
Azra oldukça kısa bir tereddütün ardından mezarlara doğru küçük ve isteksiz gibi görünen adımlarla ilerlemeye başladı. Doğan ve Melisa ardından yürüyerek takip etmek yerine oldukları yerden dikkatli bakışlarla izliyorlardı genç kızı.
Az önce etrafından dolaştıkları tepe ve üstlerindeki kavak ağaçları bulundukları yeri gölgelendirmiş aynı zamanda da doğal bir kamufle sağlamıştı. Mezarların sınırı beş santimlik bodur bir çalı duvar ile belirtilmişti. Oldukça bakımlı duruyorlardı. Melisa’nın dediğine göre yandaşların bir kısmı seve seve bu görevi üstlenmişlerdi. Bakımlı fakat oldukça sade diye düşündü Azra acıyla. Bir tane bile çiçek yoktu mezarların üzerinde. Kimsesizliklerini tüm çıplaklıklarıyla tek akrabalarının gözleri önüne sermişlerdi böylece.
Azra dördünün ortasında, ayakuçları olduğunu düşündüğü bir yerde durarak dikkatlice incelemeye koyulmuştu mezarları. Üzerine abanacak olan karamsar düşünceleri biraz daha oyalayabileceğini düşünüyordu böylece.
Yanına yaklaşıp tıpkı onun gibi dikilen Melisa en soldaki mezarı göstererek;
"Bu baban," dedi. "Yanındaki annen, onun yanındaki teyzen, en sondaki de teyzenin kocası." Melisa susunca Azra daha da yaklaştı mezarlara. Anne ve babasının mezarlarının ortasındaki küçük boşluğa yavaşça oturdu. Tam o sırada babasının toprağına gömülü parlak bir şey dikkatini çekince elini uzatarak bulunduğu yerden çıkarttı onu. Gümüş renkli bir kalemdi bu. “Bir inanışa göre, örnek aldığın birinin mezarına değerli bir eşyanı gömdüğünde şans yakanı bırakmazmış,” diye açıkladı Melisa sessizce. “Eğer kurcalarsan dördünde de buna benzer birçok obje bulabilirsin.” Açıkçası bunca yolu ailesinin mezarını eşelemek için gelmemişti Azra. Getirmeyi akıl edemediği çiçekler için hayıflanarak kalemi çıkardığı yere gerisingeri usulca yerleştirdi.
Koyu sessizlik kafalarının üstünden gelen bir sesle kesilince bakışlarını oraya çevirdi. Bir kuzgun yuvasından eğilmiş aşağıdaki üçlüyü izliyordu. Biraz sonra aşağı inerek Davz’ın mezarına kondu. Onlara en yakın güvenli mesafe buydu. Kafasını sağ tarafına yatırarak dikkatlice izlemeye devam etti.
Birilerinin burayı ev olarak benimsemiş olması inanılmaz rahatlatmıştı Azra’yı. Şimdi sade bir mezarlıktan daha fazlasıydı işte.
Hissettiği anlık rahatlama sıkı sıkıya tutarak engellemeye çalıştığı acılarının zincirlerini birer birer kırdı. Buraya kadar, diye düşündü Azra. Hayatının en erken döneminde aldığı en büyük yenilginin meyvesi olan bu mezarlar gözlerinin önündeyken her şey yolundaymış gibi yapamazdı. Düşünebildiği, hissedebildiği tek şey buydu.
Bünyesini yavaşça ele geçiren halsizlikle alnını annesinin mezarına koydu, eli ise babasının toprağını sıkıca avuçlamıştı. Hayatta olsaydılar eğer onlara bu şekilde sığınacak olduğu anıları düşündü Azra. Yaşanmamış yaşanamayacak milyon tane hayat ihtimali… Büyük bir hızla bedenine yüklenen acıyla neredeyse nefesi kesiliyordu. Çığlığa yakın bir sesle, bugün ölmüşler gibi ağlıyordu şimdi.
Yoklardı. Varlıklarını hissedemeden yokluklarına katlanmak zorunda olmak acısını daha da katlıyordu. Gözleri kuruyana kadar ağlamak, yok olup bu toprakla bütünleşene kadar burada oturmak istiyordu. Bu yüzden, Melisa ona sarıldığında da, Doğan elini omzuna koyup hafifçe sıktığında da susmadı. Tepelerindeki kavak ağaçları hışırtılar eşliğinde yapraklarını dökmeye başladığında kafasını kaldırıp onları izleyerek daha beter ağlamaya başladı. Ağaçlarda onunla birlikte yas tutuyordu. Azra bunu hissedebiliyordu, acısını paylaşıyorlardı.
Ellerindeki toprağı gerisingeri yerine bırakarak arkasını dönüp sessizce gözyaşı döken Melisa'ya sarıldı. Melisa kız sakinleşene kadar usulca saçlarını okşadı. Azra kafasını gömdüğü yerden kaldırmadan boğuk bir sesle;
"Onları yalnız bırakmak istemiyorum." dedi.
"Üzgünüm Azra." Melisa'nın sesi gerçektende üzgün geliyordu. Kızın yüzünü bulunduğu yerden ayırarak şefkatle dağılmış saçlarını düzeltti. "Buralarda görülmen çok tehlikeli olur.”
“Hiç mi gelmeyeceğiz?” İstemeden küçük bir çocuk gibi çıkan sesiyle Melisa gülümsedi.
“Bilmiyorum, belki uzun bir müddet sonra tekrar bir şansımızı deneyebiliriz." Azra kafasını sallayarak onayladı kadını. Oysa mezarları görmeden önce onları ilk ve sonkez ziyaret edeceği konusunda kendi kendine bir söz vermişti ama artık yapamayacağını biliyordu.
“Tamam," diye karşılık verdi burnunu çekerek. "Uzun aralarla gelmek hiç gelememekten iyidir." Yeniden dönüp tek tek toprak altındaki ailesine baktı. Gözlerinin yanmaya başladığını hissettiğinde bakışlarını başka tarafa çevirip; "Hadi gidelim," dedi. Tekrar kendini bırakmak istemiyordu. Ayağa kalkarken Melisa'yı da kaldırdı. Son kez mezarlara baktıktan sonra hala Davz’ın mezarında konaklayan kuzguna ve kafasını biraz yukarı kaldırıp kavak ağaçlarına gülümsedi. Elini tutan Melisa da aynı gülümsemeden nasibini alırken, Azra geride bırakacağı ailesini artık güvende olduğunu düşünüyordu. Kırık kalbinin tek tesellisi de buydu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |