2. Bölüm
Özlem çelebi / GÜNEŞ / 1. Bölüm.

1. Bölüm.

Özlem çelebi
ozlm.clb

Merabee arkadaşlaarr🥳 bölümü düzenledim okuyup yorum yapar ve oy verirseniz çookk sevinirimm🥳 tesekkürlerrr🫶🏻🥰

                       

🥀🥀🥀

 

 

 

 

 

 

 

 

 

" Bazı vedalar ağızdan çıkmaz... kalpte sessizce yankılanır. "

 

 

🦋🦋

Bazen bir çocuğun hayatı, hiç kendi seçmediği bir bekleyişin içine doğar. Benim hayatım da öyle başladı...

 


Babam askerdi. Daha ben doğmadan önce bile görevdeydi. Ve ben gözümü açtığım andan itibaren onun gidişlerini, sessiz vedalarını ve dönmesini bekleyen bir annenin dualarını ezberledim.

 

 

Çoğu zaman insanlar, asker babası olmayı bir gurur gibi anlatır. “Ne mutlu sana,” derler. “Kahraman bir baban var.” Evet… Babam bir kahramandı. Ama o kahramanlık, benim uykusuz gecelerimin, annemin sessiz gözyaşlarının, kapıya her bakışta içime düşen endişenin adıydı.

 

 

Babamı çok az gördüm aslında. Ama ne zaman evde olsa, evde her şey yerli yerine otururdu. Sanki duvarlar bile rahat bir nefes alırdı. Onun sesiyle evin saati işlerdi. Kahkahası salonu doldurduğunda, annem daha güzel yemek yapar, ben daha içten gülerdim.

 

 

O sabah da öyleydi. Masada üç kişilik bir mutluluk vardı. Annem her zamanki gibi saçlarını topuz yapmıştı, mutfakta telaşla dolaşıyordu. Babam hâlâ traş olmamıştı, saçları biraz dağınıktı ama yüzünde çocuk gibi bir gülümseme vardı. Ben ise sınava hazırlanmaktan yorgun düşmüş,
Çayımı içerken gözüm babamdaydı.

 

 

Biliyor musunuz, bazı anlar vardır. İçinde tarifsiz bir huzur olur ama bir yandan da... sanki o anı son kez yaşıyormuşsun gibi bir his. Bu sabah tam olarak öyleydi.

 

 

Babam sofraya oturduğunda saat durmuş gibiydi. Elini uzatıp saçlarımı düzeltti, sonra bir parça peynir uzattı tabağıma. Göz göze geldik. Gülümsedi. Ama o gülüşün altında ince bir buğu vardı.

 

İçimde bir şey kıpırdadı.

 

O gülüşü defalarca görmüştüm, ama bu kez... bir başka dokundu içime.

 

 

Sonra telefon çaldı. Sert, hızlı, kararlı bir ses. O sesi duyunca annem durdu. Babam başını öne eğdi. O anda o sofradaki bütün neşe, birden aramızdan çekildi sanki. Gözüm saate takıldı. Saat 08.27. Bir günün biteceğini anlamak için bazen bir saniye yeter.

 


Babam telefonu kapatıp ayağa kalktığında, içimden sessizce “Lütfen gitme,” demek geçti. Ama alışmıştım. Hepimiz alışmıştık. Asker çocuğu olmanın en zor tarafı, “alışmak zorunda kalmak”tı. Her gidişe, her veda cümlesine, her “Merak etme, kısa sürecek” yalanına...

 

 

Beni yanına çağırdı. Sarıldım. O kadar sıkı sarıldım ki, göğsündeki madalyaların sertliği yanaklarımı acıttı. Ama ben acıya razıydım. Yeter ki gitmesin.

 

 

“Elini kalbine koy,” dedi. Koydum.
“Oradayım,” diye fısıldadı.
Gözlerimden yaşlar süzülürken başımı salladım.
“Ben seni hep buradan göreceğim, sen de beni burada hissedeceksin.”

 

 

O an, o söz, kalbimin orta yerine kazındı.

 

Son kez ayakkabılarını bağladı. Üniformasını düzeltti. Bir asker gibi durdu. Ama bana son kez baktığında... o sadece benim babamdı. Ve ben... o an, hiç büyümemiş bir çocuktum. Sadece onu isteyen bir çocuk...

 

Kapıdan çıkarken dönüp bir kez daha baktı. Ve içimi sıcacık eden, tüm endişemi söküp alabilecek o huzurlu, neşeli sesiyle
“Güneş’im…, sınavlarına güzel çalış olur mu kızım, beni merak etme hemen geleceğim, kendinize iyi bakın" deyip el salladı.


Kapı kapanınca, evde yankılanan sadece sessizlikti. Anlamını sadece bizim bildiğimiz o sessizlik.


Benim hayatım, hep bu kapının ardından başladı. Ve her seferinde içimden bir şey daha eksildi. Ama hâlâ ışığım varsa... o ışık babamın bana bıraktığı adımdan geliyor: Güneş.


Babam kapıdan çıktığında arkasından sadece gözlerim değil, kalbim de baktı. Sanki bir parçam onunla birlikte o kapının dışında kaldı. Sessizce arkasından bakarken içimde yankılanan o boşlukta, bir an kendimi düşündüm.

 

“Güneş…”
Adımın anlamını ilk kez o gün böyle derin hissettim.


Bana neden bu ismin verildiğini küçüklüğümde defalarca sormuştum. Annem hep aynı cümleyi söylerdi:
“Çünkü sen, karanlığımızın ortasında doğan ışıktın.” demişti.


Babam uzun bir görevdeymiş. Aylarca ondan haber alınamamış. Herkes ümidi kesmiş ama annem hiç vazgeçmemiş.
Sonra… tam doğduğum gün, bir mucize olmuş. Babam geri dönmüş. Üstelik ben doğduğum anda.

 

İşte o yüzden, adım Güneş. Çünkü o gün annemin gecesi aydınlanmış, babamın karanlığı dağılmış.
Ben onların yeniden nefes alışıyım.
Ben, umut gibi doğmuşum.

 

Ama kimse söylemedi... Güneş olmak bazen çok yorucu. Hep parlaman gerekiyor. Hep güçlü, hep aydınlık, hep sıcak görünmen bekleniyor. Oysa bazen ben de karanlıkta kalmak istiyorum. Bazen yalnızca bir çocuk olmak istiyorum. Bazen sadece... babamın kızı olmak.

 

Babam bana hep “Benim Güneş’im” derdi. Beni öyle severdi ki, sanki adımın hakkını vermem gerekirmiş gibi hissederdim. Her gidişinde, onun ışığını içimde taşımaya çalıştım. Ama her gelişinde, aslında hep onun aydınlığına ihtiyaç duyduğumu fark ettim.


Ve şimdi… kapının ardından geçen gölgenin bıraktığı sessizlikte bir şeyin farkına vardım:


Benim adım Güneş çünkü ben karanlıkla savaşmayı çok erken öğrendim.
Benim adım Güneş çünkü içimde yanan özlem, sevgi ve korku bir arada tutuştu hep.
Benim adım Güneş çünkü ben... onun ışığıyla yanmayı seçtim.


Saat öğleden biraz sonraydı. Gökyüzü cam gibi berrak, güneş sanki adımı fısıldar gibi yukarıdan bana bakıyordu. Annem işteydi. Ev sessizdi, ama içimdeki uğultu her zamanki gibi vardı. Babam gideli saatler olmuştu, ama ben hâlâ o sabahın sıcaklığında kalakalmıştım. Derin bir nefes aldım. Sonra Irem aradı.


Yine tek kelime edip “Geliyorum,” dedi sadece. Bu kızın fazla kelimeye ihtiyacı yoktu zaten.


Kapı çalındığında tahmin ettiğim gibi enerjik, kocaman bir gülümsemeyle içeri dalıverdi. Üzerinde bol beyaz tişörtü, gri eşofmanı ve elinde iki kutu dondurmayla koltuğa attı kendini. Duruşundan bile eğlenmeye geldiği belliydi. Her zamanki gibi.


Yanına oturdum. Kahkahalarıyla evi titreten o tanıdık sesi yankılandı:

“Sabah erdem amcayı gördüm, bize uğradı göreve gitti yine dimi” dedi.

 

Murat amca şehit olduğundan beri babam Batuhan abi ve İrem ile çok yakından ilgileniyor, bu beni çok mutlu ediyor irem ile hep kardeş gibiyiz zaten çocukluğumuzdan beri hep beraberiz.

 

İrem gözlerime bakınca “Evet,” dedim sessizce. “Göreve gitti.”

 

Irem, kaşığındaki dondurmayı yavaşça yedi. Gözleri bir an uzaklara daldı. İremin o neşeli sesi gitti yerine özlem geldi "biliyor musun güneş, ben babamı çok özledim, ne zaman bir şey olsa babamın eksikliğini hissedip ağlayasım gelse erdem amca sanki hissediyormuş gibi hep yanımda bitiyor" dedi.


Sesindeki kırılganlık o an odaya yayıldı. Gözlerim doldu. Çünkü Irem’in babası Murat amca… bizim çocukluğumuzun kahramanıydı.


Henüz Beş yaşındaydık. Bahçede beraber ip atlarken, Irem’in elleri buz gibi olmuştu. Annesiyle kapıdan bakarken, “Babanız birazdan gelecek kızlar,” demişti. Ama o gün babam tek gelmişti, murat amca gelmedi.


O gün bir şeyler eksildi Irem’in gözlerinde. Kahkahalarının bir kısmı sustu. Ve ben o günden beri Irem’in gülen yüzünün arkasındaki hüznü tanırım.


İşte şimdi, burada yanı başımdayken, o kayıptan geriye kalan sessizliği dinledik beraber. Ona sarıldım. O da bana. Küçükken babalarımızı beklediğimiz o yaz akşamları geldi aklıma. Ben pencereden babamı beklerdim, o ise sadece yıldızlara bakardı.


İrem dayanamayıp “Ben onu çok özlüyorum, Güneş,” dedi fısıltıyla. “Bazen erdem amcayla konuşurken babamı görüyormuşum gibi oluyor. Sesleri benziyor biliyor musun? Kısık, ama kararlı. Güvende hissediyorum. Ama biliyorum... benim babam artık yok.” dedi ve o güzel mavi gözlerinden yaşlar aktı.


Ne diyeceğimi bilemedim. Sadece ellerini tuttum. Göz göze geldik.

 


Birbirimizin geçmişini en iyi biz bilirdik. Çünkü babalarımız aynı yeminlerle aynı cephede yürümüş iki silah arkadaşıydı. Murat amca şehit düştüğünde, babam ilk kez gözümün önünde ağlamıştı. Ve o gün, ben ilk kez onun da insan olduğunu, içinin parçalandığını görmüştüm. Kendi canından öte tuttuğu bir kardeşini kaybetmişti çünkü.


Irem birden bana dönüp gözyaşlarını silip
"Ağlayamam, ben ağlayamam, ben babamın güçlü kızıyım kimse ağladığımı görmemeli, lütfen güneş kimseye söyleme lütfen" diye aceleyle konuştu.


O günden sonra hep böyle yapardı ağlamak isterdi ama ağlayamazdı,hep içine atar gece tek kalınca ağlardı, İrem ile bazen aynı odada yatardık yorganı başına kadar çekip yorganın altında kısık sesi ile ağlardı, orada onu kimsenin görmediğini söylerdi.

 

İçimde bir yer hep ağrıyordu. Ama ben öğrendim; asker çocukları acıyı gözyaşı gibi dışa değil, kalbine döker. Hepimizin içinde tamamlanmamış cümleler, yarım kalan vedalar vardı.

 

Ve biz babalarımızın izini, göğsümüzde taşıyorduk.


Soğuk, sabaha yakın bir sessizlik çökmüştü kışlaya. Gecenin sessizliği, içerideki ışığın altında bile yankılanıyordu. Herkes henüz uykudaydı ama Erdem çoktan uyanıktı. Giyinmiş, üstüne görev yeleğini geçirmişti. Adımları, yankı bırakarak koridorda ilerledi. Her zamanki gibi.

 

Silah odasından sonra doğruca koğuşa geçti. Dolabına uzandı, çantasını çıkardı. Eli tüfeğine giderken gözleri bir an yanındaki kilitli dolaba kaydı. Orada duran gri metal dolap… Sanki sessizce ona bakıyordu.

Murat’ın dolabı.


Yıllar geçtiği hâlde kimse ellememişti. Hiç kimse dokunmaya kıyamamıştı. Kapağındaki küçük çiziği bile duruyordu hâlâ. Elinin içini yakan, boğazına düğüm olan bir anıyla parmak uçları kapıya değdi. Dolap açılmadı ama içindekiler zihninde birer birer açıldı.

 

Murat’ın kahkahası gibi bir sıcaklık kapladı içini.
“kardeşim sen anlamazsın, yakışıklı insanların hali de daha zormuş be” demişti bir gün operasyona çıkmadan önce.


Erdem, o an gözlerini kapattı. Göz kapaklarının ardında yıllar öncesine ait bir sabah canlandı. Saha çamurluydu, botların altı kaygan, omuzlar yorgundu ama Murat hep aynıydı: şakacı, korumacı, tam bir ağabey. O gülünce diğerleri de gülerdi. O sustuğu zaman herkes susardı.


Ve sonra… o sabah gelmişti. Hain pusunun kurulduğu, seslerin karıştığı o sabah.


“Kardeşim gibi sevdim seni,” demişti Murat, kanlar içindeyken.
"İrem'e ve Batuhan'a iyi bak kardeşim, onlar sana emanet, biliyorum sen onları kendi kızından ayırmazsın, ... Onlara baba olamazsın belki ama... sırtını dönme, Erdem..., Meryem'e söyle onu hep çok seviyorum" demişti son sözlerinde...

Erdem’in yüzü gerildi. Alnını dolabın soğuk metaline yasladı. Sessizce, yalnızca içinden gelen bir fısıltıyla konuştu:

“Ben sana bir kere bile veda edemedim, Murat.”

Gözleri dolu dolu oldu ama akmadı. Erdem ağlamayı unutan adamlardandı. İçinde ağlayan bir çocuk vardı sadece.


Görev için çıkış anı yaklaşırken silahını eline aldı. Omzuna astı. Başını kaldırdı, son bir kez dolaba baktı.


Dolap sessizdi. Ama içi, Murat’ın kahkahalarıyla çınlıyordu hâlâ.


Ve o an, Erdem’in dudaklarından yalnızca bir cümle döküldü: “Her sabah yanımda yoksun... Ama ben her görevde seni de götürüyorum kardeşim..." diye sessizce fısıldamıştı murata olan özlemini.

 

 


🥀🥀🥀

 

 

 

 

 

 

 

 

 

"Korkma, düşmez artık gökyüzü başımıza. Bir yanımız eksik, bir yanımız sonsuz..."

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Cahit zarifoğlu.

 

 

 

 

Buraya kadar okuduysanız oy vermeyi ve düşüncelerinizi yorumda belirtirseniz sevinirimm🥳 yarın 2. Bölümü atacağımm🦋🥳

Bölüm : 19.12.2024 20:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...