Dönüş yolunda Doğan, Melisa'ya destek olmaya devam ediyordu. Dakikalar önce kucakta taşınma teklifini sertçe red ettiğinden tek yapabildikleri ayağının daha beter hale gelmesine engel olmak için olabildiğince yavaş yürümekti. Bunun neticesinde harabe eve varmaları neredeyse bir saat sürdü.
Doğan, arabayı sakladığı yerden çıkarmaya gitmeden önce Azra hala ayağı konusunda sıkıntı yaşayan kadının koluna girerek ayakta durmasını kolaylaştırmaya çalıştı.
“Çok mu canın yanıyor?”diye sordu endişeli bir sesle. Doğan genelde bu konularda pek yanılmazdı ama yine de daha kötü bir şey olmuş olması ihtimalinden korkmaya başlamıştı Azra.
“İyiyim merak etme.” Melisa cevap verirken çektiği acıyı gizlemeye çalışsa da pek başarılı olamamıştı. Acısının yeni yeni farkına varan genç kızın suratındaki ağlamaklı ifadeyi görünce hafifçe gülümsedi. “Ufak bir burkulma. Biraz üzerine basınca sızlıyor o yüzden üstüne yük bindirmeye çekiniyorum. Korkulacak bir şey yok yani.” Azra pek ikna olmamıştı ama yine de kafasını aşağı yukarı sallayarak öyleymiş gibi davrandı. Doğan’ın geleceği istikamete döndüğünde gözleri yıllanmış çınar ağacına takılıp duruyordu. Bunu fark eden Melisa kısık bir sesle; “Birkez daha denemek ister misin?” diye sordu.
“Hayır.” Bu şeyin bu şekilde işlediğini düşünmüyordu. “Herhangi bir şey hissetmiyorum.” İster istemez huysuzca çıkmıştı sesi. Çağrılmıyordu. Melisa tek kelime etmeden düşünceli bir ifade ile kızın yüzünü izlemeye başladığında artık aşina oldukları motor sesini duydular. Araba tam önlerinde durduğunda Doğan aşağı inip Azra'nın da yardımıyla Melisa'yı arka tarafa bindirip ayaklarını rahatça uzatabilmesini sağladı. Kendileri de ön koltuklara yerleştikten sonra artık hareket etmeye hazırlardı.
Harabe evi yavaşça arkalarında bırakmaya başladıklarından itibaren gözden kaybolana kadar aynalardan izlemeye devam etti Azra. Eğer bu büyük kargaşa yaşanmıyor olsaydı burada yaşamanın mükemmel olacağı konusunda emindi. Sessiz sakin geri dönüp ömrünün kalanını huzurla bu evde geçirebilmenin yollarını düşünürken yüzündeki sevimli tebessümden de, o tebessümü fark edip tıpkı onun gibi gülümsemeye başlayan ikiliden de bihaberdi o an için.
Bu kısa tek taraflı etkileşim dışında eve dönene kadar çok az konuştular. Daha çok kendi kendilerine kaldılar.
Azra bütün o duygu yoğunluğuna rağmen rahatlamıştı. Sanki herşey olması gerektiği gibiydi. Yasını yaşama fırsatı bulabilmişti. Bu onu ölesiye üzmüştü ama tamamlanmış hissediyordu. Gerçekte kim olduğunu öğrendiğinden beri hep yanıbaşında hissettiği boşluklar dolmaya başlamıştı sanki. Geride bıraktıklarıyla hayatının tamamlanıyor olması aşırı tuhaf geliyordu Azra’ya ama durum çoğunlukla bundan ibaretti. Bunu düşünerek araba camından göründüğü kadarıyla gökyüzüne bakarken derin bir iç çekti.
Eve vardıklarında hava kararmıştı. Binadan içeri önce Azra girmek durumunda kaldı. Doğan koluna girdiği kadını incitmeden yürütürken hemen arkasındaydı. Dakikalar sonra üçü birlikte evlerinin salonundaki koltuklara yığılmışlardı. O anlarda Azra kafasındaki milyon tane probleme rağmen huzuru koklayabildiğine yemin edebilirdi.
Dakikalar sonra Doğan kimseyi şaşırtmayarak acıktığına dair sitemlerde bulunmaya başlamıştı. Kendisini umursamayan kadınların ilgisini çekmek için sesi sonlara doğru can çekişir gibi çıkınca Azra sırıtmaya başladı. Onu kolayca bertaraf edebilirdi fakat hemen ardından Melisa da abartılı bir oyunculukla oturtulduğu koltuktan incittiği ayağını ovalayarak;
“Ben bu ayakla hiçbir şey yapamam,” dedi. İkisinin de gözleri Azra’nın üzerindeydi. Yapacak bir şey yoktu. Köşeye sıkışan kız derin bir nefes alarak ayağa kalktı ve ikiliye döndü.
“Kıymalı makarna?” Doğan’ın, “Evet be!” tezahüratına Melisa hevesle kafasını sallayarak eşlik etti. Kaderine razı olan kız bir şey demeden usulca mutfağın yolunu tuttu. Aslında dışarıdan istemek daha zahmetsiz olabilirdi, ama Azra biliyordu ki kafasını dağıtmasına destek olmak istiyordu ailesi. Bu yüzden sesini çıkarmadı. Ayrıca kıyma soslu makarna mevzusu açılınca, numara yapıyor olması gereken çocuğun gözlerindeki kalplerle Azra’ya bakıyor olması da sessizliğini destekler nitelikteydi.
Mutfağa girergirmez hızlıca ocağın üzerine su koydu. Ardından kıymayı çıkarmak için dolabı açtı. Aradığını bulamayınca sessizce oflayarak dolap kapağını kapattı. Kasaba gitmek için geç bir saatti ama büyük ihtimal açık marketlerden birinde bulunabilirdi. Tekrar geri dönüp salona geçti.
Melisa'nın rahatça uzanabilmesi için, kanepeyi açmış televizyonu da ona çevirmiş olan Doğan’a hitaben;
“Kıyma bitmiş," dedi. Muhatabı bu anlık kesinlikle oydu. “Bu saatte...” diye başalayan cümlesinin arasına hızlıca girdi genç adam.
“Murat abinin evi kasabın üstünde. Söylerim iki dakika açar dükkânı.” Montunu giyip hızlıca çıktı evden. Salon kapısında dikilmeye devam eden Azra, Melisa’ya bakarak;
“Marketten alabilirsin diyecektim,” dedi şaşkınlıkla. Melisa gülümseyerek;
"Konu midesi olunca nasılda çözüm adamı oluyor,” dedi. “Başka bir şey için hayatta çıkmaz dışarı." Bazı şeylerin ne olursa olsun değişmiyor olması inanılmaz rahatlatıcıydı. Azra’da kadına içten bir gülümseme sunarak yeniden mutfağa gitti.
Doğan evden çıkalı henüz beş dakika olmuştu ki kapı zili çaldı. Genç adamın hızına şaşırarak kapıyı açmaya giden Azra kıkırdamasına engel olamadı. Cidden sözkonusu midesi olunca bu adamı durdurucak çok az engel vardı.
Ara vermeden çalmaya devam eden kapıyı hızlıca açtığında gördüğü kişi ile gülümsemesi yüzünde dondu.
Akil kızın kenara çekilmesine fırsat vermeden kolundan tutup içeri girdi ve arkalarında kalan kapıyı sertçe kapattı. Neredeyse sürükleyerek salona Melisa'nın yanına götürdüğü Azra'yı hızlıca kendisine çevirerek diğer kolunuda sıkıca tuttu. Şimdi yüzyüzeydiler. Yüzündeki sebebini bilmedikleri korkunç öfke ile bu defa gerçekten de tam bir deli gibi gözüküyordu.
“Akil ne…” Melisa’nın konuşmasına müsaade etmeden araya girdi adam.
"Bana bu işin dışında kalacağınızı söylemiştiniz!" Neredeyse burun buruna olduğu adamın aynı zamanda avazı çıktığı kadar bağırması Azra’yı korkuyla yerinden sıçrattı. Telaşla kolunu kurtarmaya çalıştı ama başaramadı.
"Evet, öyleyiz." Hissettiği korku aldığı nefese etki ettiğinden kısık bir sesle cevap verebilmişti Azra. Bakışları biran için Melisa’ya çevrildiğinde onun da tıpkı kendisi gibi bocalamış olduğunu fark etti.
Adam sıkmaya devam ettiği kolunu bırakmak niyetinde gözükmediği gibi her geçen saniye öfkeden gözleri daha da kararıyordu sanki. Yine de Azra bulabildiği bütün cesaretini toplayarak konuşmaya devam etti. "Bu bizim kararımız aksini yapmamız için zorlayamazsın. Buna hakkın yok!" Azra’nın kendince kararlı duruşu adamın gözlerine ulaşmayan tuhaf gülümsemesiyle sekteye uğradı. Bu da en az öfkesi kadar korkunçtu. Kızı rahatlatmak yerine ki böyle bir isteği asla yoktu, daha çok onunla beraber deliliğe sürüklemek üzereydi.
"Akil, bırak onu." Melisa’nın titreyen sesi de tıpkı bakışları gibi korkusunun kokusuna bulanmıştı. Akil’in gülümsemesi anında duruldu. Ateş saçan gözlerinin muhatabı şimdi Melisa’ydı.
"Kes sesini!" Kadınlara tezat oldukça yüksek çıkan sesiyle yeniden evi inlettiğinde ona kapı zilinin sesi de eşlik etti. Üçü de bunu umursayacak durumda değildi. “Bu kız yaptığı korkunç şeyin bedelini ödeyecek bugün! Hiçbir sorumluluk almadan istediği şeyi yapacak bir lükse sahip olmadığını bizzat öğreteceğim.” Adamın korkunç bakışları yeniden Azra’yı bulunca Melisa zorlanarak da olsa ayağa kalktı. Azra'yı, Akil'in kıskacından kurtarmak için hamle yaptı fakat adam başarılı olmasına müsaade etmeyerek onu sert bir şekilde kalktığı koltuğa ittirdi. Ardından Azra'yı da hızlıca aynı koltuğa savurdu. Azra dengesini toparlayamadan Melisa'nın üzerine düştü. Kadının acıyla inlediğini duyunca burkulan bileğine çarptığını anladı. Hemen düştüğü yerden kalkıp kadına baktı.
"Evet,” dedi Melisa telaşla elini kıza uzatarak. “Yanıma gel hemen!" Azra ikiletmeden yanına oturunca Akil'e bakarak sitemkâr bir sesle devam etti; "Neyin var senin?" Akil derin bir nefes aldı. Muhtemelen kendini tutmaya öfkesini kontrol etmeye çalışıyordu. Bu yüzden cümle kurmaya es vermişti. Sağ elini havaya kaldırarak avuç içini kadınlara gösterdi. Bileğine kadar olan kısıma Azra’nın düşündüğü şey olmasın diye sessizce dualar ettiği kırmızı bir sıvı bulaşmıştı. Yanındaki kadının korkuyla içini çektiğini duyunca maalesef yanılmadığını anladı. Evlerinin kapı zilini yeniden duymaya başladığı sırada Melisa tekrar konuştu.
“Kim?” Oldukça ciddi bakışlarını Akil’in üzerine sabitlemişti. Uzaktan bakan biri normal bir konuşma yaptığını düşünebilirdi ama yanında eli sıkıca tutulan Azra, kadının ne derece gergin olduğunu biliyordu. Daha dik bir oturuş pozisyonu alarak cevapsız kalan sorusuna bir yenisini daha ekledi. “Bizim bununla ne alakamız var?” Muhtemelen yanlış bir soru sormuştu. Adam adeta tüm kötücül düşüncelerini gözlerinden akıtarak yeniden Azra’ya döndü.
"Bunun ne olduğunu biliyorsun değil mi sevgili Prenses?” Genç kızın dikkatini yeniden ellerine çekmişti. “Hayatında bu kadar fazla bir kanı bir arada gördün mü?" Adamın ellerine daha fazla bakamayan kız hızlıca kafasını başka yöne çevirdi, fakat Akil tam önüne gelerek bir eliyle kızın çenesinden tutarak kana yeniden bakmasını sağladı. Artık yüzüne de kime ait olduğunu bilmediği kandan bulaşan Azra kıpırdanmaktan vazgeçti. Sakinleşmek adına bir defa gözlerini kapatıp açtıktan sonra adamın ondan istediği gibi ellerindeki kana bakmaya zorladı kendini.
"Hassas gözlerin için fazla mı geldi?” Artık bağırmıyordu. Fakat bu yeni tavrı da Azra’yı rahatlatmaktan çok uzaktı. “Gördüklerine engel olamam. Senin için, senin yüzünden ölen cesur bir insana bu onursuzluğu yapmana asla izin veremem.” Duyduklarıyla gözleri kocaman açılan Azra sayesinde yüzünde şimdi tatmin olmuş bir ifade vardı. “Bu bakmaya bile dayanamadığın, bir kadının döktüğü son kan.” Ona dokundurmadığı sağ elinin avuç içini çevirerek iki kadına da gösterdi. “Sekiz yaşındaki oğlu için, yeniden yuvalarına dönebilmek için savaşıyordu. Prensesi olduğun senin sahiplenmediğin gezegeni, yeniden yaşanır bir hale döndürmek için uğraşıyordu. Peki, bu haklı çabasının biricik oğluna kazandırdığı tek şey ne biliyor musun?” Durgun ifadesi hızlıca yeniden öfkeye evrilmişti. “Bu ait olmadığı topraklarda bir başına kalmak..." Kızın çenesini sertçe bırakarak doğruldu. Parmağını kıza uzatarak devam etti. “Hepsi senin yüzünden…”
Azra çenesine bulaşan kanı ve metalik kokusunu umursamamaya çalıştı. Yeniden cümle kuracak hale geldiğinde sesi çok da kendinden emin çıkmıyordu.
“Benim bir suçum yok. Kimseye zarar verecek bir şey yapmadım."
"Sanırım ben yapacağım," dedi adam tehditkâr bir sesle. Gözleriyle saniyeler içinde cinayet işleyebilirmiş gibi bakıyordu. Üstelik potansiyel maktulün kimliği de ayan beyan ortadaydı.
"Akil sakin ol lütfen! Gerçekten birşey yapmadı. Hep yanındaydım." Melisa adamı yatıştırmaya çalışıyordu. Bunda da kısmen başarılı oldu. Akil daha sakin bir şekilde yeniden konuştu.
"Evet,” dedi Melisa. “Ailesini görmek istedi. Bu onun en doğal hakkı."
"Bu kadar aptalca bir davranışı senden bile beklemezdim Melisa."
"Sadede gel," dedi Melisa incinmiş bir tavırla. Azra küçük bir an Melisa’yı izleyen adamın gözünde pişmanlık emareleri gördü. Gözlerini kaçırarak sakince devam etti Akil.
"Mezarların başlarına dikilmiş olan ağaçları fark etmedin değil mi?"
"Elbette ettim. Kavak ağaçları…" Melisa'nın umursamaz tavrı sanki görülmez bir el tarafından bıçakla kesilmiş gibi aniden değişti ve yerini bir şok hali aldı. "değildi, his ağacıydı," dedi korkuyla. “Siz dikmediniz.” Dehşetle adama bakıyordu. Azra kafası karışmış şekilde ikiliyi izliyordu. Ona tam da kavak ağacı gibi gelmişti oysa.
"Hayır," dedi adam kafasını sağa sola sallayarak.
“Nasıl?” diye sordu Melisa telaşla. “Kimse yoktu biliyorum, dikkat ettim.”
“Sizin orada olduğunuz süre zarfında yalnız ve şanslıydınız. Mari’nin aksine,” diye eklediğinde omuzları yaşadığı kederin ağırlığıyla düşmüştü. "Katil’in adamları tarafından iki gün de bir alenen kontrol ediliyor mezarlar. Onlar bir korkak olduğunu bilmedikleri, Romos’u tahtından edeceğini düşündükleri Prenses’i yakalamaya çalışırken bizimkiler de onlardan bir adım ilerde olmak için enselerinde nöbet tutuyordu.” Tam bu kısımda Azra’yı bol keseden saçtığı yargılayıcı bakışlarından nasiplendirmeyi unutmamıştı. “Bu hafta sıra Mari'deydi. Her zamanki gibi düzgünce pusuya yatabilmek için Katil’in ekibinden önce gitmiş ve yaprakları fark etmiş. Ortada olan şey Romos’un adamları tarafından anlaşılmasın diye gücünü, rüzgârı kullanmaya çalışmış. Yaprakları doğal bir dökülme gibi göstermek için ağaçların tamamını kökünden sökmüş. Niyeti muhtemelen öfkeli bir isyancı imajı vermekti. Başarılı da olmuş fakat henüz kaçamadan Katil’in adamlarına yakalanmış.” Kafasını eğip ellerindeki kana bakarak devam etti. “İyi bir savaşçıydı. İki adamı kolayca haklamış fakat üçüncüsü epey zorlamış. Bana geldiğinde aldığı kesiklerden biriyle kanı zehirlenmişti, ne ile olduğunu bulacak vakit yoktu. Zar zor olanları anlattıktan sonra..." devamını getirmesine gerek yoktu, dinleyicilerinin de böyle bir talebi yoktu zaten.
"Neden bunu yaptı?" diye sordu Azra. Üzüntüden kalbi parçalanacakmış gibi hissediyordu. Bir kişi daha onun yüzünden ölmüştü. Fakat anlayamıyordu. Neden bu riski almıştı, neden sadece işini yapıp evine çocuğuna geri dönmemişti? Akil cevap verdi.
"O ağaçlar düşündüğün gibi kavak ağacı değildi. Bizlerin his ağacı dediği özel bir ağaç türü… Fidanları yıllar önce gezegenimizden getirildi. Katil onları diktirdi çünkü neramonlar için ne anlama geldiğini bazılarımızın aksine çok iyi biliyordu.” Olduğu yerde rahatsızca kıpırdanan Melisa’ya baktıktan sonra yeniden devam etti. “His ağaçları bir neramonun duygusunu herhangi bir insandan daha iyi okuyabilir. Sadece bununla kalmaz aynı zamanda tepki de verirler. Yakınlarındaysan ve mutluysan küçük pamuklarından uçuştururlar etrafa, utandıysan yaprakları kızarır, rahatsızsan sararır... Eğer mutsuzsan, ağlıyorsan o da tüm yapraklarını dökerek karşılık verir. Bunlar öyle basit, taklit edilebilir şeyler değildir. His ağaçlarının yapraklarını dökmesini sağlamanın bunun dışında tek bir yolu vardır. Köklerinin toprak ile bağlantısını kesip öldürmek. Onlar için en uç şey budur ve neramona saygılarını bu şekilde sunarlar. Onun duygularını paylaşarak. Bu yüzden Katil oraya bir işaret fişeği, bir kapan kurdu. Kral soyundan gelen birinin yaşadığı ve neramon olabileceği ihtimalini gözardı etmedi. Mezarların yapıldığını öğrendikten sonra ağaçları diktirtti. Buna o zamanlar bir anlam verememiştim ama sonradan annene olan aşkı daha doğrusu takıntısı yüzünden gezegenden bu ağaçları getirip diktirdiğine dair söylentiler çıkınca kurcalama gereği duymadım.” Yeniden kadınlara döndü eskisi kadar yakıcı olmasa da öfkesi gözlerinden okunmaya devam ediyordu. “Gitmeden önce beni bulmalıydınız. Aynı tarafta olduğumuzu unutacak kadar mı uzaklaştın davamızdan sevgili Era?" dedi Melisa'ya bakarak. Bakışlarını kaçıran kadının söylenenler karşısındaki rahatsızlığı açık açık okunuyordu. Bu yaşananların dışında kalmak istedikleri için Akil’e ulaşmadığını biliyordu Azra. Ama yine de aralarında geçen muhabbetten bir şeyler kaçırdığını düşünüyordu. Bir süre kimse konuşmadı. Kulak çınlatan sessizliği kapı kilidinin kurcalanma sesi bozdu.
İçeri giren Doğan'ın ilk başta şaşkın olan yüzü Azra'ya ve Akil'e bakarken sinirle kasıldı. Daha kimse müdahale edemeden hızlıca Akil'in yanına gelerek yumruğunu adamın yüzünün ortasına geçirdi. Hazırlıksız yakalanan Akil yere yığılınca Doğan adamın üzerine çullandı. Azra ayırmak için hızlıca yanlarına yaklaştığı anda Doğan, külçe gibi adamın üzerine devrildi. Hareket etmiyordu. Akil nefes nefese kanayan burnunu tutarak yavaşça ayağa kalkmayı başardı.
"Bu çocukta öfke kontrol problemi var,” dedi az önce ortalığı yakıp yıkan kendisi değilmiş gibi sakin bir sesle. “Uyutulmalı.” Azra’ya gülümseyerek devam etti. “Uyutuldu.”
Azra Akil'in sözlerinden sonra hızlıca kendini Doğan'ın yanına attı. Biraz zorlanarak adamı sırt üstü çevirebildi. Gözleri kapalıydı. Hızlıca nabzını kontrol etti. Atmadığını farkedince derin bir nefes alıp kalbini dinlemek için kafasını adamın göğüsüne koydu. Aynı anda kulakları uğuldamaya midesi bulanmaya başladı. Kafasını kaldırıp Melisa'ya baktı. Gözlerinden ne olduğunu ve ne olacağını anlaması gerekiyordu ki dile dökerse eğer tüm vücudu infilak edecekmiş gibi hissediyordu.
Diline sahip çıkabilirdi fakat düşüncelerine müdahale edemezdi. Ve o sırada kafasında dönüp dolaşan tek şey vardı; halının üzerinde boylu boyunca uzanmış olan kardeşinin, can yoldaşının kalbi atmıyordu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |