
Selamlarrr bebekilerim🦋🥳🐣 nasılsınız? Size muhteşem ve upuzun bir bölüm ile geldim🐣🫶🏻 bölüm sonu düşüncelerinizi yorumlarda belirtmeyi unutmayın🥳 tüm yorumlara cevap vericemmm🥳💖 öpüldünüüüzzz💐😘🐣🦋
Bu arada İnstegram hesabımı takip etmeyi unutmazsanız çookk sevinirimmm🐣💖 watsap kanalıma da katılmayı unutmayın tüm kitap duyurularını ve bölüm duyurularını oradan paylaşacağım eğer isterseniz tüm bölümleri PDF şeklinde watsap kanalımıza da atarım🦋😘 bölüm sonuna linkleri bırakacağım tıklayıp gelinn💐🫶🏻🦋😘
🦋🦋
Hayatımı alt üst eden O cümle, yıllardır duymaktan korktuğum O cümle, zihnimin en uçlarına gömdüğüm O duygu tamda şuan karşımdaydı.
"Baban şehit oldu" dediler ama benim babam ölemez ki, bana söz vermişti, gelecem demişti, ama şimdi bana babam'ın gittiğini ve bir daha geri gelmeyeceğini söylüyorlar.
Ben umutla babamın dönmesini beklerken babam bana tabutla geldi...
Üniformalı askerler omuzlarında Üstü Al bayraklı tabutu taşıyorlardı, tabutu düz bir yere koyduklarında hemen önüne de bir fotoğraf koydular. Fotoğrafın altında yazan isim bu dünyada benim kahramanımın ismiydi.
" Şehit Üsteğmen Erdem keskin " ...
O fotoğraf benim kahramanımın fotoğrafıydı, üniformasının içinde sert bakışlarıyla bakıyordu.
Bakışları sert ama güven veren bakışları vardı, ama şimdi O fotoğrafa bakınca ben Evsiz olduğumu anladım.
Bir çocuğun Evi, yurdu, dağı kısacası her şeyi Babası'dır. İnsanın babası gidince artık ne başını sokabileceği bir evi, neden güvenle sırtını yaslayabileceği bir dağı kalır. Bir İnsanın babası ölünce o kişi evsiz, yurtsuz kalır.
Benim artık ne bir evim, nede güvenle sırtımı yaslayabileceğim bir dağı'm, ne bir kahramanım vardı. Ben evsiz, yurtsuz, kimsesiz kalmıştım artık.
Giden babam dı ama evsiz, yurtsuz, kimsesiz kalan ben oldum...
Güçsüz adımlarım beni tabutun önüne kadar getirdi, elimi kaldırıp titreyen parmaklarımla son defa Babamın O güven veren bakışlı fotoğrafına dokundum.
Babamdan geriye artık Sadece bir Fotoğraf kalmıştı...
Titreyen parmaklarım fotoğrafın üzerinde gezinirken gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı.
" kalk baba, senin burada değil benim yanımda olman lazım baba, beni kimsesiz bırakma baba" diye kısık sesle konuştum.
Batuhan kolumdan tutarak beni geri çekmeye çalıştı ama adımlarım geri gitmek istemiyordu, titrek parmaklarım al bayrağı ile sarılı olan tabutun üstüne dokundu. Babamın o tabutun içinde olduğu gerçeği kalbimi yerinden söküp atmıştı.
İçimde öyle büyük bir yangın vardı ki hiç sönmeyecem olan yangın tüm hücrelerimi küle döndürmüş gibiydi.
Batuhan'ın "güneş..." demesiyle içimde ki yangın daha da alevlenmişti. Artık "Güneş" kalmamıştı. Artık Güneş hiç doğmamak üzere batmıştı...
🦋🦋
Gökyüzü griydi bugün. Ne tam yağmur, ne tam güneş… Sanki gökyüzü de bu veda için karar verememişti ne yapacağına. Tuncelide ki tören alanına yavaş yavaş insanlar dolarken, ortalığı saran o ağır sessizlik, gelenlerin üstüne çöken yas gibiydi. Bayraklar yarıya inmişti, her biri rüzgârda hafifçe titriyordu. Aynı Erdem’in ardından titreyen kalpler gibi...
Kıpkırmızı örtüyle sarılmış tabut, tören alanının tam ortasında duruyordu. Sessizce, ama dimdik. O duruş, bir askerin onuruyla yürüdüğü son yolu simgeliyordu.
Siyah takım elbiseler, kamuflaj üniformalar, gözyaşına boğulmuş insanlar… Hepsi birer tablo gibiydi. Ama o tablonun ortasında bir çığlık vardı ki kimse duymuyordu, sadece hissediliyordu. Bu, içten içe bir yıkılıştı.
Tabutun başında, ayakta durmaya çalışan bir Ela, Gözleri donuk, ellerini göğsünün üzerinde birleştirmiş, sanki kalbini tutuyordu yerinde. Çevresinde duran insanlar, ona destek olmak istercesine uzanmıştı ama kimse tam olarak yaklaşamıyordu. Ela’nın çevresinde görünmez bir cam vardı sanki; kimse kıramıyordu, kimse erişemiyordu. Ela'nın için de bulunduğu derin bir boşluktu.
Güneş ise, kalabalığın içinde sımsıkı sarılmıştı elinde tuttuğu babasından geriye kalan son fotoğrafa. Sorsalar Yirmi üç yaşındaydı ama o an bir çocuk kadar savunmasızdı. Yanında irem vardı, Güneş’in kolunu tuttu. Ama Güneş, hâlâ babasıyla geçirdiği güzen anlar, geçirmek isteyip geçiremediği anıları hatırlıyordu.
“sen karanlığa umut olarak güneşin doğuşuyla doğdun, sen bize umut olarak doğdun” demişti babası.
Ama şimdi, onun ardından güneş bile doğmuyordu, güneş bile bu acıya karşı doğmaktan vazgeçiyordu...
Törende mikrofon başına geçen subaylar sırayla konuşmalarını yaparken, her kelime sanki havada asılı kalıyor, sonra sessizce yüreklerin üzerine düşüyordu.
“Üsteğmen Erdem keskin… Vatanı uğruna canını hiç düşünmeden feda eden kahramanlardan sadece biriydi. Ama bizim için bir isimden fazlasıydı. Bir baba, bir dost, bir evlat, bir yoldaş…” diyordu mikrofon başında ki komutanlardan biri.
Komutanın Sözlerini takip eden sessizlik, bir kurşun kadar ağırdı. Güneş gözlerini yere indirdi. İçi o kadar yanıyordu ki, alevler yükseliyordu kalbinde. "Hayır!" demek istedi, “Babam gitmedi, babam beni bırakmaz!” diye haykırmak istedi… "benim babam ölemez" diye çığlık atmak istedi Ama sesi çıkmadı. Dudakları kıpırdamadı. Sadece gözleri doldu. Yanağından süzülen yaşlar, ayak uçlarındaki toprağa karıştı.
“Hani diyordun ya baba; ben hep sana dönerim güneşim, sen ne zaman beni arasan ben hep sana dönerim... Ama bu kez dönmedin.” diye fısıldadı içinden güçsüzce, sesini çıkarabilecek kadar gücü yoktu, tek gücünü babasının fotoğrafına sımsıkı sarılmakta kullanıyordu.
Meryem ise, kalabalığın bir adım gerisinde, Elan'ın yanı başında durmuştu, bir an bile Ela'nın yanından ayrılmıyordu. Erdem’in şehit haberini alır almaz koşmuş, Ela’yı yalnız bırakmamıştı.
Yıllar önce eşi Murat’ı aynı yerde uğurlamıştı. O gün yaşadığı acının aynısını şimdi Ela’nın gözlerinde görüyordu. Gözleri doluydu ama güçlü durmaya çalışıyordu. Çünkü bir kadının bir başka kadına en çok ihtiyaç duyduğu zamandı bugün.
Sıra askerî geçide gelmişti. Askerler, saygı duruşu için tabutun yanına sıralandılar. Her biri dimdik, gözleri önde, gururla ama içten içe paramparça…
“Bayrak yere düşerse, biz de düşeriz,” demişti bir zamanlar Erdem.
Şimdi, onu örten bayrak alnına doğru çekiliyordu. Gözleri kapalıydı. Ama sanki hâlâ dimdik duruyordu. Onun ardında, bıraktığı her şey, her insan sanki ona layık olabilmek için mücadele ediyordu.
Güneş güçsüzce, adım adım tabutun yanına yaklaştı. Dizleri titriyordu ama yürüdü. Babasının naaşının başına geldiğinde eğildi, alnını tabuta yasladı. Kalabalık susmuştu, rüzgâr bile durdu sanki. Güneş, kalbinden gelen en saf duyguyla mırıldandı babasına;
“Benim adım Güneş… Çünkü sen hep karanlıkta doğmamı istedin baba, ama ben şimdi sensiz geçen gecelerden sonra nasıl tekrar ayağa kalkacam baba, söylesene baba ben şimdi sensiz ne yapacağım, nasıl yaşayacağım senin sesini duymadan" güneş azla yetinmeyi babasından öğrenmişti göreve gidince bir süre babasının sesini hiç duymuyordu, ama o günler güneşi ayakta tutan babasının iyi olduğu bilinci ve düşüncesiydi, şimdi ise babasının sesini duyabileceği hiç bir gün yoktu.
"Şimdi, sensizliğin en uzun gecesindeyim baba…”
Tören sonunda silah sesleri yankılandı havada. Saygı atışları… Her bir kurşun, gökyüzüne değil, kalplere saplanıyordu sanki.
Son kez sela verildiğinde, Ela dizlerinin üzerine çöktü. Elinde hâlâ Erdemden geriye kalan kanlı künyesi, mektubu ve fotoğrafı vardı. Künyeyi kalbine bastı. Gözleri hâlâ cam gibi donuktu.
Erdem’in mezarı başında toprak atılırken, Batuhan’ın yüzü kararmıştı. O operasyonda, O binadan bir dakika erken çıksaydı… Belki de… Belki de Erdem hayatta olacaktı.
Ama artık hiçbir "belki" geri getiremeyecekti Erdem keskin'i
Bazı vedalar vardır, dil susar ama kalp anlatır…
Giden sessiz gider ama ardından bıraktığı sessizlik ömür boyu susmaz.
Herkes dağıldıktan sonra geride bir tek elinde şanlı Türk bayrağını tutan Ela, Ela'nın kolundan tutan Meryem vardı.
Güneş oturduğu yerden zar zor ayağa kalkarak güçsüzce babasının mezarına doğru yürüdü, mezarlığın başına geldiğinde elini mezarın üstüne koyup sessizce "babam, ben sensiz yapamam baba, kalk lütfen baba beni bırakma" diye sessizce haykırmıştı.
Göz yaşları babasının toprağına karışıyordu, bir avuç toprağı sulayan güneşin göz yaşları olmuştu...
Batuhan güneşin koluna girip "yapma güneş, sen ağlarsan erdem amca üzülür, sen erdem amcanın güçlü kızısın, baban gibi dimdik dur ayakta, O şerefsiz kansızları güldürme" diyerek içinde ki en güçlü intikam duygusuyla güneşe moral verdi.
Babasını ondan koparan şerefsiz şimdi de babası gibi gördüğü, kendisine babalık yapan Erdem amcasını almıştı...
İçi yanıyor ama kinini diri tutuyordu Batuhan, O şerefsiz bir çocuğu daha yetim bırakmadan, bir aileye daha ateş düşürmeden onu bulup babasının ve Erdem amcasının kanını yerde bırakmayacaktı.
Güneş ayağa kalkıp göz yaşlarını sildiğinde daha fazla dayanamayıp Batuhan'a sarıldı. Bunu yapmak Güneşin içinde ki acıyı dindirmese de içinde ki boşluğu bir nebze doldurmaya yetmişti.
Güneş Batuhan dan ayrılıp yanında onu başından beri hiç yalnız bırakmayan, bu acıyı küçüklüğünde yaşamış olan kız kardeşi gibi gördüğü İrem'e sarıldı. Küçük bir şey bazen iyi gelebiliyordu. Sarılmak gibi, aslında küçücük gibi görünen, aslında insanın içinde ki boşluğu doldurmaya yetiyordu.
"Hatırlıyor musun? Bundan seneler önce benim babamı buraya gömdükten sonra tam burada elimi tutup bana ne demiştin?" Diye sordu İrem göz yaşlarının arasından.
Güneş aklına gelen anıyla küçük bir tebessümle "ağlama ben seni hiç bırakmıcam" diye sessizce mırıldandı.
"Ağlama güneş ben seni hiç bırakmıcam, hem bak artık eskisi gibi oldu babam ve erdem amca yanyana" dedi İrem.
"Bizi ölüm bile ayıramaz kardeşim" demişti Erdem yıllar önce, öyle de oldu Erdem ve Muratı ayıran ölüm iki kardeşi tekrar kavuşturmuştu...
Erdem, can dostu, kardeşi Murat'a kavuşmuştu ama güneş babasız, evsiz, yurtsuz, limansız kalmıştı...
🦋🦋
O gece gökyüzü bile yas tutuyordu.
Ay, bulutların ardına saklanmış; yıldızlar, sanki ışık saçmaktan utanıyor gibiydi. Tunceli’nin sessiz sokaklarında rüzgâr bile ürkek esiyordu. Evimizin her köşesi, babamın yokluğuyla daha da büyümüştü sanki. Kalabalıklar gitmiş, sesler dağılmış, yasın en ağır hali çökmüştü üzerimize.
Odamda, pencerenin önünde oturup dizlerimi karnıma çekmiş, battaniyenin içinde titriyordum. Üşüdüğümden değil… İçim donmuştu.
Başımı çevirip Camdan gökyüzüne baktım. Eskiden babam nöbetteyken, gökyüzüne bakar, onun da oradan yıldızlara bakıp beni düşündüğünü hayal ederdim. Ama şimdi… Artık gökyüzüne baktığımda sadece boşluk görüyordum. Sonsuz, anlamsız, karanlık bir boşluk.
“Bazı ölümler, insanın içine kazınır… Gömemezsin. Ne toprağa, ne zamana.”
Bende babamı ne toprağa gömebildim ne de içime, babam sanki çok uzak bir görevdeymiş de bende babamı bekliyormuşum gibi camın dibinde oturmuş sokağı kontrol ediyordum, belki babam gelir diye babamı bekliyordum.
Düşüncelerimi bölen Kapı sesi olmuştu. Kapım hafifçe aralanmıştı. Annem değildi. Annem, törenden sonra odasına kapandı, sonra bir daha çıkmamıştı. Sessizliği, bizim suskunluğumuzdan bile daha ağırdı.
İçeri giren İrem’di. Hiçbir şey demeden yanıma geldi, battaniyeye sokuldu. Başını omzuma yasladı. Sadece nefes alışlarımız vardı odada. Onun varlığı, kelimelerden daha fazlaydı zaten.
Omzumdan başını kaldırmadan
"Seninle beraber ağlamaya geldim, ağlayacaksan beraber ağlarız, ikimizde aynı acıyı paylaşıyoruz" diye fısıldadı.
İrem'i düşündükçe İrem'in benden daha fazla acısı olduğunu anlıyorum, ben az da olsa bu yaşıma kadar babamla vakit geçirdim, babamla büyüdüm, ama İrem babasıyla vakit geçiremedi, babasıyla büyümedi, İrem babasının yokluğunda büyüdü...
"Babam..." diye fısıldadım ama kelime boğazıma düğümlendi, konuşmak ilk defa bu kadar zor geldi. “Babama son kez sarılamadım, keşke son defa sarılsaydım, son defa sesini duysaydım” dedim, gözyaşlarım sessizce yanaklarıma aktı. “babamı son görüşüm al bayrakla kaplı bir tabut artık.” diye fısıldadım güçsüzce.
İrem başını kaldırmadan fısıldadı:
"Sen onu göremedin ama o seni görüyor, ve ağladığını her gördüğünde üzülüyor biliyorsun dimi?" Dedi.
Evet, biliyordum. Ama bir daha göremeyecek olmak, bir daha sarılamayacak olmak, bir daha “kızım” deyişini duyamamak... Canımı yakıyordu.
"Peki ya sen nasıl yaptın?" Diye sordum. Biliyorum bunu sormak çok acımasızcaydı ama ben babamsız nasıl yaşayacağımı bilmiyorum, ben hiç babamı sonsuza uğurlamamıştım.
"Alıştın mı? Diye soruyorsan eğer, hayır alışmadım, alışmak istemem de zaten, babamın eksikliği hep kalbimde duruyor, onun açtığı boşluk hiç dolmuyor, özlemediğin bir gün bile olmuyor, abime her bakışımda abimin yüzünde babamı görüyorum, gözleri, bakışı, konuşması, yürümesi, oturması, kalkması her şeyi aynı babam, babamı her özlediğimde abimi arıyorum abimin sesi bile babamın sesine benziyor, ben babamın özlemini abimle geçiştiriyorum ama babamın kalbime bıraktığı acı ve boşluğu abim de dolduramıyor" dedi İrem.
İrem'in acısını hep gördüm ama İrem hiç hissettirmezdi, ilk defa içinde ki boşluğu ve acıyı hissettirdi bana.
" biliyor musun şuan sanki babam hiç ölmemiş, ben sabah babamın cenazesine gitmemişim gibi gözlerim sokağın başında babamı arıyor, sanki bir göreve gitmiş de geri gelecek miş gibi hissediyorum" dedim.
İrem hafifçe başını çevirip "sana bir şey diyimmi bende hâla daha bazı geceler cama çıkıp babamı bekliyorum, sanki camdan beni gördüğünde el sallayacakmış gibi, hatta bazen zil çaldığında babam geldi diye heycanlanıyorum" diye göz yaşlarının arasından fısıldadı.
"Hatırlıyor musun? Küçükken her şeyimiz aynıydı, elbiselerimiz, giydiğimiz ayakkabılarımız, yediğimiz yemek bile aynıydı, beraber yatıp beraber kalkıp, beraber aynı yemeği yerdik, şimdi acılarımız da aynı artık" dedim gözlerimden akan yaşları silmeye çalışırken.
İrem sol elini kaldırıp gözümden akan yaşı silerken "acılarımızı da ortak yaşarız, mutluluğumuzu da ama artık ağlama Güneş lütfen, unuttun mu erdem amca ismini neden vermişti sana?"
Unuturmuyum hiç, babamla ilgili olan herşey zihnimin bir köşesinde saklı duruyor, artık o kutuya babamın sesini ve bakışını da koydum.
Babama ismimi neden Güneş verdiniz diye sorduğumda bana “Nergis çiçeğini bilirsin değil mi?” demişti babam, uzaklara dalmış gözleriyle
“Beyazdır, sade görünür ama karın altında açar. Baharın geldiğini müjdeler… İnsanlar nergis çiçeğinin açmasıyla beraber anlarlar ki, kış bitmiş, Karanlık geçmiştir. İşte sen de benim nergisim oldun o sabah.
Karanlığın ortasında, hiç beklemediğim bir anda... annenle benim hayatıma güneş gibi doğdun, sen doğdun etrafımız aydınlandı, sen doğdun biz parladık, sen hayatımıza karanlığın içinde açan nergis çiçeği gibi umut olarak doğdun, isminle geldin bize Güneşim" demişti babam.
Nergis çiçeği; Toprağın sessizliğini ilk delen çiçektir
Karlar henüz çekilmemiş, hava hâlâ ürpertirici derece soğuk ama o nergis çiçeği, korkmadan çıkar yüzeye.
İnce, narin bir gövdesi vardır.
Sapı yeşilin en saf tonunda, dimdik ayakta durur,
Tepesinde açan çiçek ise sanki başka bir âleme aitti.
Bembeyaz taç yaprakları, ipek gibi pürüzsüz
Ve ortasında, güneşin özünü taşıyan bir sarı çanak; canlı, parlak, iç ısıtan bir sarılık.
Hafif rüzgârda usulca salınıyordu; ne gösterişliydi ne silik.
Sade ama unutulmazdı.
Bir çığlık atmadan “ben buradayım” diyebilen nadir varlıklardandı.
Tıpkı umut gibi…
Tıpkı bir mucizenin sessiz gelişi gibi.
Nergis çiçeği, karlarla kaplı toprağın altında büyür. Soğuktur, sessizdir, ama o hiç durmadan bekler. Ve baharın ilk güneşi toprağa vurduğunda, usulca yüzünü gösterir.
Kırılgan gibi görünür ama aslında güçlüdür. Zamanını bekler. Tıpkı umut gibi...
"Hatırlıyorum" dedim İrem'e bakarak "beni hep nergisim diye severdi, karanlığın ortasında nergis çiçeği gibi bir anda umut olarak doğdun hayatımıza, seninle beraber bahar geldi demişti bana" dedim.
"Karanlığın içinde umut olarak doğdun sen güneş, ismini aldığın nergis çiçeği gibi kışın ortasında dimdik ayakta dur, ağlama" diyerek teselli etmişti İrem beni.
İrem'in dedikleri ile bir nebze olsun toparlanmıştım elimin tersi ile göz yaşlarımı silip "karanlığın ortasında açan, baharı müjdeleyen nergis çiçeği" diye içimden fısıldadım.
Saat ilerledikçe karanlık ağırlaştı. Ev, yasın en derin sessizliğine gömüldü.
Ve ben, battaniyenin içinde küçücük kaldım. O koca adam, babam, artık yoktu. Ve içimde bir şey eksikti artık… Geri gelmeyecek bir şey.
Gece uzun, acı sonsuz… Ama bir gün, güneş yine doğacak… Belki eksik, ama yine de doğacak. Tıpkı karanlığın ortasında doğan nergis çiçeği gibi...
🦋🦋
İnstegram adresi: @watty.gunes
Watsap kanalım: https://whatsapp.com/channel/0029Vb6fDj8IiRopXlN6Hq3A
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |