10. Bölüm

10. Bölüm

Payelll
payelll

Cumartesi günü saat sekizde çıktım evden, arabayı değiştirdim. Ferhan başka bir araç ayarladı ve başka bir koruma. Daha küçük, saklanması daha kolay. Kapüşonlu swett, kot pantolon, spor ayakkabı ve kocaman bir güneş gözlüğü taktım. Sema’nın mahallesine geri döndüm. Arabayı sokağın sonuna park ettirdim. Kulağıma kablolu kulaklık taktım. Ellerim cebimde yavaş adımlarla apartmanın önüne geldim. Kapı önünde durup zillere baktım. Betül Yıldız yazan zili buldum. Basıp bekledim. Diyafondan yaşlı kadın sesi duyuldu. Kim o, dedi. Sesimi biraz inceltip, “Sema’nın arkadaşı teyzecim, söyler misin aşağı gelsin.”1

“Tamam kızım,” diyen ses elini düğmeden çekmeden Sema diye bağırmıştı. Kapının camlı kısmına arkamı döndüm. Anlamasını istemezdim, beş dakika kadar bekledim. Gelmeyecek sandığım anda arkamdaki kapı açıldı.

“Kim…” derken ona döndüm. Beni tanımadı, tanımasına fırsat vermeden açık kapıdan içeri ittim onu. Kapı arkamızdan kapanırken korkmuş çığlık atacak hâline bakıp aceleyle gözlüğümü çıkardım. Tanıdığında gözleri dehşetle açıldı.

“Sen!” dedi.

“Sessiz ol, sana yardım etmeye geldim. İşimi kolaylaştır Sema.”

“Beni nasıl buldunuz?”

“Konuşacak mıyız?” dedim, benim bulamayacağım bir şey olduğunu düşünmesi onun hatasıydı. “Lütfen Sema. Sen de tehlikede misin?”

Birkaç saniye gözlerimin içine çaresizce baktı, çözülecekti çünkü yardıma ihtiyacı vardı. Bu bakışı yüz metreden tanırdım. Korkuyordu. Sağına soluna bakındı. İki daire kapısı birer yanımızdaydı. “Burada olmaz,” dedi. “Eve gelemezsiniz, annem sizi hemen tanır.”

“Tamam, buradan çıkabiliriz. Arabam sokağın başında.” Telaşla ellerini kaldırıp fısıldadı. “Hayır, olmaz. Biri görürse ona söyler.”

“Kime?” dedim kaşlarım çatık, anlamak için bakıyordum. Gözüm aşağı inen merdivene kaydı. “Bodrum mu var aşağıda?”

“Evet.”

“Tamam, aşağıya iniyoruz.” Kabul edip alt kata indi. Karanlık, küf kokan bir alana geçtik. Bir kapı vardı, oradan geçirdi. Işık düğmesine bastı, kapılar vardı, eski tip bir apartmandı. Oldukça eski. Dairelere ait depo alanları vardı.

“Bana mektubu sen gönderdin, kanalı da sen aradın.”

“Evet, bendim.”

“Tunç’un asistanıymışsın.”

“Beni zorla asistanı yaptı. Sıradan bir çalışandım. Kafayı bana taktı, kurtulamıyorum Asi Hanım. Yardım edin.” Ellerime sarılınca şaşkınlıkla bir adım geriledim. “Tamam, dur sakin ol. Yardım etmek için geldim.” Ağlamaya başladı. Bir anda benden koparak tozlu zemine oturdu. Sessizce hem ağlıyordu hem de kollarını bacaklarına sarmış, ileri geri sallanıyordu. Allah belanı versin Tunç. Sema’nın yanına eğildim. “Ne oldu Sema? Selma nerede?”

Başını önüne eğdi. “O öldü. Tunç öldürdü. Gözlerimin önünde, boynunu kırdı.”

Öldüğünü biliyordum, bunca zaman tek bir iz olmamasının başka nedeni olamazdı ama gerçekler yine de acıttı. Daha yirmi bir yaşındaydı. Genç, güzel ve hayat doluydu. “Ceset nerede?”

Başını sağa sola salladı. “Tam olarak bilmiyorum.”

“Ama bir şeyler biliyorsun.” Gözlerimin önünde kocaman bir kadın vardı ama en az kızım kadar savunmasız duruyordu. “Sema,” dedim, karşısına geçip omuzlarını tuttum. Bana bakmasını sağladım. “Seni koruyacağım. Sana hiçbir şey olmayacak. İspatlayacak tek bir delile ihtiyacım var, eğer varsa onu bana ver.”

“Yok! Sadece ben ve korumaları olan o adamlar biliyor. Onlar asla konuşmaz, beni de onun gibi biri için kimse dikkate almaz.”

Haklıydı ama yine de o kadar basit değildi.

“Senden ne istiyor? Selma’yı tanıyor muydun?”

“Tanımıyordum. Tunç da tanımıyordu.”

“Nasıl yani?” dedim. “Ne alaka o zaman?”

Derin bir nefes alıp anlatmaya başladı. “Holdinge işe girdiğim güne lanetler ediyorum. Katlar arası dosya taşıyordum. Ayak işleri. Bir gün Tunç beni gördü. Yakışıklı biri, tüm kızlar patrona hayran zaten. Ben de onlar gibi şakasına laflardım. Bilemedim ağzımdan çıkanın gerçek olacağını. Bana âşık oldu, kendince. O buna aşk diyor. O hasta, aklını kaçırmış ama halk arasında bir beyefendi gibi dolaşıyor. Beni asistanı yaptı, sevinmiştim önce, odasında bana saldırana kadar. Onu ittim, odanın içinde bir köşeye kaçtım. Ağlamaya başladım, o zaman durdu. Bana saldıran başka biriydi sanki. Yanıma oturup benimle ağladı. Söz dedi sen de beni seveceksin, o zamana kadar sana dokunmayacağım ama süre uzadıkça sabrı da azaldı. Her an başka birine dönüşüyor. Çoklu kişilik bozukluğu gibi bir şey sanırım. Bir an çok iyi bir an hırçın bir an psikopata dönüşüyor. O kızı öldürmesi de öyle bir ana denk geldi. Beni zorla bir bara götürdü, iyi görünüyordu. Eğlenirken elimden tutup çıkardı beni, arabanın içine fırlatıp şoförüne sürmesini söyledi. Bana bağırıyordu, onu sevmediğim için, onun istediği gibi yaklaşmadığım için. Benim yerimde başka biri olsa çoktan isteklerini yerine getirirmiş. Bir sürü söz etti. Ara sokaklardan birinden geçerken sarhoş Selma’ya denk geldik. Şoföre durmasını söyledi. İnip kıza koşarak yaklaştı. Peşinden indim. Ne yapacağını bilmiyordum ama inmek istedim. Kimseler yoktu, sabaha karşıydı. Çok cılız bir sokak lambası vardı, ama onun yüzünü gördüm. Kızın arkasına geçti. Yarı sarhoştu Selma, çırpındı. Ağzını kapattı, bağırmasın diye. Yapma dedim, dinlemedi. Bırak onu dedim, duymadı. Gözlerimin içine bakıp, ‘Beni sevmezsen sonun bu kız gibi olacak,’ dedi. Selma’nın ağzından elini çekti, ellerini başının iki yanına yerleştirdi. Kemik sesleri midemi alt üst etti. Rüyalarıma giriyor Asi Hanım. Kaçamıyorum, gidemiyorum. Annemi öldürmekle tehdit ediyor. Ben onu sevmedim diye bir kadın öldürüldü. Tek suçu o saatte bize denk gelmiş olması. Vicdanım bu yükü taşıyamıyor. Annesi ağladığında kalbim duracak gibi oluyorum. Yayınlarınızın hepsini izledim.”

Kederle kendimi yere bıraktım. Küf kokulu bir bodrum katında kardeşimin bir kadını nasıl öldürdüğünü dinliyordum. Aynı annenin çocukları olmanın acısını yaşıyordum. Sema’nın vicdanının yarısı bana yüklenmişti. Gözlerimden akan yaşlara engel olmadım. Sema ile ağladım, kızı göğsüme çekip sardım. Saçlarını okşarken daha çok ağladı. Ben de ona eşlik ettim.4

“Ceset nerede Sema?”

“Önce bagaja koydular, sonra uzun süre yol gittik. Uçurumdan attılar, ormanlık bir alandı. Atıp geri döndük. Ertesi gün aracının geçtiği güzergahın kamera kayıtlarını sildirdi. Emniyette adamları var.”

“İsimlerini biliyor musun?”

“Pek çok şey daha biliyorum. Benden bir şey saklamıyor, bunu bilerek mi yapıyor emin değilim.”

“Ailesi biliyor mu?”

“Biliyor, babası ona vurmuş, annesi koruyor oğlunu. Kendisi anlattı bana bunları. Bazen başını omzuma yaslayıp anlatıyor. O anlar çok sakin oluyor.”

“Bir daha saldırdı mı sana?”

“Denedi ama bende alıştım sanırım,” derken başını kaldırdı. Akları kırmızıya dönmüştü. “Ağlıyorum, üzülüyor gibi yapıyorum hemen yumuşuyor. O kızı öldürdüğü gece nöbet gibi bir şey yaşıyordu. Önüne geçemedim. Bir daha yaşarsa ne yaparım bilmiyorum. Başka biri daha ölmesin.”1

“Cesedin atıldığı yeri hatırlıyor musun?”

“Tam olarak bilmiyorum ama tabelaları takip ettim. Polonezköy ama tam olarak neresi bilemiyorum. Aklım başımda bile değildi. Sürekli ağlıyordum.”

“Tamam.” Ayağa kalktım, onu da kaldırdım. Gözyaşlarını ellerimle sildim. “Dün nasıl davranıyorsan öyle davranmaya devam et. Ben cesedi bulup konuyu kapatacağım. Seni koruma altına alacağım ama ceset bulunana kadar idare etmek zorundasın. Sana yaklaştığında saçlarını okşa ama asla çocukluk çağlarına dair sorular sorma. Güzel günlere hayaller kur, kurdur. Her şeyin güzel, çok mutlu olacağınızı dair şeyler. Bunlar onu daha sakin idare eder. Tetikleyici bir şeyler vardır, o gece o tür bir şey olmuştur. Anlıyor musun beni?”

Başını salladı. “Anladım. Yapacağım.”

“Telefonunu dinliyor olabilir, beni sakın aramaya kalkma. Sahi sen beni nereden aradın?”

“Yeni bir hat ve telefon aldım. Holdinginin ücra bir odasından aradım.”

Telefonumu arka cebimden çıkardım. Ekranı açıp ona uzattım. “O numarayı buraya yaz.”

Elleri titrerken silip yeniden yazdı. Emin olduktan sonra bana uzattı. Kaydedip tekrar cebime bıraktım. O telefonu bir daha holdinge götürme, ben seni arayacağım.”

Önce onun üst kata çıkmasını istedim. Kapıdan çıkmadan gözlüğümü ve kapüşonumu kapatıp ellerimde iki yanımda yorgunlukla arabama bindim. Eve giden yolu aşarken kendimi bitkin hissediyor, kaderin bana nasıl bir cilveyle yaklaştığını düşünüyordum. İpin ucunda annem Ferda, kardeşim Naz ve Tunç vardı. Bir diğer ucunda inandıklarım, savunduklarım ve vicdanım. Tek bildiğim kimseye kardeşim diye acımayacak olduğumdu. Benim bir kızı var, belki iki olacak her anne için evlâdı benim kızıma duyduğum sevgiden ne eksik ne fazlaydı. Bir annenin yüreği yanıyordu, üstünü kapatmak o anneyi sonsuz bir acıya götürecekti. Öldüğünü duyduğunda çekeceği acı kayıp kızına olan kederi kadar büyük olacaktı.

Beni bitirirdi babası, ipimi çeker adımı yerle yeksan ederdi. Edecekti. Ailemi korumak zorundaydım, kızım ve babam. Kuzey’i bu olaydan uzak tutmalıyım. Her şey bittiğinde o çok istediği şey gerçek bile olabilirdi. Kanal beni işten çıkarabilir, işime son verebilirdi. İstemeden de olsa mecbur kalırdı. Gücün üstündeki güçtü Tunç’un babası.

Köşeye sıkıştım.

Ayfer’in numarasını tuşladım.

“Evet,” dedi aceleci sesiyle.

“Konuşmamız gerekiyor. Her zamanki kafede.”

“Geliyorum.”

Saat öğlen olmuştu, Kuzey aramamıştı. Annesinin yanında olmalıydı. Kendime bir çay alıp banka oturdum. Bardağı yanıma bırakıp kapüşonumu iyice kapattım. Gözlük hâlâ gözümdeydi. Güneş bile yoktu. Tanınmak iyi bir şey değil, deniz kenarında oturup derin bir of bile çekemiyorsam neden ünlüydüm ki. Bankın arkasında atlayıp önüne geçti.

“Asi Kıraç saklanır ama Türk Polisi yakalar.” Yine güzelliği üzerindeydi. “Ne kadar güzel bir kadınsın, kıskanıyorum kızım seni,” dedim.

“Salak salak konuşma, senin güzelliğinin yanında bizimkinin adı bile geçmez.”

“Salak salak konuşma da otur. Sema’nın yanından geliyorum.”

“Dur bir çay alayım,” derken çaycının yanına yürüyor, “Hop abim bana bir çay be,” diyordu. Alıp geldi, yanıma oturup sesli bir yudum çekti içine. “Anlat dinliyorum.”

“Polonezköy civarında bir uçurumdan atmış kızı.”

“Kim dedi?”

“Tunç Perveroğlu.”

“Baştan anlat şunu,” dedi, Sema ne dediyse birebir aktardım. Üzüldü ama sözlerle ifade etmedi. Suskunluğuyla denize bakıp kaldı.

“Ben ihbar aldım, cesedi aramaya gidiyorum,” dedi çay bardağını yanıma bırakıp.

“Cesedi teşhis edince bana haber ver, ekibi yollayacağım.”

“Nasıl teşhis edeceksek. Kurtlar kuşlar yemiştir, çürümüştür.”

“Kaybolduğu gün ojeleri kırmızıymış. Annesi sürmüş bir eline. Ağlarken söyledi kadın. Tırnak kolay kolay çürümez. Eh sizde benim yayını emniyetçe izliyorsunuz zaten.”

“Zekisin lan valla çok zekisin.”

“Sessiz yürüt, bulduğunda ihbardan bahsetme. Biri ot toplarken bulmuş falan.”

“O kadarını da biz düşünelim.”

“Düşüneceğine eminim sadece Sema’yı korumaya çalışıyorum.”

“O kızı ne yapacağız?”

“Onu bana bırak, çözeceğim ama önce cesedi bulup konuyu kapatıyor gibi yapacağım.”

“Sonra?” dedi, sonrası çok karanlıktı.

“Hep birlikte göreceğiz.”

“Sende bir şey var, Sema’yı tanık olarak alıp koruyabiliriz. Bu gizemin ve beklemenin arkasında bir şey saklıyorsun.”

“Çok önemli bir şey, ayrıca Tunç’u öylece içeri alamazsın. Babası ortalığı yıkar, Sema da suçlu çıkar. Tüm delilleri karartır, elimize hiçbir şey geçmez. Haber değerini magazine çevirirler üç beş gün linç yer, hayatına devam eder.”

“Haklısın, içeride adamı da varmış. Bana söz ver, onlar her kimse indirme zevkini bana vereceksin.”

Göz kırptım. “Senindir.”

 

 

 

Üç gün geçmesine rağmen ceset bulunamamıştı, bugün de ortaya çıkmazsa arama sona erecekti. Sıkıntıyla koltuğuma oturdum. Yayına bir buçuk saat vardı. Ayça’yı bekliyordum, kapı açıldı ama içeri Ayça yerine Ayfer girdi. Aynadan onu görünce kalkıp döndüm. Yüz ifadesine bakılırsa bulamamıştı. Kahretsin. “Ne?” dedim.

“Bulduk.”

“Şükürler olsun,” derken cesedi bulmanın mutluluğunu yaşıyordum. “Suratının hâli ne?”

“Adli tıbba gitti, görmen gerekiyordu işte o zaman beni anlardın.” Odamdaki ikili koltuğa çökerek oturdu. “O kadar mı kötüydü?”

Başını iki yana salladı. “Kustum. Birçok ceset gördüm bugüne kadar ama onun gibisi…” derken yüzünü buruşturdu. “O kızın ne günahı vardı? Kimse öyle bir ölümü hak etmiyor Asi. Çok kötüydü.”

Bir ayı aşkın bir zamanda ne hâle geleceğini tahmin ediyordum ama görmek başkaydı. Yanına oturup omuzunu sıktım. “Dünya kötü bir yer arkadaşım, bir kez daha anladık.”

“Çok içim acıdı, fotoğraflarına baktım, nasıl da güzelmiş. Tunç ölmeyi bile hak ediyor.”

“Adalete teslim edeceğiz, bilemeyiz gerisini.”

“Kızın annesini görmeye geldik, önce seninle konuşmak istedim. DNA örneği alacağız. Dediğin gibi ojelerin bir kısmı duruyordu, oradan yürüdük diyeceğiz.”

“Hadi kalk, annesine götüreyim seni.”

Birlikte kalkıp konuk odalarının olduğu odaya ilerlerdik. Ekip peşimize düşmüştü. Anlamıştı bir şey olduğunu hepsi az sonra öğrenecekti, tek tek anlatmaya gerek yoktu. Kameramana baş işareti yaptım, koştur koştur geliyordu. Ayfer’i üniformasıyla gören anne anladı gerçeği, dizlerini döverek ağlamaya başladı. Ne kadar ağlasa boştu artık, ömür boyu kızının acısıyla yaşayacaktı. Saç örneği alıp gitti Ayfer. Annenin feryadı onu daha beter etmiş, omuzları çökük bir hâlde ayrılmıştı ekibiyle.

Yayın bittiğinde toplantı yaptık, ama ağzımı açıp gerçekleri anlatamadığım için yine her şey havada kalmıştı. Onları kendime çekecek bir şey bulmalıydım. Ben ayaklarına gitmeyecektim, onlar benim ayağıma gelecekti. Bunun için aklıma bir şey geliyordu ama önce adli tıp raporunu bekleyecektim. Kızımı almak için yola çıktım, Kuzey’i en son bir gün önce görmüştüm. Babası ve annesi olmadığı için biraz daha fazla çalışıyordu. Annesi işe haftaya dönecekti. Ebrar’ı da alıp eve geçtim. Ebrar bize biz ona alışıyorduk. Ne biz ona aykırı ne o bize yabancı geliyordu. Evin bir sakini gibi hareket ediyordu.

Hava artık sonbaharı getirmiş, kapımıza bırakmıştı. Sıcak evde oturmanın keyfini sürecektik. Evde olmak gibisi yoktu. Sessizlik başka bir dünyaydı. Kızlar ödevlerini yapmak için Sare’nin odasına çıktıklarında koltuğa uzandım. Kapalı televizyon bana ben ona bakıyorduk. Ayfer’den hâlâ ses seda yoktu. Sema’yı düşündüm, Tunç’u. Tunç bu hâle nasıl gelmişti? Annemin iki çocuğu da neden bu kadar garipti. Bir an beni onun yetiştirmediğine dua ederken buldum kendimi. Nasıl bir anne olduğunu bilmiyordum. Konuşmam gereken biri daha vardı. Patronum. Kabul etmeme ihtimalini düşünüyordum. O zaman ne yapacaktım? Polise açıklansa üzeri kapatılacaktı, bir şekilde aklanacaktı. Televizyonun kara ekranı bana cevap verecek gibi bakıyordum ki bir anda yerimden sıçradım. Başımı çevirdiğimde Kuzey’le babamın şaşkın bakışlarını gördüm.1

“İyi misin kızım?”

Kalkıp gülümsedim. “İyiyim babacım, düşünüyordum dalmışım.”

“Bu nasıl dalmak, sen boğulmuşsun,” dedi Kuzey.

“Gerçekten haklı,” dedi babam kınarcasına, o anlıyordu beni. “Asi, kendine gel.”

“Tamam, kendimdeyim. AA… Siz birlik olmaya başladınız. İyiyim diyorum. Gel otur, neden bekliyorsun orada?”

“Dışarı çıkalım, kızları sinemaya götürürüz,” dedi, koltuğun etrafını dolanıp yanıma gelirken.

“Siz oturun, ben mutfaktayım,” diyen babam odadan çıkıyordu. Usulca birlikte oturduk, o bana ben ona dönüktük.

“Olabilir. Kızlara soralım.”

“Sen ne düşünüyorsun öyle derin derin?”

Kaçamak bir hareketle saçını diğer tarafa atarken gözlerimi kaçırdım. Ben yalancı oluyordum galiba. “Programla ilgili, bir gelişme oldu. Sonuçları bekliyorum.”

“Öyle mi? Ne gibi?”

“Polonezköy’de bir kadın cesedi bulundu, ojelerinden benim aradığım kişi olma ihtimali için bugün anneden DNA örneği alındı.”

“Üzüldüm.”

“Ben de. Öyle işte… Ben kızları çağırayım.”

 

 

Film afişlerinin önünde bekliyorduk. Kızların karar verme süresi on beş dakika net bir rakamdı. Kuzey bana ben ona yaslanmış bekliyorduk.

“Tamam,” dedi Ebrar. “Kısa çöp uzun çöp çekeceğiz.”

“Çok iyi fikir,” dedi Kuzey.

“Harika,” dedim.

“Çöp yok,” dedi Sare.

Hemen yaslandığım sevgilimin omzundan doğruldum. Çantamın içinden not defterini çıkarıp bir sayfa kopardım. Üçü de beni izliyordu, ben de onlara bakıp gülümsüyordum. Sayfadan iki tane şerit çıkardım. Birini kısa birini uzun yaptım. Kuzey’e uzattım. “Al sen ayarla.” Alıp arkasını döndü. Ayarlayıp bize çevirdi bedenini.

“Kısa benim,” dedi Sare.

“Uzun da ben,” dedi Ebrar.

“Ben çekeceğim,” dedim. “Kim çıkarsa onun istediği filme gireceğiz.” Eşit uçlu iki kâğıttan birini çekip aldım. “Uzun.”

Ebrar sevinçle zıplarken Sare ofladı. “Hadi biletleri alalım,” dedi Kuzey. Ellerimi iki yana açıp kızlara uzattım. “Tutun bakalım. Elimi bırakmak yok.” Biri sağıma biri soluma geçti. Sare zıplarken Ebrar usul adımlar atıyordu. Kuzey çoktan bilet standına geçmişti. Alanın geniş kapısından birinin bana baktığını gördüm. Önce tanıyamadım, kadının bakışları Ebrar’a kayınca zihnimden bir zil sesi duyuldu. Annesiydi. Başımı Ebrar’a eğdim, annesini görmemişti. Mısır alanına, Kuzey’in birkaç metre uzağına geçtik. Arkama bakmadım, gitmiş olabilirdi. Mısırlarla içecekleri seçerken etrafıma bakındım ama göremedim.

“Kimi arıyorsun?” Bir adım daha yaklaştım. “Ebrar’ın annesi burada, gördüm. Gitti sanırım.”

“Ebrar gördü mü?” Kızına bakıyordu. “Görse yanına koşardı, görmedi sanırım,” dedim. “En son ne zaman görüştüler?”

Düşünceli bir tavırla dudaklarını büktü. “İki ay oldu sanıyorum. Gece kalması yasak, tüm gün birlikteydiler. Ne yaptıklarını Ebrar anlatmadı.”

“Allah akıl fikir versin. Neyse gidelim.” Banko üzerinde duran malzemelerimizi kucaklayıp salona yürüdük. Kızları önden giderken birbirimize bakıp gülümseyerek onları takip ettik. Aile olmak böyle bir şeydi.

 

 

 

Yayına yarım saat vardı, stüdyoda bir sağa bir sola dönüyor, Ayfer’den gelecek bir telefon bekliyordum. Benim biliyor olmam yetmezdi, delil istiyordum. Kayra’nın başı dönmüştü, Ayça elinde pudra arkamda dönüyor, arada durdurup fırçasını sallıyordu.

“Ay yemin ederim yaşlandım,” dedi Ayça. Yorgunlukla fırçayı indirdi.

“Çok gerginim Ayça, bırak bırak.” Elimi havada salladım. Ekip hâlime alışkındı, yadırgamıyorlardı. Elimdeki telefon çalınca durdum. Sabahın bu saatinde Kuzey? “Telefon bekliyorum, sonra konuşalım mı?”

“Görmedin,” dedi. “Neyi görmedim?” dedim.

“Dün sinemadan çıkarken fotoğraflarımızı çekmişler. Kaldırtmaya çalışıyorum ama sosyal medyaya dağılmış.”

Ok gibi doğruldum. Gözlerimi yumarken omuzlarım indi. “O yaptı.”

“Eminim.”

“Sakın yanına falan gitme, bırak ne istiyorsa yapsın.”

“Sen ciddi misin?”

“Ciddiyim. İstediklerini desinler, diğerini bana bırak. Ben ona haddini bildireceğim.” Alttan gelen telefonla çevirip baktım. “Ay kapat Kuzey, acil telefon var.” Kuzey ne olduğunu anlamadan suratına kapattım. “Çatladım.”

“Oyuncu olmalıydın,” deyip kıkırdadı Ayfer. “Selma’ya ait ceset.”

“Tamam,” dedim, kapatıp etrafıma bakındım. Ekip ağız açmış bana bakıyordu. “Ceset Selma’ya ait.” Kısa bir sessizliğin ardından ellerimi çırptım. “Hadi bakalım ekip, herkes yerine.” Bekleşenler dağılırken Kayra’nın kolundan tuttum. “Sen dur bir.”

“Durayım Asi Hanım.”

“Bana neden sosyal medyaya düştüğümü söylemiyorsun?”

Omuzlarını içine çekip başını kendine çekti. “Şey… Şiddetinizden çekindim.”

“Of…” dedim. “Aç şunu bakacağım.” Kayra telefonda birkaç saniye oyalanıp bana uzattı. Çocukların elinden tutup güldüğümüz bir an yakalanmıştı. Altındaki yazıya odaklandım.

Ünlü sunucu sonunda kalbini birine açtı. TVK’nın sahibi Kuzey Duhan ve kızlarıyla objektiflere yakalandı. Asi Kıraç sonunda aradığını buldu. Kanal sahibi Kuzey Duhan ile birlikte. Ivır zıvır bir dünya aynı cümleler doluydu. Yorumlara basmaya korkup telefonu uzattım. “Böyle şeyleri benden gizleme.”

Yayının başında açıkladım cesedin Selma’ya ait olduğunu, annesi fenalaşınca hastaneye kaldırıldı. Babasından beklemiyordum o gözyaşlarını ama o da yıkılırcasına ağladı. Kızını uyuşturucu işine kendi sokmuştu. Söylemese de bu açıklık kazanmıştı. Konu uyuşturucu mafyasından düşmüştü, onlarda biliyordu bende. Gelen geçen konuları işleyip yayının sonunu getirdik. Söyleyecek birkaç cümlem vardı. Kamera beni odak almıştı.

“Selma’nın katilini her ne pahasına olursa olsun bulacağız. Bulduğum zaman adalete teslim edeceğiz ve şunun bilinmesini isterim ki kardeşim bile olsa hasır altı etmeyeceğim. Cezasını çekecek! Yarın görüşmek üzere…”

Kameraman yayını keserken neden böyle bir söz ettiğimi düşünüyor bana da garip bakışlar atıyorlardı. Bulursak bulurduk, elimizden geleni yapar bulamazsak konuyu kapatır böyle de konuşmazdık. Bu sözlerim gideceği yeri biliyordu, benim ayağıma geleceklerdi. Üç vakte kadar kopacaktı ip, sonrasını Allah biliyordu.

 

“Yapma,” dedi babam sabahın altısında. “Seni düşünüyorum.”

“Yapacağım. Ben de anneyim. O kadının nasıl feryat ettiğini gördün. Bugün onu kapatırsam bir gün kimseye diyecek sözüm olmamasından korkarım baba.”

“Kızım…” İlk kez bu kadar ısrar ediyordu ve belki de haklıydı ama ben de haklıydım. Omuzlarımı tutup gözlerimin içine baktı. “Seni bitirirler. Kızını düşün, bak şimdi Kuzey de var. Haklısın, annesin ve o kadın da anne ama bazı şeyler bizim elimizde değildir Asi.”

Başını iki yana salladım. “Üzgünüm baba, bu kez seni dinlemeyeceğim.”

“Asi… Annenden intikam mı alıyorsun, Naz’dan?”1

“Onu isteseydim çok önce yapardım. Konuyla hiç ilgisi yok inan. Sema’yı anlattım sana, o kızı kurtarmak zorundayım. Bu da her şeyin açığa çıkmasıyla olacak. Hem… Bir kadın öldü, bunu yapanın kardeşim olması beni suçum değil. Günah değil mi baba?”

“Günah! Yazık ama sen de benim kızımsın. Seni düşünmekte benim görevim.”

“Bana bir şey olmayacak. Belki sonumu getirecek belki ismimi silecekler. Kanallar bana iş bile vermeyecek, muhabir bile yapmayacaklar ama susmayacağım. Sema’yı kurtaracağım.” Aman dilenir gibi baktıysa da kararım kesindi. “Yanımda ol, sizi korumam gerekiyor.”

“Kuzey’den yardım iste, o da en az onlar kadar güçlü bir adam.”

“Asla olmaz. Ben ona en başında benden faydalanmak için yaklaşıyorsun derken kalkıp kendim yararlanamam.”

“Gerçekten çok asisin.”

Ona sarıldım, kollarını bana doladı. “Seni seviyorum baba.”

“Ben de seni seviyorum kızım. Dikkatli ol.”

Kanala geç yayına gir ve yayından çık, toplantılar derken saatin geç olduğunu fark ettim. Sare’yi babam almıştı. Saat beşe gelirken yorgun argın arabaya geçerken telefonun sesini duydum. Kaç kez çalmıştı, onlarca kez. Hepsini görmüş hiçbirine cevap vermemiştim. Kızlar ayrı ayrı arıyor, Kuzey ayrı. Bir sevgilimin olmasına bünyem alışamıyordu. Terk edilirsem şaşırmazdım.

“Ne yaptığını sanıyorsun?” dedi kulağımın ucundaki ses. Haklıydı. “Toplantılarım vardı,” dedim, arada suçlanıp alttan alabilirdim. “Bunu sen biliyorsun ben bilmiyorum Asi. Kısa mesaj diye bir gerçek var.”

“Kuzey… Beni paylamayı bıraksan, gerçekten yorgunum.”

“Sende bir şey var.”

“Bir şey yok, çalışıyorum.”

“Ben Türk erkeğiyim, ilgi severim.” Sinirlerim bozuldu, istemsizce bir kahkaha attım. “Biz neyiz?” dedim. “Ben seninle çok güzel ilgileneceğim, neredesin?”

“Eve geçiyorum, yeni çıktım kanaldan.”

“Geçme! Ferhan’a söyle seni bizim kanala bıraksın.” Kötü bir fikir değildi. Telefonu kapatıp çok geçmeden yol üzerindeki kanala geçtim. Ferhan’a evine gitmesini söyledim. Daha önce öfkeyle geçtiğim yollardan mesai çalışanlarına kolay gelsinler ve gülücükler dağıttım. Yönetim katı asansör kapısı açıldığında sekreterle asistanlar gitmek için bekliyorlardı.

“Merhaba hanımlar,” dedim, gülücükler arasında merhabalar aldım. “Kuzey Bey odasında mı?”

“Evet efendim, sizi bekliyor. Yardımcı olmamı ister misiniz?” dedi genç bir kız.

“Yok, ben bulurum. İyi akşamlar.” Korkunç biri değildim ama ekrandan biraz sert durduğumu biliyordum. Aralarında fısıldaşarak asansöre binerlerken Kuzey’in odasına kapıyı vurmadan girdim. Ayakta masasını topluyordu. Elindekileri bırakıp masanın etrafını dolanıp yanıma geldi. “Hoş geldin,” dedi minicik bir buse verirken.

“Cidden çok yorgun görünüyorsun,” dedi.

“Sen bir de kendine bak. Babasızlık sana yaramadı. Ebrar’ı kim aldı?”

“Baban. Aslında şoför babamlara götürecekti ama baban arayıp ben alırım dedi olur dedim.”

Yorgunlukla kenarda duran uzun koltuğa önce çantamı attım sonra da kendimi. “Ebrar bize biz ona alıştık sanırım. Bizde olmayınca Sare çok sessizleşiyor.”

Başımı koltuğa bırakırken o da yanıma oturup benim gibi başını koltuğun arkasına, boyun çukuruma yasladı. Fazla rahat gelmişti, bende ona başımı yasladım. “Çocuklar çabuk alışıyorlar,” dedi. “Sevdikleri yere,” diye ekledi. “Başım da buraya alışabilir, çocuk değilim ama olsun.”

Elimi kaldırıp yüzüne yerleştirdim. Her gün tıraş olmasına rağmen sakalları tatlı bir şekilde ellerime batıyordu. “Ben de alışabilirim.”

Bir iç geçirip başını oynattı. “Katile yaklaştın sanırım, o yüzden mi bu kadar yoğunsun?”

“Casus musun, sorulara bak?” omuzlarını indirip kaldıran gülüşüyle, “Annem sana sormamı istedi, bulmuş mu bir sor dedi.”

“Hem buldum hem bulamadım. Karışık biraz.”

“O da ne demek?”

Odanın tavan dekoruna bakarken, “Bu kez olay çok büyük ama bunu konuşmasak daha iyi olur zaten yorgunum.”

Ayağa kalkıp elini uzattı. “Gidip harika bir yemek yiyoruz. Esra’nın restoranına gidelim istersen?” dedi, dünkü sinema elimizde patlayınca bana uygun göründü. “Şey…” dedim fırsat bu fırsat. “Şey diyeceğim.”

Tatlı bir gülüş attı, kekelemek ve ben. O da biliyordu olmayacağını. “Ne diyeceksin?”

Elimden tutup kaldırdı, kollarını başımın üzerinden geçirip sırtımda bağladı. Beni kendine yaslarken yüzümdeki salak ifadeye bakıyordu. “Şimdi şöyle; senin bekar arkadaşlarınla benim hepsi bekar olan arkadaşlarımın olduğu toplu bir yemekte onları baş göz etme olasılığımızı değerlendirmek adına bir girişim yapabiliriz diyorum. Ne dersin?”

Gülüşü büyüdü, gözlerinin içinde kıvılcımlar dolaştı. Gülüşüne âşık olacağım bir adamın varlığına inandım. Onun gülüşü içimdeki kız çocuğunun hoplayıp zıplamasına neden oluyordu. Durduk yere mutlu oluyordum. “Hı?” dedim. “Olmaz mı?”

“Cinayetleri çözdün sırada evlilik programı mı var?” dedi.

“Yok, onunla uğraşamam. Benimki dostane bir yaklaşım. Yuva yapmak sevaptır misali.” Onun gülüşüne gülüşümle karşılık verdim. Benimki onun kadar güzel miydi, bilemiyordum ki. “Olur,” dedi öpmeden önce.1

 

                                              

Bölüm : 23.12.2024 01:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...