22. Bölüm

🍃Bölüm~20🍃

Parvin Ağardan
papatyahikayeleri

Medya:Mustafa Yıldızdoğan~Gidenler geri dönmüyor....💫
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

🌺
•••••

*Fransızcada özlemek yerine eksik bırakmak fiili var.
Mesela 'onu özlüyorum' değil de, 'o beni eksik bıraktı' diyorsun.
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••

Efsa'dan:
•••••••••••••

Kızıla boyanmış gökyüzünün altında, etrafı ağaçlıkla çevrili bir alandaydım. Yüzüme sarkan gün ışığıyla gözlerim kısılırken neden burada olduğumu anlamıyordum. Ben neredeydim? Yaman neredeydi? Neden yalnız böyle bir yerdeydim?

Üzerime baktığımdaysa bembeyaz bir elbise vardı, uzun kolları salaştı. Saçlarım açık, ayaklarımdaysa hiçbir şey yoktu. Çıplaktı ayaklarım.

Nerede olduğumu anlamak ister gibi yürümeye başladığımda, bir süre sonra karşıma küçük bir nehir çıkıyor ve arkası dönük bir adam eğilerek yüzünü yıkıyordu nehirde.

"Burası neresi?" diyerek sorduğumda duraksayan adam ağır ağır oturduğu topraklıktan kalkmış, yine ağır ağır hareketlerle bana taraf dönmüştü.

Adamın dönmesiyle gördüğüm manzara karşısında gözlerim kocaman açılmış, ardındansa hızla dolmaya başlamıştı. Bu adam benim babamın gençlik haliydi çünkü. Hani beni her sabah okula götüren, saçlarımı tarayan, kahvaltımı hazırlayan, derslerimde yardımcı olan biricik babamdı.

"Baba..." diye sesli bir yakarışın ardından göz pınarlarımda toplanan su yanaklarım boyunca süzülmeye başlamıştı.

"Baba, neden buradasın? Neden beni bıraktın?" hıçkırarak bağırdığımda babama yaklaşmak istiyordum, fakat bir türlü hareket edemiyordum, çivilemişlerdi sanki bedenimi toprağa...kımıldayamıyordum bir türlü.

"Benim yüzünden gittin değil mi? Duyduklarını kaldıramadın. Kendim sebep oldum sana hasret kalmama değil mi?" dediğimde babam gülümsemişti, fakat gözleri dolu doluydu onunda.

"Efsa'm, yaralı kızım benim. Minicik kalbinde hunharca yarayı sesini bile çıkarmadan taşıyan meleğim" nasıl özlemişim baba sesini, nasıl özlemişim rüzgarın burnuma doldurduğu kendine has kokunu, nasıl özlemişim hep soğuk olmasına rağmen, benim içimi ısıtan ellerini... Nasıl özlemişim bir bilsen...

"Babam..." diyerek konuşmak istediğimde izin vermemişti.

"Senin yüzünden gitmedim güzel yüzlüm, kendim için gittim. Sebebi olduklarımın ağırlığının altında ezildiğim için gittim..." senin bir suçun yoktu ki babam, neden öyle düşünüyorsun?

"Yük oldum yıllardır kızım sana, okuyamadın bile benim yüzümden, çalıştın, bana baktın, evi geçindirdin, bir kere bile uf demedin, isyan etmedin, bir kere bile bana kaşlarını çatmadın. Her soruna rağmen güzel gülüşünü soldurmadın benim yanımda" sus baba, Allah aşkına sus, dağlama yüreğimi, parçalama kalbimi...

"Haklısın kaldıramadım duyduklarımı, ama senin yüzünden değil, onlara benim sebep olduğum için kaldıramadım. Duyduğumda hiçbir şey yapamadığım için kaldıramadım. Yapamazdım kızım, bakamazdım yüzüne." Dediğinde hıçkırıklarım ormanda yankılanıyordu.

"Senin hiçbir suçun yoktu baba, neden öyle düşünerek kendine zulüm ettin. Tüm suç bendeydi, sen neden öyle düşündün. Neden?" Diyerek yakardığımda babam gülümsemesini soldurmamıştı.

"Gül goncam, bu öyküde en masum sensin. Ben senden hep razı oldum kızım. Bebekliğinden hiç yormadın beni, annen bıraktı gitti bizi, bir gün olsun mızmızlanarak incitmedin beni" diyerek duraksamıştı. Haklıydı, hep içime atardım babam üzülmesin diye. Daha minik olduğumda bile.

"Yataklara düştüm, yine sesini çıkarmadın, sevginle, saygınla güldürdün yüzümü. Çok razıyım senden, evlatlığından. Allah da razı olsun senden" neden veda konuşması yapıyor gibiydi? Yine mi gidecekti yoksa? Hem de daha sarılamamışken.

"Seninle son kez konuşamadan geldim ben buraya. Gözlerim açık geldim. Şimdi diyeceklerimi iyi dinle o yüzden, iyi dinle ki açık olan gözlerim kapansın, arkada kalmasın..." dediğinde başımı şiddetle iki yana sallamıştım. Hayır, gidemezdi, gitmemeliydi...

"Hayır baba, gel benimle gidelim buradan ne olur" devam etmeme yine izin vermemişti...

"Şşh, dinle... buraya geldim çünkü kendini suçlu hissettiğini biliyorum, her ne kadar normal hayatına dönmeye çalışsan da aklında hep ben varım, kendini suçluyorsun içinde, suçlama kızım kendini..." dediğinde başımı sallıyordum sağa sola, konuşmasındı böyle, kırık kalbimi parçalamasın daha da...

"Bana verilen süre de o kadardı, o yüzden geldim buraya. Hem bak burada yürüyebiliyorum, koşabiliyorum, hiç kimseye muhtaç değilim," beni teselli ediyorsun baba. Seni kim teselli edecek peki?

"Kendine iyi bakmanı istiyorum, seni sana emanet ederek, Allahtan seni korumasını diliyorum. Ben burada rahatım, sen de orada rahat ol ki, aklım orada kalmasın. Gözlerimi arkada bırakma kızım, yine sıcak gülüşünle güldür babanı, yalnız senin güldüğünü bilmek, mutlu olduğunu görmek açık olan gözlerimin kapanmasına sebep olur" son cümlesini tekrarlayarak geri geri uzaklaşmaya başladığında ona doğru koşmak istiyordum, fakat olmuyordu, bedenim yere çivilenmiş gibiydi.

"Babaaaa, gitmeee... dur ne olur...," hiç olmasa son kez sarılmama izin ver.

"BABAAA"...Diye tüm gücümle bağırdığımda sesim ormanın derinliklerinde yankılanıyordu...

"Baba"... nefes nefese kalmış bir şekilde bağırarak uyandığımda, yatakta oturur pozisyona geçmiştim. Alnım, saç diplerim, bedenim sırılsıklamdı terden.

"Efsa, ne oldu güzelim?" diyerek aynı benim gibi oturur pozisyona geçmiş adam, yanaklarımı kavramıştı.

"Yamann, baba..babamm" diyerek hıçkırdığımda beni göğsüne çeken adama sarılmış, göğsüne akıtmıştım inci tanelerimi...

"Rüya mı gördün?" diyerek usulca saçlarımı okşayan adama sokularak başımı olumlu anlamda sallamıştım.

"Gerçek gibiydi Yaman, babam gelmişti yanıma. Ama yine gitti. Sarılamadım bile" diyerek kocaman hıçkırdığımda Yaman sırtımı sıvazlamaya, dudaklarını ise saçlarımın arasına bastırarak küçük küçük öpücükler bırakmaya başlamıştı.

"Tamam güzelim, geçti, buradayım ben, yanındayım" beni iyice kendine çektiğinde başımı yukarı kaldırarak kollarımı boynuna dolamış, burnumu boynuna gömmüştüm.

"Geçmiyor, geçmeyecek..." dediğimde kollarını belime dolayarak beni tam anlamda kucağına çıkarmıştı.

"Geçecek bir tanem, hep yanında olacağım," dediğinde içimden amin demiştim. Hep yanımda olsundu, onu da kaybedemezdim ben. Aciz varlığım bir kaybı daha kaldıramazdı.

Bir süre öylece kucağında kaldım. O ise ben kucağında olmasına rağmen kolayca yatağın kenarına gelmiş, ayaklarını yere sarkıtarak beni sanki bebekmişim gibi kavramış, başımı göğsüne yaslamıştı. Ve bu bana iyi gelmiş, hıçkırıklarımı durdurmuştu.

"Daha iyi misin bebeğim?" dediğinde başımı olumlu anlamda sallamıştım. O ise gülümseyerek dudaklarını terli alnıma bastırmıştı.
Uzun ve kocaman olan öpücüğü gözlerimi kapatmama yetmişti.

Gözlerimi tekrar açtığımda başımı göğsünden kaldırsam da, kucağından kalkmamıştım. Bakışlarımı komodinin üzerinde duran saate çevirdiğimde saatin altı buçuk olduğunu görmüştüm.

"Yaman" titreyen sesimle dediğimde tekrar ona çevirmiştim bakışlarımı.

"Efendim meleğim" diyerek dudaklarını burnumun ucuna bastırarak kısa bir buse kondurmuştu.

"Beni babama götürür müsün?" defin gününden sonra ilk kez gidecektim babama...

"Söylemen yeterli, tabii ki götürürüm," dediğinde hafif gülümseyerek dudaklarımı çenesine bastırmıştım.

"İyi ki senin arabanın önüne atlamışım sevgilim, iyi ki birleşmiş yollarımız, Seni çok seviyorum." Gözlerinin en derinine bakarak dediklerimi hayran bakışlar atarak dinliyordu.

"Ben de seni çok seviyorum masmavi gözleri gökyüzüm, simsiyah saçları gecem, varlığı güneşim olan değerli kadınım, İyi ki varımsın." Şiir gibi adamdı, şiir gibi de konuşuyordu. Yüzüme doğru gelen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırdığında dudaklarıma doğru uzanan dudaklarını yolda karşılamıştım. Büyük bir açlıkla.

•••••

Araba mezarlıkta durduğunda dolu dolu olan gözlerimi Yaman'a çevirmiştim. Çok zordu gerçekten de... Varlığına alıştığın birinin yokluğuyla sınanmak çok zordu...

"İyi misin?" diyerek endişeyle sorduğunda başımı belli belirsiz sallamıştım. Bilmiyorum, galiba iyi değilim...

Hiçbir şey demeyerek arabadan indiğimde babama doğru ilerlemeye başlamıştım. Yaman arkamdan gelse de, babamın mezarına varmak üzere olduğumda duraksamıştı. Bense onun bu anlayışlı haline hiç şaşırmamıştım. O kadar güzel bir kalbi vardı ki, güzel seven adamımın... merhametli adamım, iyi ki varsın...

Titrek attığım birkaç adım sonrası babama ulaşmış, taşının kenarına oturmuştum.
Önce ellerimi Ahmet Turan yazısının üzerinde gezdirmiştim. Soğuktu taş...elleri gibi...

Geldim baba, iç savaşıma galip gelerek geldim yanına...
Ama sana dargınım biliyor musun?
Yirmi bir yıllık hayatımda sana ilk kez darılıyorum.
Neden dediğini duyar gibiyim.
Oysa nedenini çok iyi biliyorsun. Beni bırakıp gittin baba... bıraktın beni... Seni asla bırakmayacağım demene rağmen bıraktın beni baba.

"Özledim baba, çok özledim." Kısık sesle fısıldayarak avuç içimi toprağına daldırmış, avuçlamıştım bir sürü toprağı. Ardından toprak dolu avuç içimi burnuma yaklaştırmış, derince koklamıştım.

"Senin kokunu topraktan arayacak kadar çok özledim baba" diye tekrar fısıldadıktan sonra bir kez daha koklamıştım toprağı...

"Ne de güzel kokuyor toprağın, sen varsın o toprağın içinde çünkü..." dediğimde hıçkırıklara boğulmam gecikmemişti.

Bir adam düşünün, babanız, doğduğunuzdan beri yalnız o var yanınızda, hayatınızın merkezi oluyor, hem anneniz, hem babanız, hem ağabeyiniz, hem de en yakın arkadaşınız oluyor. Fakat zalim hayat onu ansızın alıyor sizden... siz boşluğa yuvarlanıyorsunuz... çok zor değil mi?

"Bana dedin ya senden razıyım diye, ben de senden razıydım baba, Allah da senden razı olsun." Dediğimde artık kendime hakim olamayarak dizlerimin üzerinde yere çökmüştüm.

"Efsa, yapma böyle canımın içi" diyerek beni kollarımdan tutarak kaldırmak isteyen adama engel oluyordum.

"Ben çok özledim Yaman, bir kez sarılmak için kendimden bile vazgeçerim" canım yanıyordu. Çok fazla...

"Deme öyle güzelim, sakin ol lütfen" diyerek dermansız bedenimi zar zor kaldırdığında gözlerim kararıyor, kulaklarım uğulduyordu.

"Ben...ben..." dediğimde devam etmeme izin vermeyen şey, beni kendine çeken karanlık olmuştu.

"Efsaaa" son hatırladığım şey, Yaman'ın büyük bir endişeyle ismimi haykırması, ve yere çökmek üzere olan bedenimi kavrayarak düşmeme engel olmasıydı... gerisi yoktu, gerisi kocaman karanlıktı...

•••••

Göz kapaklarımın üzerine sanki iğne batırıyorlardı, başımsa feci denecek kadar çok ağrıyordu. Üzerimde hunharca yük varmış gibi hissediyordum.

Açılmak istemeyen göz kapaklarımla olan savaşımdan sonunda galip olmayı başararak gözlerimi açtığımda bakış açıma ilk giren şey beyaz tavan olmuştu. Başımın ağrıması yüzünden yüzümü hafif buruşturarak odaya göz gezdirdiğimde bir hastane odasında olduğumu anlamam uzun sürmemişti.

Kolumda olan serumun varlığını hissederek başımı tamamen yana çevirdiğimde Yaman'ın diz çökerek yatağın yanında oturduğunu ve alnını elimin üstüne yasladığını gördüğümde elimi kıpırdatmıştım.

"Efsa" anında başını kaldırarak hafif kızarık gözlerini gözlerime çıkaran adam dizleri üzerinde yukarı gelmiş, saçlarımı okşamaya başlamıştı.

"İyisin değil mi?" diyerek sorduğunda başımı olumlu anlamda sallamıştım.

"İyiyim, ne oldu ki bana?" diye sormuştum. En son hatırladığım mezarlıkta oluşumuzdu. Aslında hayal gibi başımın dönmesi, Yaman'ın beni kucağına alması da geliyordu gözlerimin önüne...

"Bayıldın güzelim" dediğinde içimi saran endişe tohumlarıyla serum takılı olmayan elim karnımı bulmuştu.

"Kızım iyi değil mi?" korkarak sorduğum sorunun cevabından da korkuyordum.

"Merak etme, bebekte iyi. Konuştum doktorla ikiniz de iyisiniz. Son kontrol için senin uyanmanı bekliyorduk." dediğinde içimden kocaman şükür çekmiştim. Fakat yaşadığım korku bile gözlerimi doldurmaya yetmişti.

"Doldurma artık gözlerini, bitap düşmüşsün üzüntü ve gözyaşından dolayı. Yapma bunu kendine" diyerek alnıma içten bir öpücük kondurduğunda kendimi sıkarak ağlamamı engellemeyi başarmıştım.

Tam ağzımı açarak cevap vermek istediğimde kapının açılmasıyla kelimelerimi geri yutmuştum.
İçeri girense doktorum Gülay hanımdı.

"Nasılsın Efsa?" her zamanki gülümseyen yüzüyle konuşan kadına hafif gülümsemiştim.

"Başım ağrıyor biraz, onun dışında iyiyim " dediğimde başını olumsuzca iki yana sallamıştı.

"Ağrıyacak tabii, tamamen üzüntüden bitap düşmüşsün," onaylamaz biçimde konuşan kadınla gözlerimi kaçırmıştım.

"Bak Efsa, biliyorum zor zamanlar geçiyorsun, babanı kaybettin başın sağ olsun" evet, hastanede babamı kaybettiğimde bilmişti Gülay hanım.

"Teşekkür ederim " diye mırıldanmaktan başka cevap verememiştim.

"Ama senin her şeyden önce düşünmen gereken bir can var. Senden olan parça. Çok kolay bir hamilelik geçirmediğini, iki kez düşük riski atlattığını biliyorsun." Dediğinde ona hak veriyordum. Bir kez arabanın altına kendimi attığımda, bir kez de neredeyse havale geçirdiğimde bebeğimin hayatını tehlikeye sokmuştum.

"Böyle yaparak her şeyi iyice zorlaştırıyorsun. Beşinci ayını doldurdun artık, fakat kilon beş aylık hamile kadın için çok az ilerlemiş. Bunun önünü almak için yemek ve uyku düzenine dikkat etmeni, sık sık temiz havada yürüyüşler yapmanı, en önemlisiyse ağlamanı değil gülmeni istiyorum senden" dediğinde son sözleri rüyamı hatırlatmıştı bana. Babam da gülmemi istemişti değil mi?

"Ben de birkaç vitamin ve düşük olan kan değerlerin için ilaçlar yazacağım. Onları da eksiksiz kullanıyorsun anlaşıldı mı?" Diyerek gözlerimin içine bakan kadına bakıyordum bende.

"Anlaşıldı" diyerek gülümsediğimde o da gülümsemiş, ardından odada olan masaya doğru ilerleyerek reçeteye ilaçlar yazmaya başlamıştı.

Bakışlarımı Yaman'a çevirdiğimde onun da gülümseyerek bana baktığını görmüştüm. Serumlu elimi hafif kaldırarak tutmasını beklediğimde isteğimi hemen anlayarak elimi kavramış ardından başını eğerek dudaklarını elime bastırmıştı...

•••••

Hastaneden çıktıktan sonra Yaman ilk önce bir eczaneden ilaçlarımı almış, ardından Hazal'ın lokantasına götürmüştü beni. Orada hem yemek yemiş, hem de Aleyna ve Hazal'la bolca sohbet etmiştim. Ara ara konu Aleyna'nın isteme meselesine de değinmişti.

Ondan sonraysa eve gelmiştik. Ve ben daha iyi hissediyordum kendimi. Yorgun olsam da daha iyiydim. Aleyna ve Hazal'la sohbet etmek iyi gelmişti bana...

Eve geldiğimizdeyse Yasemin ablanın sorularını geçiştirerek cevaplamış, odamıza girmiştik. Yaman bugün işe gitmediği için onun göğsüne sokularak gözlerimi kapatmış, kendimi uykunun tatlı kollarına bırakmıştım...

Gözlerimi araladığımda başım Yaman'ın göğsünde değil yastıktaydı. Bakışlarımı hemen sağ tarafıma çevirerek baktığımda Yaman'ın dirseğinden destek alarak yaslandığını, hafif gülümseyen bakışlarla beni izlediğini gördüğümde bende gülümsemiştim.

"Uyumadın mı sen?" uykudan dolayı çatallı çıkan sesimle konuştuğumda bakışlarımı etrafta gezdirmiştim. Artık akşam olmuştu.

"Melek gibi uyuyan karımı izlemek daha cazip geldi." diye muzip çıkan sesi yanaklarımın ısısını artırırken yatakta oturur pozisyona geçmiş, dudaklarımı yanağına bastırmıştım.

"Çok mu güzel karınız beyefendi? İzlemelere doyamıyorsunuz" gülümseyerek dediğimde elini belime atarak karnımın el verdiği kadar beni kendine çekmişti.

"Çook, aklımı başımdan alacak kadar çok" dediğinde kıkırdamama engel olamamıştım. O ise burnumun ucuna öpücük kondurmuştu.

"Aklınızı başınızdan alıyorum demek," hâlâ güldüğümde o hayran bakışlarla bana bakıyordu.

"Öyle böyle değil hem de" diye yanıtlandığında gülüşümün yerini hafif gülümseme almıştı.

"Bilmelisiniz ki, siz de karınızın aklını başından alıyorsunuz," diyerek gözlerinin içine bakarak dudaklarına uzandığımda bu kez o benim dudaklarımı yolda karşılamış, büyük bir istekle öpmeye başlamıştı.

Uzun soluklu öpüşmemiz benim nefessiz kalmamla sonlanmıştı. Dudaklarının tadı hâlâ tamağımda kalırken yanaklarımın kıpkırmızı olduğundan emindim. Zira sıcak basıyordu bedenimi.

"Saat kaç ?" utançtan dolayı ne diyeceğimi bilmediğim için saçmaladığımda Yaman da gülümsemişti.

"Yedi buçuk" diye yanıtladığında gözlerim kocaman açılmıştı. Akşam yemeği zamanı gelmişti neredeyse yahu. O kadar uyumuş muydum ben?

"Yaa, kalk aşağı inelim, yemek vakti bile gelmiş, o kadar uyumuşum ya" diye telaşlandığımda erkeksi gülüşü kulaklarıma dolmuştu.

"Sakin ol güzelim, ineriz şimdi" diyerek güldüğünde gözlerimi kısarak ona baksam da bir şey dememiştim. Adam da olan rahatlığa şaşırmamak elde değildi. Şimdiye sofra bile hazırlanmıştır ve ben yardım bile edememiştim...

Nihayet odadan çıkmayı başardığımızda Yaman doğruca salona, bense mutfağa geçmiştim.
Mutfağa girdiğimde Yasemin abla yemeği götürmek için kaba döküyordu.

"Oo çifte kumrular sonunda ayrıla bilmiş," diye gülerek lafı yapıştıran kadın asla iflah olmayacaktı.

"Abla yaa" diyerek sitem ettiğimde gülümsemesi genişlenmişti.

"Tamam kız, demedim bir şey, al hadi onu da geçelim içeri. Maazallah Yaman şimdi özler seni, soluğu burada alır," bir şey demiyorum diyerek, alayını devam ettiren Yasemin ablaya onaylamaz bakışlarımdan atarak işaret ettiği yemeği almıştım. Cevap vermemek en iyisiydi çünkü. Zira laf yetiştiremezdim ben Yasemin ablaya...

Salona geldiğimizde Ömer ağabey ve Demir'in de geldiğini görmüştüm. Ardından yemekleri masaya bırakmış , bende kendi yerime, Yaman'ın yanına geçmiştim.

"Uyy, Demir bu hülyalı bakışlar da nedur da?" yarı şive yarı alayla konuşan Yasemin ablayla bakışlarım istem dışı Demir'i bulmuştu. Gerçekten de aklı başka yerde gibiydi.

"Uyyy, uçmuş bu deli oğlan " sesini yükselten Yasemin ablayla Demir hafif irkilerek Yasemin ablaya bakışmıştı.

"Ha? Bir şey mi dedin yenge?" saf saf sorduğu soru hepimizi gülümsetirken, bir yandan da tabağıma koyduğum yemekleri yiyordum.

"Ne oldu diyorum? Nerelere daldın gittin?" diye soran Yasemin ablayla Demir derince iç çekmişti.

"Yok bir şey ya yenge, öylesine dalmışım," diyen Demir beni bile şaşırtmıştı. Bu onun tarzı değildi ki, şimdi çoktan Yasemin ablayla alay etmeye başlaması gerekiyordu.

"Oğlum güneş falan mı çarptı? Ne bu hâlin?" sonunda dayanamayan Yaman olaya el attığında Ömer ağabey gülmüştü.

"Güneş çarpmadı Yamanım, Ahu çarptı bizim oğlanı. Hem de baya okkalı bir şekilde" diyerek kıkırdayan adamla, Ahu'nun kim olduğunu sorgulamaya başlamıştım.

"Ahu kim?" diye soran Yaman'ın da sesi düşünceli çıkıyordu. Ayrıca Ahu çarptı nedir Allah aşkına?

"Yeni proje ortağımız olan Ziya beyin kızı avukat olarak şirketimizde işe başlayacaktı ya?" Dediğinde Yaman başını olumlu anlamda sallamıştı.

"İşte o kız Ahu. Ve bugün bizim oğlan ona fena tutuldu. Öyle, böyle değil," diyerek gülen Ömer ağabey herkesi güldürmüştü. Demirden başka.

"Ağabey," uyarıcı ses tonuyla konuşan Demir fena bozulmuştu galiba.

"Vay Demir vay, aşık mı oldun oğlum sen " diyen Yaman'la Demir'in çatık kaşları iyice çatılmıştı. Ve bu çok komik gözüküyordu. Demir ve ciddilik. Ne ironiydi ama.

"Hah, biri susmamış, diğeri başladı. Artık konunuz ben olurum. Ayrıca aşık falan da olmadım" diye sitem eden Demir'e Ömer ağabeyden cevap gecikmemişti.

"Hep sen bizimle alay edecek değilsin ya, biraz da biz seninle alay edelim. Ne demişler intikam soğuk yenilir." dediğinde Demir gözlerini devirmişti.

"Alay etmeyin bakayım uşakla, zaten Ahu devirmiş onu, biraz da siz yıkmayın" ciddi konuşmak için çabalasa da, alay ettiği her halinden belliydi Yasemin ablanın...

"Yenge sen de mi yaa?" Diye sızlanan Demir'le, Yasemin abla kahkahasını koy vermiş, diğerleri de ona eşlik etmeye başlamıştı...

Benim de yüzümde engel olamadığım gülümse bir türlü silinmediğinde böyle güzel bir aileyle yolumu kesiştiren Allaha şükürler etmiştim, hemen ardındansa başımı aşağı eğerek hafifçe fısıldamıştım.

"Gülüyorum baba, mutluyum da, gözlerin kalmasın arkada artık"... diyerek dolan gözlerimde olan yaşların akmasına müsaade etmemiştim. Babam için gülecektim, rahat etsin yattığı yerde babam...

Aniden elimin üstünü kavrayan el ile bakışlarımı Yaman'a çevirdiğimde bana derince baktığını görmüş, sessizce fısıldayışımı duyduğunu anlamıştım...
•••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••••



🌺
•••••

20.ci bölümün sonuna geldik arkadaşlar...

Biraz geciktiği için kusura bakmayın)

18.01.2020

Valla ilk sahneleri yazarken salya sümük kaldım ((((

Umarım sizde beğenirsiniz)

Keyifli okumalar diliyorum

Sağlıcakla kalın 🥰

Bölüm : 28.11.2025 01:01 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...