Yoksa baktıkça doyamamak mıdır aşk?
Devrim, üniversitenin önünde durdurduğu arabasına yaslanmış, elleri ceketinin ceplerinde kapıdan ay ışığının süzülmesini beklerken son günlerde yaşadığı her anın gerçekliğini sorgulayıp, tam o anlarda Aysima'dan aldığı ' Yaşadığımız şeye inanamıyorum!' sözlerine hayatında hiç mutlu olmadığı kadar mutlu oluyordu.
" Yaşadığımız, şey ' karanlık dünyama doğan güneş' ve sonuna kadar gerçek. Benim uğrunda can vereceğim kadar gerçek..."
Verdiği her cevap sonunda dünya üzerindeki denizlerin dalgaları kalbinde coşuyor.Daha önce hissettiği özlemin beterini hissediyordu. Her cümlesinin sonunda gül tenine dokunmak, öpmek, koklamak geçiyordu içinden delice. Kendini tutması azgın bir denizi hizaya getirmek kadar zor olsa da bunu yapmak zorundaydı.
Üstünde hissettiği gözleri umursamıyor, bir an önce hasret çektiği gözlere erişmek, nefes almak isterken sabırsızca gözleri kapıdan çıkan her yüzü tarıyor, parlamayan her silüet biraz daha sıkıntı veriyordu kalbine.
Az sonra Aysima, Devrim'in geleceğinden habersiz telaşsız ve yüzünden yorgunluk akan bir ifade ile usulca adımlarken tebessüm ediyor Devrim. Kalbi işte şimdi büyük bir aşkla anında canlanıp atarken kollarını göğsünde bağlayarak başını omzuna doğru yatırıp, bir eli ile çenesini sıvazlarken, kendisini fark etmesini bekliyor.
Tepedeki o günden beri bir hafta geçmiş ve Devrim adeta eve yerleşen amca, halası ve Zülal'in gitmemesi üzerine mahalleye adım atmıyordu. Aysima'yı ise üç gün önce mahalle dışında bekleyip okula getirse de tekrar görememişti ne olur ne olmaz diye. Dünya en istenmez an da küçücük olur, sık sık onları yan yana görenler bir laf dillerine dolarsa Devrim ölüden beter olurdu. Nihayetinde kendi erkekti (!) , fakat kalbindeki can içine bir laf gelse düşmezdi mahallelinin dilinden. Bunu asla sevdiğine konduramayacak bir adamdı! Varsın hasretinden divane olsun...
Fakat bu Aysima için geçerli değildi. Eskiden her gece penceresinden kaçak göçek izlediği adamı daha çok görürken şimdi o sımsıcak dünyaları ısıtacak sevdiğini görememenin hırçınlığını yaşıyordu. En son sabah dayanamayıp, " Şuan tam karşımda sevgilisinin elini tutmuş ona gülümseyen bir adam görüyorum. Nasıl da gözleri parlıyarak bakıyor. Benim sevgilim nerede ?" yazmıştı Devrim'e.
Sevgilim, yazarken yanakları hafif pembeleşmiş, kurduğu cümleye tebessüm ediyordu bir parça utanç eşliğinde.
Heyecanla beklediği bildirim sesi yüzünde daha bir tebessüm açtırırken heyecanını dengelemek zordu. Henüz Devrim'in o kalbine dokunan sözlerine, ve ilişkilerine alışamamış olmaya bağlıyor olsa da bu heyecanı, aslen her daim böyle olduğunu biliyor. Nihayetinde gözlerine bakmaya doyamadığı adamdı o! Devrim... Her daim hayatının tek gerçeği olan Devrim!
Parmağını ekranda tatlı bir heyecanla oyanatıp açtığında ekrana düşen cümle ile bir an donmuştu.
" Elin adamlarına mı bakıyorsun?"
Tekrar tekrar okurken yüzünde tebessüm silinmiş, beyaz teni sinirden kızarırken gözlerini kısarak bakmaya devam etmişti. Fakat değişen pek de bir şey yoktu. Ona şiir gibi cümleler kuran adam bu defa öküzlüğünü konuşturmuştu!
" Yuh diyorum! Başka da bir şey demiyorum!" dediklerinden bunu mu çıkarmıştı yani?
Sinirle attığı mesaj sonunda derse girmiş, zaten gelmeyen cevap üzerine sinirleri gerilirken dersi de gram anlamamıştı. Düşen morali ile somurtup durmuş, ahvali bir duvardan farksızdı. Ders çıkışı da aynı hal sürerken başı önünde ağır adımlarla okuldan çıkmış görmek için can atığı adamı dahi görmüyordu.
Devrim ise , her an gözlerinin gözüne değeceği anı beklerken somurtmuş bir ifade ile yürüyen yarine tebessüm ediyor. Aysima'nın kendisini görmeyişi ile daha fazla dayanamayarak, " Peri tozu" diye sesleniyor. Ona dönen gözleri es geçip asıl görmek istediği kadınına elini kaldırdığında yüzündeki tebessümü de silmeyi unutmuyor. Sabahki mesajı hatırlayıp gözlerini kıstığı anda yanında biten, gözlerinde aşkı okuduğu kadının kollarından tutarak kendine çekiyor. " Şimdi hesabınızı kesme vakti Aysima hanım. Demek gözün benden başka adamlara kayıyor ha?"
Aysima duyduğu ilk cümle ile büyüyen gözlerine engel olamadığında Devrim gülmemek için kendini tutarken usulca eğilip kor gibi yanan dudaklarını sevdiğinin alnına basıyor uzunca. Aysima'nın o an verdiği sıcak titrek nefes hoşuna giderken bir yandan da erkek tarafını şaha kaldırmıyor değildi. Peri tozu bu kadar masum olup bana bunu yapamazsın!
Tehlikeli sınırlarda fazla dolanmadan geri çekildiğinde, narin çenesini tutup gözlerine bakıyor. İçinde gördüğü parıltılarla binlerce şükür ederken Rabbine, sevdiğinin çenesine önce tüy kadar hafif bir buse bırakıyor.
" O adam ben gibi taparcasına bakıyor muydu, sevdam dediği kadının gözlerine? Peki ya okşarken gül tenini..." derken diğer elinin baş parmağı usul usul Aysima'nın yanağında gezerken içinde volkan misali kaynayan sevgisi taşıp patlıyor.
" Nefesi kesilir gibi oluyor muydu? Özleminden divane olurken, kokusunu onca zaman sonra korkusuzca içine çektiği an, araya mesafe girmek zorunda kaldığında gecenin bir vakti penceresinin altına gidip, saatlerce karanlık odaya yansıyan ay ışığını izleyerek, ve sevdiği kadınını bir kez olsun görmek isterken, diğer yandan uyandırmaya kıyamayacak kadar aşk akıyor muydu gözlerinden? Söylesene küçük kadın... Ben gibi miydi gördüğün adam? "
Aysima gün sonunda beklediği sözlerin güzelliği ile bir kez daha sarhoş olurken kollarını sımsıkı özlediği adama sardı. Kim onun gibi sevebilirdi ki? Kim her defasında bıkmadan utanmadan ben erkeğim tiplerine girmeden defalarca kez bir masalı anlatır gibi kalbindeki aşkı anlatırdı?
" Kimse... Hiç kimse sen gibi olamaz Devrim. Özür dilerim."
Aslen özür dileyecek bir şey olmasa da bu kalbi hassas adamın kırıldığı gün gibi ortadaydı.
" Özür bana gitmedi sanki. Sen bir öpsen mi onun yerine?" Arsızca dudağında peyda olan sırıtışı Aysima'nın kalbini gümletirken dudağındaki tebessüme engel olamıyor.
Aysima, yutkunup usulca parmak uçlarına yükseliyor. Utanç onu çepe çevre sararken dokunduruyor dudağını yanağındaki ona cenneti vaateden gamzesine. Dudaklarına bal bulanmış gibi çekmek istemezken, Devrim'i ne hale soktuğundan habrersiz, öylece kala kalıyor kokusunu içine çekip.
"Biraz daha öyle kalırsan Aysima'm fena olacak."
Duyduğu cümle üzerine hemen geri çekilen Aysima, şaşkınlıkla bakıp daha sonra etraflarını saran yoğun histen kurtulmak adına yalandan öksürerek hemen konuyu değişmek adına aralıyor dudaklarını.
Devrim bir an olsun kadınından ellerini, gözlerini ayırmak istemeyerek kollarını sevdiğine dolarken, şaşkın saf haline gülüp saçlarından akan cennet kokusuna burnunu sürüyor. Bu kokuya ilahi denmemeliydi de neye denmeliydi?
" Her gece... attığın her mesaja inanamadığım her karanlık çöktüğünde... Sanki yıllardır kollarımın arsındaymışsın da o an kopup gitmişsin gibi burnum her sızldığı anda... Benim olmana inanamayıp, geçen her gecede isyan ettiğim de pencerenin altına, ay ışığı yüzüme vura vura ' benimsin... benimsin' diye inlemeye geldim. Kuş gibi göğsüme sığınman için öylece bekledim,fakat uyuyordun uyandırmaya kıyamayıp umutsuzca durdum. Ta ki Mehmet hocam sabah namazına gel Devrim efendi! Der gibi ezan okuyuncaya kadar. "
Ruhumu ruhuna katsam,içtiğin sigaraların dumanının geceye karıştığı gibi karışsam sana... Şimdi, tam da şimdi tek dileğim bu Devrim. Sen böyle güzel severken, benim tecrübesiz kalbimin sevgisi yeter mi kalbini yaşatmaya?
Aysima parlayan gözlerini masmavi gökyüzüne benzeyen gözlere dikiyor. Oradan adamın kalbine dokuna bilecek sanki. O kadar canlı canlı okunuyor ki hisleri, tek kelam etmese de gözleri bas bas bağırıyor zaten kalbindeki sevgiyi.
" Ben... Ölürüm sana Devrim." O an denilecek tek cümle oydu nazarınca. Gözleri dolup sahip çıkamadığı göz yaşları bir bir firar ederken dudaklarını birbirine basıp hiç kimseye aldırmadan bir kez daha sevdiği adamın geniş göğsüne sığınıyor.
"Sen yaşa ki ben de nefes alayım perim! Sen yağmurlarını kalbime dökme ki bende yaşayabileyim... "
***
Gözleri pencerden sokağı karış karış ararken içindeki eksiklik ve huzursuzluk gün gün büyüyor, nefesi tıkanıyor göğsünde bir yerlerde. Son zamanlarda apayrı mutluluk saçması gerekirken şimdi bu sıkıntı kendisine dünyayý dar ederken Devrim'e de sirayet edip onu da huzursuz ettiği için daha bir üzüntü dökülüyor aşk dolu kalbinde. Elinden bir şey gelmemesi kendine olan sinirini de arttırıyor. Ne var yani takmasa.... Fakat öyle olmasının mümkünatı yok. Sevdiği, mahalleye dahi adım atmazken ve evinde Zülal ile evlenmesi için baskı yapan halası ve amcası gitmemek için diretirken nasıl rahat olabilirdi?
Karanlık gecenin sessizliği ile demlenip bir umut her daim balkonda gördüğü sevdiği çıkar gelir diye beklerken Devrim'in odasýnýn ýþýðý yandýðýnda nefesi kesilmiþ, gözü balkon kapısına kitlendi. Çok değil birkaç saniye sonra Devrim çıkardı balkona her zaman olduğu gibi.
Bekledi... dakikalar geçti... Tam inancı kırılırken eline telefonu alıp mesaj atacaktı ki balkona çıkan siluetle eli ayağı buz kesti. Zülal... Elinde sevdiğine en çok yakıştırdığı deri montu koklayarak balkonun trabzanına yaslanıp, dakikalarca o monta sýmsýký sarılıp ağladığını gördü. Göğüs kafesi sıkışırken ne yapacağını bilemeden pencere önüne çöküp o da ağladı... Usul usul dökülen göz yaşları son gördüğü manzara yüzündendi. Devrim'in babası gelip yeğenini göğsüne basıp alnını öperken teselli edişi göğsüne yerleşen korkuyu arttırıyordu. Sanki yeni kavuşup doyamadığı adam avuçlarından kayıp gidecekmiş gibiydi. Urganı boynuna geçirmişler de sanki, yaþamý kırık bir tabureye kalmış gibiydi. Dakikalar hızla ilerlerken yıldızlar tek tek sönüyor Aysima'nın yaşları bir teselli bulamamanın yorgunluğu ile kuruyordu narin beyaz yanaklarında.
***
Gözlerini açtığında sabahın ilk ışıkları karşı duvardaki saatin camına vururken kupkuru kesilmiş bedenini uyarıyor. Usulca yerinden kalkmaya çalışırken kaskatı kesilmiş uzuvlarının acısı ile inliyor.
Bunu sorgularken diğer yandan binlerce şükür ediyordu annesinden önce uyandı diye. Eğer aksi olsaydı, şu kuru yerde yatmasının hesabını asla veremezdi. Çünkü küçük bir yalanda dahi dili dolanıp herşeyi berbat edebiliyordu.
Yanan telefonunun ışığı ile esnerken ilk olarak yüzünde dün geceki hüzne rağmen kocaman bir gülümseme ile oraya yöneldi. Çünkü sevdiğinden gelme ihtimali olan minik bir söz dahi, tüm kötü hisleri silip mutluluğunu arttıtmaya, heyecanlanmasına sebepti. Eline aldığı telefonda Devrim yerine Nur'un mesajını görmesi ile yüzü düşerken derin bir nefes alıp cevaplıyor.
" Günaydın. Olur hazırlanayım çıkarız."
Nur, bugün Yasemin'in evine gitmeyi teklif etmişti attığı mesajda. Bu kafasını dağıtmasına yardımcı olabilirdi. Kısa bir duşun ardından dizlerinin hemen üstünde biten mor kıyafetini giyip saçlarını at kuyruğu yaparak uzun kıvrımlı açık renk kirpiklerini rimelle hacim kazandırıp belirginleştirdikten sonra hafif pembe ruj ile de dudaklarını renklendirdi. Krem rengi fazla yüksek olmayan stiletto ayakkabılarını da ayağına geçirdiğinde içinden belki sonradan Devrim ile buluşma fikri geçiyordu.
Yasemin'e gelmiş fakat kızlara katılmak yerine cama yapışıp dün gecenin analizini yaparken neden Devrim'in mesaj atmayıp aramamasını geçiriyor aklından. Belki de son konuşmalarında onu kızdırdığı içindi?
" Orası senin evin Devrim. Gitmesi gereken onlar... Neden onlara kesin bir cevap vermek yerine evini terk ediyorsun ki?"
Söylediği cümleler beyninde yankılanırken nerede hata yaptığını bulmaya çalışıyor.
" Ne kuzenimi ne de Amcam ve halama kapıyı gösteremem. Anca kendime lafımı geçirip eve gitmem. Bu konuda sadece bana güven ve güzel kafanı yorma. Halledeceğim... "
Devrim'in cümleleri biraz olsun içine su serperken duyduğu Nur'un alaylı sesi ile ona dönüyor.
" Hele haspama bak eskiden karşılıksız seviyordu diye suratını çekiyorduk şimdi de adamı bulmuş yine suratsızlığını çekiyoruz! Kızım kendine gel kendine! "
Nur'un çıkışı karşısında yüzünü asıp dudağını büzerken derin bir nefes alıyor Aysima.
" Emin ol elimde olsa hiç sorun değil, gülerim. Ama özlüyorum ne yapayım. Üstelik daha gitmedi ne Zülal ne diğerleri. Ne olacak inan bilmiyorum ve bu bilinmezlik beni bitiriyor. Devrim desen o konuda ağzını açma diyor kısaca. "
Yasemin'e dönüp ona yönelik konuşan Nur, büyük bir bıkkınlık içindeydi.
"Bu kızı aydınlatmak lazım." diyerek Aysima'nın karşısına geçtiğinde ellerini büyük bir sevgi ile sıcak yanaklarına koyuyor.
"Can parçam, kurban olduğum bak boşuna kendini yıpratıyorsun. Hem bilinmezliği boşver. Eskiden Devrim'in senin olmayacağını düşünüyordun değil mi? Ama şimdi Devrim seninle! Böyle şeylere takmak yerine aşkınızı yaşayın. Hem emin ol zaman güzel şeylerin habercisi olacak."
Nur, genç kızın dolan gözlerini fark ettiğinde hüzün ile dolarken aklına gelen ile sırıtıyor içten içe. Bu ikisinin aşkı ona da malzeme çıkarıyordu.
" Ya sen boşver şimdi bunları, anlatsana tekrar Devrim'in okula gelişini... Seni kendine çekişini."
Yasemin ile kahkahaları yükselirken, Aysima duyduğu son cümle ile kızarıp güldüğünde omzuna vurdu hayretle.
" Bir şey de denmiyor sana!" derken bir kaç gün öncesini bir kez daha hatırlamış, yeni bir heyecan dört bir yanını sarmalamıştı. O an Devrim'in anlamadığı cümlesini Yasemin'e anlattığı zamanki gibi kıpkırmızı kesilmişti. Masaya geçtiğinde ikisinin de gülmesini umursamayarak oturuyor Aysima başı öne eğik halde.
Kahkahaları devam ederken eline aldığı zeytinleri fırlatıp isyan eden kızı umursamadılar bile.
"Sanki sen hiç utanmadın haspam." Nur, sırf Yasemin'e gıcıklık olsun diye anında onu satmıştı. Bu defa ağzı açık kalan Yasemin'di.
"Ama bu saaten sonra utanma da kalmamıştır kız Yasemin." Yine fesatlaşıyor kimseyi umursamayıp gülerken. Aysima'ya bakıp; "Can parçam sen de sonradan bunun gibi olma ha!" masaya oturduğunda iki arkadaşının da kızarışı ile keyifle kuruluyor. Fakat telefonuna baktıkça huzursuzluğu içten içe rahat vermiyordu.
Odada gülüşmeler devam ederken biraz olsun kafası dağılan Aysima, telefonuna çaktırmadan tekrar bakıp sabah attığı, "Günaydın" mesajına cevap var mı diye baksa da gelmeyen bildirime canını sıkmamaya çalışıyordu. Sonuçta yoğun çalışan bir adamdı Devrim.
Yemekleri sona erdiğinde, masa toplama işinden sonra hemencecik mutfağı da hallettiklerinde film izlemek için salona geçerken, kapının çalınması ile Yasemin kapıya gitmiş, onu elinde koca bir gül demeti ile karşılayan Giray'a kocaman gülümserken arkalarında kalan ikili de gülmeye başlıyor. Sözde onu ihmal ettiği için kızıyordu adama. Oysa Giray gerçekten duygulu ve romantik bir adamdı.
Nur yine bütün sivriliği ile bir Giray'a bir Yasemin'e baktığında gözlerini kısarak Aysima'ya döndü. O değil miydi daha az önce Giray hakkında atıp tutan?
" Bizim Yasemin, bu oğlanı hak edecek ne yaptı? Nankör kedi bir de atıp tuttu güzelim abicim hakkında." Sona doğru sırıtıp Aysima'dan bir cevap beklemeden bu defa Giray'a döndüğünde genç adamın ifadesine kahkaha atmamak için kendini zor tutarken, "Ooo hiç yakışmadı mahhalenin ağır abilerinden birinin elinde çiçekler. Bak ne hallere düştüler." Başını iki yana sallarken kaybettik seni Giray'ım der gibiydi yaramaz hali...
Aysima, Giray onlara bakıp rengi değiştiğinde yalandan öksürüşüne gülmemeye çalışarak kısa bir selamlaşmanın ardından vedalaşarak Nur'u da alıp çıkıyor daha fazla utandırmadan. Daha yeni evli çiftin romantik anlarını berbat edecek hali yoktu. Üstelik hala Devrim'den gelmeyen haber iyiden iyiye moralini çökertiyordu en ücra köşelerinde uyuşuk halde yatan tembel hücrelerine kadar. Sözde onun için ayrı bir önemle hazırlanmıştı!
Evden uzaklaşıp kendi sokaklarına yöneldiklerinde Aysima yol boyu sessizliğini koruyan her daim geveze dostuna baktı. Bu pek de hayra alamet bir sessizlik değildi!
" Dökül bakalım. Ne o, bugün sürekli kaçak göçek telefona bakıyordun?"
Arkadaşının her hareketini ezbere bilen Aysima gerilediğini her halinden anlarken ince kaşlarını çatıyor ağır ağır.
" Yalan söylemeye, veya saklamaya luzüm yok. Evet, birşeyler var ama şuan sırası değil. Daha sonra anlatacağım... " Önce neler olduğunu kendim anlamam gerekiyor...
Aysima alayı bir kenara bırakıp ciddi bir şekilde konuşan Nur'a başını sallayıp isteğine saygı duyarken bu kadar ciddi ne olduğunu da merak ediyor içten içe ve kötü bir şey olmamasını diliyordu.
Tekrar sessizlik aralarına kemikten bir duvar oluştururken her ikisi de kendi karmaşık dünyalarına çekilmişlerdi.
Sokakta tanıdık serin hava eserken az ileride top kavgası yapan çocuklara bakıyor Aysima. Körfez resmen huzuruydu. Ya da huzurunun bulunduğu yer... Hele ki kendi sokağı. Yaşamının her anında her bir taşa çocukluğunu, hüznünü, sevincini, aşkını işlediği yer. Ne de muhteşem bir yerdi! Onun ayak bastığı yerlerden geçiyordu her gün sevdikleri. Bir gün hüzünle geçtiği yeri diğer gün mutluluğu ile süpürüp dünden oraya damlayan hüznü yok ediyordu! Az ileride yine penceresine çıkmış gelinine saydıran Hatice teyzeden, çocukların elindeki çikolatayı alıp bastonla onları korkutan yaşlılıktan artık tıpkı bir bebek gibi olan Avni dedeye kadar herkes yüzünde koca bir tebessüm açtırıyordu.
Evinin önüne az bir mesafe kala, bakışları az ileride duran Devrim'e ve yanında ki Zülal'e kaydığında yüzünde açan tebessüm çiçeği üstüne kezzap dökülmüşcesine acıyla solu verdi. Asla ama asla beklediği bir tablo değildi bu!
Sevdiği adam sırtını arabaya yaslamış karşısında onun omzuna, koluna dokuna dokuna hararetle bir şeyler anlatan genç kızdan ayıramadan öylece kalakaldı. Kupkuru dikenli bir yumru boğazında acıtarak büyüyor, gözüne dolan yaşlara engel olması oldukça güç bir hale geliyordu. Devrim'in gerginliğini yüzünün her zerresinde belli olurken neden Zülal'e karşı hala böyle sakin davrandığını anlamıyor ve sinirleri daha çok geriliyordu. Belki de keskin bir çizgi koysa umudunu kesecek ve defolup gidecekti evine! Parmak uçları uyuşurken sabahtan beri nerede olduğu anlaşılmış, kendisi o kadar çağırmasına rağmen mahalleye dönmeyip şuan neden buraya geldiğini deli gibi merak etse de içten içe cevabın karşısında olduğunu söylüyordu sert bir ses. Yine de nefsine yenik düşecek değildi. Her ne kadar canı yansa da kendisine hakim olmayı başarmayı diliyerek Nur'un varlığından aldığı güçle sessiz adımlar atmaya devam etti.
Yanlarına geldiğinde kendisine bakan ikiliye hafif tebessüm etmeye çalışarak cılız bir sesle, iyi günler dileyip cevabı beklmeden geçtiğinde Devrim'in yüzüne dahi bakmamış sadece Zülal'in her zamanki soğuk bakışlarına maruz kaldığını göz ucuyla görmüştü. Nur'la da kısa bir vedanın ardından içeriye giriyordu ki Zehra sultanın sesini duydu.
Neden hep insanın bir an önce kaybolmak istediği zaman bir şey çıkardı? Canı biraz daha yansın diye mi!
Saniyelik bir duraksamanın ardından Devrim'in yardımı ile kapıdan çıkan, ayağı sargılı kadına doğru tebessüm etti içten. Hayatta ondan iyi kalpli bir insan daha yoktu nazarında. Hüznünün acısını ondan çıkaracak değildi.
" Buyur sultanım?" Sesi her ne kadar istemese de kırık çıkmıştı. Ve bunun Devrim'in yüreğine saplandığından habersizdi.
" Sultanın kurban olsun seni yaratana. Biz hastaneye gideceğiz kuzum, sarma hazırladık Emine halanla ama beli ağrıyormuş sana zahmet bir el atsan kuzum?" diyen Zehra Sultan, Zülal'e dönüp pek memnun olmayan bakışları altında, " Zülal de tutturdu geleceğim diye, yoksa o yapardı." diye devam ediyor mahcupça.
Aysima, yorgun yüzünde açan zoraki gülümseme ile çıktığı üç basamaklık merdiveni inip Zehra sultanın karşısında durdu. Kendisine inatla yoğun bakışlar atan adama bakmamaya gayret gösterirken bembeyaz yumuşak yanaklarına birer öpücük bıraktı sevgiyle.
" Yapmam mı hiç?" derken içindeki buruk ses, bir de yemek mi yapacaksın Zülal hanıma, diye fısıldıyor ardından burukluğu katı bir sinire geçerken, ' üstelik o Devrim'in dibinde olup her fırsatı kollarken!' diye devam ediyordu.
Zehra sultanın içini ısıtan bakışlarına karşılık o sesi duymazdan gelerek, vedanın ardından Devrim'in çatık kaşlarına denk gelip aynı şekilde bakarak açık kapıdan içeri seslenerek geçiyor içeri. Kalbinde az buçuk kırıklık taşıyordu, sanki bir kanadı kırık kuşun acısıydı... Nedeni apaçık Devrim'in sabahtan beri yokluğuyla birlikte onu Zülal'in yanında bulması, ve şimdi bile onun yanında olmasıydı.
Bunları düşünmemeye çalışırken mutfağa geçip daha önceden görüp tanıştığı sert çehreli yazmasını kulağının arkasına geçirmiş, komik haline hiç içinden gelmesede saygısızlık etmemek adına gülümseyip selam vererek karşısına oturdu.
Kadının sorduğu soruları cevaplarken, aslında Zülal meselesi olmasa önceden de pek samimi olmasada bir kaç yıl önce daha küçükken gördüğü kadını sevebileceğini düşünüyordu. Sohbeti hoş, komik bir kadındı.
" Demek okuyorsun? Zor değil mi kızım. Kadın dediğin emeğini evine aşına verir. Oturur çocuğunu büyütür mutlu mesut."
Aysima duyduğu sözlerle içten bir şekilde gülümseyip son sarmayı da sarıp, kaynattığı suyu dökmeden dilimlediği limonları ve bir tutam sumağı serpiştirip suyunu da ayarladığında kısık ateşin üstüne koyuyor yemeği. Arkasını dönüp hala bir cevap bekleyen kadına, " Elbette dediklerin doğru hala, fakat bir de şöyle düşün. Okuyunca da evlenip çocuklarını büyütebilir, evine bakabilir kadınlar. Çalışmak sadece erkeğe ait değil ki. Bu da onların omzuna özellikle vurulmuş bir yük. Ona yardımcı olmak, beraber çalışmak,ekmek parasını onunla birlikte kazanmak, çocuklarına beraber bakmak ve çocuklara aldığın eğitim doğrultusunda daha çok yardımcı olabilmek çok daha iyi değil mi? " dediğin de yazmasını düzelten kadın dikkatle dinlemeye başlamıştı. Şüphesiz karşısında saygıda kusur etmeyen bu edepli kızı sevmişti daha ilk görüşte.
" Evlilik demek herşeyin ortak olduğu bir hayatsa; herşeyi beraber yapmalı çiftler. Mesela eşin, para kazanırken senin yaptığın onca ev işi, çocukları büyütmen... Çektiğin kahır... Bunlar gözüne geldi mi? Annemden, etrafımdaki her kadında görüyorum. Cevap hayır! Çalışan eş eve geldiğinde ilk sözü ' siz yatın gezin bende çalışayım!' dır. Asla yaptıklarını görmez. İki kuruş fazla harcasan anında gözüne batar. Öyle değil mi? Fakat kendin de çalışırsan öyle mi? Emin ol öyle olmuyor. Kadınlar erkeği bir eş değil, para kazanma makinası olarak görürken aynı zamanda erkekler de çalışmaları karşılığında evdeki karılarını birer köle olarak görüyor. Bunu yıkmanın yolu da başta eğitim ve eşit şartlar da yaşamak. O zaman her iki taraf için de evlilik daha yaşanılası ve uzun ömürlü oluyor. Sonuç olarak bu ev içindeki huzuru önemli ölçüde artırırken büyütecekleri çocuklara da artı bir mutluluk sağlıyor. Her birey için daha yaşanılası kılıyor hayatı. "
Yaşına rağmen dinçliğini koruyan kadın daha kendinin çeyrek ömründeyken sanki bir çok şeyi yaşamış gibi konuşması ile şaşkınca kalmıştı. Demek ki gerçekten okuyan insanın farkı oluyordu. Bu tabi okumakla değil, yaşadığı hayat ve savunduğu düşünce ve olgunlukla da birleşiyordu. Hayran hayran karşısındaki kızı süzerken aklında yanan ampuller pek de hayra alamet değildi.
" Yaşına göre oturmuş düşüncelerin var kızım. Doğrusu durdurdun beni. Bizim eskilerin düşüncesi farklı. Oğlum Faruk. İlk okul bebelerinin öğretmeni. Tahsilini başarı ile bitirmiş, atanmış Allah'ın izni ile şimdi sırada mürüveti var inşallah. O da sen gibi böyle güzel konuşurdu da, şimdiye kadar aklım almazdı. Okumuş gelin toynaksız ata benzer, hayatın dikenli taşlı yolu onunla sürmez derdim amma görüyorum ki herkes bir değil. Sen pek bir akıllı, maşallah da hamaratsın. " derken fıldır fıldır dönmeye başlayan gözleri ile incecik sardığı sarmalar aklına düştü bir bir.
" Ah, bak telefonuma. Aklım ermez ama fotoğraf olacaktı aç hele bir,göstereyim sana Faruk'umu. "
Aysima kadının varmaya çalıştığı yeri anlamazken içini kaplayan huzursuzluk ile uzanıp telefonu aldı. Saygısızlık olmasa yapmak istemediğini söyleyip çıkardı! Fakat gel gör ki, aldığı terbiye buna müsade etmiyordu. Kadının varmaya çalıştığı yeri anlamadan galeriye girip eline verdiğinde yaşlı kadının heyecanla ekrana bakıp bir kaç saniye içinde açtığı fotoğrafı uzatması ile bakıyor ekrana. Devrim'in güzelim kumral saçlarının aksine ışığı sönmüş simsiyah saçlar, Devrim'in uçsuz bucaksız umutlu gök yüzünü andıran mavi gözlerin aksine saklı ormanların yeşiliydi gözleri. Belki biraz olsun ince biçimli burunları benziyor olsa da adamın koyu renk olan dudakları insanın öpmeye kıyamayacağı sevdiğinin dudağının yanında çürümüş bir et parçası gibi duruyordu. Belki başkasına göre yakışıklı belki de karizmatik görünse de onun gönlünün şövalyesi tek bir adamdı! Ve ondan ötesi gönlüne de gözüne de çirkin ve haramdı!
Titreşen telefonu ile gözünü ekrandan ayırıp, " Rabbim sana bağışlasın hala," diyerek tezgaha doğru döndüğünde telefonuna bakıyor. Bildirim sabahtan beri yazmayan Devrim'den!
" Sardın mı sarmalarını hamarat gelin?"
Her 'gelin' diyişinde bir düğün dernek kuruluyor hayallerindeki uçsuz bucaksız kırlarda. Her yanı papatya, her yanı mutluluk... Ne güzeldi sevdiği adam!
Fakat şimdi bunu dile getiremeyecek kadar kızgındı!
" Bitireli çok oldu. Halan kuzenin Faruk'u met edip, resmini gösteriyor. Onu konuşuyoruz şimdi."
Nasıl deli bir kıskançlığı olduğunu bildiğinden içindeki hırsı atmış olmanın mutluluğu ile sırıtıp gönder tuşuna bastığında kahkaha atmamak için zor tutuyor kendini.
" Aysima, kızım ben bir namaz kılayım. Sana zahmet bekle kızım. Korkarım ben düdüklü tencereden bilemem ayarını."
Aysima duyduğu sözler üzerine yüzünde ki aptal sırıtışı silip dönüyor.
" Allah kabul etsin hala. Sen kıl namazını ben buradayım merak etme. "
Kadın, Aysima'nın az önce ki oğluna karşı ilgisizliğine bozulsa da, utanmış olabileceği düşüncesi ile tekrar tebessüm edip çıkmıştı mutfaktan. O ara yeni gelen bildirim sesi ile canlanan Aysima aceleyle alıyor eline telefonu.
" Ne demek Faruk'a bakıyoruz? Ne diye met ediyor! Derhal evine git! "
Aysima sevgili olmadan önceki öküzün dönmüş olması ile kendini tutamayıp güldüğünde parmakları tıpkı bir piyanonun muhteşem ahenk veren tuşlarına basar gibi basıyor klavyedeki harflere.
" Ne kızıyorsun! Zorla mı oğlunu göster bana dedim? Kadın birden okulu bırak evlen diyerek oğlunu anlatmaya başladı. Üstelik gidemem yemeğim var ocakta. Tutma beni."
Yazdıklarının Devrim'i kudurttuğunun bilinciyle gülmeye devam ediyor. Küçüklüğünden beri Devrim'i kızdırmaktan müthiş bir haz alıyordu. Fakat unuttuğu bir şey vardı ki bu defa herşey farklıydı!
Ne o küçük Aysima'ydı artık, ne de Devrim eskiden sevdiğiyle arasında dağlar kadar sınırları olan adamdı. Sevgili oldukları an herşey bambaşka bir boyut kazanmıştı artık... Ve Devrim bu defa gerçekten kudurmuştu!
Oylamayı ve yorum yapmayı unutmayın ❤️🩷🤍
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
4.6k Okunma |
545 Oy |
0 Takip |
24 Bölümlü Kitap |