13. Bölüm

Boş Beşik

Fatma
parukopoli

Azra geceden maruz kaldığı kâbuslarla renklendirilmiş(!) uykusunun doğal bir sonucu olarak ertesi sabaha son derece yorgun uyandı. Alarmını dahi kapatmaya yeltenmeden sırt üstü uzanmaya devam ettiği sırada zihni yatakta biraz daha fazla kalabilmek için tam gaz bahaneler üretmeye başlamıştı. En son kahvaltıyı es geçip işe de pijamalarla giderek kazanılacak zamana doğru evrilen uyuşuk fikirleriyle yol alamayacağına karar vererek tam da yeniden uykuya dalmak üzereyken kendini toparlayıp uzandığı yerden yavaşça doğruldu. Neden bu hayatta hep uykuyla sınanmak zorundaydıki?

 

Hevessizliğine binlerce ket vurarak zar zor yataktan çıkıp hazırlanmaya başladığında ortamın sessizliğinden evde tek başına olduğunu anladı. Dün öğrendiklerinden sonra bu Azra'yı fazlaca tedirgin etmeye yetti. Hızlıca telefonunu bulup Melisa’yı aradı. Onun işte ve iyi olduğuna ikna olduktan sonra Doğan’dan da benzer bir geri dönüş alınca gönül rahatlığı ile kahvaltı sofrasına kuruldu. Kafasındaki senaryoların gerçek olmadığına çokça şükür ederek yediği lokmalar sanki her zamankinden daha da lezzetleydi.

 

İş yerine vardığında ise memnuniyetle fark ettiki patronu henüz dönmemişti. Bunun sebep olduğu haklı neşeyle cıvıldayan Kübra kısa bir süre sonra hazırlanıp onunla vedalaşmış ve çıkışa doğru ilerlemişti. Tam bu sırada Azra hafta sonunu ayarlaması gerektiğini hatırladı. Telaşla kapıdan çıkıp karşı kaldırıma geçmiş olan kıza seslenerek durdurdu. Ses tonunu ayarlayamayarak biraz fazla bağırmış olmalıydıki şimdi Kübra’nın arkasında bulunan eski evdeki yaşlı kadın yaşına tezat bir hızla perdeyi çekip pencereyi açarak bulundukları sokağı gözleriyle taradı. Bunu yaparken beline kadar camdan sarkıyor olması dışında bir tehlike olmadığını fark edince yavaşça doğrulup kınayan bakışlarını Azra ve Kübra arasında pay etmeye başladı. Özür mahiyetinde sağ elini kaldırarak selam veren Azra’yı görmezden gelerek sokağı yeniden taradı. Hemen ardından penceresini ve perdesini sıkıca kapatıp gözden kayboldu. Azra dondurmacının bulunduğu kaldırıma geri gelen kıza mahcupça gülümseyerek;

 

“Ne aptalım,” dedi. “Keşke seslenmek yerine telefon etseydim, rahatsız ettim yeni komşumuzu.”

 

“En işlek caddelerden birinde ev tutarak bazı şeyleri göze almış olmasını beklersin hâlbuki” dedi Kübra aksi bir ifadeyle. “Hem senin yaptığın sözde gürültü dakika başı yoldan geçen kamyonlarınkinden daha mı fazla? O zaman neden tünemiyor pencereye?”

 

“Sanırım oğlu polis. Belki onun…”

 

“Duymak istemiyorum Azra,” diyerek cümlesini tamamlamasına izin vermedi arkadaşı. “İnsanların davranışlarında art niyet ara biraz. Vicdanını rahatlatmana yardımcı olur.” Saçma tezi karşısında şaşkına dönen Azra’nın bakışlarını fark edince kahkahalarla gülmeye başladı. “Tamam, tamam son söylediklerimi söylememişim farz et. Hakan beyin yokluğu ruhumu gevşetti biraz. Sen bana ne diyecektin?”

 

"Senden bir iyilik isteyecektim," dedi Azra daha fazla uzatmadan.

 

"Eğer yapabileceğim bir şeyse seve seve yardımcı olurum canım." Sesinde ve mimiklerinde gerçek bir endişe vardı. Belli ki kötü bir şey olduğunu düşünmüştü. Onu gereksiz bir telaş içine sokmamak için hızlıca devam etti Azra.

 

"Bu hafta sonu şehir dışına çıkmam gerekiyor. Cumartesi senin izin günün biliyorum ama benim Cuma işten sonra yola çıkmam lazım.” Hissettiği mahcubiyet sesine de yansımıştı. “Sonraki hafta da bütün bir hafta sonu sen izinli olursun. Ne diyorsun?"

 

"Anladığım kadarıyla Melisa yine bir butik otel keşfetmiş." Karşısında şimdi rahatça gülümseyen kız arada bir Melisa’nın çabalarıyla gittikleri küçük tatillere atıfta bulunuyordu. Yeni bir yalan bulma yoluna girmek zorunda olmamanın verdiği rahatlıkla kendiliğinden peyda olmuş durumu gülümseyerek onayladı Azra. “Benim için sıkıntı yok. Hatta sayende ben de sonraki haftasonu için güzel bir plan yapabilirim.”

 

"Çok teşekkür ederim," dedi Azra, neşeyle. Yeniden vedalaşıp arkasından el sallayarak uğurladı arkadaşını. Kız gözden kaybolduğunda bir omzunu açık olan kapıya yaslayarak dalgın bakışlarla etrafı izlemeye başladı. Bir sağa bir sola akan tarfik gözlerini yorunca bir an için bakışları gökyüzüne kaydı. Gece değildi parlak yıldızlar görünürde yoktu ama yine de oralarda bir yerde artık anlamlı aynı zamanda kaçtığı bir şeylerin olduğunu bilmek Azra’yı anında gerdi. Bakışlarını hızlıca dondurmacıya çevirip tam da huysuz patronuna layık bir çabayla yapılacak bir iş tespit etti ve aceleyle ona yöneldi.

 

Bundan sonra günler çok hızlı bir şekilde akıp gitmiş gibi geldi Azra'ya. Oysa bu günlerin sonunda hevesle beklediği bir şey vardı ve zaman yavaşlamak zorundaydı. Bu yazısız dünya kurallarından biri değil miydi? Azra bunu bir yandan heyecanlanırken diğer bir yandan da yüzleşeceği şeylerden korkmasına bağlıyordu.

 

Cuma gününe kadar her şey hemen hemen normal seyrinde devam etti. Azra dükkânda Hakan beyin yokluğunda deyim yerindeyse keyif çattı. Kafasında milyon tane şeyle yapmadığı servis hatası kalmamıştı bu süre zarfında. Eğer aksi patronu burada olmuş olsaydı bunların tamamının ödemesini burnundan fitil fitil getirerek tedarik ederdi kesinlikle.

 

Beklediği gün sonunda gelip çattığında, sabahtan eşyalarını hazırlayıp beraberinde iş yerine getirdi. Doğan araba kiralamıştı. Melisa'yı işten aldıktan sonra ikisi birlikte dondurmacıya geldiler. Mesai bitene kadar beklediler ve sonra da birlikte ortalığı toparlayıp yola koyuldular.

 

Yollar bu saatte fazlasıyla ıssızdı. Kısık sesle dinledikleri radyo eşliğindeki yolculuk arka koltukta oturan Azra’nın gözlerinin yavaş yavaş kapanmasına sebep oluyordu. İyice mayışmış tam uyumak üzereyken Doğan’ın konuşmasıyla hafifçe sıçrayıp camdan dışarıya baktı. Henüz şehirden çıkmışlardı ama beyzadeleri acıkmıştı işte. El mahkûm yol kenarındaki dinlenme tesislerinden birinde durmak zorunda kaldılar. Doğan arabanın anahtarını cebine atıp neşeyle ilerlerken iki kadın da söylene söylene arkasından onu takip ediyorlardı. İçeri girdiklerinde ağır yemek kokusu eşliğindeki klimalı hava anında yüzlerine vurmuştu. Fazla kalabalık olmayan mekânda Doğan pencere kenarında bir yer bulup oturmuştu bile.

 

"Daha yola çıkalı yarım saat olduğunun farkında mısın?" Azra Melisa'nın sitemini tam yerinde buldu. Kadın çok haklıydı.

 

"İsterse on dakika olsun. Açken araba kullanamam ben."

 

"Açken araba kullanamazmış." Azra sinirle adamın yanındaki sandalyeyi çekip oturdu. "Açken yapabildiğin bir şey var mı acaba? Hem dondurmacıda poğaça yemedin mi sen?"

 

"Küçücük bir şeydi o, dişimin kovuğuna bile yetmedi,” dedi sırıtarak. “Benim gerçek bir şeyler yemem lazım."

 

"Ne kovukmuş arkadaş! Bir türlü dolmadı." Oldukça gergin olan Azra'nın devam eden isyanına Doğan sadece sırıtmakla yetindi. Bir buçuk porsiyon iskender siparişini verirken daha da fazla gülümsüyordu. Azra ve Melisa'ya da kahve ısmarlamayı ihmal etmedi. Kahveler hızlıca içilip yemek de aheste aheste yenilip nihayet bittikten sonra iki kadın Doğan'ın tatlı yememesi için büyük bir mücadeleye girişip küçük bir zafer kazandılar. Doğan asık bir suratla geçti direksiyonun başına fakat yolculukları çok şükür ki tok karınla devam etti.

 

Tam dört buçuk saat sonra ormanlık bir yola girdiler. Asfalt yolun kıyıları kimi yerlerde o kadar sık ağaçlarla kaplıydı ki, Azra arabanın farı sayesinde fark ettiği o kısımların gündüz vakti de karanlık olacağından emindi.

 

Araba ormana çok yakın ilerliyordu. Ağaçlardan birinin dalları camı sıyırınca refleksle geriye sıçradı Azra. Tuhaftır ama izleniyormuş gibi hissediyordu. Bir süre sonra kendi düşüncelerinden korkarak camdan dışarı bakmaktan vazgeçti. Kafasını arabanın içine çevirdiğinde ön koltukta oturan Melisa'nın arkasını dönmüş onu izlediğini gördü. Merakla kızın yüzüne bakıyordu.

 

"Sanki bizi izliyorlar," dedi Azra ağaçları kastederek. Fakat söylediği şeyden anında pişman oldu. Kafasındakiler kelimelere dönüşünce daha mantıksız bir hale gelmişti.

 

"Belki de izliyorlardır, belki onlar da senin farkındadırlar," dedi Melisa Azra’yı şaşırtarak. Azra cevap vermek yerine kafasını sağ tarafındaki cama çevirip yeniden ormanı izlemeye başladı. Bundan sonraki hayatının geri kalanını benliğini bir mantık çerçevesine oturtmaya çalışarak geçirecek olmasından korkmaya başladı. Bu oldukça yorucu bir ömür gibi gözüküyordu.

 

Melisa’nın; "İşte şurası Doğan," diye heyecanla atıldığını duyunca önüne dönerek kadının parmağıyla işaret ettiği şeyi gördü. Sol taraflarında ağaçların arasından sadece çatısı gözüken bir evdi bu. Doğan tam zamanında direksiyonu kırıp patikadan hallice gibi gözüken kötü bir yola soktu arabayı. Kısa bir süre daha sarsıntılı bir yolculuk geçirdikten sonra nihayet harabe görünümlü iki katlı evin önünde arabayı durdurdu. Farlar sayesinde neredeyse harabe olmuş evin dış cephesi ayan beyan ortadaydı. Arabadakiler kısa biran, bu hepsi için farklı anlamlar içeren görüntüye, takılıp kaldı. Sessizce izliyorlardı terk edilmiş yapıyı. İlk kendine gelen Doğan motoru susturup ışıkları kapatınca Azra havanın aydınlanmak üzere olduğunu fark etti.

 

Üçü de arabadan çıkıp yan yana evin karşısında dikildiler. Azra tüm zerresini istila eden heyecanla, gözlerini hiçbir şeyi kaçırmamak adına dört açarak bir zamanlar ailesinin içinde nefes aldığı evi incelemeye başladı. Ev iki katlıydı. Camlarının hemen hemen hepsi kırıktı. Arka tarafı neredeyse ormanla birleşmiş gibi gözüküyordu. Sarmaşıklar ve dikenli otlar tarafından henüz kapatılmamış duvarlardan gözüken, alacakaranlıkta kahverengi olduğunu düşündüğü boya ise evin yabani görünümünü destekler nitelikteydi. Arabadan indikleri, giriş kapısının bulunduğu ön taraf arka tarafa göre daha iyi görünüyordu. Haddinden fazla uzamış çimler ve yabani otlar dışında bir şeyi yoktu. Gerçi o otların içinde olabilecek şeyleri düşünmek Azra'nın tüylerini ufaktan bir ürpertiyordu ama... Azra evden bakışlarını çekip etrafa bakındığında oldukça uzak mesafede bulunan tek tük evleri fark etti.

 

"Yeterince güvenli gözüküyor," dedi Melisa ve kapıya doğru yaklaştı.

 

"Sanırım güven de göreceli bir kavram," dedi Doğan. "Umarım şu, katil mutlaka cinayeti işlediği yere geri döner, teorisi her gezegen için geçerli değildir." Gözleri şimdi kapıya ulaşmış olup yere eğilerek bir şeyler kurcalayan kadındaydı. Tüm görüntüyü hafızasına kazımaya çalışan Azra’yı peşi sıra sürükleyerek yavaşça eve yaklaşmaya başladı. Melisa’nın ufak adımlarıyla ot okyanusunda açtığı küçük aralığı biraz daha büyüterek Azra’ya daha az endişeleneceği şey bıraktığı için minnettardı genç kız. Yine de bu arkadaşına takılmasına engel değildi.

 

"Yoksa Türkiye'nin Muhammed Ali'si olduğunu iddia eden adam korkuyor mu?" diye sordu alayla.

 

"Elbette korkmuyorum. Ama şunu da unutmamak lazım ki ölü bir adamın kimseye faydası olmaz."

 

"Saçmalamayı kes Doğan." Azra tam kendisiyle ölüm kelimesini aynı cümlede kullandığı için adamı azarlamaya devam edecekti ki evin içinden büyük bir gürültü ve Melisa’ya ait olduğunu bildikleri bir çığlık sesi geldi.

 

Doğan ve Azra aynı anda şimdi içerde olan Melisa'ya ulaşmak için koştular. Kapıya ilk varan Doğan oldu. İleri geri hareket etmeye devam eden kapıyı orantısız güç kullanarak tamamen açılmasını sağlayıp içeri girdi. Bu defa kırılan ahşap sesleri duyulduğunda Azra’nın içeri attığı adım boşluğa denk geldi. Dengesini sağlayamadan yüz üstü toprak zemine düştü. Neyse ki ellerini kullanarak son anda burnunu kırmaktan ya da dudağını patlatmaktan kurtulmuştu. Yanındaki inleme seslerine bakılırsa Doğan ve Melisa'nın da ondan pek bir farkı yoktu.

 

"Bu konuyu konuşmalıyız çocuklar," dedi Melisa inlemelerinin arasında nefes nefese bir sesle. Uzandığı yerden konuşmaya devam etti. "Bir tehlike sezdiğinizde, bodoslama üzerine atlamak yerine lütfen biraz sağınıza solunuza bakın ve fazlaca temkinli olun."

 

Azra Melisa'nın, düştüğü yerden kalkmaya çalıştığını ve Doğan'ın da ona yardım ettiğini gördü. Kendisi de yavaşça kalkıp oturmaya çalıştı ve başardı. Vücudunu yokladığında ayak bileğinin arka kısmındaki bir iki sıyrıktan başka hiçbir şeyi olmadığını görünce rahatladı. Doğan'ın Melisa'ya; "İyi misin?" diye sorduğunu duyunca yeniden onlara döndü.

 

"Sen üzerime düşene kadar sadece yıldızları sayıyordum. Ama şimdi iç organlarımdan bazılarını hissetmiyorum." Doğan'ın elini tutarak ayağa kalktı.

 

"Abartma Melisa. Üzerine değil elinin yanına düştüm. Ayrıca hissedememe olayını da sıkıntı etme." Doğan bu defa da Azra'yı kaldırmak için kızın yanına geldi. "Asıl iç organlarını hissetmen tuhaf olurdu. İyi misin?" dedi Azra'yı kaldırırken, Azra başını sallayarak onayladı. "Hem sen bağırınca endişelendik," dedi tekrar Melisa'ya dönerek.

 

"Benim biraz dikkatsiz olduğum sır değil."

 

“Dikkatsiz mi?” Dalga geçer bir tonda sormuştu Azra etrafı incelerken. Düştükleri yer kapı girişinden yaklaşık bir metre aşağıdaydı. Muhtemelen kırık kapıdan giren yağmur ve kar suları yüzünden merdiven basamakları hızlıca çürümüştü. Arkasını dönüp baktığında üst kata çıkan bir merdiven daha gördü. Bulunduğu yerden üst kattaki bir odanın kapısı seçilebiliyordu sadece. Merdivenin alt kısmında kapağı bir menteşesinden kurtulup açılmış bir dolap ve hemen karşısında da açık kapılı bir oda vardı ama Azra bu açıdan içerisinde ne olduğunu göremiyordu.

 

"Öyle mi küçük hanım?” dedi Melisa eliyle üstündeki tozu silkelerken. Azra’nın meraklı bakışları kısa bir an ona dönmüştü. “Sizin sakar olmamanız buraya benimle birlikte düşmenize engel olmadı ama." Melisa tıpkı Azra gibi ama daha kısa bir süre etrafı süzüp düştükleri kapıya yaklaştı. Bulundukları yere doğru inen ahşap merdivenlerden son 3-4 basamağının eksik olduğunu görünce; "Burası iyice harabeye dönmüş," dedi.

 

Doğan onları orada bırakarak telefonunun fenerini kullanıp evin daha karanlık iç taraflarına doğru girdiğinde Azra evi incelemeyi anında bıraktı. Adam merdivenin yanındaki kapıdan ilerleyip gözden kaybolduğunda Azra geri dönmesini bekleyerek gözlerini biran ayırmadı o kısımdan. Genç adam biraz sonra oradan dönerek üst kata çıkan merdivenlerin başına geldi. Yukarı çıkacağını anlayan Azra hızlıca öne atılıp kolundan tutup durdurdu adamı.

 

“Çıkma yukarı.”

 

“Korkma Azra,” dedi Doğan sevecen bir ifadeyle. Kolunu kızın elinden çabucak kurtardı. “Hızlıca kontrol edip geleceğim.”

 

“Ya yukarıda saklanan bir şeyler varsa?” Az önceki odadan çıkana kadar yeterince korkmuştu zaten. Telaşı Doğan’ı gülümsetti.

 

“Eğer saklanıyorsa bizden korkuyordur Azra. Sen korkma. Hem saldıracak bir şey olsaydı üçümüz yere serilmişken saldırırdı zaten.”

 

“Mantıklı bir şey söylüyormuşsun gibi bir ifade takınıyorsun ama bu umrumda değil. Çocuk yok karşında.” Azra’nın huysuzca söylenmesi merdivenlere dikkat ederek yukarı çıkan Doğan’a bu defa kahkaha attırdı. O da adamın peşinden gitmek istedi ama onu bu eve kadar sokan cesareti buraya kadardı. Melisa’nın çığlığı algılarını kapatmasaydı eğer evin içine de bu kadar kolay girebileceğini düşünmüyordu Azra. Ailesi ile ilk yakın temas böyle olmamalıydı. Boş bir dört duvar ve henüz görmediği dört yığın toprak. Bunları görmek isteyip istemediğinden artık eskisi kadar emin değildi Azra.

 

Ömür gibi gelen bir süre sonra, Doğan aşağıya inince rahatlayarak derin bir nefes aldı Azra. Tehlikenin geçtiğini düşünerek ilgisini ondan çekip tuhaf bir şekilde sessizliğe bürünmüş olan Melisa’ya baktı. Kırık basamakların arasındaki bir şeye bakıyordu dikkatlice. Biraz sonra tam da o kısma eğildi. Doğrulduğunda avucunda oldukça paslı bir asma kilit vardı. Sıradan bir kilit gibi duruyordu ve açıktı. Avucunda sıkı sıkı tutarak görüş alanından çekti. Şimdi düşünceli bakışları açık kapıdan görünen gökyüzündeydi. Azra’nın sahip olmak için canını vereceği anılar muhtemelen karşısındaki kadının canını yakıyordu. Kasvetli havasını biraz dağıtmak biraz da içini yiyip bitiren merakını tatmin etmek için sessizce kadına seslendi.

 

"Mektubu sakladığın yeri hatırlıyor musun Melisa?" Melisa arkasını dönüp Azra ile göz göze gelmeden önce evin içine mecburi bakışlar attı. Bakışlarına yer etmiş hüzün sayesinde bunun onu ne kadar zorladığı anlaşılıyordu. Az önce Doğan’ın indiği merdivenlere gözlerini dikerek, kafasını olumlu anlamda salladı. Tam da Azra’nın tahmin ettiği gibi bu evle ilgili hatıraları ile cebelleşiyordu.

 

Melisa konuşmak için yeni bir fırsat bulamadan Doğan elinde sağlam görünen bir sandalye ile yanlarına gelip kapının önünden çekilmelerini istedi. Genç adam önce çürümüş merdiven parçalarını önünden çekerek başladı işe. Sonra da yanında getirdiği sandalyeyi temizlediği zemine koydu. Sandalyenin üzerine bastıktan sonra rahatça dış kapıya çıktı. Kapının girişinde durarak;

"Ben uyku tulumlarını getiriyorum," dedi. "Burası dışarıdan daha sıcak ve daha güvenli gözüküyor. Çadır kurmaya gerek yok. Biraz uyuyalım sonra da…” Tereddüt edip kısa bir an sustuktan sonra bakışlarını Azra’dan kaçırıp devam etti. “Sonra gidip aileni buluruz.” Azra başını sallayarak onayladı dışarıda hızlıca gözden kaybolan adamı.

 

Doğan’ın birkaç dakika süren, üç uyku tulumu ve iki dolu poşet eşliğindeki geri dönüşünü sessizlik içinde bekledi iki kadın. Basamaklardan atlayarak inip Azra'nın yanına geldiğinde Azra poşetleri göstererek;

"Onlar ne?" diye sordu. Aynı zamanda adamın elinden uyku tulumlarını alıyordu.

 

"Melisa etrafta yemek alacağımız bir yer olmadığını söyleyince ben de biraz yiyecek depoladım," diye sırıtarak cevap verdi Doğan.

 

"Sormam hata. Elbette yemek olacaktı." Hala gülümsemeye devam eden adam kızın sağ elindeki eşyaları tek eliyle yüklendi. Şimdi boşta kalan eliyle Azra’nın elini tutarak genç kızın mutfak olduğunu düşündüğü merdiven yanındaki odaya sürükledi. Muhtemelen kızın çekincelerinin farkına varmıştı.

 

Azra biraz tereddüt biraz arkadaşının aşıladığı cesaretle adamın adımlarına ayak uydurdu. Elindeki uyku tulumunu kapının yanına bırakıp kafasını kaldırarak yavaşça içinde bulundukları odayı izlemeye başladı. Karanlıkta pek bir şey seçilmiyordu. Doğan elindeki poşetlerin birinden büyük bir fener çıkarıp yakınca Azra etrafı daha detaylı inceleme fırsatı buldu. Tam da tahmin ettiği gibi evin mutfağında dikiliyorlardı şimdi.

 

“Ben yukarı çıkıyorum.” Azra sanki görebilecekmiş gibi kafasını aşağı yukarı sallayarak cevapladı Melisa’yı. Doğan ise daha mantıklı bir yol izleyerek;

 

“Tamam,” diyerek onayladı kadını.

 

Azra konuşulanları umursamadan hiçbir ayrıntıyı kaçırmak istemeyerek dikkatlice inceliyordu şimdi mutfağı. İçerde ilk göze çarpan şey mutfağın ortasındaki masaydı. Bir ayağı kırılmış ve Azra’nın tahminine göre bir zamanlar üzerinde olan birkaç tabak ve bir vazo hemen masanın dibindeydi. Onların da masadan pek bir farkı yoktu. Sağ taraflarında duvarın neredeyse yarısını kaplayan Azra’nın adını bilmediği şömine tarzı eski bir ocak vardı. Tam karşılarındaki mutfak penceresi ve sol taraflarındaki birkaç dolap kapağı kırıktı. Tezgâhın üzerindeki iki bardaktan biri yan devrilmiş ve çatlamıştı. Bunca yıl geçmesine rağmen tüm bunlara bakarak bile evin aceleyle terkedildiği anlaşılıyordu. Bunun sebebine artık bilen Azra kendini zorlayarak ağlamamayı başardı. O sırada işini bitirmiş olan Doğan hareketlenince o da kafasını yerden kaldırmadan peşine takıldı. Birlikte yeniden dış kapının olduğu kısma döndüklerinde Doğan kırık merdiven parçalarını toplarken, Azra da Melisa'nın ardından üst kata uzanan merdivenlerin en alt basamağının önünde dikiliyordu.

 

Ailesi ile ilgili gerçekleri öğrendikten sonra genelde aynı anda birkaç duygunun birden boyunduruğu altına girmeye başlamıştı. Şimdi olduğu gibi… Evin her bir köşesini kurcalayıp her metrekaresini ezberlemek gibi çılgın bir istek duyarken aynı zamanda göreceklerinin bilinmezliğinden ölümüne korkuyordu. Neyse ki merdiven başındaki bu bocalaması kısa sürmüştü. En sonunda merak duygusu daha ağır basınca ve bu eve gelme sebeplerini kendine hatırlatınca kararını verdi.

 

Gayesini yerine getirmek için kullanacağı önünde dikildiği en az yirmi basamaklı geniş merdiven de tıpkı diğeri gibi ahşaptı fakat dış kapının önündekilerden daha iyi durumdaydılar. Az önce Melisa ve Doğan burayı kullandıklarında güvenli olduğunu da teyit etmiş olmuşlardı zaten. Bu yüzden Azra güvenlik konusunda tereddüt etmeden elinde tuttuğu telefon fenerinin de büyük yardımıyla basamakları yavaşça tırmandı.

 

Merdiven dümdüz bir koridorun başında son buluyordu. Sağlı sollu kimi açık kimi kapalı kapılardan önce dikkati çeken şey, koridorun sonundaki evin arkasındaki vahşi ormanı manzaralayan iki kanatlı, genişçe bir pencereydi. Azra o pencerenin de diğerleri gibi camlarının kırık olduğunu gördü. Ama bu kırık camın nedeni ortadaydı. Anlaşılan arka taraftaki ağaçlardan biri kalınca bir dalını içerde büyütmeye karar vermişti. Dalın yarım metreye yakın kısmı pencereden içeri koridora doğru uzanıyordu. Melisa'nın anlattıklarından beri dizginleyemediği bir korkuya kapılan Azra o tarafa bakmamaya dikkat ederek Melisa'ya seslendi.

 

"Buradayım," diye cevapladı Melisa kızı. Neyse ki ses koridorun sağ tarafındaki ilk odadan geliyordu. Azra ağaca bu kadar odaklanmak dışında etrafına dikkat etseydi eğer cılız bir ışık kaynağının o odayı hafifçe aydınlattığını görebilirdi.

 

Hızlıca kadının yanına gittiğinde Melisa'yı paslanmış bir karyolanın döşeğini bıçakla kesmeye çalışırken buldu. Daha da yaklaşıp baktığında Melisa'nın kesmeye çalıştığı kısmın kalın iplerle dikili olduğunu gördü. Azra'nın mektupları sağ salim bulacakları konusunda ciddi endişeleri vardı. O kâğıtlar zamana direnebilirlerdi ama her yerde bağımsızlıklarını ilan etmiş farelere direnmeleri çok zordu. Tam bunu söylemek için Melisa'ya dönmüştü ki onun elinde ince metal bir kutuyla doğrulduğunu gördü. Kutuyu Azra'ya uzatarak;

"İşte burada," dedi. Azra kutunun kilitli olduğunu eline aldığında gördü. "Hadi aşağı inelim Doğan bizim için açabilir."

 

"Anahtarı sende değil mi?"

 

"Hayır. Kutuyu, kaçmadan önce annenin odasında buldum, mektupları içine koydum ve kilitledim sonra da seni alıp evden uzaklaştım. Bir daha da dönüp almaya cesaret edemedim." Azra elindeki paslı kutuyu sıkı sıkı tutarak kafasını sallamakla yetindi.

 

Aşağı indiklerinde mutfak eskisinden daha sıcaktı. Doğan’ın eski şömine konusunda şansı yaver gitmişti anlaşılan. Ateşe yakın bir yere çektiği sandalyeye kurulmuş ayağıyla da önündeki tahtaları ufalıyordu. Kapıdan giren kadınları görünce işini bırakıp dikkatlice onları izlemeye başladı. Arkasında heyecanlı bir Azra ile Doğan’a doğru ilerleyen Melisa;

"Kutuyu bulduk," dedi. "İçindekilere zarar vermeden açabilir misin?" Doğan kadını sessizce onaylayıp kutuyu Azra’dan aldı. Evirip çevirip birkaç defa da kilidi zorladıktan sonra kutuyu yere bırakıp ayağa kalktı ve kapıya doğru ilerledi. Kilidi kırmak için gerekli şeyi almaya arabaya gittiğini tahmin eden Azra sanki ondan uzakta başına bir iş gelecekmiş gibi kutuyu hızlıca yerden kaldırıp yeniden elleri arasına aldı.

 

Biraz sonra elinde küçük bir çekiçle geri dönen Doğan Azra’nın ellerine bakarak anlayışlı bir ifadeyle gülümsedi. Benzer bakışları Melisa’nın gözlerinde de gören Azra kutuyu adama geri verdikten hemen sonra utançla kafasını hafif eğerek göz kontağını kesti ve sadece kutuya odaklanmaya çalıştı.

 

Doğan yeniden yere koyduğu kutunun kilidinin bulunduğu çıkıntıyı çekiçle zorlamaya çabaladı. Üçüncü vuruştan sonra tamamen dağılan kilidi dikkatlice çıkararak kutuyu Azra'ya uzattığında kızın kalbi heyecandan yerinden çıkacak gibi atıyordu. Bu yüzden titreyen parmakları birkaç denemeden sonra açabildi kapağı.

 

Kutunun içi dışından daha az paslı duruyordu ve mektuplar da sağlam gibiydi. Doğan ve Melisa muhtemelen onu yalnız bırakmak için bir şeyler bahane ederek uzaklaştılar. Azra şöminenin karşısındaki sandalyeye oturarak üstteki kâğıdı yavaşça eline aldı. Ölmüş ailesiyle olan bu ilk gerçek teması çok uzun sürsün istiyordu. Bu yüzden dörde katlanmış kâğıdı usulca açtı. İlk mektup annesindendi. Dayanamayıp daha az önce verdiği karara ters ihtiyatı elden bırakarak hızlıca okumaya başladı.

 

"Sevgili kızım," diye başlıyordu mektup “o kadar küçüksün ki bu mektubu okuyacak kadar büyümüş olacak olman beni heyecanlandırıyor. Bugün seninle son günümüz olmasına rağmen... Şu an yanımda her şeyden habersiz huzurla uyuyorsun. O kadar sevimlisin ki… Ve ben sana bakarak, sayılı kalp atışlarımı unutuyorum, babanın seni hiç göremeyecek oluşunu unutuyorum, ailesiz kimsesiz büyüyeceğini unutuyorum, bizi hiç tanıyamayacağını, bizim seni hiç tanıyamayacağımızı unutuyorum.

 

Bu kaçınılmaz sonumuza giderken tek hatırlamak istediğim senin nefes alıp vermeye devam edecek olman. İnan bana bu her şeye değer.

 

Artık seni koruyamayacak olmak beni kahrediyor. Seni bırakacak olmak...

 

Neyse ki seni gözü kapalı emanet edebileceğim bir kişiye sahibim. Melisa'nın her şeyi düzeltebilecek kocaman bir kalbi var. Ona güven sevgili kızım.

 

Enna senin bir neramon olduğunu düşünüyor. O zavallı çocuk yüzünden şimdi güçlerini kullanamadığı için tamamen emin olamıyoruz ama buraya geldiğimizden beri ormanın hızla genişlemiş olması bu tezini büyük ölçüde destekliyor. Yine de emin olmadığımız için kimseye söyleyemedik. Zaten omuzunda yeterince yük olacak, bir de aslında olmadığın bir şey için daha da fazla zorlanmanı istemiyoruz. Zamanı geldiğinde zaten hangi güce sahip olduğun ortaya çıkacaktır.

 

Şimdi durup düşününce aslında sana anlatmam gereken ne kadar çok şey olduğunu fark ediyorum. Aslına bakarsan evrenin bütün zamanı bir araya gelse de bu arzumu tamamen tatmin edemez. Yine de ufacık bir salisenin peşindeyim. Enna bu mektuplara ihtiyacın olabileceğini söylüyor. Haklı olduğunu biliyorum o yüzden seni daha fazla öpüp koklamak yerine bu kâğıt kalem ile oyalanmak zorundayım.

 

Evimize geri döndüğünde eğer yaşıyorsa büyükanneni bul ve onu geride bıraktığım için ne kadar büyük pişmanlık duyduğumu anlat. Sen iyi bir bebeksin Zera, eminim büyüdüğün zamanda iyi bir kadın olacaksın.

 

Eğer bana bir şans daha verilseydi seni asla böyle bir hayatın içine sokmazdım. Özür dilerim sevgili Zera'm.

Seni daima sevecek olan annen."

 

Azra okumayı bitirince uzun bir süre mektuba bakmaya devam etti. Sonra tekrar ezberlemek ister gibi yeniden ve yeniden okudu. Teyzesi çok haklıydı, meğer ne kadar büyük bir ihtiyaçmış bu yazılanları okumak. Annesiyle konuşmuş gibi hissediyordu. Gözleri dolmaya başladığında kendini tutmayı başardı. Mektubu özenle katlayıp kutuya geri koydu ve bu defa aynı heyecan ve merakla teyzesine ait olanı aldı eline.

 

"Şu anda kaç yaşında olduğunu bilmiyorum ama umarım bizi anlayacak ve davamıza sahip çıkabilecek yaşa geldiğinde bir şeyleri düzeltmek için hala vaktin olur. Bizimse bunun için artık hiç zamanımız yok bu yüzden hızlıca konuya gireceğim. Bu okuyacakların sana biraz sert gelebilir, ama üzgünüm yazmak zorundayım ve elbette bu mektubu annenin okumasına engel olmalıyım. Aksi takdirde okumana asla izin vermez. Nedense bebeğinin hep bebek kalacağına dair güçlü ve bir o kadar da saçma bir inanç taşıyor.

 

Eğer her şey istediğimiz gibi giderse ailenin muhtemelen son üyeleri de bugün yok olacak. Hayatta kal diye hepimizin ölmesi gerekiyor. Yanlış anlama bunu asla şikâyet amaçlı söylemiyorum. Sonuçta hiçbir türlü sonsuza kadar yaşayamayacağız. Bir amaç uğruna ölmek, kendim için düşündüğüm en iyi sonlardan biri. Amacımızın kutsallığına inancım sonsuz.

 

Öncelikle şunu bilmelisin sevgili kızım, bunca çabamızın sebebi basit bir taht sevdası değil. İnsanlarımız kargaşa ile yönetilmeyi doğruları dillendirdikleri için esaret altına alınmayı ya da öldürülmeyi hak etmiyor. Katil karallığımız için asla uygn bir yönetici değil. Bu yüzden hala hayatta olanların sana ihtiyacı var Zera. O krallık özgürdü ve sonsuza kadar özgür olmalı.

 

İnsanlarımızı direniş için yeniden toplamaya başladığında asla herkese güvenme. Melisa dışında eğer hayattaysa Akil de sana yardımcı olacaktır. Onu da yanına al. Melisa'yı eğer biraz tanıyorsam senin yetiştirme yurdunda büyümene izin vermemiştir. Şu an senin yanında olduğuna da eminim. Lütfen ona benim bu hayatta gördüğüm en iyi dost olduğunu söyle. Ayrıca seni büyüttüğü için ona sonsuz bir teşekkür borçlu olduğumu da bilmesini istiyorum.

 

Bizim senin için ölmüş olmamızın yaralayacağını biliyorum Zera. Kimse arkada bırakılmış cesetler fikrinden hoşlanmaz. Ama düşünmen gereken şey bu değil. Senin için ölmüş olmamıza değil Romos tarafından katledilmiş olmamıza odaklan. Bizimkisi gibi yarım kalan ailelere odaklan. Bizim için yapabileceğin tek şey boşuna ölmüş olmamıza izin vermemek olur.

 

Tek umudumuz sensin sevgili Zera. Kendini ve halkımızı koru. Biz maalesef bunu başaramadık. Senin bunu yapabilecek güçte olduğunu şimdi bile anlayabiliyorum. Zamanı geldiğinde senin Nera soyundan olduğunu kimse inkâr edemeyecek. Bunu sakın unutma Zera!

 

Sana güveniyor ve seni seviyorum. Hoşça kal sevgili kızım."

 

Azra sessizce elindeki kâğıdı incelemeye devam etti. Teyzesi sanki onun bugünkü kararsızlığını hissetmiş gibi bir üslupla yazmıştı mektubunu. Annesinin yazdıkları ona karşı olan özlemini harlarken teyzesinin satırları daha önce bu işlere bulaşmayacağı adına vermiş olduğu kararı sorgulamasına neden oldu.

 

Azra kendisini çok yorgun hissediyordu. Hissettiği büyük korku bu olaylardan uzak kalmasını mantıklı kılıyordu ama çevresindeki neredeyse herkes kararının yanlışlığını yüzüne vuruyordu. Sanki başka bir şeyler bulabilecekmiş gibi elindeki mektubu incelemeye devam ederken içeri kollarında tahta parçalarıyla Melisa ve Doğan girdi. Melisa tahtaları şöminenin yanına koyduktan sonra Azra'nın yanına gelerek elini omzuna koydu. İyi olup olmadığını merak ediyordu ama Azra yalan söylemek istemiyordu. Bu yüzden Melisa'nın herhangi bir sorusuna maruz kalmadan o konuştu.

 

"Benimkisi gibi yeteneği olan kişilere neramon mu deniyor?" dedi aceleyle.

 

"Evet," dedi Melisa. Sonra da şaşkınlıkla ekledi. "Biliyorlar mıymış? Ama nasıl olur? Gücünü kullanmadan Enna bile anlayamaz."

 

"Orman tuhaflaşmaya başlamış." Azra hızlı hızlı konuşmaya devam etti. Ne söylediğini düşünecek durumda değildi. “Ağaçlar falan…”

 

"Tabii ya," dedi Melisa dikkatlice Azra'ya bakıyordu. Azra devam etti.

 

"Bana Zera diye hitap etmişler."

 

"Zera büyük annenin adıydı. Annelerini geride bırakmak aileni çok yaralamıştı. Varislerine bu ismi vererek onu saygıyla yâd etmek istediler. Ama ben seni aldıktan sonra dikkat çeker diye kullanmaya cesaret edemedim bu ismini."

 

Azra ifadesiz tutmaya çalıştığı yüzü ile kutuyu ve elindeki kâğıdı Melisa'ya uzattı. Ayağa kalkarak;

"Senden de bahsetmişler," dedi. "Belki okumak istersin." Kapıya doğru hızlı adımlarla ilerledi. Tam çıkacakken Melisa'nın;

"Azra!" dediğini duydu. Arkasını dönmeden;

 

"İyiyim merak etme," dedi ve hızla odadan dışarı çıktı. Acilen yalnız kalmaya ihtiyacı vardı. Dış kapının önüne kadar geldi ama dışarı çıkmak yerine yönünü değiştirip yukarı kata çıkan merdivenleri tırmandı. Sulanan gözlerine kestirdiği ilk odaya girdiğinde kapıyı kapatıp yüzünü odaya döndü. Şimdi boş bir beşiği izliyordu işte. Ayaklarını sürüyerek, üzerindeki parçalanmış tülü, kirlenmiş yastık ve battaniyesi ile hala ayakta duran beşiğe yaklaştı. Parmaklarını paslı demirlerinde gezdirdiği sırada yanaklarını ıslatmak için sabırsızlanan gözyaşlarını daha fazla tutamadan kendini bırakarak dizlerinin üzerine çöktü.

 

 

Bölüm : 29.01.2025 17:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...