
🦋
••••
*Bazı acılar vardı ki, onlar hiç durulmayacak gibi, hep ruhun içinde sallanacak gibiydiler...
••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
Lalin'den:
••••••••••••••
Üzerime sinen at kokusundan arınmak için güzelce bir duş almak adına banyoda almıştım soluğu. Ama garip bir şekilde bu koku beni rahatsız etmiyordu. Atları çok sevmiştim. Galiba bunun asıl sebebi çok duyarlı hayvan olmalarındaydı. Bize bizim hislerimize uygun cevap veriyorlar, onları seversek, onlar da bizi seviyordu... İnsanların çoğu gibi... Tümü gibi diyemeyiz. Çünkü bazen sen seni sevmeyen birini çok sevebiliyorsun...
İstem dışı yüzümde oluşan gülümsemeye engel olamıyordum. O gün beni kırdıktan sonra Pamir bana karşı daha dikkatli olmaya çalışıyordu. Bunu hissettirmemeye çalışsa da ben anlıyordum. Garip bir şekilde benim de hoşuma giden bu durum, bir yandan da beni korkutuyordu. Ona çekilmekten, ona yakınlaşmaktan korkuyordum. O çok farklı bir adamdı. Farklı olduğu kadar yaralı, yaralı olduğu kadar tasalı, dertliydi. Hayatın onu kırdığı gibi, o da hiç düşünmeden insanları kırabiliyordu. Bu yüzden ondan uzak durmalıydım. Kırardı beni. Üzerdi çok. Belki sonra pişman olurdu. Ama yapardı da. Böyle bir adamdı işte. Bunu anlamak için psikoloji okumaya gerek yoktu ki...
Düşüncelerime son vererek duşa kabinden çıktım ve bornozumu giyinerek bana verilen odaya geçtim. Çantama attığım yedek kıyafet olan siyah askılı tulumu alarak üzerime geçirdikten sonra saçlarımı da gelişi güzel kurulayarak pratik bir şekilde ördüm. Ayna da son kez kendime baktıktan sonra odamdan dışarı çıktım.
Benim odamla komşu olan odada kalan Fatih'in odasının önünde durdum ve kapıyı iki kez tıklattım. At sürdükten sonra o da duş alarak odasına çekilmişti. Herkes gibi...
İçerden gir diyen çocuksu sesi duyunca gülümseyerek odanın kapısını açtım ve içeri girdim.
"Gelebilir miyim yakışıklım?" diye sorduğumda gülümser gibi olarak elinde olan iped'ini yatağa bıraktı.
"Tabii ki" dediğinde ben de tam olarak içeri geçtim ve yatağın ucuna oturdum.
"Nasılsın bakalım Fatihciğim?" evet bunu Lalin ablası olarak değil de psikoloğu olarak soruyordum.
"İyiyim, teşekkürler" oy oy nasıl da nazik davranıyor. Yerim ama ben seni.
"Peki, nasıl hissediyorsun? Yani at binmek, buraya gelmek iyi geldi mi sana?" daha net cevaplar almak için, sorularımı da genellemeden çıkararak netleştirmeliydim.
"Aslında iyi hissediyorum. Galiba böyle vakit geçirmek iyi geldi bana. Amcamla at binmek de çok eğlenceliydi." o kadar net ve duygusuz konuşuyordu ki, sanki büyümüşte küçülmüş gibi. Bir de sürekli geriliyor, kendini kasıyor. Yemek bile yerken böyle yaptığı oluyordu.
"Buna sevindim. Seninle biraz rahatlayalım mı ne dersin?" dediğimde kaşları çatılmıştı.
"Nasıl yani?" dediğinde gülümseyerek yataktan kalktım ve dolaptan birer battaniye aldım.
"Şimdi beni takip et bakayım" dediğinde yataktan kalksa da çatık kaşları düzelmemişti. Ah ama amca yeğen kaşlarını çatmaktan erken yaşlanacaklar yahu.
Salondan geçerken salonda Eda ve Barkın'ın film izlediğini gördüm. Bizi fark eden Eda sorgular bakışlarla baksa da, ona dudaklarımı oynatarak seans için deyince başıyla onaylamıştı...
Bahçeye çıktığımızda arka tarafa- kırların daha çok olduğu alana geçerek battaniyeyi yere serdim. Daha sonra kendim ayakkabımı çıkararak battaniyenin üzerine oturdum.
"Hadi bebeğim, yanıma gel" dediğimde o da benim gibi ayakkabılarından kurtularak yanıma oturdu.
"İlk önce derince nefesler alarak rahatlamanı istiyorum" dedikten sonra ben de derin nefesler alarak ona eşlik ettim.
"Aferin, şimdi benimle konuşmanı istiyorum." dediğimde kapalı olan gözlerini açarak bana döndü.
"Ne konuşayım ki?" sorgular gibi yüzüme baktığında saçlarını okşadım.
"Ne düşünüyorsan onu, ne anlatmak istersen onu." yeter konuş. Yeter ki içine atma. İçine ata ata kendi kuytuna çekilme daha fazla bebeğim. Konuş, konuş ki rahatla. İçimden geçirdiklerimi onunla birlikte yenecektik, bundan emindim.
"Bir anı anlatayım mı. Daha önce hep anlatmak istediğim bir anı" dediğinde çok sevindim. Bir şeyleri paylaşmak istemesi çok güzel bir şeydi.
"Anlat tabii, bebeğim" diyerek hafifçe saçlarını okşadım. Bir kaç dakika sessizliğe kapılarak düşündü. Öyle ki bir an anlatmayacak, vaz geçti diye düşündüm. Ama sonra çocuksu sesini duyunca rahatladım.
"Anne ve babamı kaybettiğimde benim 5 yaşım vardı. Yani az kalmıştı doğum günüme öyle. Bir hafta kadar. İşte o doğum günüm anne ve babam olmadan geçti. Ve o günden sonra hep doğum günlerim anne ve babam olmadan geçecekti." diyerek duraksadı. Gözleri doluyordu, ağlayacak kıvama geliyordu ama ağlamıyordu bir türlü. Bir ağlasa o çocuk kalbi az da olsa boşalarak rahatlayacaktı. Sonra derin nefes alarak içimi parçalayan anılarını anlatmağa devam etti.
"İşte o günden birkaç gece önce ben çok kötü bir kabus görmüştüm. Rüyamda anne ve babam beni bırakarak bir daha dönmemek üzerine gidiyorlardı. Nereye gittiklerini soruyordum, ama cevap vermiyorlardı. Rüyadan öyle bağırarak uyanmıştım ki, hem annem hem babam sesime uyanarak odama gelmişlerdi. Annem ne oldu bebeğim diye sorunca. Ben de rüyamı anlattım ağlayarak. O zaman babam bana dedi ki biz seni asla bırakmayız, olur da bir yere gidersek hep sana döneriz" dedi ve yeniden duraksadı. Artık ben gözyaşlarımı saklayamaz olmuştum. Yere bakan Fatih görmesin diye hızla kuruladım gözlerimi. Anlattıkları o kadar acıydı ki bir çocuk için. Sırtında olan yüklerin ağırlığından boynu bükülüyordu bebeğimin.
"O gün onlar gittikten sonra bir daha dönmediler biliyor musun? Altıncı yaşım oldu gelmediler, şimdi yedinci yaşıma da çok az kaldı ama onlar hala gelmediler." dediğinde gerçekten de doğum gününe çok az kaldığını hatırladım. Mayıs'ın ortaları doğum günüydü.
"Ama gelecekler. Çünkü anne ve babalar verdikleri sözleri tutarlar. Tutarlar değil mi Lalin abla?" dolu dolu olan gözlerini gözlerime çevirdiğinde gözlerimden dökülen damlalara engel olamadım diye kendime kızmıştım.
"Bebeğim, bazen büyükler verdikleri sözleri tutamazlar ki. Bu anne ve babalarımız olsa bile." dediğimde hızla ayağa kalktı. Lafımı bitirmeme izin vermeden bağırmağa, kızmaya başladı.
"O zaman neden söz verdiler ki. Tutamayacaktılarsa neden bana öyle dediler?" o kadar yüksek sesle bağırmıştı ki korumalar fark etmişti. Elimle işaret ederek durmalarını söyledim. Ama kesin Pamir'e haber verecektiler. Düşüncelerimi kovarak çocuğa odaklandım. Titreyen ellerini kavradım. Çekmek istese de izin vermedim. Ağlamağı için ben de ağladım. Yanında biri ağlarsa daha rahat ağlayacaktı. Aslında böyle tepkiler vermesi çok iyiydi.
"Bilerek tutmamazlık yapmıyorlar ki kuzum benim. Bu hayatın bir kanunu. Bir gün gelen bir gün gidiyor bu dünyadan. Sen artık büyüdün. Bunları anlayacak yaştasın. Anlamalısın artık. Kabul etmelisin. Onlar öyle bir yere gittiler ki, geri dönemeyecekler." dediğimde artık gözünden yaşlar geliyordu. Ona biraz daha yaklaştım. Arkasında olan Pamir ve Eda'yı fark ettiğimde elimle hızla durmalarını işaret ettim. Bu kadar ilerlemiştik mahvedemezdim.
"Ben anlamak istemiyorum, kabul etmekte istemiyorum. Ben sadece annemi ve babamı istiyorum. Siz neden bunu anlamıyorsunuz?" bu sefer hem hıçkırıyor, hem bağırıyordu. Yaralı kalbinin derinliklerinden dökülen kelimeler kalbime ok misali saplanıyordu. Dolu dolu olan gözlerimizdeki sular durmaksızın akıyordu.
"Anlıyoruz, anlıyoruz seni bebeğim. Ama bazen öyle şeyler oluyor ki biz büyükler bile müdahale edemiyoruz" diyerek konuşmasına izin vermeden onu göğsüme çekerek sımsıkı sarıldım. Bir süre sakince kıpırdamadan gözyaşı döktük ikimiz de. Bize bakan Pamir, Eda ve Barkın da gözyaşlarına hakim olamıyordu. Sonra Fatih bir anda kollarını boynuma dolayarak çok daha fazla ağlamaya başladı. Sanki yeni doğmuş bir bebek ağlıyordu. O kadar içten, o kadar acılı ağlıyordu ki... Dile kolay iki yılın birikmişliği vardı küçücük kalbinde.
"Ben onları çok özlüyorum, çok özlüyorum. Gelmeleri için her şeyi yapardım. Geçen doğum günümde beni bıraktıkları gibi. Bu yıl da geri gelselerdi keşke" öyle içli ağlıyordu ki. Ah ama bebeğim benim. Bu doğum gününde onu mezarlığa götürmeliydim. Bu çok önemliydi katettiğimiz yol için. Ama önce Pamir'le konuşmalıydım tabi ki.
"Biliyorum, bebeğim. Çok özlediğini biliyorum." daha gerçekçi konuşabilirdim ama bugünlük çok ağır olurdu. Zaten anlattıkları bile onun için fazlaydı. Bir süre dahi kucağımda kaldıktan sonra kollarını boynumdan çözerek benden uzaklaştı.
"Uyumak istiyorum" dediğinde Eda'ları yanımıza çağırdım.
"Tamam bebeğim," dediğimde yanımıza gelen Eda Fatih'in elini kavrayarak götürdü. Aslında benimle uyumak istiyordu. Ama dile getirmemişti. Fakat şu an öyle bir durumdaydım ki. Onunla ilgilenemezdim. Zaten henüz erkendi. Biraz dinlenip inecekti aşağı. Gece uyumazdan önce yanına gitmeği aklımın bir kenarına not ettim.
Fatih ve Eda gittikten sonra Pamir Fatih'in az önce oturduğu yere oturmuştu. Dolu dolu olan gözlerimi çimlerden ayırarak gözlerine çıkardığımda onun da ağladığını anlamam uzun sürmemişti. Zira kızarık göz bebekleri onu ele veriyordu. Bense az önce yaşadıklarımızın etkisinden hala çıkamayarak öylece göz yaşı döküyordum.
"İki yıl sonra ilk kez duygularını bu kadar rahat ifade etti. Çok büyük bir iş başardın Lalin" diyen Pamir'in gözlerinin derinliğinde saklanan kedere bakıyordum şu an. Kader'in onların hayatlarına armağan ettiği keder gerçekten çok acımasızcaydı.
"Biliyorum. Ama bu daha başlangıç. Aslında onunla böyle bir seans yapmak beni de çok zorladı" sona doğru sesim boğuk çıkmış, gözyaşlarımı tutamamıştım.
"Şşhh, ağlama" diyen adamla çok şaşırmıştım. Ama ağlamamak elde değildi ki. Başımı olumlu anlamda sallayarak gözyaşlarımı sildim.
"Onunla mezarlığa gitmeliyiz. Ama doğum gününde. Her şeyin başladığı o gün olduğu için. Her şeyi de o gün bitireceğiz. Bitireceğiz derken Fatih'in durumu tamamen kabul etmesi için son seansı orada yapacağım. Sonrası o seansın etkisinden aslı." dediğimde tepkisini ölçmek için yüzünü taradım bakışlarımla. Ama duygularını çok güzel sakladığı için pek bir şey anlayamıyordum.
"Gitmez ki o mezarlığa. İlk başlarda birkaç kez götürmeyi denedik. Ama ısrarla gelmek istemiyor" düşünceli çıkan sesiyle gülümsedim.
"O kısmı bana bırak. Ben bir yolunu bulup onu ikna edeceğim. Senden isteğim yanımda olarak, desteğini eksik etmemen" aslında ne demek istediğimi anlamıştı. İlk kez birlikte vakit geçirmekle ilgili konu açınca olmazın hakaretini etmişti bana. Şimdi böyle bir şeyin yaşanmaması bir nevi tedbir alıyordum. Dediklerim kaşlarını çatmasına yetmişti. Ama ne yapa bilirdim ki. Sonuçta bir kez daha o sözleri duymağı kaldıramazdım ki ben.
"Merak etme, yanındayım" diyerek ayağa kalktı ve benim de kalkmam için elini bana uzattı. Bir kez daha şaşırsam da belli etmemeyi başarmıştım. Elimi bana göre büyük olan eline bırakarak ona tutundum ve ayağa kalktım. Sonra hızla elimi çekerek gülümsedim.
"Teşekkür ederim" derken bir yandan da eğilerek battaniyeyi topladım.
"Önemli değil" diyerek elini önden buyur der gibi salladı. Ben de öne geçince eve doğru ilerlemeye başladık...
Akşam yemeğinde Fatih aşağı inmemişti. Pamir buna kızarak aşağı çağırmak istese de ben izin vermemiştim. Gerçekten biraz yalnız kalmalıydı. Zaten gece onunla tekrar konuşacağımı söylediğim de hala sinirli bakışlar atsa da itiraz da etmemişti.
Yemek sessiz, sakin geçmişti. Bahçe de yaşananlar herkesi derinden etkilemişti anlaşılan. Aslında haklılardı. Ben bile bu kadar etkilendiysem, onları düşünemiyorum bile.
"Sana gerçekten teşekkür ediyorum Lalin. Bugün çok başarılıydın." diyen Eda masada hüküm süren uzun soluklu sessizliği de bölmüş oldu.
"Teşekkür edecek bir şey yok ki. Ben sadece işimi yapıyorum." Dediğimde içten bir şekilde gülümsedi.
"Hayır, mesleği olan herkes işini yapıyor zaten. Sen işine çok bağlısın ve gerçekten çok içten çalışıyorsun" dediğinde yanaklarımın ısındığını hisseder gibi olmuştum. İşimi seviyordum ve işime çok bağlıydım. Ama o kadar içten mi çalışıyordum gerçekten. İşte bunu bilemiyordum.
"Teşekkür ederim." zaten başka ne diyecektim ki. Birinin beni övmesini isteyen biri olmayı, ya da kendi gururumu okşayan sözler sarf etmeği hiçbir zaman sevmemiştim ki ben.
"Şimdi ne olacak peki. Yani bugün olanlar çok büyük ilerleme. Sonrası ne olacak?" dediğinde bardakta olan suyumdan bir yudum içerek konuşmaya başladım.
"Şimdi birkaç seans sakin devam edeceğiz. Ona bugün yaptığı itirafları hazmetmesine zaman tanıyacağız. Sonra yeniden böyle seanslarımız olacak. Son ve en büyük yüzleşmeyi onu mezarlığa götürmekle yapmayı düşünüyorum. Hem de doğum gününde. Bakalım, istediğim gibi ilerlerse çok büyük yol kat edeceğiz Fatih'le" dediğimde Eda da şaşırmıştı.
"Yalnız, mezarlığa gitmeği istemeyebilir. Biz abimle birkaç kez denedik. Ama hep olumsuz yanaştı." aslında ben de gitmek istemeyeceğinden korkuyordum. Ama bir yolunu bularak onu götürecektim.
"Bir yolunu bularak onu götüreceğim. Çünkü mezarlığa gitmesi şart. Ailesinin hayatta olmadığını tam anlamda kabullenmesi için çok önemli. Ayrıca doğum gününde gitmeyi ikna edebilsem çok daha güzel olacak. Her şeyin başladığı gün de doğum günüydü. Her şeyi tekrar düzene de o gün koyacağız" dediğimde başını olumlu anlamda sallasa da, düşünceli bakışlar atıyordu. Galiba dediklerimi kendince tartıyordu.
"Umarım her şey istediğin gibi gider ve yeğenimin sorunları bir an önce çözülür" benim de en çok istediğim buydu zaten.
"Umarım" diye mırıldanınca sohbetimiz bitmiş ve biz de yemeğe kaldığımız yerden devam etmiştik. Yine sessizlik içinde...
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
Akşam yemeğinden sonra Eda ve Barkın birlikte zaman geçirmek için bahçeye çıkmışlardı. Ben de kendime sert bir kahve alarak koltukta oturuyor, ara sıra ağrıyan başımın hafiflemesi için ellerimle şakaklarıma baskı uyguluyordum. Bir yandan da bir az sonra Fatih'le ne konuşacaktım onu kafamda tartıyordum. Yanımda bir hareketlilik hiss edince başımı refleks olarak sağa çevirdim. Ve Pamir'in yanımda oturduğunu gördüm.
"İyi misin? Yüzün yine solgun gözüküyor." Düşünceli bir sesle yüzümü tarıyordu. Sanırım bugün biraz fazla stres yaşamıştım. O yüzden böyleydim. Zira stres bünyeme hiç iyi gelmiyor, hatta bazen bayılmama bile sebep oluyordu.
"Ah evet, iyiyim. Sadece çok hafif başım ağrıyor," dediğimde çatık olan kaşları daha çok çatılmıştı. Zaten hiç bıkma o kaşları çatmaktan. Parmağımı kaldırıp düzeltsem nasıl tepki verir acaba. Düşüncesi bile korkunç. Kızar kesin.
"İlaç falan içtin mi?" diye soran adam fazla mı düşünceliydi? Yoksa bana mı öyle geliyordu.
"Hayır, zaten ilaçlar kullandığım için ekstra ağrı kesici alamıyorum. Yan etkileri olabilir" dediğimde başını onaylar biçimde salladı.
"Fatih'le konuşacak mısın peki?" diye sordu bu kez de fazla düşünceli çıkan ses tonuyla.
"Evet, kahvem bitince çıkacaktım yukarı zaten" dediğimde beni onaylayarak bir şey demedi. Zaten ondan sonra da ben sakince kahvemi içmiş, o da pencerenin önüne geçerek dışarı bakmaya başlamıştı...
Yukarı çıktığımda artık saat 9 buçuk olmuştu. Derin bir nefes alarak Fatih'in odasının kapısını iki kez tıklattım. İçeriden kulağıma dolan çocuksu sesle kapının kulpu aşağı çekip odaya girdim. Fatih sırtı üste yatakta uzanarak öylece bakıyordu.
"Gelebilir miyim?" diye sorduğumda bakışları ben buldu. Anında yatakta oturur pozisyona geçti.
"Gel" diyerek gözlerini kaçırdı.
Yatağın aşağısına oturarak gözlerimi üzerinden ayırmadım.
"Nasılsın bakalım?" dediğimde bakışları benimle buluştu.
"İyiyim" kısa cevaplar veriyordu yine. Ah ama bebeğim.
"Bahçe de olanlar seni nasıl etkiledi" diyerek konuya girdim. Yoksa kendiliğinden hiçbir şey anlatmayacaktı.
"Sanki öyle bağırarak ağlamaya ihtiyacım varmış. Rahatlattı beni." hala tam rahatlamadığının, beynini kemiren düşüncelerden tam arınmadığının farkındayım. Ama başlangıç konuşmamız hiçte kötü geçmemişti.
"Anladım bebeğim. Bu daha başlangıç. Zamanla çok daha rahatlayacaksın" dediğimde yine gözlerini kaçırmıştı.
"Lalin abla" aniden bana seslenince şaşırmıştım.
"Efendim canım" dedim gülümseyerek. Bir şeylerden çekiniyor gibiydi.
"Bana kızdın mı?" dediğinde daha da şaşırmıştım. Neden böyle düşünüyordu bu çocuk şimdi.
"Neden sana kızayım ki?" dediğimde bir kez daha gözlerini kaçırmıştı. Gözlerime bakmaya utanıyordu galiba.
"Hani bahçede bağırdım ya sana. O yüzden işte" dediğinde gülümsedim. Şimdi anlaşılmıştı bizim paşanın derdi.
"Tabii ki kızmadım. Aksine duygularını benimle paylaştığın için mutlu bile oldum." dediğimde o da gülümsedi.
"Gerçekten mi?" çocuksu bir edayla sorunca yanaklarını okşadım.
"Gerçekten" dedim. Gülümsedi. Bu kez gülüşü çok içtendi. Gözlerine kadar ulaşmıştı.
"Bana kitap okur musun?" masum masum bakışlar atarak sorduğu soruya nasıl hayır diyebilirdim ki?
"Tabii ki. Hangisini okuyayım" kitaplarından bir kaçını buraya getirmişti.
"Alice harikalar dünyasında" dediğinde ayağa kalkarak çalışma masasından dediği kitabı seçtim. Geri dönerek yatağa oturmak istediğimde benim için yer açınca yanına uzanmamı istediğini anladım.
İsteğini yerine getirerek yanına uzandım ve kitabı okumaya başladım....
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
Başımın üzerinden bizi izleyen bir çift göz hissedince rüyadan ayılmıştım. Gözlerimi kırpıştırarak kendime geldiğimde göğsümdeki ağırlıkla başımı aşağı saldım. Fatih başını göğsüme yaslamıştı. Ah ama ya kitabı okurken burada uyuya kalırsam, olacağı buydu işte. Sonra başımı yukarı kaldırarak kapıya taraf baktığımda Pamir'in duvara yaslanarak bizi izlediğini fark edince yerin yedi kat derinine girmek istedim. Çok farklı ve derin bakıyordu. Anlamını kestiremediğim bakışlar...
Fatih'i sarsmamaya özen göstererek kafasını göğsümden ayırdım ve yastığa bıraktım. Hala elimde olan kitabı kapatarak komodinin üzerine bıraktım ve ben de ayağa kalktım. Odadan çıkınca o da beni takip etti. Odanın kapısını kapatarak Pamir'e baktım.
"Kitabı okurken uyuya kalmışım. Kusuruma bakma" gözlerimi kaçırarak yapmıştım açıklamamı. Gerçekten utanıyordum çünkü.
"Önemli değil" demişti sadece. Çoğu zaman söylediği gibi. Bir süre sessizce bir birimize baktık. Sonra bu durumun uzanması beni rahatsız edince arada oluşan sessizliği bozdum.
"İyi geceler, o zaman" dediğimde
"İyi geceler" diye karşılık vermişti.
Ben de daha fazla oyalanmadan uyumak için odama geçmiştim. Böylesi yorgun ve duygu yüklü günden sonra uyku çok iyi gelecekti...
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
🦋
••••
9.cu bölümün de sonuna geldik.
05.09.2020
Umarım beğenirsiniz.
Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen.
Keyifli okumalar💚💚💚
Sağlıcakla kalın🦋🌺
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |