
AVUSTURYA’YA VEDA…
Sonbahardı, üvey annemin düşük yapmasının üzerinden iki yıl geçmişti. Mevsimi kucaklamaya hazırlanan kış, kendisini esen soğuk rüzgârın etkisiyle iyice hissettiriyordu.
Bizimkilerin yurda kesin dönüş kararı hayatımı kökten değiştirdi. Babama Türkiye’den reddedemeyeceği cazip bir iş teklifi gelmişti. Canan annemin canına minnetti bu durum, Avusturya’yı sevmediği bir sır değildi. Onun için gurbet sürgünden farksızdı. Ailesi İstanbul’daydı, bir erkek kardeşi bir de annesi vardı. Babamın ise kimsesi yoktu, anne ve babasını henüz çocukken kaybetmişti ve bu boşluğu işiyle dolduruyordu. Mesleğinde zirveyi görmeyi hedeflemişti. Bu yüzden işinin nerede olduğunun önemi yoktu, karşısına çıkan fırsat Avustralya’dan gelseydi eğer, karısının kaygılarına kulak asmaz, hiç düşünmeden göç ederdi.
Evde ansızın başlayan toparlanma ve taşınma süreci bir çırpıda bitiverdi. Sırf çocuk olduğum için böylesi önemli bir kararda söz hakkımın olmaması beni derinden etkilemişti. İlk kez o zaman değersiz hissettim kendimi; yaşamım boyunca sırtımda kambur gibi taşıyacağım o duyguyla tanışmam bu vesile ile oldu. Türkiye’ye temelli dönüş fikri bana iyi gelmemişti. Kendimce “şahane” olan dünyam iskambilden yapılmış bir ev gibi ansızın yıkılmış, bu konuda fikrim dahi alınmamıştı. Minik yüreğimden kopan parçalar beni darmaduman ederken, çocuk olmanın acizliğinden nefret ettiğimi çok net hatırlıyorum.
Bir ay içinde her şey olup bitmiş, planlar yapılmıştı. Üçümüz uçakla gidecek, eşyalar da on gün içinde İstanbul’a varacaktı. Evden ayrılırken içim derin bir acıyla yanıyordu. Korku ve endişe içinde kavrulurken bir bilinmeyene doğru yol almak o yaştaki bir çocuğun kaldıramayacağı kadar ağır bir yüktü. Nefret ettiğim bu duruma zoraki teslimiyetim beni tamamıyla çaresiz bırakmıştı.
Kamyon geldiğinde henüz sabahın ilk saatleriydi. Üniformalı beş altı adam kapıyı çaldılar ve bir çırpıda eşyaları taşımaya başladılar. Canan annem günler öncesinden özenle hazırlamıştı her şeyi. Hangi kartonda ne olduğunu listelemişti, kutular numaralıydı, her şey kontrolündeydi; kadının içinden taşan sevinç ona taşınma konusunda müthiş bir motivasyon sağlamıştı.
Hummalı birkaç saatin ardından evimiz tahliye edilmiş, her şey kamyona yüklenmişti. Boşaltılan bir bina değildi, hayatım da birkaç saat içinde tamamen silinmiş, yok edilmiş gibi hissediyordum. Haykırmak, bağırmak, kalmak istememe rağmen tepkisizdim. Acizliğimi o yaşta olduğum halde dışa vurmayacak kadar gururluydum. Bağırsam, çağırsam da dönülmeyecekti geri, sağlam üç beş nasihat dinledikten sonra yolumuza devam ederdik, onu da canım kesinlikle istemiyordu.
Son kez kibrit kutusu büyüklüğündeki küçücük odama girdim. Duvarlardan indirilen üç beş resim, tüm yaşanmışlıkların mührüymüş gibi birer leke bırakmışlardı kendilerinden geriye. Halıda mobilyalarımın yeri hala tazeydi. Bana ait izler henüz silinmemiş de olsalar odamın içi benden farksızdı, bomboştu. Hayatımın mutlu geçen tek dönemine veda ettiğimi sezmiş gibi acı çekiyordu yüreğim.
“Tatlım hadi! Uçağı kaçıracağız…” diyen babamın sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım.
Başımı kaldırdım, derin bir nefes aldım. Duvarları okşadım, yatağımın başucuna denk gelen köşeyi öptüm. Mağrur bir tavırla çıktım evden. Ayrılık bıçak gibi kesti çocuk ruhumu, bilinmedik bir yere fırlatıp attı parçalarını. Veda, ateşten bir ok kadar yakıcıydı.
Avusturya ile ilgili son hatıram babamın havaalanında eliyle başımı okşayarak, “Her şey düşündüğümüzden güzel olacak lokumum!’’ dediği andı.
Başıma koyduğu elinin sıcaklığı hafızamda hala taze… Taşınmamızdan dolayı duyduğum öfke, babama olan sevgime dokunmamıştı, o benim için hala bir kahramandı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |