
❝Ağlama demek isterdim şimdi sana ama bu hissin mevcudiyeti bende yok..❞
Yanılıyor değildim. Karanlık beni içine çekip esir almıştı. Karanlığın arasından sıyrılıp kurtulmak mümkün değilmiş gibi geliyordu. Saniyeler içerisinde bedenimi kaldırdığım yerde bir çift göz parlamıştı. Gerilmiş bedenim başta felç gibiydi daha sonra bir buz kütlesi gibi çözüldü.
Yalanlar beni hiç esir almamıştı ta ki bu yüzüğü takana dek..
Yalan söylemeyi pek beceremez ve her zaman yakalanırdım. Bir seferinde annemin kolyesini koparmış ve annem kızacak diye komodinin üstüne öylece bırakmıştım. Yüzüm kızarana dek kimse anlamamıştı fakat annem beni öyle iyi tanıyordu ki yalan söylediğimi çok iyi anlayabilmişti.
Düştüğüm kara delikten çıkmak için binlerce türde yalan söylemem gerekiyordu.
Karşımda duran sahte kuzenime baktım. Bahçeden eve girene kadar korkuyla dalgalanan kalbim şimdi düşmanlarını seçmek için çabalıyordu. Kasvetle dolan evin oksijenini solumak herkes için güçtü.
Cafer bey olan kasveti hissetmiş gibi araya girdi. "Nihan gel kızım sana odanı göstereyim." Dedi belimi sıvazladı. Dudaklarım deli gibi titriyordu kolumdaki acının varlığı beni güçsüzleştiriyordu. Cafer bey bana baktığında gözlerindeki acıyı hissettim fakat kimseye asla güvenemiyordum.
Merdivenleri tırmanacakken üzerime bir gölge düştü. Merdivenden inen adamla göz göze geldiğimizde yol vermek için yoldan çekildim. "Dede ben şirkete geçiyorum." Diyerek Cafer beye haber veriyordu.
"Öğlen geliyorum kaybolma bir yere." Cafer beyin bu tepkisine bakılırsa genç adamı ciddi ciddi uyarıyordu aslında.
Merdivenleri tırmanırken varlıklı ailelerin her zamanda mütemadiyen daha soğuk hayatları olduğunu düşündüm. Varlıklı aileler halkın dilinden anlamazdı anlayanların sayısı ise oldukça azdı. Gözüm vazoların yere koyulmasına ilişti içerisinde pembe mevsim çiçekleri vardı. Odanın kokusu çiçekler sayesinde müthiş kokuyordu. Kalpleri buz gibi olsa da sıcacık yataklarında ve çiçek kokuları arasında her zaman onlar daha ayrıcalıklıydı.
"Kurtu ayazdan kurtaran kuzu." Dedi Cafer Şahmeran bu ne demekti? Şimdi tehdit mi ediliyordum? "Kuzuya kıymayız biz hele ki torunum benden bir şey istemişken."
"Kurt istese kuzuyu saniyeler içerisinde parçalayabilirdi pek tabi sizi de öyle." Bunu derken camın pervazına ilişti gözlerim.
"Sen çok akıllı bir kadınsın." Dedi sakalının beyazlarını sıvazlarken. Anlıyordum ki, düşünmeye pek vakit ayıramamıştı ve bu yüzden şu an beni tehdit etmenin çok daha kolay olacağını düşündü fakat işler istediği gibi gitmedi.
"Tehdit edildiğimi anlayacak kadar zekiyim en azından." Dediğimde yüzünde bir ekşime oluştu.
"Nasıl olur da Kadir'in güvenini böyle kolay kazanırsın sen?" Bu bir sitemdi. Hem de gönlünden kopan karanlığın tonları gibiydi.
"Ben sadece kendim oldum." Dedim pervaza doğru yaklaştım dışarıya baktım. "Kendimi anlatırken deli olduğumu düşündüler ama ben delirmedim."
"Kadir bazı şeylerden bahsetti bunu dert etme çok iyi tanıdığım bir psikolog.."
"Lütfen cümlenizi tamamlamayın burada öyle sonsuza kadar kalacakta değilim size yük olmam." Öfke belirdi tam kalbimin ortasında. Yok olmak istedim şu an buradan toz olmak istiyordum.
Alayla güldü. Dudakları yukarıya doğru kıvrıldı. "Bu iş sandığınız kadar kolay değil soyadımı alacaksınız."
"Hayır hayır, buna gerek yok."
"Ne demek gerek yok? Torunum sanıyor herkes sizi."
Bir süre ayaklarım yere çivilendi. Tekrardan çaresiz hissediyordum fakat bu çaresizlik bir öncekine nazaran çok daha iyi yoldan ilerliyordu ya da şu an kendimi kandırıyor olabilirdim. Yüzüme yapışan terli saçlarımı geriye doğru attım. Pervazın önündeki sedire oturdum. "Nihan bak kızım amacım tehdit değil ailemi korumak."
"Ben anlıyorum sizi hiç bilmediğiniz bir kadına körü körüne inanmak istemiyorsunuz." Dedim kollarımı göğsümün üstünde topladım. Fikirlerim birbirine karışmış ve aklımı toplayamıyordum ama bir yerden başlayacaktım elbet.
"Beni anlamama sevindim şimdi odanı göstereceğim sana daha sonra dışarıda konuşacağız." Dedi kapının kulpunu çevirip kapıyı araladı. "Burası senin odan istediğin gibi rahat ol istersen uyu."
Odaya adımımı attığımda yatağa yatmaya korktum gözlerimi açınca başka bir dünyada uyanmaktan korktum. Daha önce bu kadar korkan biri olmadığımı söyleyebilirdim. Cesaretimi yitirmezdim fakat acımı kalbimde hissediyordum çaresizlik cesaretimi yitirmeme neden oluyordu. Ayaklarımı sürüyerek odaya girdim. "Şimdi ben gidiyorum akşam görüşürüz."
Korkuyla başımı sallarken bir anda kapı aralandı. Şenay Şahmeran'ın odaya girmesiyle beraber titredim. "Ne oldu sana iyi misin?" Dediğinde ağlamaya başladım. Bunca zaman kendimi tutmuyordum elbet ama canım çok yanıyordu. Acı sanki bir tırpan gibi yüreğime batmıştı ve orada durdukça canımı yakıyordu.
"Kolumdan yaralandım." Dedim tüm iç acımı gizleyerek.
"Burada kal Nihan, biliyorum çok zor ama kal." Dedi Şenay Şahmeran ellerimi tutup benimle gözyaşı döktü. Nasıl olurda böylesine iyi bir insana yalan söyleyebilirdim. Bunu düşününce daha çok üzüldüm bu düşünce ağlamamı hızlandırdı.
Birinin ruhunda yer edinmek..
O boşluğu bir sevgiyle doldurmak ve o sevginin yalan olması insanın en büyük yıkıntısıydı.
Bu aileninde en büyük yıkıntısı ben olacaktım. Hiç şüphesiz istemesem de bu olacaktı eninde sonunda herkes her şeyi öğrenecekti. Arkamda bıraktığım enkazı kaldırmak için geri dönme şansım olur muydu bundan da hiç emin değildim.
Şenay Şahmeran'ın ellerini tutup ağlarken ruhunun boşluklarını hissettim. Orayı dolduramazdım eğer bunu yapacak olursam çok büyük bir vebal altına girecektim. Coşkun bir gökdeniz gibi hissederken ellerini bıraktım. "Uyumam gerekiyor." Dedim burnumu çekerek.
Ellerini bıraktığım kadın gözyaşlarını sildi. Onu teselli edip o boşluğu dolduramazdım. Duygusal bir karalığın geçtiği saniyeler yerini sakinliğe bırakınca ayağa kalktım Şenay Şahmeran'a sırtımı döndüm ve o odadan çıkana kadar yüzüne bakamadım. "Güzel uyu olur mu? Kalkınca her şeyi konuşacağız." Deyip odadan ayrıldı.
Yaptıklarımın hiçbir açıklaması olamazdı yalanlara battıkça kendimi kötü hissettim. Gözyaşlarımı yanaklarımdan silip odaya baktım. Altın işlemeli yatak başlıklarına baktım daha sonra dantel işlemeli yatak örtüme baktım. Dolabın kapağını araladığımda temiz kıyafetleri gördüm hepsi çok eskiydi.
Odanın içerisinde ebeveyn banyosu vardı bundan çok memnun olmuştum. Üstümdeki kirli olan her şeyi çıkarttım. Demir'in ceketini ise dolapta askıya astım orada güvende olmalıydı. Ceketi askıya asarken istemsizce onun kokusunu duymak istedim.
"Saçmalama Nihan n'oluyor sana kızım?" Diyerek kendi kendime kızdım.
Tarihi romanlarda okuduğum o talihsiz sonu yaşamayacaktım.
Malikaneye gelmeden önce nasıl kurtulmayı istiyorsam şimdi de bunu amaçlamalıydım. Ceketi görmemek için dolabın kapısını kapattım. Duygusal boşluğumu böyle perçinlememeliydim ve en kısa sürede buradan kurtulmalıydım. Banyoya girip sıcak duşumu aldıktan sonra ipek kumaştan gecelikleri giyip kendimi yatağa attım savaşmak için güce ihtiyacım vardı.
Zamanla savaşmak insanın en büyük yanılgısıydı. Zamanın sana ne getireceği ve ne götüreceği bilinmezdi o yüzden anın tadını bilmeliydik.
Korkmadan uykuya dalmak istedim ve bunu yapacaktım da. Turlihan'a ulaşacaktım o her neyse onu bulacaktım. Kendi yazgımı bulmadan da buradan gitmeyecektim. Beni bu duruma ne düşürmüştü ve buradan nasıl gidecektim? Hepsinin cevabını bulacaktım.
Islak olan saçlarımı havluyla kurulamak istedim çok başarısız bir hamleydi. Kurutma makinesinin yerini asla tutmuyordu neyse ki odadaki şömine yanıyordu. 1965 yılının sonbahar mevsimindeydik soğuk kendini hissettiriyor ve insanı soğuktan titretiyordu.
Varlıklı aileler kışın gelişini kutlarken halk kışın yaklaştığına sevinemiyordu bile. Halk için kış zorlu bir savaşken varlıklı aileler için sevinç sebebiydi.
Saçlarımı kuruladıktan sonra yatağa uzandım. Uzandığım gibi uyudum ve bu sefer beni Turlihan'a hiçbir şey çekmedi. Nasıl olurda bu sefer beni rüyamda ziyaret etmezdi. Turlihan neydi?
Akşam yavaşça yaklaşırken hava grileşmeye başladı. Yataktan öyle rahat uyanmıştım ki sanki kuş tüylerinin arasındaydım. Artık güçlenmeye karar verdiğim zihnimle ve artık yaş akmasına müsade etmeyeceğim gözlerle göğe baktım.
Dolabın kapısını tekrar araladım dizaltımda kalan bir etek, boğazlı beyaz tişört ve üstüne kahverengi kazaktan yeleği alıp giydim. Kahverengi uzun botları da ayağıma geçirdikten sonra saçlarımı taradım. Makyaj masasında duran tel tokalarla saçımı tutturup masadaki allıktan ve pudradan yararlanarak kızarık olan yüzümü canlandırdım.
Odadan çıkmadan önce dolu bir nefes aldım. Kapıyı aralayınca merdivende karşılaştığım genç adamla tekrar karşılaştım. "Merhabalar Nihan Hanımcım." Dedi kaypak bir şekilde.
"Merhaba." Dedim yanından geçmek isterken beni durdurdu.
"Yine de iyi bulmuşsun bizi." Dedi bu söylediği samimi gibi geliyordu. "Yani sonunda bu sıkıcı eve başka biri geldi." Dedi alayla gülerek.
"Neden öyle düşündünüz?"
"Aşağı inince anlarsın." Dedi benden önce merdivenlere doğru yöneldi.
Merdivenlerden inince yemek masasını olduğu cam kenarına doğru yürüdüm. Masada daha önce görmediğim birkaç kişi daha vardı. "Nihan gel dayınla ve yengenle tanış." Deyip kişileri eliyle işaret etti. Bakışlarımı dayım diyerek gösterdiği adama diktim.
"Nihan hoş geldin dayıcım." Dedi. Bu adamda bana tuhaf bir şekilde samimi geliyordu fakat yenge diye tanıttıkları kişi yüzüme bakma gereği bile duymadan çorbasını yudumladı.
"Nermin selam versene." Dedi Şenay Şahmeran öfkeli bir tonda.
"Hoş geldin." Dediği gibi kestirip attı. Sessiz kaldı ve bu sessiz kalış pek hayırlı değildi. Geldiğim ilk andan itibaren kasvetli havanın oluşu bundandı demek ki.
Adımlarım durup kaldığında merdivende karşılaştığım genç adam, "Otursana yerin burası artık." Dedi yanındaki boş yeri göstererek. Yanında oturduğumda boş boş göz kırpıştırdım. "Yesene." Dedi kulağıma fısıldayarak. Başımı onaylarca aşağı yukarı salladım. "Adımı söylememiştim sana değil mi?" Diye sorduğunda dönüp gözlerine baktım.
"Hayır."
"Ertan ben, seninle teyze çocuklarıyız."
"Öyle mi? Annen nerede?" Dediğimde Nermin Hanım araya girmek istercesine konuşmamızı böldü.
"Devrimciler şehrin her yerinde. Levira'nın peşindeki devrimciler devlete baş kaldırıyor."
"Devlet hep baki kalır Nermin merak etme." Diye çıkıştı Cafer Şahmeran.
"Devlet baki kalır babacığım da bizde önlem alsak iyi olur." Cafer beyin kısılan bakışları Nermin'i bulurken kaşığı sertçe masaya indirdi.
"Yeterince koruma var evde." Yüzünü ekişten Cafer bey daha sonra bir süre eşine baktı. "Yarın kongre var oraya katılmam zorunlu ve herkes torunumuzu görmek istiyor." Şenay Şahmeran isyan edercesine ağladı elleri titrerken hıçkırıklı bir nida koptu gönlünden.
"Olmaz, olmaz.." dedi elleri titrerken. "Ya zarar verirlerse, devrimciler suikast yaparsa ne olacak?" Her kelimesi isyan doluydu. Öyle çok acı çekiyordu ki, tek nedenin kongre olmadığını anladım. O başka bir şeylerden korkuyor ve korkusunu da öfkeyle bastırmaya çalışıyordu.
Güvensiz atan yüreğimi derin bir nefes alarak sakinleştirdim. Sesimin sakin çıkması için çabalayarak, "Sorun olacağını sanmıyorum." Dedim. Şenay Şahmeran'ın yüzündeki acılı bakış yerini öfkeye bıraktı.
"Kızım sen nereden bileceksin?" Dedi bu eziklerce bir tavırdı. Kendimi kötü hissettim bir an duraksadım ama durmak çare değildi ayağa kalktım.
"Her şeyi bilen insanlar bazen yanılabiliyor." Dedim ona karşı çıkarak bu bizim ilk aile kavgamızdı.
"Anneannemin bilmediği şey yok." Dedi Ferda bana karşı çıkarak. Dik dik konuşmamak adına yerime tekrar oturdum.
"Cafer Bey yanımdayken bir şey olacağını sanmam." Dedim Cafer beyin güvenini kazanmak istercesine yüzüne gülümsedim. Ferda söylediklerim karşısında esefle öfke doldu.
"Daha dede diyemiyorsun." Diyerek alayla güldü. Üzerime oynamak onun için bir gurur meselesiydi.
"Ferda!" Dedi Cafer bey uyaran bir tonda. Ferda başını yere doğru eğip yandan bana yırtıcı bir şekilde gülümsedi. Ferda kesinlikle benden nefret ediyor olmalıydı.
Yemek bittikten sonra herkes oturma odasına oturmuş şaraplarını yudumlarken bir yandan sohbet ediyorlardı. Önlerinden geçip bahçeye en yakın koltuğa oturdum. Hizmetliler tarafından takdim edilen şaraba ağzımı bile sürmedim. Ne zaman alkol alsam sanki o ana beni götürecekmiş gibi hissettiriyordu. Kendimi tekrar o savaşın ortasında bulmak istemiyordum. "Bugün şerinin yerinde Müjgan Ovalı'yı gördüm bu kadar müşkülpesent bir insan olamaz ya!" Dedi Ferda iğreti bir bakışla.
"Ne oldu anlatsana!" Diyerek annesi hemen kulak verdi kızının anlatacaklarına.
"Sırf görevli kız elini sürdü diye elbiseyi almadı bayağı aşağılık bir hareket."
"Bu nasıl bir kadın ya!" Dedi Nermin alayla gülerek.
"Bu kadar dedikodu yeterli şimdi beni dinlesin herkes."
"Tabi babacığım söyle lütfen." Dedi Nermin tekrar lafa atılarak. Kolyesiyle endişeli bir şekikde oynuyordu korkuyordu ama bunu gizlemek için elimden geleni yapıyordu. Hiçbir detayı gözden kaçırmamak için herkesi inceliyordum.
Cafer Şahmeran oldukça öfkeli bir girişe rağmen ses tonunu yumuşatarak konuşmaya girişti. "Yarın kongreye gitmem bizim için çok önemli-"
"Ama-"
"Lütfen sözümü kesmeden dinleyin." Dedi karısına karşı yumuşak bir şekilde gülümsedi. "Genelkurmay başkanı ve askerleri zaten orada olacak ayrıca korumalarımızda yanımızda her ihtimale karşı bende de bir silah olacak ama eminim ki bir şey olmayacaktır halkın iradesi çok önemli bizde hem halk hem de devlete yakın bir aile olarak orada bulunmalıyız."
"Cafer ben sana güveniyorum lütfen sağ salim kızımı eve getir." Dedi Şenay Şahmeran. Şimdi ben bu kadını nasıl terk edecektim beni bu kadar kalbinde pamukla saran bir kalbi nasıl terk edecektim?
"Kızımızın emanetini sana sağ salim getireceğim."
Şimdi anlıyordum Cafer bey karısının bu durumunu göz ardı edemediği için benim gibi çaresiz bir kadını yara bandı olarak eve getirmiş ve torunu olarak tanırmıştı. Yalan, bir kalbin yeşermesi umuduyla bataklığa atılmış bir eşya olmuştu.
"Baba ben de sizin yanınızda olacağım." Dedi dayım. O da istekli bir şekilde bir şey olursa diye yanımızda olacaktı.
"Baba sen gitmesen bari." Dedi Ferda ama bu öyle amaçsız bir şey değildi.
"Bu kongre devlete bağlılığımızın nişanesi buna büyük ailelerin hepsi katılacak ailenin tüm adamları olacak ben korkak gibi evde oturamam."
Tarihteki birçok olayı öğrenmiştik ama en önemlisi 1965 yılıydı birçok örgüt türemiş ve devleti aşağı çekmek için her şeyi yapmak umuduyla tüm kötülükleri sokaklara, çocukların oynadığı koştuğu kırlara dökmüştü.
Çok zekice ilerlediklerini sanıyorlardı anımsadığım kadarıyla fakat devletin zekası hiçbir şeyden üstün değildi. Devrimcilerin umudu olan Levira'nın ölümünü pek anımsayamıyordum fakat devletimizin hep baki kalacağına çok yürekten inanıyordum. Böyle bir dünyada ülkenin en çetrefilli zamanına gönderilmem bir işaret sayılır mıydı? Bilemiyordum fakat bildiğim bir şey vardı karanlığın içerisinde ışık her zaman daha iyi görünürdü.
∞
Gözlerimi araladığım oda yabancı bir odaydı. Yatakta belimi doğrultup eski odaya baktım bir süre saçım dağılmıştı elimle düzeltmeye çalıştım. Hemen yataktan kalkıp yüzümü güzelce yıkadım. Akşam sofradaki kasvetten sadece bir yudum çorba içebilmiştim. Karnımın guruldamasıyla beraber kapının tıklatılması bir oldu. "Nihan hanım kahvaltı hazır tüm aile sizi bekliyor." Dedi hizmetli yavaşça seslenerek.
"Tamamdır geliyorum." Diyerek yanıt verdim. Hizmetlinin kapıdan ayrılmasının üzerine biraz daha odaya bakmaya karar verdim. Kırmızı güllerin her daim parlak ve güzelleriyle değiştirildiğini fark ettim. Elime almak istediğimde dikenin batmasıyla beraber gülü bıraktım. Akan bir damla yere düştüğünde başım döndü gözlerim istemsizce kapandı.
"Turlihan'a ulaş.." diye bir ses yankılandı. Korkuyla gözlerimi ayırdım etrafa baktım odada benden başka hiçkimse yoktu. Geri geri giderken camın pervazına belimi çarptım kolumdaki yara sızlayınca gözlerim yaşardı. Geriye doğru dönünce camdan dışarıya baktım. Bu ev bir sahilin kıyısı ve ormana girişin ortasındaydı. Ağaçlık alandan gelen Cafer Şahmeran korumasıyla bir şeyler konuşuyordu. Onların çıktığı alan muhteşem bie görüntü içerisindeydi güneş hüzmeleri ağaç dallarının arasından sızıyor ve denize uzanıyordu. Tıpkı bir rüya gibiydi.
Ağaçlardan sızan hüzmeler denizle buluşunca her bir dalgada sanki gökkuşağı yansıyordu. Öbek öbek yerleştirilen çiçekler orman ve denizin arasındaki en güzel köprüydü. Ağaçların arasına yerleştirilmiş zarif sokak lambaları bahçenin ihtişamına ihtişam katıyordu. Camı aralama isteğiyle elimi uzatınca Cafer Şahmeran'ın buraya baktığını gördüm baş selamı vererek geri çekildim. Kalbimin korkuyla atmasının sebebi hala o adamın iyi biri mi yoksa kötü biri mi olduğunu anlamamak oldu.
Korkuyla atan göğsüme elimi bastırdım yatağın köşesine oturdum nefesimi düzenledikten sonra ayağa kalktım. Dolabın kapağını aralayıp en şık olduğunu düşündüğüm kadife elbiseyi aldım. Kadife elbisenin üstüne giydiğim şık ceketle tam bir kombin olmuştu. Giyindikten sonra aşağı kata indim. Yemek masasına kadar yürürken gözler üzerimden ayrılmadı. "Oha.." dedi Ertan kendini tutamazca. "Bu tarz ne inanılmaz." Dedi Ertan bir sefer daha kendini tutamayınca Ferda araya girdi.
"Çok garip olmuş bence." Dedi iğreti bir şekilde dudaklarını büzüştürerek önüne döndü.
"Gayet mantıklı seçimler ve birlikte çok hoş görünmüşler aslına bakarsan genç hanımlar arasında en iyi giyinen kişi Nihan." Dedi Ferda'ya kışkırtıcı şekilde gülümsedi.
"Önüne dönsene sen Ertan." Dedi Ferda sonsuz bir kötülükle göğsü gerildi bunu hissedebiliyordum.
"Teşekkür ederim." Diyerek yerime oturdum. Ertan'ın gözleri sürekli dönüp yüzüme bakınca dönerek ona baktım.
"Harikasın Nihan." Dediğinde tekrar teşekkür etmek için ağzımı araladığımda Nermin konuyu değiştirdi.
"Ertan sende gidiyorsun kongreye değil mi?"
"Gidiyorum yenge merak etme."
"Çok iyi git tabi oğlum Nihan'ın yanından ayrılma." Dedi Şenay Şahmeran. Hala beni korumanın umuduyla yüreği yanıyordu.
"Nihan'a ne olacak Allah aşkına!" Dedi Nermin yine o iğrenç kahkahası doldu kulaklarımıza.
"Neye gülüyorsunuz öyle?" Dedi Cafer bey yerine oturarak. Yüzündeki terler sicimle akarken cebindeki mendille akan terleri sildi.
"Babacığım öylesine sohbet ediyorduk." Dedi Nermin o iğrenç kahkahası bitince kulaklarım resmen rahata eriyordu.
"Bir saate gitmiş olacağız." Dedikten sonra kahvaltısını yapmaya koyuldu. Bende kahvaltımı yaptıktan sonra oturma odasından bahçeye açılan kapıdan dışarıya çıktım.
Devrimcilerin bastığı sokaklarda afişlerin ve pankartların doluluğunu görünce şaşıracağıma emindim. Levira'nın adamları şehrin dört bir yanında kendi örgütünü kuruyorken devletin bir köşede beklediğini asla sanmıyordum. Bu sessizlik fırtınadan önceki sessizlikti ve bu kongre o fırtınayı getirmek için hazırlanmış bir düzenekti evet bir düzenekti bu devletin bir oyunuydu.
Bahçede adımlarımı hızlandırdım. Sahilin ve ormanın birleştiği noktadaki hoş kokulu çiçeklerin tam önünde durdum. Güneş o kadar farklı ve güzel hissettiriyordu ki, gözlerimi kapatıp güneşe döndüm. Tenimde yayılan sıcaklığı her bir hücremde hissettim. Gözlerimi açınca görüşüm kamaştı o kadifemsi sıcaklık görüşümü etkilemişe benziyordu. Birkaç göz kırpışından sonra tekrar görüşüm düzeldi. Sahile doğru yürüdüm 1965 yılının güzellikleriyle karşılaştığımı hissettim. Dalgaların kıyıya çarpışının sesi bile daha farklı hissettiriyordu.
Kumsala oturduğumda elbisemin kirleneceğinin de farkındaydım buna aldırış etmeden oturdum. Omzumun üstünden ardımda kalan eve doğru baktım. İri cüsseli korumayla göz göze gelince önüne tekrar döndüm. Bugünü savaşın ilk günü ilan ediyordum çünkü artık eve dönme vaktiydi. Bu saatten sonra her zaman güçlülerin yanında duracak ve beni Turlihan'a ulaştıracak kişiyi bulacaktım ya da o her neyse ona ulaşacaktım. Elimdeki yüzüğe bakmak için elimi havaya kaldırdım güneşin yansımasıyla beraber sanki bir sanrı görüyormuşum gibi bir yazı belirdi ve hemen sonra yok oldu. Şaşkınca açılan gözlerimle beraber tekrar elimi havaya kaldırdım fakat bu sefer hiçbir şey belirmedi.
"İyice kafayı yedin Nihan." Dedim kendi kendime.
"Hayır yemedin daha sıra sana gelmedi." Dedi Ertan yanıma oturdu.
"Neden öyle söyledin?" Diye sordum gülerek.
"Bu evde yıllardır yaşamadığına şükret." Dedi yanıma oturdu bacaklarını karnına doğru çekip kollarını etrafında doladı omzunun üstünden bana baktı.
"Bir gün yaşamam bile yetti aslında." Dedim gözlerimi denize doğru çevirdim.
"Bana hiç benzemiyorsun farklı düşüncelerin var gibi."
"Bunu nasıl anlayabilirsin ki?" Dediğimde cebimde gözüken telefona elini uzatınca kendimi geriye doğru çektim.
"Sen onlar gibi hissettirmiyorsun. Aynı kandan geliyoruz diye mi böyle hissediyorum?" Dedi güldü elini çekerken mağrur bir bakışla önüne döndü.
"Nasıl bunca zaman böyle yaşadın?" Dediğimde bir anda gözlerime baktı acıyla. "Kusura bakma ama bunu sormam da bir sakınca var mıydı?"
"Hayır biz kuzeniz Nihan." Dedi bağdaş kurarak oturmaya devam etti. "Şu Güneş her zaman doğuyor iyi ki."
"Doğuyor iyi ki ve iyi ki yeşeriyor güller."
"Ve iyi ki dalgalanıyor deniz." Diyerek beni tekrarladı. İkimizde aynı anda birbirimize döndük bakışlarımız anlık bir şekilde kilitlendi.
Zihnim bir anlığına silikleşti. Boşluğa düşerken zihnimde neler belirdiğini anlamadım bile. Gözlerimi sımsıkı yumup açtıktan sonra acıyla yandı.
"Güneş size çok yakından doğuyor." Dedim ayaklarımı kuma doğru uzattım.
"Umut gibi."
Yerinde kıpırdanmaya çalıştım ve son bir hareketle ayağa kalkınca Ertan'da ayağa kalktı. Cüsseli ve uzun bir adamdı saçları kumraldı ve onu gördüğümden beri ne kadar iyi giyinimli biri olduğunu düşündüm. Kafamı kaldırıp yüzüne bakarken güneş hüzmelerininden korunmak için gözümü perdeleyince tam önümde durdu güneşin gözüme gelmesini engelledi. O bunu yaparken korumalardan biri gelip bizi çağırdı.
Eski daha lüks arabalara bindikten sonra bir dizi koruma ordusuyla kongreye doğru yola çıktık. "Orada her şey olabilir sakın yanımdan ayrılma." Dedi Cafer Şahmeran elini elime bastırdı.
Arabayla geçtiğimiz yollar hiçte iç açıcı durmuyordu. Her yerde, her duvarda devrimcilerin izleri vardı fakat bir yandan devlet bunları temizliyordu. Gözlerimi yanımdaki adama çevirdiğimde onun rahatlığı karşısında çok şaşırıyordum. Bakışlarım o kadar dikkatliydi ki, kimin ne düşündüğünü anlayacağımı sanıyordum bazen. Sokaklardaki afişler çoğu sokaktan temizlenmişti fakat çoğu sokakta hala fazlasıyla vardı. Levira'nın adamları hiçte az sayılacak türden adamlar değildi. "Efendim arkadan giriş yapacağız oradan verilen davetiye ile girişe müsade ediliyor."
"Tabi ordan gidelim."
Sokağın solundan çıktığımızda askerlerin çok fazla sayıda konuşlandığı yere doğru ilerledik yüz metre kadar gitmemize rağmen yığınla asker vardı sokaklarda ve kongre alanına kadar devam ediyordu. Elimi karışan mideme bastırdım kusmamak için zor tuttum kendimi. Arka taraftan girerken şoför davetiyeyi askere gösterdi. Kapıdaki asker bana diğerlerinden daha uzum süre bakınca, "Torunum yurt dışından geldi." Dedi Cafer bey.
"Geçebilirsiniz efendim."
Arabayla biraz daha ilerledikten sonra araba durdu. Girdiğimiz yerde yer yer kış bahçelerinin içerisine hazırlanmış masaları gördüm. "Bizim yerimiz şurası olmalı." Dedi Ertan eliyle ortadaki kış bahçesini gösterdi.
"Burası neden böyle?" Diye sorduğumda Ertan kahkaha attı.
"Bu zengin teması her önemli ailenin özel bir kış bahçesi var."
Dört beş adet kış bahçesini görünce şaşkınlığımı gizleyemedim. Hoş çiçeklerle bezenmiş masalara altın kaplamalı kaşık ve çatallar eşlik ediyordu. Masa örtüleri en kaliteli kımaştandı ve yere doğru uzanıyordu. Büyük yemek masasınun dört bir yanında ufak şarap masaları vardı. Her bir kış bahçesinde rahat ve ihtişamlı koltuklar bulunuyordu. Kendimi kış bahçesinin en köşesinde bulunan koltuğa attım buradan her şeye çok hakim olabileceğimi düşündüm. Cafer Şahmeran ve Ertan yemek masasına oturdu. "Nihan gel kızım senin yerin benim yanım."
"Burası çok daha iyi-"
"Lütfen!" Dedi sanki kelimeleriyle beni uyarıyordu.
Yerimden kalkıp yanına oturunca bakışım bizi izleyen Ertan'a kaydı. "Tamam dede ya en kıymetli torunun Nihan anladık." Ona gülümseyerek baktım. Her zaman kasveti dağıtan bir havası vardı Ertan'ın..
Kış bahçesinin kapısına gelen asker baş selamı vererek Cafer beyin yanına yanaştı. "Merhaba Cafer bey başkanımız sizi görmekten onur duyar." Dediğinde Cafer bey yakasını düzeltti üstüne çeki düzen verdi.
"Memnuniyetle." Dedikten sonra asker kapıdan ayrıldı. "Nihan gel kızım Ertan sen de gel kongre başlayacak birazdan yerimizi alalım."
Cafer beyi takip ederken sürekli askerlerle karşılaşıyorduk. Kongre alanı o kadar büyüktü ki gözlerimi alamıyordum. Düzenli nefes almayı umarak hala Cafer beyi takip ediyordum. Ardımdan da Ertan geliyordu ikisinin arasındayken kendimi oldukça güvende hissediyordum. Tuhaftı ben babamın yanında bike güvende hissetmezdim.
Özenle yerleştirilen sandalyelerin olduğu tarafa girmek için tekrar davetiye gösterdik. Cafer bey ve birkaç koruması biraz daha önden gidince Ertan yanımda yürümeye başladı. "Genelkurmay başkanım nasılsınız?" Diyerek Cafer bey kır saçlı bir adama sarıldı. Adamın asker kıyafeti oldukça göz alıcıydı çünkü günümüzdekilere hiç benzemiyordu aksine bu kıyafet daha çok dikkatimi çekmişti. Rozetlerin parlaklığı göz alıcıydı.
Genelkurmay başkanının gözleri beni bulduğunda olduğum yerden kaybolmak istedim. "Bu hanımefendi torununuz olmalı."
"Evet, doktor torunumla tanışın."
"Merhaba efendim, Nihan ben.." dedim elimi uzatınca şaşkınca elime baktı fakat yine de elini uzatmaktan çekinmedi.
"Ne kadar kibarsınız." Dedi elini bastırarak.
"Yurt dışından kalma bir gelenek diyelim." Deyince ufak bir kahkaha ile güldü. Cafer bey bana sabırlı olmak zorunda değilken her an yanımda oluyor ve açıklarımı kapatmak için beni destekliyordu.
Cafer bey adımını çok yakınıma attığında korktuğumu hissettim. "Harika ilerliyorsun kızım minnettarım sana." Deyince resmen şok geçirdim.
"Teveccühünüz." Dedim ne oluyordu bana ben gelecekten geliyordum. Hey teveccühünüzde nereden çıktı?
Yavaşça nefesimi verdim. Cafer beyin gösterdiği yere oturdum kongre salonunda yavaş yavaş tezahüratlar yapılıyordu. "Devrimciler kahrolsun, devrimcilere yaşamk yok.." daha birçok şey söylüyorlardı. Salon iyice kalabalıklaşmaya başlayınca kimse kimseyi duymaz oluyordu.
Ertan yanıma oturduğu tam o anda kapılar aralandı. Dönemin cumhurbaşkanı tam karşımdaydı 'Vedat Salar' o sahneye çıkar çıkmaz çok büyük nidalar yankı buldu salonda.
Titreyen ellerimin titremesini durdurmak için kollarımı göğsümün üstünde bağladım. "Sevgili halkım." Diye başladı konuşmaya. "Sizdeb daha değerli bildiğim başka hiçbir şey yok. Bu vandallara göz açtırmayacağız devlet her zaman vatandaşın yanında olacak.." konuşma bir dizi övgüden sonra tehdit boyutlarına aşmaya başladı. Şaşkınca olup biteni izliyordum ki tam bu sırada bir patlama sesi duyuldu. Ellerimi çözüp yere eğildim kafamı iki kolumun arasına aldığımda Cafer bey kolumdan tutup kaldırdı. Herkes koşarak kaçmaya çalışırken savaşın ortasında kalmış gibi hissettim.
Her yer o kadar kalabalık ve korkutucuydu ki öleceğimden korkuyordum. İnsanlar birbiriyle çarpışarak kaçmaya çalışırken Cafer beyle aramdan geçen bir kişi onlardan uzaklaşmama neden oldu. Korkuyle etrFa bakındım bir an onları göremedim daha sonra tam yanımdaki adamın yere yığıldığını gördüm. O vurulmuştu hem de tam göğüs kafesinin altından vurulmuştu. Doktordum ben başka hiçbir şey düşünemeden yere eğildim tampon yaptım. Fakat tampon yaparken vatandaşın vefat ettiğini gördüm yerden dolu gözlerle kalktım üstüm başım kan olmuştu.
Etrafa bakındım Cafer bey ve Ertan yoktu. Sadece silah sesleri, yere yığılan insanlar ve etrafta dolaşan askerler vardı. Sahnenin arkasına doğru ilerledim bedenim korkudan titriyordu ağlamamak için kendimi sıktım. Sonunda pes ettim ve yere eğildim sahnenin o ücra köşesine sığınmak istedim. Olmadı sığındığım yere doğru koşan adamın bağırışıyla irkilerek kalktım. Silahı kafama doğru uzattığında hıçkırıklara boğularak ağladım. O an silah patladı bana sıkılan silah zannettim fakat öyle olmadı adam gözümün önünde yere yığıldı. Kafamı kaldırıp baktım karşımda bir asker vardı. "Hastan olmayacağımı söylediğimi sanıyordum." Dedi buz gibi akan kelimeleri bakışındaki sıcaklıkla yarıştı. Karşımdaydı o şu an karşımdaydı. Ona ağlayarak sarıldım hayatımı kurtaran o adama Demir Çakırer'e..
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |