52. Bölüm

~49. Bölüm Merhamet~

Petek Ayla
petekayla

 

****
Çocukluğunda anne ve babalarının gözlerinde değer bulamayanlar, ömür boyu başkalarının gözlerinde ve sözlerinde değer ararlar.

Doğan Cüceloğlu

***

Yıllar akıp geçiyor, yaşam bir yerlere sürüklüyordu insanı. Hiç kimse aynı yerde kalmıyor, elbet kapılıp gidiyordu herkes hayat denilen yolculuğun akıntısına. Şimdi seneler sonra karşısında Ömer’i görünce bunu daha iyi anlıyordu Meryem. Ne çabuk unutmuştu çocukluğunu? Ne çabuk unutmuştu çocukluk arkadaşlarını? Belki Ömer aniden böyle karşısına çıkmasa onu hiç hatırlamayacaktı fakat hatırlıyordu şimdi. Apansızın karşısına çıkan bu adam, seneler öncesinde saklı kalan anılarını gün ışığıyla yeniden aydınlatıyordu ve Meryem, o hatıraları hatırladığı için masumca tebessüm ediyordu.

Köyde, Ömer’le büyümüş, onunla birlikte nice hatıralar biriktirmişti genç kadın. Henüz on iki, on üç yaşındayken zeytin ağaçlarının arasında onunla koşturup durmuş, tarlada yorulduğunda bir ağacın gölgesinde yine onunla dinlenmişti. Sonra ailesi kendini okuldan aldığında Ömer gelip kendine gizli gizli ders çalıştırarak lise sınavına hazırlanmasına yardımcı olmuştu. O sınava giremese de Meryem, Ömer’e arkadaşlığı için minnettardı. Keşke hiç gitmeseydi köyden, keşke ailesiyle birlikte hiç taşınmamış olsaydı İzmir’e fakat kader yollarını ayırmıştı. İzmir’deki akrabalarından yüklü bir miras kalınca Ömer’in ailesine, oraya gitmişlerdi. Arada yine arkadaşının köye gelip gittiğini hatırlıyordu Meryem fakat bu ziyaretler çok kısaydı, ailesi yüzünden doğru düzgün dışarı çıkamıyordu ki, onu görsün ancak Ömer her şeye rağmen kendine gelmenin bir yolunu buluyor, bir kuyu başında ilk çocukluk çağlarında olduğu gibi uzun uzun konuşuyordu kendiyle.

Çok şey paylaşmıştı genç kadın, Ömer ile. Sıcak yaz gecelerinde ailesinin evde olmadığı zamanlarda, onunla damda yıldızları saydığını, kirlenmemiş o güzel gökyüzüne bakarak hayaller kurduğunu hatırlıyordu. Yerde uzanıp birbirlerine uydurma masallar anlattıkları geceleri. Sonra gelecek için çocukluğun saflığıyla dolu düşlerini, gülüşlerini… Birlikte gideceğiz derdi hep Ömer. Nereye, diye sorunca uzaklara cevabını verirdi. Seninle çok uzaklara, o yıldızlar diyarına gideceğiz Meryem…

Saf bir çocuktu Meryem, on üç yaşında anlamamıştı Ömer’in kendini masum bir sevgiyle sevdiğini. Hoş Ömer de çocuk olduğundan hislerini çözememişti fakat küçük yüreğinde çok farklı bir yere koymuştu o masum kızı. Eğer köyden gitmiş olmasaydı belki yaşı kemale erince çiçeğini çikolatasını alarak Rasim amcasından isterdi Meryem’i ancak ailesi kolundan tutup götürmüştü kendini İzmir’e. Sonrasında büyümüş, delikanlı olmuştu Ömer. Askere gitmiş, askerliğinin ardından köyünü ziyaret etmişti. Hep yaptığı gibi yine sevdiği kızı görme umuduyla gelmişti Altınözün’e lakin bu defa, elinde çiçeğiyle kala kalmıştı çünkü evlenmişti Meryem. Başka bir adam koparmıştı sevdiği kızı kendinden. Kendinin yapamadığını yabancı bir adam yapmış, gidip Meryem’i istemişti babasından. Hayır, genç kadına kızamıyordu Ömer sonuçta sadece arkadaşlık çerçevesi içinde ilerlemişti ilişkileri. Cesurca seni seviyorum diyememişti ki hiçbir zaman. Meryem için yazları görüştüğü çocukluk arkadaşıydı kendi. Meryem ailesinden kurtulmak için evlenip gitmekte sonuna kadar haklıydı. Tek bir şey istemişti Ömer, sevdiği kadının en azından kocası tarafından yüzünün gülmesini ama görünen o ki, evliliğinde de mutlu olamamıştı genç kadın. Yorgun bakışlarından bunu anlamak mümkündü.

O kadar senenin ardından Ömer’le, bir kafede oturup çay içmek tuhaf gelse de yeniden eski bir arkadaşı gördüğü için mutluydu Meryem. Ömer bir çay içelim mi, diye sorunca hayır diyememişti ona sonuçta o, çocukluğunu paylaştığı dostuydu.

“Evlendiğin senenin yazında ben köye gelmiştim aslında yine seninle uzun uzun sohbet ederiz diye düşünmüştüm ama evlendiğini duydum. Şaşırdım, bu kadar çabuk tanımadığın bir adamla evleneceğini beklemiyordum doğrusu.”

Genç adamın sesi daha da olgunlaşmış, yüz hatlarının toyluğu kaybolmuştu. Esmer yüzüne tezat beyazlamaya yüz tutmuş saçları belki yorgun yılların izini taşıyordu. Belki de o da, mutlu olamamıştı hiçbir zaman. Ömer’i neden bu kadar dikkatli incelediğini bilmiyordu Meryem, o karşısında çayını yudumlarken belki kendi onun simasında çocukluğuna dair bir şeyler arıyordu.

“Kolay şeyler yaşamadım Ömer, evlilik bir çözüm değildi ama evlenmekten başka çarem de yoktu. Bir yandan babam, bir yandan abilerim…”

“Canını sıkmak istemedim.”

“Yok, o kadar zaman sonra oturup bunlara üzülecek değilim zaten.”

Göz göze gelince ikisi de sessiz kaldı, genç kadında uzun uzun bakışlarını gezdirirken cümle kurmakta zorlandığı hissetti Ömer. Değişmişti Meryem, biraz kilo almış, biraz saçları yıpranmıştı. O narin genç kızın yüzünden geriye neredeyse hiçbir şey kalmamıştı. Gözaltları şimdiden torbalaşmış, alnında belli belirsiz kırışıklar meydana gelmişti. Sönmüştü o güzel gözlerinin feri. Kim bilir neler neler yaşamıştı da genç yaşına rağmen böyle çökmüştü? Meryem’in, kocasının ailesiyle yaşadığını duymuştu sağdan soldan, anlaşılan o aile de pek güzel şeyler yaşatmamıştı ona.

“Ya şimdi? Şimdi mutlu musun? Yani yaşadığın o kadar şeyden sonra belki evlenince daha mutlu olmuşsundur.”

Acı acı güldü Meryem, bakışlarını kaçırıp derin bir nefes aldı. Ne çok isterdi aslında bu soruya evet, demeyi ama diyemezdi çünkü mutlu değildi. Sedat sıcak bir aile vermemişti ki, kendine. Yine de bunu Ömer’e söyleyecek değildi, evliliğinde yaşadığı sorunlar gizli kalmalıydı. O yüzden “Mutluyum,” dedi. Yalan değildi, kocasından yana şansı olmasa da, anne olduğu için mutluydu.

“İki çocuğum var, onlar sayesinde o kadar mutluyum ki…”

“Eminim anne olmak sana çok yakışmıştır.”

Anlaşılan Meryem daha da ketum olmuştu yıllar içinde. İyi bir evliliğinin olmadığı belliydi fakat hiçbir şey anlatmayacağı da gayet açıktı. Bu yüzden üstüne gitmedi Ömer, ilk günden onu sık boğaz edecek değildi. Başını pencereye çevirdi ve zamanı geriye alabilmeyi istedi. Keşke Meryem şu an karşısında evli, iki çocuk annesi olarak oturmasaydı.

“Ya sen? Sen neler yaptın? Evlenmedin mi?”

Gerçekten Ömer’in hayatını merak ediyordu genç kadın. Kendi köyden gittikten sonra neler yapmıştı? Üniversiteye gidip iyi bir bölüm okuyabilmiş miydi hayal ettiği gibi? Ya da evlenmiş miydi, çocuğu olmuş muydu? Sıcak çayını yudumlarken gözlerini çekmedi karşısındaki adamdan.

“Evlenmedim. Bilmiyorum kimseyle yapamadım, anlaşamadım. Ziraat fakültesini bitirdikten sonra erken atıldım iş hayatına fakat geçen sene emekli oldum. Erken emekli… Bekâr hayatının tadını çıkarmak istedim sanırım biraz. İş dünyası fazla tempo istiyor ve ben o kalabalığın içinde kaybolmak istemiyorum. Sakinliği severim bilirsin, bu yüzden İzmir’de bir at çiftliği aldım. Kendi kendime bir düzen kurdum anlayacağın.”

“Ya buraya hangi rüzgâr attı seni o kadar zaman sonra?”

“Ablam,” diyerek sıkıntılı bir nefes verdi Ömer. Çay bardağını masaya koymasının ardından üzüntüsünü gizlemeye çalıştı. “Ablamın eşi, birkaç hafta önce vefat etti. Ortada da üç çocuk var, ben de ona destek olmak için geldim. Annemle, babamın ardından eniştemi kaybetmek bizim için gerçekten sarsıcı oldu.”

“Başın sağ olsun, bilmiyordum.”

“Dostlar sağ olsun.”

Ömer’in gözlerindeki ardındaki kederi şimdi anlamıştı Meryem. Evlenmemişti genç adam, annesiyle babasını kaybedince de tek başına kalmış olmalıydı. Ablasının bir ailesi olmuştu da, o da erkenden kocasını kaybetmişti. Hayat birilerini bir yerden hep sınıyordu işte. Kim bilir o kadın, üç çocuğuyla nasıl yalnızlık çekiyordu? Kıyas yapmaktan nefret etse de, belki de ben şımarıklık yapıyorum, diye düşündü bir an. Sedat o kadar da kötü bir adam değildi, sadece ilgisizdi sonra Nermin Hanım, kendine el kızı davranmamıştı hiçbir zaman. Çiçek’le, Sarp zaten kardeşlerinden farksız değildi. İyi, kötü bir ailesi vardı işte, buna isyan etmek hakkı mıydı? Millet neler neler yaşıyordu şu hayatta.

“Eee ufaklıkların bir resmi var mı?” diye sordu Ömer, masadaki hüznü dağıtmak için. Hem gerçekten Meryem’in çocuklarını merak etmişti. Meryem kadar güzel olduklarına da emindi ama.

“Var, dur sana göstereyim.”

Çantasından telefonu çıkartıp galeriden çocuklarının resmini bulduğunu Ömer’e gösterdi fotoğrafları genç kadın. “Bu Cem, bu da Zeynep. İki yaş var aralarında,” diyerek fotoğrafları sırayla geçiyordu ki, Sedat’ın da olduğu bir resim genç adamın gözlerinden kaçmadı.

“Bu da eşin mi?”

“Evet, Sedat.”

Çaktırmadan genç kadında gözlerini gezdirdiğinde yüzündeki sıkıntılı hali fark etti Ömer. Tahminlerinde yanılmıyordu, kocası gerçekten mutlu etmemişti Meryem’i. Diğer fotoğraflara da bakarken aile resmini görünce “Ya bunlar,” diye sormaktan alamadı kendini.

“Bu Nermin anne, onlar da Sarp’la, Çiçek. Sedat’ın kardeşleri ama benim de kardeşlerim sayılır. İkisi de elimde büyüdü.”

“Desene ailenin yükü yine sana kalmış.”

“Şikâyetim yok,” diyerek telefonu hızla çekip kapadı Meryem. Rahatsız olmuştu duyduğu cümleden. Aile sorunlarını gerçekten kimsenin bilmesini istemiyordu. “Onlar benim ailem sonuçta.”

“Sen öyle diyorsan.”

Şakayla karışık gülümsediğinde çayından son yudumunu aldı Ömer. Bardağı geri yerine bırakınca ikinci çayını isteyecekti ki, Meryem aniden “Kalkalım mı artık?” diye sordu. Evde halletmesi gereken işler vardı, ayrıca Nermin Hanım da kendini merak ederdi şimdi.

“Nasıl istersen ama önce şunu sana vermek istiyorum,” diyerek kaşla göz arasında peçeteye yazdığı telefon numarasını genç kadına uzattı Ömer. Direkt telefon numarası isteyemezdi, o yüzden aklına böyle bir yol gelmişti.

“İstediğin zaman beni ara, konuşur, dertleşiriz. Sonuçta eski arkadaşız.”

Tereddüt etse de peçeteyi alıp çantasına koydu Meryem. Doğru söylüyordu Ömer, eski arkadaşlar olarak görüşmeleri gayet tabiiydi fakat evlendiğinden beri hiç erkek arkadaşı olmadığından şimdi tuhaf hissediyordu kendini. Yine de kırmak istemedi genç adamı.

“Sağ ol Ömer.”

“Bir şey yapmadım ki… Bu kadar zaman sonra seni görmek gerçekten güzel.”

Gülümsemekle yetindi genç kadın, bir şey söylemek için dönmedi dili. Çantasını alıp ayağa kalktığında aniden dilinden “O zaman sonra görüşürüz?” cümlesinin dökülmesine mani olamadı. Kibarlık olsun, diye böyle söylemişti galiba.

“Tabii, ne zaman istersen.”

Daha başka bir şey demeden arkasını dönüp uzaklaştığında yanlış bir şey yapmadığına kendini ikna etmek için çabaladı genç kadın. Alt tarafı eski bir arkadaşıyla çay içmişti. Bunda kötü bir şey yoktu. Yoktu değil mi?

***

Yarın edebiyat sınavı vardı ve Çiçek hâlâ arkadaşlarının baskısına maruz kalmaya devam ediyordu. Hepsi birden üstüne gelerek soruları almasını istiyorlardı. Kendi ise her ne kadar yapmayacağım dese de içindeki sesleri susturamıyordu. Bir yanı asla diye bağırırken diğer yanı git al diyordu. Sonuçta arkadaşları tarafından dışlanmış olmak o kadar da hoş bir durum değildi fakat Feyza böyle bir şey yaptığını öğrenirse hocasının yüzüne bir daha bakamazdı. Hem soruları nerede bulacaktı? Belki öğretmeni soruları okulda bırakmıştı, eve getirmemişti? Evet, bu da bir ihtimaldi tıpkı sınav kâğıtlarının evde olması gibi. Ya da bilgisayarda durması gibi. Eğer öyleyse nasıl Feyza’nın bilgisayarını açacak, soruları çekecekti? Oflayarak elindeki kalemi masanın üzerine bıraktığında kara kara ne yapacağını düşündü genç kız. Hayır, düşünmekten sınava da çalışamıyordu. Saçlarını kalemle toplayıp yeniden odaklanmayı denedi ancak nafile susmuyordu beynindeki sesler.

“Hala ben bu Türkçe ödevlerimi yapamadım, yardım eder misin?”

Çiçek gibi Zeyno da ders çalışıyordu. Önündeki Türkçe testlerine bakarken eklerle ilgili sıkıntı yaşıyordu. Öğretmeni kendi için bir daha anlatmasına rağmen anlamamıştı bu konuyu. Amcasından da yardım isteyebilirdi ancak amcası henüz eve gelmemişti. Cem zaten kendine yardım etmezdi, annesinin de işi vardı. O yüzden yatakta oturmuş halasına masum gözlerle bakıyordu.

Yeğenine bakışlarını çevirdiğinde aklına gelen tilkileri kovamadı Çiçek, ödevler için Zeyno’yu, Feyza’ya götürebilir, o sırada sınav sorularını almayı denerdi. Yakalanma ihtimali çok yüksekti ayrıca böyle bir şey yapacak olmak kendini aşırı derecede rahatsız ediyordu. Feyza’dan önce Sarp kendini asla affetmezdi. Feyza’ya böyle bir saygısızlık yaptığı için gerçekten ömür boyu kendine dargın kalabilirdi abisi. Yine de arkadaş baskısı daha ağır geliyordu. Eğer şimdi bunu yapmazsa lise bitene kadar herkes kendine korkağın teki olduğunu söyleyecekti, belki de en çok o sözlere maruz kalmak istemediğinden böylesine riskle bir işe girişmeyi göze alıyordu. Yaşadığı ikileme nihayet bir son vererek kitabını kapadı ve planlarını uygulamak üzere ayağa kalktı.

“Ne ödevi bu?”

“Ekler. Anlamadım bu konuyu, sen anlatır mısın?”

“Feyza hocaya gidelim mi? O sana anlatsın, eminim benden daha iyi öğretir.”

“Gerçekten mi?”

“Gerçekten tabii ya. Seve seve anlatır hem de.”

Hızla ayağa kalktı Zeyno, kitabını kalemini alarak derse gidecekmiş gibi hazırlandı. Sonuçta Feyza öğretmeni kendine ders anlatacaktı, bu kadar hevesli olması normaldi. Keşke büyük abilerin, ablaların öğretmeni olduğu gibi kendinin de öğretmeni olsaydı o.

Küçük kızla evden çıkarken yengesine haber verdi Çiçek. Her ne kadar Meryem akşam akşam rahatsız etmeyin Feyza’yı dese de onu duymadı. Alt tarafı ilkokul Türkçe dersindeki basit bir konuyu anlatacaktı Feyza, Zeynep’e. Bundan hiç gocunmazdı ki. Hem bu sayede şansı yaver giderse edebiyat sorularına ulaşmayı harbiden başarabilirdi Çiçek.

Genç kız karşı evin zilini çaldığında kapı Feyza tarafından açıldı. “Kızlar,” dedi önemli bir şey olup olmadığını merek eder gibi fakat Zeynep’in kitabına, defterine sarılmış bir vaziyette görünce durumu anladı. Fındık kurdu ödevleri için gelmişti. Zeynep masum masum kendine bakarken gülümsedi. Öğretmenliğin en güzel yanı kesinlikle şu tatlı bakışlara şahit olmaktı.

“İyi akşamlar hocam, kusura bakmayın rahatsız ediyorum da Zeyno ödevlerini yapamamış. Ben de size getirdim küçük fareyi.”

“Öğretmenimiz ekler konusunu anlattı ama ben anlamadım Feyza öğretmenim. Bana yardım eder misiniz?”

Nasıl da tatlı soruyordu ama Zeynep? Hayır demesi mümkün müydü? Yere çöküp boyunu küçük kızla eşitleyip onun o örgülü saçlarını okşadı Feyza. Eğer branşı edebiyat olmasaydı kesinlikle sınıf öğretmenliğini seçerdi.

“Ederim tabii güzelim. Hadi geç bakalım içeri. Asuman ablan da mısır patlatıyordu. Onu da yersin.”

Aldığı komut üzerine içeri girdi Zeynep, Çiçek ise kapıda dikilmeye devam ediyordu ki, hocasının kendini de içeri davet etmesi çok gecikmedi.

“Sen de gelsene Çiçek, Asuman’la takılırsınız biraz.”

“Rahatsız etmeseydim hocam.”

“Ne rahatsızlığı, gel hadi.”

Çiçek eve girdiğinde o an bir şey fark etti. Hocaların da bir hayatı olabiliyordu. Onlar da kendi yaşam telaşları içinde mesleklerini yapmaya çalışıyordu. Eğer Feyza’yı tanımasaydı daha doğrusu onunla bu kadar samimiyet kurmasaydı aynı düşüncelere sahip olur muydu, emin değildi. Fakat şimdi anlıyordu, öğrencilerin zannettiği gibi bir robot gibi ders anlatmaktan ibaret değildi öğretmenlerin hayatları. Onların da sorunları, problemleri, yaşadıkları sıkıntılar vardı ancak buna rağmen o olumsuzlukları sınıf kapısının dışında bırakabiliyorlardı. Herkesin aynı olduğunu söyleyemese de Feyza için bu çıkarımın doğru olduğunu kesinlikle söyleyebilirdi. Ve şimdi kendi böyle bir kadından sinsice sınav sorularını çalmayı düşünüyordu. Keşke vazgeçebilecek cesareti olsaydı ama yoktu, gelmişti bir kere. O soruları bulmak için şansını deneyecekti.

Açık televizyonu kapatıp Zeynep’e konuyu anlatmak için masaya oturdu Feyza. Küçük kız da yanında yer aldığında can kulağıyla dinledi öğretmenini. Kesinlikle şimdi konuyu daha iyi anlıyordu. Çiçek, mutfakta Asu’yla laflarken, Asu yeni aldığı elbiseyi ona göstermek istedi. Sonuçta zevkleri uyuyordu ve kız kıza kıyafetler hakkında konuşmak elbette eğlenceliydi. Odaya birlikte girdiklerinde Asu yalnızca o elbiseyi göstermekle kalmadı, farklı farklı kombinlerini de gösterdi genç kıza. Çiçek ise gözleriyle odayı taradı, içinden bir ses kâğıtların burada olduğunu söylüyordu. Küçük çalışma masasına yaklaşıp raflarda duran kitaplara göz attı.

“Feyza hocanın kitapları mı?”

“Evet, bunlar sadece buz dağının görünen kısmı. On koli kitap var da hepsini tıkıştırdık bir yerlere.”

Asu gülerek konuşurken burnuna gelen kokuyu fark etti. Mısırı unutmuştu ocağın üstünde. “Mısır,” dediğinde hızla koştu mutfağa. Çiçek ise odada tek kaldığında dolapların kapaklarını açtı. Sessiz olmaya çalışarak eşyaları karıştırdığında masanın üzerinde duran bilgisayar çarptı gözüne. Yaptığı çok yanlıştı kesinlikle fakat bazen yanlış olduğunu bilmek mani olamıyordu yapılacaklara. Çiçek’te engel olamadı kendine. Dolapların kapağını kapatıp bilgisayarı açtı. Şifre istemediği için şanslıydı, dosyaları tek tek açıp bakması birkaç dakikasını alsa da sınav sorularını buldu ve telefonuna sarılıp o soruların fotoğrafını çekti. Evet, başarmıştı sınav sorularına ulaşmayı ama soruları sınıf grubuna atıp atmamakta tereddüt ediyordu. Bunu birazdan düşünürdü, şimdi bilgisayarı kapamalıydı. Öyle de yaptı. Hiç açmamış gibi bilgisayarı kapatıp yatağa oturdu. Asu’nun çıkardığı kıyafetlere göz atarken içinden bir sesler başının çok fena belaya gireceğini söylüyordu.

“Neyse ki yanmadan kurtardık mısırları hadi gel, yiyelim birlikte.”

Genç kadının kapının pervazında durduğunu fark edince başını salladı Çiçek. Sanki bir şey söylese ne yaptığı anlaşılacakmış gibi hissediyordu. Asu önden tekrar salona doğru yol aldığında kararını değiştirmeden çektiği fotoğrafları attı sınıf grubuna. Herkes övgü dolu mesajlar gönderirken, kendi yaptığı ortaya çıkarsa Feyza hocasıyla, abisine ne diyeceğini düşünüyordu. Belki başka bir öğretmene bunu yapsa, -ki daha önce de çalmışlardı sınav sorularını- bu kadar vicdan azabı çekmezdi fakat söz konusu Feyza’ydı. Abisinin pek yakında eşi olacak kadındı. İçi belki de bu yüzden rahat değildi.

Mısırların bir güzel yenmesinin ardından eve döndü Çiçek’le, Zeynep. Feyza bir daha bir daha sordu küçük kıza konuyu anlayıp anlamadığını Zeynep ise anladığını soruları çözerek belli etti kendine. O kadar güzel anlatmıştı ki Feyza hocası, anlamaması mümkün değildi. Onların gidişinin ardından Asu’yla planladıklarını film gecesini gerçekleştirmek üzere koltuğa rahatça oturdu Feyza. Kuzeni ise filmi açıp yanında yer aldı.

“Keşke Sarp’ı da çağırsaydık.”

“İşten gelmiştir, yorgundur şimdi. Bırakalım dinlensin.”

“Yine de ara istersen. Sen çağırınca koşa koşa gelir.”

Kararsızlıkla Asu’ya bakarken elindeki cips kasesini sehpaya bıraktı Feyza. Evet, belki yorgun olabilirdi Sarp ama kendine hayır demezdi. Telefonuna sarıldığında aradı sevgilisini. Kısa bir konuşmanın ardından onu çağırıp geri kapadı telefonu. Tahmin ettikleri gibi geliyorum demişti Sarp. İki dakika sonra kapı çaldığında ayağa kalkıp kapıya baktı genç kadın. Sarp’la sarılıp öpüşmesinin ardından birlikte içeri girdiler. Hâlâ kendine tuhaf geliyordu aslında yaşananlar. Sarp’la sevgiliydi, Nermin Hanım söz için kendinden tarih bekliyordu, henüz Sarp evlilik teklifi etmiş olmasa da adım adım evliliğe doğru gidiyordu ilişkileri. Ayrıca tabii ki bir evlilik teklifi bekliyordu. Sarp evlenelim diyordu da, o teklif olmadan istemeye gelemezdi kendini. Âdetlere karşı olması, evlilik teklifi beklemesine engel değildi nitekim.

İki âşık sarmaş dolaş film izlerken kendini kesinlikle dışlanmış gibi hissetmiyordu Asu. Tam aksine onlar için mutluydu, zor gelmişlerdi bugünlere ama sonunda başarmışlardı. Biliyordu, düğünleri de göbek atacağı günler de yakındı. Ah keşke, kendini de bu kadar mutlu edecek bir adam çıksaydı karşısına.

Romantik bir film izlerken elbette filmi değil, Feyza’yı seyrediyordu Sarp. Kolunu genç kadının boynuna dolamış, saçlarında dudaklarını gezdiriyordu. Ayaklarını rahatça uzatmış olsa bile bedeniyle sarıp sarmalamıştı sevdiği kadını. Feyza ise kedi gibi sığınmıştı onun göğsüne. Arada başını kaldırıp kehribar gözlere bakarken liseli bir kız gibi hissediyordu kendini. Sanki yeniden dönmüşlerdi lise zamanlarına. Gerçi o zaman bile bu kadar dolu dolu yaşayamamışlardı ya aşklarını. Bir ara Feyza’nın narin elini tutup dudaklarına götürdü genç adam. Her parmağına öpücük kondururken yaramazca güldü Feyza. Ergenlik yıllarında bile böyle coşkun duygular kuşatmamıştı yüreğini.

“Filmi izlemiyorsun ama.”

“Ben en güzel filmi izliyorum.”

“Öyle mi? Neymiş bakalım o film?”

“Hatıra.”

“Güzelmiş. Ya konusu?”

“Konusu… Konusu kaderleri ezelden yazılmış olan iki genç âşığın lisede karşılaşması ve aralarındaki mesafelere, yıllara rağmen aşklarının hiç bitmemesi. O aşkın unutulmaz hatırası.”

Sevgiyle gülümserken Sarp’ın yanağında elini gezdirdi genç kadın. Sevgilisinin aşklarını böyle güzel anlatması içini ısıtmıştı. Gerçekten onun dediği gibi bir hatıraydı aşkları. Yıllar boyunca yüreklerinde taşıdıkları bir hatıra.

“Peki filmin sonu nasıl bitiyor?”

“İkisi birlikte sonsuza kadar mutlu yaşayarak.”

“Sonsuza kadar mutlu yaşadılar cümlesi yalnızca masallarda olur.”

“Hiçte bile, son dediğin sadece şu fani dünyada vardır fakat onlar birbirlerini o kadar çok sevmişler ki, ölümden sonra bile ayrılmamışlar. Sonsuzluk diyarında ebediyen mutlulukla yaşamışlar.”

O kadar inanıyordu ki Sarp tutkulu aşkına, ölümün bile Feyza ile arasına giremeyeceğini biliyordu. Ölümsüz değildi sonuçta, bir gün kendi de son nefesini verecekti ama o nefesi verene kadar yalnızca Feyza’yı sevecek, ölümden sonra bile ruhu ona ait kalacaktı. Fani bedenleri toprak olsa bile ruhları, o bilinmez diyarda sonsuza kadar mutlulukla yaşayacaktı. Neticede sonu olan dünyaydı, aşkı değil.

“Enişte iyisin güzelsin de şöyle konuşma ya. Gece gece içimiz kararmasın, yok ölüm falan. Daha düğün yapacağız.”

Asu sitem edercesine aralarına girdiğinde ikisi de güldü. Fakat Sarp fırsattan istifade ederek asıl mevzuya giriş yaptı.

“Sahi sen konuştun mu babanla?”

Sarp’ın kolunun altından çekilip meyve suyu ile dolu bardağını eline aldı Feyza. Akkaya ailesi hala haber bekliyordu kendinden ama kendi de ailesinden bir şey bekliyordu. Babasına resti çekmişti de, eğer babam kabul etmiyor derse Nermin Hanım, kız istemeden ben oğlumu evlendirmem derdi. Tamam kendi de babasının rızasını almadan evlenmek istemiyordu ama Ethem Bey asla sıcak bakmıyordu bu işe, ne yapabilirdi ki?

“Konuştum da babam esip gürledi. Kolay kolay kabul etmeyecek Sarp.”

“Madem öyle bırak ben konuşayım.”

“Biraz zaman. Sadece birazcık daha zaman. Bekleyelim, belki… Belki babam kararını değiştirir.”

“Feyza bak annem hazır. Her şeye rağmen buradan kalkıp İstanbul’a gitmeyi kabul etti, seni ciddi ciddi babandan isteyecek. Daha da beklememizin bir anlamı yok. Arayım babanı, gerekirse yarın gideyim İstanbul’a, çıkayım karşısına anlatayım. Kızınızı çok ama çok seviyorum diyeyim.”

Gözlerini kapadı genç kadın, acele ediyordu Sarp. Oysa babasının durumu sindirmesi için zaman lazımdı. Bir anda öyle oldu bitti ile olmazdı ki her şey. Üstelik gerçekten kendi sözle, nişanla uğraşmak istemiyordu. Kız istemenin olayının hâlâ devam etmesi başlı başına tuhaftı zaten.

Genç adamın elini tuttuğunda yumuşak bir ses tonuyla konuşmaya gayret etti Feyza. “Gerçekten biz kendi aramızda bir yüzük taksak, isteme işine filan hiç girişmesek olmaz mı?”

“Feyza…”

“Biliyorum annen kabul etmez ama bu ikimizin hayatı Sarp. Yanlış anlama Nermin teyze bize karışamaz demiyorum fakat her şeyin âdetine uygun olmasa da olur. Ne söz, ne nişan, ne düğün… Hiçbiri umurumda değil ben sadece seninle mutlu olmak istiyorum. Mesele yüzükse tamam. Takalım yüzükleri olsun, bitsin. Annenin gerçekten İstanbul’a, bizimkilere gitmesine gerek yok. Hem gidince olaylar daha çok karışacak. Annenle, babam birbirine girecek olan yine bize olacak. Haksız mıyım?”

Feyza’nın haklı olduğunu bildiğinden sustu Sarp, bir şey diyemedi. Keşke annesine de bunu anlatabilseydi ancak Nermin Sultan öyle bir şeyi kabul etmezdi. Liseyi bitirdiğinden beri kendinin düğününü yapmayı hayal ederken şimdi basit bir yüzük takmayla oldu, bittiye getirmezdi işi.

“Babandan yana hiç umut yok mu?”

“Bilmiyorum. İnan bilmiyorum. Eğer babamı biraz olsun tanıyorsam çok uzun süre sessiz kalmaz. Hem şimdi bunları bir kenara bırakalım. Benim sana söylemek istediğim daha önemli bir şey var.”

Feyza konuyu değiştirmeye çalışırken kaşlarını çattı Sarp. Bundan daha önemli konu ne olabilirdi? “Sırma,” dedi Feyza, sevgilisini merakta bırakmadan.

“Sırma dün akşam gelip bana seni sevdiğini itiraf etti. Artık onunla konuşmalıyız Sarp. Her şeyden önce o kızı incitmeden onunla konuşmalıyız.”

Sıkıntıyla yüzünü sıvazladı Sarp, bari bir şey yolunda gitseydi. Feyza’yla işleri yoluna koymaya çalışırken bir de Sırma mevzusu çıkmıştı başına. Hayır, ne zamandan beri böyle duygular içeresindeydi Sırma, anlamamıştı? Hem ne diye Feyza’ya gelip böyle bir itirafta bulunmuştu? Amacı neydi, ne yapmaya çalışıyordu bu kız? Bilmiyordu ve bunları şu an düşünmek istemiyordu.

“Tamam… Tamam uygun bir şekilde konuşuruz artık onunla da.”

Film çoktan bitmişti, zaten bitmese de üçünün de izleyecek keyfi kalmamıştı. Asu tabaklarla bardakları toplarken Feyza’nın telefonu çaldı. Genç kadın annesinin aradığında gördü Sarp’la, telefon arasında mekik dokudu bakışları. En sonunda telefonu açıp kulağına dayadığında “Efendim anne,” dedi ürkekçe. Bir de Fulya Hanım’la tartışmak istemiyordu şimdi.

“Yarın babanla oraya geliyoruz. Biz gelene kadar sakın yanlış bir şey yapma Feyza. Sakın.”

“Na- nasıl? Hatay’a mı geliyorsunuz?”

“Evet, aklını başına toplamaya geliyoruz.”

“Anne bak…”

“Akşama doğru orada oluruz ve biz gelene kadar verdiğin kararı tekrar düşün yoksa sen pişman olursun.”

Telefon kapandığında öylece kaldı Feyza. Ne güzel ama kıyamet gerçekten yakında kopacaktı. Belki tarih tekerrür edecek, Ethem Bey, Akkayaların kapısına dayanıp olay çıkaracaktı. Belki Fulya Hanım ağzına geleni söyleyecekti. Belki babası Sarp’ı tehdit edip duracaktı. Tüm bunları yaşayacağını bildiğinden sevdiği adamdan uzak durmuştu ya. Fakat gönül ferman dinlemiyordu, korkularına rağmen tutmuştu Sarp’ın elini bir daha da bırakmaya hiç niyeti yoktu.

“Ne oldu?”

“Annemler yarın buraya geliyormuş.”

“Daha iyi ya, ne olacaksa olur artık. Biz de ona göre yolumuza bakarız.”

“Sarp anlamıyorsun, olay üstüne olay çıkacak. Babam kıyametler koparacak, annem bağırıp duracak ve biz…”

“Biz,” diyerek Feyza’nın yüzünü avuçlarının arasına aldı genç adam. Kendinden emin bir şekilde cesurca bakıyordu sevgilisinin ela gözlerine. Ne olursa olsun bir daha asla bırakmazdı onu.

“Biz ise her şeyin karşısında el ele duracağız Feyza’m. Yerle gök birleşse, dünya dursa, yansa, batsa ayrılmayacağız. Ben korkmuyorum. Sen yanımda olduğun için korkmuyorum. Sen de korkma çünkü ben yanındayım.”

Sıcak dudaklar alnına temas edince içinin huzur dolduğunu hissetti genç kadın. Sarp’ın bir dokunuşu güven veriyordu işte. Belli belirsiz bir tebessüm peyda oldu yüzünde. Şu tartışmanın sonu tatlıya bağlanmıştı ya, bütün engelleri aşabileceklerine bir kez daha emin oldu.

“Zaten sen yanımda olmasaydın ben bu kadar güçlü olamazdım.”

Feyza’yı kollarının arasına aldı Sarp. Sıkı sıkı ona sarılırken saçlarında elini gezdirdi. Asıl Feyza olmasa kendi bu kadar cesur olamazdı. Kendine cesaret veren sevdiği kadının aşkıydı.

“Biz çok mutlu olacağız. Sana söz veriyorum her şeye inat çok mutlu olacağız. Yeter ki… Yeter ki sen bize inan.”

“İnanıyorum,” derken aşkla bakıyordu kehribar gözlere genç kadın. Başkası olsa kendi için bu kadar mücadele vermezdi. Sarp gibi mükemmel bir adamın sevgisine sahip olduğu için gerçekten şanslıydı.

“Hem de tüm kalbimle inanıyorum Sarp.”

 

***

 

Her ne kadar ailesini eve çağırsa da Feyza, onlar bir otelde kalmakta kararlıydı. Zira hem annesinin, hem babasının son isteği Akkayalarla karşı karşıya gelmek olabilirdi. Bir yandan işine gelmişti onların otelde kalacak olması, ilk dakikadan kavga çıkmazdı en azından. Zaten gelmelerine birkaç saat daha vardı çünkü uçakla değil, arabayla geliyorlardı. Muhtemelen uzun kalacaklardı ki, on iki saatlik yola arabayla çıkmışlardı. İhtimal dahi vermezdi oysa babasının seneler sonra İstanbul’dan kalkıp Hatay’a geleceğine. İşin daha da tuhafı Nermin Hanım, despotluğuna rağmen ikna olmuştu İstanbul’a gidip kendini istemeye. Hem de ömründe bir kez olsun şehir dışına çıkmamış olmasına karşın. Kader ağlarını bazen akıl sır almayacak kadar tuhaf örüyordu. Belki de bu kadar çok kafa yormak yerine işi oluruna bırakmalıydı. Olacakları ne yaparsa yapsın engellemeyecek, her ne yaşanacaksa yaşanacaktı ama elinde değildi işte. Düşünmeden duramıyordu. Ya babası yüzünden Nermin Hanım vazgeçerse? Sarp annesini dinlemezdi de işler karışırdı yine. Fakat şimdi bunları bir kenara bırakıp öğrencilerine odaklanmalıydı. Sınavın ortasında aşk hayatını, aile sorunlarını düşünmek yakışmıyordu sonuçta kendine.

Sıraların arasında dolanırken hepsinin hiç takılmadan soruları yanıtladığını gördü genç öğretmen. Belki hepsi sınava çok iyi çalışmış diye düşünebilirdi lakin yanıtlar neredeyse aynı gibiydi. Sınavdan sonra iyice bir tahlil yapması lazımdı anlaşılan. Bir tuhaflık olduğunu sezmişti çünkü. Sınavın bitmesinin ardından Sırma’ya çıkışta biraz onunla konuşmak istediğini söyledi. Sarp’la böyle bir karar almışlardı. Önce kendi Sırma’yla bir yere gidip oturacak elinden geldiğince onu kırmadan konuşacaktı sonra Sarp gelecek ve kendi gidecekti. Belki birlikte konuşmaları daha iyi olabilirdi ama öyle bir şeyin genç kızın daha çok incitme ihtimali vardı.

Sırma hocasının dediğine karşı gelmeden, kabul etti onun teklifini. Zaten kabul etmeyip ne yapacaktı? Sarp’a âşık olduğunu itiraf etmişti bir kere. Çıkış saatinde Feyza’yla okuldan ayrılırken Çiçek’le de olan biteni paylaştı. Sonuçta en yakın arkadaşından bir şey saklayacak değildi. Öğretmeniyle birlikte uygun bir kafeye geçtiğinde Feyza siparişleri verdi. Kendine kalsa hiçbir şey istemeden hocasını dinler, sonra kalkıp giderdi. Fakat kibardı işte öğretmeni. Kendini incitmemek için uğraşıyordu. Başkası olsa sırf böyle bir durumdan ötürü, kendini dersten bile bırakabilirdi.

“Sizi dinliyorum hocam.”

Genç kız başı öne eğik, bir suçlu gibi karşısında otururken bir kez daha kafasında cümleleri toparladı Feyza. Garson siparişleri getirince bir yudum kahvesinden aldı ve öyle girdi konuya. Özenle sözcükleri seçerken sahiden kırıcı olmamaya gayret ediyordu.

“Sırma ben aslında tam olarak ne diyeceğimi bilemiyorum. Genç yaşında omuzlarındaki yükler bu denli ağır iken yanlış bir şeyler diyerek seni incitmekten korkuyorum. Anlamaya çalışıyorum… İnan ki bunun için çabalıyorum. Sarp’a karşı duygularım var, dedin ve ben…”

“Bana çok mu kızdınız?”

Nemli gözleriyle genç kadına baktığında alt dudağını dişledi Sırma. O gece hangi cesaretle gidip Feyza’ya, Sarp’ı seviyorum demişti kendi de bilmiyordu. Feyza ise uzanıp elini tuttu. Şaşırdı, onun bu kadar da anlayışlı olmasını beklemiyordu.

“Hayır, kızmadım çünkü… Çünkü çok gençsin ve duygularını karıştırman, ya da böyle şeyler hissetmen çok normal ama bence Sarp’a duyduğun aşk değil, sadece masum bir sevgi. Sen onun onca sene sana abilik yapmasını sevdin, abi sevgisine sığındın ve bunu aşk zannediyorsun fakat aşk böyle bir şey değil Sırma. Aşk… Aşk bir sevgiden çok daha fazlası, tüm dünyaya karşı gelebilecek cesareti kendinde, yüreğinde bulman. Şüphesiz Sarp’ı seviyorsun ancak bir abi olarak seviyorsun onu ve bunu aşk sanıyorsun.”

Öyle değil, dese bile neyi değiştirebilecekti ki Sırma? Feyza’ya karşı inat etmek neyi kazandıracaktı kendine? Zaten Sarp’ın asla kendine başka bir gözle bakmayacağını biliyordu, kaybettiğini çok önceden kabul etmişti ama yüreğinde günbegün büyüyen sevgiye engel olamamıştı işte. Hislerine inat “Haklısınız,” diyebildi. Dilinin başka bir söz söylemek için dönebilecek gücü yoktu. Yine de hocasının gözlerine bakabilecek cesareti buldu. En azından bir kez olsun Sarp’ı nasıl sevdiğini itiraf etmek istiyordu.

“Haklısınız hocam ancak Sarp’ı abi olarak görmedim. Evet, bana abilik yaptı ama benim için bir abiden çok daha fazlası oldu her zaman. Size bunları söylemekten o kadar çok utanıyorum ki aslında. Siz Sarp’la evleneceksiniz ve ben sizin karşınıza oturmuş ona karşı hislerimi anlatıyorum. Gerçekten… Gerçekten tam bir aptalım ben!”

Gözyaşlarına boğularak hızla masadan kalkıp koşar adım kafeden çıktı genç kız. Feyza arkasından seslense duymadı. Tek isteği yorganının altında hıçkıra hıçkıra ağlamaktı ki, birine çarpınca buğulu gözlerini yerden kaldırıp Sarp’la göz göze geldi. Duymuş muydu o da söylediklerini?

Hiçbir şey demeden Sırma’nın gözyaşlarını sildi Sarp. Kıyamıyordu ki, bu kıza. Duymuştu Feyza’ya dediklerini ve içi acımıştı. Ona karşı geçekten nasıl bir tutum sergilemişti de, Sırma kendine çok başka hisler beslemişti?

“Biraz konuşalım mı Sırma?”

Sessiz kaldı, omuzlarını düşürdü genç kız. Sarp ise onun sessizliğini bir onay göstergesi olarak yorumladı. Sırma’yı yönlendirirken Feyza’yla da bakıştı. Kontrol bende, mesajını vermeye çalıştı. Feyza ise sevgilisini anladı. Biliyordu Sarp’ta, Sırma’yı incitmemek için uğraşıyordu. Diliyordu ki, o kadar çok uğraştıkları şey varken bir de bu mesele daha da uzamasın.

Sırma’yla birlikte herhangi bir parka geçip banka oturdu genç adam. Mahallede değillerdi tabii ki, bu olayın duyulmasını istemezdi neticede. Zaten yanındaki kıza ne diyeceğini de bilmiyordu. Yine de lafa girmek için çabaladı. “Sırma,” dedi düz bir sesle. Sırma gözlerini kendine çevirdiğinde derin bir nefes aldı. Niye her şey bu kadar zordu?

“Duyduklarım doğru mu?”

Başını salladı genç kız, gözlerini kaçırdı. Konuşabileceğini sanmıyordu.

“Peki… Peki ne zamandan beri? Yani ben… Ben hiç böyle bir şey düşünmedim Sırma. Çiçek’i nasıl sevdiysem seni de öyle sevdim. Bir kardeş gibi. Daha dün gibi hatırlıyorum on yaşındaydım, sen ise yeni doğmuştun, kucağıma verdiler seni, o kadar güzel, o kadar ufaktın ki... Bir kız kardeşim daha olmuştu. Şimdi sen… Sen ise beni sevdiğini söylüyorsun. Anlamaya çalışıyorum ama…”

“Çünkü abim gibiydin,” diyerek bakışlarını yeniden Sarp’a çevirdi Sırma. Dudaklarını dişlerken zoraki konuşuyordu. “Hep abilik yaptın bana. Düştüğümde sen kaldırdın, ağladığımda sen gözyaşımı sildin, korktuğumda sen kucak açtın, hastalandığımda sen başımda bekledin ve bunları bir abi sevgisiyle yaptın tıpkı Çiçek’e yaptığın gibi ama benim içim öyle çok ısındı ki sana… Seni bir abiden daha farklı sevdim. Büyüdükçe daha farklı hisler besledim sana karşı. İçten içe, kimseye söylemeden. Utandım, kendime kızdım, Feyza hocanın yüzüne bakmaktan kaçtım ama daha fazla tutamadım içimde. Özür dilerim. Ben gerçekten çok özür dilerim Sarp.”

Abi yoktu, ilk defa Sarp diyordu Sırma kendine ve genç adam gerçekten ne tepki vereceğini bilmiyordu. Kızamazdı Sırma’ya, karşısında böyle utançtan kıvrana kıvrana konuşan kıza nasıl böyle şeyler düşünebilirsin, diye bağıracak hali yoktu ya. Yüzünü sıvazladığında öne doğru eğildi. Birkaç saniye tanıdı kendine, doğru cümleler kurmak için.

“Özür dileyecek bir şey yok Sırma. Bazen duygularımıza yön veremiyoruz. Bana karşı böyle duygular beslediğin için suçlama kendini asıl ben sana karşı umut verecek bir şey yaptıysam özür dilerim ama sen de biliyorsun hep sana kardeşim, dedim. Başka bir gözle sana bakmayı aklımın ucundan bile geçirmedim.”

“Biliyorum, zaten senden bir şey beklemeye de hakkım yok. Sadece senden de, Feyza hocadan da daha fazla saklamak istemedim duygularımı. Sakladıkça daha çok utanıyordum çünkü.”

“Sırma…”

“Ama yemin ederim hep mutlu olun istedim. Feyza hocayla hep mutlu olmanı istedim Sarp. En başından biliyordum sizin birbirinizi nasıl sevdiğinizi, senin neden seneler boyunca hiç kimseye göz ucuyla bakmadığını Feyza hoca gelince anladım. Hep dua ettim biliyor musun? Sizin mutlu olmanız için hep dua ettim. Evleniyoruz dediğinde en çok ben sevindim çünkü sevgi… Sevgi, sevdiğinin kişinin mutluluğuyla mutlu olmaktır. Ben bunu öğrendim. Şimdi sen mutlusun diye, ben de mutluyum, inan ki.”

Ne diyeceğini bilemedi Sarp, boş gözlerle yanındaki kıza bakarken onun ne kadar yüce gönüllü olduğunu bir kez daha anlıyordu. Masumdu Sırma, bu dünya için fazla masum bir kızdı ve buna rağmen hak etmediği nice acılar yaşamıştı. Annesi tarafından sekiz yaşında terk edilmiş, babası felç kalmış, yıllarca babasına bakmış ve sonunda onu da kaybetmişti Sırma. Tüm bunlar yetmezmiş gibi aşk acısı çekmişti o kadar zaman boyunca. Kendinin gözlerine nasıl bir perde inmişti ki, görememişti onun saf sevgisini? Belki bilse ona göre davranır, daha uygun bir zamanda konuşurdu Sırma ile ancak o, hiç beklemediği bir anda itiraf etmişti sevgisini.

“Yaşına rağmen o kadar olgunsun ki Sırma…”

“Hayat insanı bazen çok küçük yaşta büyütüyor biliyorsun.”

“Ne yazık ki öyle ama senin için yapabileceğim bir şey varsa, lütfen söyle.”

“Mutlu ol Sarp. Gerçekten çok ama çok mutlu ol. İnan, bu bana yeter.”

Başka bir şey demeden ayağa kalktığında usulca uzaklaştı Sarp’ın yanından Sırma. Nihayet o kadar yıl boyunca içinde tuttuklarını dile getirebilmişti. Şimdi bir kuş gibi hafifti. Hayat kendini nereye savurursun savursun içinde yarım kalmışlıklarını da götüreceğini biliyordu ve içinden bir sesler daha başına çok şeyin geleceğini söylüyordu. Kim bilir belki de bir yerlerden hiç beklemediği birileri çıkagelirdi.

Sırma’nın ardından bakarken iç çekti Sarp. Genç kızın bu kadar olgun davranmasını cidden takdir ediyordu. Başkası olsa böyle büyüklük göstermezdi kesinlikle. Aklına bir an Ayşen geldiğinde acı acı tebessüm etti. Ayşe’nden sonra Sırma… Kendine âşık olan başka biri var mıydı acaba? Egolu bir adam değildi, kadınların kendi yüzünden acı çekmesi hoşuna gitmiyordu fakat hiçbir şey yapmamasına, gönlünü Feyza dışında herkese kapatmasına rağmen nasıl oluyor da birileri kendine âşık oluyordu? Nasıl oluyor da kimseye umut vermemesine karşın biri gelip ben seni seviyorum diyordu? Hayır, onlara gurursuzlukla itham etmiyordu yalnızca anlamaya çalışıyordu. Hadi Caner uçan kuşun bile kendine ayılıp bayıldığını söylüyordu da, hiç o işlerin peşinde değildi kendi. Öyle yüklü miktarda mal varlığı da yoktu. Dünya yakışıklısı da değildi. Orta halli ailesi olan, sanayide basit bir mobilya dükkânını işleten sıradan bir adamdı. Neyine kapılıyordu kadınlar bu kadar, bunu merak ediyordu.

Sırma eve geldiğinde olanları düşünmek istemediğinden yapacak bir şeyler bulmaya çalıştı. Babasının eşyalarını kolileyip kaldırmasının ardından evi temizleme işine girişti. Ne kadar içi acısa da bunları yapmak zorundaydı, bir yerden başlamalıydı. Elbette babasının hatıralarını atmayacak, saklayacaktı. Gömleklerini, pantolonlarını, tıraş setini… Mustafa Bey’e ait olan ne varsa, hepsini saklayacaktı. Kolay değildi, bu işlere girişmek, binevi babasının yokluğunu kabul etmiş oluyordu lakin eşyalar gözünün önünde durdukça daha çok acı veriyordu. Mustafa Bey’in yokluğunu bağırıyordu sanki her şey. İşleri bitirmesi akşamı buldu, saat dokuza gelirken kapının çaldığını duydu. Bu saatte kim gelmişti?

Kapıyı açtığında kısa saçları beyazlamaya yüz tutmuş yüzünde kırışıklar meydana gelmiş, orta boylu, beyaz tenli, yeşil gözlü bir kadınla karşılaştı. Defalarca yutkundu genç kız, karşısındaki kadın resimlerini sakladığı kadına, annesine çok benziyordu. Hayır, bu olamazdı. Beyni kendine bir oyun oynuyordu.

“Sırma,” diyebildi orta yaşlı kadın titrek bir sesle. Nemli gözlerinde pişmanlığın izlerini taşıyordu. Yıllar önce bırakıp gittiği küçük kızının karşısına çıkmak o kadar zordu ki… Fakat pişmandı. Hayat seçimlerinin bedelini çok ağır ödetmişti kendine. İlahi adalet diye bir şey vardı kesinlikle yoksa şimdi Sırma’ya muhtaç olmazdı.

“Beni tanımadın mı kızım?”

“Sen… Sen…”

Konuşamıyordu Sırma, göz pınarları yeniden ıslanırken yaşadığı anın gerçekliğini kabul edemiyordu. Sahiden karşısındaki kadın Kıymet Hanım mıydı?

“Evet benim, kızım. Ben senin annenim.”

“Annem öyle mi?”

Başını yere eğdi, birkaç damla gözyaşını serbest bıraktı Kıymet Hanım. Sırma kapıyı yüzüne kapatsa haklıydı, on yıl sonra bırakıp gittiği kızının karşısına çıkmış, ben senin annenim diyordu. Hoş geldin, diyerek boynuna mı atlasaydı Sırma?

“Sırma…”

Kapıyı hızla kapadı Sırma, yere çöktüğünde dizlerine kapandı. Hiçbir şey duymak, bilmek istemiyordu. O kadın gitsin istiyordu, yıllar önce kendini bırakıp gittiği gibi, çeksin gitsin istiyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlarken kapının çaldığını, yumruklandığını duyuyordu. İstemiyordu. O kadının yüzünü dâhi görmek istemiyordu. Babası onun yüzünden felç kalmış, senelerce yatağa bağlı yaşamıştı, kendi ufacık yaşında annesizliği tatmıştı. Annesi varken, annesiz kalmıştı. En zor zamanlarında, ona en ihtiyaç duyduğu anlarda, babası öldüğünde bile yoktu annesi yanında. Şimdi ne istiyordu, niye gelmişti?

“Sırma lütfen… Lütfen sadece bir kez… Sadece bir kez dinle beni. Yalvarıyorum sana kızım… Sana ihtiyacım var. Sana çok ihtiyacım var!”

Ayağa kalktı öfkeyle kapıyı açtığında annesinin karşısında kızarmış gözleriyle durdu genç kız. Sesi sokağı inletirken kendini kaybetmişti.

“Bana ihtiyacın var öyle mi? On yıl boyunca neredeydin o zaman? Benim de sana ihtiyacım varken neredeydin? Babam hastalandığında, ben tek başıma kaldığımda neredeydin? Sen bizi bırakıp gittin diye babam felç kaldı biliyor musun? Yıllar boyunca yatağa bağlı yaşadı! Babam belki de bu dünyadaki en mert adamdı ve sen sadece iflas etti diye onu terk ettin! Hem de basit bir mektup bırakarak! Bir kez olsun gelmedin yanımıza! Bir kez olsun aramadın beni! Benim de bir kızım var demedin! Bırakıp gittin ya, kocanla, kızını bırakıp öylece gittin! Şimdi gelmiş sana ihtiyacım mı var diyorsun Kıymet Hanım!”

“Anlatacağım,” diyerek hıçkırdı Kıymet Hanım. Sırma sokağa çıkmış bağıra bağıra konuşurken tanımadığı insanlar etraflarına toplanmıştı. Kimseyi umursamadan kızının omuzlarını tuttuğunda o güzel gözlerine içine baktı.

“Her şeyi anlatacağım Sırma yeter ki… Yeter ki babanı bir kez olsun görmeme izin ver.”

Hıçkırıkları, gözyaşları, öfkesi, üzüntüsü, duyguları birbirine karışırken hızla annesinin ellerini indirdi Sırma. Utanmadan babanı görmek istiyorum diyordu karşısındaki kadın. Kimseyi umursamadan çığlık çığlığa bağırırken engel olamıyordu kendine.

“Geç kaldın Kıymet Hanım! Çok geç kaldın! Babam yok artık!”

“Na- nasıl? Nasıl baban yok?”

“Öldü!” derken canından can koptuğunu hissetti Sırma. İlk defa babasıyla ölüm kelimesini yan yana getiriyordu. Öldü dememişti babası için hiçbir zaman. Kaybettim demişti hep çünkü öyleydi. Babasını kaybetmişti. Tutunacak tek dalını, canının parçasını ansızın kaybetmişti. Şimdi annesinin yüzüne bu gerçeği haykırarak kendi kalbine hançeri saplıyordu.

“Öldü anlıyor musun? Benim babam öldü!”

Bunu beklemiyordu Kıymet, eski kocasının ölmüş olacağına ihtimal vermemişti hiç. Mustafa’nın da kendi gibi gününü gün ettiğini, başkasını bulduğunu düşünmüştü fakat Sırma acı hakikati bir tokat gibi çarpmıştı yüzüne. “Sırma,” dedi ne diyeceğini bilemeden. Büyük bir boşluğa düşmüştü sanki.

“Şimdi nereden geldiysen oraya git! Beni de rahat bırak!”

Başka bir şey söylemeden geri evine girdi genç kız. Gerçekten annesinin hiçbir açıklamasını ya da kendine acımasını istemiyordu. O kadar yaşadığı şey varken bir de yıllar sonra gelen bir kadının hayatını alt üst etmesine izin veremezdi. Kıymet hıçkıra hıçkıra ağlarken birinin kendine destek olduğunu hissetti. Başını çevirdiğinde ise eski bir dostla, Nermin Hanım’la karşılaştı, omuzlarını sıvazlıyordu eski arkadaşı. Herkes etraflarında toplanmış iken Nermin Hanım, evine doğru yönlendirdi Sırma’nın annesini. Konuşacak çok şey vardı.

***

“On yıl öncesine kadar çok cahildim, paranın mutluluk getireceğini zannediyordum. Mustafa’yla da bu yüzden evlendim O, bana kör kütük âşıktı ama ben onun mal varlığını daha çok sevdim. Varlıklı adamdı Mustafa, Karadenizli nakliyat işi yapan bir ailenin oğluydu. Nakliyat şirketleri akıl almaz derecede zengindi. Allah var, kocamın bir kötülüğünü görmedim ama iş yapmayı bilmiyordu. İşle, dostluğu birbirine karıştırıyor, hâl hatır yüzünden elde avuçta ne varsa savurup duruyordu. Sırma doğduktan yedi- sekiz sonra iflas etti. Sefalet çekeceğimiz günler yakındı ben de bu yüzden terk ettim kocamla, kızımı. Çocuk isteyen Mustafa’ydı, o baksın, ben Sırma’yı yanımda taşıyamam, dedim kendime. Bana nasıl bir annesin sen, diyebilirsiniz ama çok pişman oldum. Yemin ederim o kadar çok pişman oldum ki… Yaptıklarımın bedelini çok ağır ödedim. Kocamla, kızımın ahı bırakmadı yakamı.”

Konuşmasını henüz bitirememişti ki Kıymet Hanım, gözyaşlarına boğuldu yeniden. Akkayaların evinde bir koltuğa oturmuş hayatını anlatırken ev ahalisi de, Feyza da yanındaydı. Olayın Sırma ile ilgisi olduğunu öğrenince elbette ki gelmişti Feyza buraya. Kıymet Hanım henüz kızının öğretmenini tanımasa da, Akkaya ailesini tanıyordu. Tanımaz olur muydu hiç? Mustafa’yla kendini tanıştıran Nermin’di ya. Sonra Mustafa’nın en yakın arkadaşı, onun kocası Aziz’di ya. Sedat’la, Sarp nasıl büyümüş, koca adam olmuşlardı. En son onları gördüğünde ikisi de çocuktu. Şimdi karşısına Sırma’nın abileri olarak çıkıyordu. Hep tahmin ettiği gibi bırakıp gittiği kızını Akkaya ailesi büyütmüştü. Sırma, Nermin’i anne bilmiş, Sedat’la, Sarp’a abi demişti. Vicdanı sızlarken işlediği günahlar kalbini bir daha bir daha yakıyordu.

“Kocamla, kızımı bırakıp gittikten sonra karşıma Münir çıktı. Zengindi, kibardı, yakışıklıydı… Kısa bir birlikteliğin ardından evlendik. Birkaç ay sonra hamile kaldım. Bir kızım daha olacaktı ve Sırma’nın aksine bu bebeği istiyordum. Hiç düşünmeden doğurdum kızımı. Evet, Sırma’nın altı yaşında bir kardeşi var. Selin. Fakat… Fakat babası yok. Kader, üç yıl önce kaybettim Münir’i. Altı ay önce ise Selin’e lösemi tanısı kondu. Başvurmadığım çare kalmadı lakin hiçbir şey fayda olmadı. İlik lazımdı, uygun ilik bulunamadı ne yazık ki. Yaptıklarımın bedelini Selin’in hastalığı ile ödedim. Sırma’yı bırakıp gitmiştim ve ilahi adalet Selin’e tecelli etti. Küçücük yaşına rağmen büyük bir hastalıkla mücadele ediyor ve benim elimden hiçbir şey gelmiyor. Mustafa’yla, Sırma’nın ahı tuttu, biliyorum günahkârım, biliyorum belki de dünyanın en aşağılık kadınıyım ama tek isteğim Selin’in iyileşmesi. O yüzden çıktım Sırma’nın karşısına. Bir umut belki Sırma’nın iliği, Selin’le uyumla çıkar diye düşündüm. Ne olur öyle bakmayın, çaresiz bir anneyim ben. Altı yaşındaki kızı kanser hastası olan bir anne.”

Kıymet Hanım gözyaşları içinde sözlerini bitirdiğinde yanında oturan Nermin Hanım, sırtını sıvazladı. Çok eskiden beri, evlenmeden önce tanırdı Kıymet’i. Ailesini bırakıp gittiği için ona kızsa da şimdi pişmanlığı dokunuyordu yüreğine.

“Bunca yıl sonra seninle böyle mi karşılaşacaktık Kıymet?”

“Nermin,” diyerek arkadaşına doğru döndü Kıymet Hanım. Ağlamaktan gözleri kızarmıştı. “Çok pişmanım. İnan bana çok pişmanım.”

“Pişmanlığınız hiçbir şeyi değiştirmiyor fakat! El kadar çocuğu bırakıp giderken hiç mi içiniz acımadı? Selin’i kucağınıza aldığınızda hiç mi aklınıza Sırma gelmedi? Şimdi Selin için ağlayıp duruyorsunuz da Sırma neler yaşadı haberiniz var mı? O kız tek başına babasını toprağa verdi! Oysa onun en çok o zaman annesine ihtiyacı vardı! Eğer Selin lösemi hastası olduğu için iliğe ihtiyacı olmasaydı Sırma hiç aklınıza gelmeyecekti değil mi?”

Feyza ayakta bağıra bağıra konuşurken Sarp müdahale etmek istedi. Şüphesiz, haklıydı o fakat şimdi zamanı değildi.

“Feyza”

“Ne? Söyle Feyza ne Sarp? Haksız mıyım? Herkes anne olmamalı, herkes çocuk doğurmamalı! Bir çocuğu dünyaya getirip sonra çekip gitmek ne? Kediler, köpekler bile yavrularını öylece salmıyor sokağa! İstediğiniz kadar ağlayın Kıymet Hanım ama Sırma’nın yaşadıkları yanında bu gözyaşlarınız bir hiç!”

Feyza karşısında dikilip kendine bir güzel fırça çekerken hıçkıra hıçkıra ağlamaktan başka bir şey yapamıyordu Kıymet Hanım. Savunulacak hiçbir yanı yoktu ancak eski dostu ters bakışlarla bakıyordu genç kadına.

“Allah’ın verdiği canı sorgulamak kimin haddine Feyza hoca?”

Alayla gülmek istedi Feyza, Nermin Hanım ne diyordu. Zaten hep bu düşünce yüzünden bu hale gelmemiş miydi dünya? Bilinçsizce çocuk yapan insanlar hemen Allah, diyordu. Allah çocuk verdiği gibi akıl da veriyordu ama. İstemiyorsa, bakamayacaksa, o çocuğu bırakıp gidecekse kimse çocuk yapmamalıydı. Yazık değil miydi Sırma’ya? Yazık değil miydi onun gibi onlarca çocuğa? Hoş bunları anlatabileceği biri mi vardı karşısında

“Kimse bakmayacağı bir çocuğu dünyaya getirmemeli Nermin Hanım!”

“Allah kime çocuk verip vermeyeceğini bilir Feyza. Günaha giriyorsun farkında değilsin,” diyerek olaya girdi Sedat. Nedense kendi de bir gocunmuştu onun dedikleri üzerine.

“Ha ben günaha giriyorum? Çocuğunu bırakıp giden anne babalar değil, ben günaha giriyorum! Tamam Sedat abi, dediğin gibi olsun!”

Daha fazla onlarla tartışamayacaktı Feyza, hızla kendini dışarı attığında Sarp tuttuğu nefesini verdi. Annesinin ters bakışları üstünde hissediyordu. Keza abisinin de öyle.

“Al işte, gelin diye bana getirdiğin kızı gör oğlum. Yarın sana da çocuk istemiyorum, der.”

“Ne alakası var anne? Feyza haklı. Kimse bakamayacağı çocuğu dünyaya getirmemeli ve Kıymet teyze, Feyza’nın dedikleri için senden özür dileyemeyeceğim çünkü Sırma’nın neler yaşadığını en çok ben biliyorum. Keşke gerçekten onu bırakıp gideceksiniz hiç doğurmasaydınız.”

Sözlerinin ardından odadan çıktığında abisinin Sarp diye seslendiğini duysa da umursamadı genç adam. Sevgilisini yalnız bırakmak istemiyordu. Açık kapıdan dışarı doğru adımladığında Feyza’nın kaldırımda oturduğunu gördü. Onun yanına çöküp boşluğa uzun uzun baktı.

“Annemle, abim adına özür dilerim. Gereksiz yere sana yüklendiler.”

“Keşke sorun sadece o olsa. Çoğu kişi onlar gibi düşünüyor. Çocuğu Allah verdi, diyorlar. Tamam çocuğu Allah verdi ama Allah insanlara akıl da verdi Sarp. İstemiyorsan, bakmayacaksan çocuk yapmayacaksın, bu kadar basit. Bu kadar basit ya! Kucağına alıp sevmeyeceğin, ilgilenmeyeceğin, saçını okşamayacağın çocuğu dünyaya getirmeyeceksin! Haksızlık. O çocuğa yapılan en büyük haksızlık bu!”

“Herkesin senin gibi düşünmesini bekleyemezsin Feyza. Şimdi nesil biraz daha değişti de, eskiden evlendin mi çocuk yoksa kusurlu gözüyle bakıyorlardı evliliğe. Hele de kadına.”

“Bu yüzden bu haldeyiz ya. Herkes çocuk doğurdu da ne oldu? Çocuk büyütme kapasitesine sahip olmayan insanlar, üçer beşer çocuk getirdiler dünyaya. Sonra o çocuklar büyüdü, anne babaları gibi bilinçsiz bireyler oldu. Neden bu kadar kaos çıkıyor ülkede? Neden devamlı bir manşet haberi var? Neden devamlı birileri ölüyor, bıçaklanıyor? Bilinçsizce çoğaldığımız için.”

O kadar doğru konuşuyordu ki genç kadın, Sarp ne diyeceğini bilemiyordu. Sıkıntıyla nefes alıp verdiğinde “Asu evde mi?” diye sordu. Bir yandan da konuyu değiştirmeye çalışıyordu.

“Gelecekti de, daha fazla kalabalık etmeye gerek yok dedim. Ben de zaten bizimkilere bakmaya gideceğim. Az önce konuştuk gelmişler.”

“Seninle gelmemi ister misin?”

“Yok, sen burada kalsan daha iyi olur. Sırma yalnız kalmasın.”

“Çiçek var ya.”

“Olsun, kızın sana ihtiyacı olabilir. Annesiyle konuşur mu, konuşmaz mı bilmiyorum artık.”

“Annem bu işin peşini bırakmaz. Mutlaka konuşturur ikisini.”

Bir şey demek istemedi Feyza, bu konuda yorum yaparsa Sarp’ı kıracağını biliyordu çünkü. O yüzden sıkıntılı halini gizlemeye çalışarak ayağa kalktı fakat yüz ifadesi her şeyi açıkça gösteriyordu.

“Neyse ben otele gidiyorum. Gelince ne olduğunu anlatırsın.”

Gözleriyle sevgilisini onayladı genç adam lakin içi rahat etmediğinden ayağa kalktı. Feyza arabaya varmadan da ona seslendi.

“Feyza”

Arkasını döndü Feyza, Sarp kendine doğru iki adım attığında durdu. Arlarındaki mesafe sıfırlandığında ise gözlerini kehribar gözlere sabitledi. Sarp, sevdiği kadının ellerini tuttuğunda emin olmak ister gibiydi.

“Bana kızgın değilsin demi?”

“Niye kızayım sana Sarp? Sadece… Sadece insanların düşüncesizliklerine kızıyorum. “

“Sanırım o insanlara annemle, abim de dahil.”

“Herkesin kendi bakış açısı diyemeyeceğim.”

Anlayışla başını salladı genç adam, ne diyebilirdi ki? Feyza onun asılan yüzünü gördüğünde iç çekti. Gerçekten kırmak istemiyordu sevgilisini ancak ailesiyle aynı perspektiften bakamıyordu. Bakamazdı da.

“Sen bana kızıyor musun peki?”

“Asla. Ben asla kızamam Feyza’m.”

İkisi birlikte masumca gülümsediğinde Sarp sevgilisinin ellerine öpücük kondurdu. Her ne kadar daha fazlasını istese de sokak ortasında olduklarını unutmamalıydı.

“Asu’nun nöbeti yok mu bu aralar?”

“Sarp”

Hayır, utanmıyordu Feyza ama Sarp’ın utangaçlıktan böyle bir çapkınlığa terfi etmesi şaşırtıyordu kendini. Hoş çapkınlığı bile sadece kendineydi ya.

“Ne? Sevgilimi özlüyorum.”

“Üzgünüm ama sanırım biraz beklememiz gerekecek. Olaylar malum ve Asuman’ın da nöbeti yok hiç.”

“O zaman hadi sen git, babanla konuş seni bana versin de bir an önce evlenelim. O zaman doya doya hasret gideririz.”

“Ben gideyim o zaman artık?”

“Tamam. Dikkat et olur mu?”

Genç adamın kendine böyle ilgi göstermesi elbette hoşuna gidiyordu. Sevilmek cidden güzeldi, Sarp’la sevgili olunca bunu daha iyi anlamıştı Feyza. Arabaya binip yol aldığında gözden kaybolana kadar arkasından baktı Sarp. Belki yaşananlardan belki yaşanacaklardan dolayı içinde kötü kötü hisler kol geziyordu. Yine de sonunda sevdiği kadınla çok mutlu olacağını düşünerek daldı toz pembe düşlere.

 

***

Üç gün geçmişti yaşanan olayların üstünden. Nermin Hanım, Sırma’yla konuşmuş, bir kez olsun genç kızı annesini dinlemesi için ikna etmişti. Sırma onun dediğini yaparak uzun uzun dinlemişti Kıymet Hanım’ı. Kırgın mı yoksa öfkeli mi olduğunu kendi de bilmiyordu. Her şeyden önce küçük bir kardeşi vardı. Hem de o kardeşi lösemi hastasıydı ve hastanede tedavi görüyordu. Belki de iyileşmek için kendine ihtiyacı vardı. Hayır, o küçük kızı annesi yüzünden suçlu tutamaz, Kıymet Hanım’ın yaptıklarının faturasını ona kesemezdi. Annesine olan inadından hemen öylece tahliller yapılmayı kabul etmese de kardeşini günah keçisi ilan edemezdi.

Yaşadığı o kadar şey yetmiyormuş gibi bir de başına bu olaylar çıkmıştı ve ne yapacağını, ne düşünmesi gerektiğini bilmiyordu Sırma. Kıymet Hanım İstanbul’da yaşıyordu ve buraya sırf Selin için gelmişti. Eğer kabul ederse kendini alıp götürmeye. Ayrıca ne kadar pişman olduğu da gözlerinden belliydi ama öylece affedemezdi onu Sırma. En başta babasına ihanet etmiş olurdu annesini affederse. Diğer yandan hiç tanımadığı kardeşinin hayatı söz konusuydu. Onun hayatıyla oynamak yakışıyor muydu kendine? Küçücük bir kız iyileşmek için kendine muhtaçken yaptığı vicdansızlık değil de neydi?

Sırma’nın derdi başından aşkındı, herkes onun yanında olmaya çalışırken Meryem farklı işlerle uğraşıyordu. Ömer’le arkadaşlığı şu üç günde eskisi gibi olmuştu. Genç adamla konuştukça çocukluğuna dönüyordu Meryem. Çocukluğunda köyde geçen mutlu günlere. Ömer’in bir yeğeni Cem ve Zeyno’yla aynı okula gidiyordu bu yüzden devamlı karşılaşıp sohbet etmeleri tesadüf değildi. Fakat Sedat duyarsa, elbette hoş karşılamazdı durumu. Yine de bu ihtimali düşünmek istemiyor, yorgun hayatını hiç olmazsa birkaç gününü Ömer’le eski çocukluk hatıralarını konuşarak unutmak istiyordu. Geçmişte ne çok anı biriktirmişlerdi birlikte. Mesela kaç defa salıncak kurmuştu Ömer, kendine. Kaç defa çalıların arasında ateş yakıp patates pişirip yemişlerdi. Sonra zeytin toplarken ne çok eğlenmişlerdi. Hele Ömer ders kendine ders çalıştırmak için ne çabalar harcamıştı. Nasıl unutmuştu Meryem bunları? Nasıl hafızası o mutlu zamanları silmişti beyninden? Evliliğine o kadar çok adamıştı ki, kendini sanki evliliğinden öncesi de, sonrası da yoktu. Fakat vardı işte. Evliliğinden önce Ömer vardı ve birlikte biriktirdikleri pek çok hatıralar…

Nedendir bilinmez şu son üç günde Meryem’i oldukça mutlu görüyordu Feyza. Sedat’la arasının düzelmediğini hatta boşanma kararında ciddi olduğunu biliyordu demek böyle bir karar vermek onu o kadar da mutsuz etmemişti ya da bilmediği başka bir şey vardı lakin en azından aralarında biri mutluydu zira kendi anne ve babasıyla büyük kavgalar etmişti. İkisi de asla Sarp’ı kabul etmiyordu bir türlü ve kendini de bu işten vazgeçirmek için uğraşıyorlardı ama boşuna kürek çekiyorlardı. Her ne olursa olsun Sarp’ın elini bırakmayacaktı.

Ethem Bey’in aklında tilkiler vardı ki, karısı bu defa bana bırak demişti çünkü kocasının bilmediği kızıyla ilgili büyük bir sırrı biliyordu Fulya Hanım ve Sarp’ın da o sırrı öğrenmesinin zamanı gelmişti. Madem Feyza’yla evlenmek istiyordu o zaman ortada gizli, saklı kalmamalıydı. Planlarını hayata geçirmek üzere otelden ayrıldığında Feyza’nın evine doğru yol aldı. Kızıyla, yeğeninin işte olması kendi için artı bir avantajdı. Şansı yaver giderse, Sarp’ı da tek başına yakalayabilirdi. Feyza’nın evine vardığında kendindeki yedek anahtarla açtı kapıyı. Mahallenin ne kadar eski ve bakımsız olduğunu boş vererek içeri girdiğinde gördüğü manzara karşısında iç geçirdi. Gerçekten avuç içi kadar bu yerde mi yaşıyordu Feyza? Ah bugünler için mi büyütmüştü evladını? Bunları düşünmeyi sonraya erteleyerek pencerenin önünde Sarp’ın yolunu gözledi. Şans o ki, Sarp on beş dakika sonra mahallede göründü. Hızla dışarı çıktığında genç adama seslendi.

“Sarp”

Elindeki anahtarla eve girmek üzere iken arkasını döndü Sarp. Karşısında Fulya Hanım’ı görünce afallasa da, bozuntuya vermeden ona doğru yürüdü. Yaşlansa da hâlâ asil güzelliğini koruyordu.

“Efendim Fulya Hanım?”

“Bakıyorum da unutmamışsın beni.”

“Feyza’nın annesini unutmam ne mümkün?”

“Şu mesele,” derken dik dik karşısındaki adama baktı Fulya Hanım. Gerçekten kızının yanına yakıştıramıyordu onu. “Ben de o meseleyle ilgili konuşmak istiyordum seninle. Feyza da yok, gel biraz konuşalım.”

Kararsız kalsa da, itiraz etmeden içeri girdi Sarp. Fulya Hanım’ın gösterdiği yere oturmasının ardından yaşlı kadın da karşısında yerini aldı. “Sizi dinliyorum,” dedi saygıyla.

“Feyza’yla bir karar vermişsiniz…”

“Fulya Hanım bakın…”

“Önce beni dinle. Sonra sen söylemek istediğini söylersin. Feyza çok zor şeyler yaşadı Sarp. Mezuniyet gecesi aranızda olanlardan sonra kürtaj olduğunu biliyorsundur. Tabii ben bir anne olarak…”

“Bir dakika bir dakika kürtaj mı?”

Sinsice gülümsememek için kendini zor tuttu yaşlı kadın. Tam da tahmin ettiği gibi Feyza, Sarp’a hamile kaldığını söylememişti ve şimdi bu ikisinin arasında uçurumlar açacaktı.

“Yoksa haberin yok muydu? Feyza sana o geceden sonra hamile kaldığını, bebeği aldırdığını söylemedi mi?”

Duydukları karşısında defalarca yutkundu Sarp. Feyza mezuniyet gecesinden sonra hamile mi kalmıştı? Hayır, bunu yapmazdı. Feyza bunu kendine yapmazdı. Böyle bir şeyi saklamazdı.

“Fulya Hanım siz ne diyorsunuz?”

“Çok özür dilerim Sarp. Kızım seni bu kadar çok severken senden böyle bir şeyi saklamaz diye düşünmüştüm. Pot kırdım galiba.”

“Yoo yoo hiçte pot kırmadınız fakat siz o gece olanları nerede biliyorsunuz?”

“Ben bir anneyim ve bir anne olarak kızımın başına ne geldiyse bilirim. Yurt dışına gittikten bir ay sonra Feyza’daki değişimleri fark etmemem imkânsızdı. Asla geçmeyen mide bulantıları, baş dönmeleri, kokulara karşı hassasiyeti, bazı fiziksel değişiklikler… Onu doktora götürdüğümde yanılmadığımı anladım. Feyza hamileydi. Çocuğun babasının kim olduğunu tahmin etmek ise zor değildi. Fakat çocuğu ne ara yapmıştınız işte onu bilmiyordum. Olanları öğrendiğimde Feyza mezuniyet gecesinde yaşadıklarınızı mecburen anlattı bana. Neyse ki, çok geç olmadan anlamıştım durumu. Elbette kızımın kürtaj olması kaçınılmazdı. On sekiz yaşında çocuk doğuracak hali yoktu ya. Fakat bundan ne Ethem’in ne de başka birinin haberi oldu. Hatta Asuman bile bilmiyor. Bu kızımla ikimizin arasında bir sırdı. Ta ki şimdiye denk. Artık sen de biliyorsun. Tabii evleneceğin kadının hakkındaki her şeyi bilmek en büyük hakkın.”

Yüzü kireç gibi bembeyaz olurken kalbi kırgınlıkla atıyordu. Nasıl diye sorguluyordu Sarp. Nasıl Feyza kendinden böyle bir şeyi saklamıştı? Nasıl kendine haber vermeden kürtaj olup o bebeği aldırmıştı? Gözlerinin dolduğunu hissederken istemsiz dizindeki elini yumruk yaptı O büyük aşkına ilk defa nefret gibi bir duygunun karıştığını hissediyordu. Basit bir öfke olsa geçerdi belki ama yaşadığı büyük bir hayal kırıklığıydı ve bu hayal kırıklığı da insana en olmaz kararları aldırırdı.

 

Bölüm : 23.12.2024 15:06 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Petek Ayla / Hatıra / ~49. Bölüm Merhamet~
Petek Ayla
Hatıra

8.96k Okunma

598 Oy

0 Takip
68
Bölümlü Kitap
~Sonun Başlangıcı~~Kavuşmalar Ayrılıkla Başlar~1. BÖLÜM: Akkaya Ailesi2. Bölüm Yine Yeniden Bir Eylül'de3. Bölüm Kabulleniş4. Bölüm: Fragman5. Bölüm: Gökyüzü6. Bölüm: 1. Ders Hayal Et7. Bölüm : Anlaşma8.Bölüm: Antakya Sokakları9. Bölüm: Yeni Bir Hayat10. Bölüm: Sevda Kuşu11. Bölüm: Unutulmayan Sevgili12. BÖLÜM: 1. Kısım Hercai ile Kardelen12. Bölüm 2. Kısım Anneler ve Babalar13. Bölüm: Gençlik Baharı14. BÖLÜM: Mahalle Eşrafı15. BÖLÜM: 2. Ders Sygı16. BÖLÜM: Defne'nin Gözyaşları17. BÖLÜM: Örülen Kader Ağları18. BÖLÜM: Kesisşen Yollar19. Bölüm: Yasak Arzular20. Bölüm: Davetsiz Misafir21. BÖLÜM Eski Bir Soba22. Bölüm: Padişahın Kızı23. BÖLÜM: İkinci Şans24. Bölüm Deniz Günü25. Bölüm Tarihin Tekerrürü26. Bölüm Kara Sevda27. Bölüm Kelepçe28. Bölüm Yüzleşme29. Bölüm Nişan30. Bölüm Kalbe Düşen Sevgi Tomurcukları31. Bölüm Uğur Kolyesi32.Bölüm Ateşten Gömlek33. Bölüm Oyun ve Gerçek34. Bölüm Dönüm Noktası35. Bölüm Bir Gönül Davası36. Bölüm Bıçak Yarası37. Bölüm Alev Alev38. Bölüm Yaralı Kuşlar39. Bölüm Edilmeyen Veda40. Bölüm Yenge Meselesi41. Bölüm Aşkın Peşinde42. Bölüm İttifak Oyunları43. Bölüm Kaçak Gelin44. Bölüm Birleşen Eller~45. Bölüm Aşk ve Sadakat~~46. Bölüm Baba Hasreti~~47. Bölüm Vuslat~48. Bölüm Haykırış~49. Bölüm Merhamet~~50. Bölüm Bağışlama~~51. Bölüm Soğuk Savaş~~52. Bölüm Eskimeyen Dostlar~~53. Bölüm: Bir Elmanın İki Yarısı~~54. Bölüm: Nikâh~~55. Bölüm : Kırık Hayaller ~~56. Bölüm: Armağan~~57. Bölüm : Kelebek Etkisi~~58. Bölüm: Düğün~59. Bölüm: Evlat Kokusu~~60. Bölüm: Ramazan~~61. Bölüm: Yıkım~~62. Bölüm Geriye Kalanlar ~~63. Bölüm Rüyalar ve Kâbuslar~~64. Bölüm Masal'ın Gözyaşları~~65. Bölüm: Son Hatıra (Final)~
Hikayeyi Paylaş
Loading...