“Biz arkadaşız anne, aramızda bir şey yok anne... Ama ben biliyorum başıma geleceği! Anayım ben, ana bilmez miyim oğlumun ciğerini? Ah Sarp, ah! Ne yaptın ne ettin o kızı gelin, diye getirdin karşıma!”
Dakikalardır tuttuğu nefesini oflayarak verdi Sarp, eğer annesi biraz daha üstüne gelmeye devam ederse gerçekten sıkıntıdan patlayabilirdi. Tamam, hemen durumu kabul etmesini beklemiyordu fakat azıcık ılımlı olamaz mıydı Nermin Sultan? “Anne,” diyerek yaslandığı duvardan ayırıldı, annesinin karşısına geçip dizleri üzerine çöktü. Kararını açıklamasının ardından yaşlı kadın, kolundan tutup fırçalamak için odasına getirmişti kendini. Şimdi de annesi divanda oturup ağzına geleni söylerken kendi yumuşak olmak için çabalıyordu. Kavga etmek istemiyordu artık, yeni bir başlangıç yapmıştı Feyza’yla, ilişkisini de sağlam temeller üzerine kurmak istiyordu. Pek yakında eşi olacaktı sevdiği kadın ve evliliğinin tartışmalar içinde yürümesini değil de, mutlulukla sürmesini diliyordu.
“Daha önce de söyledim ben Feyza’yı seviyorum. İlk başta sana karşı inkâr etsem de sonra söyledim. Karşına geçip onu nasıl sevdiğimi sana anlattım. Sen benim annemsin, beni doğuran, büyüten, bugünlere getiren kadınsın ne yapsam senin hakkını ödeyemem ama Feyza da sevdiğim kadın. O olmadan ben yapamıyorum. Denedim. İstediğini yaptım Ayşen’le nişanlandım ama olmadı. Yok yere o kızın da gönlünü kırdım. Feyza’yı severken başkasını alamadım gönlüme, alamam da. Şimdi tek isteğim bize rıza göstermen. Evlenmemi istiyordun, tamam işte Feyza’yla düğünümü sen yap. Söz veriyorum içinde hiçbir şey kalmayacak. Çeyizse çeyiz, nişansa nişan, düğünse düğün fakat yeter ki senin rızan olsun. Yoksa ben şimdi gider nikâh tarihini alırım. Bırak Feyza gelsin elini öpsün, bir adı olsun bu işin olmaz mı?”
Oğlu gözlerinin içini umut dolu bir bakışlarla bakarken kararsızlıkla iç çekti yaşlı kadın. Evladının mutlu olmasını elbette isterdi ama adı kadar iyi biliyordu Feyza mutlu edemezdi Sarp’ı. Ayak uyduramazdı kendilerinin hayatına. Evlendiklerinin ikinci haftası başlardı kavgalar. Kolay mıydı o şaşaalı hayatı bırakmak? Sonra o Ethem denilen adam vardı, kızını verir miydi oğluna? Seneler evvel evlerine gelmiş, herkese kendilerini rezil etmiş adamın kızını istemeye mi gidecekti? Yok, olmazdı bu iş. Eğer Sarp rızasını almadan evlenecekse diyecek tek kelimesi yoktu ama kendi gidip Feyza’yı istemezdi oğluna.
“Ben sana ne dedim oğlum? Daha o kızın ilk geldiği gün, sakın bana onu gelin diye getirme demedim mi?”
“Yok, Sarp yok,” diyerek elini kaldırdı Nermin Hanım. Feyza’yı gelin olarak kabul edemezdi. Oğlu gece gündüz yalvarıp yakarsa da yapamazdı. “Eğer beni çiğneyip evleneceksen sen bilirsin oğlum ama bir ana olarak benim gönlüm razı değildir bu işe.”
Omuzlarını düşürdü Sarp, o kadar kolay ikna edemeyecekti annesini, buna hazırdı fakat keşke bu kadar da kapatmasaydı yolları Nermin Hanım. Sıkıntıyla nefes aldığında odaya abisinin girdiğini fark etti. Zaten onun verdiği kararı da kimse hâlâ sindirmiş değildi. Gerçekten yengesiyle boşanacaklar mıydı? Biz boşanıyoruz demelerinin ardından bir açıklama yapmamışlardı daha doğrusu kendi Feyza’yla evleniyoruz, diyerek onlara fırsat vermemişti. Sahiden bu kez fena karışmıştı işler. Kendi evlenmekten, abisi boşanmaktan bahsediyordu. Onlar için üzgündü sonuçta kaç yıllık bir evlilik vardı ortada. Hem Meryem yengesi giderse yokluğuna kolay kolay alışamazdı. Yine de kendine düşen kararlarına saygı duymaktı.
“Anne tamam tamam da, Feyza içeride ayıp ettin kıza karşı.”
Belki de Caner haklıydı. Sedat, Nermin Hanım’dan daha sıcak bakıyordu bu işe. Gözlerini abisine çevirdiğinde ondan destek bulduğuna şükretti Sarp.
“Ha ben ayıp ettim oğlum? Siz Meryem’le kendi kafanıza göre boşanma kararı alın, Sarp efendi Feyza’yı tutsun getirsin, evleniyoruz desin sonra ben ayıp etmiş olayım. Öyle mi?”
“Ah Nermin ah,” diyerek dizlerine vurdu yaşlı kadın. Sahiden tansiyonu yükselmişti. İhtiyar yüreği kaldırmıyordu artık olanları. “Bugünleri mi de görecektin sen?
“Annecim,” dedi Sarp yumuşak olmaya çalışarak. Ayakları ağırdığından yerden kalkıp onun yanına oturdu. Elini tutup dudaklarına götürdü, ikna etmek ister gibi defalarca öptü elini. Ardından kırışmış yanağını okşadı, Nermin Hanım’ın yüzünü evlat sevgisiyle severken gayet içtendi aslında.
“Benim düğünümü görmenin neresi kötü? Hem torun istemiyor musun sen?”
“Abisi boşanma diyor, kardeşi düğün diyor, torun diyor! Hey güzel Allah’ım ben çocuklarımı bugünler için mi büyüttüm?”
Abisinden destek ister gibi gözlerini Sedat’a çevirdi Sarp. Bir şey desindi, Feyza iyi kız aslında diyerek annesinin yumuşamasını sağlasındı. En ihtiyaç duyduğu anda bir kez olsun yanında olsundu abisi.
“Sarp’ı bilmem ama Meryem’le, kararımızı verdik biz. Boşanıyoruz. Meryem istemiyor, ben de zorba bir adam değilim, zorla karımı yanımda tutmaya çalışayım. Gitmek istiyorsa, gider Meryem. Yapabileceğim bir şey yok.”
“Öyle göndereceksin karını yani? Bu kadar kolay mı oğlum boşanmak? İki çocuğunuz var sizin, onlar ne olacak? Meryem ne olacak? Bir başına nereye gidecek, ne yapacak? Kimi kimsesi mi var kızın?”
Sıkıntılı halini saklamaya çalışsa da başarılı olamadı Sedat. Tüm bunları kendi de çok düşünmüştü aslında. Söylediği gibi öyle kolay değildi karısından vazgeçmek hatta içinde bir yerler öfkeliydi, kırgındı. Meryem’in onca yılı bir çırpıda silip atması zoruna gidiyordu. Bir ikilemin içindeydi; Bu öfkeyle ya Meryem’i kolundan tutup hiçbir yere bırakmayacaktı, ya da onun göz göre göre gitmesine seyirci kalacaktı. Belki karısının bu kadar kolay evliliklerini bitirmek istemesi soğuturdu içini. Veya belki de Meryem’in bunu yapamayacağını, kendini bırakıp gidemeyeceğini, tek başına hayatını sürdüremeyeceğini içten içe bildiği için susuyordu. Gerçekten nereye gidecekti Meryem? Elinde valiziyle arkasındaki iki çocukla abilerinin yanına mı dönecekti? Hadi boşanıp kendi üstüne düşeni yaparak ona nafaka ödese bile o parayla nasıl geçimini sağlayabilirdi? Ama tabii rahatlık batmıştı ona. Annesi dâhil bu evde herkes onu baş tacı ederken o, gitmek istiyordu. Buyursun, gitsindi o zaman. Nasıl olsa pişman olacak tıpış tıpış geri dönecekti. Adı kadar iyi biliyordu.
“Bilmiyorum anne. Hiçbir şey bilmiyorum ama bırak Meryem nasıl istiyorsa öyle yapsın. Zaten düğünden önce mahkeme filan olmaz. Sarp’ın hatırına bu kadarını yapmaz Meryem.”
“Ne düğünü oğlum? Senin ağızından çıkanı kulağın duyuyor mu?”
“Kardeşimin düğünü. Madem Sarp, abisi boşanırken evlenmek istiyor, evlensin. Evlensin de, ağzının payını alsın! Görsün bakalım Feyza’yla mutlu olabilecek mi?”
“Niye mutlu olmayım abi? Biz seviyoruz Feyza’yla birbirimizi. Sen yengemle mutlu olamadın diye biz de mi mutsuz olacağız? Öyle bir kural mı var?”
“Oğlum Meryem gibi bir kadın bile o kadar yılın ardından, iki çocuğumuz varken boşanalım, diyor. Koskoca öğretmen olmuş Feyza mı senin hayatına katlanacak? İki ay, hadi bilemedin üç ay… Üç ay sonra Feyza isyan edecek. Boşanmak isteyecek. Yapamayacak, mutlu olamayacak seninle. Ama biz anlatamıyoruz bunu sana o yüzden git evlen. Evlen de gör bakalım nasıl oluyormuş her şey!”
Niye bu kadar önyargılıydı abisiyle, annesi? Feyza’yı hiç mi tanımamışlardı? Belki yaşam şartları farklıydı fakat sevgilisinin öyle lüks bir yaşam da gözü yoktu ki. Kız her şeyi arkasında bırakıp sırf kendi için gelmişti Antakya’ya bunu nasıl göremiyorlardı? Öğretmen olmuştu, olmasına da Hatay’a atanmak için çırpınıp durmuştu. Bu bile bir şey ifade etmiyor muydu onlara? Yüzünü sıvazlayıp saçlarını karıştırırken artık ikisine de ne diyeceğini bilmiyordu Sarp.
“Keşke… Keşke biraz olsun tanısaydınız Feyza’yı, ne kadar yanlış düşündüğünüzü anlardınız.”
“Tamam oğlum, biz yanlış düşünüyoruz sen doğrusunu biliyorsun. O zaman gidin evlenin ama tekrar söylüyorum Feyza gelin olarak bu kapıdan içeri adımını atamaz!”
“Peki,” diyerek ayağa kalktı Sarp. Daha fazla tartışacak hali kalmamıştı fakat son bir sözü vardı. Bunu yapmaya annesi mecbur etmişti kendini.
“Feyza’yı kabul etmiyorsan beni de unut anne.”
Resti çekmesinin ardından odadan çıktığında dışarı attı kendini genç adam. Sıkıntıyla nefesler alıp verirken başını havaya kaldırdı. Tek istediği Feyza’yla mutlu olmaktı neden bunu çok görüyordu annesi? Neden abisi bir kez olsun destek çıkmıyordu kendine? Onları ikna edemeden çıkamazdı Ethem Bey’in karşısına. Ne diyecekti adama? Annemle abim Feyza’yı istemiyor fakat ben kızınızı çok seviyorum mu? Gözlerini kapadığında ne yapacağına kara kara düşündü. Sonunda sevdiği kadınla bir ilişkisi olmuştu ancak ailesi arkasında değildi ve belki de asla bu evliliği kabul etmeyeceklerdi.
Feyza’nın elini omuzunda elini hissedince gözlerini açtı, hiçbir şey söylemeden boynuna kolunu dolayıp saçlarına öpücük kondurdu Sarp. Kimseye haber vermeden cidden şimdi gidip evlenebilirlerdi ama aileleri yok saymak öyle kolay değildi. Ne Feyza’yla babasının arasına girebilirdi ne de kendi annesinin rızasını almadan evlenebilirdi. Biliyordu çünkü, anne baba rızası olmadan ne kadar severse sevsin mutlu olamazdı insan.
“Nermin teyze kabul etmiyor, değil mi?”
“Edecek. Öyle ya da böyle kabul edecek.”
“Şşşt kötü bir şey söylemek yok. Biz mutlu olacağız. Herkese ve her şeye inat çok mutlu olacağız Feyza’m.”
Sessiz kaldı genç kadın, Sarp’ın dudakları saçlarında gezerken kendini onun kollarına bıraktı. Önlerinde bu kadar engel varken nasıl yapacaklardı? Nasıl mutlu olacaklardı? Daha da önemlisi gerçekten evlenebilecekler miydi? Uzun uzun düşünmüştü evliliği ve sahiden Sarp’la evlenmek istediğini fark etmişti. Sevdiği adam kocası olsun istiyordu. Kalan ömrünü onunla paylaşmak, küçük bir evde onunla bir hayat kurmak… Her gece Sarp’ın kollarında uyuyup her sabaha onunla uyanmak… Evet, evlilik zordu, sorumluluk isterdi. Ki, Meryem bile boşanmak istediğini söylemişti fakat farklıydı Sarp. Sedat gibi bağırıp çağıran biri değildi. Kendi için deli divane olurdu, oluyordu da. On yıl beklemişti. On yıl. O kadar yıl boyunca tek bir kadına göz ucuyla bile bakmayan bir adam asla mutsuz etmezdi kendini. Asla.
“Nermin teyzeyle ben konuşacağım.”
“Evet, konuşacağım ama şimdi değil. Eğer kabul ederse yarın okuldan sonra yemeğe götürmek istiyorum anneni.”
“Feyza,” dedi Sarp kararsızlıkla. Böyle bir adım beklemiyordu sevdiği kadından. Hem ayrıca annesinin onu üzmesinden korkuyordu fakat hayır, yapma da diyemiyordu nedense. Belki işe yarar diye düşünüyordu içten içe.
“Ben Nermin teyzeye kızmıyorum, anlıyorum onu. Senin için korkuyor. Başına bir iş açarım, sana zarar veririm diye korkuyor. O bir anne Sarp. Tek başına üç çocuk büyütmüş bir anne. Kim bilir neler yaşadı, ne mücadeleler verdi? Kolay değil. Gerçekten bir kadın olarak tek başına üç çocuk büyütmek kolay değil.”
Nasıl güzel de saygı duyuyordu Feyza annesine. Belli belirsiz gülümsedi Sarp, keşke annesi de biraz olsun Feyza’yı tanımaya çalışsaydı gerçekten düşündükleri için pişman olurdu.
“Sen harika bir kadınsın ve ben sana çok âşığım.”
Sarp elini tutup avucunun içine ufak bir öpücük bıraktığında ruhunda bir yerlerde çiçeklerin açtığını hissetti Feyza. “Ben de sana,” diye mırıldandı. Aşk dolu bakışlarla kehribar gözlere bakarken masum masum okşuyordu sevdiği adamın yüzünü. Birkaç gündür tıraş etmediği sakallarını kesmişti Sarp ve böyle çok daha yakışıklıydı. Bebek yüzlü olmak onu daha güzel kılıyordu gözünde.
“Ben de bizim aşk kuşları nerede diyordum,” diyerek açtığı kapıdan dışarı çıktı Caner. Otuz iki diş sırıtırken yanında Asu da vardı. İçeride Nermin Hanım’ın söylenip durmasına ikisi de daha fazla tahammül edememişti.
“Caner,” dedi Feyza uyarı dolu bir ses tonuyla.
Sarp başını yere eğdiğinde güldü, kendi kadar arkadaşı da muradına ermişti. Bunun tadını çıkarmak elbette onun da hakkıydı.
“Biraz daha yenge demeye devam edersen ters tarafımı göreceksin haberin olsun.”
“Niye ya? Yengem değil misin? Az önce biz evleniyoruz demediniz mi? Bal gibi de yengemsin işte. Hem alışsan iyi edersin. Sonuçta Akkaya ailesinin gelinisin artık.”
Feyza, karşısındaki adama ters bakışlar gönderirken “Sarp,” diyerek araya girdi Asu. “Bir şey çok merak ediyorum. Caner’i evlatlık aldınız da bizim mi haberimiz yok? Her seferinde kendini nimetten sayıyor beyefendi.”
“Bazı şeyler için kan bağı gerekmiyor Asu’cum. Sarp benim kardeşim, o yüzden Feyza da yengem.”
“İyi tamam,” diyerek pes etti Asu. Gerçekten Caner’le uğraşamayacaktı. “Ben eve giriyorum. Geliyor musun Feyzoş?”
“Sen gir Asu. Feyza bana biraz daha lazım.”
İyice aşk böceği olmuştu Sarp, öyle ki kuzenini bırakmak istemiyordu.
Seviniyordu elbette bu duruma Asu. Neticede o kadar zaman sonra kavuşmuşlardı, yalnız kalmak en büyük haklarıydı. İki âşık el ele yanlarından ayrılırken arkalarından baktı. Sonunda bugünleri de görmüştü.
“Çok yakışıyorlar,” diye mırıldandı Caner. Gözlerini Asu’ya çevirdiğinde belli belirsiz gülümsedi. Belki bu akşam şans kendinden yana olurdu.
Caner’in sözlerinin ardındaki niyeti gayet iyi anlamıştı Asu. Yine ve yine kendine yürümeye çalışıyordu genç adam ancak avcunu yalardı. Daha geçen gün Sena’yla işi pişirmiş değil miydi? Şimdi utanmadan karşısına geçmiş, serseri tavrıyla gözlerine bakıyordu. Hoş onun ar damarı çok önceden çatlamıştı ya.
“Hiç boşuna kendini yorma Caner. Bu yoldan sana ekmek çıkmaz.”
“Doğru, senin bir sevgilin var demi?”
“Her gördüğün kadının üstüne atlarken benim sevgilimin olup olmaması seni hiç ilgilendirmez!”
Asu sözlerinin ardından hızla evine girmek üzere adımladığında Caner tarafından bileği tutuldu. Yine ne vardı? Kendinden daha ne istiyordu bu adam? Gitsin Sena’nın peşinden koşsundu. Sonuçta yeni sevgilisi o değil miydi?
“O ne demek şimdi?” diye sorarak kaşlarını çattı genç adam. Gerçekten tek kelime anlamamıştı Asu’nun dediklerinden.
Oyun oynayacak hali yoktu, Caner’in türlü haltları yiyip yiyip hiçbir şey yapmamış gibi davranması sahiden artık sinirlerini bozuyordu. Bu yüzden lafı hiç dolandırmadan aklındakileri dile getirdi Asu.
“Bana bilmiyormuş numarası yapma. O gece Sena’yı evinden çıkarken gördüm. Şimdi git, onun peşinden koş. Beni de rahat bırak.”
Lafını bitirir bitirmez bileğini çekmek istedi genç kadın ancak Caner izin vermedi. Tuttuğu o narin bileği bırakmadan deniz gözlerin içine baktı. Anlaşılan Asu kendini kıskanmıştı, eh hoşuna gitmediğini söyleyemezdi fakat Sena’yla arasındaki durum hiçte öyle değildi. Asu yanlış anlamıştı olayı.
“Sena’yla aramda bir şey yok.”
Alayla güldü genç kadın, resmen gözleriyle görmüştü Sena’yı, Caner’in evinden çıkarken. Şimdi Caner nasıl inkâr edebiliyordu yediği haltı?
“Aranızda bir şey yok, öyle mi? Ya gözlerimle gördüm gecenin bir yarsı kız, senin evinden çıkıyordu Caner! Bana yalan söylemeyi bırak artık! Senin ciğerini biliyorum ben!”
“İstediğinle istediğini yaparsın beni ilgilendirmez ama bana gelip gözümün içine baka baka yalan söyleme!”
“Bir daha söylüyorum Sena’yla aramda hiçbir şey yok! Asıl sen beni kafanda yargılamayı bırak artık! Yapmış olsaydım, yaptım derdim ama yapmadım! Evet, o gece Sena bana geldi ancak istemedim, reddettim onu! Niye biliyor musun? Seni sevdiğim için!”
Genç adam bağıra bağıra konuşurken ağzının açık kaldığının farkındaydı Asu. Tamam, Caner hep kendine yürümüştü ama o kadar yılın ardından ilk defa yeniden kendini sevdiğini haykırarak söylüyordu. Zorlukla açık kalan ağzını kapadığında tepki veremedi. Caner ise elini, kolunu savura savura konuşmaya devam etti.
“Anla artık Asu, ben yalnız seni seviyorum ve inan senden başkasına yer yok yüreğimde! Sen o Tolga denen herifi ya da bir başkasını sevsen bile ben seni seviyorum! Kır, dök, parçala, bağır çağır ama bu değişmeyecek! Ezelden vurulmuşum kızım ben sana! Ezelden beri unutamamışım seni! Şimdi o iki günlük adama gitmek mi istiyorsun? Buyur, git! Senden aşk dilenen kimse yok zaten!”
Başka bir şey demeden çekip gitti Caner, galiba bu defa gururu galip gelmişti ya da aşkını bağıra bağıra söylerken pes etmişti. Daha fazla Asu’ya diyecek bir lafı yoktu. Hâlâ sevgisinin ne kadar büyük olduğunu anlamıyorsa cidden elinden bir şey gelmezdi. Dediği gibi özgür bir kadındı, istediğini de yapardı. Kendinin hakkı yoktu onun hayatına karışmaya.
Öylece kaldığında elindeki anahtara çevirdi genç kadın bakışlarını. Sahiden Caner kendini dediği kadar çok mu seviyordu? Dudaklarını ıslatıp gözlerini kapadı. Kalp ritmi hızlanırken duygularına esir olmamak için direndi. Olmazdı. Olmazdı işte. Caner ne derse desin affedemezdi onu. Kendine olan saygısından yapamazdı bunu. Anahtarı yerine takıp kapıyı açtığında kendini eve attı. Hiçbir şey düşünmeden uyumak istiyordu. Henüz saat dokuz olmasına rağmen.
***
“Feyzoş bak sen iyi hoş diyorsun da Nermin Hanım’ın sağı solu belli olmaz. Saçma saçma konuşup canını sıkmasın.”
Bir yandan kuzeninin dediklerini dinlerken bir yandan da masanın üzerindeki kitapları karıştırıyordu Feyza. Öğle arası olduğu için öğretmenler odası boştu. Kendi de rahat rahat konuşabiliyordu Asuman’la. Ona haksız diyemezdi fakat kararını vermişti babasından önce Sarp’ın annesiyle oturup ciddi ciddi konuşacaktı. Yumuşak bir dille kendini saygı çerçevesi içerisinde ifade edebileceğine inanıyordu.
“Merak etme ben uygun bir dille konuşacağım onunla. Sarp’ı nasıl sevdiğimi karşısına geçip anlatacağım. Hem babamdan önce Nermin teyzenin bizi anlaması lazım.”
“Keşke hiç bu işlere girmeden Sarp’la nikâhı bassanız da kaynanan da ağzının payını alsa.”
“Asuman lütfen Nermin teyze, Sarp’ın annesi onun hakkında böyle konuşman hiç hoş değil.”
“Bakıyorum da müstakbel kayınvalidene hiç laf söyletmiyorsun.”
“Ben hiçbir kadının, bir kadına laf söylemesine izin vermem biliyorsun ve ayrıca yıllardır süregelen bu gelin kaynana kavgasını bir de ben devam ettirecek değilim. Sarp benim sevdiğim adam, annesiyle arasına girmek gibi bir niyetim yok. Kaldı ki, eğer boş yere Sarp’ı doldurup üzersem biz hiç mutlu olamayız. Madem bir ilişkiye başladık o zaman birbirimizin ailesini sevmesek bile onlara saygı duymak zorundayız. Nasıl ki babamın Sarp hakkında ileri geri konuşması hoşuma gitmiyorsa ben de, Nermin Hanım’ın hakkında kötü konuşamam. İlk başta kendime yakıştıramam bunu.”
“Hay senin şu kahrolası ilkelerin! İnsan ağız tadıyla kaynana muhabbeti bile yapamıyor ya!”
Belli belirsiz güldü Feyza, elindeki kalemi masaya bırakıp arkasına yaslandı. Asuman için üzgündü fakat şaka bile olsa sevdiği adamın annesine söz söyletecek değildi.
“Başka kuzen seçeneğin olmadığı için üzgünüm.”
“Sen eve gel, ben senin ifadeni öyle alacağım.”
“Biraz beklemen gerekiyor çünkü öncesinde Nermin teyzeyle çıkacağım.”
“Henüz değil, okuldan dönüşte uğrayıp öyle ikna etmeyi düşünüyorum.”
“İyi, Allah Yâr ve yardımcın olsun.”
“Amin. Hadi ben kapatıyorum gelince uzun uzun konuşuruz.”
Telefonu kapatıp masanın üzerine koymasının ardından iç geçirdi genç kadın. Gerçekten işi zor görünüyordu ancak kendine de güveniyordu. Evlilik kararını hemen kabul etmezdi de Nermin Hanım, belki Sarp’ı ne kadar çok sevdiğini görürdü. En azından bu kadarını anlamasını umuyordu. Sarp olmadan hayatına devam etmek istemiyordu artık. Sevdiği adamla bir ömür mutlu olmak tek dileğiydi. Kafasındaki sorulardan kurtulmak için ayağa kalktığında kapının ucundan Sırma’yı gördü. Bir de bu kız vardı, hâlâ Sarp konuşamamıştı onunla. Hoş ne konuşacaktı ki, ne diyecekti Sırma’ya? Belki de bu işi de kendinin halletmesi gerekiyordu. Sırma’nın canını yakmadan her şeyden önce bir kadın olarak konuşmak daha iyi olabilirdi. “Sırma,” diye seslendi o yüzden genç kıza.
Feyza’nın sesini duyduğunda arkaya doğru başını çevirdi Sırma. Hocası ile göz göze gelince yutkundu. Niye kendine seslenmişti şimdi? Ürkek adımlarla ona doğru yaklaştığında sesinin titrememesi için gayret etti.
“Gel, biraz konuşalım seninle,” diyerek öğrencisini bahçeye doğru yönlendirdi genç öğretmen. Ulu orta değil, tenha bir köşede konuşmaları lazımdı. Bahçeye çıktıklarında uygun bir yere oturdular. Sırma tedirginlikle hocasına bakarken diyeceklerini korku ve merakla bekliyordu.
“Nasıl olduğunu merak ediyorum Sırma. Büyük bir kayıp yaşadın ve bunun üstesinden tek başına geldin. Ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha herkese gösterdin ama güçlü olmak zorunda değilsin. Ben buradayım, yanındayım, elinden tutmak için hazırım. Bana her şeyi anlatabilir, benimle her şeyi paylaşabilirsin.”
Nemli gözlerini Feyza’ya çevirdiğinde dudaklarını dişledi genç kız. Ne diyeceğini, ne demesi gerektiğini bilmiyordu. İlk günden beri öğretmeni yanında olmak için çabalayıp durmuştu kendi ise onun evleneceği adama karşı içinde aşk beslemeye devam ediyordu. Ne büyük ahlaksızlık! İçinden kendine kızarken “hocam,” diyebildi zoraki.
“Hocam ben… Ben gerçekten ne diyeceğimi bilemiyorum. Size ne kadar teşekkür etsem az ama babamın kaybını anlatabilmem hatta atlatabilmem mümkün değil. Annem yoktu, hiçbir zaman yanımda değildi fakat şimdi babamı apansız kaybetmek o kadar acı ki…”
“Seni anlıyorum dersem yalan söylemiş olurum Sırma ama inan acını paylaşıyorum ve acına saygı duyuyorum. Yas tutmayı bırak artık demek sanırım yapabileceğim en büyük hadsizlik olur…”
“Esteğfurullah hocam,” diyerek Feyza’nın sözünü aniden kesti Sırma. Hiç olur muydu öyle şey?
Genç kızın omuzunu sıvazlarken “İnan ki öyle,” dedi Feyza. Zira babasını kaybetmiş gencecik bir kıza yas tutmayı bırak, kendi hayatına bak, demek hadsizlik değil de neydi? O acıyı anlamasa bile saygı duymalıydı insan.
“O yüzden ne zaman istersen, ne konuşmak istersen ben buradayım. Belki baban hakkında bir şeyler anlatmak istersin belki…” Bir an durup Sırma’nın gözlerinin içine baktı genç kadın. Doğru kelimeleri bulmaya çalışır gibi bir hali vardı.
“Belki başka bir konuda, bana söylemek istediğin bir şey olur. Kimseye söyleyemediğin, açamadığın herhangi bir şey. Hocamdır, diye çekinme çünkü hepimiz zamanında gençliğin körpe çağlarından geçtik. Seni dinlemeye ve anlamaya hep hazırım Sırma.”
Ne ima etmeye çalışıyordu Feyza? Yoksa… Yoksa anlamış mıydı Sarp’a olan karşı duygularını? Eğer anlamışsa gelip kendine kızmayacağını biliyordu Sırma çünkü hocası hiçbir öğrencisini rencide etmezdi. Fakat yine de bu kadar yumuşak olur muydu, emin değildi. Dudaklarını dişlemeye devam ederken dilinden bir minnet cümlesi döküldü.
“Teşekkür ederim hocam, çok sağ olun.”
“Bir şey yapmadım ki Sırma. Hadi zil de çaldı sınıfa artık.”
Genç öğretmenin sözleri üzerine ayağa kalkıp sınıfa doğru yol aldığında huzursuzluğunun git gide büyüdüğünü hissediyordu Sırma. Daha fazla içinde tutamıyordu duygularını. Feyza bu kadar çok kendine anlayışla yaklaşırken utanmadan Sarp’ı sevdiği için suçluyordu kendini. Belki de bu yüzden gün sonunda gidip itiraf edecekti Sarp’ı sevdiğini.
Sırma’nın ardından Feyza da sınıfa girdiğinde pek memnun olmayan bir ifade vardı yüzünde. Yavaş yavaş bu dönem de bitişe yaklaştığı için son sınavlar yapılmıştı ve öğrencilerinin hepsi Edebiyattan düşük notlar almıştı. Birinci sınavları da bayağı kötüydü zaten. Öğrencilerinden önce kendini sorgulamıştı, iyi bir öğretmen olmayı başaramamış mıydı yoksa? Yeterince edebiyatın değerini öğretememiş miydi onlara? Hayır, notların bu kadar kötü olması öğrencilerinin değil, bir öğretmen olarak kendinin başarısızlığıydı. Buna benzer muhtelif konuşmalar yaptı sınıfta, amacı gerçekten vicdan filan yaptırmak değildi sadece yanlışını bulmak isteyen bir öğretmendi. Fakat öğrenciler suçlu gibi başlarını öne eğdiler. Feyza hocalarına böyle düşünmesine neden oldukları için gerçekten utanmışlardı. Feyza ise daha fazla onları üzmemek için telafi sınavı yapacağını açıkladı, öğrenciler ise bu kez daha çok çalışacaklarına dair sözler verdiler. Lakin teneffüs zili çalar çalmaz planlarını uygulamaktan çekinmediler.
Sınıftaki herkes biliyordu Çiçek’in abisiyle, Feyza hocanın arası gayet sıcaktı. Üstelik arkadaşlarının karşı komşusuydu genç öğretmen. Bu yüzden onun sınav sorularını kolaylıkla alabileceğine eminlerdi.
“Çiçek hadi ya, yap bize bir kıyak.”
“Ya gidip Feyza hocadan sınav sorularını mı isteyim Suna?”
“Bunu Feyza hocaya söyle diyen kim akıllım?” diyerek araya girdi Nisa. Kendinin de kafasında şeytani planlar vardı. Çiçek kendine itiraz eden bakışlarla bakarken omuzlarını silkti. Sonunda anlamıştı neyden bahsettiklerini.
“Ne kadar zor olabilir ki? Eve gireceksin soruların resmini çekip bize atacaksın.”
“Hayır hayır. Ben böyle bir şey yapamam!”
“O niye? Sanki daha önce yapmadığımız şey. İlk defa mı soruları çalacağız Çiçek?”
“Buket,” dedi genç kız umutsuzca. Hepsi birden üstüne gelirken kendi, sırasında oturuyor arkadaşlarında gözlerini gezdiriyordu. Tam bir korkak olduğunu söyleyerek şartları zorluyorlardı. Yapamazdı. Yapamazdı Çiçek. Gidip Feyza’nın evinden soruları çalamazdı. Feyza şöyle kalsın, Sarp bir kere affetmezdi kendini. Hiç olmadığı kadar büyük olurdu abisinin öfkesi. Hele de onlar evlilik arifesinde iken. Arkadaşları konuşmaya devam ederken hırsla ayağa kalktı Çiçek. “Hayır!” diye bağırdı sert bir sesle.
“Ben böyle bir şey yapmayacağım! Çok istiyorsanız siz gidip alın soruları beni de bu işe karıştırmayın!”
Daha başka bir şey demeden sınıftan çıktı genç kız. Hızlı adımlarla nereye gideceğini bilmeden yürürken sol tarafındaki şeytanın söylediklerini duymazdan gelmeye çalışıyordu. Sınıfındaki herkes kendini dışlasa da, gidip sınav sorularını çalmayacaktı. Bir hırsız gibi Feyza hocasının evine girip o sorularının resmini çekmeyecekti. Hiçbir şeyden emin olmadığı kadar bundan emindi.
***
Beni kırmadığınız için teşekkür ederim Nermin teyze.”
Feyza bardaklara su doldururken sessiz kaldı yaşlı kadın. Okuldan sonra kendini ne yapıp ne edip lüks bir restorana getirmişti Feyza. Aslında bir yandan iyi de olmuştu bu çünkü ona diyeceği iki çift laf vardı. Siparişler verilmişti, şimdi de Feyza gayet ciddi bir şekilde oturuyordu karşısında.
“Benim de sana diyeceklerim var hoca hanım o yüzden geldim seninle buralara kadar.”
“Elbette,” diyerek sürahiyi yerine koydu genç kadın. Bardağını dudaklarına götürüp bir yudum su içmesinin ardından saygılı bir şekilde gülümsedi. “Konuşmak için geldik ya buraya.”
“Bak Feyza hoca,” diyerek söze başlayacak olmuştu ki, Nermin Hanım garson yemekleri getirince lafını geri yuttu. Garson kebap ve mezelerle masayı süslemesinin ardından yanlarından ayrıldı. Feyza önünde duran etten bir parça koparıp ağzına attı. Rahat görünmek istiyordu. Lokmasını yutup “Sizi dinliyorum,” dedi.
Derin bir nefes aldı yaşlı kadın, biraz daha öne gelip Feyza’yla göz teması kurdu. Ellerini birleştirip her şeyi açık açık konuşmaktan çekinmedi.
“Bak kızım biz kendi yağımızda kavrulan insanlarız. Başkasının aşında gözümüz olmadı hiç, sen ise okumuş, öğretmen olmuş kadınsın. Oğlum anlamıyor bari sen anla. Ne Sarp seni mutlu edebilir, ne de Sarp’ı mutlu edebilirsin. Davul bile dengi dengine… Ailen kodaman insanlar, huzur vermezler bize. Böyle şartlar üzerine yuva kurulmaz. Hadi istediğin oldu evlendin oğlumla, yapamayacağını anladığında ne olacak? Bir de, karnında bebeğin varsa… Yazık değil mi? Sana da, oğluma da yazık değil mi Feyza hoca?”
“Hem senin nişanlın yok mu? O İlker midir nedir senin nişanlın değil mi? Niye oğlumu bulaştırıyorsun bu işlere? Sarp’ın başını yine yakmak mı istiyorsun? Daha lisedeyken senin yüzünden ne işler geldi onun başına. Ben oğlumu sokakta bulmadım, tek bir kılına zarar gelse benim aha şu ana yüreğim yanar. Onca yıl sonra gelip yine evladımın başına çoraplar örmene izin vermem. Uğraşma bizimle, var git yoluna, bırak oğlumun yakasını. Bırak o da yuva kursun artık kendine.”
“Denedim,” dedi Feyza dolu dolu gözleriyle. Ağlamak istemiyordu, güçlü durmak istiyordu. Pes etmek yoktu bu kez. Daha kendi diyeceklerini dememişti. Başını havaya kaldırdığında akmak için direnen gözyaşlarını geri gönderdi. Kollarını masada birleştirmiş rahat bir pozisyonda oturuyordu. Gözlerini yeniden karşısındaki kadına sabitlediğinde bir an olsun bocalamadı.
“Yemin ediyorum denedim. Sarp mutlu olsun, başkasını sevsin istedim. Sırf bu yüzden… Bu yüzden İlker için nişanlım dedim ama ortada öyle bir şey yoktu. Yalnızca Sarp benden vazgeçsin diye uydurdum bu yalanı. Ayşen’le nişanlandığında içim yansa da bir aile kuracak dedim ama yapamadım. Yapamadım Nermin teyze. Yapamıyorum. Sarp’ı bu kadar çok severken ne kadar çabalarsam çabalayım uzak duramıyorum ondan. Biliyorum oğlunuzun başına iş açmamdan, ona zarar vermemden korkuyorsunuz kızamam, haklısınız. Aynı şeyleri ben de defalarca düşündüm ama düşünmekle olmuyor. Annem de, babam da zor insanlar, bu evliliğe onlar da sıcak bakmayacak. Belki… Belki çok şey yaşayacağım ailemle fakat Sarp’tan vazgeçemem. Ben onu çok seviyorum. İnanın Sarp’ı o kadar çok seviyorum ki… Asla mutsuz etmem onu. Asla. O da beni etmez. Etmeyecek. Sarp’ı siz doğurduğunuz, siz büyüttünüz, ben ise size böyle güzel bir evlat yetiştirdiğiniz için teşekkür ediyorum. Sarp bu dünyada eşi bulunmayacak kadar güzel bir adam ve ben o adamla sıcak bir yuva kurmak istiyorum. Lütfen… Lütfen en azından siz, bizim yanımızda olun. Annemler fırtına koparacak, bundan kaçamam ancak siz yanımızda olursanız biz daha güçlü oluruz. Lütfen Nermin teyze… Lütfen bize sırtınızı dönmeyin. Sizin desteğinize gerçekten ihtiyacımız var.”
İlk defa karşısında bu kadar cesur konuşuyordu bu kız, ilk defa oğlunu nasıl sevdiğini anlatıyor, onunla evlenmek istediğini dile getiriyordu lakin yumuşayamıyordu hemen. Katı yürekli olduğundan değil, evladı için endişe ettiğinden. Sıkıntıyla nefes aldığında gözleri elini tutan eli buldu. Sahiden kendinden destek istiyordu Feyza, rol olamayacak kadar gerçekçiydi sesi ve yaşlı kadın ne diyeceğini bilmiyordu. Bu iş olmaz diyerek kestirip atabilirdi ancak oğlunu tamamen kaybetmekten de korkuyordu.
“Benim rızamı almak istiyorsun da ben oğlumu nasıl bile bile ateşe atayım? Elini vicdanına koy, öyle konuş Feyza hoca. Ailenin eli kolu uzun, Sarp’ın başına bir iş getirseler ne yaparım ben? Nasıl dayanırım evladımın acısına?”
“İzin vermeyeceğim. Ne annemin, ne babamın Sarp’a dokunmasına asla izin vermeyeceğim. Size söz veriyorum Sarp’ın başına hiçbir şey gelmeyecek. İnanın bana eğer onun canı yanarsa sizin kadar benim de yüreğim yanar.”
“Liseden beri ikimiz de unutamadık birbirimizi. Ayrı geçirdiğimiz on yıla rağmen içimizdeki bu çocukça sevgi daha da büyüdü. O kadar büyüdü ki, bir aşk pınarı oldu. Belki size bunları söylerken utanmamı bekliyorsunuz ama hayır utanmıyorum çünkü ben utanılacak bir şey yapmıyorum. Oğlunuzu anlatamayacağım kadar çok seviyorum. Tamam, on altı, on yedi yaşındayken bunları size söyleyecek cesaretim yoktu, dediğim gibi ikimiz de çocuktuk o zamanlar fakat şimdi yetişkin insanlarız ve birlikte bir hayat kurmak istiyoruz. Tabii sizin de rızanızı alarak. Lütfen Nermin teyze, ikimiz için de üzülmesin Sarp. Annesiyle, sevdiği kadın arasında kalmasın. Oğlunuza bu kadarını çok görmeyin. Eminim, onun mutluluğunu benim kadar siz de istersiniz, yanılıyor muyum?”
“Hadi hadi,” dedi Nermin Hanım konuyu değiştirmek ister gibi. Ya da köşeye sıkıştığının farkında olarak kurtulmaya çalışıyordu. “Önce iki lokma bir şey ye, bir deri kemik kalmışsın zaten hasta olma başımıza.”
Yaşlı kadının yumuşayan bakışlarını görünce gülümsedi Feyza. İtiraz etmedi, soğumuş olmasına karşın lezzetini koruyan kebabını iştahla yedi. Nermin Hanım ona bakarken yeniden iç çekti. Oğlu kadar Feyza da vazgeçmeyecekti bu işten. Sıcak ekmekten kopardığı parçayı ağzına atarken uzun uzun düşündü. Ya bu işin sonunda evladını kaybedecekti ya da gönlü el vermese de Feyza elini öpecekti. Büyük bir ikilemin arasındaydı ve nasıl bir karar vereceği henüz belli değildi.
“Senin ailene çekmediğin belli.”
Bu ne demekti bilmiyordu genç kadın ama görüyordu bir umut vardı. Nermin Hanım razı olmuşta, belli etmek istemiyor gibiydi. Olsun, onun bir adım attığını düşünüyordu. Kavgaya, gürültüye gerek yoktu işte. Tatlı dil her şeyi çözerdi. İki yetişkin kadın olarak gayet medeni bir konuşma yapmışlardı, devamı da güzel olacaktı. İnanıyordu.
***
Hemşire olmaya karar verdiği ilk gün kurtarılan hastalar kadar vefat eden hastaları da göreceğini biliyordu Asu. Sonuçta kimsenin elinde sihirli bir değnek yoktu ölümü yok eden. Fakat bazen bildikleri yetmiyordu. Zira elinde yeni doğan bir bebek ölmüştü bugün ve yaşadığı acıklı olay kendini derinden sarsmıştı. Birkaç defa hastanede vefat eden hastalar olsa da, ilk kez yeni doğan bir bebek elinde can vermişti. Bunun vebalini taşımak hiçbir şeyin ağır gelmediği kadar ağır geliyordu kendine. Bir şeyler yapabilirdi o an, yapmalıydı hatta ama sağlık çalışanı olmasına rağmen engel olamamıştı minicik bir canın vefat etmesine. Daha atmaya başlamadan durmuştu kalbi, nefes almadan iflas etmişti gelişmemiş ciğerleri. En acısı ise anne ve babaya o acılı haberi vermekti. Yavrusunu bin bir sancıyla dünyaya getiren kadına bebeğiniz ex oldu demek hiçte kolay değildi. İyi ki bunu kendi yapmamıştı. Soğukkanlı olması gerektiğini biliyordu fakat böyle bir durumda hangi vicdan sahibi insan soğukkanlı olabilirdi?
Kafasındaki düşüncelerle, gözündeki yaşlarla mahallede yürürken kurtulamıyordu vicdan azabından. Apar topar acile gelmişti Ozan bebek. Nefes alışları çok yavaştı, ciğerleri gelişmemişti kalbi zor atıyordu ve o bebeğin bakımlarını yapmak kendinin göreviydi. Doktor gelene kadar bir şekilde yaşatmalıydı o bebeği ama yapamamıştı. Gücü minik bir canı kurtarmaya yetmemişti ve o küçücük elleri arasında ölmüştü. Oysa… Oysa varla yok arasındaki saçlarla minicik bedeniyle nasıl güzeldi. Yaşamalıydı o. Bir şekilde o bebeği kurtarmalıydı. Bu yüzden hemşire olmamış mıydı? İnsanları kurtarmak için seçmemiş miydi bu mesleği? Dudaklarının arasından ufak bir hıçkırık kaçtığında omuzuna dokunan bir el hissetti. Başını yana çevirince yeşil gözleri görmesi şaşırtmadı kendini. Caner yine yanındaydı işte.
Hiçbir şey demeden, açıklamadan Caner’e sarıldı Asu. Gözyaşları genç adamın boynunu ıslatırken Caner’in elleri belini sardı. Ne olmuştu bu kıza? Niye böylesine darmadağındı? Bilmiyordu fakat kendine ihtiyacı olduğunu biliyordu Caner.
“Ne oldu sana böyle? Kim üzdü seni?”
“Kimse üzmedi,” diyerek zorlukla geri çekildi genç kadın. Caner’in gözlerine bakarken biraz olsun kendini toparlamaya çalıştı.
“Yeni doğan bir bebek geldi acile, ciğerleri o kadar zayıftı ki nefes alamıyordu ve ben onu kurtaramadım Caner! O… O minicik bedeniyle ellerimin arasında ölürken ben hiçbir şey yapamadım! Hiçbir şey!”
Avuçlarına bakıp konuşurken yeniden gözyaşlarına boğuldu Asu. Yaşadığı bu olayı kolay kolay atlatamayacağını biliyordu. Caner’in kolları kendini tekrardan sardığında itiraz etmeden ona sığındı. Birine tutunmaya gerçekten ihtiyacı vardı. Saçlarında, sırtında ellerini dolaştırırken genç adam, kendi hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Böyle bir vicdan azabını taşımak öyle ağır geliyordu ki…
“Elinden geleni yaptığına eminim sonuçta doktor değilsin ya da elinde sihirli bir değnek yok.”
“Bir şey yapmalıydım ama! O bebeği kurtarmalıydım!”
“Asu,” diyerek genç kadının yüzünü avuçlarının arasına aldı Caner. Yanaklarını usul usul okşarken ona destek olmak için çabalıyordu.
“Hayatın gerçeği bu. Ebeler bile kim bilir her gün kaç bebeğin ölümüne şahit oluyor. Kaç bebek daha doğmadan anne karnında ölüyor. Kendini suçlama, ne olur bunu yapma. Bile isteye öldürmedin sen o bebeği. Kurtarmak için ne kadar çabaladığını tahmin ediyorum fakat bazen… Bazen kaderin önüne geçemiyoruz. Üzülmeni anlıyorum ama kendine bu kadar yüklenme. Sen gerçekten harika bir hemşiresin.”
Gözyaşlarını sildiğinde Caner’in sözleri işe yaradığından olsa gerek biraz daha toparlanmıştı Asu. Genç adam bunu fark ettiğinde “Hadi,” dedi. Feyza daha dönmemişti ve sevdiği kadını böyle bir haldeyken yalnız bırakamazdı.
“Hadi gel bana geçelim oturur biraz soluklanırsın.”
İtiraz edecek gücü yoktu o yüzden Caner’in yönlendirmesine uygun olarak onun evine doğru adımladı genç kadın. Birlikte eve girdiklerinde yaşadığı duygu yoğunluğunu boş vererek kanepeye oturdu. Caner ise mutfaktan su getirdi. Asu suyu alıp içtiğinde biraz daha toparlandığını hissediyordu. Caner hiçbir şey demeden yanına oturduğunda kendine engel olamadan kumral saçlarda parmaklarını gezdirdi. Dün gece söylediklerinden pişman değildi bilakis duygularını itiraf ettiği için rahatlamıştı. Her şeye rağmen sevdiği kadın Asu’ydu.
“İyiyim,” diyerek elindeki bardağı yanında duran sehpaya bıraktı Asu. Genç adamın ellerİ saçlarında dolaşırken biraz yana kayıp aralarına mesafe girmesini sağladı. Dün gece duyduklarından sonra nasıl davranması gerektiğini bilmiyordu. Fakat yine de Caner’e karşı mesafesini korumalıydı.
“Özür dilerim,” dedi Caner, Asu aralarına mesafe koyunca onun rahatsız olduğunu anlamıştı. Haklıydı da, sonuçta sevgilisi vardı. Öne eğildi, öfkesinden ellerini ovuşturup durdu. Gözlerini genç kadına çevirince kelimeler kendinden izinsiz döküldü dilinden.
“Tolga’yla aramda bir şey yok.”
Asu aniden gerçeği itiraf ettiğinde dudaklarını ısırdı. Niye böyle bir şey söylemişti? Caner gerçeği bilmese de olurdu.
“Na- nasıl? Hani hayatımda başkası var diyordun?”
“Ben öyle zannetmişim. Tolga da adam değilmiş.”
Evdeki sessizlik git gide büyürken neden tuhaf hissettiğini anlamıyordu genç kadın. İlk defa gelmiyordu Caner’in evine. Daha önce Feyza’yla da gelmişti fakat yıllar sonra bu evde ilk defa Caner’le yalnız kalıyordu. Galiba kendine garip hissettiren de buydu. Ki, bu evde sevdiği adamla yalnız kaldığı tek gece, o malum geceydi. İkisinin de aşk oyununda kaybettiği o gece.
“Asu sana bir soru sordum! Tolga sana bir şey mi yaptı?”
Yüksek çıkan sesine engel olamadan yüzündeki ellerini indirip yeşil gözlere öfkeyle baktı Asu. Her şeyi yeniden hatırlıyor, o geceye dair hatıralar beynine istila ediyordu ve kendi, kendine bir daha sinirleniyordu.
“Duydun mu hepinizin yaptığını yaptı Tolga da! Senin gibi, Baran gibi, Jack gibi, Aykut gibi… Ama ben niye şaşırıyorsam hepinizin amacı aynı!”
Hayır, Asu’nun hayatında farklı farklı erkeklerin olduğuna öfkelenmiyordu Caner, kendini o saydığı adamlarla aynı kefeye koymasına kızıyordu. Sütten çıkmış ak kaşık olmayabilirdi ama genç kadının bahsettiği gibi bir erkekte değildi.
“Beni onlarla karıştırma! Sen doğru düzgün kimseyi alamamışsın hayatına!”
“Doğru, seni kimseyle kıyaslayamam çünkü senden başka kimse beni yatağa atmak için iddiaya girmedi!”
“Zevk alıyorsun demi bunu her defasında yüzüme vurmaktan?”
Sessiz kaldı Asu, koltuğa bıraktığı çantayı eline alarak ayağa kalktı. Kabul ediyordu, yine tartışmaktan kaçıyordu.
“İstediğini düşün, ben gidiyorum.”
Birkaç adım atmıştı ki Asu, salonda duran kitaplığın rafındaki pembe tüylü kalemi gördü. İçinden olamaz, derken kitaplığa yaklaşıp kalemi eline aldı. Bu kalem… Bu kalem… Lisede kullandığı, en sevdiği kalemdi. Şimdi hatırlıyordu, şimdi bir aydınlanma yaşıyordu. On iki yıl önce, henüz onuncu sınıftayken anahtarını evde unuttuğu için Caner’de kalmıştı. Necla Hanım’la da ilk o zaman tanışmıştı, yaşadığı anılar gözlerinin önünden geçip giderken iki damla gözyaşı düştü gözlerinden. O günden sonra bu kalemi bir daha hiç bulamamıştı, Caner’e sormuştu sormasına fakat Caner görmedim demişti. Her zamanki gibi yalan söylemişti işte, kalemi alıp sakladığı halde görmedim demişti. Eğer tesadüf eseri şimdi bu kalemi görmeseydi asla bilemeyecekti kalemin Caner’de kaldığını.
“Hani görmemiştin bu kalemi? Hep yaptığın gibi yalan söyledin demi?”
“Yalan söylemedim, senden bir hatıra kalsın istedim. Pişman da değilim çünkü senden geriye başka hiçbir şey kalmadı.”
Öfkeyle kalemi yere fırlattı Asu, basit bir kalem için akmıyordu gözyaşları bu kadar çok duygularını alt üst ettiği için sinirliydi Caner’e. Ona doğru bir adım attığında ellerini savurup durdu.
“Bir kere… Yalnızca bir kere dürüst olmanı istedim! Yalnızca bir kere bana yalan söyleme istedim! Ya sen niye benim canımı bu kadar çok yakıyorsun? Benden ne istiyorsun Caner? Söyle ne istiyorsun?”
Genç kadının öfkesine inat sakinlikle ona yaklaştı Caner. Asu’nun yüzünü avuçlarının içine aldığında gözlerine aşkla baktı. İstediği kadar bağırıp çağırabilirdi ama faydasızdı. Ne yaparsa yapsın âşıktı işte. Hem de kör kütük. Eğer bu yüzden gurursuz bir adamsa, kabul ediyordu en büyük gurursuzdu.
“Yalnızca bizi Kabul etmeni istiyorum.”
O yeşil gözler nefesini keserken yutkunma ihtiyacı hissetti Asu. “Ne?” diye mırıldanırken karmakarışık bir ruh hali içinde olduğunu biliyordu.
“Kabul et… Kabul et Asu biz birbirimize aidiz. Bakma öyle bal gibi de öyleyiz. Ne sen başkasıyla yapabilirsin ne de ben.”
“Sen öyle san,” diyerek Caner’in ellerini hırsla indirdi genç kadın. Yine saçmalamaya başlamıştı karşısındaki adam. “Ben kimseye ait olmam ama sen istediğine ait olabilirsin!”
“Bir gün… Elbet bir gün bu inadını bırakacaksın da, o zaman çok pişman olacaksın.”
“Başkasına gittiğin için mi? Hiç sanmam.”
“Hayır, artık hayatta olmadığım için. Ben ölmeden kıymetimi anlamayacaksın çünkü.”
“Biraz daha saçma saçma konuşmaya devam edersen ölümün benim elimden olacak!”
“İtiraz eden kim? Karşındayım işte.”
“Ben gidiyorum, daha fazla gevezeliklerine katlanamayacağım.”
“İyi, güle güle,” dedi genç adam Asu salondan çıkıp giderken. Dudaklarında hala hınzır bir gülüş vardı. Ne yapsın seviyordu bu kızla uğraşmayı.
“Ama biliyorum sonunda ya beni, ya canımı alacaksın. Merak etme ikisine de rızam vardır.”
Çarpan kapının sesini duyduğunda keyifle gülümsedi Caner. Yerdeki kalemi alıp koltuğa oturdu. Kalemi parmaklarının arasında çevirmeye devam ederken uzaklara daldı. Keşke Asu bu kalemi sakladığı için kendine kızmak yerine, neden sakladığını düşünseydi belki o zaman aşkının bir heves değil, sonsuz bir sevgi olduğunu anlardı. Yıllar yılıdır bitip tükenmeyen bir sevgi olduğunu.
Caner’in evinden çıktığında öfkeli mi yoksa kırgın mı olduğunu bilmiyordu Asuman. Hastanede yaşadığı olayı da, Caner’le saçma tartışmasını düşünmeye mecali yoktu. Şu an evde gidip bol köpüklü bir kahve içerek dinlemeyi istiyordu yalnızca. Tabii kuzeninin gelmiş olmasını da. Zira onunla dertleşmeye ihtiyacı vardı. Umuyordu ki, onun Nermin Hanım ile görüşmesi iyi geçmiş olsun.
***
Yatısı ezanı okunurken yanlış bir karar vermediği için kendini ikna etmeye çalışıyordu Meryem. Tezgâhın üzerindeki bulaşıkları makineye yerleştirirken kafasındaki düşüncelerle de boğuşuyordu. Garip bir şekilde olay çıkarmadan, kavga etmeden kabul etmişti Sedat boşanmayı. Peki şimdi ne olacaktı? Her şey öyle kolay olmuyordu işte. Nermin Hanım dün akşam uzun uzun kendiyle konuşmuş, kocanı bırakıp gitmek yakışmaz sana demişti. Neden, diye sorguluyordu genç kadın. Neden boşanmak kendine yakışmasındı? Ayıp bir şey mi yapıyordu? Mutlu olmadığı evliliğini bitirmek istiyordu sadece. Peki sonra ne olacaktı? Çocuklarını alıp nereye gidecekti? Abilerinin yanına dönemezdi. Tek başına ev tutsa… Bunun altından kalkabilir miydi? Düzenli bir geliri yoktu ki. Ayrıca Cem’le, Zeynep’e nasıl söyleyecekti bunu? Nasıl babanızla ayrılıyoruz diyecekti onlara? Zaten bunu yapmaya hakkı var mıydı? Çocuklarını babalarından koparmaya hakkı var mıydı?
Çiçek’in sesini duyunca düşüncelerinden sıyrıldı Meryem. Başını genç kıza çevirdiğinde “Efendim,” dedi. Aynı zamanda elindeki tabağı sudan geçirdi.
“Abimle gerçekten boşanacak mısınız?”
Akan suyu kapadı genç kadın, Çiçek’e yaklaşıp onun omuzlarına ellerini dayadı. Biliyordu, Sarp’ta, Çiçek’te üzülmüştü bu kararına. Onları bırakmak kendine de zor geliyordu fakat Sedat’la boşanıyor diye her şey bitmiyordu ya. Elbette görüşecekti ikisiyle de.
“Sana kızmıyorum ben bile abime tahammül edemiyorum sen o kadar yıl geçirdin onunla. Abim asla senin gibisini bulamaz ama ben… Ben gitmeni istemiyorum. Zeyno’yla, Cem de gitmesin. Hep bir arada olalım istiyorum. Çok sorun çıkarıyorum belki ama ben gerçekten bir arada olduğumuz için mutluyum.”
“Ben de sizinle mutluyum fakat evlilik çok daha farklı. Sedat’la benim aramda olanların hiçbirinizle alakası yok. Siz benim ailemsiniz. Bazı şeyler olmayınca olmuyor ama. Yoruldum Çiçek, bazı şeylerden çok yoruldum. Beni anlamanı bekleyemem, bu genç yaşında benim dertlerimle uğraşma, boş ver.”
“Olur mu öyle şey yenge? Ne zaman bir şeye ihtiyacım olsa ilk sen koştun, ne zaman başım sıkışsa ilk sana söyledim. Anneme anlatmadıklarımı sana anlattım. Şimdi senin derdini paylaşmama izin ver.”
Genç kız içtenlikle konuşurken, Meryem burukça gülümsedi. İşte bu sevgi her şeye değerdi. Çiçek’i çekip sımsıkı sarıldı. Bir abla edasıyla sarılıp sarmaladı onu.
“Büyükler dert anlatmak için değil, küçüklerin derdini dinlemek için vardır.”
“Yetmiş yaşındaymışsın gibi konuşma yenge daha çıtır, gencecik kadınsın.”
“Sen de körpeceksin ve o bu körpecik çağında evlilik meseleleri için boşuna sıkma canını. Hadi odana çık, ben de Cem ödevlerini yaptı mı, kontrol edeyim.”
Ne kadar ısrar ederse etsin yengesi oturup kendiyle dertleşmeyecekti bu yüzden pes etti Çiçek. Genç kadını gözleriyle onaylayıp odasına doğru yol aldı. Meryem ise bulaşıklara döndü. On, on beş dakika sonra işi bitince Cem’in odasına çıktı. Sedat’la, Sarp henüz gelmemişti eve. Oğlunun ödevlerine bakarken aklına Sarp geldiği için iç çekti. Bir de tam Sarp, Feyza’yla işleri yoluna koymuşken boşanma kararı almıştı. Yaptığı bencillik değil de neydi? Fakat uzun uzun düşünmüş, yine kendi kafasında kararlar almıştı. Bu saatten sonra Sarp beklemezdi daha fazla, en kısa zamanda takardı yüzüğü Feyza’ya. İşte o zamana kadar bekleyecekti Meryem. Kardeşi gibi sevdiği adamın mutluluğunu bozamazdı neticede. Sarp nişanlanmadan avukata dahi gitmeyecekti, boşanma kararını almışken Sedat’la aynı çatı altında yaşaması garip olsa da yapabileceği bir şey yoktu. Sarp’ın hatırına birkaç ay daha tahammül edebilirdi galiba kocasına.
İki kardeş eve döndüğünde Nermin Hanım mutfakta yemek hazırladı onlara. Sarp’la konuşacakları vardı çünkü. Sedat’ın da burada olması iyiydi. O da duymalıydı neticede verdiği kararı. Oğullarının karşısına oturduğunda Allah beni pişman etmesin, dedi içinden sonra da bakışlarını Sarp’a dikti. “Sarp,” dediğinde, genç adam kaşığına aldığı çorbayı geri tabağa bırakıp annesine dikti bakışlarını. Sabahtan beri Feyza’nın annesiyle ne konuştuğunu deli gibi merak ediyordu. Feyza da kendine bir şey söylememiş, eve gelince konuşuruz demişti. Eğer ikisinin de niyeti kendini meraktan çatlatmaktansa bunu başarmalarına ramak kalmıştı.
“Sen bu kızın neyini seviyorsun? Bugün tekrar şöyle bir baktım da kara kuru bir şey… Öyle bir güzelliği yok. Seni bilmesem gözün kızın servetinde diyeceğim de, kız gitti yıllarca Feyza da Feyza diye kendini paraladın durdun. Söyle hele oğlum, sen bu kızın neyine kapıldın bu kadar?”
Elindeki kaşığı masaya bırakıp ağzını peçeteyle sildi Sarp. Dudaklarına da belli belirsiz bir gülüş vardı. Gözlerini annesinin gözlerine diktiğinde uzun bir konuşma yapacağı anlaşılıyordu.
“Bir insanı sadece güzel olduğu için sevmezsin anne, o kişi sevdiğin için güzeldir. Sen benim gözümle bakmıyorsun ki Feyza’ya… O… O bambaşka bir kadın, eşi bulunamayacak kadar güzel. Vicdan sahibi, dürüst, lafını sözünü bilen bir insan, saygılı, kibar, ağır başlı… Hele gülüşü… O gülüşü var ya, işte ben ona vuruldum. Elimi tuttuğu ilk gün hissettim, bana dokunduğu ilk an anladım. Benim kaderim Feyza’ydı. O benim nasibimdi. Gitti, gelmedi ama döneceğini ta şuramdan, yüreğimden hissettim. Gelecekti, bir gün yine karşıma çıkacaktı. Geldi de… Çok kez imtihandan geçtim, çok kez sınav verdim pişman değilim yine aynı olsa yine aynı şeyi yaparım çünkü Feyza benim her şeyim. Bana onun neyini seviyorsun, diye sorma. Feyza’yı, Feyza olduğu için seviyorum. O kadar âşığım ki ona ne desem az kalır. O yoktu fakat ben onu yüreğimde büyüttüm. Eğer mesele sadece dokunmak olsaydı elbet unuturdum, elbet karşıma çıkan başka biriyle gönül eğlendirirdim ama öyle değildi. Feyza benim ebedi sevgilimdi. Hiç gelmese bile, ben yine onu severdim. Bunu benim kadar sen de biliyorsun. Şimdi bana vazgeç deme, vazgeçmem. Ölsem bile artık bırakmam sevdiğim kadını.”
Sedat boş gözlerle kardeşine bakarken iç geçirdi, iyi edebiyat yapıyordu Sarp ama hayat böyle bir şey değildi. Filmlerde anlatılan o tutkulu aşklar yoktu. Sarp’ın sevdasına bir şey demese de, biliyordu evlendikten hemen sonra isyanlar başlayacaktı. O zaman ortada ne aşk kalacaktı, ne sevgi. Yine de düşündüklerini dile getirmedi zira kardeşine laf anlatacak hali kalmamıştı.
“İyi,” dedi Nermin Hanım içi el vermese de. Yapacak bir şey yoktu, daha fazla karşı çıkmayacaktı oğluna. Madem ciddiydi Sarp, o zaman bu işin adını bir an önce koymak gerekirdi.
“Git söyle o zaman kıza, ailesine haber versin usulünce gidip isteyelim kendini babasından.”
“İstanbul’a mı?” diye sordu Sarp şaşkınlığının üstünden atamadan. Annesi rıza göstermiş miydi sonunda? Ayrıca ciddi ciddi Feyza’nın ailesine mi gidecekti Feyza’yı istemeye?
“İstanbul’a tabii. Kızın anası babası orada değil mi? Kızı istemek için ayağımıza çağıracak değiliz ya milletti.”
Belki ömründe hiç şehir dışına çıkmamış olan Nermin Hanım, Feyza’yı istemek için Antakya’dan kalkıp İstanbul’a gitmekten bahsediyordu. Bu bir rüya değildi demi? Uyandığında annesi, bana o kızı gelin diye getirme, demeyecekti demi? Şaşkınlığını kısa süre içinde üstünden attığında gerçek anlamda ayağa kalkıp havalara uçtu Sarp. Annesinin boynuna atlayıp defalarca öptü tonton yanaklarını. Çocuklar gibi mutlu, çocuklar gibi sevinçliydi. Sonunda… O kadar şeyden sonra nihayet kabul etmişti annesi, Feyza’yı gelin olarak.
“Seni bir tanesin! Bir tane! Annelerin en güzeli, en şekerisin! İyi ki varsın, sultanım benim!”
“Sululuk istemez, git Feyza’ya haber ver de biz de ona göre hazırlığımızı yapalım.”
“Annem benim,” diyerek tekrardan annesinin boynuna sarıldı Sarp. Sokağa çıkıp Feyza’yla evleniyorum, diye bağırmak istiyordu. Dağlar, taşlar, herkes, her şey duyup bilsindi sonunda sevdiği kadına kavuştuğunu.
“Canım annem benim! Beni nasıl mutlu ettin anlatamam!”
Annesinden ayrıldığında abisinin ters bakışlarını görmeden evden çıktı Sarp. Yerinde duramıyor, hoplaya zıplaya yürüyordu. Evet, bayram çocuğundan farkı kalmamıştı fakat bu mutluluğu yaşamak sonuna kadar hakkıydı. Karşı eve ulaştığında kapı Asu tarafından açıldı. Şarkı türkü söyleyerek onun yanağından makas alıp içeri girdi. Genç adamı görünce ayağa kalktı Feyza, henüz bu coşkusuna bir anlam veremiyordu.
“Feyza’m,” diyerek koşup sevdiği kadının boynuna atıldı Sarp. Sıkı sıkı sarıldı ona, kokusunu doya doya içine çekerken parmakları arasına dolanan saçları okşadı. Yüzünü boynundan çekip ela gözlerine aşk dolu gözlerle bakıp gülümsedi.
“Annem kabul etti! Annem bizi kabul etti Feyza! İstanbul’a gidelim, kızı isteyelim diyor!”
“Ciddiyim, evleniyoruz. Sonunda evleniyoruz!”
Şaşkındı ama daha çok korkuyordu Feyza, Sarp’ın sevincine karşı tebessüm ederken ne diyeceğini bilmiyordu. Babasıyla daha konuşamamıştı şimdi birden bire nasıl diyecekti Sarp’ın annesi beni istemeye geliyor, diye? Ayrıca hiçbir şeyin hayal ettiği gibi olmayacağını da o an anlamıştı. Tamam kız isteme adetini ilk Nermin Hanım icat etmemişti ama saçma adetlere karşı bir insan olarak böyle bir işin içinde olmak tuhaf geliyordu. Sarp’ın annesi gelecek, kendini babasından isteyecek, sonra kahveler içilecek, söz kesilecekti. Ardından nişan telaşları başlayacak, hatta Nermin Hanım kendini nişan çarşısına çıkaracak, altınlar takılacak, çeyiz hazırlıkları olacaktı. Kına gecesiyle, düğünü saymıyordu bile. Hayır, kesinlikle böyle olayların olmasını istemiyordu. Sarp’la kendi aralarında yüzük takıp, sade bir nikâh kıysalar olmaz mıydı? Hadi ardından en kötü kutlamak için hep birlikte bir yemek yerlerdi. Niye tüm bu adetler evlilik için gerekliydi?
Feyza’nın durgunluğunu görünce kaşlarını çattı genç adam. Niye Feyza bu kadar tepkisiz bakıyordu?
Saçını kulağının arkasına geçirdiğinde sıkıntılı halini gizlemeye çalıştı Feyza.
“Sevindim sevindim tabii de, çok ani oldu, şaşırdım.”
“Ani olmadı, biz bugünü yıllardır bekliyoruz.”
“Haklısın ama ben babamla konuşmadım. Şimdi ne diyeceğimi bilmiyorum.”
“İstersen ben konuşurum, açıkça söylerim. Eğer kabul etmezse gider nikâhı basarız. Sonuçta artık annemin de rızası var.”
“Olmaz öyle, annen nasıl kabul ettiyse, babam da kabul edecek. Sen benim için çok şey yaptın bırak artık biraz ben çaba göstereyim.”
“Hiçte bile annemi sen ikna ettin. Bugün ne dedin bilmiyorum, ama bak ikna etmişsin annemi. Babanla da ben konuşayım, seni nasıl sevdiğimi anlatayım.”
“Tamam… Tamam babama söylemek istediklerini söyle sen yine ancak ilk önce ben arayım, olanı biteni anlatayım.”
Gözleriyle onayladı genç adam, sevgilisini. Feyza’nın alnına öpücük kondurduğunda dudaklarını hemen çekmedi oradan. Elleri, bel boşluğunu kavramışken sonsuza kadar böyle durmak istiyordu. Sonsuza kadar Feyza’nın kolları arasında olmasını istiyordu.
“Benim kaderim sensin Feyza’m.”
Gülümsedi Feyza, sessiz kalırken gözleri Sarp’ın dudaklarını buldu. Öpmek istedi sevgilisini ve arzusunu gerçekleştirerek genç adamın yüzünü kavradı. O güzel dudaklara ufak bir öpücük kondurup geri çekildiğinde aşkla baktı kehribar gözlere.
Bu cümleyi çok içinde tutmuştu, şimdi ise her dakika Sarp’a söylemek istiyordu genç kadın. Her dakika seni seviyorum Sarp, demek için dili dönüyordu sanki. Alnını Feyza’nın alnına dayadığında gözlerini kapadı Sarp. Ne çok savaşlar vermişti bu anları yaşamak için. Bir kez daha anlıyordu ki, aşk sahiden her şeyin üstesinden gelebilecek kadar güçlü bir duyguydu.
“Bu anı bozmak istemezdim ama bir şey içer misin, diye sormak istiyorum enişte.”
Tencere kapak deyimini kim çıkarmışsa çok haklıydı o kişi. Zira Asu ve Caner için daha uygun bir tabir bilmiyordu Sarp. Caner yenge, Asu enişte diye tutturmuştu. Onların elinden çektiklerini bir Allah, bir kendileri bilirdi.
“Ne var Feyzoş? Sarp artık benim resmi eniştemdir.”
“Öyle tabii,” dedi genç adam haylaz bir gülüşle. “Ama sağ ol Asu, eve dönmem gerekiyor. Olaylar biraz karışıkta.”
“Meryem ablayla, Sedat abi mi?” diye sordu Feyza. Nasıl olacaktı? Onlar boşanma aşamasında iken kendileri nasıl evlilik hazırlıklarına başlayacaktı?
“Evet,” demekle yetindi Sarp. Bu konuda gerçekten sıkıntılıydı. Onun halini görünce merakına engel olamadı Asu. Galiba Meryem’in yerinde olsa çok önceden boşanmıştı Sedat’la.
“Bilmiyorum ama yengem kararlı görünüyor. Zaman gösterecek neler olacağını.”
“Onlar bu haldeyken bizim yaptığımız doğru mu Sarp? Yani onlar boşanırken biz...”
“Herkesin kendi hayatı Feyza. Abimle, yengem için üzgünüm, gerçekten üzgünüm ama onlar boşanıyor, diye bizi erteleyecek değilim daha fazla. Hem bizim mutluluğumuzu en çok yengem ister, biliyorsun.”
“Biliyorum,” dedi Feyza huzursuzlukla. Böyle olduğu için, içi rahat değildi.
“Sen ne zaman konuşacaksın babanla?”
“Eğer istersen yanında kalabilirim.”
“Hayır, onunla yalnız konuşsam daha iyi olur.”
Sarp bir kez daha Feyza’nın alnına öpücük kondurmasının ardından onunla vedalaşıp kapıdan çıktı. Feyza ise koltuğa oturup telefonu eline aldı. Bir anda babasını arayıp ben evleniyorum demediği sürece buna asla cesaret edemeyeceğini biliyordu ama o kadar da kolay değildi işte. Kuzeninin halini anladığında yanına oturup cesaret vermeye çalıştı Asu.
“Hadi ama Feyzoş, en fazla ne olabilir ki? Baban Sarp’ın boğazına yapışacak değil ya.”
“Beni düşündüren sadece o değil. İsteme, söz, nişan… Bunlara hazır mıyım, emin değilim. Sarp’ı çok sevsem de tüm bunları yaşayacak olmak beni geriyor. Nermin teyze her şey adetine uygun olmalı diyecek, annem karşı çıkacak ikisinin arasında ben kalacağım fakat daha da önemlisi kimse bana ne istediğimi sormayacak.”
Kuzeninin elini tuttuğunda içtenlikle gülümsedi Asuman. Feyza’yı tüm telaşların içinde kendi de hayal edemiyordu fakat Sarp’ı sevdiği için o telaşlar bile kendine tatlı gelecekti, emindi. Sonuçta her insana nasip olmuyordu sevdiği ile evlenmek.
“Boşuna endişe ediyorsun her şey sizin için çok güzel olacak. Daha Sarp’a tuzlu kahve içereceğiz.”
“Sakın! Asuman sakın! Yeterince geriliyorum zaten bari o eksik kalsın.”
Feyza’nın ters bakışlarını görmezden geldi Asu, kendi kendine gülerken hayallere dalmıştı bile. Sarp bir tanecik eniştesi olsa da, tuzlu kahve içmeden kız alamazdı. “Neyse,” dedi kuzenin cesaret vermek için.
Başını salladı Feyza, şimdi bunu yapmazsa bir daha yapamayacaktı. Ethem Bey’in numarasını tuşlayıp telefonu kulağına dayadığında elinde olmadan dizini sallıyor, alt dudağını dişliyordu. Gerginliğine inat babası karşı çıkarsa ona karşı kullanacağı kozu da iyi biliyordu. Telefon birkaç çalıştan sonra açıldığında “Baba,” dedi ürkekçe. İlker meselesinden sonra hiç aramamıştı onu.
“Beni bir daha aramazsın sanıyordum.”
“Baba lütfen, gerçekten seninle tartışmak istemiyorum.”
“Sen niye böyle yapıyorsun? Niye beni her seferinde tersliyorsun? Ben babamla doğru düzgün konuşacak mıyım?”
“Üzgünüm ama beni özlemediğin için aramadığını ikimiz de biliyoruz. Söyle hadi, niye aradın?”
“Tamam. Madem hemen her şeyi hemen söylememi istiyorsun, tamam. Evleniyorum. Bunu söylemek için aradım.”
“Ne! Kim… Kimle evleniyorsun Feyza? Beni çıldırtma!”
Babasının ayağa kalkıp ateş püskürdüğünü tahmin ediyordu genç kadın. Kulağının sağlığı için telefonu uzaklaştırdığında güçlü durmaya gayret etti. Telefonu geri kulağına dayadığında ise derin bir nefes aldı.
“Sarp. Sarp’la evleniyorum baba. Eğer sen müsaade edersen beni gelip senden isteyecekler.”
“Sen aklını peynir ekmekle mi yedin? Ne demek Sarp’la evleniyorum, ne demek? Bir de beni gelip isteyecekler diyorsun! Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu Feyza? Ama tabii seni oraya gönderen de kabahat! Sarp denen zibidi peşini bırakır mı hiç?”
“Sarp hakkında böyle konuşamazsın baba! O, benim sevdiğim adam! Evlenmek için senin iznine ihtiyacım yok! Yalnızca haber vermek istedim! İstediğini yap ama ben kararımı verdim!”
“İlker’i sen zorla soktun hayatıma ve ben yıllarca senin yüzünden o uyuşturucu kaçakçısına katlandım ama şimdi… Şimdi kendi istediğimi yapacağım. Sarp’la evleneceğim, eğer kararın değişir kızım kimsesiz kalmasın dersen Sarp’ın ailesine haber veririm. Sadece bir hafta… Sadece bir hafta bekleyeceğim baba. Sen geri dönmezsen benim kendi kendime evlendiğimi bil. Blöf yapmadığımı, lafımın arkasında durduğumu çok iyi biliyorsun.”
“Asla! Duydun mu asla o insanlar bu eve adımını atamaz ve ben asla senin o serseri ile evlenmene izin vermem Feyza! Asla!”
“Ben bunun gibi lafları çok duydum o yüzden daha fazla kendini yorma. Bu defa beni sevdiğim adamdan koparmana müsaade etmeyeceğim.”
Başka hiçbir şey demeden telefonu kapadığında rahatladığını hissetti genç kadın. Kendini bu kadar cesur durduğu için tebrik ediyordu ayrıca kararında ciddiydi de. Eğer babası rıza göstermezse sahiden gidip nikâhı basardı Sarp’la. Böylece diğer telaşlardan da kurtulmuş olurdu.
Asu sevinçle bağırarak omuzuna vurduğunda tepki veremedi Feyza. Keşke onun kadar neşeli olabilseydi ama biliyordu daha önünde çok engel vardı.
“Biz Sarp’la gerçekten mutlu olabilecek miyiz Asuman?”
“O ne biçim laf? Duymamış olayım. Siz çok ama çok mutlu olacaksınız.”
“Umarım,” diyerek arkasına yaslandı genç kadın. Kapı çaldığında ise Asu kalkıp kapıya baktı. Sırma gelmişti. İyi de bu saatte neden gelmişti? Kapıyı açtığında şaşkınlıkla “Sırma,” dedi.
“İyi akşamlar Asu abla. Kusura bakma rahatsız ediyorum da, Feyza hoca evde mi?”
“Yok hiç geçmeyim, çağırır mısın lütfen?”
Asu’nun seslenmesine gerek kalmadan kapıya geldi Feyza. Sırma’yı bu saatte görmeyi kendi de beklemiyordu.
“Size her şeyi söyleyebileceğimi söylemiştiniz ve benim size söylemek istediğim bir şey var hocam.”
Kendi varken genç kızın konuşamayacağını anladığından içeri girdi Asu. Feyza ise gözlerini genç kızda gezdirmeye devam etti. Sahiden ne diyecekti? Yoksa… Yoksa Sarp’ı mı? Ama böyle bir anda yapar mıydı bunu? Kim bilir o da belki bu gece cesaretini toplamıştı.
“Hocam ben… Ben aslında çok utanıyorum böyle söylerken. Nasıl söyleyeceğimi de bilmiyorum ama daha fazla sizden gizleyemeyeceğim.”
Gözlerini yere çevirdi genç kız, sesinin titrediğine, yanaklarının kızardığına emindi ama madem buraya kadar gelmişti o zaman gerçeği itiraf etmeliydi.
“Hocam ben… ben… Ben Sarp’ı seviyorum hocam. Öyle kardeş gibi değil, başka anlamda, sizin gibi seviyorum onu. Özür dilerim… Çok özür dilerim hocam. Ne olur affedin beni. O kadar utanıyorum ki sizden…”
Zorlukla söylediği sözlerin arkasından koşar adım uzaklaştı Sırma. Gözyaşları içinde evine girdiğinde ne yapacağını bilemedi Feyza. Arkasından gitse ona diyeceğini bilmiyordu, Sarp’a haber verse onu daha çok incitmekten korkuyordu. Sıkıntıyla kapıyı kapandığında sırtını kapıya yasladı. En iyisi hem kendine, hem Sırma’ya zaman vermekti. Belki o zaman ikisi de biraz olsun kafasını toparlardı. Derin düşünceler içerisinde nefes alıp verdiğinde keşke, dedi içinden. Keşke hayatı bu kadar da zor olmasaydı.
***
Çocukları okula getirmişti Meryem, bahçede öylesine dolanıp dururken hâlâ kafasındaki susmayan seslerle uğraşıyordu. Aynı sorular dönüp duruyordu ki beyninin içinde, bir adamın “Affedersiniz,” dediğini duydu. Başını yana çevirdiğinde esmer bir beyefendinin kendine dikkatlice baktığını gördü. Herhalde sıradan bir veli kendine okul hakkında bir soru soracaktı.
“Daha önceden tanışmış olma ihtimalimiz var mı acaba? Yanlış anlamayın lütfen, yüzünüz bana çok tanıdık geldi.”
“Bir yerde görmüşsünüzdür belki ya da birine benzetmişsinizdir.”
Gayet kibardı adam, gerçekten kendini nerede gördüğünü hatırlamak ister gibi bakıyordu. Kötü niyet sezmemişti Meryem o yüzden ters davranmasını gerektirecek bir durum yoktu ortada.
“Hayır, öyle değil bir tanıdığıma benziyorsunuz gibi ama kim hatırlayamıyorum.”
“Beyefendi gerçekten böyle şeyle olabiliyor. Antakya küçük yer herkes birbirini görmüştür bir yerlerde.”
“Elbette ama siz de gerçekten farklı bir şey var. Lütfen yanlış anlamayın, kötü bir niyetim yok. Sadece bana birini hatırlatıyorsunuz gibi. Altınözü’nde hiç bulundunuz mu acaba?”
“Ben orada doğdum, oraya bağlı bir Hristiyan köyünde doğup büyüdüm. Fakat sonra Antakya’ya düştü yolum.”
Bu adama neden bunları anlatıyordu bilmiyordu Meryem fakat garip bir şekilde kendi de adama karşı yakınlık hissetmişti. Sanki o esmer simasında, kara gözlerinde kendini çocukluğuna götüren bir şeyler var gibiydi. Adam kendine bakarak düşüncelerinde kaybolduğunda başını boşluğa çevirdi genç kadın. Çocukluk hatıralarında her şeye rağmen güzel anılar vardı ve o güzel anıları garip bir şekilde bu adamı görünce hatırlamıştı.
“Tabii ya, Meryem. Sen Meryem’sin… Rasim Ağa’nın kızı Meryem.”
Kaşlarını çattı Meryem, kimdi bu adam? Nereden tanıyordu kendini? “Siz, “ dedi bocalayarak. “Siz... Siz…”
“Beni tanımadın mı Meryem? Ömer ben... Zeytinci Salih’in oğlu Ömer.”
Duyduklarına inanamayarak “Ömer,” dedi genç kadın. Bu isim kendini alıp çok uzak yıllara götürürken dudaklarındaki masum gülümsemeye engel olmadı zira Ömer yalnızca çocukluk arkadaşı değil, köydeki tek arkadaşıydı da. Anılar dün gibi gözlerinde canlanırken bakışlarını karşısındaki adam da gezdirdi. Eğer gerçekten bu adam Ömer’se onun yeniden gördüğü için mutluydu.
“Benim ya, tesadüf dedikleri bu olsa gerek.”
Ömer masumca tebessüm ederken Meryem’i yeniden gördüğü için nasıl mutlu olduğunu anlatamazdı. Çünkü sadece arkadaşı değildi Meryem, çocukluk aşkıydı da. O, duygularını hiçbir zaman anlamasa da kendi ona karşı arkadaşlıktan daha fazlasını hissetmişti. Tabii on iki, on üç yaşında duygularını çözmek kendi için de zordu. Fakat yıllar geçince, Meryem’in evlendiğini duyunca onu bir arkadaştan öte sevdiğini anlamıştı. Şimdi ise karşısındaydı ilk aşkı ve kendi küçük bir çocuk gibi heyecanlıydı. Eli, ayağı birbirine dolaşırken ne diyeceğini bilemiyordu. Fakat belki de kader ağlarını bu kez onlar için örüyordu.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
5.76k Okunma |
407 Oy |
0 Takip |
68 Bölümlü Kitap |