20. Bölüm

🍃Bölüm~18🍃

Parvin Ağardan
papatyahikayeleri

Medya: Koray Avcı ~ Aşk sana benzer
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

🌺
••••••

* Aslında hayatın en güzel anı; Her şeyden vazgeçtiğinde seni hayata bağlayan birinin olduğunu düşündüğün andır...
(Balzac)
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

Efsa'dan:
••••••••••••

Öylece çöktüğüm koltukta titreyerek ağlıyordum. Sonunda onu da bıktırmıştım. Ben ve bitmek bilmeyen sorunlarım, acılarım. Oysa henüz yirmi bir yaşındaydım. Ruhumsa doksana çoktan ulaşmıştı. Hatta yerin dibine girmek için can atıyor gibi bir hali vardı ruhumun.

Derince iç çekerek bir süre ağladım sadece. Günlerdir yaptığım tek şey buydu. Fakat buna alışarak yaşayacaktım biliyordum. Şimdiye kadar olanlar gibi... şimdiye kadar başıma gelenler gibi.

Her şeyden vazgeçerek intihar girişimine girdiğim anda, beni hayata tekrar bağlayan şey babam olmuştu. Sadece onun için vazgeçmiştim ölmekten, istemesem dahi bir şekilde yaşamaya karar vermiştim.

Şimdi tekrar babamın acısı beni öldürürken hayata tutunacak çok kıymetli iki şeyin daha olduğunu kavramıştım: Yaman ve bebeğim.

Evet, onları bu günlerde çok yıprattığımın farkına vardığımdaysa omuzlarım yaşadığım suçluluk duygusuyla çökmüş, kollarım koruma iç güdüsüyle, artık dört aylık olarak hafif belirginleşen karnıma sarılmıştı.

Hayat'ın bana öğrettiği çok güzel bir şey vardı: Hayat var oldukça acılar olacak...
Tecrübelerimse bana şunu öğretmişti: hiçbir acıda tutuklu kalmıyorsun, kalamıyorsun. Zira bir şekilde hayatına devam ediyor, ya da yeni acıların sert dalgalarında boğuluyorsun...

Derince iç çekerek oturduğum koltuktan kalktım. Yaman'a gidecektim çünkü. Benim için kendimden bile değerli olan iki kişiyi çok üzmüştüm, Yaman'ı ve bebeğimi. Şimdiyse bebeğimi de alarak Yaman'a gidiyordum. Beni asla geri çevirmeyeceğini bildiğim adam'a.

Tanıştığımızdan geçen sürede ilk kez bana bu kadar sert davranmış, kapıyı çarparak çekip, gitmişti. Fakat ona hak veriyordum. Ben ona yaralarımızı birlikte saracağımızın sözünü verirken, bir haftadır acılarımla kavrulurken onun yüzüne bile bakmıyordum. Aynı durumu o bana yapsaydı, ne denli kırılacağımı düşündükçe, onu çok daha iyi anlıyordum.

Derince iç çekerek kapının kulbunu indirmiş ve günler sonra odadan kendi isteğimle çıkmanın rahatlığıyla titrek bir nefes almıştım. Yaman nerede olabilir diye düşünürken çalışma odasında olacağı aklıma gelmişti. Ben bu durumdayken evden çıkmamak için işlerini bile evden halleden adam gitmezdi bunu biliyordum. Tartıştığımız için odamıza da gitmeyecekti bunu da biliyordum.
Düşüncelerimle boğuşurken onu artık tanıdığımı anlamam uzun sürmemişti. Garip bir şekilde bu düşünce içimi az da olsa huzura kavuşturmuştu.

Titrek attığım birkaç adım sonrası çalışma odasının önünde durmuş, önce kurumakta olan gözyaşlarımı silmiştim. Ardından elimle kulpu kavrayarak indirmiş, çalışma odasından içeri girmiştim.

Yanılmadığımı anlamıştım, çünkü Yaman tam tahmin ettiğim gibi koltukta oturmuştu. Yerde olan bakışları birkaç saniyelik gözlerime dokunsa da, tekrar yere inmişti. Bense titrek bir nefes koy vermiş, odanın kapısını kapatarak ona doğru adımlamış, tam karşısında durmuştum.

Hâlâ bana bakmadığı gerçeği asık olan yüzümü iyice asmaya yetmişti.
Fakat kararlıydım, hatalarımı telafi edecektim.

Tüm cesaretimi toplayarak yan döndüm ve dizlerinin üzerinde oturduktan sonra bacaklarımı yerden keserek koltuğa uzattım.
Yaptığım şeyle şaşkına dönen adamın tüm kasları gerilirken ben bedenine taraf sokulmuş, sol elimi arkadan beline sararak, sağ elimi siyah gömleğinin üzerinden göğsüne sabitlemiştim. Başımı ise huzur kokan boynuna yasladığımda beni sarmasını bekleyerek derince iç çekmiştim.

İstediğimi anlamış olacak ki, bir eli sırtımı, diğer eli kalçamın biraz yukarısını kavrayarak beni sanki küçük bir bebekmişim gibi sarıp sarmalamıştı.
Başımı göğsünde sabitledikten sonraysa, burnunu saçlarıma daldırarak özlemle kokumu solumuştu.

"Yaman," dudaklarımın arasından titrek dökülen adıyla, yeniden sulanan gözlerim çoktan boşalmaya başlamıştı bile.
Küçük bir hıçkırığın dudaklarım arasından kaçmasına engel olamadığımda sırtımda duran elini hafif yukarı kaldırarak saçlarımı okşamaya başlamıştı.

"Canım çok yanıyor," diye devam ettiğimde başını eğerek sıcak dudaklarını alnıma bastırmış, kokumu soluyarak derin bir öpücük bırakmıştı.

"Şuram çok acıyor." Diyerek elimi kalbime bastırdığımda, elimi eline alarak avuç içime dudaklarına bastırmış, yine kokumu soluyarak derin bir öpücük bırakmıştı. Bense titreyerek ağlıyordum.

"Yanan canına da, acıyan kalbine de kurban olurum ben." Dediğinde böyle güzel kalpli bir adamı üzdüğüm gerçeği bir kez daha kalbimi sıkıştırmıştı.

"Ve canımın yanarken, senin de canını yaktım. Özür dilerim sevgilim, sözümü tutamayıp ilk acımda senden uzaklaştığım için," dediğimde başımı göğsünden hafif aralamış, parmaklarını yanağımda gezdirmeye başlamıştı.

"Şşhh, düşünme bunları. Ben yanındayım, hep yanında olacağım. Sadece kendine eziyet etmeni istemediğim için kızdım." Şefkat barındıran sesiyle dediklerinden sonra burnuma kondurduğu öpücükle yaşlı gözlerimin arasından hafifçe gülümsemiştim.

"Seni çok seviyorum," yaşadığım duygu yoğunluğunun sonucu oluşan itirafım ilkti. İlk kez ona açık açık sevdiğimi söylemiştim. Her ne kadar acılar içinde kavrulurken olmasını istemesem de, içimde tutmamıştım. Zaten dilim de benden bağımsız duygularıma tercüman olmuştu.

Böyle bir itirafı beklemiyor olacak ki kaşları havalanmış, şaşırdığını açıkça belli etmişti. Fakat çok kısa süre sonra toparlanarak beni sanki mümkünmüş gibi daha da sıkı sarmış, dudaklarını tekrar alnıma bastırarak bir süre orada bekletmişti.

"Ben de seni çok seviyorum güzel gözlüm," dedikten sonra göz kapaklarımın üzerine öpücük kondurmuştu. Bense yeniden ona taraf sokularak burnumu boyun girintisine gömmüştüm. Varlığı şükür sebebimdi. Böyle kötü bir dünyada, en zor zamanımda onun gibi bir adama denk geldiğim için çok mutluydum gerçekten de.

Bir süre ben onun, o benim kokumda huzur bulmuştuk. Fakat bir haftanın yorgunluğunu yaşayan bedenim uykuya yenik düşmeye başlamıştı bile.

"Yaman," diye uyku mahmuru sesimle seslendiğimde saçlarımın arasına öpücük kondurmuştu.

"Efendim," yumuşacık çıkan sesi iyice mayışmama sebep olmuştu. Gerçekten uyumalıydım. Uyku yanan benliğime de iyi gelirdi, yani belki.

"Uyumak istiyorum." Dediğimde saçlarımı okşayan eli duraksamıştı.

"Odana götüreyim mi seni?" Kısa süre sessizleştikten sonra sesi gergin çıkmıştı. Anlaşılan yine odaya kapanacağımı düşünmüştü.

"Hayır, odamıza götür beni. Kucağında uyumak istiyorum," masum ve uykulu çıkan ses tonuma ağlamaktan dolayı oluşan çatallama da eklenince Yaman kocaman iç çekmiş, ve kısa sürede sık sık yaptığı şeyi yeniden yaparak dudaklarını bir kez daha tepeme bastırmıştı.

Ardından ayağa kalktığında kollarımı boynuna dolayarak küçük kız çocuğu gibi iyice küçülerek ona daha çok sokulmuştum.
Çalışma odasından çıktığımız gibi bir haftadır girmediğim odamızın kapısından içeri girmiş, kapıyı kapatmıştı.
Beni usulca yatağa bıraktıktan sonra hiç vakit kaybetmeden yanımda olan boşluğa uzanmış, elini belimin altından geçirerek beni sinesine çekmişti. Bedenimin yarısı kucağına çıkacak şekilde uzattığında hiç karşı koymadan elimi karnının üzerinden geçirerek ona sımsıkı sarılmış, başımı yuvam olan boynuna sokmuştum. Bacaklarının üzerinde olan bacaklarımı bacakları arasına aldıktan sonraysa beni sanki mümkünmüş gibi daha da sararak, örtüyü üzerimize çekmişti.

Yorgun bedenimin uykuya yenik düşmeden önce hatırladığı son şeyse Yaman'ın saçlarımı okşamasıydı...

*****

3 hafta sonra:
•••••••••••••••••••

"Camı açar mısın?" hafiften bulanmaya başlayan midem yüzünden yüzümü buruşturunca direksiyon başında olan Yaman'a çevirmiştim bakışlarımı.

O ise camı açmak yerine arabayı sağa çekmiş, kenarı yeşilliklerle, ağaçlarla dolu olan yolda durdurmuştu bizi.

"İnelim biraz hava al güzelim. İyi gelir bulantına da," şefkatli bakışlarının altında gülümserken, başımı usulca aşağı yukarı sallamış, ardından arabadan inerek ferah havayla buluşan bedenimin rahatlamasına izin vermiştim.

Evet, babamı kaybettiğim artık bir ay olmuştu. Acım hep tazeliyini korusa da, etrafımda olan insanların yardımıyla az da olsa toparlanmayı başarmıştım.
Bugünse pazar günüydü ve Yaman hem bana iyi gelmesi için, hem de beni halasıyla tanıştırmak için yayla civarında yalnız yaşayan halasının yanına götürmek istemişti. Değişikliyin yaralı ruhuma iyi geleceğini bildiğim için ben de kabul etmiştim.

Tüm yol kenarını saran yeşillikler, ağaçlar, ara ara dikkat çeken beyaz, mor çiçekler çok güzel gözüküyordu.

"İyi misin biraz daha?" ilgiyle beni süzen adamın sesini duyunca ona taraf dönerek başımı sallamış, hafifçe gülümsemiştim. Aslında beş aylık olduğum için bulantılarım neredeyse bitmişti. Fakat yol uzun olduğu için şimdi bulantım vardı.

Ardından birkaç adımda yanına yaklaşarak kolunun altına girmiştim. O da hiç beklemeden kolunu omuzuma dolamış beni bedenine yaslamıştı.

"Yaman," soru sorar gibi adını seslediğimde saçlarımın arasına öpücük kondurmuştu.

"Efendim" sesinin böyle yumuşacık tonlaması yalnız benimle konuşurken oluyordu ve ben buna çok seviniyordum. Bana karşı olan şefkatli ve özenli yaklaşımı gerçekten çok değerli hissetmeme sebep oluyordu.

"Halime hala neden yalnız yaşıyor ki?" sabahtan aklımı kurcalayan soruyu sorduğumda, gerilen bedeninden acıklı bir hikayenin olduğunu anlamıştım. Dişlerimi iç yanağıma geçirerek ısırdığımda patavatsızca sorduğum soru yüzünden kendime kızıyordum.

"Şey yani, ben merak ettim ama..." diye gevelediğimde konuşmamı kendi konuşmasıyla bölmüştü.

"Elbette soracaksın güzelim," dediğinde saçlarımın arasına bir öpücük daha kondurmuştu.

"Halime halam birkaç yıl önceye kadar eşi Mahmut ağabeyle birlikte bizim evden birkaç sokak aşağıda olan evlerinde yaşıyordu. Çok severek evlenmişlerdi birbirlerini, fakat çocukları olmadı hiç. İkisi de yıllarca bebek hasretiyle yansalar dahi birbirlerine olan sevgilerinin büyüklüğü bu acıda onlara yardımcı oluyordu. Bir de melek olan Yaprak'ım onların acısını dindiriyordu. Halam kardeşinin çocukları olarak hepimize düşkündü fakat Yaprak'ı çok daha farklı seviyordu. Çocukluğundan kocaman kız olana kadar onu sık sık kendi evine çağırır, bazen geceleri bile orada kalmasını isterdi. Yaprak'ta çok seviyordu onları ve kalmaya asla itiraz etmiyordu. Hatta bazen onunla birlikte ben de kalıyordum halamlarda. Hep söylerdi neşe getiriyorsunuz yuvamıza diye" diyerek duraksadığında benim gözlerim çoktan dolmaya başlamıştı bile. Yine hayatın yaraladığı bir kadının hikayesini dinliyordum. Nasıl dolmasındı ki gözlerim?

"Fakat, bu düzen öyle bir yıkıldı ki, bir daha hiç kimse toparlanarak eskisi gibi olmadı. Olamadık işte. Hazan Mevsiminde solan çoğu yaprak gibi benim de kardeşim Hazan mevsiminde soldu. Dalından öyle bir savruldu ki, toprağın altına girdi direk." diyerek yeniden duraksadığında sertçe yutkunmuştu. Anlattıklarının ağırlığı ikimizi de eziyordu şuan. Genzime oturan kocaman yumrunun sebebi aşikardı.

"İşte Yaprak'tan sonra da birkaç gün içinde babamı kaybettik. Henüz toparlanamayan, toparlanmaya vakit bile bulamayan ruhumuz bir kez daha şiddetle sarsıldı. Bir kez daha ezildik üzerimize çöken kasvetin altında. Ama hayat bu durmuyor ki, kardeşi ve yeğeninin üzüntüsü yetmezmiş gibi, birkaç ay sonra da çok sevdiği kocasını kaybetti halam. Aynı yılın içinde üç beden verdi kara toprağın altına, üç çok sevdiği insanı. Gece karası gibi saçları vardı halamın, o yıl tüm tellerine kadar kar gibi bembeyaz oldu. Tek yılda on yıl yaşlandı, beli büküldü. Ve o olaylardan sonra yaşadığı evi satarak, dedemin yayla arazisinde olan evine yerleşti. Babamın ve kendisinin çocukluğunun geçtiği o evde az da olsa huzur buluyor. Çocukluğundan tanıdığı birkaç ailenin yaşadığı köyde az da olsa huzur bulan halam kaç yıldır oradan ayrılmadı. Bize bile gelmiyor, en son düğünümüzde çağırmıştım belki gelir umuduyla, ama yine gelmedi." anlattıkları biten kocam derince bir iç çektiğinde ben yaşadığım duygu patlaması yüzünden dudaklarımın arasından hıçkırıkların firar etmesine engel olamamıştım. Sen ne zorsun be hayat...

"Yaman" ne diyeceğimi bilmez bir şekilde adını söyleyerek hıçkırdığımda beni tamamen kollarının arasına alarak, kafamı göğsüne bastırmıştı.

"Ben çok üzüldüm" gerçekten de üzülmüştüm. Meğer benim gibi nice dertli, acıklı insanlar varmış dünyada... hayatın sağa sola savurduğu nice beden yeniden bir şeylere tutunarak ayağa kalkmaya çalışıyormuş meğer.

"Şşşhhh, canımın içi sakinleş biraz." Hıçkırarak ağlamaya devam ettiğim sırada sırtımı sıvazlaması ve kulaklarıma sakinleşmem için sözler fısıldaması beni rahatlatmış, kısa sürede hıçkırıklarımı durdurmama yardım etmişti.

Hıçkırıklarımın yerini sesli iç çekişlerine bıraktığındaysa başımı göğsünden kaldırarak yanaklarımı kavramış, gözyaşlarımın ıslattığı yanaklarımı okşar gibi kurulamaya başlamıştı.

"İyi misin?" dediğinde endişeli bakışları yüzümü turluyordu. Anlık duygu patlaması yüzünden o kadar içli ağlamıştım ki, bedenim bitap düşmüştü.

Cevap vermeyerek başımı olumlu anlamda salladığımda iç çekerek cebinden ıslak mendil çıkarmıştı. Ben bana vereceğini beklerken, o bir tane alarak usulca yüzüme yaklaştırmış, sanki çok önemli bir iş yapıyormuş gibi büyük bir özenle önce göz altlarımı kurulamış, ardından kurumaya başlayan yanaklarımı silmişti. Sonra bir tane mendil daha alarak burnumu sildiğinde ben şaşkınlıktan hafif açılmış ağzım ve gözlerimle ona bakıyordum.

"Bakma böyle tatlı tatlı," gülerek surat ifademe baktığında irkilerek toparlanmaya çalışmıştım. Far görmüş tavşan gibi adama bakıyordum resmen.

"Arabada su vardı içersin, gidelim artık" dediğinde onay bekler gibi yüzüme bakıyordu. Etkisinden zar zor çıkarak başımı tekrar olumlu anlamda salladığımda küçük dilimi yutmuş gibiydim. O ise halime hafif gülümseyerek elini belime atmış, ikimizi de arabaya taraf ilerletmişti...

******

"Efsa, uyan hadi güzelim," saçlarımda dolaşan parmaklar ve kulağıma dolan tanıdık sesle göz kapaklarımı ağır ağır araladığımda bakış açıma gözleri gözlerimde olan Yaman girmişti.

"Ne oldu?" uyku mahmurluğum devam ederken sorduğum soruyla eş zamanda başımı da arabanın koltuğundan hafif kaldırmış, arabanın iki katlı kenarları ahşapla örülmüş eski tarz bir evin önünde durduğunu da görmüştüm. Etrafsa yaz mevsiminin de etkisiyle olsa gerek yeşillikle kaplıydı.

"Geldik" kısaca verdiği cevapla iki dakikada beni büyülemeyi başaran etraftan gözümü çekerek Yaman'a çevirmiştim bakışlarımı. Bir kez daha kafamı usulca salladığımda arabanın kapısını açmış, aşağı inmiştim.

Birkaç adım attıktan sonra duraksayarak Yaman'ın yanıma gelmesini beklemiş, amacıma ulaştıktan sonraysa eve doğru birlikte ilerlemeye başlamıştık. Kapıyı çalmadan eski tahta kapıyı açarak içeri giren adamın arkasınca bende girmiştim.

"Hala," diyerek hafif yüksek sesle seslenen adamla içeri odadan şiveyle konuşan çok sevimli bir kadın sesi daha duyulmuştu.

"Uyy, Yaman uşağum gelmiş" acele attığı adımlarla yanımıza gelen hafif dolu bedenli, başında yazması olan Halime hala çok tatlıydı. Boğacak kadar sıklıkla Yamana sarıldığında Yaman da ona aynı şekilde karşılık vermişti.

"Ha gelin kizumu da getirmişsin" diye aynı sevinçle bana da sarıldığında Halime haladan gelen hoş rayiha içimi huzurla doldurmuştu.

"Merhaba efendim, nasılsınız?" utana sıkıla sorduğum sorula hala kocaman gülümsemişti.

"Efendim nedur da? hala diyeceksun, hala" diyerek öpmek için elini uzattığında gülümseyerek uzattığı elini kavramış, dudaklarımı bastırdıktan sonra alnıma yaslamıştım.

"Peki, halacığım" demeyi de ihmal etmediğimde tatlı tatlı gülümsemişti.

"Yaman uşağumun halasını ziyarete gelmemesinin sebebini şimdi anladum daaa. Ha bulmişsun bu kadar güzel kizu, çıkarmıyorsundur odandan" imalı imalı konuşmasıyla hızla büyüyen gözlerime allaşan yanaklarımda eklenince yerin dibine girmek istiyordum utancımdan. Göz ucuyla Yaman'a taraf baktığımda bıyık altından güldüğünü görmemle bu kez kaşlarım da çatılmıştı.

"Bir de gülüyor taş kafali uşak, utandı kizum, de hayde geçin içeri" bizi gördüğü için mutlu olduğu her halinden belli olan kadın gülümsemesini soldurmadan içeri geçtiğinde çatılı kaşlarımın altından Yaman'a dönmüştüm.

"Yaa hâlâ gülüyorsun ama" diye sitem ettiğimde bu kez dişlerini gösterecek kadar geniş gülümsemiş, beni iyice sinir etmişti.

"Utandı mı benim güzel karım" dalga geçtiği ses tonundan belli olan adam, parmağını kaldırarak burnumun ucuna hafif fiske vurduğunda sinirle elini iteklemiş, mümkünmüş gibi kaşlarımı daha da çatmıştım. Bir de dalga geçiyordu pis adam.

"Yaa Yaman" diye sinirle soluduğumda ellerini havaya kaldırsa da gülümsemesi devam ediyordu.

"Ha kapı da mı kalmaya geldiniz? Gelun daa içeri" Halime halanın sesiyle hızla toparlandığımızda Yaman'a ters bir bakış fırlatarak içeri geçmiştim. Hâlâ gülümsemesini sürdüren adam da hemen peşime takılmıştı zaten...

*****

"İki canlusun kizum sen, ha bunlardan biraz daha ye," diyerek sürekli benim tabağımı dolduran Halime halaya gülümsemiştim. İki saatin içinde el birliğiyle piknik sepetini hazırlamış, sofra örtüsünü de alarak tamamen yaylanın olduğu yere gelmiş, örtüyü yere serdikten sonra Halime halanın hazırladığı yöresel yemeklerle buz gibi ayranı içmeye başlamıştık. Açıkçası etrafı saran yemyeşil kırlık, ara sıra yükselen ağaçlar, çimenlerin üzerinde olan mor, beyaz çiçekler, papatyalar çok güzeldi. İnsanın içi alıyor, ferahlıyordu.

Bir de ciğerlerime dolan mis gibi hava kaç gündür olmayan iştahımı da açmıştı. Yaman haklıydı, bura bana iyi gelmişti. Her ne kadar aklımın bir köşesi hep babamın acısıyla dolu olsa da, burada az da olsa rahatladığımı hissediyordum. Aylar sonra böyle içten bir şekilde gülümsemem Yaman'ın da hayran hayran olan bakışlarının hedefine girmeme sebep olmuştu.

"Halacığım biraz daha yersem kusacağım. Ellerine sağlık her şey çok güzeldi" gülerek dediklerimden sonra boş tabakları falan yeniden sepete yerleştirmeye başlamıştım bile. Herkes doyduğu için, en sona ben kalmıştım. Nedeniyse çok basitti, Yaman yetmezmiş gibi bir de halanın ısrarları sonucu tabağım bir türlü bitmek bilmemişti ki.

"Bırak ben devam ederim. Hadi Yaman uşağum sana buraları gezdirsun," dediğinde Yaman'ın da kolundan dürtmeyi ihmal etmemişti.

"Yardım edeyim, sonra gezeriz," gülümseyerek dediklerimi onaylayınca Yaman da yardım etmeye başlamış, böylelikle de hızlıca toparlamıştık etrafı...

Toparlama kısmı bittiğinde Yaman'ın bana uzattığı kocaman elinin içine küçük elimi bırakarak beni koca yaylada gezdirmesine izin vermiştim. Birkaç tanıdık kişiyle de karşılaştığımız gezintide yaylaya hayran kalmıştım resmen. Her şey o kadar doğal, ferah ve organik gözüküyordu ki, anlatacak doğru kelimeyi bulmakta zorlanıyorum desem yeridir.

İlerledikçe daha sakin, kısımlara gittiğimizde aniden gözüme çarpan şeyle heyecanla Yaman'a dönmüştüm.

"Dilek ağacı mı o?" üzerinde her renkte olan yazmaların, kurdelelerin, mendillerin, bezlerin bağlı olduğu kocaman ağacı işaret ettiğimde Yaman'ın da bakışları bana dönmüştü.

"Evet, dilek ağacı" diyerek beni yanıtladığında içimi ilk kez dilek ağacı görmenin çocuksu heyecanı kaplamıştı.

"Yaa, ne kadarda büyükmüş," genelde dizilerde falan daha küçük gözüktüğü için, şimdi gözüme çok büyük ve bir o kadar da heybetli gözükmüştü.

"Olacak o kadar, babam bu ağacın kendi çocukluk döneminde de olduğunu söylerdi hep" dediğinde bir kez daha şaşırmıştım. Yıllardır gölgesinde ne dilekler dilenmiş, dallarına ne umutlarla adaklar bağlanmıştır kim bilir. Bir sürü insanın arzusuna yuva olan kocaman dilek ağacında ne arzular, ne istekler saklıdır şimdi.

"Dilek dileyelim mi biz de?" aslında böyle bir inancım yoktu ve hiç böyle bir şey yapmamıştım. Fakat şimdi nedenini bilmeksizin dilek dilemek istiyordum.

"Dileyelim bakalım" diyerek tekrar elimden kavrayan adam, bizi dilek ağacına taraf ilerletmeye başlamıştı bile.

Ağacın yanına vardığımızda yakından çok daha iri gözüktüğünün farkına varmıştım. Gerçekliğinden emin olmak ister gibi avuç içimi önce gövdesine dokundurmuş, ardından ağacın etrafında kısa bir tur atarak bağlanan adaklara bakmıştım.

"Bu çok güzel yaa," diyerek hayran bakışlarla ağacı süzdüğümde Yaman da aynı bakışlarla beni süzüyordu.

"Hiçbir şey senin kadar güzel olamaz" yanıma yaklaştığı gibi hafif esen rüzgarın önüme doğru iteklediği saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırmış, dedikleriyle ise yanaklarımı kızartmayı başarmıştı.

"Dileyeyim artık" ne diyeceğimi bilmez bir bir biçimde gözlerimi kaçırmış, ardından evden çıkarken süs amacıyla boynuma doladığım mavi tül atkımı açarak ağacın dalına doğru kaldırmış, bağlamaya başlamıştım. Kendinden kapanan gözlerim eşliğinde ağacı bağlarken içimden Yaman'la ve bebeğimle birlikte huzurlu ve mutlu bir hayat dilemeği ihmal etmiyordum.

Kendimi dilek dilemeğe o kadar kaptırmışım ki, aniden dudaklarımda hissettiğim baskıyla gözlerim kocaman açılmıştı. Fakat şaşırmama fırsat vermeyen adam elini belime atarak beni kendine çektiğinde kendimi akışa bırakarak ona ayak uydurmaya başlamıştım bile. Dudaklarının sıcaklığı aklımı kısa sürede başka diyarlara göndermeyi başarmışken, aynı istekle karşılık verdiğim için kendime ben bile şaşkındım. Hangi ara böyle istekli bir kadın olmuştum ben, hiçbir fikrim yoktu.

Yoğun öpüşmemiz devam ederken hafif aralık olan ağzımdan içeri sızan dilinin dilimle kavuşmasıyla eş zamanda belimdeki tutuşunu sıkılaştırarak beni kendine bastırdığında irkilerek dudaklarından kopmuştum.
Üstelik nefes nefese kalmam da işin cabasıydı. Daha ileriye gitmeye henüz hazır olup olmadığımı bilmiyorken, fazla ileriye gidemezdim. Ayrıca ulu orta biz ne yapıyorduk Allah aşkına(!).

"Gidelim mi?" utana sıkıla söylediğim şeyle, sonunda nefesini düzene sokmayı başaran adam da gülerek başını olumlu anlamda sallamış, yeniden elimi kavramıştı...

"Ne diledin?" yürüdükçe aramızda oluşan sessizliği bozduğunda istem dışı başımı iki yana sallamıştım.

"Söylenmez ki" diyerek omuz silktiğimde gözlerini kısarak bana bakmıştı.

"Çok biliyorsun sen" diyerek iki parmağının arasına burnumu sıkıştırdığında yüzümü buruşturmuştum. Burnumu koparacaktı(!)

"Ya koparsaydın burnumu, böyle hafif kaldı" diyerek parmak uçlarımla hafif sızlayan burnuma dokunduğumda yüzümü yalandan buruşturmayı da ihmal etmemiştim. Yaman'sa gülerek beni izliyordu.

"Ölürüm kızım sana, ne tatlısın sen böyle" diyerek beni kolunun altına soktuğunda gülerek ona sokulmuştum. Fark ettiğim şeyse, sinirimin anında uçup gittiği gerçeğiydi. Ha bir de onu çok sevdiğim gerçeğini unutmamak gerekiyordu.

•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

🌺
••••

18.ci bölümün de sonuna geldik değerli okurlarım...

05.01.2021.

Umarım beğenirsiniz. Fikirlerinizi buraya alayım lütfen. Sevdiniz mi bölümü?

Keyifli okumalar diliyorum

Sağlıcakla kalın ❤

 

Bölüm : 28.11.2025 00:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...