Yanımda TVK’nın veliahdıyla halk arasına karışamazdım, Esra’nın kendine ait olan restoranına sürmesini söyledim Ferhan’a. Sahilde, sessiz sakin ve nezih bir yerdi ve en önemlisi toplandığımızda kimsenin bizi görmeyeceği bir alanı vardı. Çocukların gönlü olsun diye kendimi de ataşe atamazdım. Yola çıktığımızda telefon açmıştım, yanımda birilerinin olacağını, direk üst kata çıkacağımızı söyledim. Arabadan çıkarken sağıma döndüm, aracını valeye veriyordu. Ebrar çoktan yanımıza gelmişti. Benim araba Ferhan’la giderken merdivenlere adım attım. Sare ezbere bildiği yoldan Ebrar’ı götürüyordu. Ben son basamağı aşarken yanımda hissettim onu. Kapıdan önce kızlar sonra ben ve Kuzey girdik. Bakışlarım etrafı taradı, günün en durgun saatleri olmalıydı, birkaç kişi dışında kimseler yoktu. Esra şık giyimi, çekici havasıyla bize doğru gelirken şaşkınlıktan gözleri bir an büyüdü ve küçüldü. Bozuntuya vermemek için hiç bana bakmadan gülümseyip Kuzey’e elini uzattı. “Mekânımda sizi görmek ne güzel Kuzey Bey. Hoş geldiniz, ben Esra.”
Kuzey nazik bir tavırla elini sıkıp başını eğdi. “Hoş buldum, aslında burayı sıkça duyuyordu bugüne nasipmiş diyelim.”
“Esra teyze bak bu arkadaşım Ebrar,” dedi Sare.
“Merhaba Ebrar, hoş geldin. Ben Sare’nin teyzesi Esra. Duydum ki siz dondurma istiyormuşsunuz ama ben aç olacağını düşünüp size hamburger hazırlattım.”
“Hadi çıkalım,” dedim. Birlikte üst kata çıktık sonra bir üst kata daha çıktık. Burada tek bir masa vardı, denize nazırdı. Ne sohbetlerimiz ne kahkaha ne acılarımızı paylamıştık burada. Bizim için özeldi. Arkadaş grubumda çocuğu olan bendim, diğerleri hasretlisiydi. Sare küçücükken sırf o oynasın diye bu alana kayak, oyuncaklar falan almıştı Esra. Hâlâ duruyordu. İki tarafı geniş camlarla kaplıydı, havadar ve sakindi.
Masaya oturup derin bir nefes aldım. Tek bir kırışığı olmayan beyaz örtünün üzerinde taze çiçekler küçük bir vazo içindeydi.
Kuzey Duhan’la yemekteydim. Kızlarımız da yanımızdaydı. Kendi hâlim bana yabancı gelirken gülmek istedim. Şu yaptığımın bir açıklaması olacak olsa annelik derdim. Zaten başka bir mantığı yoktu.
Esra bizi bırakıp aşağı inmişti, giderken gözleri açıklama bekler gibi açılıp kapanmıştı. Şu an kızlara anlattığına emindim.
Denize dönen bakışlarıyla gevşemiş yüz hatları, açık pencereden gelen esintiyle arada şekil değiştiren şakaklarına birkaç kır düşmüş saçları. Kendisi de harika görünüyordu ama bunu bilmediğinde emindim; söyleyecek de değildim. “Evet, güzeldir. Bu masa kızlarla yani arkadaşlarımla oturduğumuz masa. Bu kat bize ait.”
“Öyle görünüyor.” Başını çevirdiğinde kızları oyuncak bebeklerin yanında fısıldaştığını gördü. “Bizim burada ne işimiz var değil mi?” dedi kızlardan aldığı bakışlarını bana çevirdi. “Kızlar çok iyi anlaşıyor.”
“Kaderin bir cilvesi olarak görmek istiyorum. Geçen gün bana babanızdan emir almadığınızı söylediniz. Kaderin cilvesi…”
“Babam size takmış durumda. Benim o konuyla bir ilgim yok.”
“İnanmak istedim. Güven sorunu yaşıyorum ve bu bir sır değil; mesleki deformasyon bu da sır değil. Hakkımda çok fazla dedikodu döndüğünü biliyorum.”
“Bu kadar medyatik olup gözlerden uzak kalmakta çok başarılısınız.”
“Diğer türlüsü beni magazinci yapar, elbette onlarda haber değerinde ama ben istemiyorum. Kızımı uzak tutmaya çalışıyorum. Tek bir fotoğrafı bile yayınlanmamalı, en azından belli bir yaşa kadar.”
“Kolay olmamalı, düşmanlarınız vardır. Bizler arka planda olanlarız ama siz göz önünde yaşıyorsunuz tabii kızımı bende korumak istiyorum.” Duraksadı, bakışları tekrar denize döndü. Bir şeyler diyecek oldu ama vazgeçti.
“Bir şey sorabilir miyim?” dedim, merak beni öldürmeden ben onu öldürsem ne olurdu ki. Bana bakarken az önceki kasveti dağıldı. “Tabii ki,” dedi.
“Ebrar…” Kızların olduğu tarafa bir göz atıp onun kahverengi meraklı bakışlarına döndüm. “Ebrar bir çocuk için çok sessiz ve çekingen değil mi? Yaratılışı mı bu şekilde?”
“Özel bir durum varsa sormadım sayabilirsiniz.”
“Hem özel hem değil. Çok uslu bir bebekti, adım atmaya başladığında biraz canlandı, dört beş yaşlarında biraz daha açıldı. Hep bir ağır havası vardı, düşünmeden konuşmaz, attığı adımın önce yerine bakar. Yedi yaşındayken boşandık, bir sene annesinde kaldı. O dönem…” Yine sustu. Sorduğuma pişman olmak üzeriydim.
“Gerçekten açıklamak zorunda değilsiniz.”
Burukça sırıttı. “Size anlatmaktan zarar gelmeyeceğine eminim, çoktan anlamış bile olabilirsiniz.”
Biraz anlamıştım, birkaç senaryo belirmişti zihnimde. Annesi şiddet uygulamış olabilirdi veya psikolojik şiddet. Hiçbirini dile getirmek istemediğimden sustum.
“Onu bir gece uyuşturucu partisinin içinden çekip aldım. Kol saatinden beni aradı, korktuğunu onu almamı söyledi. Eski eşimin evine gittiğimde gördüklerimle kendime engel olamadım. O evde küçük kızım vardı, evin içi saçma sapan tiplerle doluydu. Polisi çağırıp suçüstü yaptırdım. Dava açıp kızımın tüm haklarını aldım. Annesi görüşmek isterse Ebrar’a soruyorum, isterse görüşüyor.”1
Ve bunlar haber olmamıştı. Şaşırmadım, bazıları haber olmaktan çok uzak insanlardı. “Üzüldüm.”
“Annesini sormuyor, özlemiyor.”
Burukça gülümseme sırası bana geçmişti. “Size öyle geliyor. Geceleri kontrol edin, ağlıyor olabilir.”
Gözleri kısılırken ben bakışlarımı kaçırdım. Aynı şeyleri yaşadığımı belli etmek için daha etkili sözler seçemezdim. Bazen boşboğaz olabiliyordum. En nihayetinde ben de insanım. Cümleler bazen öyle hızlı kalıplaşır ki durdurmak elinizde olmaz.
Elinde kocaman bir tepsiyle garsonu gördüklerinde kızlar koşarak gelince konu kapandı. En azından artık bir anlam yüklüyordum Ebrar’ın sessiz kişiliğine, sindirilmiş, içine dönük bir çocuktu. Sare gibi birini sevmesinin nedeni açıktı. Ondaki enerji Ebrar’a iyi geliyordu. Kızım zamanla arkadaşını kendine benzetecekti yine de bir yetişkin desteği şarttı. Babası bunu başarıyor gibiydi.
Bugüne gelecek olursak iki yetişkinin çocukları için karşı karşıya oturmasından bir zarar gelmemişti. Görünen oydu ki biz daha çok yan yana gelecektik. En azından konuşabiliyor olduğumuza sevinmiştim. Kızlarımız belki de hiç ayrılmayacaktı, uzun bir dostluk olabilirdi bizimki ama kahretsin ki dost olmak için fazla yakışıklı ve çekici bir adamdı. Adımlarımı iyi atmak zorundaydım.1
Çocuklar konuşurken yemeklerimize odaklanmıştık. Onlar konuşuyor biz dinliyorduk. Sare hayallerini anlatırken Ebrar ona kıkırdıyor, ardından da Sare gülüyordu. Bulaşıcı gülüşleri bizim yüzümüze de konuyordu.
“Ben aslında paraşütle atlamak istiyorum,” dedi Sare. “Annem izin vermiyor.” Son gelen dondurmasını iştahla yiyordu.
“Babam atlıyor,” dedi Ebrar. “Ben korkuyorum.”
“Ya…” dedi kızım, Kuzey’in yüzüne hülyalı bakışlar atarken. Kuzey göz ona göz kırptı. “Annen haklı, büyüdüğünde atlayabilirsin.”
“Tamam da…” dedi kaşığını bırakıp koltuğunda kıpırdandı. “Korkunç mu?” Mavi gözleri kocaman açılmış heyecanla cevap bekliyordu. Kuzey başını sağa sola salladı. “Hayır, keyifli ama yetişkinler için, büyümen şart.”
“Of,” diyerek kaşığını geri aldı. “Çocuk olmak çok zor.”
Küçük bir kahkaha attım, Kuzey de güldü. Ebrar elini ağzına kapatıp kıkırdadı. Sare başını geri atıp kahkaha attı. “Annem de anne olmak zor diyor.”
“Senin annen olmak hiç kolay değil, Sare. Annecim biraz çocuk olsan, hemen büyümek istiyorsun.”
“Benim annem de bana çabuk büyüsen diyordu. Çok mu zor anne olmak Asi teyze?”
Ebrar’ın sorusu Kuzey ve aramda asılı kaldı. Bakışlarımız buluştu ve koptu. Zorla gülümseyip Ebrar’a döndüm. “Annen belki senin büyük hâlini merak ettiğinden öyle demiştir. Anne olmak çok güzel, zor değil eğlenceli.”
“En azından senin baban da var, baba olmak zor mu Kuzey amca?”
İkinci bir şok cümlesi aramıza kondurulurken ona bakamadım, saçımı geriye atarken denize döndüm. Sessiz bir soluk aldım.
“Hayır, Sare. Baba olmak çok keyifli,” dedi. Ne diyecekti ki zaten, söylemesi gereken cümle buydu ama kızımda açtığı tahribat kaçınılmazdı. Kuzey’e bakıp zorla gülümsedi ama içinde kopan fırtınayı hissettim.
“Belki bir gün benim de babam olur.”
Son bombasını masaya dan diye bıraktı kızım. Ah Sare ah… Ben annesiz sen babasız. Yüreğim sızladı. Kimseye güvenemezdim. Söz konusu kızıma bir babaysa asla güvenemezdim. Öyle bir adam yoktu. Gözlerim nemlenirken gözlüğümü indirdim.
“Kim bilir…” dedi Kuzey. “Belki bir gün olur.”1
Seçkin insanların vakit geçirmek için geldiği, kimsenin ertesi gün boy boy fotoğrafının çıkmayacağı garantili kulüplerden biriydi buluşacağımız mekân. Kızlar çoktan geçmiş, mesaj üstüne mesaj atıyorlardı. Esra, Elif ile Mehir’i kudurtacak kadar heyecanlı şeyler anlatmıştı, hepsini grup yazışmalarından okumuş, gülmüştüm. Gece makyajım enfes, koyu mavi elbisem daracıktı ama kısa değildi. Dizlerimde bitiyordu. Saçlarımı kalem gibi düzleştirmiştim. Vestiyere şalımı verip koridoru aştım. Geçiş alanında durup etrafıma bir göz attım. İnsanların sessizce sohbet edip taşkınlık çıkarmadan eğlendiği bu yeri seviyordum. Fonda kısık bir müzik ortama renk katıyordu. Kimse kimseyle ilgilenmezdi. Işıklandırma hoştu, masalar ve localar arasında garsonlar mekik dokuyordu. Kızları görüp o yöne yürüdüm. Locaya geçmişlerdi. Yerime otururken, “Merhaba kızlar, nasılız?” derken çantamı kenara bırakıp önüme düşen saçlarımı geriye atıyordum.
“Haber sende, öt bakalım,” dedi Elif.
Gülümseyerek başımı yana yatırıp göz deviriyordum ki bakışlarım kapıya takıldı. Yanında üç adamla giren Kuzey’le gözlerim devrildiği yerden kocaman olarak açıldı. Başım yavaşça kalkarken kızlar baktığım yöne baktı.
“Ooo…” dedi Esra. “Heyecanlı olmaya başladı. Asi Hanım?”
Onun burada ne işi vardı? Ben geldim diye gelmiş olamazdı. Beni takip etmiyordu ya. Kuzey ve ben yılda yolda nadir karşılaşan insanlarken bu sık rastlaşma da neyin nesiydi?
“Şey…” diyerek sözlerimi toplamak istedim.
“Kekeliyor,” dedi Elif. “Asi kekeliyor.”
“Bir dakika!” dedim. “Bir şey yok abartmayın. Çocuklarımız aynı sınıfta, iyi arkadaş oldular. Onların hürmetine geldik bugün Esra’ya. Kıramadım kızını, çok hassas bir çocuk. Sare gibi değil. Burada görmeyi beklemiyordum, ona şaşırdım.”
Başımı iki yana salladım. “Aynı sitede ev aldığını söylemek acı verdi şu an.”
“Ben… Sordum. Babanız mı gönderdi sizi dedim. Babamdan izin almıyorum, dedi. Elbette güvenmedim, o ihtimallerin hepsini düşünüyorum.”
“Şüphemiz yok,” dedi Mehir. “Babası ‘git Asi’nin kalbini çal’ falan dememiştir elbette. Kendi düşünmüş olamaz mı?”
Mantık konuştu. Âşık olmadığında çok mantıklıydı Mehir.
“Olabilir tabii…” dedim ama bakışlarımı geçtikleri masaya çevirdim. “Olacak şey mi?” diye mırıldandım. “Tesadüftür.”
“Yine de…” dedi Esra. “Seni kafaya takmış da olabilir.”
“Güzel teoriler üretiyorsunuz,” dedi Elif. “Hepsini topla çarp yaparsak da ortaya bir şeyler çıkar. Hoşumuza gitmeyecek türden. Yani babası demiş de olabilir, bu kadar kolay elemeyelim bu şıkkı.”
“Bu da mantıklı geldi,” dedi Mehir. “Erkekler ve yalanları… Senin gibi biri için neler yapılmaz ki.”
“Sefa Bey yıllardır peşinde, sunmadığı para imkân kalmadı. Umudunu oğluna mı yükledi şimdi?” dedi Esra. “Böyle bir şeyi daha önceden neden yapmadı. Oğlu boşanalı çok uzun zaman oldu.”
“Çok manidar,” dedi Elif. “Aynı okul, sınıf ve evler… Bugün de yemekteydiniz. Neler oldu?”
“Hiç, havadan sudan konuşmalar. Kanallarla ilgili bir şey geçmedi. Bir ara babasının beni takındı hâline getirdiğini itiraf etti sadece sonrası çocuklarla eğlenceli sohbet oldu.”
“Kızların çok iyi arkadaş olması nasıl bir ironi?” dedi Mehir. “İsteseniz yapamazsınız.”
“Kuzey’in kızı Sare’den çok farklı, biri gece biri gündüz,” dedim. “Çok iyi anlaşıyorlar.”
“Yalnız…” dedi Elif. “Yanındaki beyleri tanıyorum. Hoş adamlar değil mi?”
Esra kıkırdadı. “Aranızı yapalım, hangisini beğendin?”
“Bakmayın!” dedim. “Bu tarafa bakarlarsa görebilirler.”
Elif omuz silkti, yüzünde çapkın bir gülüş vardı; gözleri avına kilitlinmiş kartal gibiydi. “Asi, git masamıza davet et. Bekar ölmeyelim.”
Gözlerimi kocaman açarken dudaklarımda aralandı. “Başka? Ben? Sen aklını mı kaçırdın?”
“Ne var kızım,” dedi Esra. “Sen ara sırada olsa insanların arasını yapmıyor musun? Birçok kadın evine döndü sayende. İlk kez mi yapacaksın?” İçli içli bakıyordu o masaya. “Esmer olan, mavi gömlekli çok karizmatik değil mi? Kumcuların oğlu o, tanıyorum.”
“Kumcu soy isimleri,” dedi Mehir. “Ben aşk acısı çekiyorum. İstemez.”
“Bu gece en mantıklınız, Mehir. Kimse bu masaya gelmiyor. Aklınızı mı yediniz? Kalkın gidiyoruz.”
“Otur,” dedi Esra. “Uzaktan keselim bari.”
“Bu Kuzey…” dedi Mehir. “Peşinde mi değil mi ona dönelim.”
“Umarım değildir,” dedim, arkama yaslanırken uzaktan göz göze geldik. Başını eğerek selam verdi. Bense başımı aşağı yukarı sallayıp karşılık verdim. Görürsün sen demekti ve bunu anladı, kaşları çatılırken önüne döndü.
“Neden?” dedi Elif. “Yıllardır hayatında kimse yok. Acı bir kaybın oldu, hepimiz buna saygı duyuyoruz. Çok gençsin, hayat kısa kuşlar uçuyor.”
“Yalnız olmak yanlış insanla olmaktan iyidir,” dedim.
“Nereden biliyorsun yanlış insan olduğunu? Televizyon veliahdı Kuzey Duhan senin biçilmiş kaftan. Sen de ışığı sönmeyen bir televizyon yıldızı. Tencere ve kapak.”
“Haklı,” dedi Mehir. “Asi kanalını değiştirmez kızlar, iki ara bir derede kalır.”
“İlk cümle için mi dedin bebeğim?” dedi Mehir. Kızların kıkırtısı kahkahaya dönerken onlara eşlik ettim. “Çarpıtma!” dedim. “Olacak iş değil.”
“Ne olması gerekiyor Asi?” dedi Esra. “Boyu boyuna çocuğu çocuğuna.”
“Canım,” dedi Mehir. “Hayattaki tüm erkekler programında işlediğin türden değiller. Bunu aşsan mı artık? Sen halkın kahramanı olabilirsin ama bir insansın, hata yapma lüksün var.”
“En azından deneyebilirsin,” dedi Elif. “Kuzey için demiyorum, ama bir ilişki denemesinden kimin haberi olur ki? Aşk iki kişiliktir. Hop diye evlenecek değilsin. Evlenip boşanman bile kimseyi ilgilendirmez.”
“İkiniz de medyatiksiniz evet,” dedi Mehir. “Magazin değilsiniz. Kimse elinde kamerayla peşinizde koşmuyor, tut ki koştu Kuzey de boru değil ya. Televizyon ve gazeteler elinin altında. Kendine şans ver. Peşindeyse kullan, dene ve uymuyorsa at.”
“Biyolojik saatlerimiz doluyor,” dedi Elif. “Ben anne olmak istiyorum. Sen de bir kez daha anne olmak istersin bence.”
Bir kez daha anne olmak… İsterdim. Kızımın kardeşi olsun çok isterdim. İyi bir adamın kızıma baba olmasını da isterdim. Kahretsin. Korkuyordum. Yanılmaktan. Yanlış yapmaktan. Korkularım beni her şeyden uzak tutuyordu. “Bilmem. İyi bir adamdan, neden olmasın.” Dudaklarımı büküp onun olduğu masaya baktım. Kızına iyi bir babaydı, kızıma nasıl bir baba olurdu. Aklım çorba olurken başımı iki yana salladım. Korkulardan kaçmak çok kolaydı, üzerine gitmekten -kendim için- hoşlanmıyordum. Kolay olanı seçiyor, huzur buluyordum. Geçici bir huzurdu, bir süre sonra bir yerden tekrar patlıyordu korkular. Rahmetli eşimi sevmiştim, iyi bir babaydı ama kötü bir kocaydı. Boşanmaya karar verdiğimizin arkasına kaza geçirmişti. Kahrolmuştum. Yıkılmış, babam sayesinde ayağa kalkmıştım. Bir kez daha yanılmaktan ölesiye korkuyordum. Kızımı da başka bir hayata sürüklemek öldürücü bir ürperti gibi sarıyordu etrafımı.
“Dene!” dedi Mehir. “Sen zeki kadınsın, hoşuna gitmeyen bir şey olduğunda keser atarsın.”
“Ya âşık olursam?” Üçü birden susup suratıma baktı. “Ya âşık olup hatalarını görmezden gelirsem, gözlerime perde inerse? O zaman ne yaparım?”
“Onu da o zaman düşünürüz,” dedi Esra. “Ölümden korkup her gün yeniden yaşamaya başlıyoruz. Aklındakilerin sana bir faydası yok, çok düşünüyorsun.”
“Sana yürüyorsa izin ver,” dedi Elif. “Hatta söyle arkadaşları da bize yürüsün.”
Tekrar bir kahkaha koparken ikna oluyordum. Kuzey’in gerçek niyeti neydi bilmiyordum, belki tüm konuşma saçmalık bile olabilirdi. Görecektim. Kalbimi biraz serbest bıraksam ne olurdu mesela? En fazla ne yaşardım?
Belirsizlikten nefret ediyorum…
Okur Yorumları | Yorum Ekle |