

Yazarın Anlatımıyla (İki Yıl Sonra)
Birisi çekip gider, veda eder tüm geçmişine..
Kıyafetleri kalır, fotoğrafları kalır, bulunduğu yerlerde olan gülümsemesi kalır, ses tonu kalır akıllarda, yemek yerken kahkahalar attığı masa kalır..
Birisi kalmaz, acısı en derinde kalır.. Gökyüzü bile artık umut vermez artık.
Atmanlı ailesinin yüreğinin tam ortasında koca bir boşluk vardı, yeri hiç dolmayan. Tutunabildikleri tek şey küçük bir umut kırıntısıydı..
Birbirlerine destek olmaya çalışsalar da unutamıyorlardı. Aramadıkları yer, bakmadıkları şehir kalmamıştı.
Bade, evin gülen yüzü gitmişti..
Bir insanın her saniye canı acır mıydı?
Bawer bey'in güçsüz kalbi her dakika acıyla sızlıyordu.. Avluda her oturduğunda, kızının odasına her girdiğinde sanki daha dün buradaymış gibi ciğerleri parçalanıyordu..
Bir babanın yaşayacağı en zor şey evlat acısıydı. O bu duyguyu iki kez yaşamıştı.. Önce kızı olduğunu öğrenmiş, yanında olamadığına parçalanmıştı. Sonra ise hatalar yapmış, sakladıklarını söylemekte geç kalmış ve kızını kaybetmişti.
Tam iki buçuk yıldır ne yiyor, ne içiyor bilmiyordu. Her dakika gözleri boşluğa dalıp giden adam iki kere kalp rahatsızlığı geçirmişti.
Terasta otururken gözleri kapının girişine kaydı.. Şimdi girseydi içeri, güneşten sıcak saçlarıyla, her zaman yaptığı gibi bağırsaydı günaydın diye nelerini vermezdi..
"Bawer'im.." diyen kadın kapıdan içeri girip eşinde artık sürekli gördüğü üzgün ifadeyle iç çekti.
Kahve bulunan tepsiyi eşinin önüne koyup yanına oturduğunda Bawer ağa göz ucuyla eşine bakıp iç çekerek gözlerini karşıya çevirdi.
"Yapma böyle Bawer'im.. Sana bir şey olacak diye çok korkuyorum."
Bawer ağa burukça gülümseyerek "Bana çok şey oldu Şimal. Ben kızımı kaybettim, canımdan can gitti." dediğinde kadının gözleri doldu.
Dudağını ısırarak avluya baktığında Bade'nin ona gitmeden önceki son bakışı aklına geldi. Öyle kırgın bakıyordu ki, nefes alamamıştı.
Ama hak etmişti..
Sadece bir kere dinleseydi onları belki daha farklı olabilirdi. O gece, bu aile için hiç unutulmayacak, hatırladıkça boğazlarına yumru yerleştirecek bir gündü.
Bade kapıdan çıkarken Bawer bey kalp spazmı geçirince hepsi onun yardımına koştuğu için genç kızı durduramamışlardı bile. Sadece iki dakika sonra Aram kapıya çıktığında Bade yoktu.. Firaz kapının girişinde sırtını duvara yaslamış gözleri dolu bir şekilde yere bakıyordu.
Sanki hiç hayatlarında var olmamış gibi bütün izlerini silmişti tüm dünyadan. Ne sosyal medya hesabı, ne bir telefon numarası, ne de bir adres kalmıştı ellerinde. Kartlarını kullanıp kullanmadığını araştırdıklarında ise o günün akşamında hesaplarında olan tüm parayı çekip bütün banka hesaplarını kapattığını öğrenmişlerdi.
Kısacası elleri kolları bağlıydı..
Bade her zaman "Eğer benden bir şey sakladığınızı öğrenirsem, yüzümü göremezsiniz." diyordu şakayla. Şaka gerçek olmuştu, Bade'den geriye eser kalmamıştı.
Sanki hiç hayatlarında var olmamış gibi..
Ellerinde tek kalan kıyafetleriydi. Onların da kokusu silinmek üzereydi.
"Bir şey yemiyorsun, içmiyorsun Bawer.. Doktorun dediklerini unuttun? Kendine iyi bakmanı söyledi."
Bawer yanına bıraktığı telefona göz ucuyla bakıp "Kızımı bulmadan iyi olamam ben." dedi.
Telefonu bir gün çalarda, kızı arar diye her saniye bekliyordu..
Şimal dilinin ucunda olan kelimelerden dolayı çekinirken eşinin ellerini tutarak sıktı.
"Belki.. Belki de bir daha gel-"
"Sakın!" dedi Bawer ağa hızla.
"Sakın Şimal.. Geriye sadece pişmanlığım ve umudum kaldı. Kızım gelecek, biliyorum.."
O sırada şirkette, toplantıya katılan Aram son yıllarda olduğu gibi herkese kök söktürüyordu.
"Ne ulan bunlar?!" diye elindeki dosyayı hızla masaya fırlattı.
"Ben sizden kreatif satış tasarımları istedim! Siz bana kalkmış çöp parçası getirmişsiniz!"
Tasarım müdürü olan adam "Aram bey ama-" dediğinde elini masaya vurdu hızla.
"Bahane istemiyorum! Herkes işini düzgün yapsın, toplantı bitmiştir!"
Herkes odadan ayrıldığında başını ellerinin arasına alıp masaya yasladı dirseklerini.
Adar ve Ferzan kısaca bakışarak iç çekerken Berzan yerinden kalkıp abisinin yanına gitti.
"Abi insanların suçu ne? Artık kimseyi konuşturmadığının farkında mısın?"
Aram gözlerini yumarak "Kendi sesimde dahil kimseyi duymak istemiyorum ben artık Berzan." dedi sessizce.
Kafasını kaldırarak "Yok mu bir haber?" diye sorduğunda Berzan, arkasını dönüp boydan boya olan camın önüne geçti bitkin ifadesini görmemesi için.
"İngilterede de yoklarmış.."
Ferzan buruk bir ses tonuyla "Bade sevdiği iki insanı da yanına alıp kayıplara karışmış.." dediğinde kalpleri tekledi.
"Hadi kardeşimizi anladım, bu İsmail yurt dışında avukatlık yapmıyor muydu?"
Adar kravatını gevşeterek "Bade gittikten bir hafta sonra istifasını bildirmiş şirkete. Esra'dan da ondan da bir haber yok." dedi sıkıntıyla.
Aram'ın aldığı nefes ciğerlerine yetmiyordu.. Kafasını kaldırıp gömleğinin bir düğmesini açarak ayağa kalktığında yerinde sendeleyince Ferzan endişeyle ayaklandı.
"Abi.. Kızma ama çok zayıfladın. Zaten babam hasta, bir de sen korkutma bizi ne olur."
Adar gülümsemeye çalışarak "Evet, hem Bade geri döndüğünde ne der sonra? Benim için yataklara düşmene gerek yoktu diye dalga geçmez mi seninle?" dediğinde hepsinin içi cız etti.
Aram kardeşine bakarak "O yeter ki dönsün.. Değil yataklara, mezara düşmeye bile razıyım." deyip odadan ayrıldı.
Ferzan camın önünde kımıldamdan duran abisine bakarken kapı açıldı ve Hamza içeri girdi.
"Bitti mi toplantınız?"
Adar ayağa kalkıp kardeşini kolunun altına aldı.
"Hoş geldin aslanım. Biraz önce bitti."
Hamza abisinden uzaklaşıp "İyi." dediğinde Berzan ona döndü.
"Aradım hiç biriniz bakmadınız. Ben bugün arkadaşlarımlayım, anneme söylesem salmayacak. Eve gelmeyeceğim yani haberiniz olsun."
Berzan sinirle dişlerini sıkıp "Hamza!" dedi.
"Bu kaç oldu oğlum? Huyun olmayan şeyler yapma artık, senin üniversite sınavına çalışman gerekmiyor mu?"
Hamza omuz silkip "Gitmeyeceğim üniversiteye." dedi rahatça.
Hepsinin kaşları çatılırken Adar "Boş konuşma!" dedi sertçe.
"Daha yirmi yaşındasın lan sen! Eve kaç kere alkol kokarak geldiğini bilmiyor muyuz sanıyorsun?"
Hamza sinirle gülerek "Çocuk değilim ben!" dedi. "Karışamazsınız bana siz. Hadi ben kaçtım, eyvallah."
Berzan "Hamza!" diye şirketi inletirken Ferzan "Neden böyle olduğunu biliyoruz." dediğinde kapıdan çıkmak üzereyken durup hafifçe kafasını yana çevirdi.
"Ablan gittiğinden beri böyl-"
Sinirle gülerek "Hangi abla?" dedi. Boğazında bir yumru oluşurken dışardan gülümsüyordu.
"Bana veda etmeden, tuttuğu sözleri umursamadan beni arkasında bırakan abla mı? Ya da bir kere olsun aramayan? Benim öyle bir ablam yok."
Odayı çarparak çıktığında Berzan "Ulan gel buraya!" diye peşinden koşarken Ferzan ve Adar abisinin kolundan tutarak zorlukla durdurdu.
"Abi dur, ne dediğini bilmiyor."
"Sikeceğim bunun ergen tribini!" diye bağırdı Berzan ve sinirle koltuğa çöktü.
Son yıllarda böylelerdi işte.. Bade'nin gidişi herkesi kötü etkilemişti.
Her geçen gün birbirleriyle konuşmayı bırakan aile, gittikçe dağılıyordu. Hamza, o gün eve geldiğinde öğrendiği yarım yamalak şeylerin arasında tek anladığı ablasının gittiğiydi.
İnanmadı..
Gelir dedi, ablam beni bırakmaz dedi.
Bir ay oldu gelmedi, bir yıl oldu dönmedi, İki yıl oldu yine gelmedi ve Hamza'nın bütün umudu tükendi.
Başlarda olan üzüntüsü sonradan öfkeye dönmüştü. Neler olduğunu tam anlamıyla bilmese de onu nasıl arkasında bırakabilirdi?
Gel deseydi, sen de benimle gel deseydi yemin edebilirdi ailesini bırakıp onun yanında olacağına..
Emir on bir yaşına girmişti. Bade'nin gelmesiyle düzelen hırçın tavırlarını onun gitmesiyle yeniden edinmişti..
Aslında sadece bir haber istiyorlardı.. Yaşadığına dair, bir yerlerde nefes aldığında dair, ve o güzel gülümsemesini kaybetmediğine dair.
Yoktu..
Bade, artık yoktu.
❄️
Kapıdaki kalabalıktan dolayı şimdiden bunalan adam, kapının önünde fotoğrafçılar için ayrılmış olan kısımdan geçerken onlara bakmadan yürümeye devam etti.
Bıkmıştı bu sahte gösterişten.
"Boran bey bir poz alabilir miyiz?" diyen gazeteciyi duymazdan gelip yürürken kolundan tutulmasıyla duraksadı.
"Nereye hemen canım? Birlikte bir poz verelim."
Gülümseyerek yüzüne bakan kadın itiraz etmesine izin vermeden kolundan çekiştirdiğinde sinirli bir nefes aldı. Dua etsin şirket hakkında kötü haberler çıkmıştı ve kameraların karşısındaydı..
Herkes yazacağı haberin sevinciyle fotoğraf çekmeye hazırlanırken kadın koluna girince, suratına tiksintiyle baktı. Elini kadının elinin üzerine atıp sinirle sıkarken dışarıdan daha farklı görünüyordu.. Sarışın kadın hissettiği acıyla hafif bir korku ile adama bakarken yansıtmamaya çalıştı.
Flaş seslerinin ardından kadına yaklaşarak "Bu kadar oyun yeter!" diye sinirle konuştuğunda sarışın kadın yutkundu.
"Sana bana yaklaşmaman gerektiğini söylemiştim.. Ortak olduğum şirketin hisse sahibi olsan dahi gözünün yaşına bakmam Irmak. Benimle ilgili boş hayaller kurma."
Geri çekildiğinde kadının dolan gözlerini umursamadan yürümeye başladı. İçeri girerken sinirli bir soluk alarak salona girince bütün bakışlar ona döndü.
Kendi firması için ayrılan kısıma geçtiğinde içinden bu davete katılmak zorunda olduğu için küfrediyordu. Yanından geçen bir garson masasına viski bardağı bıraktığında hiç düşünmeden acı tadın boğazını yakmasına izin verdi.
Hayatı çalışmak ve içmek üzerine kurulu olan adam masasına gelen bir kaç kişiyle mecburen sohbet ederken tek dileği gecenin bir an önce bitmesiydi.
Karşısında konuşan yaşlı adamla iş konusunda tartışırken bardağından bir yudum alacağı sırada gözüne çarpan şey ile nefesi kesildi.
Üzerine giydiği kırmızı elbiseyle arkası dönük olan bir kadın gördü. Turuncu saçları ben buradayım diye bağırırken nefesini tutmuştu fark etmeden.
Elindeki bardak titrerken masaya bardağı aniden vurunca karşısındaki yaşlı adam şaşkınlıkla "Boran bey?" diye sordu ancak gözleri kadından ayrılmıyordu.
Göğsüne yerleşen boşlukla cevap vermeden kadına doğru adımlamaya başladı. Yavaş olan adımları hızlanırken, kalp atışları da farksız göğsünü aşıp fırlamak üzereydi.
Yanına ulaştığı kadının kolundan tutup aniden kendine çevirirken "Bade!" dedi umutlu bir gülümsemeyle.
Yıllar sonra ilk kez gerçekten tebessüm etmişti.
Ancak ona dönen şaşkın suratla gülümsemesi silinirken kaskatı kesildi. Siyah gözlere sahip kadın yaşadığı şaşkınlığın ardından karşısında gördüğü yakışıklı adamla gülümseyerek "Başkasıyla mı karıştırdınız?" diye sordu.
Elini ateşe değer gibi çekerken "Pardon." dedi ancak sesi fısıltıdan ibaretti. Geriye doğru bir kaç adım atarak aniden arkasına döndü ve içkilerin dolu olduğu masaya geçip ardı ardına içmeye başladı.
"Ne sanmıştın lan sen?" dedi ağzının içinden mırıldanarak.
"Gitti o."
Gözlerini yumarken saatler sonra ayakta durmakta zorlanıyordu.
Koluna dokunan bedene baktığında "Ooo Firaz bey'de gelmiş." dedi alayla.
Firaz üzüntüyle ona bakarak "Hadi gidelim abi, bir rezillik çıkmasın." dedi.
İkna etmesi zor olsa da Boran'ı evin önüne kadar bırakmıştı..
Yalpalayarak yürürken evinin kapısını iterek içeri giren adam üzerindeki ceketi bile çıkartmadan koltuğa sırt üstü bıraktı kendini. Gecenin karanlığı odanın içine doluşmuştu, aynı gün geçtikçe kararan kalbi gibi.
Kolunu gözlerinin üzerine kapatıp düzenli soluklar alırken yutkunamıyordu. Özleminden burnunun direği sızlıyor, canı bedeninden ayrılıyordu sanki.
Yaşamak haramdı artık. Ne yaptıysa, ne ettiyse bulamamıştı.
Oysa bir zamanlar her istediğini elde edebileceğini sanıyordu. Ama yanıldığını anlaması zor olmadı.
Sevdiği kadın bu şehirden tüm ayak izlerini silmişti.
Kulağına dolan ayak seslerinden sonra "Abi?" diyen kardeşinin endişeli sesini duydu.
Kolunu gözlerinden kaldırdığında açılan ışıkla yüzünü buruşturarak "Kapat ışığı." dedi hissizce. Genç kız ışığı kapatıp abisinin uzandığı koltuğun önünde diz çökerek oturduğunda dudakları üzüntüyle aşağı düştü.
"Yine mi içtin abi? Daha ne kadar sürecek bu durum?"
Boran tavana bakarken düşündü.
Ne kadar olmuştu kendini, ruhunu, kalbini kaybedeli?
İki yıl.. Dile kolay iki yıl olmuştu.
Hiç bir his kırıntısı barındırmadan "İyiyim ben Nihle." dedi dili sürçerken.
"Odana git abim."
Nihle'nin gözleri sulanırken başını abisinin eline yaslayarak "Abi..." dedi üzüntüyle.
Artık tek ailesi olan abisini böyle görmeye dayanamıyordu. Gün geçtikçe daha da tanınmaz birisi oluyordu. Eskiden nefretinden dolayı, intikam hırsından dolayı hep öfkeli olsa da böyle kendini kaybetmemişti hiç.
Sonra abisini ilk kez gülümserken görmüştü. Bir gün yanına gelip ilk kez içten gülümseyerek "Seviyorum abim, çok seviyorum." dediğinde dünyalar onun olmuştu.
Sonra tüm ailesinin dağıldığı o gece yaşandı ve abisi asla bir daha eskisi gibi olamadı.
"Yetmedi mi artık kendini perişan ettiğin abi?"
Boran cevap vermedi.. Elinin üzerinde hissettiği ıslaklıkla kardeşinin ağladığını hissederken sıkıntıyla gözlerini kapattı.
Sevdiği iki kadını da ağlatıyordu. Ne halta yarıyordu ki sanki?
Kimseye faydası yoktu.
"İki yıl.. İki yıldır neredeyse her akşam sarhoş geliyorsun abi.. Ben.. çok üzülüyorum. Ne olur kendine gel artık.."
Zorlukla yerinde toparlanıp eğilerek kardeşinin bedenini kollarının arasına aldı.
"İyiyim güzelim duş alacağım şimdi. Hadi sende git yat."
Gözlerini kırpıştıran kıza "Hadi." dedi tekrar.
Üzerine gidince daha kötü olacağını bilerek ayaklandı genç kız.
Gözlerini kapanan kapıdan ayıran adam, ağrıyan başını ellerinin arasına alarak "Neredesin gün doğumu?" dedi bitik bir sesle.
"Gel artık, yaşayamıyorum."
❄️
Boran sinirle soluk alarak "Bir dakika ben yanlış anlamadım değil mi Sami?" dedi elindeki dosyayı masaya fırlatıp.
"Şirkete atılan iftiralar için sana iyi bir reklam ajansı bulmanı söyledim. Bulduğunu söylüyorsun, ama ısrarla görüşmeyi reddediyorlar öyle mi?"
Yönetici olan adam korkuyla kafasını salladı.
"Boran bey isteğiniz üzerine kaç kere görüşme talebi istedik ama her defasında reddettiler. Başka bir şirkete de bakabiliriz aslı-"
Boran elini masaya vurduğunda adam yerinde sıçrarken öfkeyle ayağa kalktı.
"Artık inada döndü bu iş! Soktuğumun şirketi kendini ne zannediyor?! Kimmiş bu şirketin sahibi araştırdın mı?"
"Şirketin ana şubesi Pariste kurulu Boran bey. Ortalıkta bir sürü spekülasyon dönse de firma sahibinin ismi hiç bir yerde geçmiyor."
Sinirle dişlerini sıkarken "Sami.. Sen ne işe yararsın?!" diye gürledi.
"Ulan bir adamın ismini öğrenemediniz mi?!"
Adam korkuyla geri çekilirken "Aslında.." dedi tereddütle.
"Konuş!"
"Rakipleri olan bir firmadan MB reklam ajansının sahibinin TEDx konuşması yapacağını öğrendim."
Gözlerini kısarak koltuğa otururken "Nerede?" diye sordu merakla.
"Ankara'da, iki saat sonra."
"Ulan bunu bana şimdi mi söylüyorsun?! Hemen bana uçak bileti ayarlayın!"
Hızla şirketten çıkan adam havaalanına giderken ağrıyan başını ovuyordu. İki yıldır şirketteki her çalışanı değiştirmiş, bütün iş birliklerini yeniden planlamıştı. Ancak bir çalışanın dedesinin adamı olduğunu öğrenip adamı yaka paça şirketten kovunca adam kendine yediremeyip şirkete iftira atmıştı.
Bir aydır bu haber yüzünden gece gündüz çalışırken tek amacı şirketin imajını düzeltecek bir ajanstı. Bu yıl adını duyuran, ve oldukça iyi işler çıkartan bir ajans olduğunu öğrendiği MB reklam ajansı ile iki haftadır görüşmeye çalışıyordu. Artık iş inada binmişti.
Saatler sonra uçaktan inmiş Firaz'la birlikte taksiyle konuşmanın yapılacağı üniversiteye gidiyordu. Üniversitenin içine girdiklerinde Firaz'la birlikte boş olan iki koltuğa yerleştiler. Henüz konuşmacı çıkmamıştı ve Boran belli etmese de onları reddeden adamın kim olduğunu merak ediyordu.
Heyecanla aralarında fısıldaşan öğrencilere göz ucuyla bakarak titreyen telefonuna baktı. Asistanından gelen mesajları okurken ortamda kopan alkış sesiyle telefonunun ekranını kilitlerken Firaz'ın "Hassiktir!" dediğini duydu.
Kaşlarını çatıp onun şok olmuş ifadesine bakarak Firaz'ın bakışlarının bulunduğu yere döndü.
İşte o an dehşetle bütün bedeni de ruhu gibi donup kalmıştı.
"Merhaba.. Ben Janset, sadece Janset." diyen kadının sesiyle omurgasından aşağı bir ürperti aktı ve ortamdaki sıcak havaya rağmen buz kesti.
Aralanan ağzıyla öylece sahnedeki kadına bakarken dehşet içindeydi.
Özleminden burnunun direği sızlarken sendeleyerek ayağa kalkıp "Bade.." dedi sessizce. Firaz koluna dokunup "Abi sakin ol." dediğinde gözlerini kırpıştırarak ona döndü.
"Sen de görüyorsun değil mi? Her zaman gördüğüm o hayallerden biri olmadığını söyle bana Firaz.."
Firaz gözlerini Bade'den ayırmadan "Görüyorum abi." dediğinde elini kasılan kalbine götürdü. Gözlerini sahnede konuşmaya başlayan kadından ayırmıyordu. Herkes hevesle bıcır bıcır konuşan kadını dinlerken bir tek o ayaktaydı ve bir kaç kişi tarafından dikkat çekmeye başlamıştı bile.
Giydiği siyah, yırtmaçlı elbisesi ve topuklu ayakkabılarıyla eski halinden farklı görünse de saçları uzamıştı ve daha da güzelleşmişti sanki.
Boğazına yerleşen yumruyla yutkunan Boran'ın elleri yumruk olurken arkasındaki kişi "Oturur musunuz, göremiyorum." dediğinde Firaz'ın yönlendirmesiyle koltuğa çöktü.
Şok olduğu için ağzını bıçak açmıyordu. Hâlâ inandıramıyordu kendini.
"Velhasılkelam, biraz önce de dediğim gibi hayal kurun ve harekete geçin." dedi o güzel ses tonuyla.
Konuşurken sahnede yürüyordu. Ellerini birleştirerek konuşmaya devam ederken Firaz, Bade'nin parmağında gördüğü alyansla başka bir şok daha geçirdi.
Hemen Boran'a dönüp fark edip etmediğine baktığında suratının bembeyaz kesildiğini gördü.
Korkuyla "Abi, iyi misin?" dediğinde cevap alamazken yaşadığı şaşkınlıktan ne yapacağını bilmiyordu.
"Hayalleriniz gerçeklerden oluştuğu kadar, imkansızlardan da oluşmalı. Ben de bir zamanlar sizler gibi o koltuklarda oturdum. Okuduğum bölümü seviyordum, ancak hayatımda yaşadığım zorluklardan dolayı ne yapacağımı bilemeden oradan oraya savruluyordum. Henüz harekete geçecek bir olay yaşamamıştım benliğimde."
Bade uzaklara dalarken Boran'ın gözleri sulandı. Sırtını yasladığı koltuktan ayırırken yerinden kalkıp hemen sahneye koşmayı düşündü ancak elinden tekrar kaçabilirdi. Elini kravatına atıp gevşetirken Bade'nin güzel suratını izledi doya doya. Bir adım ötesinde olup onu kollarının arasına alamamak ve yakın mesafelerine rağmen bir o kadar uzak olmak kalbini sıkıştırıyordu.
İki yıl geçmişti ama Boran sevdiği kadının gittiği gece de kalmıştı.
Bade tebessüm ederek "Asla hayallerinizden vazgeçmeyin gençler." dediğinde Boran onu hayranlıkla izliyordu. O kadar güzel ve tane tane konuşuyordu ki, sesi kulağından hiç silinmesin istedi.
"Elbet sizi hayallerinizden vazgeçirmeye çalışanlar olacak. Ben de bu zamanlarıma kolaylıkla gelmedim.. Pes ettiğim, artık yapamayacağım dediğim zamanlar oldu."
Boran burnundan nefes vererek gözlerini acıyla kapattığında devam etti Bade.
"Ama sonra hayat bana bir mucize gönderdi ve senin pes etme gibi bir lüksün yok dedi. Şimdi ben yıllardır o mucizeye tutunuyorken, size sesleniyorum. İster mucize olsun, ister olmasın; sizin pes etme gibi bir lüksünüz yok arkadaşlar. Çünkü siz çok değerlisiniz.."
Firaz, kadının bahsettiği mucizenin parmağındaki yüzük olup olmadığını merak ediyordu. Ne yapmalıydı?
Ortamda alkışlar koparken aynı zamanda ıslık çalanlarda vardı. Firaz halen ağzı açık, şaşkın bir şekilde bakarken Boran nefes almakta güçlük çekiyordu.
"Şimdi sorularınızı alabilirim." diyerek gülümseyen kadınla bir kaç kişi soru için el kaldırırken Boran gözlerini sahneden ayrımadan "Firaz, hemen ön kapıya çık. Eğer oradan gidecek olursa ne yap, ne et durdur Bade'yi." dedi.
Bade'nin asistanı soru soracak kişileri seçerken Bade elindeki kağıtlara bakıyordu. Boran soru sormak için elini kaldırdığında yanındaki kadın ona söz hakkı verirken gerginlikten kaskatıydı.
Bir kaç saniye bekleyerek "Siz.. Siz hiç hayallerinizden vazgeçmediniz mi, Janset hanım?" diye sorduğunda Bade aniden elindeki kağıtlardan gözlerini kaldırınca yıllar sonra göz göze geldiler.
Belki kimse fark etmiyordu ama en az kendi kadar yaşadığı şaşkınlığı onun gözlerinde görmüştü. Belki de onu burada görmek en son beklediği şeydi.
Bade'nin elindeki kağıtlar yere düşerken bir kaç adım geri gitti. İkili öylece bakışırken sanki koca salonda ikisi kalmış gibiydi. Asistanı endişeyle Bade'nin yanına gidip "Janset hanım?" dediğinde gözleri ona dönerken nerede olduğunu hatırladı. Ne olduğunu anlamayan gençlerin şaşkın suratını gördüğünde yerdeki kağıtları toplayarak omuzlarını dikleştirdi.
"Vazgeçmek zorunda kaldığım anlar oldu elbette." dedi gözlerini Boran'dan ayırmadan.
Bembeyaz suratına rağmen güçlü duruşuyla kafasını yana eğdi ve kollarını birbirine bağladı. Öyle duygusuz bakıyordu ki, Boran yutkundu.
"Ancak sonra başka hayaller kurdum, ve daha güçlü kalktım ayağa."
Boran karnına tekme yemiş gibi hissederken Bade göz temasını bozarak "Bugün burada bulunduğunuz için teşekkür ederim arkadaşlar. İyi ki geldiniz, kendinize çok iyi bakın." diyerek yalandan gülümsedi ve aceleyle salondan ayrıldı.
Boran kimseyi umursamadan olduğu yerden kalkıp sahneye arkasına koşmaya başladığında "Bade!" diye bağırdı duyması ümidiyle.
Üç güvenlik önünü kesip "Beyefendi sahne arkasına giremezsiniz!" dediğinde "Bırak lan!" diye gürledi.
Bir kaç dakika boyunca etrafına doluşan güvenliklerle arbede yaşarken böyle olmayacağını anlayıp salondan çıkarak otoparka doğru koşmaya başladı.
"Yine gitme Bade." dedi nefes nefese kalmışken.
"Gitme be güzelim."
Otoparkın kapısından içeri girdiğinde ellerini dizlerine yaslayıp nefeslenmek için eğilirken gördüğü hareketlikle gözleri kısıldı.
Arkası dönük olan Bade, yakından tanıdığı bir adama sarılıp arabanın ön koltuğuna yerleştiğinde sinirden kıpkırmızı olurken "AYAZ!" diyerek ortalığı inletmişti ama eski arkadaşı çoktan arabayı çalıştırmıştı.
Onları durdurmak için peşlerinden koşarken "BEKLE! BEKLE LAN BEKLE!" diye bağırıyordu.
Ancak araba ani bir manevrayla dönerek otoparkın çıkışına doğru gitmeye başladı. Ne kadar koşsa da yine sevdiği kadına yetişemeyen Boran gözleri dolu bir şekilde arkasından baktı giden arabanın.
"Beni yine bırakma gün doğumu ... Gitme."
❄️
Bade'nin Anlatımıyla (Bir ay sonra)
Yorgun adımlarla yürürken, ufak bir tebessümle etrafıma bakınıyordum. Sırf kendime vakit ayırmak için motorumu uzağa park edip eve kadar yürümeyi tercih etmiştim.
Bazı zamanlar boğuluyor gibi hissediyordum..El ele tutuşan baba ve küçük kızı yanımdan geçtiğinde sanki bu manzarayla ilk kez karşılaşmışım gibi yüreğime bir ağırlık çöktü.
Ben, iki yıl önce uğruna gözyaşı döktüğüm bütün insanlara veda etmiştim. Kısa süreli de olsa hayatımda bulunan insanların kalbimdeki yerini gittikten sonra anlamıştım.
Yaşadığım acı öyle büyüktü ki, bir daha kendime gelemeyeceğim sandım.
Gitmek mi zor, kalmak mı diye sorduklarında herkes kalmak cevabını verirdi. Oysa gidene hiç 'Neden gittin?' diye sorulmuyordu.
Ben içim kan ağlaya ağlaya, belki geride bıraktıklarımın ağzından çıkacak sözlere muhtaç kalarak gitmiştim. Gitme demişlerdi, ama beni durduramayacaklarını biliyorlardı.
Yarım kalmıştık.
Onların yanında kaldığım süreci düşünüyorum da; tuhaftı zaten. Sevildiğimi sanmıştım.
Babamın bakışlarında gördüğüm pişmanlığı ben unutsam, gözlerim unutmuyordu. Bazı geceler rüyalarıma giriyor, ağlayarak yalvarıyordu gitme diye. Şimdi sırf uğruna hayata tutunduğum sebep yüzünden kendimi bırakmasam da, babamı her rüyamda gördüğümde gözlerimin altı ıslak uyanıyordum.
O kısacık süre de öyle içime işlemiş, öyle benimle bir bütün olmuşlardı ki; nereye baksam onları görüyordum.
En çaresiz kaldığım anlarda, aileme ihtiyacım olduğu anlarda onları arayıp başıma gelenleri anlatamamak en kötüsüydü.
Belki de bir gün en kuytularımda sakladığım bu acı bitecek, yaralarım kabuk tutacak ve başka ülkede nefes aldıkça ciğerlerime onlar dolmayacaktı artık..
Biraz olsun iyi olduktan sonra kendimi işime vermiştim. Ayaz'ın verdiği cesaretle açtığımız reklam ajans'ı sadece Türklerle çalışıyordu. Başlarda çok zorlansam da iş birliği yaptığımız firmalar bizden memnun kalıp bütün çevresine bizi önermişti.
Bu şekilde gittikçe büyüyerek İstanbul'da da bir şube açmıştık ve orayla Ayaz ilgileniyordu.
Değişmiştim.. Ailem artık yoktu, ve ben artık fazlasıyla sinirliydim. Kahkahalarla güldüğüm her gecenin sonu kalbime yalnızlık hissi çökse de, geçecekti. Geçmek zorundaydı.
Özlemenin bir çaresi yoktu ve bu çaresizlik yoruyordu beni. Belki de iki yıldır değişmeyen tek özelliğim içimde yaşadıklarımı dışarı belli etmememdi. Artık herkese karşı mesafeliydim, aşılmaz duvarlarım vardı.
Çünkü bir zamanlar ellerimle ördüğüm o duvarları bir bir başıma yıkmışlardı. Tekrar, en sağlam şekilde örmüştüm bu sefer.
Ben, kendi hayatıma doğan gün ışığıma tutunmuştum.
Ve o ışığı bırakmaya asla niyetim yoktu.
Asansöre binip dairemin bulunduğu kata geldiğimde çantamdan anahtarı çıkarttım. Kapıyı açtığımda ortamın sessizliği kaşlarımın çatılmasına sebep olurken temkinli bir adım attım. Henüz akşam olmasına rağmen karanlık salonda tek aydınlık olan şey Esra'nın yüzüne vuran telefonun ışığıydı. Her neye daldıysa ortamdan o kadar soyutlanmıştı ki geldiğimi anlamamıştı bile.
Burnunu çektiğini duyduğumda kaşlarım havalanırken hatırladıklarında içimde bir sızı hissettim.
İki yıl önce Urfa'dan ayrıldıktan sonra Ayaz'ın yardımlarıyla sahte bir kimlikle Paris'e gelmiştik.
Esra ve İsmail abim beni yalnız bırakmamış, yanıma taşınmıştı. Ayaz bu süreçte Türkiye ve Paris arasında sürekli mekik dokuyordu. Başlarda sadece o anki bitikliğimden yardımını kabul etsem de ona o zamanlar zerre kadar güvenim yoktu. Çünkü neticede o adamın arkadaşıydı. Ancak iki yıldır bir an olsun bile bizi yalnız bırakmamış, bir an olsun yardımını esirgememişti.
Cafer'in yerini doldurmasa da bir arkadaş edinmiştim. Cafer'in ismi her aklıma düştüğünde yüzümde bir gülümseme oluşsa da içim acıyordu. Kim bilir ne kadar kızmıştı bana..
En büyük pişmanlığım ise Hamza ve Emir'le vedalaşamadan gitmek olmuştu. Öyle özlemiştim ki, mis gibi kokuları burnumda tütüyordu.
Çoğu kez iletişime geçmek istesem de, bir söz vermiştim kendime. Onlardan kimseyle iletişime geçmeyecektim.
Belki bende hata yapmıştım ilk kez.. Yanımda olmayı hak eden iki küçük kardeşimi, arkamda bırakmıştım.
Çok zor zamanlar geçirmiş, sevdiklerimin yokluklarıyla sınanmıştım. Bu süreçte Esra'nın desteğini asla inkar edemezdim.
Evini, işini ve yaşadığı ülkeyi bırakıp benimle birlikte yabancı bir yere taşınmıştı. Kendi üzüntüsünü gizleyip, bana ağlamıştı.
Sonra öğrenmiştim.. Buraya geldikten üç ay sonra son kez ağlamıştım onlar için. O gece uzun uzun konuşmuştuk. Esra o gece bana Berzan'la iki haftadır konuştuklarını, ve ne kadar mutlu olduğunu anlatmıştı.
"İlk kez birisi kötü bir niyetle yaklaşmadı bana diye düşünmüştüm ben.. Belki zaman kısaydı, ama yalnız kalbime yerleşti işte. Ben ilk kez birisiyle aile olmanın hayallerini kurmuştum. Ama o kötü biriymiş.. Benim hayatımda yalancı bir insana ve kardeşimi üzen birine yer yok." dediğini hâlâ unutamıyorum.
Yaşadıklarımın yanı sıra, bir de vicdan azabı eklenmişti sırtıma. Belki de tüm bunlar olmasaydı Esra aşık olacak, çok mutlu olacaktı. Herkesi mutsuzluğumla mutsuz ediyordum, ama elimden bir şey gelmiyordu.
O gece canım çıkana kadar ağladığımı hatırlıyorum. Ve o gecenin sonunda bir daha o insanlar ilgili tek kelime etmeyeceğimize söz vermiştik.
Peki benim olmadığım her gece böyle gizli gizli ağlıyor muydu?
Aniden ışığı açtığımda irkilirken gözlerini sildi hızlıca. Yalandan gülümseyerek "Işıklar kapalı olunca uyudun sandım." dediğimde o da benim gibi bir gülümseme kondurdu dudaklarına.
"Ben.. unutmuşum ışığı açmayı."
Yanına adımlayarak "Ev neden bu kadar sessiz? Ne yapıyor bizimki?" dediğimde ikimizde gerçekten gülümsedik dakikalar sonra.
Telefonu masanın üzerine bıraktı ve "Git bak." dedi gözleriyle işaret ederek.
Kafamı sallayıp hızlıca ceketimi çıkartarak kapısında süs bulunan odaya girdim. Pudra pembesi duvarlara sahip olan odada loş bir gece lambası yanıyordu.
Gözlerim kenarda duran beşiğe kaydığında ilk gördüğüm benimkine benzer turuncu saçlardı.
Kocaman gülümseyerek yanına adım attığımda, derin bir nefes alarak kızımın cennet kokusunu ciğerlerime doldurdum. Parmağını ağzına sokmuş, kıvrılarak uyuyan kızım öyle tatlıydı ki; işte bütün kırgınlıklarım, bütün umutsuzluklarım geçmişti.
Eğilerek saçlarından öptüğümde hiç kıpırdamayınca gülümsemem büyüdü. Yeni yürümeye başladığı için o kadar hareketliydi ki, çok yorulmuş olmalıydı. Kenardaki tekli koltuğa oturarak güzeller güzeli bebeğime bakıyordum.
Mavi, benim küçük mucizem henüz bir yaşındaydı. Turuncu saçları, masmavi kocaman gözleriyle bana benzese de huysuzlanıp sinirlendiği her an kaşlarını çatınca bana hatırlamak istemediğim o simayı hatırlatıyordu.
İlk hamile olduğum haberini aldığımda öyle şok olmuştum ki, dört tane doktora gitmiştim. Üç aylık olduğunda hamile olduğumu öğrenmiştim çünkü regl zamanlarım düzenli değildi. Mide bulantım yoktu, ancak yaşadıklarımdan dolayı mı bilmem sürekli tansiyonum düşüyordu.
En tükenmiş anımda, devam edemeyeceğimi, bittiğimi düşündüğüm o anda bir mucize verilmişti bana. Ben ne annem gibi onu sevgisizliğimle sınayacak, ne de babam gibi yalanlarla büyütecektim.
O geceden deli gibi pişman olurken, şimdi Mavi'ye her baktığımda iyi ki demekten alamıyordum kendimi.
Ancak sürekli düşünüyordum.
Henüz anne kelimesinden başka bir şey söyleyemese de bir gün duyacak ve soracaktı babasının nerede olduğunu.. O zaman ne diyecektim?
Çocukluğumu öldüren annem gibi babasının öldüğünü söylemeye vicdanım el vermezdi, yaşadığını söyleyip babasıyla yüzleşmeye ise kalbim el vermezdi. Bu ikilem, yalnız kaldığım her an tüketiyordu beni.
Korkuyordum.. Bir gün babasını soracağını bilerek, o günün gelmesinden korkuyordum.
Adını bile anmak istemediğim o insanla yaklaşık bir ay önce ki karşılaşmamı hatırladığımda sıkıntılı bir nefes çektim içime. Asla onu görmeyi beklemediğim o gün, son anda kaçabilmiştim ve artık ismimi biliyordu..
Sanki içimdeki huzursuzluğu hissetmiş gibi kıpırdanan bebeğimle dudağımı birbirine bastırdım.
Ayaklanarak kapıyı yavaşça çekip içeri geçtiğimde Esra yoktu. Koltuğa çökerek düşüncelerle boğuştuğum sırada tam önümde duran telefonla dudaklarımı ısırdım.
Belki de yanlıştı ama bana asla neyi olduğunu söylemeyeceğini biliyordum. Şifresini bildiğim için hızlıca telefonu açtığımda ekrana direkt olarak instagram mesaj sayfası açıldı. Esra'nın instagramını açtığını anladığımda kaşlarım havalandı.
Hepimiz hesaplarımızı dondurmuştuk. Peki o neden şimdi açmıştı?
Mesajların en üstünde gördüğüm kişinin ismiyle nefes almayı bırakırken ellerim titremeye başladı. Berzan Atmanlı'nın mesajına tıkladığımda bir sürü mesaj geldiğini gördüm. Yüzleşmeye korktuğum o yazıların en üzerine çıkarken defalarca aynı şeyi yazdığını gördüm.
"Bade yok.
Sen de yoksun."
"Benimle görüşmek istemeyebilirsin ama en azından kardeşim iyi mi onu söylesen Esra?"
"Esra.. Lütfen bir şey söyle delireceğim."
"Bade sanki hiç yaşamamış gibi tüm izlerini silmiş. Yatağından kokusu da silinmek üzere, şimdi ne yapacağım?"
Gözlerimi kırpıştırarak tek tek mesajları okudum.
En sonuncusunun dün atıldığını gördüğümde sıkıntılı bir nefes aldım. Hala vazgeçmemişti.
"Esra.. Biz hastanedeyiz. Sana yalvarıyorum, eğer görüyorsan Bade'ye söyle. Babam yoğun bakımda, ne olacağını bize söylemiyorlar."
Ağzım aralanırken hızla ayağa kalktığımda elimdeki telefonu sıkıyordum yaşadığım şaşkınlıkla.
"Lütfen Esra.. Yalnızca bir dakika konuşabildi, ve tek söylediği kızını bir kez görmekti. Biz Bade'ye muhtacız. Bizi affetmese de, yanımızda olmamasından iyidir. Ailemiz dağıldı, biz dağıldık. Ve şimdi babamı kaybetmek üzereyim. Eğer onu da kaybedersem.." yazıp devamını getirmemişti.
Telefon elimden düşerken sulanan gözlerimi kırpıştırdım. Kalbim sıkışıyordu..
Ellerimi endişeyle saçlarımdan geçirirken koltuğun önünde bir sağa bir sola yürüyordum.
Ya doğruysa? Ya ona bir şey olursa?
Gitmesem, belki unuturdum. Ama ya pişman olursam?
Ya ona bir şey olursa ve ben bir gün "Keşke son kez görseydim." dersem?
Hayır, hayır... Ona bir şey olmayacaktı. Her ne kadar kırgın olsam da, bu şekilde yaşadığını biliyordum. Eğer o da giderse, ne yapardım?
"Bade?" diyen arkadaşıma hızla dönerken "Bana neden söylemedin?" dediğimde şaşkınlıkla "Neyi?" dedi yanıma gelirken.
Yerdeki telefonu titreyen ellerimle gösterip "Onun... onun hastanede olduğunu." dediğimde ağzı şaşkınlıkla aralandı.
"Bitanem.. Onların konusunu açmamam için yemin ettirdin bana. İma ettiğimde dahi kavga çıkardın. Nasıl söyleyebilirdim?"
Koltuğa çökerek başımı ellerimin arasına aldım ve "Bu farklı.." dedim sessizce.
"Bu durum çok farklı. Allahım sen yardım et, ne yapacağım.."
Kapı açıldığında ayağa fırladım aniden. İsmail gülerek "İyi akşamlar güzelliklerim." dediğinde surat ifademi görmüş olacakki kaşlarını çattı.
"Bade?"
Kolundan tutarak endişeyle "Bawer bey!" dediğimde şaşkınlıkla suratıma baktı.
"Ne?"
"Bawer bey yoğun bakımdaymış."
İsmail abim şaşkınlıkla Esra'ya döndüğünde sanırım kafasını salladı.
Yüzüme bakarak endişeyle beni koltuğa oturttu ve "Bembeyaz olmuş yüzün abim." dedi.
Ellerimi birbirine kenetleyerek telaşla yan döndüm koltukta. Yerimde duramıyordum, ruhum daralıyordu.
"Ne dediğimi duydun mu sen?" dedim hızla.
"O... Son kez beni görmek istemiş. Ya bir şey olursa?"
Ona bir şey olma korkusu çoktan içime yerlemişti. Başımı hafifçe eğerek gözlerimi boşluğa diktiğimde bana baktıklarına emindim.
Şu an ne yapıyorlardı?
Hamza ve Emir çok ağlıyor muydu?
Aram'ın da çok yük binmiş miydi sırtına?
Peki o.. babam. Bana olan son bakışını hiç unutamıyordum. Kabuslarımı süsleyen o pişman ifade, halen var mıydı yüzünde?
O günden bu yana iki yıl olmuştu, ama unutamamıştım. Sanki dün yaşanmış gibiydi. Bütün çevremde tanıştığım insanlar belki de beni çok güçlü bir kadın olarak tanısa da o anları her hatırladığımda savunmasız, kırılgan bir kız çocuğuna dönüşüyordum.
"Bade?!" diyerek sarsılmamla kendime geldiğimde "Ne?" dedim bir anda.
"İki saattir seninle konuşuyorum, kendine gel!"
Ellerimle yüzümü sıvazlayıp ayaklandım. İkisinin önünde bir o tarafa bir bu tarafa yürürken kendi kendime hızla konuşuyordum.
"Ben ne yapacağım şimdi? Gitsem, görmek istemiyorum. Gitmesem, ona bir şey olsun istemiyorum. Hem.. Mavi var. Bebeğim var. Olmaz gidemem, asla gidemem! Onu kimse bilmemeli. Ama.. Beni istiyormuş. Ya doğruysa, ya hastanedey-"
"Bade!" diyerek sinirle yüzümü ellerinin arasına aldı İsmail abim.
Sulanmış gözlerime bakıp iç çekerek "Ağlamayı unutan seni ağlatacak hale getirecek kadar içinde yaraysa bu mevzu, doğrusunu öğreneceğim." dediğinde öylece ona bakıyorum.
"Tamam mı abim?"
Kafamı salladım hızla.
"Ben Ayaz'la konuşup geliyorum." dediğinde koltuğa çöktüm.
Esra yanıma gelip bana sımsıkı sarıldı ve "Özür dilerim, seninle kötü olacağım diye korktum. Söylemeyi bende çok istiyordum." dediğinde kafamı iki yana salladım.
"Senin suçun değil, ben istemedim. Hala istemiyorum. Ben.." dediğimde dudaklarım titredi.
Ağlamayacaktım, ağlayamazdım. Tüm gözyaşlarımı tüketmiştim.
"Ben bu kadar toparlanmışken, onları tekrar görürsem ne hale geleceğimi bilmiyorum."
Ellerimi tuttuğunda yüzündeki üzgün ifadeye baktım. Hafifçe eğilip "Sen toparlandığını mı sanıyorsun Bade'm?" dediğinde afalladım.
"Ayaz'la açtığınız şirketteki çalışanlarına, ve yeni tanıdığın insanlara anca yedirirsin bunu. Evet, başka bir kadına dönüştüğün doğru. Gece gündüz çalışıyorsun, kendini işine veriyorsun. Daha sert adımlar atıyorsun herkese, yeni kimseyi hayatına almıyorsun, en ufak yalana ve hataya tahammülün yok. Bütün hayatını Mavi'ye adadığında doğru. Ama, acı çektiğini biliyorum. Nasıl hissettiğini anlayabiliyorum."
Söyledikleriyle elimi ellerinden çekerken başımı eğdim.
"Kimseye ihtiyacım yok diyorsun, ama en çok şimdi onlara ihtiyaç duyuyorsun sen bitanem. Affetmeyeceğini biliyorum. Hiç bir şey yaşadıklarını geri getirmez. Hamilelikte stresten dolayı çektiğin sancıları ben biliyorum.. Mavi yedi aylık doğup kuvöze alındığında o üç ayı nasıl geçirdiğini ben biliyorum."
Yüzümü kendine çevirdiğinde dolu gözlerimi gizlemedim ondan. Bunların hepsini ben yaşamıştım. Hayatım hiç bir zaman kolay olmamıştı.
"Sen.." dedi çekinerek ve dudağını ısırdı.
Merakla ona baktığımda "Sen İsmail abiye bile artık abi demiyorsun farkında mısın? Sırf o kelimeyi kurmamak için, hitap etmiyorsun." deyince gözlerimi kaçırdım.
Belki onları üzüyordum, ama içimden söylesem de ağzımdan bir türlü çıkmıyordu işte. Beni abi ve baba kelimesine bile küstürmüşlerdi..
Bebeğim olduğunda ve onu kaybetme korkusuyla yüzleştiğimde öğrenmiştim o kutsal annelik hissini. Bir anne, sağlıklı bir anne evladını nasıl bırakabilirdi? Ben üç ay boyunca, henüz yeni tanıştığım bebeğimi o küvözün önünde beklerken tek beklediğim sadece bir kere kucağıma alabilmekti.
Onu kucağıma alabilmek, kokusunu içime çekebilmek için tam üç ay beklemiştim. Ama beni doğuran kadın, hiç kucak açmamıştı bana.
Beynim patlayacak gibi olurken "Konuşmak istemiyorum bu konuları." dedim hızlıca. Ayağa kalkıp arkamı döndüğümde kapı girişine yaslanmış İsmail abimi gördüm. Bakışlarından anladım, her şeyi duymuştu.
Endişeyle yanına gidip "Öğrenebildin mi?" diye hızla sorduğumda düz bir ifadeyle kafasını salladı sadece.
Geriye doğru giderek "Doğru mu yani? Yoğun bakımda mı?" dediğimde "Evet." dedi.
Saçlarımı çekiştirirken öyle daralmıştım ki etrafta hızla dolanıyordum kararsızca.
"Gideceğim, gitmem lazım." diyerek arkamı döndüğümde İsmail sinirle beni kendine çevirip "Artık kendine gel!" diye bağırdı.
Kaşlarımı çatarak "Sessiz konuş, Mavi uyuyor!" diye karşılık verince gözlerini yumdu sakinleşmek için.
"Hiç bir yere gitmiyorsun duydun mu beni? Ne diye gidecekmişsin o siktiğimin yalancılarının yanına?"
Ağzım şaşkınlıkla aralanırken "Bir şey olma ihtimali var, farkında mısın?" dediğimde kafasını yana yatırdı.
"Ne olabilir ölür mü?" dediğinde beynimden vurulmuşa döndüm.
Esra "İsmail abi!" diye sessizce bağırırken acımadan devam etti.
"Sen değil miydin geceler boyu 'Benim babam asıl şimdi öldü.' diye ağlayan. Bırak ölsün."
Bütün bedenim buz keserken yüz ifademde sertleşmişti. Bir şey demeden arkamı döndüğümde "Bade!" diye seslendi ama durmadım.
Mavinin kapısını sessizce kapatıp koltuğa çöktüğümde gözümden bir damla yaş süzüldü. Kolumla hızlıca silip "Hayır, ağlamıyorum." diye mırıldandığımda bakışlarım mışıl mışıl uyuyan bebeğimdeydi.
Ne zorluklar yaşamıştık birlikte..
Kapıdaki tartışma sesleri odayı doldururken gözlerimi yumdum.
"Sen bilmiyor musun ya?! Bu kızın tek hayali neydi? Ben söyleyeyim, kocaman bir ailesinin olmasıydı! Barışsın affetsin demiyoruz. Babasını nasıl geride bırakmasını söylersin?"
"Sokarım öyle aileye!" diyen İsmail'le gözlerimi araladım.
"Biz varız kızım, biz ailesiyiz onun anladın mı? Senin amacın ne söylesene, o yalancı eski sevgilin Berzan'ı falan mı özledin?"
Yerimden hızla kalkıp içeri geçeceğim anda Mavi ağlamaya başladığında ona koştum hemen.
Kucağıma alarak "Tamam, yok bir şey meleğim." diyerek hafifçe pış pışlarken odada dolanıyordum.
Bir süre sonra ağlaması iç çekişlere dönmüştü. Kocaman masmavi gözleriyle bana baktığında gülümseyerek burnunun ucuna öpücük kondurunca kıkırdadı.
"Uykumuz kaçtı mı küçük hanım?"
Anlamış gibi söylediğime kıkırdarken koltuk altlarından havaya kaldırıp "O zaman anne uçak sizi hemen gideceğiniz yere götürsünn!" diyerek onu uçurur gibi gezdirirken kahkahaları odayı doldurdu.
Kapı açıldığında İsmail abi ve Esra göründü.
İsmail abi "Özür dilerim." dedi burukça.
"Tepem attı gitme ihtimalinle. Gitmek istiyorsan tamam.. Ama, Mavi'yi bilmeyecekler."
Mavi ellerini yumruk yapıp açarak İsmail abime gel gel yaparken dudaklarını büzüyordu istediğini yaptırmak için. İsmail abim bütün sinirini unutarak kocaman gülümsedi ve kucağına aldıktan sonra yanağına kocaman bir öpücük kondurdu.
"Fıstığım benim, dayısının bir tanesi."
Esra'yla göz göze geldiğimizde bakışlarımı çevirdim.
"Bilmeyecekler zaten." dedim hızlıca.
"Artık karşılarında ne istediğini bilmeyen o küçük Bade yok. Ajansımızın çalıştığı firmalarla birebir görüşme yapma şansı da bulurum hem.
Mavi, İsmail abinin sakallarıyla oynarken endişeyle "Peki o?" dedi.
"Babası ne olacak?"
Arkamı dönerek küçük bir valiz çıkarttım dolabın üzerinden. İçimdeki korkuya rağmen "O kızını bilmeyi haketmiyor." dedim.
"Bilmeyecek."
Esra kısık bir sesle "Ama.. Mavi'nin ilerde yaşayacaklarını en iyi sen bilirsin biriciğim. Zor olmayacak mı babasızlık?" dediğinde hızla kafamı çevirdim.
"Benim annem olduğu halde annem de yoktu Esra. Kimseden sevgi görmedim ben. Ama şimdi, ben kendi bebeğime hem anne hem baba olacağım. Asla yokluğunu hissettirmeyeceğim ben ona."
İsmail abim "Aynı şey olmayacak." diye ağzının içinden mırıldandığında duymamış gibi yaptım. Mavi'nin bir kaç parça eşyasını valize yerleştirirken aklımdaki planı anlatıyordum.
Hepimiz hazırlanırken Ayaz'la da hoparlörden konuşmuştum. Şirketteki işleri halledip yarın o da yanımıza gelecekti.
Uçağa ilk kez binen Mavi korkarak "Anne." diye ağlayarken zor sakinleşmişti. Gece olduğu için hemen uyurken ben de emzirme önlüğünü takarak inene kadar süt sağdım. Böylece minik bebeğim ben yokken bir iki saat idare edebilirdi.
Uçak durduğunda ve insanlar koridora dolaştığında mideme bir sancı girdi aniden.
İsmail abi "Hadi bade." dediğinde kafamı sallayarak yavaşça ayaklandım.
Mavi'yi kucağımdan alarak kendi omzuna yatırdığında Esra koluma girdi ve "Sakin ol." dedi yavaşça.
Ona kocaman gülümsedim, her halimi anlıyordu tek bir bakışıyla. Uçaktan indiğimizde İsmail abi Mavi'nin üzerine ceketini atmıştı her ihtimale karşı, görünmemesi için.
Yüzüme vuran soğuk hava beni kendime getirmişti sanki. Havaalanında valizleri almak için beklerken gözlerim boşluğa daldı, buradaki gidiş anımı hatırlamıştım.
Belki de son kez onu görmek için yanlarına gidecek olsam da, buradan canı çıkarcasına ağlayarak gidişimi unutmayacaktım. Başımı dikleştirdim, suratıma sakin bir ifade yerleştirdim.
Arabalara yerleştiğimizde üzerime baktım. Siyah gömleğimin altına derin yırtmaçlı, siyah deri bir etek giymiştim. Eski Bade gibi rahat kıyafetler giymeyi deli gibi özlesem de, işimden dolayı böyle giyiniyordum.
Yol boyunca kucağımdan Mavi'yi ayırmadım. Kalbim sıkıştı, kalbinden öptüm. Boğulacak gibi hissettim, mis kokusunu soludum. O bana bu dünyada verilmiş en büyük nimetti. Ve ben onun için dimdik durmalıydım herkesin karşısında.
Özel hastanenin önünde durduğumuzda Mavi'ye sarıldım sıkı sıkı. İsmail abim arabadan inip "Hadi." dediğinde endişeyle bebeğime baktım.
"Esra ve Mavi'yi bu şehirde tek bırakmak istemiyorum."
O vardı... Burada mıydı bilmiyordum ama beni güvendiğime pişman eden o adam buradaydı. Her yerde adamı olduğunu biliyorum, çok dikkatli olmalıydık.
"Güzelim şöför direkt olarak Ayaz'ın yazlığına götürecek. Orayı kimse bilmiyor ve yüksek güvenlikle korunuyor. Merak etme, bir şey olmayacak."
Esra da aynı şekilde konuştuğunda yavaşça yanağına ufak bir öpücük kondurup "Anne sen uyanana kadar gelecek bebeğim." dedim fısıldayarak. Esra dikkatle Mavi'yi kucağına yatırdığında kafasını salladı ve "Yanında olmasam da yanındayım." dedi hastaneye bakarak.
Kim bilir neler düşünüyordu..
Geceleri gizlice ağlama sebebi olan adam hastanedeydi ama yanına gidemiyordu bile. Giden arabanın arkasından bakarken "Sen kendini düşün." dedi İsmail abim.
Şaşkın ifademle "Dışımdan mı düşündüm?" dediğimde burnumu sıkınca elini itekledim.
"Hayır, yüzünden anladım. Hazır mısın?"
Yutkunarak hastaneye bakarken kafamı salladım. Güneş gözlüklerimi takıp, çantamın sapını sıkıca tutarken yürüdükçe topuklu botlarım yüksek bir ses çıkartıyordu.
İsmail abi danışana oda numarasını sorarken dışardan kendime güvenen bir ifadem vardı. Yüzüme maskemi takmış, duygularımı gizlemiştim.
Asansöre binerek yukarı çıkarken içimde fırtınalar kopuyordu. Heyecandan ve gerginlikten kusacak gibi hissediyordum. O an ismail abim, kolunu omzuma attı.
Asansörden indiğimizde "Geri dönebiliriz.." dedi yumuşak bir sesle.
Yüzüme yalandan bir gülümseme kondurdum ve "Hadi yapalım şu işi." dedim. Kafasını sallayıp koridoru döndüğümde onları direkt karşımda görmem öyle beklenmedik oldu ki kalbim teklerken adımlarım kesildi.
Göz bebeklerime kadar titriyordum..
Burnumun ucu özlemle sızlarken hepsine baktım sırayla.
Aram ve Berzan ayaktaydı, başları öne eğikti. Aram.. çok zayıflamıştı. Hâlâ kalıplı olsa da eski halinden eser yoktu.
Berzan'ın yüzünde aşırı yorgun bir ifade vardı, omuzları çökmüştü. Gözleri boşluğa dalmıştı, kendini kapatmıştı belki de dünyaya.
Ferzan camlı alandan içeri bakıyordu sessizce ağlayarak. Elini yasladığı camı hafifçe okşarken bir şeyler mırıldandı ama uzakta olduğu için anlamadım. Boğazıma yerleşen yumruyla zorlukla yutkundum.
Adar ve.. Hamza ise koltukta öylece uyuyordu.
Hamza, büyümüştü. Genç bir çocuk olmasına rağmen, bana çocuksu bir sevgiyle bağlı olan Hamza'm daha da büyümüştü.. Omuzları genişlemiş, zayıf vücudu abileri gibi irileşmişti.
Çantamın sapını ellerimin arasında sıkarken derince yutkundum. Kulağıma dolan "Yapabilirsin." sesiyle hafifçe başımı kaldırarak omzularımı dikleştirdim.
Bir adım attığımda topuklunun çıkarttığı yüksek ses koridorda yankılandı. Kalp atışlarımla eş değer olan o ses, bazılarının dikkatini çekti.
Kafasını normal bir ifadeyle kaldıran Berzan hiç bir şey yokmuş gibi ifadesini bozmadan tekrar eğdi başını. Ancak sonra öyle hızla kaldırdı ki kafasını, yüzündeki o dehşet ifade gözlerimi çevirmemi sağladı.
Ben yürümeye başlayınca Aram ve Ferzan'da bana döndü. Oldukları yerde kalakalırken ağızları şaşkınlıkla aralandı.
Hemen sonra unutmak üzere olduğum o sesi, Aram'ın "Bade..." diyen sesini duydum.
Kalbime o an öyle bir ağrı saplandı ki acıdan ağlamak istedim. Ferzan abilerinin yanına koşup "Ben... Doğru mu görüyorum?" diye sordu şok içinde.
Berzan'ın gözleri dolduğunu fark ettim. Olduğum yerde kalırken Berzan "Geldin.." diyerek bana doğru koşmaya başladı. Ancak tam kollarını uzattığı anda İsmail abi önüme geçerek omuzlarından itekledi onu.
"Geldin Bade! Vallahi geldin! Abi, gördün mü?!" diye bağırınca Aram sanki daha yeni idrak ediyormuş gibi yavaş adımlar attı.
Adar ve Hamza da uyanmıştı, kıpırtılardan anlamıştım ama onlara dönmeye cesaret edemedim.
"Bade..." diyerek mırıldanan Aram'la ifademi hiç bozmadım.
"Hayal görmüyorum değil?"
Ferzan, İsmaili aşmaya çalışıp "Bade lütfen konuşalım güzelim!" diye bağırdığında ifademi bozmadım.
"Bir kere dinleseydin bizi, bir kere.. lütfen. Bakmadığımız yer kalmadı kardeşim!"
Onları yok sayarak yanlarından yürürken arkamdan şaşkınca baktıklarına emindim. Kafamı çevirip Hamza'ya baktığımda kalbim tekledi heyecanla. Ufak bir tebessüm edip ona adım attığımda oturduğu koltuğun kenarından tutarak ayaklanınca yerinde sendeledi.
Yanına endişeyle koştuğumda gözlerini ovalayıp tekrar bana baktı. Kolundan tutup "İyi misin?" dediğimde yüzüme şaşkınlıkla bakıp kolunu aniden geriye çekti.
Ardından gözlerine buzdan bir ifade yerleşti, irkilmiştim. Ellerini cebine yerleştirip "Hayırdır?" dedi göz kırparak.
"Gittiğin yerlerden hevesini aldın, canın sıkıldı ve geri mi geldin?"
Şaşkınlıkla bakarken ifademi hemen toparlamaya çalıştım. Hamza'nın konuşma şekli, hareketleri bile değişmişti. Gözleri yabancı gibi bakıyordu.. Sevgi, özlem değil öfke vardı.
Üzüntüyle "Hamza.." dediğimde sinirle gözlerini yumarak dişlerini sıktı.
"Son görevini yap ve defol. Arkanda bıraktığın insanların da adını ağzına alma bir daha."
Sırtını dönüp hızla koridorda ilerlerken Aram arkasından "Hamza!" diye sinirle bağırdı.. Onlara sırtım dönük olsa da sırtımda bakışlarını hissediyordum.
Böyle bir tepki beklemiyordum.. Dolan gözlerimi kırpıştırarak başımı dikleştirdim ve sert adımlarla yoğun bakımı gören camın önüne geçtim.
Gözlerim üzüntüyle kapandı, bakmaya hazır değildim. Kapalı gözlerimi zorlukla araladığımda yatakta, makinelere bağlı olarak uyuyan babamı görünce nefesim kesildi. Titreyen elimi daha da sıkarken gözlerimi ayıramıyordum.
Dudakları mosmordu, ağzından hortum bağlamışlardı, zayıflamış, bitkin görünüyordu. Beyaz saçları daha da beyazlamış, tek bir siyah saç kalmamıştı.
İki yılda on yaş yaşlanmıştı sanki. Kalbim yerinden çıkacak gibi atarken bir el kalbimi sıkıyordu.. İçimdeki üzüntü öyle büyüktü ki; bağırarak ağlamak istiyordum ama.. dışarıdan boş bakıyordum. Hissiz, sert, kararlı duruyordum.
Arkamda yükselen seslerle kafamı yana çevirdiğimde İsmail abimin Aram'a yumruk attığını gördüm.
Endişeyle adım atacakken aniden bana yaptıklarını hatırlayınca tırnaklarımı avucuma saplayarak son anda yerimde kaldım. Ferzan sinirle İsmail abime bağırırken çantamın fermuarını açtım.
Belki de robotsu hareketlerime ilk kez ara verdiğim için yerden zorla kalkan Aram'da dahil bana bakıyorlardı. Peçeteyi çıkartıp İsmail abime kanayan elini silmesi için uzatırken "Mikrop kapmasın." diyerek salladım hafifçe.
Kollarımı birbirine bağlayarak arkamı döndüğümde Adar yaşadığı şoku atlatmış olacakki omuzlarımdan tutup kendine çevirdi beni.
"Bade, güzelim.. Seni o kadar özledim ki.."
Kafamı yana yatırarak ifadesizce "Ellerini çekersen yalnız." dediğimde afalladı.
"Ne?"
Elini itekleyerek arkamı döndüm.
"Onu ne zaman görebilirim? Bir an önce gitmek istiyorum."
Cevap vermediğinde karşımdaki camdan yansımasına baktım. Geriye doğru bir adım atıp abilerine doğru döndü dehşetle.
"Bade, gidecek misin?"
Berzan'ın endişeli sesine cevap vermediğimde İsmail abi "Sizin gül cemalinizi görmeye gelmedi bu kız." dedi sinirle.
Yanıma geldiğinde benim onlara sırtım dönüktü. Belki de arkamdan duruşum oldukça güçlüydü, ama onlar görmese de ağlamamak için dudaklarımı ısırıyordum.
"Bak cevap vermeyim diyorum, sesini keser diyorum ama sus ulan!" dedi Berzan koridoru inleterek.
Adar hızlıca "Bugün göremeyeceğiz babamı, ancak yarın görebilirmişiz." dediğinde bir kaç saniye bekleyerek kafamı salladım.
Gözlerimi babamdan ayırmadan "Gidelim." dediğimde İsmail abim kolunu uzattı. Ayakta duramayacağımı anlamış olmalıydı. Duraksayarak koluna girdiğimde İsmail abimin onlara sinirle baktığını gördüm.
Yanlarından geçtiğimizde hala dehşet içinde bana bakıyorlardı. Afallamışlardı ve neler olduğuna hâlâ ayılamamışlardı.
"Bade!" diye bağıran Aram'la adımlarım duraksarken gözlerim kapandı.
"Bilseydim korkup bizden kaçmaman için sakladıklarımızın seni bu kadar yaralayacağını, yemin ederim bağıra bağıra anlatırdım sana olanları. Seni o adama vermeyi asla düşünmedik. Sen istesen dahi, ben seni veremezdim.."
İsmail abim bana bakarken tuttuğum kolunu sıktım fark etmeden. Gözlerimi yumarak olanları düşündüm. Tek sorun bu değildi.. Sakladıkları şey bana çok şey kaybettirmişti ama haberleri yoktu.
Ve sonra mucizemi, kızımı kazanmıştım.
Cevap vermeden yürümeye devam ettiğimde ben gittikten sonra kendilerine gelip, döndüğümü idrak edeceklerinin farkındaydım.
Hastaneden çıkarken ayağım bir yere takıldı, tam düşeceğim anda İsmail abim kolumdan tuttu. Endişeli ifadesine gülümseyerek "İyiyim." diyerek eğildim ve yere düşen gözlüğümü aldım. Yavaşça eğildiğim yerden kalktığım an karşıma bakınca telefonla konuşarak hastaneye doğru gelen arkadaşımı, Cafer'i gördüm.
Hararetle telefondakine bir şeyler söylerken kafasını kaldırınca gözleri beni buldu. Elindeki telefon aniden ellerinin arasından kayarak yere düştü. Bakışlarımı ondan ayırmıyordum, o da dehşetle bana bakıyordu.
"Bade.." dedi şok içinde. Ben ise cevap vermedim.
Dolan gözlerini kırpıştırdığında gözyaşları akarken dudaklarımı ısırdım. Hızla koşarak beni kollarının arasına alınca dur bile diyememiştim. Kollarının arasında kaskatı bir şekilde beklerken burnunu çekti ve "Seni bir daha göremeyeceğim sandım." dedi.
Gözlerim kapanırken titreyen sesini duydum.
"Yemin ederim hiç bir şey bilmiyordum Bade! Belki bana inanmayacaksın ama bilseydim sana söylerdim.."
İşte bu sözler beni kendime getirmişti. Zorlukla tuttuğum bütün hislerimi bırakırken kollarımı Cafer'e doladım ve ben de sessizce ağlamaya başladım.
"Çok özledim seni Cafer.."
İşte biraz üzüntü, bolca kırgınlık ve küçük bir parça da mutluluk daha şimdiden beni bulmuştu. Uzun zamandır bu kadar dolu hisler yaşamıyordum.
Bu yüzden bir an önce işlerimi halledip, ait olmadığım bu şehirden ayrılmalıydım.
Onu görmeden, bebeğimle karşılaşmasına izin vermeden buradan bir an önce gitmeliydim.
❄️
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 45.81k Okunma |
4.17k Oy |
0 Takip |
29 Bölümlü Kitap |