23. Bölüm

23-Hasretinle

Pekbiafiliyalnizlik
pekbiafiliyalnizli

Satır arası yorumlar 1500 olmadıkça yeni bölüm gelmeyecektir.1

Belçim'den

Kolumdan çekilerek sürüklendiğim yere korka korka gitsem de bu korkumu çevremdeki akbabalara belli etmemeye çalışıyordum.

En büyük akbaba da yanımda oturuyordu. Araba durduğunda etrafa bakındım. Geldiğimiz yer çok tanıdıktı. Eski püskü köy evine bakarken yanımdakine döndüm.

''Beni buraya tıkmak için mi sattın Selvi?''2

Boyasının aktığı kızıl saçlarını savurur gibi yaparak yüzüme baktı, ''Merak etme sen tıkılmak için bile olsa daha iyi yerlere gideceksin.''

''Yazıklar olsun sana,'' dedim büyük bir sitemle, ''Beni kaçıncı satışın bu?''

''Hayat bana seninki kadar kolay değil.'' dedi çemkirerek, ''Dört bir yanım zengin heriflerle dolmadı benim.''

''Kardeş olmak varken düşman olmayı seçtin ya, yüzün gülmesin senin.'' diyerek arabadan indim.

Yanımdaki iki izbandutun sırrını hala çözemesem de ezbere bildiğim amcamın evinin yoluna girdim. Ahşap kapıyı ittiğimde ağabeyim karşıma çıktı. ''Ağabey!'' diyerek kucağına atıldım. O da korkmuş görünüyordu, bana sarıldı sıkıca.

''Belçim gidelim buradan, hiç özlememişim hiç!'' dedi isyan eder gibi.

Geriye çekilip yüzüne baktım, kanı çekilmişti ağabeyimin, ''Sana bir şey yaptılar mı?''

''Yok yok hadi gidelim, ödevlerimi bitirmem lâzım.'' dedi telaşla.

''Ne yapacakmışız biz, yeğenimiz o bizim.'' Sesin geldiği yere baktığımda amcamı ve yengemi gördüm, ''Hiç ettiği lafa bakıyor mu, kızım biz size senelerce bakmadık mı?''

Onları gördüğüm an başım ağrımaya başlamıştı bile, unutmaya yaklaştığım o hizmetçi hissi yine gelip kalbime çökmüştü. ''Kapının ağzında kalmayın bari,'' dedi yengem göz süzerek, ''Geçin içeriye.''

''Biz kapıda bekliyoruz, gün batmadan alırız kızı ona göre.'' diyen adama baktım öfkeyle. ''Nereye alıyorsunuz siz beni? Siz kimsiniz be!''

''Yakında anlarsın kimiz kimlerdeniz.'' diyerek arabaya doğru yürüdüklerinde amcam tarafından eve sokulduk.

Bu ev bıraktığım evdi ama her yer dağınık bir harabeyi andırıyordu, ''Ninem nerede?'' diye sordum korkuyla.

''Ninem yok Belçim,'' dedi ağabeyim, ''Ninemi aradım ama yok.''

''Ninem nerede yenge?'' diye sordum merakla, ''Nereye götürdünüz kadını?''

''Cırlayıp durma Belçim,'' dedi Selvi tersleyerek, ''Ninem ahiretliğinin yanında kalıyor artık.''

''Niye? Bakamadınız mı ufacık kadına?''

''Sen baksaydın o zaman,'' diye konuştu dik dik, ''Tutan mı vardı?''

''Senin o yılan dilini keseceğim Selvi, sakın elime düşme.'' dedim tehdit ederek.3

Ağabeyimle bizi hep kaldığımız odaya soktular. Önünü arkasını bilmediğim bir yola girecektim ve çok korkuyordum. Ağabeyimse benden daha çok korkuyordu. Sanki ufacık bir çocukmuş gibi bana sıkıca sarılmış ve bırakmıyordu.

''Neden buradayız ki? Dinçer'in dul amcasının evi daha güzeldi ki.''

''Bilmiyorum ağabey, neden buradayız bilmiyorum.''

''Elife öğretmen bana hep kızacak, ödevlerimi yapamıyorum.'' diye sitem etti.

'Üzülme Elife anlar bizi, sen güzelce anlatırsın.''

''Öğretmenime neden adıyla seslendin ki?''

''Çünkü o artık benim arkadaşım.''

''Demir de benim arkadaşım.''

Bir daha Demir'i göremeyebilirdi. Ben de bir daha Dinçer'i göremeyebilirdim. Bu his şimdiden boynuma dolanan birkaç el demekti.

''Belçim ben acıktım.'' diyen ağabeyimle daldığım düşüncelerden sıyrıldım.

''Tamam sen bekle, ben bir şeyler bulup geleyim.'' diyerek ayaklandım. Kapı kulpunu indirmeye çalıştığımda kilitli olduğunu gördüm, ''Açın şunu!'' diyerek kapıya birkaç kez vurdum, ''Açsanıza şunu, kapı kilitlemek ne!'' avuç içim kapıya vurmaktan acırken öfkeyle bağırmaya devam ediyordum, ''Ağabeyim acıkmış, açın şu kapıyı!''

Kapı nihayet yengem tarafından açılmıştı, beni süzdü ters bakışlarıyla, ''Bak yine ekmeğimize muhtaç kaldın kızım, öyle kapı çekerek çıkmalara benzemiyor değil mi?''

''Beni bu evden siz kovdunuz yenge, aklın mı gitti senin?''

''Terbiyesiz seni, madem gittiğin yerde merkezde dayalı döşeli bir ev vardı, hiç gariban yengen aklına gelmedi mi?''

''Gelmedi.'' diyerek kestirip attım, ''Ağabeyim aç.''

''Ben mi hazırlayayım kızım, geç mutfağa dünden kalan bir şeyler vardır.'' diyerek başıyla mutfağı işaret etti.

Buzdolabını açıp yemeklere baktım. Küçük tavaya bulgur pilavı koyup ısıtırken Selvi de başıma üşüşmüştü. Ben bulguru ısıtmak için karıştırırken Selvi omzuma dökülen saçlarımı tutup geriye çekti, ''Sen ne yapıyorsun?'' diye sorgulamaya kalmadan saçımı bıraktı.

''Boynun mosmor, kollarında da izler var. Yattın mı kız o adamla? Doğruyu söyle Belçim.''

Hınçla kolundan ittirdim, ''Sana ne Selvi, tam yoluna sokmaya çalıştığım hayatımı yine mahvettin, sana ne Dinçer'le ne yaptığımdan!''

''Parmağına dandik bir yüzük taktı diye koynuna mı girdin? Ulan sen benden de salaksın, ben en azından altın yüzük isterdim.''3

''Evet koynuna girdim. Çok da güzel geçti biliyor musun, hala aklımda bana dokunuşları. Çünkü birbirimize aşığız, Dinçer ölür be benim için, ölür. Şimdi burada olduğumu bilse hangi dağın arkasındaysa aşar gelir, senin hiçbir zaman yaşayamayacağın duyguları yaşıyorum ben, sen sadece beni kıskan, zavallısın.''

Selvi'nin omzuna çarparak ağabeyimin yanına gittim ve karnını doyuruşunu izledim. Telefonum yoktu, Dinçer'e nasıl haber vereceğimi düşünüyordum. Bir şekilde kaçmamız lazımdı ama o şekli bulamıyordum.

Ağabeyim bir şeyler yedikten sonra korka korka uyuyakalmıştı. Onun üzerine battaniye örtüp başında beklemeye başladım. Hava kararırken odanın kapısı açıldı. Gelen amcamdı.

''Hadi kalk gidiyorsun.''

Korkuyla sordum, ''Nereye gidiyorum, ağabeyim olmadan hiçbir yere gitmem ben.''

''O sabiyi de peşinde sürükleme, sen suçlusun, sen gidiyorsun.''

Uyuyan ağabeyime sarıldım, ''Onu bırakmam dedim, hiçbir yere gitmem.''

''Baban sadece seni istedi, şu garibana acıyorum da yanımda kalsın diyorum. Çek git Belçim, çek git kendini dövdürme bana.''

Babamın adı geçtiğinde içim ürperdi, ''Babam hapiste.'' dedim cılız bir savunmayla.

''Kendisi hapiste, çevresinde kaç adam var senin aklın basıyor mu?''

Beni babamın inine götüreceklerse ağabeyimin burada kalması daha iyiydi, onun oraları görmesini istemiyordum. Ağabeyimin üzerini bir kat daha örtüp öptükten sonra amcamın peşinden odadan çıktım.

Ayaktaydım ama korkudan deli gibi titriyordum, ''Amca senin de kızın var, beni oralara gönderme.'' dedim belki vicdanı vardır diye.

''Bizim kızımızı ağzına alma,'' dedi yengem, ''Okuyup koskoca avukat olacak, senin gibi onun bunun kapatması olmaz benim altın kızım.''

Onun gerisinde duran Selvi'ye baktım, kurum kurum kuruluyor, düştüğüm durumdan zevk alıyordu.

''Amca, ne olursun beni babamın tanıdıklarının yanına yollama, kurban olayım amca, çok korkuyorum ben onlardan.''

''Bizim evden kaçıp elin polisleriyle fingirdemeden önce düşünecektin onu.''

''Dinçer benim sözlüm.'' dedim yüzüğümü göstererek, ''Evleneceğiz biz, çok iyi bir ailesi var.''

''Anam anam kız Selvi duydun mu, koskoca polis bunu karısı yapacakmış.'' dedi yengem alayla gülerek.

Selvi de ona katıldı, ''Duydum anne, hayal kursun biraz daha.''

''Amca,'' dedim diğerlerinden ümidi keserek, ''Ağabeyim ne olacak, bensiz perişan olur, yapma.''

''Bekir'e biz bakarız, senin peşinde dolanmaktansa evde durur.''

''Amca yapma, çocuk daha o.''

''Adamlar geldi hadi gidiyorsun.'' dedi amcam evin önündeki adamları işaret ederek.

''Amca yalvarırım, beni onlara verme ne istersen yaparım. Banka hesabımda para var, hepsini sana veririm.''

''Babandan aldım ben alacağımı, hadi yoluna.''3

Yalvarmaktan da anlamıyorlardı. Beni hiç vicdanları sızlamadan o adamlara vereceklerdi. Daha fazla yalvarmak istemedim, ağzımda biriktirdiğim tükürükleri üçünün de suratına yetirdikten sonra ''Allah sizin belanızı versin, bana muhtaç olduğunuzda sizin yüzünüze kapı kapatmazsam bana da Belçim demesinler!''

Eski model bir arabanın arka koltuğunda oturmuş bir bilinmeze gidiyordum. Yol boyunca arabada olan üç erkek de konuşmamış sadece bana bakmışlardı. Bu bakışlar bile mideme kramplar girmesine sebep oluyordu. Saatlerce yol gitmiştik, uyumamak için direnmiştim.

Araba durduğunda korkuyla etrafa bakındım. Burası da önceki gibi dağ başında bir yerdi ama müstakil bir eve benziyordu. Adamlar kendileri indikten sonra beni kolumdan çekerek indirdiler.

''Nereye geldik?'' diye sordum korkuyla.

''Haydar ağabeyin yanına, babanın yakınıdır.''

Daha önce adını babamdan birkaç kez duyduğum adamı hiç görmemiştim. Müstakil eve girdiğimizde kapıyı açan bunlara benzer sakallı bir adam oldu.

''Kızı getirdik,'' dedi yanımdaki adam, ''Behram komutanın kızı.''

''Kızı bekliyor Haydar başkan, geçin.'' diyerek kapıdan çekildi.

Kollarımda iki el yokken kaçmanın çaresini arıyordum. Arkamı dönüp var olan tüm gücümle koşmaya çalıştım ama çok adım atamadan kollarıma iki el sarıldı.

''Onca adamın olduğu yerden nasıl kaçacaksın?'' diye sordu adam, ''Akılsız mısın kız sen?''

''Bakın benim sözlüm polis! Burayı sizin başınıza yıkar!'' diye bağırdım tüm gücümle.

''Polis deyince korkacak göz var mı bizde? Kaç tanesi geçti elimizden, aklın alıyor mu?''

Yüzlerine tükürdüğümde tokatla karşılık aldım. Çakıl taşı serili yola düştüğümde avuç içlerim acımıştı. Beni hoyratça yerden kaldırıp eve soktular. İçerisi büyüktü, tavandan sarkan büyük avizeler burasının önemli birinin evi olduğunu gösteriyordu.

''Haydar başkan kızı getirdik,'' diyerek beni birinin ayaklarına doğru fırlattılar, az önce taşların kestiği avuç içlerim şimdi de parkeyle buluşmuştu. Burnumun dibindeki ayakkabıların sahibini görmek için hiçbir çabaya girişmeden olduğum yerde kaldım.

Görüş alanıma bir el girdi, tutmam için uzatılan eli tutmadım, ardından o el koluma yerleşti ve beni ayağa dikti. Adamla göz göze geldim. Otuzlarının sonunda esmer sakallı bir adamdı.

''Haydar benim adım, babanın arkadaşıyım. Baban firar edene kadar burada benimle kalacaksın, sonra baban seni alıp terbiye eder.''

Belki laftan anlar diye konuşmaya başladım, ''Bakın benim ağabeyim bensiz kaldı, yapamaz o. Ne olur beni bırakın gideyim.''

''Hiç o güzel ağzını yorma, babanın benden istediği seni o gelene kadar sahiplenmem.''

''Ne zaman gelecek?'' diye sordum, ''Belli mi?''

''İki güne kalmaz, firar edecek. Sen de o zamana kadar zarar görmek, dayak yemek istemiyorsan uslu duracaksın.''

Beni üst kattaki bir odaya çıkardılar. Ardiyeden bozma odada demirden bir karyola ve incecik bir döşek vardı. Odadaki pencerenin baktığı yer çatının turuncu kiremitleriydi. Yorgunlukla o döşeğe uzanıp gözlerimi kapattım.

Bugün o döşeğe uzanalı bir hafta olmuştu. Bir haftadır bu evde kısılıp kalmıştım. İçimde kocaman bir korku vardı, ağabeyimi merak ediyordum. Bana ondan hiçbir haber getirmiyorlardı. Kimseyle iletişimde değildim, kapıyı açıp yemek bırakıyorlar, ardından hiçbir soruma, yalvarışıma cevap bile vermeden kapıyı çekip gidiyorlardı.

Getirdikleri yemeklerin içinden sadece ekmek yiyordum, iyice zayıflamıştım, üzerimdeki elbiseler döküntüye dönmüştü, üzerimdeki gri hırkaya sarılmış bir an önce bu karanlıktan kurtulmayı bekliyordum ama olmuyordu. Her geçen gün ümidimi yitiriyordum.

Dinçer'e haber bile verememiştim, o ne yapıyordu bilmiyordum. Beni aramıştı, ulaşamayınca ne yapmıştı, şimdi kim bilir hangi dağ başındaydı? Onunla tam kavuştuk derken ayrı kalmamızı yediremiyordum. İyice gözyaşı çizgisi olan yanaklarımdan taneler bir bir süzülürken çaresizdim. Çaresizlik dünyanın en zor duygusuydu.

Bu gece artık bir şey olacaktı, ya onlar tarafından, ya da ben. Saat ve zaman anlamını yitirmişti. Gecenin karanlığından saatin gece yarısını geçtiğini tahmin ediyordum. Bahçedeki adamlar bu saatlerde görünmez oluyordu. Odamdaki camı günlerdir usul usul kırıyordum, bugün son bir darbemle cam kırıldı. İçinden geçebilecek durumdaydım. Kenardaki camlar batmasın diye dikkatle geçtim. Camdan çıkıp çatıya ilk adımımı attım, ayağım kaydığında pencerenin duvarına tutundum. Ayağımdaki ayakkabıları çıkartıp kenara bıraktım. Dikkatle çatıda yürümeye başladım. Kimsenin fark etmeyeceği bir yer aradım, arkada tenha bir köşeye iliştim. Usulca turuncu kiremitlerin üzerine oturdum. İkinci kattaydım, çimlerin üzerine atlasam pek bir şey olmazdı. Hemen arkadan geçen yola hızlıca koşmam lazımdı, birinin arabasına elbet binerdim.

Kafamda kurduğum planı gerçekleştirmek için en doğru anı seçerek çatının ucuna kadar geldim. Çimenliklerin üzerine atladım atlayacaktım. Kendimde o cesareti arıyordum, aklımda ağabeyim ve Dinçer çağladığında bir saniye daha durmadan atladım. İlk hissettiğim canımın acısıydı. Çıplak ayaklarımda hissettiğim sızıyı umursamadan ayaklanmaya çalıştım. İlk başta biraz sendelesem de ayaklanıp yola doğru koşmaya başladım.

Gecenin kör karanlığında ay ışığının yardımıyla, var olan tüm gücümü de kanıma atıp koşarken önüm kesildi. Beni buraya getiren adamların birisi şimdi silahıyla karşımdaydı. Mağlubiyetle olduğum yerde çakılı kaldım.

''Bizi ne uğraştırıyorsun lan sen! Gece gece bir uslu durmadın!'' diyerek koluma sarıldı. Diğer elinde boşta kalan silahı hızla elinden alıp karşısına geçtim. Hayatımda bir iki kez tuttuğum silah bana çok yabancı gelse de bunu ona belli etmemeye gayret ediyordum.

''Çekil önümden yoksa sıkarım!''

Korkmuştu, bu hareketi benden beklemiyor olacak ki geriye adımladı. ''Bana bak oyuncak değil o silah, sıktığın anda seni bir metre geriye atar.''

''Beni geriye atarsa sana da toprak atar. Çekil önümden, gideceğim!''

''İndir şu silahı! Ulan baban gelsin, zaten öldürecek seni, benim elime kalma!''

Silahın tetiğindeki parmağımı numaradan hareketlendirdim ama ödüm kopmuştu, ''Ya çekil önümden ya da ben seni öldürürüm!'' diye avazım çıktığı kadar bağırırken içimde bu cesaret hissetmiştim.

''Ulan elli kilo kıza sahip çıkamadınız!'' diye bağıran Haydar'ın sesi arkamdan gelmişti, ardından elimdeki silah uçtu gitti, ve ben yine direnç savaşımı kaybetmiştim.

Adamın kolları arasına çırpınıyordum, ''Bırakın beni! Günlerdir buradayım, ne istiyorsunuz benden!''1

''Ben bu kızla baş edemem, siktirin götürün babasının inine, tükendim lan!''

Yine zorla bir arabaya bindirildim. Çıplak ayaklarım üşüyordu, oradan daha çok kalbim üşüyordu. Günlerdir yaşadığım her şeye lanet ediyordum. Yorgunlukla başımı arabanın koltuğuna yaslayıp gözlerimi kapattım.

Gözlerimin karanlığında belirin bir çift orman, beni bu korkunç yerden kendi ormanına sürüklüyordu. Sıcacık elini hissediyordum belimde, yumuşacık öpüşleri saçlarımda dalgalanıyordu, kalbim onsuz geçirdiğim her günümde ağrıyordu.

Gün doğarken araba durdu. Bu kez beni getirdikleri yer terörist bölgesiydi. Yer yer kurulu çadırların arasında duran mağaraya sürüklendim. Gözlerimin kesiştiği bir sürü kadın olmuştu, hepsine merakla bakarken onlar da adını bilmediğim bir sırıtışla yüzüme bakıyordu. Sabahın kör saati olmasına rağmen her yer çok kalabalıktı. Girdiğimiz mağarada bir adam duruyordu.

Beni ufacık mağaranın köşesine fırlattılar, ''Bana bak lan, bu kız Behram komutanın kızı, çok cin bu kız, gözünü ayırma, bir şey olursa senin kafaya sıkarlar.'' diyerek mağaradan gittiğinde başımdaki adamla bakıştık.

Sırtımı usulca mağaranın duvarına yasladım. Mümkünmüş gibi gri hırkama daha çok sarıldım. Avuç içlerim, ayaklarımın altı, hatta Dinçer'in öptüğü yerler bile acıyordu. Yorgunlukla derin bir nefes aldım, ben bu haldeyken sen neredesin Dinçer, sana çok ihtiyacım var, lütfen yanıma gel...

Ağabeyime duyduğum merak ve Dinçer'e duyduğum özlemle geçirdiğim günlerde sanki yaşamıyor gibiydim. Günleri saymayı artık bırakmıştım, çünkü her gün diğeriyle aynı geçiyordu. Avcumdaki ve ayaklarımdaki yaraların biraz da olsa iyileşmesinden günlerin geçtiğini anlıyordum ancak.

Bugün yine günün aymadığı bir sabaha uyandım. Ufacık alanda ayağa bile kalkamadığım için yürümeyi unutmuştum, zaten artık umudum gittikçe tükendiği için yürümeye ihtiyacım bile olmazdı.

''Biraz yemek ye!'' diye önüme atılan pakete baktım, ''Çürüyüp gideceksin acından.''

Paketi kenara ittim, ''Yemeyeceğim.'' diyerek hırkama sarıldım.

Eğilip çenemi kavradı, ''Güzelim kızsın, acından öldü demesinler arkandan, bir susak bir şey olsun zıkkımlan.''

Hırsla elini yüzümden ittim, ''Dokunma bana pislik herif!''

Saçlarımı kavradığında canımın acısıyla yerden aldığım taşı kafasına geçirdim. Arkaya düştüğünde silahına sarıldım. Burada öylece ölmeyi beklemektense kendi işimi kendim bitirmem daha iyi olurdu belki.

Silahı titreyen elimle şakağıma götürdüm usulca, korkuyla her yanım titriyordu. Silahın ucu şakağıma değmeden silah ellerimin arasından kayıp gitti. Başımı çevirip baktığımda yutkundum. Karşımda gördüğüm adam kanıyla canıyla firarıyla babamdı.1

''Ne yapıyorsun akılsız!'' diye kızdı bana, ''İnsan kendi canını alır mı?''1

Son gördüğümden daha hain duruyordu, silahı arkasındaki adama bırakıp beni kolları arasına alarak sarıldı, ''Hata da etsen, kızımsın ya sen benim. Geçemiyorum bak senden.'' diyerek sevdi beni.

İğreniyordum onun kızı olmaktan, ''Bırak beni, nasıl kaçtın o delikten?'' diyerek babamı ittim. Ona baba demek bile rahatsız ediyordu.

Çevresindeki adamlara baktı, ''Yalnız bırakın bizi, buraya kimse girmesin!'' diye gürlediğinde kimsecikler kalmamıştı.

''Kızımsın diyorum, başkası olsan çoktan-''

''Ne çoktan! Ne yapardın kızın olmasam?''

''Zorlama beni Belçim, ilk sefer kaçtın gittin ellerimden, bu kez izin vermem!''

''Ya ben senin gibi hainin teki değilim! Beni ne yapacaksın sen! Onca şey yaşadık, benden ne istiyorsun!'' diye bağırdım öfkeyle, ''Beni bırak! Benim hayatımda senin gibi birine yer yok!''

Babam da bu kez öfkeyle karşılık verdi, ''Hayatında ben yoktum da o aşağılık herif ve ailesi mi var!''

''Düzgün konuş!'' dedim kendime engel olamadan.

''Sen nasıl Ayaz timinin oğluyla kaçarsın kızım? Sen nasıl bize ihanet eden adamların çocuklarının yanında olursun?''

Dinçer'in ailesine kadar öğrenmesi beni korkutmuştu, onlara bir zararı dokunur diye endişelenmiştim.

''Ayaz timi ne demek? Ne ihaneti baba?''

''Sen de bilmiyorsun bak, o herifi de ailesini de tanımıyorsun. Ben dedim, kızım bilmez dedim. O herifin ailesi asker, Ayaz timinin mensupları. Yıllardır peşimizdeler, en büyük düşmanlarımız. Hele bir karı var içlerinde, karı haliyle peşimizde. Bir gün ayağımın altına alacağım o karıyı.''2

Neler dönüyordu bilmiyordum ama alttan almam gerektiğini biliyordum, ''Benim haberim yok baba, ben sadece Dinçer'e sevdalandım.''

''Tövbe de!'' diyerek koluma sarıldı, ''Sevda mevda çıkmasın ağzından, tövbe de!'' Kolumu usulca bıraktı, ''Benim mahpusta çektiğim acıyı sen biliyor musun kızım? Bir gün yerimde olsan dayanamazdın! Ben onlar yüzünden çok çektim!''

Beter ol diyordum içimden, o ise konuşmaya devam ediyordu.

''Sevdalandım dediğin o herif bilmiyor mu burada olduğunu? Çok iyi biliyor, hatta günlerdir malikanede olduğunu da biliyor, ama o seni oradan almak yerine benim peşime düştü. Sen de akılsızca sevda diyorsun!''

Gözlerine baktım öfkeyle, bunun ihtimali bile beni lime lime ederdi, ''Yalan söylüyorsun.'' dedim direnerek.

''Yalan ha, öyle mi? Biliyordum ilk sefer bana inanmayacağını. Konuştuk senin o aşkından öldüğün adamla, kızım bana inanmaz videosunu çekin dedim.'' Cebinden telefonunu çıkardı, karşıma tuttuğu ekranda gerçekten de Dinçer vardı.

''Behram komutanın kızıyla aranda ne var!'' diye soran ses yabancıydı ama Dinçer'in sesi çok tanıdıktı.

''Bir şey yok!'' diye konuştu, çelik gibiydi ifadesi.

''Ne diye ev açtın o zaman!''

''Bu kızla bir alakam yok,'' diye bas bas bağıran Dinçer'di, ''Yanıma yanaştı sadece, başka bir durum yok.''

''Kızı koynuna almışsın! Bu da mı yalan!''

''Erkek adamım ben, koynuma girene çık demem.''

O an kendimi öyle kötü hissettim ki, kalbime vurgun yedim sandım. Tenimdeki dokunuşlarının hissi ilk kez yabancı geldi.

Dinçer gözlerime baka baka, ''Ben köylü kızın tekinin neyini seveyim, ne işim olur cahilin tekiyle!'' diyordu, her kelimesi bir bıçak yarası açıyordu kalbimde.

Babam telefonu indirdi, ''Bunun gibi bir şerefsizin günahına girmesine izin verdin ya, yazık sana!''

Mağaranın içerisinde nefes almak zorlaştığında hızlıca dışarıya çıktım. Çıplak ayaklarım kayalara değdiğinde içim ürperse de yürümeye devam ettim. Etrafın kalabalığı, ve üzerimdeki pis bakışlara aldırmadım.

Babam gelip önüme geçti, ''Ne oldu, iki günlük herif seni kandırdı diye dünyaya mı küstün! Az da olsa benim ne çektiğimi, sen bana ihanet edince bende böyleydim!''

O andan sonra kaybedecek bir şeyim yokmuşçasına yoldan çıktım, ''Zerre inanmıyorum sana. Dinçer seviyor beni, bu da senin bir oyunun!''

''Ne oyunu kız! Ne oyunu!'' dedi beni sarsarak, ''Adamın görüntüsü var elimde, itiraf ediyor seni kullandığını!''

''Ben senin gibi bir hinin kızıyım, yer miyim bu numaraları! Dinçer böyle diyorsa vardır bir bildiği!''2

''Ulan ne numarası yapacağım, bunları duymak benim hoşuma mı gidiyor sanıyorsun!''

Öfkeyle karşı koyar gibi baktım yüzüne, ''Varsayalım ki öyle, Dinçer hiç sevmedi beni, hadi kandırdı diyelim, hevesini aldı, kullandı attı. Bunlar olmuş olsa bile ben senin gibi bir şerefsizle aynı yolda yürüyeceğime, kafama sıkarım daha iyi!''

Babam elini kaldırdı, ben yüzüme inecek tokadı beklerken bir kurşun sesi duydum, üzerime kan sıçradığında babam yere yığıldı. Bir çatışma başladığında kendimi kayalıkların arkasına zor attım. Bu çatışmanın kimler arasına olduğunu bilmediğimde tüm gücümle oradan uzaklaşmaya başladım. Yerdeki keskin kayalar çıplak ayaklarımı keserken canımın acısını hissedemiyordum, uyuşmuştum.

Ayağım diğerinin önüne zar zor geçiyordu, sarhoş gibiydim. Takatim kalmadığını hissettiğim an gür bir ses işittim.

''BELÇİİİİMMMM!''

Bu ses Dinçer'e aitti. Adımlarımı durdurdum, son gücümle arkamı döndüğümde en önde Dinçer'i arkasında da ekibini gördüm. Çölde vaha bulmuş gibi hasretle ona bakarken Dinçer koşarak yanıma geldi, ben de ayaklarımda kalan son güçle ona adım attığımda boşluğa atmışım gibi hissettim. Ayaklarımda derman kalmamıştı, gözlerim karardığında bayılacağımı anladım. Sert kayaların üzerine düşmeyi beklerken Dinçer'in artık alışık olduğum kolları beni sardı.

Kollarımı boynuna dolayacak gücüm yoktu, ama gözlerimi açıp yüzüne bakmaya uğraştım, ''Dinçer... Geldin değil mi?''

''Şşşttt kapa gözlerin, geldim, yanındayım.''

''Ağabeyim, ağ-'' Nefes almaya çalıştım, ben konuşamadığımda Dinçer beni tamamladı.

''Bekir ağabey Demir'in evinde, merak etme çok iyi.''

''Dinçer ben...'' zorlukla nefes almaya çalıştım, ''Ben hep hayatın gölgesinde kaldım.''

''Sikeceğim o gölgeyi, sikip atacağım.'' dedi hırsla ''Yanında ben varım.''

''Dinçer,'' diyerek zorlukla nefes aldım, ''Çok özledim seni.''

''Ahh meleğim benim,'' diyerek saçlarımı öptü, ''Bundan sonra saçının teli bile benim, saklayacağım seni. Kendini bana bırak.'' dediğinde ona duyduğum güvenle gözlerimi kapattım, son hissettiğim yumuşacık öpücükleriydi.3

Gözlerimi açtığım her bu kez bir harabe değil, tertemiz bir hastane odasıydı. Kolumdaki damar yolundan anladım tedavide olduğumu. Başım ağrıyordu, nefes aldığımda iç organlarım yer değiştiriyordu sanki. Kendimi çok yorgun hissediyordum.

Üzerimde pudra pembesi bir gecelik vardı, bunu sorgulayacakken kapı açıldı. Bana doğru gelen kıza baktım, kumral uzun boylu bir kızdı, daha önce Dinçer'in yanında görmüştüm.

''Belçim, kendine gelmişsin, nasıl hissediyorsun?'' diye sordu serumumu kontrol ederken.

''İyiyim,'' dedim kuruyan dudaklarımı ıslatırken, ''Sen?''

''Eylül ben, Dinçer ağabeyimin kardeşiyim.''

Kafam karışmıştı, ''Yaz? İsmin Yaz değil miydi?''

''Dinçer ağabeyim Yaz dediyse, sana da Yaz olsun.'' diyerek çekmeceden çıkardığı tansiyon aletini koluma taktı, ''Değerlerine bakalım, annemler bekliyor şimdi.''1

''Annenler mi?'' diye sordum şaşkınca.

''Aynen, bizimkilerin aklı sende valla.''

Önceki olayda hastane odasında beni karşılayan Demir olmuştu, şimdi ise kız kardeşi yanımdaydı. ''Dinçer nerede?'' diye sordum merakla.

''Dinçer ağabeyim ekibiyle birlikte, hepse tıkma işleriyle uğraşıyor, gelir birazdan.'' tansiyon aletini usulca kolumdan çıkardı, ''Tansiyonun düşük, ateşin normal ama. Şimdi satürasyonu da sorarlar.'' diyerek pulse oksimetreyi işaret parmağıma taktı, ''Biraz kalsın.''

''Tıp mı okuyordun?''

''Yok Allah korusun anadan geçti bunlar bana, ben kara harp öğrencisiyim.''

Gülümsemeye çalıştım, ''Çok yakışır sana.''

O da gülümsedi, ''Sana da diş hekimi olmak yakışır, benim gri dolguları beyaz yaparsın değil mi?''1

''Amalgam dolgu yaparım.''

''Anlaştık, ben de ne zaman istersen sana kendini korumayı öğretirim. Ya da Suna yengem öğretir bana kalmaz.'' diyerek telefonundan birkaç mesaj attı, ''Öğrenciyiz diye kimse saymıyor zaten beni.''2

Yaz, yatağımı dikleştirdi. Yemem için çorba siparişi verdi. Sandalyeyi yanıma çekerek oturdu. Kumral saçlarını sıkıca at kuyruğu yapmıştı, siyah pantolon ve beyaz balıkçı yaka bir kazak giymişti, deri ceketini ise sandalyenin arkasına asmıştı, ara sıra kolundaki örümcek adamlı bir saate bakıyordu.1

''Nasıl hissediyorsun? Baş dönmen varsa normal, ilaç aldın.''

''Biraz var, ama daha iyi hissediyorum.'' dedim yüzüne bakarak, ''Sana bir şey sorabilir miyim?''

''Sor tabii.''

''Babam, yaralanmıştı. Durumu nasıl?''

''Ben öğrenciyim diye bana operasyon hakkında bilgi vermezler. Bırak bilgi almayı, benim araba kullanmam bile yasak. Boş serumdan farksızım yani.''

Gülümsedim, ''Demir'le benzemiyorsunuz.''

''Demirko babama, ben anneme benziyorum. Ama siz de Bekir ağabeyle benzemiyorsunuz.''

''Ağabeyimle tanıştın mı?''

''Yüz yüze nasip olmadı ama ağabeyimle satranç oynuyorlardı, fotoğraflarını gördüm.''

''Ağabeyinin evi nerede Yaz, ağabeyim yanındaymış.''

''İstanbul'da yaşıyor Demirko, onlar bayağıdır ev arkadaşı.''

''Bayağıdır?'' diye sordum endişeyle, ''Kaç gündür ortalarda yokum ben?''

''Sensiz on altı günüm, battı.''

Başımı çevirdiğimde Dinçer'le göz göze geldim. Zayıflamıştı sanki, gözleri karanlık bakıyordu. Kapının eşiğindeydi. Onu gördüğümde hissettiğim şahlanışla doğruldum. Dinçer birkaç adımla yanıma gelip doğrulmamı engelledi. Özlemle ona sıkıca sarıldım.

''Yaz kaybol.'' dedi Dinçer başımızda dikilen kardeşine.

Yaz, ''Ben kapıdayım bir şey olursa asker deyin yeter.'' diyerek odadan çıktı.

Dinçer beni göğsüne yaslayıp saçlarımı öptüğünde ağlamaya başladım, ''Dinçer, çok korktum bir daha sana sarılamayacağım diye.'' hıçkırdım özlemle, ''Ödüm koptu sensizlikten.''

Dinçer sırtımı okşuyordu ben buradayım der gibi, ''Yanındayım bir tanem, yanındayım güzelim... Keşke daha erken gelseydim, affet beni.'' diyordu pişmanlık dolu bir sesle.

Gözyaşlarımı silerek göğsünden ayrıldım, ''Nasıl buldun beni?''

''Babana yem attık, o da yemi yuttu. Siktir et sen bunları, bir daha o herif güneşin doğuşunu göremeyecek.''

''Öldü değil mi?'' diye sordum, ''Umarım ölmüştür.''

''Sana kaldırdığı elinden vurdum onu, ölmedi ama sürünecek. Bundan sonra kendi gölgesini bile göremeyecek.''1

Dinçer'in gözlerindeki hırstan korkmuştum, ''Bana kızmıyorsun değil mi? Tüm bu olanlar için beni suç-''2

Elini yanağıma çıkartıp baş parmağını dudaklarıma bastırdı, ''Söyleme böyle, ben sana kendimden çok güveniyorum. Canımsın,'' dedi alnını alnıma yaslarken, ''Geberdim sana bir şey oldu mu diye, nefes alamadım.''

''Dinçer, öldüm öldüm dirildim inan. Tam seninle kavuşmuşken ayrı düşmek çok yaktı canımı. Şimdi yanımdasın ya, her şeye bedel.'' dedim avcunu öperek.

''Belçim, bundan böyle bu şehirde işin yok. Elimi uzatacağım sana, benimle gelir misin?''

''Gelirim.'' dedim sorgulamadan, ''Seninle her yere gelirim.''

Kollarını sırtıma sarıp beni kendine çekti, ''Güzeller güzelim benim, iliklerime kadar senle doluyum ben.'' dedi saçlarımı öperek, ''Her şeyimsin.''

Bir gün daha hastanede kalmıştım, o gece ağabeyimle konuştuğumda içim rahatlamıştı. Demir onu alıp İstanbul'a kendi evine götürmüştü, ağabeyimin sesi çok ama çok mutlu geliyordu. Ama yine de onu canlı canlı görmek için deli oluyordum.1

Bugün hastanenin doktorun ve Dinçer'in yengesi Halide hanımın müsaadesiyle hastaneden çıkışımız yapılacaktı. Dinçer çıkış işlemleriyle ilgilenirken odamda onun gelmesini beklerken üzerimdeki geceliği çıkartmaya çalışıyordum. Yaz'ın benim için aldığı kıyafetleri giymeye çabalıyordum. Aslında iyiydim ama damar yolu açılmış kolum acıyordu.

Üzerime hastane battaniyesini örtüp Dinçer'i beklemeye başladım. Çok geçmeden gelmişti, ''İşlemler tamam, çıkıyoruz güzelim.''

Masum çocuklar gibi kolumu kaldırdım, ''Dinçer, kazağımı giydirir misin?''

Gülümseyerek kenarda duran kazağımı aldı, ''Çocukken Atlas kıyafet giymeye üşendiği için ben giydirirdim, alışkınım yani.'' diyerek kazağı dikkatle başımdan geçirdi, kollarımı giydirecekken gülümsedim.1

''O kadar da değil.''

''Yo o kadar da.'' diyerek çocukmuşum gibi kazağı giydirdi. Ardından saçlarımdan öptü, ''Hazır benim fıstığım.''

Ayakkabıları giymek için hareketlendiğimde izin vermeden ayakkabıları poşete koydu, ''Yere basma şimdi, ayağının altı acır.''1

''Çok acımıyor.''

''Hastaneden çıkınca yorgun olur, başı döner dedi yengem, itiraz yok.''

''İdare ederdim.''

''Ben yanındayım senin, idare etme.''

''Nasıl gideceğim peki? Uçarak mı?''

''Uçarak, Dinçer hava yolları.'' Belindeki silahı kontrol ettikten sonra ceketini üzerine çekti. ''Gel bakayım güzelim.'' diyerek beni kucağına aldığında şaşkınca kollarımı boynuna sardım. Sahiden havalanmıştım.

''Dinçer koskoca hastaneden böyle mi çıkacağız?''

''İstersen başımın üstünde taşıyayım seni.'' dedi alnımı öperek.

''Yok,'' dedim başımı sallayarak, ''Burayı çok sevdim.''

Dinçer hastanede odasından çıkarken durdurdum, ''Ama utanırım ben şimdi.''

''Başını göm göğsüme,'' dediği yaptım, ''Kapa gözlerini, ben gelince haber ederim.'' dediğinde gözlerimi kapatmadan önce uzanıp boynunu öptükten sonra gözlerimi kapattım.

Dinçer'in kucağında hastaneden çıktım. Mevsim ne olursa olsun hastanenin önleri hep soğuk oluyordu, aynı şimdiki gibi, ''Uyan bakalım uyuyan güzel, geldik.''

''Yok ben prensimin kucağına uyuyacağım.'' dediğimde Dinçer keyifle gülümsedi. Onun bembeyaz gülümsemesini izlerken aynı geçirdiğimiz günlerin silineceğine inanıyordum.

Dinçer beni bir koluyla tutarak, ceketinin cebinden çıkardığı anahtarı bizi kapıda bekleyen Yaz'a fırlattı, ''Yaz aç ağabeyim kapıyı.''

Yaz anahtarı havada yakaladı, ''Dinçer ağabey emir verir gibi konuş, sonra okula adapte olamıyorum. Geçen nasılsın diyen komutanı Atlas sandım, ensesine vuruyordum az daha.'' diye söylene söylene kapıyı açtı.1

''Çok konuşma asker, ellerin çalışsın.'' dedi Dinçer otoriter bir sesle.

Yaz kapıyı bizim için açarken memnundu, ''Emredersiniz komiserim!''

Dinçer beni ön koltuğa bırakırken huysuzca söylendim, ''Bebek miyim Dinçer ben?''

Emniyet kemerimi takarken, ''Benim bebeğimsin.'' diye söylendiğinde geriye gülümsemem kaldı.

Dinçer ve Yaz dışarıda konuşurken ben camdan onları izliyordum. Yaz okula gitmesi gidecekti, bizim gittiğimiz yere gelemezdi, sorun şuydu ki ben de nerede gideceğimizi bilmiyordum.

Arabanın kapısı açıldı, karşımda Yaz duruyordu, ''Tanıştığıma sevindim Belçim, ben okula gideyim. Aslında sizle gelip o karmaşayı yaşamak isterdim ama kısmet değilmiş. Kendine iyi bak, dolgu hediye edeceksin unutma.''

''Her şey için teşekkür ederim komutanım.'' dediğimde hoşuna gitmiş olacak ki sırıttı.

Asker selamı durduğunda bir şey unutmuş gibi Dinçer'e döndü. ''Ağabey, kartım okulda kaldı bana biraz para versene.'' diyerek elini açtı.

Dinçer cebinden cüzdanını çıkartıp cebine biraz para sıkıştırmaya başladı, ''Bana bak kendine mukayyet ol, okuldan atılma, mezuniyetine gelelim.'' bir yandan öğüt veriyor diğer yandan Yaz'ın yakasını ve saçlarını düzeltiyordu, ''Anlaştık mı canım kardeşim?''

''Anlaştık ağabey ya, ben zaten çok sakin biriyim, arıza çıkarmam, siz bana güvenin.'' diyerek son kez el salladıktan sonra uzaklaştı.

Dinçer direksiyona geçtiğinde yola çıktık, ''Nasıl gidecek?''

''Geldiği gibi gider o.''

''Sen mi çağırdın?''

''İzni varmış yanıma gelecekti zaten, çok iyi denk geldi.''

''İznini benim yüzümden böyle saçma sapan mı geçirdi kız?''

''Onun keyfi yerinde, bakma sen olay olsun ona, her şeye tecrübe diyor.''

''Olsun, yine de genç kız bir arkadaşıyla geçirmek isterdi belki.''

''Askeriye öğrencisinin kız arkadaşı kalmaz ki, bir bizim çevre var işte.''1

''Kız demedim Dinçer.''

''Erkek arkadaşı yoktur bizim kızın.''1

''Yok mudur, sen mi öyle tercih edersin.''

''Her ikisi de.''

''Çok kıskanç adamsın sen.''

''Var biraz.''

Gülümseyerek yola döndüm, ''Biz nereye gidiyoruz?''

''Gidince görürsün.''

''Ne kadar sürecek ki?''

''Yarım saat sonra oradayız.''

''Heyecanlandım.''

''Ne güzel.''

''Gıcık.''

''Seversin.''

''Çok severim.''1

Yol boyunca merakla gideceğimiz yeri anlamaya çalışmıştım. İçimde kocaman bir merak vardı. Arabanın girdiği yollar tanıdık geldikçe gerilmeye başlamıştım. Araba durduğunda heyecanım daha da arttı.

Kapımı açtığında meraklıydım, ''Neden buraya geldik?''

Ayakkabılarımı giydirirken konuştu, ''Birazdan anlarsın.''

Dinçer'in bugün bizi getirdiği yere uzaktan baktığımda gözlerim çillendi. Onunla ilk tanıştığımız tepeye şimdi el ele bakıyorduk.

Dinçer önüme geçerek tellerin yanına yürüdü, ''Pamuk'un ayağı tam da bu tele takıldı,'' dedi teli işaret ederek, ''Sen tam şu ağacın gölgesinden çıkıp geldin, ben ilk kez seni tam burada gördüm.''

Elimden tuttu, dik yokuşu el ele çıktık. Düz tepeye adımladığımızda kurak arazinin her yerinde kıpkırmızı güller ekildiğini gördüm. Dinçer'i ilk gördüğüm yer, beraber oturduğumuz ağacın dibi, ilk yemek yediğimiz yerin üzerinde bile güller ekiliydi.

''Dinçer?'' diye konuştum hayranlıkla, ''Sen ne yaptın?'' gözlerim dolmuştu mutluluktan.

Dinçer elimden tutup hep oturduğumuz o ağacın altına götürdü, yüzüme vuran güneşi önüme geçerek kesti, onun arkasında parlayan güneşten çok onu izlemeye başladım.

''Yaşadığımız her kötü hatırayı bugün burada bırakmaya hazır mısın?'' diye sordu.

Koca bir istekle başımı salladım, ''Hazırım, her şeyi unutmak istiyorum.''

''Ben bu şehre ilk geldiğimde kurak bir araziden farkım yoktu Belçim, sen gelip bana güller açtırdın. Sevmek neymiş, aşk ne demek ben seninle öğrendim.'' dedi içi gider gibi bakarak, ''Seni çok seviyorum, artık senden bir saniye bile ayrı kalmak istemiyorum.'' Ceketinin cebinden çıkardığı yüzük kutusunun kapağını açıp yüzüğü eline aldı, ''Benimle evlenir misin?''

Gözyaşlarım mutluluktan yanaklarıma akarken kalbim göğüs kafesimi zorluyordu, ''Evet.'' dedim fısıltı gibi çıkan sesime lanet ederek, ''Evet! Evlenirim ben seninle, valla evlenirim.''

Dinçer gülümseyerek yüzüğü parmağıma taktığında sıkıca birbirimize sarıldık. Dinçer saçlarımı öperken geleceğimize dair konuşmaya başladı.

''Bu şehirdeki son günümüz, birazdan Ankara'ya gideceğiz seninle. Ailemiz ikimize de çoktan kucak açmış, bizi bekliyor. Ben ailemin her şeyine kefilim Belçim, çünkü iyi insan olmayı onlardan öğrendim.'' dedi ailesiyle gurur duyar gibi.

''Bir ay izin aldım, Ankara'da evleneceğiz seninle. Gelinliğini giyeceksin, gönlün ne isterse o olacak. Sınava hazırlanacaksın, dershaneye gideceksin, o okulu aslanlar gibi kazanacaksın. Bembeyaz önlüğünü giyerken seni en önde ben alkışlayacağım. Hayatın gölgesinde kaldım dedin ya hani, bundan sonra hayatın aydınlık olacak, tek karartıda sana aydınlık olacağım, söz veriyorum.''5

Gözümden mutluluk yaşları bir bir akıyordu, ''Çok aşığım ben sana.'' dedim diğer tüm sözler anlamsızlaştığında.

''Güzeller güzelim.'' diyerek kollarını belime sardı.

''Pamuk olsa ayaklarımıza dolanırdı.'' dedim eskileri anıp gülerek.

''Olmadığını nerde biliyorsun?'' diye konuştuğunda bir kuzu meelemesi işittim. Başımı çevirdiğimizde bize doğru koşan Pamuk'u gördüm.

Şaşkınlıkla Dinçer'in yüzüne baktım, ''Dinçer Pamuk'un burada ne işi var?'' diye konuştum hayretle.

Eğilip bembeyaz tüylerini severken Dinçer de eğilip kucakladı, ''Pamuk'u çaldım, değil mi kızım?''

Pamuk evet der gibi meelediğinde güldüm, ''Çaldın mı?''

''Çaldım. Bekir ağabeyim ve Demir de yardım etti.''

''Ne?'' diye sordum ayağa kalkarak.

Dinçer de Pamuk'u yere bırakıp ayaklandı. ''Bekir ağabeyim, kardeşim Pamuk'u çok özlüyor dediğinde senin özleminden kafayı yemek üzereydim. Hangi ahırda olduğunu söyledi, biz de üçümüz gittik çaldık.'' dedi yaramazlık yapmış çocuklar gibi, ''Demir parasını ödedi merak etme.'' diyerek beni rahatlattı.2

İçimde çağlayan duygularla kollarımı Dinçer'in boynuna bir daha hiç çözmek istemiyor gibi sardım. Dinçer beni kucaklayıp etrafında döndürürken, Pamuk da meeleyerek etrafımızda koşmaya başladı, ayaklarım yerden kesilmişti. İçinde kara geçen şehrin bize aydınlık getireceği günlerin heyecanı içimde kavrulurken, biz birbirimize duyduğumuz aşkla rüzgarda savruluyorduk.5

 

Bölüm : 24.03.2025 20:58 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...