
Medya : Cengiz Özkan - gitti canımın cananı
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
🌺
•••••
*Gitti canımın cananı..
Ay le canım, vay le canım, uy canım..
Beni bıraktı yaralı..
Mihricanım, vay le canım, uy canım..
Beni bıraktı yaralı..
Mihricanım, vay le canım, uy canım..
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
Efsa'dan:
•••••••••••••
Hayat kendi akışında ilerliyor, biz istesek de istemesek de bir şekilde o akışa kapılarak, yaşarken buluyoruz kendimizi.
İyi şeyler de oluyor, kötü şeyler de...
Bazen çok mutlu oluyorsun, hani derler ya zaman su gibi aktı, diye işte öyle. Bazense o kadar gergin, o kadar acılı oluyorsun ki bir türlü akmak bilmiyor zaman, donuyor sanki...
Fakat, gerçek şu ki, akış hep kendi akarında, ne mutlu olduğunda su gibi akıyor, ne de dertli olduğunda duraksıyor...akıyor, kendi akışıyla zaman...kapılıp gidiyorsun o akışa istesen de istemesen de...
Derince iç çekerek camdan bakmaya devam ediyordum. Akış yaza doğru ilerlediği için hayat canlanmaya başlamıştı.
Ağır ağır başımı arkaya çevirerek ilk önce komodinin üzerinde olan saate baktım. Henüz 6 buçuktu.
Ardından gözlerim ağır ağır yatakta benim yastığıma sarılarak uyuyan adama kaydı. Kocaman adam yastığıma sarılarak uyuyordu. Bu görüntü içimde bir şeylerin erimesine sebep olacak cinstendi.
Onunla aramızda olan bağ her geçen gün biraz daha derinleşiyorken, ona olan hayranlığım da gittikçe büyüyordu. Bana karşı çok saygılı, şefkatli davranması kendimi çok değerli hissetmeme sebep oluyordu. Mesela her ne kadar aşkımızı itiraf etsek de, artık bazı şeyleri aşsak da, hâlâ onunla gerçek karı koca hayatını yaşamıyorduk. Onu bırak dudağımdan bile öpmemişti. Beni asla zorlamayacağını da çok iyi bildiğim için Allah'a bir kez daha onu benim karşıma çıkardığı için şükür ediyordum.
Yine kocaman bir iç çekerek cama çevirdim başımı, yeniden bakmaya başladım dışarıya. İçimi kaplayan rahatsız edici huzursuzluğun eşliğinde. Tüm geceyi hiç uyumamış, haliyle de yarın erkenden uyanmıştım. Sebebi ise nedenini bilmediğim bir huzursuzluğun kaplamasıydı içimi. Böyle daralıyordum sanki, kocaman ve ferah odaya sığamıyordum.
Bunun nedeni belki de dün babamın yanına gitmeyişimdi, çünkü hastanede olduğu bu iki haftalık süreçte sadece üç gün gitmemiştim yanına ki biri dündü. Midem fazla bulandığı, ara sıra baş dönmelerim olduğu için gidememiştim.
Belki de içimde olan huzursuzluğun sebebi bugün babamın yurt dışına gönderdiğimiz tahlillerin cevaplarının gelmesiydi. Doktor pek umut yeri koymasa da, Yaman ısrar ederek göndermişti tahlilleri.
Doktor babamın iyileşme durumunda kendisinin psikolojik durumunun da büyük etki ettiğini söylemişti. Fakat babam o kadar çökmüştü ki, ruhsal olarak iyileşme sürecine giremiyordu bile. Ve bunun sebebi de net olarak bendim. Başıma gelenleri kaldıramıyordu babam...
"Ne düşünüyorsun?" bir anda karnımda birleşen güçlü kollar sırtımı göğsüne yaslayınca dolgun dudaklar yanağıma öpücük kondurmuş, sakallarının beni huylandırmasına izin vermişti.
Uyku mahmuru çıkan sesi yüzümde tebessüm oluştururken başımı sol omuzuna yatırdım ve hafif çevrilerek aşağıdan yukarı güzel yüzüne bakmaya başladım.
"Öylesine dalmışım," diyerek mırıldandığımda parmak uçlarımı karnımda birleşen ellerinin üzerinde okşar gibi gezdiriyordum.
"Emin misin öylesine daldığına?" verdiğim cevaptan tatmin olmayarak huysuzlandığında gözlerini kısarak maviliklerime bakıyordu.
"Hıhı" diye ses çıkardığımda kafamı kaldırarak beni kollarının arasında döndürmüş, karnımda olan ellerini belime yerleştirerek yüz yüze kalmamızı sağlamıştı. Fakat aramızda oluşan mesafesizlik yanaklarımın kızarmasına, sertçe yutkunmama sebep oluyordu. Nefesini yüzümde hissediyordum, azıcık eğilse dudakları tenimi saracaktı.
"Ben pek emin değilim ama, sen öyle diyorsan," dediğinde istem dışı başımı yukarı kaldırarak ona bakmıştım. Fakat anında pişman olmuştum. Çünkü iyice yakınlaşmamızı sağlamıştım.
"Gerçekten önemli bir şey yok, öylesine olanları, babamı düşünüyordum." Diyerek hafifçe gülümsediğimde başını olumlu anlamda sallamıştı. Fakat iyice koyulaşmış koyu kahveleri gülüşme takılı kalmış, dudaklarımdan ayrılmıyordu bir türlü.
Ah tanrım, beni öpmek mi istiyordu yoksa?
"Seni öpmek istiyorum," sanki aklımı okuyormuş gibi fısıldayışıyla sert soluğu dudaklarıma çarpmış, titrememe neden olmuştu.
Ağır ağır dudaklarımdan gözlerime tırmanan gözleri onay bekler gibi baktığında, ne yapacağımı bilememiştim. Karmakarışıktım. Hazır mıydım? Hiçbir fikrim yok.
Onunla öpüşmenin vereceği hissi deli gibi merak ediyordum aslında, fakat....bilmiyorum işte, çok karışıktım.
"Benn..." saniyeler sonra gözlerimi kaçırarak verdiğim cevapla hafif irkilmiş ardından belimde olan ellerini gevşetmişti.
"Özür dilerim güzelim, bir an kendimi kaybettim. Unut bunu tamam mı?" diyerek hüzünlü bakışlarını gözlerimden çekmiş, kollarını da bedenimden ayırarak beni kocaman bir boşluğa yuvarlamıştı.
Verdiğim tepkiyi yanlış yorumladığını anladığımda anlık gelen cesaretle elinden kavrayarak onu kendime döndürmüş, hiç beklemeden parmak uçlarımla yükselerek dudaklarımı dudaklarıyla kavuşturmuştum. Sorgulamayı, utanmayı bir süreliğine erteleyerek yaptığım şeyden sonra öpmemiş öylece beklerken kısa bir afallama yaşayan adam hızla kendini toparlayarak alt dudağımı kavramış, öpüşüme karşılık vermeye başlamıştı. Eliyse az önce ayrıldığı yeri, belimi tekrar kavramıştı.
Dudaklarımda can buluyormuş gibi istekli öpüşüne beceriksizce karşılık vermeye çalışıyordum. Ona ayak uydururken hiç pişman olmadığımı fark ederek mutlu olmuştum.
Nefes nefese kalmış bir şekilde dudaklarımdan koptuğunda nefesimi düzene sokmaya çalışırken kıpkırmızı olan yanaklarım işimi çok zorlaştırıyordu. Gözlerimi ise ısrarla gözlerine çıkarmıyordum. Daha doğrusu çıkaramıyordum.
"Kaçırma gökyüzümü benden," şefkatli sesiyle yanaklarımı kavradığında içi gülen gözlerini gözlerime çıkarmıştı. Hafif tebessümle yüzüne baktığımda o nadiren gözüken kocaman gülümsemesini sunmuş, ardından dudaklarını alnıma bastırmıştı.
"Teşekkür ederim meleğim, dudaklarında can suyu bulmama izin verdiğin için..." içimi titreten sözünden sonra gülümsediğimde o dudaklarıma tekrar bir öpücük kondurmuştu. Bu kez kısa ve şefkatli bir öpücüktü. Bir nevi teşekkür niteliğinde...
•••••••••
Genelde sessiz devam eden kahvaltı faslında bir ara Demir'in aramasıyla ortam neşelenmişti. Özellikle Reyhan anne çok mutlu olsa da, arama nedenini öğrendiğinde biraz yüzü asılmıştı. Zira bu hafta sonu dönmeli olan Demir, birkaç hafta daha kalması gerektiğini söyleyince özlemden yanıp tutuşan ana yüreği ağırlaşmıştı haliyle...
Bense ağzıma attığım birkaç lokmanın midemi alt üst etmesiyle cebelleşiyordum desem yeridir. Sanki midemin içini karıştıran bir kaşık vardı.
Belki geçer umuduyla bir yudum çayımdan aldığımda genzimden mideme ulaşan sıcaklık oraya daha varmamış beni iyice alt üst etmişti.
Biraz daha burada kalırsam öğüreceğimi anladığımda hızla masadan fırlayarak merdivenleri hızla çıkmış, banyoya doğru koşmuştum. Elimse çoktan dudaklarımın üzerini kapatmıştı.
Kendi odamızın içinde olan banyoya girdiğim gibi kapıyı bile kapatamayarak klozete doğru koşmuş, hafif eğilerek öğürmeye başlamıştım. Şiddetli öğürmelerim gözlerimi sulandırırken, boğazımı acıtıyordu. Fakat midem boşalmaya başlayınca rahatlıyordum da.
"Efsa, iyi misin?" oluk oluk kustuğum sırada tam yanımda belirerek bir eliyle belimden destek olan, diğer eliyle saçlarımı toplayan adam Yaman'dan başkası değildi.
Sonunda içimde ne var ne yok çıkardığımda ağır hareketlerle doğrulmuş, başımı Yaman'a çevirerek belli belirsiz sallamıştım. Gözlerimden benden bağımsız dökülen damlaların nedeniyse kesinlikle berbat ruh halimden kaynaklanıyordu.
"Tamam güzelim ağlama, geçti," beni yatıştırmak ister gibi çıkan sesiyle konuştuğunda dermanı kesilen bedenimin tüm yükünü omuzlanarak musluğa taraf ilerletmiş, avuç içine doldurduğu suyla hiç iğrenmeden yüzümü yıkamıştı.
"Biraz daha iyi misin?" Birkaç kez aynı işlemi tekrarlayarak yüzümü, ağzımı yıkadıktan sonra sorduğu soruyla bakışlarımı aynada olan yansımasına çevirmiştim. O da benim yansımama baktığı için gözlerimiz aynada kesişmişti.
"İyiyim" hafif kısık sesle dediğimde diş fırçam ve macuna uzanmıştım. Kesinlikle tamağımda olan acı tadın gitmesi için dişlerimi fırçalamalıydım.
Yaman da bana müsaade ederek saçlarımın arasına dudaklarını bastırdıktan sonra kokumu içine çekerek şefkatli bir öpücük kondurmuş, ardından banyodan çıkmıştı...
••••••••••
Araba artık bana çok tanıdık gelen hastane bahçesinde durduğunda içten içe hüzünlenmeme engel olamıyordum. Bir tarafım bunu hamilelik duygusallığına bağlarken, diğer tarafım bugün belli olacak sonuçlara bağlıyordu. Fakat her iki yanımda içten içe kötü bir şeylerin olmaması için dualarını ediyordu.
"Güzelim neyin var senin? Sabahtan çok dalgınsın," camdan hastane binasına bakan bakışlarımı Yaman'a çevirdiğimde ilgiyle yüzümü turlayan kahveliklerinin hedefi olmuştum.
"Bilmiyorum, içimde bir sıkıntı var," sonunda onunla paylaştığımda az da olsa rahatlamıştım. O ise derince iç çekmişti...
"Sıkma canını. Olumsuz düşüncelerle etkileme kendini. İyi düşün ki iyi olsun" aslında sadece teselli ediyordu, ses tonu da onu ele vermişti. Zira iyi düşünmekle asla iyi olmuyordu...Yıllardır olmadığı gibi...
Belli belirsiz başımı salladığımda hafifçe gülümseyerek arabadan inmiştim. Birkaç büyük adım sonrası yanımda beliren Yaman da elimi kocaman avuç içini içine hapsettiğinde girişe yaklaşmıştık bile.
Hastaneden içeri girdiğimizde saat on bir buçuk civarıydı. Yüreğime çöken hüznün etkisiyle tanıdık olan hastane koridorunda yürürken Yaman'ın koluna tutunarak tüm ağırlığımı ona vermiştim. O da hiç gocunmadan belimden kavrayarak bana yardımcı oluyordu.
Babamın tanıdık olan odasından içeri girdiğimizde odanın boş olmasıyla gözlerim kararmış, kulaklarım uğuldamaya başlamıştı. Oda neden boştu Allah'ım?
"Yaman....babam nerede? Nerede babam?" can havliyle bağırdığımda aşırı korku yüzünden gözlerimden sicim gibi yaşlar dökülüyordu bile.
"Sakin ol güzelim, sorarız şimdi" dediği gibi elimi kavramış ikimizi de odadan çıkarmıştı.
Koridor boyu ilerlediğimizde babamla ilgilenen hemşireyi gördüğümde hemen önüne atlamıştım.
"Babam nerede? Neden odasında değil?" hiç beklemeden sorularımı sıraladığımda tırnaklarımı avuç içime bastırıyordum.
"Yaklaşık yarım saat önce atak geçirdiği için acilen yoğun bakıma alındı babanız. Şimdi ekip ilgileniyor," dünyam başıma çökmüştü hemşirenin ağzından çıkan her kelimeyle... Tanrım, babama bir şey olmasın ne olur.
"Baba...babamm...ne olur sana bir şey olmasın," diyerek hıçkırdığımda başımı Yaman'ın göğsüne bastırarak, gözyaşlarının gömleğini ıslatmasına neden olmuştum.
"Güzelim, canımın içi yapma böyle," daha çok ne diyeceğini bilmez halde konuşan adam bir eliyle beni kendine bastırıyor, diğer eliyle saçlarımı okşuyordu. Dudaklarıysa çoktan tepeme kavuşmuştu.
"Babama gidelim, lütfen," dermansız bir şekilde hıçkırdığımda bedenlerimizi ayırarak beni belimden kavramış, artık tanıdık olan yoğun bakım ünitesinin olduğu yere doğru ilerletmeye başlamıştı...
İçimde varlığını sürdüren sıkıntımın sebebi aşikar olmuştu...Babam...
Ona bir şey olursa ne yapacağımı kestiremiyordum.
Oysa ne umutlarla gelmiştim bugün buraya, içimde olan onca sıkıntıya rağmen umut etmiştim. Belki yurt dışından olumlu cevap gelir de, babam sağlığına kavuşur diye umut etmiştim. Fakat karşılaştığım durum, aniden içine yuvarlandığım çukur beni hüsrana uğratmıştı.
Dakikalar birbirini kovalıyor, ben çaresizce yoğun bakımın camına yaslanmış, doktorların babamla uğraşmalarını izliyordum. Kulağımdaysa doktorun söyledikleri yankılanıyordu. Bir atağa daha dayanamaz demişti yorgun ruhu...
Ya dayanamazdıysa? Ya gerçekten beni bırakıp giderse, ben ne yapacaktım?
Lütfen onu bana bağışla Allah'ım, içimde esen minik umut kırıntılarını savurma ne olur...
En kötü anımda bile umudunu kaybetmemeyi sen öğrettin bana babacığım. Her şeye rağmen yaşama tutunmayı sen öğrettin babam.
Bu yüzden zaten her şeye rağmen ayakta durmak için çabalıyorum ya.
Şimdi sen tutun hayata babam, lütfen bırakma beni, gitme....
Beni bir kez daha çaresizlikle baş başa bırakma tanrım... yalvarıyorum sana...
"Babama bir şey olmasın lütfen, ben nasıl yaşarım onsuz?" tırnaklarımla cam pencereyi sertçe çizerken hıçkırıklarım asla durmuyordu.
Yaman da benim kadar çaresizlik içinde sırtımı sıvazlayarak bana destek olmak dışında bir şey yapmıyordu. Yapamıyordu biliyordum.
O da biliyordu baba acısının ne demek olduğunu. Belki de bu yüzden teselli etmiyordu beni, edemiyordu.
Umut rüzgarlarının uçuştuğu ortamda, keder kasveti daha ağırdı. Zira umudum bile tükeniyordu artık.
Çünkü ben umut etmeyi bırakmıştım galiba. Edemiyordum artık umut...
Aniden doktorlar iyice telaşlanınca babamın durumunun düzelmek yerine kötüye gittiğini anlamıştım.
"Hayır, bir şeyler oluyor, olmasın ne olur, hayır..." sayıklar gibi titrediğimde hemşirelerden biri odadan fırlamış, koşarcasına bir yerlere gitmişti.
"Yaman, bir şeyler yapsınlar, ne oluyor, hayır hayır," silkeleniyor, titriyordum. Yaman beni tutmasa halim berbat olacak, yeri boylayacaktım.
Kısa süre sonra birkaç kişi de çıkan hemşireyle birlikte odaya geçtiğinde artık her şeyin iyice çıkılmaz olduğunu anlayarak yere çökmüştüm.
Bacaklarımı kendime çekerek, kafamı dizime yasladığımda titreyerek ağlamaktan başka bir şey yapamıyordum.
"Efsa'm..." diyerek omuzumdan bana sarılan adama dönmemiştim. Çünkü aklımda da ruhumda da sadece babam ve onun minik mavi gözlü prensesi vardı.
Ne kadar vakit öylece yerde ağladığım bilmiyorum, ayağa kalkmama neden olan şey doktorun dışarı çıkması olmuştu.
Ayağa fırladığım gibi soluğu doktorun karşısında aldığımda cam tarafa bakmaya korkuyordum, bakamıyordum bir türlü.
"Durumu nasıl?" kekeleyerek sorduğum soruyla doktor maskesini yüzünden indirmiş, başını olumsuzca sallayarak dünyamı karartmıştı. Bacaklarımın dermanı kalmamıştı artık. Omuzlarım yükümü taşıyamıyordu artık.
"Başınız sağ olsun, hastayı kaybettik," demişti doktor, beni nasıl bir enkaza çevirdiğinden bir haber.
Ağır ağır bakışlarımı cama taraf çevirdiğimde ilk önce açık olan gözleri kapatılan, ardından yüzüne beyaz örtülerek bağlandığı makinelerden ayrılan babamı gördüğümde kalbimin ortasına öyle bir ağırlık çökmüştü ki, bunu asla anlatamazdım. Bunu yalnız yaşayan bilirdi.
"Baba..." diye o kadar kuvvetli bir şekilde bağırmıştım ki, acıklı sesim hastane koridorunda yankılamıştı.
"Neden baba?" diye bir kez daha bağırdığımda gözyaşlarım asla durmuyordu. Bacaklarım beni taşıyamayarak yere doğru çöktüğümde aşinası olduğum kuvvetli kollar bir kez daha beni yakalamış, ağırlığı sırtlanmıştı.
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
(Bir hafta sonra):
Diyordum ya sen ne kadar dayanamam, nasıl yaşarım dediğin şeylere bir şekilde katlanıyor, bir şekilde o yaşayamam dediğin acılarla da yaşıyorsun diye.
İşte ben bunu bir kez daha anlamıştım, hayat bir kez daha bana çok güzel anlatmıştı yaşayamam dediğim şeyle de yaşamayı.
Babamı kaybettim ben, çocuk ruhum yaralandı, yetim kaldı. Annem gittiğinde ben annesiz olsam da kendimi ne yetim, ne öksüz, ne de eksik hissetmiştim. Bir yanım buruk olsa da, bu hislerin hiçbirini yaşamamıştım. Çünkü babam izin vermemişti yaşamama, tüm sevgisiyle beni sarmış, sıcaklığıyla ruhumu ısıtmıştı hep.
Şimdiyse öksüzdüm ben, yetimdim de...
Kimsesizdim artık. Babam yoktu çünkü. Her şeyim olan adam yoktu artık. Gitmişti, ona asla ulaşamayacağım kadar uzaklara gitmişti...
Öldüğü günün yarını onu vermiştik kara toprağa... halam onu da beklememizi isteyince böyle yapmıştık. Zaten bulduğu ilk uçakla atlayıp gelen halam da çok perişandı.
Hiç bilmediği, asla bağlılığı olmadığı topraklarda uğurlamıştık onu son menzile. Garip gibi... garibandı zaten. Canım babam, yufka yüreklim...o güzel kalbin bu yaşadıklarının hiçbirini hak etmiyordu.
Bir de kalbimi dağlayan bir şey de gözlerinin açık gitmesiydi. Doktorlar şok uyguladıkça aniden açılan gözleri kalbi durduğunda bile kapanmamıştı. Bu dünyadan gözleri açık gitmek varmış benim babamın kaderinde... çok canım yanıyordu çok...kavruluyordum, kül oluyordum, sonra tekrar küllerinden doğuyor, tekrar alışarak yanıyordum.
Babam yaralı ruhumu öyle bir kanatmıştı ki, o kan zamanla azalsa da, asla tamamen durmayacaktı. Bunu çok iyi biliyordum.
Dile kolay bir hafta geçmişti ölümünden, toprağa gömülmesinin üzerindense altı gün...
Her gününün kavrurlarak, yere göğe sığamayarak bir geçen bir hafta...
Hiç kimseyle konuşmuyor, odamıza bile gitmiyordum. Buraya ilk gün geldiğimde benim için verdikleri odadan dışarı çıkmıyor, tazı için gelenleri bile karşılamıyordum.
Bomboştum, boşluktaydım çünkü. Toparlanamıyordum bir türlü.
Kapının açılmasını duysam da asla başımı kaldırarak bakmıyordum. Bazen Yasemin abla ve Reyhan anne gelerek yemek getiriyor, beni teselli ediyorlardı, fakat cevap almadan da gidiyorlardı. Bazen hâlâ burada kalan halam geliyordu. Sık sık Aleyna giriyordu yanıma, Yaman girerek benimle konuşmaya çalışıyordu, fakat asla tepki bile vermemem onu da çıldırtıyordu.
Bunca insanın içinde kendimi yalnız, kimsesiz, yuvasız, buz gibi, bomboş hissediyordum. Babam yoktu onca insanın içinde çünkü, bir daha da olmayacaktı.
Kapının yeniden açılmasıyla duyduğum adım sesleriyle bile başımı kaldırmamıştım, yalnız oturduğum koltukta olan boşluğa oturunca anlamıştım gelenin halam olduğunu.
"Efsa'm, güzel kuzum benim," halamın titreyen sesiyle yanaklarımı kavramasıyla bakışlarımı ağır ağır ona çevirmiştim. Parmakları gözyaşlarımı kuruluyordu, oysa ben ne zaman ağladığımı bile hatırlamıyorum, gerçi hiç durmuyordu ki o yaşlar...
"Seni böyle görmek beni kahrediyor yavrum, ağabeyimin acısı bile bu kadar etkilemiyor beni," dediğinde yalan dediğini biliyordum, babamın defin gününde ağlamaktan bitap düşen halam sonunda kendinden geçmişti.
"Yapma böyle yavrum, biliyorum çok zor bir durum, ama böyle odaya çekilerek kimseyle konuşmayarak, yemek yemeyerek, tüm günü ağlayarak geçirmekle baban geri gelmeyecek ki." Haklıydı, gelmeyecekti babam bir daha...
"Kendini toparlamalısın canımın içi, karnında senden olan bir parça var, onu ne kadar etkiliyorsun farkında mısın?" dediğinde zaten hafif belirgin olan karnıma sardığım kollarımı istem dışı daha da sıkmıştım.
"Benim gitme vakitim de geldi, seni böyle bırakarak gitmek hiç içime sinmiyor, toparlan benim güzel kızım. Baban seni böyle görmeyi asla istemezdi. Onun için, bebeğin için, Yaman için, benim için... toparlan. Kendine gel Efsa, yapma artık böyle" dedikten sonra beni sinesine çekerek sımsıkı sarılmış, tepeme anne şefkatiyle bir öpücük bırakmıştı. Bense ağlamaktan başka bir şey yapamıyordum.
"Gidiyorum ama yine geleceğim, o zaman seni toparlanmış görmek istiyorum yavrum tamam mı?" dediğinde hiçbir şey demeyerek, başımı olumlu anlamda sallamıştım. Fakat nasıl toparlanacaktım hiçbir fikrim yoktu.
Dudaklarını önce alnıma, ardından her iki yanağıma bastırdıktan sonra oturduğun yerden kalkan halam bir süre bana baktıktan sonra odadan çıkmıştı. Kalkıp sarılmadım, vedalaşmıştım. Çünkü hiçbir şey yapacak gücü bulamıyordum kendimde...
Akşama kadar yine asla odamdan çıkmamıştım, bir kez Yasemin abla, bir kez de Aleyna gelse de, benden bir tepki alamadıkları için gitmişlerdi...
Şimdiyse yine ben oda ve sessizlikti. Sadece ara sıra kopan hıçkırıklarım duyuluyordu odada...
Aniden kapının sertçe açılmasıyla başım istem dışı kalktığında Yaman'ın tüm heybetiyle odaya girdiğini görmüştüm.
Gelerek yanımda olan boşluğa kurulduğunda çatılı kaşlarının altından bana bakıyordu.
"Yetmedi mi kendine de, bebeğine de, bana da ettiğin zulüm?" diyerek direk konuya girmesiyle, onunda herkes gibi sabrının kalmadığını anlamıştım. Bir haftadır yaptığım gibi yine tepkisiz kalmıştım dediklerine.
"Yapma güzelim, atma bu kadar içine, bağır, çağır, ağla, yakar, isyan et, ama böyle kendine eziyet etme." Dediğinde belki cevap veririm umuduyla gözlerimin en derinine bakıyordu. Fakat tepki veremiyordum, sadece göz yaşı dökerek, boş boş bakıyordum.
"Hani yaralarını sarmama izin vermiştin? Hani birlikte saracaktık yaralarımızı? Anlıyorum güzelim seni, en iyi ben anlıyorum, çünkü yaşadım o hisleri," dediğinde boğuklaşan sesiyle duraksamıştı.
"Ama sen böyle yaptıkça, aramıza dağlar koydukça ben kahroluyorum, lütfen konuş benimle artık, göğsümde ağla, rahatla... bağır çağır, ama tepki ver," dediğinde omuzlarımdan kavrayarak beni hafifçe sarsıyordu.
"Kendine gel artık Efsa, baban ister miydi böyle olmanı? Bir haftadır ölüden farkın yok güzelim, lütfen konuş artık, bir şey söyle" diyerek daha şiddetli sarstığında hiçbir şey yine demedim. Veremiyordum cevap. Galiba alışmıştım sessizliğe.
"Efsa," diyerek beni ayağa kaldırdığında omuzlarımdan sararak daha çok sarsmıştı yorgun bedenimi.
"Hadi canımın içi, konuş artık, akıt içinde olan zehri"... sesi artık iyice sabırsız çıktığında ben yine konuşmamıştım.
"Beni kendinden böyle uzaklaştırmana dayanamıyorum, anlıyorum seni, çok zor günler geçiyorsun, ama inan bana çaresi böyle davranmak değil. Acılarına ortak olmama izin vermiyorsun be güzelim," dediğinde artık onunda gözleri dolu doluydu. Bense yoktum sanki, Efsa yoktu artık. Bomboş bir bedeninin içinde yaralı bir ruh vardı sadece.
"Hadi konuş artık, konuş. Konuş Efsa, tepki ver artık.." diyerek sesini yükselttiğinde tekrar beni sertçe sarsmıştı. Bir süre beklemiş, hâlâ tepki vermediğimi gördüğündeyse hayal kırıklığı barındıran bakışlarından atarak, ellerini omuzlarımdan indirmişti.
Son kez yüzüme kırgın ve sinirli bakışlarıyla baktıktan sonra, kapıya doğru ilermlemişti.
Odadan çıktıktan sonra kapıyı o kadar sert çarpmıştı ki, yerimde sıçramıştım.
Fakat, hıçkırarak koltuğa çökmekten başka da bir şey yapamamıştım.
Yorgun ve yaralıydım...çokça...
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••
🌺
•••••
Öncelikle bu kadar beklettiğim için özür diliyorum, ardından yeni yılınızı kutlayarak, sağlıklı ve huzurlu bir yıl diliyorum...
Evet, 17.ci bölümün sonuna geldik.
01.12.2021...
Bölümle ilgili fikirlerinizi buraya alayım lütfennn...
Vote ve güzel yorumlarınızı eksik etmeyin lütfen...
Sağlıcakla kalın🥰
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |