olmalıydı ama ailemden bir ses yoktu. Ne annemin ne babamın ne de babaannemin izleri. Sanki sadece ben ve Oğuz vardık.
Oğuz, yanımda sessizliğimi fark etmiş olacak ki, hafifçe omzuma dokundu ve “Ne oldu, Ilgaz? İyi misin?” diye sordu.
Sesi, o tanıdık sıcaklıkla doluydu; her kelimesi içime işliyordu.
Gözlerim bahçedeki renkli çiçeklere takıldı.
“Burası çok güzel,” dedim, “ama… biliyor musun, içimde tarifsiz bir boşluk var. Ailem yok burada. Onlar olmadan, bu mutluluğu tam yaşayamadığımı hissediyorum.”
Oğuz diz çökerek yüzüme baktı, “Ben buradayım, Ilgaz. Her zaman seninleyim. Aile bazen kanla değil, yürekle kurulur.”
O an, gözlerim doldu. İçimde sakladığım tüm kırgınlık ve özlem bir anda yükseldi.
“Babam yok,” diye fısıldadım.
“Annem yok… Onların desteğini, sevgisini hep istedim. Ama bugün… bugün yanımda sen varsın.”
Oğuz, elimi tuttu.
“Ve bu bana yeter, Ilgaz. Bugün, yarın, sonsuza dek.”
Bahçedeki hafif meltem, saçlarımı okşarken, kalbimde büyüyen umut, gözlerimde parlayan yaşlarla buluştu.
Yavaş yavaş, el ele, o kocaman bahçeye doğru yürüdük. Her adımda, içimdeki boşluk biraz daha doluyor, yerini sevgiye bırakıyordu...
Gözlerimizi merdivenlerden bahçeye indirdiğimiz anda, kalbim hızla çarpmaya başladı. Aşağıda toplanan kalabalık bizi bekliyordu; hafifçe yükselen alkışlar, ortamı sıcak bir sevgiyle dolduruyordu. O an her şey gerçek gibiydi; sanki yılların hasreti bir anda eriyip yok oluyordu.
Oğuz yanımda durdu, yanındaki hafif gülümseme güven vericiydi. Beraberce kalabalığa doğru ilerledik.
“Herkese merhaba,” dedi Oğuz, sesi sakin ama içten.
“Hoş geldiniz, bizim için çok özel bir gün.”
Çevremde çoğu Oğuz’un arkadaşları ve yakınları vardı; tanımadığım ama yüzlerindeki samimiyetle hemen kaynaştığım insanlar... Bu yeni aile sıcaklığı, içimi hafifletiyordu.
Tam o sırada gözlerim bir yüze takıldı. Yaren! Uzun zamandır görmediğim, beni en iyi anlayan, yüreğimde özel bir yeri olan kuzenim.
Göz göze geldik ve onun gülümsemesiyle tüm yorgunluğum uçup gitti. İçimdeki mutluluk tarif edilemezdi.
“Ilgaz!” dedi sesi biraz heyecanlı, biraz da duygusal.
“Seni görmek ne büyük mutluluk.”
Çiğdem omzuma dokundu, “Bak, Yaren seni bekliyor. Git ve ona sarıl.”
Adımlarım hafifledi, kalbim hızlandı. Ona doğru yürüdüğüm her saniye, geçmişin acısı biraz daha hafifliyordu. Kollarımız sıkıca birleştiğinde, gözlerimizdeki yaşlar konuştu; kelimelere gerek kalmadı.
“Burada olman, bu anı paylaşman çok değerli,” dedim usulca.
Yaren başını salladı, “Senin yanında olmak benim için de aynı şey.”
O an, o kalabalığın içinde, sadece biz vardık; hayatın tüm karmaşasından uzak, saf ve derin bir bağla birbirimize bağlıydık. Çiğdemin bana olan sürpriziydi Yarenin burada bulunması. Ailemden kimsenin olmayacağını bildiğinden ona haber vermiş olmalıydı...
***
Bahçenin ortasında müzik hafiften yumuşamış, dans zamanı başlamıştı. Işıklar yumuşak bir altın renginde parıldıyor, misafirlerin yüzleri sevgiyle aydınlanıyordu. O an, Selim yanımda belirdi. Gözlerindeki o sıcak, koruyucu bakışla bana doğru uzandı.
“Ilgaz,” dedi nazikçe, “Benimle dans eder misin?”
Gözlerimi ona diktiğimde, içinde sakladığı yılların dostluğu ve koruması hemen hissediliyordu. Hafifçe gülümsedim ve elini tuttum. Dans pistine doğru birlikte yürürken kalbim hem rahatlamış hem de biraz heyecanlıydı.
Selim’in elleri belime oturduğunda, “Biliyor musun,” diye fısıldadı, “Yıllar boyunca yanındaydım. Senin acını, sevinçlerini paylaştım. Bugün de burada, senin mutluluğuna eşlik etmek... çok huzurlu.”
Başımı hafifçe yana eğdim, gözlerim dolmaya başladı.
“Sen benim kardeşim gibisin, Selim. İyi ki varsın.”
Adımlarımız müzikle uyumlu ilerlerken, etrafımızda hafif bir sessizlik çökmüştü. Sadece ikimiz ve bu an vardı.
“Hayat bazen zor oldu,” diye devam ettim, “Ama sen hep orada oldun. Yanımda, kolumda bir destek.”
Selim derin bir nefes aldı, “Senin gücün bana da güç verdi. Bugün, seni böyle görmek, içimde tarifsiz bir huzur yaratıyor.”
Kalbim, o an onun sözcükleriyle dolup taştı.
“Teşekkür ederim,” dedim fısıltıyla.
“Senin dostluğun, benim en büyük şansım oldu.”
Müzik yavaşça yükselirken, birbirimize sıkıca sarıldık. O an, yalnız olmadığımı, bu yolda yanında çok sevdiğim insanlar olduğunu tüm kalbimle hissettim...
Selim’le dansımız devam ederken, etrafımızdaki yüzler gülüyordu ama birden Tolga yanımıza doğru geldi; yüzünde o tipik şaşkın, biraz da utangaç ifadesi vardı.
“Şey, Ilgaz...” dedi, biraz tereddütle.
“Ben de... yani, bir dans etsek... belki...?”
Gözlerim büyüdü, gülerken hafifçe başımı salladım.
“Tabii Tolga, hadi bakalım! Sen dans pistinin kralı mısın yoksa sadece iddia mı?”
Tolga omuzlarını silkerek, “Kral desem yalan olur ama iddia etmeyi severim,” dedi, kahkahalar etrafa yayıldı.
Elini uzattı, ben de onu tuttum ve dans pistine doğru yürüdük. İlk birkaç adımı biraz tökezleyerek attı, ben de gülerken onu destekledim.
“Bak, ben buradayım, korkma!” dedim.
Tolga ise “Valla sen olmasan ben rezil olurdum,” diye mırıldandı.
Müzik hızlanırken, biz de adımlarımızı biraz hızlandırdık; ben biraz daha ustalaşmış gibiydim, o ise hala komik ama sevimli hareketlerle etrafı neşelendirdi.
“İyi ki varsın Tolga,” dedim, “Bu anlara ihtiyacımız vardı.”
“Yok canım, ben sadece bir bahane buldum dans etmek için,” diye cevap verdi, gülümsemesi yüzünü aydınlatıyordu.
O an, neşeyle dolu, samimi bir bağın içinde olduğumuzu hissettim. Hayatın zorlukları ne olursa olsun, böyle anlar kalplerde iz bırakıyordu...
***
Bahçedeki ışıklar yumuşak bir altın renginde parıldıyordu. Gecenin serinliği, çiçeklerin kokusuyla, hafifçe esen rüzgârla birleşiyor; etraf sanki bir masal diyarına dönüşmüştü.
Müzik hafifçe yükseldi, yumuşak bir piyano tınısı ve ince gitar tellerinin dansı kalbimin ritmini yakalıyordu.
O şarkı, “Bir Aşk Hikâyesi”ydi; sözleri içime işliyordu, her dizesi, yılların birikmiş duygularını anlatıyordu.
Oğuz elini uzattı, gözleri parlıyordu. “Ilgaz” dedi, sesinde o derin huzur ve sevgiyle, “Benimle dans eder misin?”
Elimi nazikçe tuttu ve birlikte dans pistine doğru yürüdük. Her adımımız uyum içindeydi; ben Oğuz’un varlığında kendimi güvende hissediyordum, sanki dünya sadece ikimizden ibaretti.
Bizimkisi bir aşk hikayesi
Siyah beyaz film gibi biraz
Gözyaşı umut ve ihtiras
Bizimkisi alev gibi biraz
Alev gibi
Bizimkisi bir aşk hikayesi
Siyah beyaz film gibi biraz
Ateşle su dikenle gül gibi
Bizimkisi roman gibi biraz
Tolga ve Çiğdem de yanımızda, birbirlerine bakarak gülümsüyor, mutlu bir çiftin sakinliği içindeydiler. Çiftler halinde, o anın büyüsünü paylaşıyor, hafifçe sallanan vücutlarla müziğe uyum sağlıyorlardı.
Bu güller senin için
Bu gönül ikimizin
Hiç üzülme ağlama
Sen gülümse daima
Bu güller senin için
Bu gönül ikimizin
Hiç üzülme ağlama
Sen gülümse daima
Şarkının nakaratı yaklaştığında, “Bu güller senin için...” sözleri yankılanırken, Oğuz küçük bir sepetten taze kesilmiş gül yapraklarını aldı. Gözlerimin içine bakarak, hafifçe etrafımda dönerek yavaş yavaş gül yapraklarını üzerime serpti.
Yapraklar narin bir kar taneleri gibi üzerimde süzülürken, içimde tarifsiz bir mutluluk ve huzur dalgası yükseldi. Gözlerimi kapattım, Oğuz’un nefesini ve kalp atışını hissettim.
“Oğuz,” dedim, sesim titreyerek, “böyle olacağını hiç hayal edemezdim. Bu an, benim için her şeyin başlangıcı.”
Oğuz hafifçe gülümsedi, “Seninle olmak, bu hikâyenin en güzel sayfası, Ilgaz.”
Dansımız devam ederken, ben Oğuz’un omzuna başımı yasladım. “Biliyorum artık yalnız değilim,” dedim, “ve seninle hayatın tüm zorluklarını aşabilirim.”
Oğuz, “Ben de seni asla yalnız bırakmayacağım,” dedi.
Yavaş yavaş müzik sona ererken, etrafımızdaki ışıklar daha da yumuşadı. O an, sevginin en saf halini hissettim; geçmişin tüm acıları unutulmuş, sadece biz ve geleceğin umutları kalmıştı...
***
Gelin damat masasında oturmuş, gelinliğimin eteklerini kucağıma toplamış, elimdeki su bardağının kenarına parmak ucumu dokundurarak izliyordum hepsini. Çiğdem yanımda; gözlerinde serseri gibi parlayan bir neşe, Yaren’le birlikte kahkahalarına engel olamıyorlardı. Ama neye bu kadar güldüklerini tahmin etmek zor değildi.
Salonda bir anda “Damat Halayı” çalmaya başladığında, herkesin içinden fırlamış gibi ortaya atılmasıyla kahkahalar yükseldi. Özellikle Selim’in gömleğinin kollarını sıvayıp “Bu bizim sahamız kızlar!” diyerek ortaya çıkması, salonun alkışlarla inlemesine sebep oldu.
Oğuz’un halaya karışması ise… ah. O her zamanki gibi cool girmeye çalıştı ama Tolga’nın “Kardeşim elini ver de oynayalım artık beee!” demesiyle istemsizce gülümseyip aralarına katıldı.
Gözleri bir an bana kaydı. Gülümsedim. O da gülümsedi. Sonra kol kola girip zıplamaya başladılar.
Selim halayın başını çekiyor, her dönüşte gövdesini biraz daha fazla savuruyor, herkesin temposunu iki katına çıkarıyordu.
“Bana ayak uydurun gençler! Gelinimin düğününde en çok ben oynayacağım!” diye bağırıyordu.
Tolga, klasik Tolga… halayın ortasında bir anda kendi ekseninde dönüp halay zincirini bozdu.
“Yandım Allah!” diye bir narayla Oğuz’un yanına çömeldi, onu da çökmeye zorladı.
Oğuz önce hafifçe başını salladı, sonra çaresizce gülerek eğildi. İkisi birlikte diz vurarak devam etti. Tüm salon kahkahalara boğuldu.
“Selim şu an yıldız gibi parlıyor,” dedi Yaren, gözlerini kırpıştırarak.
Ben sadece izliyordum. Ama içimden geçenleri tarif etmek zordu. Hayatımda ilk defa her şeyin olması gerektiği gibi olduğunu hissediyordum. Sanki birileri uzun süredir eksik olan parçalarımı tek tek bulup, beni tamamlamıştı.
Çiğdem dirseğiyle beni dürttü.
“Ne düşünüyorsun öyle? Gözlerin dolmuş.”
Kafamı salladım.
“Bilmiyorum. Sadece… iyi ki buradayım.”
Yaren eliyle elimi tuttu.
“İyi ki varsın be kızım. Sen olmasaydın bu düğün bu kadar içten olmazdı.”
Gözlerim tekrar dans eden adamlara kaydı. Oğuz’un gömleği terden yapışmıştı ama yüzünde bir çocuk gibi mutlu bir ifade vardı. Tolga’ya bir şey söylüyor, Tolga kahkaha atıyordu. Sonra bir anda Oğuz kafasını çevirdi. Göz göze geldik.
Ve o an… her şey sustu.
Kalbim sadece ona bakarken atıyordu sanki. Gürültünün, müziğin, kahkahanın içinden sadece onun bakışı geçti bana.
Gülümsedim.
Ve usulca içimden geçirdim:
“Bu an… işte tam bu an… ömrüm boyunca saklayacağım bir fotoğraf gibi.”
***
Zeybek…
O an adını bile duymak kalbimde bir şeyleri kıpırdattı.
Oğuz elimi tuttuğunda, salon birden sessizleşmiş gibiydi.
Sanki herkes yok olmuştu… Sadece biz vardık.
Ve… zeybek başlamıştı.
Müziğin ilk tınıları salona yayılırken, Oğuz gözlerimin içine baktı.
Yavaşça, kararlı adımlarla sahneye doğru yürüdük.
O an adımlarımızın sesi, kalbimin sesiyle yarışıyordu.
Zeybek ağırdır…
Gururludur…
Ve bir çiftin birbirine duyduğu güvenin sessiz ilanıdır aslında.
Oğuz ilk figürü yaptığında tüm salon nefesini tuttu.
Ellerini iki yana açtı, başını hafifçe kaldırdı.
Sırtı dimdikti. Gözleri kararlı.
Sanki yüzyıllardır bu toprağın evladıydı da…
Zeybeğin her adımında atalarının ruhu onunla beraber dans ediyordu.
Ben mi?
Ben Oğuz’a bakıyordum.
Onun her hareketinde bir anlam vardı.
Her adımında bana, "yanındayım" diyordu.
Ben de öyle…
Yavaşça onunla aynı ritimde yürümeye başladım.
Elbisemin etekleri ahenkle savrulurken, saçlarım omzumdan kayıp yüzüme düşüyordu.
Ama ben sadece onu görüyordum.
Sadece onu.
Kollarımı açtım, başımı hafifçe eğdim.
Bir kadın gibi değil…
Bir sevda gibi, bir hayal gibi süzüldüm etrafında.
Ve adım adım onun zeybeğine karıştım.
Sanki iki nehir birleşmişti o an.
Gururun ve zarafetin dansıydı bu.
Oğuz’un gözleri bir anlığına gözlerime değdi.
Ve usulca söyledi:
“Hazır mısın, Ilgaz?”
Gülümsedim.
“Senden başkasıyla oynayamazdım.”
O, yavaşça bir daire çizerek çevremde yürüdü.
Her dönüşünde elleri yere doğru eğildi, sonra gökyüzüne uzandı.
Gök ve yer arasında bir yerdeydik.
Ben, onun çevresinde dönerken, o bana ait olduğunu haykırır gibiydi.
Müziğin yükseldiği o anda, Oğuz aniden diz çöktü…
Bir eli kalbinin üstünde, diğeri yere bastı.
Salon alkışlarla inlerken, ben gözlerim dolu dolu yanına geldim.
Ve fısıldadım:
“Sadece bu toprakların değil… benim de yiğidimsin.”
Oğuz başını kaldırdı.
O an…
Gözleriyle her şeyi söyledi.
Müzik sona ererken, son bir figürle karşılıklı diz çöktük.
Salon ayakta alkışlarken, ben içimden sadece şunu geçirdim:
"Bu hayat benim zeybeğimse, Oğuz da en gururlu adımıdır..."
***
İnsan bir dilim pastayı ömrünün en tatlı hatırası olarak saklayabilir mi? O anı, çatalın ucunda tutabildiği kadar tutmak ister gibi…
Müzik hafifçe yankılanıyordu salonda. Gözlerimizde dansın tozunu hâlâ taşıyorduk. Oğuz’un parmakları hâlâ avuç içime sıcaklığını bırakmıştı. Şimdi ise tüm gözler pastanın üzerindeydi. En az üç katlı, beyaz kremayla kaplı, üstünde minik beyaz güllerin olduğu bir rüya gibiydi pasta.
Altında “Sonsuza Dek” yazıyordu. Oğuz’un fikriydi bu, ben "İyi ki" yazsın istemiştim ama o daha kararlı çıktı.
Tolga bir anda elinde mikrofonla yanımıza geldi.
“Değerli konuklar!” dedi, sesi fazla ciddiydi ama gözleri o kadar ciddiyetsizdi ki kahkahamı zor tuttum.
“Şimdi en güzel sahneye gelmiş bulunuyoruz: Bir ömür tatlı geçsin diye ilk lokmalar biraz kremalı olabilir ama olsun, biz seviyoruz bu ikiliyi.”
Oğuz başını hafifçe bana çevirdi.
“Hazır mısın?” diye sordu fısıltıyla.
“Bıçağı tutmak mı? Hayır,” dedim gülerek.
“Elini tutmak mı? Her zaman.”
Elimi tuttu. Parmaklarımızın arasına gümüş saplı o parlak pasta bıçağını sıkıştırdık. Kalbim, o bıçağın ucunda kesilecek gibi atıyordu. Hayır, korkudan değil. Hayret ve heyecan… Birlikte bir şeyi ilk kez yapacak olmanın o tuhaf ama tatlı tedirginliği.
Oğuz pastanın yanına eğildi, sonra hafifçe kulağıma fısıldadı:
“Bak, bu pasta düğün pastası değil… Bizim hikâyemizin ilk kutlaması.”
Gözlerim doldu. O an ağlamamak için kendimi sıktım ama Çiğdem ve Yaren tam karşımızda kameraya poz verirken göz kırpınca dayanamadım. Tolga'nın sesi yeniden yükseldi:
“Kesin artık kesinnn! Açız biz burada!”
Ve herkes güldü.
Oğuz’la birlikte bıçağı pastanın en üst katına bastırdık.
Krema içten içe dağılırken kalabalık “Oooo!” diye tezahürat yaptı.
Ama olanlar bununla bitmedi. Tolga, tabaktan küçük bir parça aldı, önce Oğuz’a uzattı.
“Buyur damat bey, hanımına ikram etmeden önce kalite kontrol,” dedi, sonra pastayı kendi ağzına attı.
“Gerçekten iyiymiş, devam edebilirsiniz,” dedi ağzı doluyken.
Herkes kahkahalara boğuldu.
Oğuz pastayı aldı, bana uzattı.
“Hayatının en tatlı anı olmayabilir… ama en gerçek anı olabilir,” dedi.
Ben de kendi dilimimi uzattım.
“Bu kadar konuşmadan sonra hâlâ kreması yerinde kaldıysa mucize.”
Sonra karşılıklı birbirimize tattırdık pastayı. O an tüm salon susmuş gibiydi. Gözlerimizde birbirimize ait bir zaman dilimi vardı. Ne geçmişin yaraları, ne geleceğin korkusu… Sadece Oğuz’la ben… Ve o anın içinde gülüşen iki kişi.
Arkamdan biri omzuma dokundu. Tolga tabii.
“İkinize de yakıştı ama en çok bu sahneye yakıştınız.”
Çatalı tabağa bıraktım. Elim Oğuz’un eline kaydı yine.
“Hayatımda ilk kez, bir şey gerçekten tamamlanmış gibi,” dedim.
Oğuz gözlerime baktı.
“Çünkü biz eksik kalan yerlerimizi birbirimizde bulduk.”
***
Uzun aynı zamanda bol kahkahalı bir fotoğraf çekiminden sonra kendimi çok huzurlu hissediyordum. Bugün hiç gülmediğim kadar gülmüş, hiç olmadığım kadar mutlu olmuştum..
Tolganın yüksek sesi duyulunca gülerek ona döndüm.
“Evet saygıdeğer konuklar! Şimdi… Şimdi ne yapıyoruz? Gelin ve damadı pistin ortasına alıyoruz çünkü nikâhtan önce dans ediyorlar! Ama lütfen kimse dansı bölmesin çünkü Ilgaz dans sırasında Oğuz’un ayağına basarsa nikâhtan vazgeçebilir!”
Tolga’nın sesi mikrofondan yankılandı. Herkes gülmeye başladı, hatta birkaç kişi alkışladı. Ben ise Oğuz’a baktım, önce göz göze geldik, sonra birlikte hafifçe başımızı eğerek Tolga’ya selam verdik. Oğuz elimi tuttu, hafifçe sıktı.
“Hazır mısın, gelin hanım?” diye sordu gülümseyerek.
“Senin ayağına basmayacağıma mı, yoksa ömrüm boyunca sana bakmaya mı?” dedim gülerek.
“İkisine de,” dedi ve beni pistin ortasına çekti.
Işıklar biraz kısıldı, fonda yavaş bir müzik başladı. Kalbim o kadar hızlı atıyordu ki Oğuz’un elini tuttukça göğsümdeki o çarpıntı biraz yavaşlıyordu sanki. İlk adımı Oğuz attı. Ben de onu takip ettim. İnsanlar izliyordu ama ben kimseyi görmüyordum. Sadece Oğuz’un gözlerine kilitlenmiştim.
“Ne düşünüyorsun şu an?” diye fısıldadı.
“Rüya gibi... Bu kadar mutlu olmak korkutucu,” dedim.
Gözlerim doldu, ama gülümsemeye devam ettim.
“Ben de korkuyorum,” dedi.
“Sana bir şey olursa diye. O kadar alıştım ki gözlerine bakmaya… Bir gün bile görmemek boğar beni.”
“Oğuz…” dedim kısık bir sesle.
“Bugün ağlamak yok.”
Başımı onun göğsüne yasladım. O an dünya dursa, zaman donsa, o müzik hiç bitmese… Belki sonsuzluğu yaşayabilirdik orada. Oğuz alnımı öptü, sonra bana döndü ve burnunu burnuma değdirdi.
“Seni seviyorum, Ilgaz. Seninle geçen her gün, benim en kıymetli günüm oldu.”
Gözlerimden yaşlar süzüldü ama gülümsedim.
“Ben de seni seviyorum, Oğuz. Hem de en korktuğum yerimle, en yaralı yanımla...”
O sırada müzik bitti. Alkışlar koptu. Oğuz elimi tuttu ve tam nikâh masasına yönelmek üzereydik ki...
Kulakları yırtan bir ses. Bir çığlık.
Birkaç kişi eğildi, bazıları panikle sağa sola koştu. Sonra bir sıcaklık... göğsümün sol yanında bir acı.
Aniden. Beklenmedik. Sert.
Ayaklarımın altından yer kaydı sanki. Oğuz’un eli parmaklarımdan kayıp gitti. Göğsümde bir baskı, sonra nemli bir sıcaklık. Ellerime baktım... kıpkırmızıydı.
“Ilgaz!”
Oğuz’un sesi. Dönmeye çalıştım ama dizlerim çözüldü. Yere düştüm. Kalabalık vardı ama sesleri duyamıyordum. Her şey bulanıklaştı. Ama Oğuz’un sesi… netti.
Çığlık gibi.
“Ambulans çağırın! Ilgaz! Ilgaz lütfen… Gözlerime bak! Bak buradayım!”
Yüzüme eğildi. Elleriyle yüzümü tuttu. Kan içindeydi ellerim. Ama o, o an bile ağlıyordu.
“Oğuz…” dedim kısık bir sesle.
Dudaklarım titriyordu.
“Hayır! Konuşma sakın! Sakın gözlerini kapatma, tamam mı? Lütfen! Ne olur Ilgaz!”
Elim titreyerek gözyaşlarını sildi. Onun o çaresiz, yıkılmış gözlerine baktım.
“Ağlama… Böyle görme beni. Lütfen. Bugün bizim günümüzdü…”
“Olacak! Hâlâ bizim günümüz! Hiçbir yere gitmeyeceksin! Ilgaz! Ne olur! Beni bırakma!”
Titreyen elleri göğsümdeki yaraya bastırıyordu ama kan durmuyordu.
Üşümeye başladım.
“Oğuz… Ben… Korkuyorum…”
“Ben buradayım! Korkma! Söz veriyorum hiçbir şey olmayacak! Ambulans yolda… Gözlerini kapatma! Beni dinle… Ilgaz! Canım… Ilgaz…"
Ellerini sıktım. Kanlı ellerim, onun avuçlarında… ama artık neredeyse hissedemiyordum. Her şey ağır çekimdeydi. Oğuzun haykırışı daha çok acıtıyordu canımı.
“Seni seviyorum,” dedim fısıltıyla.
“Ne olursa olsun… Seni hep…”
“Hayır! Bitirme o cümleyi! Hayır!”
Oğuz ellerini yüzüme bastırdı, sonra alnıma yasladı.
“Sen bana o cümleyi sonsuz kez söyleyeceksin… Ilgaz lütfen… ILGAZ!”
İnsanlar çığlık çığlığa, yerde kırmızıya bulanmış beyaz gelinliğimle yatarken, ben sadece onun gözlerine baktım. Korkudan kıpkırmızı olmuş gözlerine.
Gözlerim hâlâ açıktı.
Ama içimde… bir şeyler sessizce kopuyordu...
Neden bu kadar soğuktu... Gerçekten yolun sonuna mı gelmiştim...
Bölüm sonuu...
Bu satırları yazarken içim tarifsiz duygularla dolu. “4 Kader Mahkûmu” sadece bir kurgu olmadı benim için. Her kelimesinde ben vardım. Her gözyaşında, her tebessümde, her suskunlukta bir parçam gizliydi.
Bu hikâye; kaybetmenin, yeniden bulmanın, sevmenin, korkmanın, yaralanmanın ve iyileşmenin hikâyesi oldu.
Ama bu final...
Bu sadece karakterlerimin değil, aynı zamanda benim de büyüyüp olgunlaştığım bir yolculuğun son durağıydı.
Ve şimdi burada, satır aralarında teşekkür etmek istediğim çok özel biri var. İlk göz ağrım olan bu kitaba eklemeseydim olmazdı.
İlk göz ağrım olan kitabıma her zaman destek olan , beni hiç yalnız bırakmayan, her paylaşımımı ilk okuyan, ilk yorumlayan, en çok hisseden o güzel yürek: Lavixy
Senin varlığın olmasaydı belki bu cümleler hiç kurulmayacak, bu kalem bu kadar güçlü akmayacaktı.
Yorumlarınla, mesajlarınla, sabrınla, desteğinle bana “sen başarabilirsin” dedin hep.
Ben vazgeçtiğimde sen kaldırmaya çalıştın.
Bu hikâyede bir Ilgaz varsa, o kalbinle tuttuğun ışık sayesinde yürüdü.
İyi ki varsın.
İyi ki bu hikâyeye dokundun.
Sana bu final sahnesinden bir kardelen bırakıyorum...
Her şeye rağmen hayatta kalan, kök salan, dimdik duran bir kardelen.
Tıpkı senin gibi...
Sevgimle,
Sümsime...
UNUTMAYIN FİNAL DEĞİL SEZON FİNALİ...
Hoşça kalın... Hissederek kalın...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 10.55k Okunma |
8.22k Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |