O gece kulübe geldiğimde gördüğüm Asi daha önce gördüklerimden biri değildi. Her anına başka birini sıkıştırıyordu. Ekranda önü alınmaz güçlü bir kadın, okulda masum bir anne, eğlenirken asi ve güzel… Bana artık her an asi ve güzel görünüyordu. Bir süre daha kalıp kalktıklarında yanımızdan geçerken arsızca inceledim onu. Hiç görmemiş gibi. Ona baktığımda böyle oluyordu; ilk kez görüyordum sanki.
Asi bir ceylanın dağda umursamazca gezmesi gibiydi tavırları. Bakışlarındaki soğukluk yeni değildi. Buz prensesti o. Erkekler de dedikodu yapardı. Özellikle de kadınlar konusunda. Onun adı Buz Prenses’ti.
Onu ilk fark ettiğim gece ödülünü almak için kürsüye yürüyordu. Fiziği, duruşu farklı bir aurası vardı keşke bunu bir tek ben fark edebilseydim. O, kendine bakan gözü yakıyordu. Bunu yaparken zorlanmıyor, olmadığı birine dönüşmüyordu. O ödül gecesi yanımda iş dünyasından arkadaşlarım vardı. Asi sahneye çıktığında ağızlarından dökülen sözler beni kızdırmış, yersiz bir suskunluğa sürüklemişti.
O kadar kendinden emindi ki bastığı yer titriyordu. Bakışlarındaki inat ve kararlılık, sesindeki o her şeyi ben bilir, başarırım tınıları. Asi Kıraç ehlîleştirilmesi gereken inatçı bir kısrak gibiydi. Babasından başka kimseye güvenmez, hiçbir erkeği hayatına almazdı. Yorulmuyor muydu? Yaslanacak bir omuz, gülümseyecek birine hiç mi ihtiyaç duymuyordu? Bir kadın nasıl böyle bir iradeye sahip olabilirdi? Beni ona çeken şeyde buydu; istiyordu ve alıyordu. İstemiyordu ve kimse ona yaklaşamıyordu.
O ödül gecesinde aklıma koymuştum. Duvarlarını yıkıp ellerine bırakacak, aşılmaz kalkanını paramparça edecektim. Onu istiyordum. Sonucu her ne olursa olsun alacaktım. Zeki bir kadındı, zor olacaktı ama olacaktı. Önce evimi değiştirdim. Kızımı kızının okuluna hatta sınıfına yerleştirdim. Kızların bu kadar iyi arkadaş olacağını tahmin etmemiştim. Bu onun da dediği gibi kaderin cilvesi olmuştu.2
Buz Prensesin kalkanının altında ateşler gökyüzüne uzanıyordu. Bu kadar soğuk bir kadının sıcacık bir kalbi olduğuna adımın Kuzey olduğu kadar emindim. Bir yerde pes edecekti, o güne kadar ben onun sağında solunda nefes aldığı her yerde olacaktım.
O benim asi prensesim olacak, ben onun görüp göreceği tek yön. Kuzey’e doğru asice daima esecek.
Odamdan çıkıp iki kapı ötedeki babamın odasına girdim. Annemle babam yerlerinden sıçradı. Annemin elinde kumanda tuşları arıyordu. Ben olduğumu görünce nefeslenip sesi açtı.
“Oğlum kapıyı vursana!” dedi sertçe. Ülkenin en büyük kanallarından birinin sahipleri oturmuş bir diğer en büyüklerden Asi’nin kanalını izliyordu. Annemle babam ona hayrandı. İş yerinde yakalanmalarına babam pek aldırmıyordu ama annem gizliyordu. Kendince. Kimse yemiyordu. Annem babamın sağ koluydu. Ömürleri boyunca yan yana çalışmışlardı, durum hâlâ aynıydı. Günün üç buçuk saatini Asi’yi izleyerek geçiriyorlardı. Bazen evde günün kritiği bile dönüyordu.
“Affedersin anne.” Masanın önündeki tekli koltuğa oturdum. Ekrandaki asi güzelliğe bakmaya başladım. “E, konu ne?” dedim.
Annem, Kader Duhan bakımlı tırnağını dudağına vurup duruyor, gözlerini ekrandan çekmiyordu. Beyazları sarıyla kapatılmış, birkaç başarılı botoksuyla hâlâ güzeldi. Babam Sefa Duhan uzun boylu ama azıcık göbekliydi. Altmışlarında olan bu iki genç ihtiyara bayılıyordum. Babam dökülmüş saçlarının boşluğunu kaşıdı.
“Mafya var işin içinde, Asi itiraf alamıyor ve her gün üzerine gidiyor. Bana kalırsa yanlış yapıyor. Yakında tepeden dürterler.”
“Ay canım benim,” dedi annem, Asi’ye diyordu. “Of hayat incitmesin şu kızı. Bence de kesmeli artık. Çok ısrar ediyor.”
Kaşlarımı çatıp ekrana döndüm. “Kaç gündür devam ediyor?”
“İki hafta olacak,” dedi babam. “Genç bir kız ortada kaybolmuş, ceset falan yok ortada. İtiraf eden de yok ama çokça telefon bağlantısı oldu, biri diğerine derken uçsuz bucaksız isimleri çıktı ortaya. Kızın en yakın arkadaşı oradaki bak, sarışın olan. Sürekli ağlıyor, bir şey bilmiyorum diyor başka bir şey demiyor. Tabii ki her şeyi biliyor, Asi de bunu biliyor. Anne perişan, baba da işin içinde. Utanmasa iyi ki öldürmüşler diyecek ki daha ölü olduğu resmi değil. Altından başka şeyler çıkacak, daha uzun sürer bu konu.”
“Kayıp kızı pazarlayıp uyuşturucu sattırıyorlardı, en azından bence,” dedi annem. “Öyle mahalle davaları da değil. Olsa şimdiye kadar çıkardı.”
Konunun ağırlığı ve tehlikesi göğsümde çınladı. Ekrana döndüm tekrar, tamam en büyük sensin, kimse seni geçemez, tüm ödüller her sene sana, ama kesmen gerekiyorsa da kesersin. Bunu sadece bu odada olan üç kişi değil kendi ve ekibi hatta kanalı da biliyordu. Annemle babam onunla az da olsa yakın olduğumu bilmiyordu. Uzun bir süre de öğrenmeyeceklerdi. Babam Asi’yi kanala çekebilmek için hisselerimizin yarısını bile verirdi ama Asi dönüp bakmazdı. Şanslı patronu kıymetini biliyor muydu acaba?1
Saatime baktım, on ikiye geliyordu. Saat üçte Asi’nin kurucusu olduğu derneğin açık artırması vardı. Birkaç gündür okula gelmiyordu, babası alıp gidiyordu Sare’yi. Dernekle ilgilendiğini biliyordum. Bir değil birkaç dernek kurucusuydu ama özel toplantılara katılıyordu. Hakkında her şeyi öğrenmiştim. Kocası ölmeden önce açılmış boşanma davasına kadar.
“Annecim, Ebrar’ı sen alır mısın, benim öğleden sonra bir işim var?” Bakışları ekranda başını salladı. “Alırım oğlum, bize gideriz. Evden alırsın akşam ama istersen kalabilir de.”
“Yok, akşam gelir alırım. Ben çıkayım o zaman.”
Babam elini kaldırıp savurdu. Git diyordu. Annem, “Git git. Saat iki de toplantım var, sonra çıkarım.”
İkisine bakıp sırıttım. Hayran oldukları kadın bir gün gelinleri olacaktı ama o zaman bile kanalını değiştirmeyecekti. Bunu asla yapmayacağını şimdiden biliyordum, yapmasını da istemeyecektim. Başka şeyler isteyecektim. Çok başka şeyler… Hayallerimin bana verdiği hazla gülümsedim. İşin aslı tam olarak nasıl bir insan olduğunu bilmiyordum. Belki de tam istediğim gibiydi, değilse bile seve seve olacağına şüphem yoktu. Yanlış bir evlilik yapmış, bir daha yapmamaya yemin etmiş biri olarak ne istediğimi çok iyi biliyordum. O, hayattan ne bekliyordu bilmiyordum, nasılsa çözecektim.1
Öğleden sonra dörtte yanıma aldığım zengin evlâdı arkadaşlarımla açık artırma yapılacak otelin salonuna geçtik. Arka sıralarda birer koltuğa kurulup başlamasını beklerken, “Bizim burada ne işimiz var?” dedi Eymen. Hiç evlenmemiş, sarışın yakışıklısı arkadaşıma baktım. “Yardım edeceğiz?” dedim.
“Bir çek gönderirdik,” dedi diğer yanımda oturan Doruk, onun kısa bir evliliği olmuştu, çocuğu olmadan zengin avcısı eski karısından kurtulmuştu.
“O zaman bu zevki nasıl yaşayacaktık?”
İkisi de eğilip bana bakınca ben konuşma yapılacak platforma baktım. “Ne zevki?” dedi Doruk.
“Evet, ne saçmalıyorsun sen?” dedi Eymen. Ortam sessizleşip sunucu yerine geçerken ben konuşmadım, onlar da önlerine döndüler. Genç kadın müzayedenin önceliğinden falan beş dakika kadar bahsetti, yerini kurucu üyesi olarak Asi’yi kürsüye davet etti. En ön sıralarda oturan Asi kalkıp konuşma yapacağı alana geçerken arkadaşlarım bir kez daha bana döndü.
“Bu iki etti, biz Asi Kıraç’ın olduğu her yere neden gidiyoruz?” dedi Eymen.
“Neden olacak sence?” dedi Doruk, Eymen’e.
İşaret parmağımı dudaklarıma götürdüm. “Şişş… Sessiz olun. Ne varsa satın alıyorsunuz.”
Asi konuşmaya başladığında önündeki kâğıda bile bakmıyordu. Kelimeler tane tane kadife sesinden dökülürken ben öylece durup onu dinliyordum. Bakışları insanlar üzerinde gezerken göz göze geldik. Bir saniye kadar durakladığında dudağımın kenarı kıvrıldı. Bakışlarını çekerken cümleyi toparlamak için çaba sarf etti. Başardı. Bunu hep yapıyordu. Yayında bir an kulaklığına dalıyor ama anında konuya dönüyordu. Ustaydı. Birkaç dakika daha konuştu. Yerini sunucuya tekrar bırakıp oturdu, bir kez bile tarafıma bakmadı.
Müzayede başladı. Yerli ressamların tabloları, fotoğraf sanatçılarının göz kamaştıran kareleri kimseli kimsesiz çocuklar için satışa sunuldu. Asi onlara böyle diyordu. Annesi babası ve akrabaları olup sokağa salınmış çocuklar için türettiği bir yorumdu. Asi bunun daha acı bir durum olduğunu düşünüyor. Haklı olduğunu biliyorum. Hem o diyorsa bir bildiği vardır. Alacak daha özel bir şey bekliyordum. O özel parçayı oraya ben bıraktım, çok basit bir şey ama buradaki tüm yürekleri yerinden edeceğine eminim. Kızımın rast gele çizdiği ve benim odasında bulduğum bir resimdi.
İkişer parça alan arkadaşlarım kollarını bağlamış sahneye bakıyorlardı. Çerçeve içinde büyük resim kağıdına Ebrar’ın çizdiği resim kadının ellerinde çıktı. Sunucu, “Yurdumuzda kalan bir kız çocuğumuzun çizdiği bu resim hepimizi derinden etkiledi. Siz değerli alıcılarımıza sunmak istedik. Açılış fiyatı elli bin.”
Salonda ay canım, ya kıyamam gibi sözler duyuldu. Bir kadın, “Altmış bin,” dedi. Artırma devam edecekti. Ufak atışlarla yüz bine kadar çıktı. Yüz binden gurur meselesi gibi iki yüz elli bine ulaşınca sunucu satışı kapatmak üzereyken, “Bir milyon,” dedim.
Kızımın çizdiği resimde bir anne bir baba ve ortada el ele tutuşmuş iki kız çocuğu vardı. Bizde olmayan şeyler, Ebrar zeki ve sessiz bir kızdı, anladıklarını zamanı gelmeden konuşmak yerine yazmak ve çizmek gibi eylemlere döküyordu. Yazdıklarını okuyacak gücüm yok, çizdiklerini kontrol ediyordum. İki gün önce bulmuştum resmi, aracılarla ve birkaç küçük yalanla halletmiştim.
Bir milyon sözlerim salonda herkesin bana dönmesine neden olurken Asi saçlarını geri atmakla meşguldü, her şeyin farkındaydı. Kızımın çizdiği ilk aile resmimize bir milyon vermiştim. Mutluydum.
“Satıldı!” Tokmak sesi salonda çınladı. Eymen ile Doruk ağızları bir karış açık bana bakarken ben, bana dönüp bakmayan Asi’nin kıvrım kıvrım sırtına dökülmüş, gür ve siyah saçlarına bakıyordum. O saçlarla ilgili hayallerim beni dağlıyordu.
Alıcılar çeklerini verip aldıklarını alıp giderken sıramın gelmesini bekliyordum. Arkadaşlarım birer yanımda verdiğim bir milyonun hesabını soruyordu ama benim gözlerim onu arıyordu. Ortadan kaybolmuştu. Sıram geldiğinde elimdeki resme bakıp küçük bir kahkaha attım. Onu bir daha göremedim, keyifle çıkıp arabama binip ana yola çıktığımda arkamda beni takip eden VIP aracı dikkatimi çekti. Kaşlarımı çatıp aracı dikkatle inceledim. Asi’nin aracıydı. Ara yola girip yavaşlayıp park ettim, o da arkamda durdu. İnip şoföre baktım, eliyle aracın içini işaret ettiğinde yana geçip kapıyı araladım. Beyaz elbisesinin içinde kuğu gibi zarif bir oturuşla gözlerinde çakmak ışıltısıyla bana bakıyordu.
“İçeri gelmez misin, açıklamak istediğin şeyler vardır belki,” dedi.
İçeri girip kapıyı kapattım, karşısına oturup arkama yaslandım. “Ne gibi?”
“Gerçekten yardım etmek için mi geldin yoksa bana gövde gösterisi yapmaya mı? Lütfen yalan söyleme daha gözüme çıkamadan düşersin, bunu anlayacak kadar…”
“Zeki bir kadınsın.” Sözünü tamamlamasına izin vermedim.
“Hayır,” dedi. “Anlayacak kadar erkek tanıdım diyecektim.”
Bakışlarım kısıldı, hayatında eşinden başka kimse olmamıştı. Yaptığı işten bahsediyordu.
“Kaçak oynama! O yaşları geçtik. Amacın ne?”
Siz ve bizi bırakmıştık. Güzel… Cesareti beni ona itiyordu. Bakışları yine buz gibi ifade vardı, içinde yanılası. “Resmi çok beğendim. Gerçekten. Başka şeylerde alabilirdim ama onu beğendim. Maksat yardım değil mi?”
“Maksadını aştın, kimse o resme o fiyatı vermezdi.”
“Ne dememi bekliyorsun, çok param vardı, verdim mi?”
Eğlenceli bir yüz ifadesiyle aracın tavanına baktım. “Böyle hiç eğlenceli değil.” Öne eğildi, saçları bağımsızlığını ilan eder gibi iki yanına döküldü. “Eğlenecek yaşta değilim. Benden ne istiyorsun?”1
Eğlenceli ifadem ciddiyetle değişti, ben de öne eğilip yaklaştım. “Sen!” Gülümsedi, alaylı bir gülüştü. Arkasına yaslanırken gözlerinde kıvılcımlar çakıyordu. “Dedin ve alacağını mı sanıyorsun?”1
“Yok estağfurullah ne haddime, gözüne girmek için çalışıyorum.” Beklemediği itirafımla bakışlarındaki ışıltı değişti ama mimikleri kımıldamadı. “Girme Kuzey, gözüme girme. Ben hayatımda kimseyi istemiyorum. Uğraşma, çalışma. Ne kendini ne beni yorma.”
“Sen dedin diye vazgeçeceğimi mi sanıyorsun?”
“İyi misin sen? İstemiyorum dedim, neyin inadı bu? Bak bu durumun sonunda işim ve baban varsa… Oynama.”
“Babamda işinde benim umurumda değil. Canın nerede istiyorsa orada çalış, ben bunlarla ilgilenmiyorum. Beni sürekli bununla itham edemezsin. Sefa Duhan’ın oğlu olmayı ben seçmedim, sırf oğluyum diye beğendiğim kadının peşinden gitmeyecek miyim? Çok güvensiz bir kadınsın, kimseye güvenmiyorsun. Ne yaşamış olduğunu bilmiyorum belki işin belki eski eşin. Hayatta güvenilecek adamlar da var.”
“Bu sen misin?” Küçümser bakışıyla derin bir nefes aldım. “Olmadığımı oradan mı anladın? Artık akıl okumaya mı başladın?” dedim, sözlerimi eritemiyordu ve bu bakışlarında karanlık bir bulut oluşturuyordu. Ezmeye bayılıyordu, erkeklerse hiç çekinmiyordu.
“Onca kadın varken neden ben?”
“Çünkü sen asi bir rüzgarsın, ben de senin eseceğin yönüm.” Mavi gözlerinde şaşkınlık, kızgınlık belirdi. Dudakları öfkeyle açılıp kapandı. Dişlerini sıkıp aracın camından dışarı baktı. “İn aşağı!”
Gülmemek için dudaklarımı sıktım. “Görüşeceğiz. Buz Prenses, görüşeceğiz.”
Başını hızla çevirirken son sözlerim onda ikinci bir şaşkınlık oluştururken ben kapıyı açıp çıktım. Kızgın bakışlara gülümseyerek sürgüyü çektim. Aracıma giderken onun aracı hareket etti. Arabama binip yan koltuktaki resmi elime aldım.
Esra’nın restoranında en üst kattaydık. Eve gitmem gerekirken acil durum bilgisi geçip soluğu burada aldım, aldırdım. Yerimde duramıyor, öfkeden deliriyordum. Aklımı kaçırıp kapısına dayanacak ellerimle parçalayacaktım, bunu öyle çok istiyorum ki. Esra, Elif ve Mehir masanın diğer tarafında put gibi oturuyorlardı.
“Bana güvensiz kadınsın dedi,” dedim ellerim saçlarıma gidiyor, sinirle ellerimi daldırıp çıkarıyordum. Gözlerimin kocaman olduğuna şüphe yoktu. Sesim arşa yükseliyordu ama arkadaşlarımdan çıt çıkmıyordu.
“İstemiyorum diyorum sen istedin diye mi vazgeçeceğim dedi. Seni istiyorum dedi, sen istedin diye olacağım dedim, gözüne gireceğim diye çalışıyorum dedi.” Ayağa kalkıp elimin birini belime birini saçlarıma bıraktım.
“Onca kadın varken neden ben dedim. Çünkü ben asi bir rüzgarmışım, sadece onun yönüne esecekmişim. Kovdum.” Kızlara baktığımda göz ucuyla birbirlerine bakıp duruyorlardı. “Size diyorum, bir manyakla karşı karşıyayım.”1
“E… Şey,” dedi Mehir. “Gerçekten öyle mi dedi? Asi rüzgâr mı?”
“Vay be…” dedi Elif. “Bu kadarını beklemiyordum.”
“Adam çok sağlam geliyor,” dedi Esra. “Kendin kaşınmışsın, sen sormuşsun o da söylemiş, dürüst davranmış bence.”
“Ben asi rüzgâr ve yönde kaldım arkadaşlar, siz devam edin,” dedi Mehir. Gözlerinden küçük kalpler dökülüyordu.
“Size ne diyorum siz ne diyorsunuz. Kuzey bana meydan okuyor, bana karşı, benim için.”
“Bingo,” dedi Esra, işaret parmağını bana çevirip. “Zaten sana da böylesi lazımdı. Kuzey zorlamasa sen ömrünün sonuna kadar yalnız kalırsın. Ben onu destekliyorum.”
“Şey…” dedi Elif çekinerek. “Esra haklı ne yapsa gözüne girecekti ki? Sana çiçek göndererek mi yoksa pahalı mücevherler mi? Bunları geçmişte gördük. Kuzey doğru bir yol izliyor.”
“Elif haklı,” dedi Mehir. “Onu sana övemeyiz, nasıl biri bilmiyoruz. Psikopat mı, anlaşması zor mu kolay mı veya senin arzularını isteklerini karşılar mı, bilemeyiz ama izlediği yol güzel.”
Esra önce eğildi, kollarını masaya bıraktı. “Kuzum sen tam olarak neye kızdın?”
Hepsi mantıklı konuşuyordu. Bilmiyorduk, bilemiyorduk pek çok şeyi. Tükenmişlikle yerime oturdum, üçü de bana, benden gelecek sözlere odaklanmıştı. “Bana buz prenses dedi.” Sesim o kadar acınası çıkmıştı ki kendimi savunmasız hissettim. “Ben buz gibi bir kadın mıyım? Soğuk muyum ben? Kadın değil miyim ben? Ben… Bazı şeyleri kayıp mı ettim, dışardan bakanlar bana böyle mi diyor? Buz kadın, buz gibi. Kendimi berbat hissediyorum. Bir erkekten böyle bir söz duymak tokatlanmak gibi bir şey oldu.”
“Ciddi durduğun için söylemiş olabilir,” dedi Elif ama kendisi de inanmıyordu söylediğine.
“Kimseyle ilişkin olmadığından demiş de olabilir,” dedi Esra.
“Buz gibisin Asi,” dedi Mehir. “Erkek sinek görsen yönünü değiştiriyorsun. Çok güzel bir kadınsın. Kimse sana otuz beş yaşında demez, fizik, güzellik desen bol bol vermiş Allah. Her ortamda öne çıkıyorsun ve bunu parmağını bile oynatmadan yapıyorsun ama bunlar seni çekici yapmaktan ziyade itici yapıyor çünkü soğuksun. Gülümsemiyorsun bile, fark etmiyorsun.”
Gözlerim kocaman olurken nefesimi tuttum.
“Karşındaki erkeğe en küçük bir ihtimal vermemek için bile gülmüyorsun kızım, erkekleri itiyorsun. İki senedir sana yaklaşmaya cüret eden biri bile olmadı. Tamam, bunu sen istedin ve başardın. Kuzey dedi diye mi kızgınsın şimdi? Bu kadını sen doğurdun. Kuzey sende bir şeyler görmüş olmalı, buz görünüşünün altında yanan bir kor vardır. Her kadının vardır, belki o bunu görmüştür.”
Masada çıt çıkmadı Mehir susunca, Elif ile Esra önlerine bakmıştı. Mehir gözlerimin içine bakıyordu. İkinci bir tokat yedim, bu daha sert oldu. Canım yandı, içimde bir yerler çatırdadı. Ben kendimi dış dünyaya izole ederken bir şeyler kaybetmiştim. Bunu önce Kuzey sonra Mehir’in sözleriyle anlıyordum. Başımı kapalı pencereye çevirdim. Hava kararıyor, deniz gökyüzünün rengini alıyordu. İçim gibiydiler. Alacalı.
“Özür dilerim,” dedi Mehir. “Sana doğruları söylemezsek neden dostuz ki.”
Derin bir soluk alıp kalktım. Çantamı alıp, kızlara göz attım. “Özür dileme. Haklısınız, biraz düşüneceğim. Kadın olmayı tam olarak nerede bıraktım, bulurum herhalde. Görüşürüz kızlar.”1
Okur Yorumları | Yorum Ekle |