
"Ama bu nasıl olabilir? Az önce oradaydınız. Her şey..." aynıydı, diyerek tamamlamak üzereydi cümlesini ama aniden zihni diline ket vurdu. Hiçbir şey aynı değildi. Net düşünmeyi başardığı an Melisa’nın kıyafetlerinin farklı olduğunu hatırladı. "Aynı değildi,” dedi heyecanla atılarak. “Şimdiki gibi pantolon giyinmemiştin. Yeşil bir elbise ve beyaz bir hırka vardı üzerinde.” Gözleri şaşkınlıkla büyümüştü. "Ve yağmur..." Heyecanla devam ederken diğerleri onu dikkatle dinliyordu. "Ben yağmurun kısa bir an dindiğini düşünmüştüm ama aslında o zamanda yağmur yağmıyordu değil mi?"
"Muhtemelen." Melisa cevap verirken dikkatle genç kızı izlemeye devam ediyordu.
"Bu ne anlama geliyor?" diye sordu Doğan.
"Bilmiyorum. " Melisa'nın çatılan kaşlarına dalgın bakışları eşlik etmeye başladığında Azra bunun üzerinde pek durmadı. O an için haklı olarak farklı bir noktaya takılıp kalmıştı.
"Yani ben şimdi annemi gerçekten gördüm mü?" Diye sordu mutlulukla. Melisa da tıpkı onun gibi gülümseyerek cevapladı.
"Öyle görünüyor tatlım. Ama bunu nasıl yapabildiğini anlayamıyorum." Son cümlesini daha çok kendi için kurmuş görünüyordu. Açıkcası Azra nasılı ile şimdilik ilgilenmiyordu.
"Nasıl biriydi?" Doğan sucukları ekmeklerin arasına koyup onlara uzatırken Azra hevesle anlatmaya başladı. Kendini büyük bir zorluğu aşmış gibi ferahlamış hissediyordu o an. Nedeni ortada olan ele avuca sığmaz bir mutluluk ile sarmalanmıştı. Melisa yanına gelerek mektupları yakmak zorunda olduklarını söylediğinde de neşesi bozulmadı. Kazağının üstünden annesinin yüzüğünün çıkıntısına dokunarak onayladı Melisa'yı. O annesini kanlı canlı görmüştü, gölgeler artık o kadar da umurunda değildi. Ama yine de Melisa kâğıtları ateşe attığında bir kez daha okumadığı için hissettiği hafif pişmanlığa engel olamadı.
O, küle dönmeye başlayan kâğıtları izlerken Doğan bir sandalye daha çekti ateşin yakınına. İki kadın da o sandalyelere tüneyerek Doğan'ın hazırladıklarından atıştırmaya başladılar. Hepsi kendi âlemlerine çekilmiş sessizce karınlarını doyururken ortamdaki tek ses ateşten gelen çıtırtılardı.
Yemeklerini bitirdikten hemen sonra yan yana koydukları uyku tulumlarının içine girdiler. Azra’ya kalsa hemen şimdi yola çıkıp ailesinin mezarını bulmaya koyulurdu fakat gece boyunca direksiyon sallayan Doğan’ın bu uykuya çok ihtiyacı vardı. Nerede neyle karşılaşacaklarını bilmediğini söyleyen Melisa da böyle düşünüyordu. Daima tetikte olmaları gerektiğinin altını çizmişti.
“Neramonlarla ilgili dersleri savsakladığım için çok pişmanım şu an,” diyerek kendi kurdu olan düşüncelerinden birini dillendirdi Melisa. Belli ki aklı hala Azra’nın yapabildiklerindeydi.
“Neden savsaklardın?” diye sordu Doğan. Ses tonundan birine sataşmak üzere olduğunu anında anladı Azra. “Çok sıkıcı ve aksi oldukları için mi?” Yanılmamıştı. Ulaşabildiği yerlerini tokatlamak için doğrulmak üzereyken Melisa yeniden konuşunca bundan vazgeçti.
“En son bir neramon doğalı yüzyıllar oluyor.” Sıkkın bir iç çekişlik bir ara verdikten hemen sonra devam etti. “Onca ezberlenecek şey varken muhtemelen bir daha karşılaşmayacağımız bir şey hakkında bilgi sahibi olmak zaman kaybı gibi gelmişti o zamanlar. Kabataslak bir bakıp geçiştirmiştim tam yirmi ciltlik kitabı.”
“Gayet makul bir sebep,” dedi Azra ufak bir kahkaha atarak. Yirmi cilt mi? Kendiyle alakalı olmasına rağmen Azra da okumazdı muhtemelen. “Tek sıkıntı nesli tükenmiş bir t-rex gibi burnunun dibinde bitmiş olmam.”
“Allah’ım bu kızın bu kendini aşırı bilir ifadeleri beni benden alıyor.” Eh artık takdir edersiniz ki Azra’yı kimse tutamazdı. Ortalarında yatan Melisa’nın üzerinden uzanarak Doğan’ın yetişebildiği her yerine vurmaya çalıştı ve çok az başarılı olabildi. Uyku tulumlarından dolayı daha çok kafası karışık tırtıl dansı gibi duruyordu yaptıkları şey. Melisa’nın müdahaleleri yardımıyla yeniden uzanmaya başladıklarında ortamdaki tek ses, Azra’nın homurdanmalarından sonra, hızlı hızlı alıp verdikleri nefes sesleriydi.
“Yok, ben anladım artık,” dedi Melisa bir süre sonra öfkeli bir sesle. “Siz büyümeyeceksiniz.”
“Önce o başlattı Melisa gördün sen de!”
“Sen de pek bir hevesli devam ettirdin küçük hanım.” Anlaşılan baya öfkelendirmişlerdi kadını. Azra’nın duyduğu utancı Doğan pek paylaşmıyordu ama. Sessiz tutmaya çalıştığı fakat başaramadığı kıkırdamalarından anlamıştı bunu Azra. Dayanamayarak;
“Sinsi!” diye tısladı.
“Azra!” Melisa’nın bağırışının ardından iki genç de yerinden sıçrayınca bu defa kahkahayı basan Melisa oldu. “Sinirlerim bozuldu,” diyerek açıkladı kendini hemen ardından. “Aslına bakarsanız bu çatı huysuz kardeşlere hiç de yabancı değil. Tıpkı Eliza ve Enna gibisiniz. Onlar da atışmadan duramazdı.” Melisa’nın gözünden muhtemelen her köşe başında hayaletleri gezen iki kadın yeniden mevzubahis olunca, Azra mektupları okuduğunda aklına takılan fakat annesini gördükten sonra dağılan dikkati sebebiyle unuttuğu şeyi dile getirdi.
"Benim isyanı devam ettireceğimden bir an bile şüphe etmemişler sanki." Cümlesi kısa bir an havada kaldıktan sonra ona Melisa cevap verdi.
"Bunları kafana takma Azra. O günün şartları biraz daha farklıydı." Bu geçiştirmeli cevap Azra’yı tatmin etmemişti. Evdeyken kesin olarak verdiği bu meseleden uzak durulacağı ile ilgili kararından şu an o kadar da emin değildi. Kafasında çok fazla soru işareti vardı.
"Sizce doğru olanı mı yapıyorum?" Sonuçta ölmüş olan ailesi kesinlikle yanlış olduğunu iletmişlerdi mektuplarıyla.
"Doğru ya da yanlış," dedi Melisa kararlı bir sesle. “Bu senin hayatın… Bu konuda karar verebilecek tek kişi sensin. Hayatının ortaya konulduğu böyle bir bahiste başkalarının doğruları ile hareket etmen büyük saçmalık olur. Kendi iradenle ilerleyeceğin yolda daima yanında olacağım."
"Eğer bir karar verdiğin halde hala kendini kararsız hissediyorsan biraz daha düşün derim ben," dedi Doğan Melisa’nın aksine. Onun sesinde Melisa’nın ki gibi bir ateş yoktu. Melisa’nın kafasını sertçe Doğan’a çevirdiğini gördü Azra. Doğan onun bakışlarına karşılık vermeyince konuşmasına müdahale etmeden yeniden tavanı izlemeye döndü.
Azra'nın, Doğan'ın haklı olduğuna dair tereddütleri vardı ama bunu yüksek sesle söylemek yanlış karar verdiğini kabul etmeye çok yakındı. Hâlihazırda verdiği karardan dönmek onu fena korkutuyordu. Sessizlik uzayıp giderken tekrar konuşan Doğan oldu. "İki saatlik uyku hepimize yeter sanırım. O zamana kadar yağmurda diner diye umuyorum. Ne kadar uzaklıkta mezarlar?"
"Yirmi dakikalık bir yürüme mesafesinde."
"Daha önce geldin mi?" dedi Azra uzandığı yerden kafasını çevirip Melisa'ya bakarak.
"Bir kere gelmiştim, Akil ile birlikte yıllar önce. Bu eve de uğrayıp mektupları almayı planlamıştım ama Akil beni yalnız bırakmadığı için oldukları yerde daha güvende olacaklarını düşündüm."
Yeniden bir sessizliğin içine çekildiklerinde Doğan; "İyi uykular kızlar," diyerek iyice tulumuna gömüldü. Beş altı dakika sonra Azra, Doğan ve Melisa'nın derin nefes alışlarını duydu ama kendisi bir türlü uyuyamadı. Annesinin görüntüsü aklından çıkmıyordu. Çıkmasını da istemiyordu zaten. Unutmamak için tüm ayrıntılarını gözünün önüne yeniden yeniden getiriyordu. Saçları tıpkı Azra'nın saçları gibi dümdüzdü ama rengi yumuşak bir kahverengiydi. Gözlerini o mesafeden görememiş olması ise hayıflandığı en büyük şeydi. Keşke babasını da görmenin bir yolu olsaydı.
Doğan'ın telefon alarmı ötene kadar adeta uyumayı unutarak hep ailesini düşündü durdu. Doğan'ın kıpırdandığını gördüğünde hemen gözlerini yumdu. Onlarla, neden uyumadığıyla alakalı konuşmak istemiyordu. Bu yüzden genç adam uyanmaları için seslendiğinde de yeni uyanmış gibi rol yaptı. Bütün bir geceyi ve şu iki saati uykusuz geçirmişti ama yine de kendini aşırı dinç hissediyordu.
Hızlıca toparlanıp kapıdan çıktıklarında Doğan'ın temennisinin gerçekleştiğini gördüler. Yağmur durmuştu. Doğan uyku tulumlarını arabanın bagajına koyduktan sonra direksiyona yönelince, Melisa onu durdurdu.
"Ormanın iç tarafına doğru ilerleyeceğiz. Arabayla girmemizin imkânı yok. Evi kimse bilmiyor ama yine de biz her ihtimali düşünüp saklayalım arabayı."
"Tamam,” dedi genç adam gözleriyle ıssız ormanı tararken. “Siz burada bekleyin tenha bir yer bulup oraya çekeyim." Doğan arabaya bindiğinde Azra kafasını yere eğmiş dalgınca ayakkabısını seyrediyordu. Onun bu sessizliğini fark eden Melisa; "İyi misin?" diye sordu.
"Sanırım evet." Bu ara duygusal açıdan dakikasının dakikasına asla uymadığının kendi de farkındaydı.
"Durgunlaşmaya başladın.” Kızın duygu durumunu anlamaya çalışırken kaşları hafifçe çatılmıştı. “Oysa mezarları da en az mektuplar kadar görmek istediğini düşünmüştüm."
"Ben de öyle düşünmüştüm ama şimdi başka şeyler de düşünüyorum," dedi derin bir nefes alarak. "Mesela sanki mezarları görünce bazı şeyler kesinleşmiş olacak. Öldüklerini söylüyor herkes ama belki kaçıp kurtulmuşlar düşüncesi de yakamı bırakmıyor. Bu ana kadar olacağını düşünmediğim birçok şey oldu. Biliyorum çok saçma yine de düşünmekten kendimi alıkoyamıyorum. Mezarları görürsem…” Yutkunarak sesini düzeltmeye çalıştı. ”Mezarları gördüğümde sanki bu ihtimal ortadan kalkacak. Bunu hem istiyorum hem de istemiyorum." Düşüncelerini bu şekilde bendlerinden kurtarınca rahatladığını fark etti. Melisa’nın ise o an rahatlamayla yakından uzaktan alakası yoktu. Kadın yeni bir telaşa kapılmıştı maalesef. “Sen de bedenlerini görmedin öyle değil mi?” diye sordu hevesle. Melisa ağlamak üzere gibi duruyordu. Kendini zorlayarak gözyaşlarına hâkim olmayı başardı.
“Böyle bir kanıta hiçbir zaman ihtiyacım olmadı maalesef.” Montunun ceplerini karıştırarak iki asma kilit çıkardı ve avcunu yukarı kaldırarak kıza gösterdi. “Bunların adı kankilidi. Genelde kendi evlerinde yaşamaya başlayan çiftler tarafından yapılır. İki insandan iki damla kan ile mühürlenir. Tarafların tamamı ölene kadar anahtarsız açılması imkânsızdır. Öyle bir nedenle açılan kilitler bir daha asla kullanılamaz.” Azra hiçbir şey söylemeden dik dik bakışlarla kadının elindekileri izlemeye devam ediyordu sadece. Melisa kilitlerden birini alıp kapatmaya çalıştı. Kısa bir an başarmış göründü fakat saniyeler içinde yeniden açılmıştı. “Birini anne ve baban diğerini ise teyzen ve kocası mühürledi. O gün çok kesin sonuçları olması gereken bir plan yapılmıştı. Ama yine de her ihtimale karşı beklemem, emin olmam gerekiyordu.” Yutkunarak devam etti. “Kilitlerden önce biri açılıp düştü.” Paslı ince demir kısmı kıvrık kıvrık olanı diğerinden ayırıp kıza gösterdi. “Enna ve Davz…” Başka bir şey söylemesine gerek yoktu ama yine de Melisa devam etmek için zorladı kendini. “Sonra da diğeri açıldı ve ben evden ayrıldım.”
“Anladım,” dedi Azra kulağa oldukça tuhaf gelen bir sesle. Dehşete kapılmıştı tam anlamıyla. Sağı solu yakıp yıkmak ile sıkı bir uykuya dalıp her şeyi unuttuktan sonra uyanmak arasında gidip gelmeye başlamıştı. Hergün böyle aralıklarla devam eden yas sürecine, alıştığı bir zaman gelecek miydi acaba? Hiç sanmıyordu.
“Sana bu kadarını anlatmayı hiç istemedim aslında. Niyetim sadece onlardan son bir hatıraya sahip olmaktı. Ama seni bu belirsizlikten kurtarmanın da başka bir yolunu bilmiyorum. Bu tür beklentiler insan ömrüne büyük zarar veriyor inan bana.”
“Hayır, anlattığın için memnunum.” Gerçekten de öyleydi her ne kadar duyduklarından zerre hoşlanmasada.
"İstersen gitmeyebiliriz," dedi Melisa sesinde hala çokça hissedilen endişe ile. Azra Doğan'ın yaklaşmakta olduğunu görünce hızlıca kadının elinden tutarak; "Hayır gidelim,” dedi. “Bunu yapmam gerekiyor." Melisa'nın tuttuğu elini sıkarak; "Sanırım," diye tereddütle ekledi.
"Evin arkasına sakladım arabayı," dedi Doğan yanlarına geldiğinde. Adamın gelişiyle Melisa üstelemedi ama endişeli bakışları hala Azra’nın üzerindeydi. “Aramadıkları sürece bulamazlar.” Aramayacaklarını umut ediyordu Azra. Bu ormanda geriye kalan tek ailesiyle gafil avlanmak istemiyordu. Eğer böyle bir şey yaşanırsa buna da yine kendisi sebebiyet vermiş olacaktı. Bu yüzden bu mezar ziyaretinin, hiç istemese de son olmasını sağlayacaktı ve tam olarak sahip olamadığı geçmişiyle arasına bir sünger çekecekti.
Düşüncelerinin arasında Melisa'nın yönlendirmesi ile evin sağ tarafından ilerleyip ormana girdiler. Daha ilk adımlarını atar atmaz Azra buraya Melisa ile gelmenin ne kadar da tehlikeli olduğunu anladı. Orman çok sık çalılarla, dikenlerle kaplıydı. Melisa iki defa düşüp, üç dört kere de düşme tehlikesi atlattıktan sonra nihayet patika bir yola çıkabildiler. On dakika kadar da bu yoldan devam edip iki tane genç çınar ağacının olduğu sağ kısımdan yukarı, küçük bir tepeciği tırmanmak için döndüler. Burası ilk girdikleri yerden daha vahşi ve daha dikti.
Yoldan ilk ayrılan Melisa oldu ve ikinci adımında ayağını burktu. Doğan ve Azra telaşla yanına koşturdular. Duyduğu acı sebebiyle inlemesini bastıramayan kadını Doğan, yavaşça oturur vaziyete getirtip sırtını çınar ağaçlarından birine yaslamasını sağladı. Ayakkabısını çıkararak bileğini incelemeye başladı. Birkaç yerine dokunarak kadının tepkilerini izledi.
"Kötü bir şey yok gibi. Yürüyebilecek misin?" Ayakkabısını yeniden dikkatlice giydirirken sormuştu.
"Evet," dedi Melisa kafasını aşağı yukarı sallayarak. "Yapabilirim."
"Tamam. Azra, Melisa'nın ağırlığını verip yürüyebileceği bir sopa bulmamız..." Doğan tam o sırada dönüp Azra'ya baktığında cümlesini tamamlayamadı. Genç kadın onları görüyormuş gibi durmuyordu. Başka bir yere odaklanmıştı. "Neyin var senin?"
Azra Doğan'ı duyuyordu fakat algılayamıyordu. Gözleri Melisa'nın yaslandığı ağaçtaydı. Tıpkı evdeki ağaç gibi sanki Azra'nın yaklaşmasını istiyordu. Neler olacağını az çok tahmin eden kız, bu defa daha da çabuk itaat etti. Ağaca dokunduğunda parmaklarını ısıtan o hoş duygu yeniden oradaydı. Bir göz kırpımıyla eş değer bir vakit sonra annesi ile burun burunaydı şimdi. Onu böyle aniden önünde belirmiş görünce boş bulunup korkuyla çığlık attı. Kadın sesi duyduğuna dair hiçbir tepki vermemişti. Dolunayın aydınlattığı karanlıkta bir elini destek almak ister gibi ağaca koymuş, diğeriyle de kundaktaki bebeğini tutuyordu. Azra, nefes nefese kalmış annesine dokunmak için yanıp tutuşuyordu. Bu amaç doğrultusunda elini kaldırıp annesine uzattı. İlk denemesinde korkuyla yeniden bir çığlık atıp parmaklarına baktı. Eli gözlerinin önünde gayet normaldi ama annesine değdiği an bir duman gibi gözlerinin önünde dağılmıştı. Korkusuna rağmen birkez daha denedi fakat yine yapamadı. Bunun üzerine;
"Anne!" diye haykırdı bütün gücünü kullanarak. Bir şekilde ona ulaşmalıydı.
Kadın hiçbir tepki vermedi. Küçük tepenin ardından gelen, bir kadına ait acı haykırış daha da etkili olmuştu annesi üzerinde. Azra kulaklarını kapatmak için ellerini kullandı. Bu sesi duymak istemiyordu. Ama bunun da bir faydası olmadı. Ses tüm canlılığıyla devam ediyordu.
Tepeye doğru dönen annesi; "Enna!" diye fısıldadı. “Kardeşim!” Annesi belki haykırmıyordu ama sesindeki acıdan nefret etti Azra. Kadın kafasını yere eğerek sessiz hıçkırıklarla sarsılırken, bu defa oradan uzaklaşmak istedi Azra ama başaramadı. Bu şeyin kontrolü kesinlikle onda değildi.
Tepeden bulundukları yere doğru yaklaşan sesler gelmeye başladığında annesi sessizce ağacın arkasında kayboldu. Tam o sırada keskin gün ışığı Azra'nın gözlerini kamaştırdı. Elini ağaçtan çekerek hızlıca önce kendi arkasına, tepenin ötesine baktı. Orada kimseyi göremeyince de annesinin kaybolduğu ağacın arkasına geçip araştırdı. İmkânı yoktu belki ama yine de teyit etmek istiyordu. Orman hala üçü dışında insanlardan arınmış görünmeye devam ediyordu. Melisa'nın sözleri onu adamakıllı kendine getirdi.
"Ne gördün?"
"Bu da bir görüydü değil mi?" dedi hayal kırıklığıyla. Sırtını muhatapı ağaca yaslayarak yere oturdu. Gözünün önünde annesinin korkmuş yüzü asılı duruyordu. Çok çaresiz hissediyordu. Çok yaklaşmıştı fakat yardım edememişti.
"Evet." Melisa endişeliydi. Geçmişle şimdinin ayrımını bir an için bile olsa yapamıyor olmak o an için Azra’nın pek umrunda değildi ama belli ki Melisa’yı epey korkutuyordu.
"Bir insanın iki gücü olabilir mi?" dedi Doğan iki kadına nazaran sesi daha heyecanlı çıkıyordu.
"Hayır, ama bu yetenekler de seviye seviyedir. Eğer çok çalışırsan gücünü geliştirebilirsin.” Doğan’a cevap veriyordu ama düşünceli bakışları hala Azra’nın üzerindeydi. “Teyzen de zamanında bunun için çok uğraşıp başarmıştı. Yeteneği olan kişiler üzerinde kimi şeyler yapabiliyordu. İnsanlara güçleri olduğunu unutturabildiğine yakınen şahit olmuştum. Bir defasında ben de deneği olmak için ısrar etmiştim. Fakat sadece birkaç dakika dayanabilmiştim. Cidden söylendiği kadar korkunçtu.” Azra bakışlarını yaşlı ağacın yapraklarına çevirdi. Yanlış anlamadıysa eğer bu gördüğü anılara giden anahtar ağaçlardı. Onların insiyatifinde gibiydi. Şu an bir davet hissetmiyordu ama yine de denemek zorundaydı. Arkasını dönüp gözlerini kapattı ve ağaca dokundu. Tam da düşündüğü gibi hiçbir şey olmadı.
“Canını mı yaktı?” Şimdi Melisa’nın dikkati Doğan’daydı işte. Azra ise oturduğu yerden diğer ağaçları gözleriyle taramaya başladı. Herhangi bir olağanüstü durumla karşılaşmayınca hayalkırıklığı yüklü bakışlarını ikiliye çevirdi.
“Hayır,” diye cevapladı Melisa kafasını hızlıca sağa sola sallayarak. “Öyle zamanlarda fiziksel bir saldırıda bulunmazdı. Bu çok farklıydı. Üzerime büyük, koyu bir karanlık boca ettiğini hatırlıyorum. Hayatımda hiç o kadar tuhaf bir şey görmemiştim. O karanlıkta değil güçlerimi, gözlerimin varlığını hatta yaşadığımı bile unutmuştum. Güçlerim üzerinden zihnimle bağlantı kurarak aslında olmayan bir karanlığın varlığına inandırdığını söylemişti. Seninkisi de böyle uç birşey olabilir Azra.” Dişlerini sıkarak az önce incittiği ayağını hareket ettirmeye çalıştı. Gözleri yeniden Azra’daydı. “Eğitimsiz de yapılabildiğini bilmiyordum ama. Eve döner dönmez kesinlikle Akil'i bulmalıyız. O ne olduğunu bilir.” Azra ve Doğan’ın aşina olduğu kararlı duruşu ortaya çıkmıştı. Biraz sonra yeniden genç kıza hitaben konuştu. “Şimdi bana ne gördüğünü anlat tatlım."
"Annemi gördüm kucağında ben vardım,” dedi Azra sıkkın bir sesle. “Tam buradaydı bu ağacın yanında. Sesimi duyurmak için bağırdım. Ona dokunmak için hareket etmeye çalıştım ama hiçbirini başaramadım. Sonra tepenin ardından biri haykırdı. Enna’ydı. Annem öyle söyledi. Sonra da şuradan ilerleyerek uzaklaştı." Parmağıyla ağacın arkasını gösterdi.
"Katil ile karşılaştıkları günü görmüş olmalısın.” Melisa gözlerini onlardan kaçırarak tırmanmaları gereken tepeye çevirdi. Azra onun söylemekten kaçındığı cümleyi lanet okuyarak kalbinde kurdu. Annesinin son gününe hatta son saatlerine denk gelmişti.
"Ama o zaman Azra senin yanındaydı," dedi Doğan.
"Evet, yanımdaydı," dedi dalgınca Melisa. Sonrasında da Azra'ya dönerek devam etti. "O gördüğün bebek sen değildin Azra, bebek bile değildi aslında. Zaman kazanmak için bebek görünümü verilmiş bir battaniyeydi. Katil’i oyalamak için yaptığımız planın bir parçasıydı."
“Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?” diye sordu Azra öfkeyle. “Belki de birlikte bir geziye çıkmışızdır. Enna da yabani bir hayvandan falan korkmuştur belki.” Bu manasız bir savunmaydı çünkü annesinin yüzündeki hüznü, pes etmiş ifadeyi gördüğünden beri o da gerçeği biliyordu aslında ama içinde anlamsız bir öfke oluşmuştu aniden Melisa’ya karşı. Saçmaydı biliyordu fakat ailesinin acı sonlarından bahsediliyor olunmasına katlanamıyordu. Kadının tüm dikkati hızlıca yeniden Azra’yı buldu. İlk etapta anlamaya çalışmak ister gibi gözlerini kısarak bakıyordu kıza. Cevap vermeden hemen önce ise kıza duyduğu büyük sevginin emareleri yerleşmişti yorgun yüzüne.
“Üstad tek başınıza bu kadar uzağa gitmenize asla izin vermezdi, vermedi. Annen o gün dışında buraya hiçbir zaman gelmedi.” Sakince konuşarak Azra’yı ikna etmeye çalışıyordu bir nevi.
Yalan geçmişiyle büyürken ailesini zamansız kaybetmiş olmasının burukluğu vardı daima üzerinde. Ama şimdi o tanıdık acının yanında yeni sahiplenilmiş bir duygu daha vardı. Öfke… Ailesi katledilmişti ve onun intikam almaya bile cesareti yoktu. Bu yüzden elinin uzanabildiği tek insandan bunun acısını çıkarmak istiyordu. En suçsuz olandan… Ne yapmak üzere olduğunun farkına kısa sürede varınca pişmanlıkla baktı kendisini büyüten kadının yüzüne ve ekledi; “özür dilerim.” Melisa gülümseyerek kızı yanına çağırdı. Azra oturduğu yerden ona doğru kayarak yaklaşır yaklaşmaz hızlıca yanına çekerek sıkıca sarıldı.
“Bugün özürlerini duymak istemiyorum sevgili kızım. Bugün yapmak istediğim tek şey, eğer başarabilirsem omzuna yüklediğim yüklerin bir kısmını paylaşabilmek. O yüzden bırak içindeki ateşi birlikte göğüslenelim,” dedi sevgiyle. Mümkünmüş gibi daha fazla utandırmıştı bu sözler Azra’yı.
“Bu zamana kadar yaptığın tek şey, hayatta kalmamı sağlamak oldu. Üstelik kendi hayatından feragat ederek… Daha fazla ne kadar yükün altına girebilirsin ki?” Azra’nın ufaktan gözleri dolmaya başlamıştı. Yine de kendini sıkarak devam etti. “Bebekliğimden beri dokunanın hayatını mahvediyorum.”
“Beni mahveden tek şey senin tek başına tüm karamsarlığınla köşene çekildiğini görmek… Sen benim ve ailenin başına gelen en güzel şeysin,” dedi Melisa ciddiyetle. Daha sonra hafifçe gülümseyerek ekledi. “Sen de öyle koca oğlan.” Konuyu değiştirmek istediğini anlamıştı Azra. Belli ki içine düşmek üzere olduğu karanlıktan çıkarmak istiyordu genç kızı. Sessizce iki kadını izleyen Doğan da aynı amaç doğrultusunda konuştu.
“Bu sevgi cümlelerinin tek öznesi olduğu için tam da boğazlamak üzereydim sevgili kızını.” Azra kendini gülümsemeye zorlayarak ayrılırken Melisa’nın kollarından genç adama da sataşmayı ihmal etmedi.
“Ağlak.” Doğan yerden aldığı kopmuş kalın ve uzun bir dal parçasını temizleyerek Melisa'ya uzatırken Azra’ya sırıtmakla yetindi.
"Buna yaslanarak yürürsen daha az canın yanar." Melisa Azra’nın yardımıyla yavaşça ayağa kalkarak kendisine verilen dalla yürümeyi denedi. Hafif sendeliyordu. Boştaki koluna giren Doğan ile olası bir düşme tehlikesini hızlıca ortadan kaldırıldı. Melisa’nın gözle görülür bir şekilde rahatladığını gören Azra derin bir nefes aldı. Dikkatli adımlarla tepeyi tırmanışa geçtiklerinde Azra da arkalarından onları takip ediyordu.
Hiç bitmeyecekmiş gibi devam eden bayır sonunda yerini bir düzlüğe bırakınca daha rahat adımlarla ilerlemeye başladılar. Azra, ayağının bastığı yerleri kontrol etmek için eğdiği kafasını kaldırıp ileriye baktı. Şimdi bulundukları yer ormandan çok açık bir arazi gibiydi. Yaklaşık 150 metre kadar ilerideki tepeyi rahatlıkla görüyorlardı. Açıklığın kıyısına yakın olan bu küçük tepe Azra’ya tümülüsleri anımsatmıştı. Melisa çok yaklaştıklarını söylediğinde Azra bunu delil görerek ailesinin tıpkı eski Anadolu kralları gibi o tümülüslere gömülmüş olduklarını düşündü. Ama Melisa onları durdurup tepenin ardındaki kavak ağaçlarının olduğu öbeği gösterip, mezarların orada olduğunu söyleyince yanıldığını anladı. Neyse ki bu defa tırmanmak yerine tepenin etrafındaki patikayı izleyerek etrafından dolandılar.
Son bir iki adımı da atmışlardı ki Azra daha kendini buna hazırlayamadan dört adet yanyana dizilmiş küçük yükselti gözler önüne serildi. İşte şimdi ailesine hem en yakın hem de en uzak olabileceği yerdeydi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |