4. Bölüm
Özlem çelebi / GÜNEŞ / 3. bölüm

3. bölüm

Özlem çelebi
ozlm.clb

 

Selaamm. Bölüm biraz uzun olmuş olabilir🤭 inşallah sıkılmadan okursunuz. 4. Bölümün düzenlenmiş halini de bugün gün içinde atabilirim, son bir kez düzenleyip sonrasında 4. Bölümü de atarım. Bölüm sonuna kitaplarım için açtığım instegram hesabımın adresini koyacağım orada kitaplarım hakkında alıntılar ve reelslerde paylaşacağım. İyi okumalarrr🥳🥰🫶🏻

 

 

 

 

 

 

 

 

🥀🥀

 

"Şehitler bazen bir mezarda değil, her gece boş kalan bir sandalyede yeniden gömülür."

 

 

 

 

🦋🦋

 

Soğuk bir sabahın sessizliği, alanda yankılanıyordu. Bayraklar yarıya indirilmiş, askerler sıra sıra dizilmişti. Gök griydi. Güneş bile o sabah çıkmaktan vazgeçmiş gibiydi. Hava, nefes alan herkese acıyı iliklerine kadar hissettiriyordu.

 

Tabut, bir uçtan bir uca uzanan kırmızı beyazla örtülmüş, sanki sadece bir insanın değil; bir ailenin, bir çocuğun, bir kadının, bir dostun kalbini taşıyordu.

 

Meryem, tabutun birkaç adım önünde, ayakta duruyor ama ayakta kalmak için direniyordu. Saçları rüzgarda hafif hafif savrulurken, gözleri sabit bir noktaya kilitlenmişti. Sanki göz göze geldiği tabutun içinden Murat çıkıp "Korkma Meryem, buradayım" diyecek gibi bekliyordu. Ama olmuyordu. Göz pınırları kurumuştu. Gözyaşı bile akıtmaktan yorulmuştu. Kalbi atıyor muydu, bilmiyordu. Bir canlı gibiydi ama içinde çoktan ölmüş bir kadın vardı.

 

Batuhan, annesinin yanında, sekiz yaşının olgunluğu ve taş gibi sessizliğiyle duruyordu. Ama içinde kopan fırtınaları kimse görmemişti. Küçük bedeni, dev gibi bir acıyı sırtlamış gibiydi. Babasının resmine baktı. Asker selamı veren o duruş, ona her şeyi anlatıyordu. "Ben de senin gibi olacağım baba," diye geçirdi içinden. "Senin gibi kahraman bir asker olacağım" dedi. Ama çocuk kalbi kanıyordu. Bağırsa, dünyayı yıkacaktı. Ama susuyordu. Babası gibi dimdik durmayı öğrenmişti. 8 yaşında sırtına yüklenmiş acıyla hayata karşı dimdik durmayı öğrenmek zorunda kaldı.

 

Beş yaşındaki İrem, olan bitene anlam veremiyordu. Elindeki oyuncak bebeği sımsıkı tutmuştu. Gözleri bir tabuta, bir komutanlara, bir annesine kayıyordu. "Herkes neden ağlıyor?" diye sordu sessizce. Yanıt alamadı. Cevap olabilecek tüm kelimeler boğazlarda düğüm düğüm olmuştu. İçinde bir burukluk hissetti ama ne olduğunu adlandıramadı. "Babam nerde?" diye sormak istedi yeniden ama bir şey onu susturdu. Kalbi sanki gerçeği biliyordu da, zihni reddediyordu.

 

Erdem... Omzuna taktığı siyah kurdeleyle, Murat'ın hem silah arkadaşı, hem kardeşi, hem de ardında kalanların koruyucusu olarak oradaydı. Herkesin bir yerinde yıkıldığı bu gün, o da ayakta kalmaya çalışıyordu. Ama içinde dağlar yıkılmıştı. Murat'ın cenazesinde konuşmak için adım attı. Mikrofona yaklaştı.

 

Sesini bulmak zaman aldı. Gözleri kalabalığı taradı. Sonra tabuta döndü:

 

"Ben Murat'ın silah arkadaşı değilim sadece. Ben onun kardeşiyim. Birlikte şafağa yürüdük, birlikte ter döktük, birlikte hayal kurduk. O hep gülerdi. Hep... Hâlâ kulaklarımda sesi. Bugün bu toprak onun için ağlıyor. Ama ben biliyorum, o gitmedi. O, bu bayrağın dalgalandığı her yerdedir." Diye güçlükle konuştu.

 

Kalabalık hıcırıklara boğuldu. Meryem'in dizi çözülmek üzereydi. Batuhan, elinden tuttu ve "Anne, babam bize bakıyor." dedi. Sesi titrek ama kararlıydı.

 

Komutanın sesi yankılandı alanın ortasında: "Üsteğmen Murat kılıç, vatan borcunu en şanlı şekilde ödemiş, şehitlik mertebesine yükseldi. Aziz hatırası önünde saygıyla eğiliyoruz." Diye konuştu.

 

Askerler tabutun önünde bir bir selam durdu. Tüm alanda bir tek hüznün sesi vardı. Toprağa verilirken Murat'ın bedeni, Gök bile ağladı sanki. Rüzgarda bir ağaç daldan bir yaprak düşürüyordu. Sessizce, sanki onunla birlikte yeryüzü de bir kahramanı uğurluyordu.

 

Erdem, tabut toprağa indiğinde diz çöktü. Toprağa dokundu. "Gözün arkada kalmasın kardeşim," diye fısıldadı. "Sözüm olsun, seni bizden ayırlanlardan, bunda parmağı olan herkes bunun bedelini ödeyecek" dedi.

 

Meryem, Murat'ın mezarının başında durdu. Elini kalbine koydu. "Burada hep sen olacaksın, murat'ım " dedi. "Merak etme çocuklarına çok iyi bakacağım onları senin istediğin gibi yetiştireceğim, onların da kalplerinde hep sen olacaksın" diye fısıldadı içinden güçlükle.

 

O gün, bir asker sonsuzluğa uğurlandı. Ama ardında, bir çocuğun adayacağı bir hayal, bir annenin yüreğini yakacak bir bekleyiş ve bir kardeşin omuzlayacağı şanlı bir yemin bıraktı.

 

O gün, bir çocuk babasız kaldı, hayatının baharında hayat en büyük acıyı küçük omuzlarına yükledi, kalbine de en büyük yarayı açmıştı. Hiç kapanmayacak bir yara...

 

 

🦋🦋

 

Tunceli...

Adını tabelada gördüğüm an, kalbim bir anlığına durdu sanki. O harflerin her biri çocukluğumdan bir iz taşıyordu. Otobüs ağır ağır yokuşları tırmanırken, camın dışındaki dağların arasına sıkışmış o tanıdık şehir gözümün önünde yeniden şekillendi. Gözlerim yollarda, ama aklım çok daha gerilerdeydi.

 

Yıllar önce babamla bu dağların arasından geçerken bana, "Bir gün buraları koruyacak kadar büyüyeceksin Batuhan," demişti. Ben de başımı gururla sallayıp, "Senin gibi olacağım baba," demiştim. Şimdi, özel kuvvetlerde subay olmanın eşiğinde, ilk adımıma doğru yürüyordum. Ama o artık yoktu. Ve ben, ilk durağımı içimde bir yük gibi taşıyarak seçmiştim:

 

Babamın mezarı...

 

Ayaklarım, beni tanıdık sokaklardan götürdü. Sanki hâlâ burada yaşıyormuşum gibi... Sanki babamla her sabah o simitçinin önünden geçiyormuşuz gibi... Ellerim ceplerimde, başım öne eğik. Mezarlığın kapısına vardığımda, dizlerimde bir ürperti hissettim. İçeri adım atarken, kalbim göğsümde titredi.

 

 

Mezar taşının başına geldiğimde, dizlerim kendiliğinden çöktü. Üzerindeki yazıya baktım.

"üsteğmen murat kılıç" yazıyordu.

Boğazım düğümlendi.

 

"Baba," dedim, "sözümü tuttum."

 

Gözlerim dolmuştu, ama ağlamadım. Ağlamayı unutalı çok olmuştu. Bu sessiz mezar taşına bakarken, çocukluğumu gördüm... Onun gülüşünü, omzuma vuran elini, birlikte yürüdüğümüz yolları.

"Subay oldum baba... Tıpkı senin gibi. Ama içimde hâlâ o sekiz yaşındaki çocuk var. Hani seninle son kez vedalaşan çocuk... Her sabah seni bekleyip gelmeyince ağlayan çocuk..." diye fısıldadım içinden.

 

Bir süre sessizce oturdum. Ellerimi toprağa koydum, usulca taşın üzerindeki çiçekleri düzelttim. Ardından başımı eğip fısıldadım:

"Artık bende bir subay'ım baba, senin gibi bende kahraman bir asker olacağım" diye fısıldadım güçlükle...

 

Mezarlıktan çıktığımda, içimde garip bir hafiflik vardı. Kalbimde eksik kalan yer biraz olsun dolmuş gibiydi. Tunceli Lojmanı'na vardığımda, çocukluğumun geçtiği o bahçe, yine beni bekliyordu.

 

Lojmanın bahçesine adım attığımda içimi garip bir huzur kapladı. Bunca yıl sonra yeniden buradaydım. Aynı taş yollar, aynı duvarlar, hatta hâlâ duran o eski bank... Ama hiçbir şey gerçekten aynı değildi. En çok da insanlar.

 

Bahçede iki kişi yürüyordu. Biri, can parçam irem, diğeri ise çocukluğumun aşkı güneş...

 

İrem ile Göz göze geldik. Gözleri anında ışıldadı.

 

 

 

"Abi!" diye seslendi, hızlı adımlarla yanıma koştu.

Sarıldım. Eskisi gibi, ama artık daha farklıydı. O çocuk gitmişti. Yerine kocaman bir güzel kız gelmişti ama bana sarıldığında hâlâ o beş yaşındaki hali gibi hissettirdi. O an içim sızladı, boğazım düğümlendi.

"Hoş geldin abişim," dedi, yanağımı sıktı.

 

 

 

 

"Hoş bulduk. Abisinin gülü, ne kadar büyümüşsün sen çok güzel olmuşsun abisinin gülü." dedim yanaklarını sıktığımda.

 

 

 

İrem hafif gülerek "Eee sen de yakışıklı subay olmuşsun," dedi göz kırparak.

 

 

 

Güneş. Yanımıza geldiğiinde

Ela gözleri bana bakarken tanıdık bir sıcaklık hissettim. Sanki gözlerinin içine bakınca insanın içi aydınlanıyordu. Hafifçe gülümsedi.

"Hoş geldin," dedi.

 

 

Sadece bir kelime... Ama o kelime içime işledi.

"Hoş bulduk," dedim, gözlerimi kaçırmadan.

O içinde kaynolduğum ela gözlerine bakınca bir kelimeden daha çok kelimeler söylüyordu gözleri.

 

 

 

 

 

İrem kolunu omzuma atmaya çalıştı ama boyum uzun olduğu için ayaklarını kaldırmak zorunda kalınca " abişim bu boy ne yaa, istediğimiz gibi sarılamıyoruz da" diye söylenince gözlerimi o ela gözlerden çektim.

 

 

İreme dönüp kolumu omzuna atınca " böyle daha yakışıklı olacağımı söylediler bende boy uzattım fıstığım" dedim. Ama arkadan güneşin " nasıl yani sana her halinle yakışıklı olduğunu söylememişler mi?" Diye soran afallayan sesini duymayı hiç beklememiştim. Güneşin övgü sözleriyle hafifçe gülerek " E haydi ne duruyoruz burada içeri geçelim daha Meryem sultanı göreceğim" dedim.

 

 

 

İrem'le birlikte yürümeye başladık. Kolumu usulca omzuna attım, yılların kardeşliğini taşırcasına. Yanımızda Güneş de vardı. Üçümüz sessizce apartmana yöneldik. Güneş dairesinin önüne geldiğinde durdu, bize dönüp

"Ben eve geçeyim. Babam gelecekti bugün." diye söyledi ama Cümlesi ağzından çıkar çıkmaz kendimi tutamadım. Sözler ağzımdan bir bir döküldü, düşünmeden. "Hayır niye geçiyorsun ki eve... Yani... E şey diyecektim ben aslında ... Bizimle gel yani Erdem amcayı al gelin, oturalım bizde." çıkmıştı ağzımdan.

 

 

 

 

İrem bir kahkaha attı ve kolumu cimcikledi.

"Abiş! Ne diyorsun ya?, böyle olmaz ama dakka bir gol bir, her şeyi açık ediyorsun" dediğinde gözlerimi güneşin gözlerinden ayırdım.

 

 

 

 

 

"Ahhh hayırr, Allah kahretmesin seni Batuhan... Tutamadın çeneni yine" diye içimden fısıldadım. Hayır yani bence kendimi o güzelliği karşısında fazla bile tuttum, çok dazla güzel ve çok fazla kusursuzdu, ama benim içimi kemiren sıkıntı ise " bu kadar mükemmel ve kusursuz kız beni mi bekleyecekti kesin bir sevgilisi vardır" diyen aklıma gelen düşünceydi.

 

 

 

 

 

Güneş hafifçe güldü. Yüzü kızardı, ama o tebessüm... O an gözlerinde sadece şaşkınlık değil, içten gelen bir sevinç de vardı.

"Olur," dedi nazikçe. Sonra kapısını açtı ve içeri girdi.

 

 

 

 

 

Ben hâlâ kafamdan geçenleri toparlamaya çalışırken İrem gözlerini devirdi.

"Abiş... Onlar zaten bize gelecekler hatta ela teyze ve erdem amca bizde bile, Güneş, kendi kendine gülebilsin diye eve gitti, şuan sana hazırlıksız yakalandı, kendini toparlayınca gelecektir" deyince Şaşkınlıkla irem'e döndüm.

 

 

 

"Her şeyi gözünden anlayacaksın değil mi sen İrem? İnsanları bi rahat bırak ya, her şeyi de çözme be fıstığım." dedim gülerek.

 

 

 

 

İrem kahkahayı bastı.

"Ohoooo! Ben sana daha neler anlatacağım, neler! Gel abiş gel gel," dedi, kolumdan tuttuğu gibi beni sürüklemeye başladı.

"Güneş hakkında gözlemlediklerimi anlatıcam. Koş!" dedi.

 

 

 

Yüzümde istemsiz bir gülümsemeyle ona ayak uydurdum. Güneş'in dairesinin kapısından hâlâ loş bir ışık sızıyordu. İçimde sıcak bir dalga yayıldı. Kapının ardında biri vardı artık. Ve o, kapının arkasına yaslanıp sessizce gülümsüyordu belki de...

 

 

Ama benim içimde de başka bir cümle yankılanıyordu:

"Bazı insanlar, sadece varlıklarıyla bile insanın içini ısıtabilir..." mesela güneş gibi...

Bir kelimesi, bir bakışı bile içimi ısıtıyordu.

 

 

Acaba sevgilisi var mıdır? Diye düşünmeden edemedim, bunca yıl beni bekleyecek değildi, hem güneş beklemeyi sevmezdi, yok kesin bir sevgilisi felan vardır diye aklımdan geçmedi değildi. İrem'e sorarsam yine dalga geçer, mecbur İrem'in anlatmasını bekleyeceğim. Peki ya gerçekten bir sevgilisi varsa o zaman ne yapacaktım, düşüncesi içimi huzursuz etmeye yetmişti.

 

 

Doya doya anneme ve ela teyzeye sarıldıktan sonra İrem araya girip "müsadenizle abimi alabilir miyim artık, biraz da bana bırakın" deyip annem ve ela teyzenin arasından çekip almıştı beni. İrem 'in odasına girdiğimizde ben söylemeden İrem " bu kadar belli etme abicim ya" dediğinde şaşkınca yanaklarıma dokunup "hadi ya o kadar mı belli ediyorum, ya erdem amca anladıysa, anlamışmıdır ya" diye sordum.

 

 

İrem bundan çok keyif alıyormuş gibi "erdem amca zaten çocukluğunuzdan beri biliyor zaten abişim, güneş hâlâ eski güneş hiç değişmedi hâlâ içinden geçenleri bir bir yüzüne söyleyen güneş, seni erdem amcaya sordu biliyor musu abi" dediğinde afallamıştım ama hafifden mutlu da olmuştum, demek beni sordu, hemde babasına, küçükkende böyleydi yürek yemiş gibi her şeyi pat pat çekinmeden sorar söylerdi.

 

 

"Korkma abicim, güneş bıkmadan, usanmadan sadece seni bekledi, şuan sevgilisi yok ve bu zamana kadar hiç olmadı yani onu seven çok oldu ama güneş hepsini elinin tersiyle itti, güneşin kalbinde çocukluğundan beri sen varsın" dediğinde kalbim hızla atmaya başladı. İnanamıyorum güneş yıllardır beni beklemiş, kimseyi sevmemiş bir tek beni beklemiş.

 

 

Akşam yemeği masasının etrafında herkes toplanmıştı. Sofra öyle doluydu ki, annemin elleriyle yaptığı her şey, sanki sadece karın doyurmak için değil; yılların özlemini, hasretini, birikmiş sevgiyi doyurmak içindi. Her lokmada bir anı vardı, her tabakta bir parça geçmiş. Benim gözümse masadaki yemeklerde değil, yüzlerdeydi.

 

Abim... Batuhan. Karşımda oturuyordu. Üzerindeki haki yeşil gömlekle, yine dimdikti, yine o sert bakışlıydı ama... içinde ne fırtınalar döndüğünü ben biliyordum. Gözleri sofranın gürültüsünde saklanmaya çalışıyordu ama ben alışığım. Onu en iyi ben tanırım. Dudaklarının arasındaki o kısa duraksamalar, çatalı tutarken parmaklarının gerginliği... İçinde nelerle savaştığını görebiliyordum.

 

Güneş... Sessizdi. Ama sessizliği bağırıyordu sanki. Bakışları yere takılıyordu zaman zaman ama sonra abimin gözlerine kaçamak bir yolculuk yapıyordu. İkisi de farkında olmadan bir şey yaşıyordu. Belki kendilerince bastırılmış bir şey. Belki zamanın getirdiği bir çekim. Belki de birbirine dokunmaya korkan iki yara...

 

Annem, masanın başında oturuyordu. Eliyle ekmek kırıyordu, diğer yandan masaya bir şeyler ekliyordu. O bildik ses tonu... "Batuhan, şu turşudan da alsana oğlum." Demesiyle geçmişin bir kapısı daha aralandı. O sesi özlemiştik. Özellikle o, abim... Onun uzun süredir duyduğu en şefkatli çağrıydı belki de.

 

Babam, Erdem amca... onun yüzünde hem gurur hem burukluk vardı. Erdem amcaya her baktığımda yüzünde babamı görüyordum sanki. Batuhan'a her bakışında gözleri dalıyordu. Sanki abime bakınca oda babamı görüyordu. Sanki o sofrada eksilenleri, yok olanları, konuşulmamış sözleri hissediyordu.

 

Ben göz ucuyla Güneş'e baktım. Bir lokmayı çiğnerken durdu. Gözlerinde bir parıltı vardı. Belki mutluluk, belki özlem. Belki ikisinin birleşimi.

 

Masa gülüşmelerle, araya giren anılarla, geçmişle ve bugünle doluydu. Abim bir ara anlatmaya başladı. Ankara'daki okuldan, eğitimden, komutanlarından... Öyle bir anlatıyordu ki, sesi hem sert hem de bir o kadar yumuşaktı. Güneş abimi dinlerken fark ettim... Başını hafif yana eğmişti, yüzünde incecik bir gülümseme. Gözlerinde ise anlaşılmaz bir yoğunluk.

 

Herkes gülerken, ben içimde başka bir sessizliğe tutunuyordum. Çünkü farkındaydım... Zaman geçiyor, anılar biriktiriliyordu. Bu masa, bu an... bir daha aynı şekilde olmayacaktı. Hayatın garip bir huyu vardır, en güzel anları fark ettirmeden yaşatır sana. Sonra o anları bir gün, gecenin bir yarısı hatırlarken, boğazında düğümlenmiş cümlelerle ağlarsın.

 

Ben biliyorum, bugün öyle bir gündü. Abim dönmüştü. Yıllar sonra evimizin eşiğinden içeri geçmişti. Güneş ilk kez onunla aynı sofradaydı. Annem yeniden oğluna bakmıştı. Ve ben... ben bütün bu anları içime kazıyordum. Gözlerim doldu. Ama gülümsemeye devam ettim. Çünkü bazı duygular vardır ki, sadece içten yaşanır.

 

Abim, tam karşımdan bana baktı. Göz göze geldik. Kısacık bir anda bana her şeyi anlattı sanki. Teşekkür etti. Sessizce...

 

Güneş de fark etti bunu. Gözlerini kaçırdı. Ama ben onun kalp atışlarını bile hissedebildim. O kadar saf, o kadar berraktı ki... Belki adını koymadıkları bir şeydi yaşadıkları ama ben biliyordum. Çünkü hissetmek için kelime gerekmez bazen.

 

Saat ilerledikçe masa hafifçe dağıldı. Ama o gece... o an... hepimizde iz bıraktı.

 

"Bazı sofralar vardır, yemekleri değil, sessizliği doyurur. O gece bizim soframız da onlardan biriydi. Ve ben, abimi yeniden kazandığım o sofrada, hayatım boyunca unutamayacağım bir huzurla doldum"...

 

 

 

 

 

🥀🥀

 

"Aynı masaya oturmak, aynı acıyı taşıyanları birleştirir. Sofrada konuşulanlar değil, konuşulamayanlar yakar insanın içini."

 

🦋🦋

 

 

 

 

 

 

 

Helüüü canlarım nasıldı bölüm sevdiniz mi?. Düşüncelerinizi ve önerilerinizi instegram mesajlar kısmından yada buradan yorumlar kısmından belirtebilirsiniz🫶🏻🥰 sizleri çokk seviyorum🫶🏻 4. Bölümde görüşmekkk üzereee🫶🏻🦋🥰🥰

 

 

Bölüm : 07.01.2025 04:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...