21. Bölüm

Final

Payelll
payelll

Kuzey ile savaşarak on beş günü evde geçirdim. Eski hâlime geldiğimde evde kalmamın da bir anlamı kalmamıştı. Ekranlara geri dönüp işimin başına geçtiğimde daha mutlu biri oluyordum. İşimi seviyordum. Buna en çok patronum sevinmiş olacak ki maaşıma yüklü miktarda zam yapmıştı. Kaçıp gideceğimden korkuyordu. Aklımın ucundan bile geçmiyordu.

Haftanın son günüydü artık, seçilen kıyafetime bakıyordum. “Bu çok şık değil mi?” dedim Ayça’ya, sanat yönetmenimiz her gün yeni bir kıyafet seçerdi ama bu günkü biraz şık gelmişti.

“Bence çok güzel. Size de çok yakışacak.”

Beyaz, kalın askılı dizde biten belinde taşları olan bir elbiseydi. “Şık olduğuna şüphe yok, neyse makyajımı yapalım,” diyerek oturdum masaya. Saçlarımı düzeltip maşaladı. Klasik şeklimdi. Makyajımı da kusursuz bir şekilde tamamladı.1

“Biraz abartmadın mı? Az daha sürsen gelin makyajına dönecek.”

“Eh… Siz de yeni gelin sayılırsınız. Çok güzel oldunuz.”3

Saçlarımı havalandırıp elbisemi giydim. Son kez aynaya baktım. Parlıyordum. Odamdan çıkıp ekibimin yanına geçtim. Sağıma soluma bakındım, biraz garip davranıyorlardı. Fısıltılı gülüşler falan. “Ekip!” dedim. “Ne oluyoruz?”

Kameraman tepeden konuşurken başımı ona kaldırdım. “Bugün cuma ondan Asi,” dedi. “İyi bakalım,” dedim.

 

 

Kuzey…

 

Kravatımı düzeltip annemin açtığı cekete kollarımı geçirdim. Kanalda, televizyon karşısındaydık. “Nasıl?” dedim, annem iç çekip, “Ben doğurdum nasıl kötü olabilir?” dedi, anneler ve çocukları… Karımı istemeye gidiyoruz. Bu zevkten asla mahrum kalamam, kalamaz. Ben söz dinleyen bir adam olabilirim ama işime geldiği kadarım. Bir şeyi istiyorsam alır, yaparım.1

Babam göründü kapıdan, “Çıkıyor muyuz?”

“Evet,” dedim. Babam yirmi sene sonra düşman kanala girecekti ve bunu bizim için yapıyordu. Odamın kapısını çekip çıktım. Yönetim katı müdür kaynıyordu. Sekreterimin masasının üzerinde dev bir çiçek buketi bir sürü çikolata tepsisi vardı.

“TVK,” dedim, hepsi bana dönüp baktı. “Hazır mıyız?”

“Hiç olmadığımız kadar,” dedi magazin şefimiz.

“Hazır olmak ne kelime, hep bugünü bekledik,” dedi haber müdürüz Aylin Hanım. “Kırk yıl düşünsek aklımıza gelmezdi ama…” dediğinde herkesi gülümsetti.

“Kanalımıza almamız kaç sene sürer Kuzey Be?” dedi Spor dürümüz Şevki Bey.

“Onu sen unut,” dedi Aylin Hanım. “Asi Duhan’dan bahsediyoruz.”

“Peki bir şey soracağım,” dedim, hepsi dikkat kesildi. “Asi mezun olduğunda ilk olarak TVK’ya başvuru yaptığını biliyor muydunuz?”

“Nasıl?” dedi annemle babam aynı anda. “Bu da ne demek?” dedi annem.

“On üç sene önce onu işe almayanın kim olduğunu bilen var mı?” dedim, kimseden çıt çıkmadı oysa hepsi on beş seneden fazladır bizimle çalışıyordu.

“Eh…” dedim. “Ben olsam ben de gelmem.”

“Kimse o çıksın?” dedi annem. “Neyse dur, şimdi değil. Bulurum ben onu nasılsa, burnundan alacağım burnundan.”

Babam alnındaki teri siliyordu. “Eşşoğlu eşekler, bulunca bana da gönder,” dedi anneme.

“Hadi!” dedim. “TVK uygun adım marş! Kanal5’e kız istemeye.”

 

Son on beş dakikanın içine girmiştik. Ekibimin sağa sola koşturması dikkatimi dağıtıyor, meraklandırıyordu. Kayra bir gidiyor bir geri geliyordu. Ayça da köşeden izliyordu, başka makyajlarda olması gerekirken neden buradaydı. Bir şey vardı anlamıyordum.

“Kayra!” dedim yayının ortasında. Başımı salladım. Bakışlarla bile konuşan insanlardık, bir şey işaret etse anlardım ama elini kaldırıp sakin diyordu. Kulaklığımdan, “Bir telefon var?”

“Son dakika bir telefonumuz varmış,” diyerek kalktım, telefon var diyen kim olduğunu söylese ölecekti sanki. Üç kamera arasında dolaşan ekip başımı döndürüyordu.

“Alo, merhaba,” dedim.

“Merhaba!” dedi ses, kaşlarımı çatıp Kayra’ya baktım. Ekrana dönerken doğruldum. “Buyurun, sizi dinliyoruz,” dedim, babasını arayan yirmi beş yaşında genç bir erkeğin telefon bağlantısı olması gerekiyordu.

“Asi Hanım, ben Kuzey Duhan. TVK’nın sahibi, Kuzey, Küçük bir maruzatım olacaktı.” Gözlerim dehşetle açılırken içime keskin bir soluk çektim. LAN. NE. OLUYORDU? Etrafıma bakamıyor, sadece öndekileri izliyordum. Kadrajıma babam, kızlarım ve annem girdi. Bir kez daha büyüdü gözlerim. Kızlarım küçük ama tatlı gelinlikler giyiyordu. Saçları aynı şekilde yapılmıştı. Bana el sallıyorlardı. Babam takım elbise, annem şık etek takımıyla yeni aşırı zarif ve güzeldi. BURADA. NE. OLUYORDU?

“Sizi dinliyorum Kuzey Bey?” dedim, zor çıkardığım sesimle. Kayra ve Ayça ellerini ağızlarına kapatıp güldüler.

“Asi Hanım, mavi gözleriniz tarafından vuruldum. Kalbimi kaybettim. Suçlusunuz! Sizden alacağım var, bir şey istiyorum.”

Elimdeki kartları yüzüme kapattım. Deliydi. Önü alınamaz bir kaçık. Sesi stüdyoda çınlıyordu ve tüm ülke televizyonları başında bizi izleyip dinliyordu. Yüzümü ateş basıyordu, yanıyordum. Kartları indirip yüzüme hava verdim, küçük bir tebessümle kameraya döndüm. “Kuzey Bey isteğiniz nedir?”

Madem bu bir oyundu, oynardım.

Kahretsin. Bu çok güzeldi.1

Stüdyoda ses kesildi. Kuzey’in isteğini bekliyorduk. Kalbim ağzımda atıyordu. O konuştuğum en büyük ve ne güzel asilikti. Allah başıma iyi ki vermişti.

“Kuzey Bey?” dedim, kızlara bakıyordum. Kızların arkasında damatlara yakışır takımıyla, kulağında telefonuyla durdu. Yanında Sefa Bey, Kader Hanım ve Ahmet Bey vardı. İş birlikçilere bak sen.

“Benimle evlenir misin?” Karşımdan konuşuyordu ama sesi stüdyodaki havayı çatırdatıyordu. Kalbimi atışı mikrofonumdan ülkeye yayılacak kadar hızlıydı. Telefonu kapatıp cebine atışını izledim. Bir anda ıslık sesleriyle evet kelimesi yükseldi. Kocamın gözlerine bakıp gülümsedim. Bu elbiseyi bana boşuna giydirmemişlerdi. Saçıma makyajıma kadar ayarlamışlardı. Sefa Bey bile buraya yıllar sonra benim için gelmişti.

Yıllarımı yalnız ve kederle geçirdim. Anne olduğumu anlamam zaman aldı, kadın olduğumu anlama Kuzey geldikten sonraydı. Kalbime kanat açtıran adamdı o. Her şekilde yanımda olan, her asiliğime katlanan, kimsenin yapamadığını yaparak beni kendine âşık eden yegâne adamdı.

“Evet,” dedim. “Evlenirim.”

Kaç kadına nasip olurdu ki…

Bana olmuştu.

Onu seviyordum.

Çok.

Gülümsedi. Yakışıklı yüzünde çapkın gülüşüyle göz kırptım. Ekrana döndüm tekrar. “Gördüğünüz gibi sevgili seyircilerim; hayatta güzel adamlar da var. Bir tanesi benim oldu.”

Kameramanlar işaret ediyordu. Üç iki bir yayını kes… “Kestik.”

“Sizi çılgınlar…” diyerek bana adım adım gelen adamıma sarıldım. Ayaklarımı yerden keserken belime sıkıca sarıldı. İstemiyordum böyle şeyler ama güzeldi kahretsin. Her kadın severdi demek ki… Her kadının yaşaması gereken durum ve duygulardı.

Ayaklarım yere basarken alnıma dudaklarını bastırdı. “Çok hanımcı bir adamım, o istese de istemese de.”

“Şovunu çok beğendim, istiyormuşum.”

“Anne,” dedi Sare, Ebrar’la birlikte iki yanımdan sarıldılar.

“Annecim,” dedim, ikisini de öperek.

“Annemin düğününe katılacağım,” dedi kıkırdayarak.

“Siz ne kadar güzelsiniz, kim giydirdi sizi?”

“Anneannem giydirdi,” dedi Sare.

“Saçlarımızı da anneannem yaptı Asi abla,” dedi Ebrar.

“Çok şıksınız çok.” İkisini de çekip sarıldım. “Küçük gelinlerim benim.”

Doğrulup beni bekleyenlere baktım sonra başımı çevirip bizi izleyen ekibime parmak kaldırdım. “Arkamdan iş çevirdiğiniz ekip, yazdım bunu bir yere.”

Işıkçımız Tekin, omuzunu Kayra’ya verdi. “Anlarsınız diye beklemiştik ama,” dedi yan gözle Kayra’ya bakıyordu. Kayra omzunu çekince dengesini topladı Tekin. Bak sen… Ekipte aşk var.

“Soracağım ben size,” diyerek yürüdüm ama soracak falan değildim. Olsa olsa teşekkür ederdim. Anne babalarımın arasında durdum. “Sizi gidi iş birlikçiler. Ülkenin gözlerinden kalp çıkıyor.”

Babam kollarını açtı, kendimi ona sardım. “Çok mutlu ol babacım.”

Olacağım.

“Hadi bakalım,” dedi Ahmet Bey. “Odamız hazır, kızı verecek miyim bir düşüneyim?”

“Vermezse kaçır Kuzey!” dedi Sefa Bey.

“Yerse!” dedi Ahmet Bey. “Canımı sıkma kız falan vermem.”

“Biz o kızı alırız Ahmet,” dedi kayınpederim. “Sen sunucuna sahip çık. Baba ben kanalda mutsuzum derse işin biter.”

Dudaklarımı birbirine bastırdım. Benim öz babam bile değillerdi ama benim için kavga ediyorlardı. Ahmet Bey’in rengi atmaya başladığında araya girdim. “Sefa babacım, ama oluyor mu böyle? Ben patronumdan çok memnunum.”

“Gör!” dedi Ahmet Bey. Bu kez de pederim bozulmuştu.

“Ben ikinize de yeterim söz, sizin içinde yeni bir proje hazırlarım Sefa babacım,” dediğimde yüzünde güller açtı.

“Al sen gör, o benim gelinim.”

“AA!” dedi Kuzey. “Kendimize mi gelsek? Mutluluğum söz konusu, rica ediyorum.”

Arkadaşlarımın akın etmesiyle konu tamamen kapanmıştı. Onlarda işin içindeydi. Nedimeler gibi tek tip giyinmişlerdi. Ellerinde kollarında çiçekler vardı. Esra elinde bir kutuyla yaklaştı. Elif’e uzattı. Elif açıp Esra’ya içindekini almasını için bekledi. İçinden çıkan ışıltılı tacı başıma yerleştirdi. “Taçsız gelin mi olur şekerim.”

“Olmuyormuş,” dedim, ağzım düzelmiyor, sürekli gülümsüyordum.

Mehir elinde pullu gümüş ışıltılı iplerler yaklaştı. “Gelin pulları olmadan bu evlilik geçersiz sayılır,” dedi. Etrafımızdakiler bizi izliyordu. Eymen, Tarık ve Doruk da vardı. Mehir uzun şerit ipleri saçlarıma yerleştirdi. Üçü de yana yana durup bana baktılar.

“Ağlamak istemiyorum,” dedi Esra.

“Çok duygusalım,” dedi Elif.

“Allah gelinlere ayrı bir güzellik veriyor. Çok mutlu ol aşkım.” Bir anda üçü de sarıldı. Can arkadaşlarım, dostlarım. Hayatta başıma gelen güzel şeylerin başındakilerdi.

“Hop,” dedi bir ses. “Açılın, Türk Polisi geldi.”

Kızlar benden ayrılırken görüş alanıma girdi. Sonunda kotunu ve ceketini çıkarmış, biraz makyaj yapmış, saçlarını yaptırmıştı. Kollarımızı iki yana açtık. Çocukluğum, ilk gençlik yıllarım ve bir yetişkine dönüşürken yanımda olan Ayfer. Onu çok farklı seviyordum. Birbirimize sıkıca sarıldık.

“Mutluluklar asi kadın,” dedi.

“Teşekkür ederim güzel kadın,” dedim.

Hazırlanan odaya geçtiğimizde ağzım bir karış açık kalmıştı. Büyük odanın ortasında uzun ince bir masa ve üzerinde çiçek ve çikolatalar vardı. TVK’nın çalışanları bile vardı. Ahmet Bey masanın başına geçti, beni yanına Kuzey’i diğer yanına aldı. Annelerim ve babalarım yerini almıştı. Kızlarım da onların birer yanına oturmuştu. İki kanalın müdürleri karşılıklı oturmuştu. Otuz beş sene daha yaşasam böyle bir anın geleceğini hayal dahi etmezdim.

“EE…” dedi Ahmet Bey, babama. “Biraz yerini almış gibi olacağım ama kusura bakma İhsan Bey.”

Babam hâlinden memnun gülümsedi. “Benim kadar sizin de kızınız, hakkınız ödenmez.”

Babacım…

“Sağ olasın,” dedi Ahmet Bey. Sefa Bey’e döndü. “Oğlunuz ne işle meşgul Sefa Bey?”

Odanın içindeki kıkırtılara katıldım.

Sefa Bey kabarıp öne eğildi. “Kızınızı sevmekle meşgul, yeterli mi?”

“Âlâdır, yeterli.”

Of. Beni istiyorlardı ve kız kardeşim yanımda değildi. Kardeşimi istiyordum.

Kayra, Ayça ve ekip arkadaşlarım ellerinde kahve tepsileriyle içeri girdi. Mest oluyordum. Bu çok farklı bir jestti. “Kaderimde sizin kahvelerini yapmakta varmış Asi Hanım,” dedi Kayra.

“Teşekkür ederim canım asistanım,” dedim.

Herkes kahvelerini aldığında Sare, “Tuzlu mu Kuzey abi?” dedi, odayı kahkahaya boğarken Kuzey bana bir bakış atıp göz kırptı. “Bakayım kızım dur,” dedi. Başını eğmiş Ebrar’la ikisi Kuzey’e bakıyordu. Kahvede tuz yoktu ama Kuzey yüzünü buruşturdu. “Ah bu tuzlu,” dedi.

“Evet, evet,” diye bağırdı kızlarım.

Sefa baba boğazını temizleyip sözü girdi. “Allah’ın emri peygamberin kavliyle sunucunu istiyorum ah pardon kızınızı,” dedi, Ahmet Bey yüzünü buruşturup alnını kaşıdı. “Sunucumu vermiyorum ama kızımızı verdik gitti.”

Kuzey bir oh çekerken kapı aralığından bizi izleyen kanal çalışanları arasından biri sıyrıldı. Gözlerim kocaman açıldı. “Naz!” dedim, elinde süslü bir tepsi tutuyordu. Gülümseyerek masanın diğer ucunda durdu. “Ablacım, iyi ki ablamsın. Bugünü kaçıracağımı düşünmemiştin ya?”

Düşünmüştüm. Tunç’un ölümünden bu yana bana ilk kez abla dedi. Kocama kaydı bakışlarım, hepsi her şey onun sayesindeydi. Derin bir nefes alırken bakışlarımdan onu ne kadar sevdiğimi anlıyordu. Naz’a çevirdim bakışlarımı, yanıma geliyordu. Allah’ım… Çok güzel bir kadındı. Zarafeti adımlarından dökülüyordu ve babamın kızıydı. Babamın kızları çok güzeldi, annemden aldığımızı bir türlü kabul edemesem de…

Ayağa kalktım, tepsiyi masaya bırakıp bana kollarını açtı. İlk kez içimizden gelerek sarılıyorduk. Çok farklıydı. Başkaydı. Dolu dolu bir histi. Sanki dünya ekseninden kaysa elimi tutardı. Bizi izleyen anne babamız gözlerini siliyorlardı. Kabullenecek çok fazla duygular vardı, zamanın bir ihtimal getirmesini dilediğimiz…

Yüzüklerimizi taktı Ahmet Bey. Bir ömür mutluluk ve onunla çalışmamı yineledi. Sen kovsan bile gitmeyeceğim söz, dediğimde biraz neşelendi. Gazeteci arkadaşlarımız bir sürü kare aldı, kızlarımızla ailemizle, arkadaşlarımızla. Artık bir düğün fotoğrafım vardı. Çerçeveye girdiğinde daha da anlam kazanacaktı ve ileride torunlarıma gösterip anlatabilecektim…

Elimi eline alıp yüzüklerime baktı. “Tek taş, tamam,” dedi. “Alyans, tamam. Çok şükür.” Onu izlerken büyükçe gülümsedim. Artık kimliğimde, pasaportumda ve soy adımın geçtiği her yerde Duhan’dım.

“Evimiz de biterse anlayacağım sen benimsin!”

Yalan yok, bende o zamanları iple çekiyordum. “Çok az kaldı, sabır. Ben sana anlatacağım evli olduğumuzu,” dedim.

Işıklı yol gibi parladı gözleri. “Nasıl karıcım, biraz anlatsana.”

“Tabii,” dedim. “Akşam yemeklerini sen yapacaksın!”

Bakışları değişirken gülümsedi. Ben onun yüzündeki tatlı hayal kırıklığına kahkaha attım.

“Anne, bizim aşçı ne oldu?” dedi sesini yükselterek. Ben daha çok güldüm.

 

 

Bölüm 21

 

İç mimarımızla el sıkıştık. Gününde evimizi teslim etmişti. Çocuklar evin içinde koşuşup çığlık atıyordu. Şatafattan uzak, zengin ve şık bir evim vardı. Evimiz.

Çocuklar odalarına bayılmıştı. Ben de kendi odama hayran kalmıştım. Ev ışıl ışıldı, modern dekoru zevkimize göreydi. Büyük salonun tavanı beş metreyi geçiyordu sanıyorum. Perdeler gökte gibiydi. Dev pencerele yakışmıştı. Odaya göre yapılmış uzun koltuk takımı, sehpası çiçek ve halı detayları göz kamaştırıyordu. Şöminenin üzerine çerçeveler konmuştu, içinde düğün fotoğraflarımızın, kızların bebeklik ve birlikte oldukları. Kayınvalidemin evinden getirdiği değerli birkaç tablo çok yakışmıştı.

Mimarımızı yolcu ettikten sonra salona geçip kendimizi koltuğa bıraktık. Kolunu omzuma doladı. Şöminenin üzerini işaret etti. “Şuraya aile tablosu aldım,” dedi.

“Aldım derken, anlamadım?” Şöminenin üzerindeki boşluğa bakıyordum.

“Bekle,” diyerek yanımdan kalktı. Üst kata çıkıp birkaç dakika sonra kızlarla geri döndü. Kızlar gelip yanıma oturduğunda o karşımıza geçti. Arkasında bir şey saklıyordu.

“Ne saklıyorsun, o tablo mu? O kadar tablo mu olur? A4’e mi bastırdın?”

Sinsice sırıtıyordu.

“O ne baba?” dedi Ebrar.

“O ne ki?” dedi Sare.

Bize sinsi gülüşlü birer bakış atıp elindekini saklayarak şömineye yürüdü. Üzerindeki çıkıntıya çerçeveli bir resim bıraktı. Gözlerimi kısıp kalktım, yaklaşıp baktığımda anladım gerçeği. Kaşlarım eski halini alırken ona bakıp başımı yana yatırdım. Derneğe yardım için aldığı o bir milyonluk çöp adam çeklinde çizilmiş aile resmi.

“Eh… Aldığın kısmı gerçekmiş,” dedim.

Kızlar ayaklanıp yanımıza geldi, resme bakarken Ebrar. “Ama bu benim resmim,” dedi, şaşırıp kalırken gözlerim kocama döndü. “Nasıl senin?” dedim. Ebrar biraz daha yaklaştı. “Bunu ben çizdim.”

“Baban bunu bir yerden aldı, bende oradaydım,” dedim, anlayacakları dilde.

“Hayır, benim bu,” derken babasına döndü. “Baba?”

“Evet, bu resmi Ebrar yaptı. Ben alıp derneğe satışa sundum sonra da yine kendim aldım. Çünkü bizi anlatıyordu.”

“O zaman biz diye bir şey yoktu,” dedim.

“Geleceği gördüysem…” dedi. “Bu bizim, biz olmadan önceki aile resmimiz.”

Dördümüz aynı anda resme döndük, kısa bir an sessizlik yaşandı. “Zaten bizi çizmiştim,” dedi Ebrar.

Aynı anda kıkırdayıp gülmeye ardından da kahkaha atmaya başladık. Yer oturup resme baktık. Kızının yaptığı resmi bir milyona satın alan koca yürekli adamım. Yanağına sesli bir öpücük kondurdum. Bana yandan baktı. “Hah, bak tam olarak böyle. Alışıyorsun.”

Çocuk gibi sevilmek istiyordu, anlayacak kadar aklım vardı. Mesele icraattı. Evet, alışıyordum. Alışması kolay şeylerdi çünkü sevilmeye layık bir adamdı. Kapı zili çaldığında kızlar kapıya koştu. “Dedemle anneannem geldi,” diyorlardı.

Annemle babam elleri kolları yemek dolu mutfağa geçiyordu. Babam aşçı bulmamıza karşı çıkmıştı, biz evde yokken gelecek, kızları okula gönderecek, mutfakta yemekleri yapmaya devam edecekti. Biz yokken kızlara bakacak, gecikirsek okuldan alacaktı. Başka bir meşgalesi olmadığına bizi inandırdı. Hayat ona böyle güzelmiş. Yakında aramıza annem de katılırdı, hoş hiç ayrılmıyorlardı ama temelli gelişi yakın görünüyordu. Rutine bağlamıştık annemle, havadan sudan konuşuyor, eskiye ait tek bir söz etmiyorduk. Sanki hep hayatımızdaymış, hiç gitmemiş gibi izlenimi vardı. Ona da alışıyordum. Değişiyordum. Bir şeyler beni içine çekiyordu. Şikâyet edemiyordum, yabancı gelmiyordu.

Tüm bunları bana yaptıran kuvvet aşktı. Kuzey beni baştan yazıyor, yönetiyor ve oynatıyordu. Oluşmaya başladığım kadın daha sakin, daha huzurluydu. Artık yalnız değildim.

Annemle babam masayı hazırlarken onlara yardım ettim. Biraz ev işi öğrenmeye karar vermiştim ama olmuyordu. Asla içimden gelmiyordu. Sare’nin yemeklerini bile o bebekken babam yapardı. Of! Benlik değildi bu işler.

Kader annemin ayarladığı işini bilen bir kadın, yanında yardımcısıyla eve gelip gidecekti. Kader anne on beş günde bir kendi evini teslim ettiği temizlik şirketiyle anlaşıp bize de gönderecekti. Yaşasın anne ve babalar… Babamdan başka birinin hayatımı kolaylaştırıp benim yerime düşünmesi de güzeldi. Ultra yalnız değildim.

İlginçti ama kızlar annemin peşinde koşturuyordu. Gelecekte sevilen bir anneanne olacaktı. İç geçirip nasıl bir anne olduğunu merak ettim. Geri gelmeyecek anların derin iç çekişiydi.

Naz elinde paketlerle salona girdiğinde, ellerindeki havaya kaldırdı. “Kızlar, size neler aldım bilemezsiniz,” dediğinde kızlar koşarak Naz’ın bacaklarına asıldılar. Birlikte yere oturup torbaları yağmalamaya başladı. Oyuncak bebekler, peluş ayıcıklar, şirin yastıklar, şirin defter ve kalemler… Kızların kalbini çalacak ne varsa açıp gülüyorlardı.

Teyze olmak nasıl bir duyguydu, merak ettim.

Kolunu omzunda hissettiğim adamım, şakağımdan öperek beni kendine çekti. “Keşke bir kardeşim olsaydı?” dedi. “Naz’ı nüfusuma geçirsem diyorum?”

Başımı eğip güldüm. “Sıranı bekle, babam var önce.”

“Senden farklı biri,” dedi, kardeşime bakmaya devam ediyordum. “Çok,” dedim.

Naz kızları yerde paketleriyle bırakıp yanımıza geldi. Elinde siyah kadife bir kutu vardı. “Aslında ev hediyesi alacaktım ama mimarın şeysini bozmak olmaz, dedim bir de bilemedim ne yakışır. Bunu aldım, bize.”

“Nedir o?” dedim, kutuya bakarak. Yanıma sokulup kapağını açtı. Beyaz taşlarla bezeli iki adet bilekliğin ortasında ayrılmış elma vardı. İki eş parçaydı. Birini alıp bana uzattı, diğerini alıp kutuyu bıraktı.

“Bunlar kanka bilekliğiymiş. Bundan sonra en iyi kankam sensin. Yan yana gelince bir elmanın iki yarısı ediyor.”

Merakla doğrulurken Kuzey kolunu çekti, kardeşime yaklaştım. Naz’ın bilekliğimi takmasını izledim, ben de ona taktım. Bileklerimizi yan yana getirip baktık. “Çok şık bu kanka,” dedim. “Teşekkür ederim.”

“Rica ederim,” derken kahkaha atıyordu.

“Çok doğru bir tercih olmuş,” dedi Kuzey. “Bir elmanın iki yarısı gibisiniz ama birinize güneş değmiş diğeriniz hep karanlıkta kalmış. Bir yanı kırmızı bir yanı sarı.”

“Ne demek istedin enişte?” diyen Naz gerçekten de anlamamış gibi görünüyordu. Omzumla Naz’ı dürtüm. “Çok benziyorsunuz ama farklısınız demek istedi.”

Kuzey kaşlarını kaldırıp gülerken Naz aydınlandı.

“Peki şimdi kırmızı, güneşi gören taraf kim oluyor?” diye soran kardeşim, haklı bir soru sormuştu. Kuzey parmağını dudağına vurdu birkaç kez. Kalırsın öyle.

“Yemek hazır,” dedi, aniden toz olurken. “Yemek yiyelim.” Zil tekrar çaldı o an, “Kapı!” dedi yönünü değiştirirken.

Naz’la bakışıp kahkaha attık. Kader anneyle Sefa baba gelmişti. Hep birlikte annemle babamın kuş sütünün eksik olduğu masaya oturduk.

Üç kişilik yemek günleri sona ermişti.

Hayat güzeldi…

 

 

 

 

Birkaç ay sonra…

 

Ferhan’ın açtığı kapıdan yere adımı zorla attım. Yayını nasıl bitirdiğimi bilmiyorum. Toplantı için bile kalamamıştım. Saat henüz ikiydi, ama ayakta duracak gücüm kalmamıştı. Başım çatlarcasına ağrıyordu. Dengemi sağlamak için arabadan destek aldım.

“İyi misiniz efendim?”

Ferhan’a zoraki bir gülüşle, “Sanırım,” dedim, bir adım daha attım ama sallandım. Başımın ağrısı gözlerimin önünü karartıyordu. Ani bir refleksle kolumdan tuttu Ferhan. “Eve kadar yardım edeyim,” dedi, itiraz edecek gibi değildim. Babam görmüş olacak ki daha varmadan hızla açtı kapıyı.

“Asi, neyin var?” derken annemde arkasından geliyordu. “Başım ağrıyor,” dedim. Ferhan beni babama teslim etti. “Çıkmayacağım, gidebilirsin,” dedim. O giderken babam koluma girmişti.

“Bu nasıl baş ağrısı?” dedi annem. “Doktor çağıralım.”

“Hayır, iyiyim. Uzanmak istiyorum.”

“Emin misin?” dedi babam, kendimi bir yere bırakmak istiyordum. Yumuşak bir zemine mümkünse ama üst kata çıkacak enerjim bile yoktu. Basamağa bir ayağımı bıraktım, çıkmıyordu diğeri. Annem de bir koluma girdi, ikisinin desteğiyle odama kadar gelebildim. Üzerimdekileri çıkaracak gücüm yoktu, yatağa olduğum gibi devrildim.

“İlaç aldın mı?” dedi babam.

“Hayır, açım, almadım ama yemek istemiyorum. Biraz uyursam kendime gelirim,” derken ellerimi başımın altına bırakmadan önce ikisine bir bakış attım. Düşünceli bakışlarla karşılaştığımda dönerek uykuya hazırlandım.

Çatlıyordu kafatasım, içindeki hücrelerim balta bıçak kuşanmış gibiydi.

Uyu Asi…

 

                    

Kuzey…

 

İhsan Bey’in telefonunu aldığımda toplantının tam ortasındaydım. Bitirmeye gerek bile görmedim, asistanıma bana özet geç, dedikten sonra çıkmadan önce anneme haber verdim. Aile doktorumuzu eve göndermesini söyledim. Geçerken çocukları da aldım. Asi’nin başı ağrımazdı hem de ayakta duramayacak kadar bir ağrı yaşadığına onca zaman içinde bir kez bile şahit olmamıştım. Canım sıkılmıştı, kızlara fark ettirmek istemesem de sessizliğim onları sessizliğe sevk etmişti. Aklımda aynı cümle dönüyordu.

Başı ağrımaz! Günde altı saat uykuyla enerjisi bitmeyen bir kadınla evliydim. Yorgun olsa bile yarım saat sonra kendine gelirdi. Şimdi evde uyuyordu. Mümkün değildi, bir şey vardı.

Eve girdiğimizde kızlara annelerinin rahatsız olup uyuduğunu ve sessiz olmalarını söyledim, onlar bile şaşırmıştı ama aldıkları terbiye gereği söz dinleyip odalarına çıkmışlardı.

İhsan baba ve Ferda annenin karşısında durdum. “Başı böyle ağrır mıydı?” babasına soruyordum, annesi de bizi dinliyordu.

“Binde bir,” dedi babası, eğlenir gibi bir hâli vardı ve sinirlerime dokunuyordu. “Oluyordu yani?” dedim.

“Çok nadir,” dedi, ne diyordu anlamıyordum ki.2

“Doktor gelir birazdan,” dedim. “Ben bir bakayım.” Üst kata çıkarken annemle babamın geldiğini gördüm ama ilgilenmedim. Yatak odamıza ilerledim. Kapısı aralıktı. Girip kapattım. Üzerimi bile çıkartmadan yanına oturdum. Yatağın üzerinde elbisesiyle uyuyordu. Hiç ama hiç onluk bir davranış değildi. Saçını okşayıp öptüm. Nasıl da derin uyuyordu. “Asi.” Birkaç kez seslenmem gerekti ama sonunda o mercan gözlerini araladı. “Kuzey,” dedi. “Biraz başım ağrıyor. Kızlar nerede?” derken doğrulmaya çalıştı. Onu yatağa geri yatırdım. “Kızlar odalarında. Sen neyin var? Baban beni aradı, aceleyle geldim.”

“Neden arıyor ki? Alt tarafı başım ağrıyor. Geçer yarına kadar.”

Gözlerini açık tutmakta zorlanıyordu. Bu sadece baş ağrısı olamazdı. Solgun görünüyordu. Benim karım bu kadın değildi.1

“Sen en son ne zaman başın ağrıdı?”

Kalın ve gür kirpikleri titreşti, açtı kapadı açtı ve kapadı. Bana baktı, düşündü, gözlerini kırptı ve yine düşündü. Aniden gözleri şiddetle açıldı.1

“Korkutma beni!” dedim. “Sen bu saate hasta yatacak kadın değilsin.”

Kapı tıklanıp aralanınca o tarafa baktık. Annelerimizle ailemizin emekli doktoru Veli abiyi gördüm. “Gelebilir miyim?” dedi.

“Gel Veli abi,” diyerek kalktım yataktan. “Doktor Veli Bey,” diyerek tanıttım Asi’ye.

“Baş ağrım için doktor mu çağırdın?” dedi şaşırmış bir hâlde. “Anne siz de mi geldiniz? Sırf başımı ağrıdı diye?”

Annemle Ferda anne yatağın ucunda durdular. “Öyle deme kızım, sen çok sağlıklı bir kadınsın, Kuzey söyleyince telaş ettik,” dedi annem.

Asi bana dönerken beni kınar gibi bakıyordu. Ne yani? Bir tanecik karım var ve hastaysa aile ayağa kalkmaya mecburdu.

“Bu telaş yetmez sevgilim,” dedi, sırıtarak. “Kanaldan alt yazı geçseydin.”

Veli abi kahkaha attığında başımı eğip gülümsedim. Gerekirse onu da yapardım. Sanki yapmadığımız şeydi.

“Ben iyiyim doktor bey,” dedi Asi. “Kocamın telaşının kusuruna bakmayın.”

“Olmaz muayene edecek seni, adım atamamışsın. Bu nasıl ağrı? Ya ciddi bir şeyse?”

“Ben de ciddi olduğunu düşünüyorum,” dedi Ferda anne, bıraksak gülecek gibiydi.

“Tamam, biz çıkalım doktor bir baksın,” dedi annem. Onlar çıkarken Veli abi bana da çık işareti yaptı. Göz devirip çıktım, ama kapının önünde bekliyordum. Ceketimi kabanımı çıkarıp trabzana astım. Kol düğmelerimi çıkarıp gömleğimin kollarını kıvırdım. Kravatı çekip alırken İhsan baba yukarı çıkıyordu.

Keyfe keder bir sesle elini omzuma bırakıp konuştu. “Sen merak etme, kaya gibidir benim kızım. Rahat ol damat.”

Söylemesi kolay yapması imkânsız olan şeydi şu an rahat olmam. Öfkem burnumdan nefesle dışarı çıkarken bile çekinmedim. Karşımda hâlâ eğleniyordu.

“Ben kızları aşağı indireyim, yemekleri hazır,” diyerek geçti yanımdan. Rahatlığa bak. Sanki benim kızım. Başımı sallayıp tavana baktım. Evet, benim kızımdı. Karımdı. Kadınımdı. Hayat arkadaşımdı.

Kızlar odalarından çıkarken odamın karşısındaki duvara yaslanmış, kollarımı göğsümde bağlamıştım. Sare karşımdı durdu. “Annem iyi mi?” dedi, saçlarımı okşayıp, çenesinde durup tuttum. “Doktor bakıyor, iyi merak etme.”

“Doktor gidince bizi çağır baba,” dedi Ebrar.

“Tamam, kızım.” Dedeleri eşliğinde aşağı indiklerinde kapı açıldı. Doğrulup iki adım attım. “Neyi var abi?” dedim, gözlüğünü gözlerine iterek alttan baktı. “Şu an iyi gibi ama hemen bugün hastaneye gidip gerekli testleri yaptırın. Asi Hanım’a da söyledim.”

Ne testi? Neden hemen bugün? “Önemli bir şey mi?”

“Oldukça önemli gördüm. Geçmiş olsun,” diyerek yanımdan geçip gitti. Ağzım açık gidişini izledikten sonra odaya daldım. Sırtını başlığa vermişti, bacaklarını uzatmış, parmaklarıyla bir şey sayıyordu.1

“Asi kalk!” diyerek yatağa yaklaşıp elimi uzattım.

“Nereye ya?” dedi parmakları havada.

“Doktora, hastaneye. Önemliymiş, hemen bugün gidecekmişiz. Hadi,” derken elimi havada sallıyordum.

“Ben hiçbir yere gitmiyorum. Başım açlıktan ağrıyor.”

“Buna inanacağımı beklemiyorsun ya?” Kalkacağı yoktu, kollarımı bacaklarından geçirip kucağıma alırken bağırdı. “Beni hemen yatağa bırak!”

O ses! Kahretsin. Dişlerimi sıkarak yavaşça bıraktım. Ellerimi belime yerleştirip ona tepeden baktım. “Hastaneyi buraya getiririm.”

“Ya hayatım bir oturur musun? Tamam gideceğiz, Kuzey hâlâ biraz ağrıyor. Yemek yemem gerekiyor. Otur!”

Çaresizce karşısına oturdum. Moralim sıfırdı.

“Sordun ya hani en son başın ne zaman ağrıdı diye,” dedi, şimdi durup tarihleri mi konuşacaktık?

“EE…” dedim. “Sordum.”

Başını yana yatırıp gülümsedi. Yorgun ve solgun görünüyordu. O gözler için tüm ömrümü verebilirdim, bir bakış bir gülüş bana neler yaptırırdı…

“En son Sare’ye hamileyken başım ağrıdı.”

Ona boş boş bakarken anlamaya çalışıyordum. Anlatmaya devam ediyordu.

“D vitaminim yerlere düşüyor, açlık ve sürekli kahve içmemle çarpışıyorlar. Kahvaltı yapmıyorum sayılır, az bir şey atıştırıp kanaldan çıkana kadar kahve içiyorum. Sadece hamile olunca böyle oluyor.”

Sadece. Hamile. Olunca. Başı. Ağrıyor.

Bakışlarım komodinin üzerindeki çerçeveli fotoğrafımızda durdu. İkimizin ilk yemekte gizlice çekilmiş el ele olan fotoğrafıydı. Hamile olduğunda başı ağrıyorsa… Hızla ona döndüm.

“Hamilesin!”1

Şaşkın hâlime küçücük kendine yakışan bir kahkaha attım. “Hamileyim.”

Bakışlarım karnına indi. Elbisesinin altında dümdüz olan karnında bizden bir canlı vardı. Gülüşüm büyürken ellerini tuttum. Dudaklarıma götürüp öptüm. Mavi gözleri solgunlukla ışıldıyordu. “Teşekkür ederim. Bir kez daha baba olmak istedim ama o kadar imkânsızdı ki…”

“Duygularımız karşılıklı. İsterim ama olmayacağını düşünürdüm.”

Dudaklarına masum, minnet dolu bir öpücük bıraktım. “Ben geliyorum,” diyerek hızla kalktım. Odadan çıkıp alt kata doğru bağırdım. “Ben baba oluyorum!” diye bağırdım, kulağıma gelen yüksek kahkahalarla gülümsedim. Annesi ve babası biliyordu, o yüzden öyle rahatlardı. Anlamışlardı. Kızların koşuşarak yukarı çıkışını izledim.

“Kardeş!” dedi Ebrar.

“Kardeşimiz oluyor!” dedi Sare. “Anne!” odaya koşarken Ebrar da onu takip etti. “Asi abla, kız mı?”

“Hayır, erkek olacak!” diyordu Sare.

Allah’ım… Çok mutluyum…

 

                                                                Final

 

 

 

 

Aylar sonrası…

 

Eve geldiğimde annemle babamı kızların yanında buldum. Üç ay önce yeniden evlendiler. Naz’la kati bir dille kardeş istemediğimi söylediğimizde baba terliği yemekten bebeğim kurtarmıştı bizi. Otuz altı sene sonra aşktan hiç vazgeçmemiş annemle babamın nikâhını izlerken ağlamıştım. Ağlamazdım aslında ama bebekten diyerek salmıştım. Kızlarım gibiydim. Annesi ve babasının düğününe katılan o insanlardan olmuştum. Naz da. Naz ile babam hâlâ bira mesafeliydi, Naz baba demiyordu ben anne. Öyle araya kaynatarak geçiriyorduk zamanı.

Artık son iş günlerimdi. Doğuma kadar izinli, doğumdan sonra da bir ay evde olacaktım. Son bir haftanın içindeydik. Yerime başka birinin gelmesi fikri bile patronuma ecel terleri döktürüyordu, o yüzden eski ve en aktif bölümleri tekrar yayınlayacaklardı. Yeni sözleşmemi bu şekilde yapmıştık. Konuların araştırma detayları devam edecek, yeni konular beni bekleyecekti.

Bir yılı aşkındır evliydim ve evliliğin ne olduğunu yeni anlıyordum. Evlilik bir evi paylaşmak değildi, evin içinde ve dışında her şeyi paylaşmaktı. En önemlisi aynı duyguları paylaşmaktı. Sevmekle sevilmenin bir bütünün eş parçalarını olduğunu anlamıştım. Biri olmadan diğerinin bir anlamı yoktu.

Arada atışıyor, uzatmıyorduk. Bana bir elma uzatıyordu, ters bakıp alıp yiyordum. Ben de ona bir fincan kahve yapıyordum, teşekkür ediyordu ve konu kapanıyordu.

Mutfakta hâlâ sıfırın altındayım… Kahveyi annem öğretmişti. Kuzey Türk kahvesi seviyordu ve ben bilmiyordum.

Annem arada öyle derin dalıyordu ki o zaman Naz, ben ve babam anlıyorduk Tunç’u düşündüğünü. Yüreğimiz yanıyor, sessizce anın geçmesini bekliyorduk. Oğlu için acı çekiyordu ama kavuştuğu kızı, torunları ve aşkı onu ayakta tutuyordu.

Kızlarım bir yaş daha büyümüştü. İlginç şekilde asla tartışmıyorlardı. Birbirlerini asla kıskanmıyor, o benim bu benim tartışmasına bile girmiyorlardı. Aynı anne babadan olmuş olsalar bu kadar iyi anlaşamazlardı. Kuzey ve ben beklemiştik, aynı evin onlara ağır geleceği korkusunu yaşamıştık ama tam tersi olmuştu. Birbirlerinin kıyafetlerini giyiyor, tokalarını çantalarını takıyorlardı. Sare Naz teyzesi gibi süslüydü. Bu konuda asla bana benzemiyordu. Ona öyle özeniyordu ki büyüdüğünde onun gibi olmak istiyordu.

Ebrar annesi kadar güzeldi. Boyu annesine benziyor, uzuyordu ve daha da uzayacak gibiydi. Annesi ne arıyor ne de soruyordu. Kuzey’i aramasını, kızını istemesini bekliyordum. Ebrar’ın benim yaşadığım şeyleri yaşamasını istemiyordum. Yıllar sonra gelen bir annesi yerine yanında olan annesi olsun istiyordum ama öyle bir yaklaşım bile yoktu. Annesini düşündüğüne emindim, açığı kapatmak için ona öz annesi gibi davranıyordum ve o da bunu hissediyordu. Asi abladan Asi anneye geçmiştik. Ebrar Asi anne deyince Sare de fırsat bilip Kuzey baba demeye başlamıştı. Bir gün isimler atılacaktı. İnancım tamdı.

Kızlarımın odalarının yanına bir oda daha hazırladık. Oğlum olacak. Mavilerle döşeli bir oda. Duvarlarına resimler çizmek istediler, çizdirdik. Tüm eşyaları kızlara seçtirdik. Heyecanları bambaşkaydı. Bulaşıcıydı.

Sefa baba ve Kader anne gelecek yeni veliaht için kızlardan daha heyecanlılardı. Yere göğe sığamıyorlardı. Soy isimlerinin devamı onlar için önemliydi ama kocama da bana da önem teşkil etmiyordu. Eski topraklardı ve düşünmekte haklı buluyorduk.

Üzerimi değiştirip aşağı indim, koltuğa kurulup ayaklarımı uzattım. Tamam, bu ara en sevdiğim an bu andı. Doğuma bir ay kalmıştı, artık ayakta kalmayı pek kaldıramıyordum. Oturduğum yerden yönetiyor, yayın içinde de bel ağrısı olmadığı sürece kalkmıyordum.

Annem meyve suyumla yanıma gelirken babam da arkasında kurabiye tabağı taşıyordu. “Asi bunu yeni denedim, ye babacım.”

“Baba yüz kilo oldum baba!” dedim, kolçağa bıraktığı tabağa bakarken. Of. Çikolatalı. Ben sevmiyordum ama oğlum seviyordu. Aylardır çikolata yiyordum.

“Bir şey olmaz,” dedi annem. “Sen aktif bir kadınsın, hepsi gidecek. Ye kızım ye can olsun.” Meyve suyumu tabağın yanına bıraktı.

Bana artık kızım diyordu.

“Yiyeyim bari…” dedim, bir iki derken tüm tabağı bitirdim. Boşları alıp gittiklerinde kızlar gelip iki yanıma yerleşti. Tekme izleme saatlerindeydik. Küçük eller karnımın üzerinde geziniyordu. Kardeşleri tekme atarsa ve kimin eline denk gelirse o havaya zıplıyordu.

Onlar karnımın üzerinde keşfe çıktıklarında ben onları elimi yüzüme verip izliyordum. Bazen uykuya bile dalıyordum ve bir tekmeyle uyanıyordum.

“Of, atmıyor,” dedi Ebrar. “Uyuyor mu acaba?”

Sare karnıma parmağıyla tık tık yaptı. “Güney Bey uyanır mısınız?” Güldüm ve karnım hareket etti. “Anne bizi duyuyordu değil mi?”

“Hı hı,” dedim, kıkırdarken karnım inip kalkıyordu.

Zilin sesini hiç umursamadılar, dikkatle tekme kovalıyorlardı. Başımı çevirip gelen baktım. “Hoş geldin hayatım,” dedim.

“Hoş buldum,” derken kızları izliyordu.

“Atmıyor mu?” dedi kızlara.

“Yok Kuzey baba, uyuyor sanki.”

“Asi anne, ne kadar uyur acaba?”

“Bilemiyorum, siz ödevlerinizi yaptıktan sonra olabilir.”

Üfleyerek kalkıp gittiler. Onlardan boşalan alana Kuzey oturdu. “Bir tur da ben bakayım,” diyerek elini karnıma yerleştirdi ve tam o an kıpırdayıp babasına selam verdi.

“Attı,” dedi keyifle. “Babacı canım.”

“O kadar belli ki…” dedim, bir çocuğumuz her şeyden şanslı olsun…

 

 

 

Kucağımda minicik bir beden tutuyordum, kırmızı dudakları, kalın bir burnu var. Hastaneden evime geldim, bebeğim iki günlük. Acılarım canlı ve tazeydi. Oğluma değerdi. Anne olduğumu anlıyordum sanki… İlk kez gibiydi. Sare doğduğunda çok gençtim. Hayatımda bana bu kadar değer veren insan da yoktu. Babam ve Sare’nin babası vardı. Böyle değildi hiçbir şey, hayatı öğrenmeden anne olmayı öğrendiğim yıllardı.

Beyaz bir sabahlık giydirdi annem, şık mı şık. Saçlarımı tarayıp kuruttu ve kırmızı süslü bir taç taktı başıma. Yüzüme biraz allık, gözlerime kalem çekti. İtiraz etmedim, hoşuma gitmişti.

Kader anne ve annem peşimde pervaneydi. Kuzey’in ayakları yere basmıyordu, o da benimle aynı duyguları yaşıyordu. Biz, ikimiz… yeni insanlar oluyorduk. Hayatımıza yeni duygular giriyordu.

Ağlamaya başladığında paniğe kapılıp sırıttım. EE… şimdi en olacaktı? Sare ağlarken bende ağlamıştım ama şimdi gülüyordum. Biri sesimizi duyup gelecekti. Kucağımda bağırıyordu. Sare bebekken babam bakmıştı, ben hep çalışmıştım. Deliler gibi koşturarak yaşamıştım. Pişmandım. Daha az çalışıp kızıma annelik yapmalıymışım. Bir Asi olmak için çok şey feda etmiştim. O günkü koşmalarım bugünkü kadını doğurmuştu. Hayat, yazılmış keşkelerle dolu bir romandı. Son sayfasına geldiğinizde bu böyle olmamalıydı, dediğiniz ve hiçbir şeyi değiştiremediğiniz o son sayfalar.

“Asi!” dedi annem.

“Ağlıyor,” dedim.

Gülerek yanıma geldi, bebeği alıp yatağa yatırdı, bezini kontrol ederken onu izledim. “Temiz, emzirdin mi?”

“Hayır.”

“Acıkmış olmalı,” dedi, bebeği sarıp kucağıma ince bir yastık yerleştirdi. Hastanede hemşireler yardım etmişti, o kadar unuttuğum bir şeydi ki… Bebeğimi kucağıma yerleştirdi. “Göğsünü aç,” dedi, açtım. Güney’i meme ucuna yaklaştırıyordum ama almamak için direniyordu. Beceremiyordum. Öyle çok bağırmaya başladı ki bu kez telaşlanmaya başladım.

“Olmuyor,” dedim.

“Olacak,” derken kalkıp yanıma geldi, göğsümü tutarak ucunu ortaya çıkardı, canım acısı da birkaç damla süt akmasını sağladı, o an bebeğin ağzına soktu. Doğduğundan bu yana açmış gibi sarıldı sütüne, tuttuğunda, tuttuğum nefesimi saldım.

“Oldu bak!” dedi, doğrulurken. Başımı yorgunca salladım. “Bir şey gerekirse seslen,” dedi, ağlamak istedim. Bağırıp çığırmak isteğimi uzun süre önce kaybettim, onu kabul ettim. Her şeye rağmen annem var bildim. İnsan her şeyden geçiyormuş da annesinden geçemiyormuş. Doğum yatağımda, oğlumu tutarken aklımdan milyonlarca duyguyla baş etmeye çalışıyordum. Gözlerimi açtım, ne zaman kapattığımı bilmediğim. Ona bakan gözlerimde yaş perdesi vardı. “Anne,” dedim, sırtı dönük olduğu yerde kaldı. Otuz altı yaşındaki kızından ilk kez işitiyordu. Yavaşça döndü, birebir olan gözlerimiz nemliydi. “Teşekkür ederim,” dedim.

Ne dese ne yapsa bilemedi, bir adım ileri bir adım geri attı. “Rica ederim kızım, teşekkür etme.” Arkasını dönerek koşar adım çıktı odadan. Ağladığına adımın Asi olduğu kadar emindim. Başımı yatak başlığına verdim. Keşkeler için kısaydı hayat. İyi bir yazar olup sonunu kendiniz yazın, bu hayat bizim.

Kocamın dudaklarını alnımda hissettiğimde dünyaya geri döndüm. Başımı kaldırıp baktım. “Sen çok harika bir kadınsın,” dedi.

“Erkek doğurduğum için olamaz değil mi?” dedim, yanıma oturup kolunu omzuma doladı. Parmağını Güney’in alnına sürttü. “Hayır,” dedi, oğlumuza bakarak. “Her gün yeniden hayata başladığın için. Affetmeyi öğrendiğin için.”

Bizi duymuştu.

“Beni sevdiğin için.” Şakağımdan öptü. “Kızıma gerçek bir anne olduğun için. Kızına baba olmama izin verdiğin için. Bize bu hayatı yaşattığın için. Ve…” dedi parmağı oğlumuzun yanağına indi. “Bu küçük şeyi aramıza getirdiğin için.”

Derin bir nefes alıp verdim. Bir şey söylememe gerek yoktu. Başımı çenesine yasladım. O harika bir adamdı, tüm bu saydıklarıyla.

“Gelebilir miyiz?” dedi kızlar.

“Gelin,” dedim, yatağa tırmanıp emekleyerek yanımıza geldiler. Annesinin göğsünden süt emen kardeşlerini hayranlıkla izliyorlardı. “Bu sütle doyacak mı?” dedi Ebrar.

“Doyar,” dedim.

“Biz de mi böyle süt içtik?” dedi Sare.

“Evet,” dedim.

Onlar için yeni ve enteresan bir durumdu. Bakıp gülüşüyorlardı. Biz de onlara bakıp gülümsüyorduk.

“Asi anne?”

“Efendim?”

“Ne zaman abla der?”

Sare elini havada salladı. “Oo ona çok var, Onur’un kardeşi bile demedi daha.”

Kimdi bu Onur? Aile üyemiz gibi her konuya dahildi.

“Evet, doğru,” dedi Ebrar.

“Asi?” dedi Kuzey. Ona baktım. “Efendim?”

“Güney’le ne zaman maça gideriz?”

Ona bakarken içim kaynadı. Acılarımı yok sayıp kahkaha attım. Bir zamanlar gülmeyen, aksi ve sürekli gergin bir kadın vardı. Çok soğuk, sır tutan her yerde fırtına gibi esen ve sürekli koşan. Kuzey benim okuduğum en güzel romandı. Beni baştan yazmış, sayfalarımı temize çekmişti.

Her şey dengeye bağlıydı. Dengimi bulmuştum. Yıllardır koşmasaydım bu Asi olamazdım. Esmeseydim Kuzey’in rüzgarına değemezdim.

Ben onun Asi rüzgârı, o benim dört mevsimimdi.

 

 

Kuzey…

 

 

O benim asi prensesim oldu, ben onun görüp göreceği tek yön. Kuzey’e doğru Asi’ce daima esecek.

 

 

***

 

Bir hikayenin daha sonuna geldik. Daha nicelerine diyor veda etmiyorum. Başka başka eserlerimde görüşmek üzere. Gözlerinize sağlık. Seviliyorsunuz...6

Bölüm : 19.02.2025 23:31 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...