
Hiç olmazsa kalbim sana yenildi. Mağlubiyetlerin en mükemmeli tattım.
Goethe
***
Temmuz 2008
Roma
Mide bulantısı ile uyandığı kaçıncı gündü bilmiyordu Feyza. Yine lavaboda istifra ederken henüz varlığına alışamadığı bebeğini korumak ister gibi eliyle karnını sarmıştı. Hamile olduğunu üç gün önce yaptığı test ile öğrenmiş ve durumu kabullenebilmiş değildi. On sekiz yaşında olmasına rağmen hamileydi, Sarp'ın bebeğini karnında taşıyordu. Öğürmelerine ara verdiğinde aynadaki yansıması ile göz göze geldi. Saçlarını geriye atıp bir an nefeslendi. Bir nebze olsun biraz daha iyi hissediyordu. Suyu açıp elini yüzü yıkamasının ardından karnına çevirdi bakışlarını. Ne yapacaktı? Karnında Sarp'ın bebeğini taşırken ne yapacaktı? Ailesinin durumu öğrenmesi an meselesiydi ve böyle bir şeyin olmasını asla istemiyordu. Annesi de, babası da kıyametleri koparırdı. Keşke yanında Asuman olsaydı, belki o, ne yapması gerektiğini söylerdi fakat kuzeni uzaktaydı. Arayıp durumu anlatacak cesareti de yoktu.
Kendini toparlamaya çalışarak odasına girdi genç kız. Yatağa oturup karşısında duran boy aynasında gözlerini gezdirdi. Eli karnında iken bakışlarında çaresizlik vardı. Sarp'la seviştiği için pişman değildi, tekrar o geceye dönse yine düşünmeden girerdi sevdiği adamın kollarına. O kadar muhteşemdi ki Sarp'a ait olmak, o kadar güzeldi ki onun kollarında göklere çıkmak... Geçmiş şöyle kalsın, bir kez daha Sarp'la sevişmek için neler vermezdi. Asuman'ı şimdi anlıyordu. Caner'le yaşadıkları için ona kızsa da, insan sevince gerçekten kör oluyordu ve kuzeni de sevgilisiyle aşkın zirvesine çıkmakta haklıydı. Her ne kadar sonrasında ağır bedeller ödemiş olsa da. Şimdi Caner'e kızamayacak kadar yorgundu. Tek düşündüğü karnındaki bebekle ne yapacağı idi.
On sekiz yaşında olduğu için kimseye haber vermeden gidip bebeği aldırabilirdi Feyza fakat bunu istiyor muydu emin değildi. Sonuçta Sarp'tan kalan bir hatıraydı karnında taşıdığı o minicik can ve hemen öylece ondan kurtulmayı düşünemezdi lakin bu bebeği dünyaya getiremeyecek cesareti olmadığını da biliyordu. Hayalleri vardı, idealleri vardı, on sekiz yaşında anne olmaya hazır değildi. Yetişkinliğe ilk adımını attığı şu zamanlarda oturup bebek büyütemezdi. Üstelik babası olmayan bir bebeği...
Gözyaşları yanaklarını ıslatırken yüzünü elleriyle kapadı genç kız. Sessiz sessiz ağlarken Sarp'ı sayıklıyordu içinden. Onu istiyordu. Sevdiği adamın, bebeğinin babasının yanında olmasını. Biliyordu, Sarp'a ulaşması o kadar da zor değildi. Hiç olmazsa ileti gönderebilirdi ancak... Ancak o zaman ne olacaktı? Sarp evlenelim derse bunu kabul edemezdi. Hiç sevgili olmamış olsalar bile Şüphesiz seviyordu Sarp, kendini. Bir kez seni seviyorum dememiş olsa da seviyordu. Kendinin de onu sevdiği gibi. Zaten onunla bu kadar uzak olmak fazlasıyla canını yakıyordu. Bir de şimdi bebek...
Olmazdı, Sarp'ı sevse de bu yaşta evlenemezdi onunla. Karnında taşıdığı çocuğu dünyaya getiremezdi. Gençliğinin körpe çağında böyle büyük bir sorumluluk alamazdı Feyza. Meryem gibi bir hayatı olmasını kabul edemezdi. Zaten en başta babası izin vermezdi bütün bunlara. Sarp'a da haber veremezdi o yüzden çünkü o, asla bebeği aldırmasını istemezdi. Kendi anneliğe hazır hissetmiyordu, fakat Sarp gencecik yaşına rağmen seve seve babalığa kucak açardı. Hamileyim, dediği an kalkıp Roma'ya gelmeyi bile göze alabilirdi. İşte o zaman işler daha çok karışır, babası cidden acımazdı Sarp'a. Türlü çoraplar örerdi delikanlının başına.
Sıkıntıyla elini karnında gezdirirken gözlerini kapadı genç kız. Ne bebeğinden hemen öyle vazgeçebiliyor, ne de onu dünyaya getirecek cesareti kendinde bulabiliyordu. Çok geç olmadan bir karar vermesi gerektiğini de biliyordu. Henüz dört haftalıktı karnındaki bebek. Mezuniyet gecesinin tarihinden dolayı biliyordu bunu. Keşke... Keşke o gece Sarp'la korunmayı akıl edebilselerdi, başına bir iş açılmazdı o zaman. Evet, pişman olduğu bir nokta varsa, o da buydu. Korunmayı akıl edemeyecek kadar, aklının başından uçup gitmiş olması. Sarp'ı hiçbir şey için suçlayamazdı. Erkek olmasına karşın durdurmaya çalışmıştı kendini. Kaç defa emin misin, diye sormuş, yapmayalım demişti. Fakat kendi o kadar çok istemişti ki onu... Lise zamanı boyunca içinde büyüyen arzularına yenilmişti. Gideceğini biliyordu çünkü. Sarp'tan çok uzaklara gideceğini biliyordu ve hiç olmazsa sevdiği adamla geçireceği son geceyi unutulmaz kılmak istemişti. Hiç yaşayamadığı aşkını tek gecede dolu dolu yaşamak... İyi ki de yaşamıştı. Bir an bile keşke dememişti lakin keşke hamile kalmasaydı ya da keşke gerçekten korunmayı akıl edebilseydi.
"Ben seninle ne yapacağım? Sen karnımda günbegün büyürken ben seninle ne yapacağım?"
Kızına bakmak için odanın kapısını aralamıştı ki Fulya Hanım, Feyza'nın dediklerini duyunca öylece kaldı. Kulakları kendine oyun mu oynuyordu yoksa doğru mu duymuştu? Şaşkınlığı bir kenara bırakıp "Feyza," diyerek odaya girdiğinde genç kız hızla çekti karnını elinden. Korku dolu gözlerle annesine bakarken normal davranmaya çalıştı.
"Anne"
"Sen az önce ne dedin?"
"Hiç... Hiç... Bir şey demedim."
"Yalan söyleme Feyza! Ne dediğin duydum! Bana böyle bir şeyin olmadığını söyle!"
Yeniden gözleri kapadığında gözyaşlarının yeniden akmasına izin verdi. Hamile olduğundan olsa gerek şu sıralar daha duygusal hissediyordu. Her şeye ağlamak gibi bir huyu olmuştu. "Anne," dedi güçsüzce. Hayır, durumu inkâr edebilecek gücü bulamıyordu. Belki de saklamaya çalışırken annesinin yardımı istiyordu, o yüzden haykırarak kabullendi gerçeği.
"Anne ben çok özür dilerim! Çok özür dilerim!"
Kızının haykırışları ile gözlerini kocaman açtı Fulya Hanım. Duyduklarını sindirmek için odada bir oraya bir buraya yürüyüp durdu. Saçlarının arasından ellerini geçirdiğinde hiç olmadığı kadar büyük bir öfke duydu kızına. Bu yaşta hamile kalmakta ne demekti? Nasıl yapardı Feyza böyle bir şeyi? Nasıl?
"Doğru yani öyle mi? Hamilesin! Bu yaşta hamilesin!"
Bir şey diyemiyordu, yatakta iki büklüm ağlamaya devam ederken çaresizce başını sallıyordu Feyza. Gözyaşları durmadan akıyor, ağlamaktan çenesi titriyordu. Tek bir şey istiyordu. Annesinin gelip kendine sarılmasını ama öyle bir şey olmayacaktı. Bağırıp duracaktı annesi. Neyse ki babası evde değildi, bir de duymayacaktı bunu şimdilik.
"Nasıl yaparsın Feyza böyle bir şeyi? Nasıl bu denli aklını kaybedebilirsin?"
"Anne..."
"Sakın bana Sarp deme! Sakın bu çocuğu ondan peydahladığını söyleme!"
Duyduğu sözlerle canı daha çok yanarken yalvaran bakışlarla annesine baktı genç kız. Başka biri olsa ne fark edecekti? Daha mı anlayışlı olacaktı Fulya Hanım?
"Feyza sana inanmıyorum! Nasıl gidip o serseriden çocuk yaptın? Nasıl Feyza? Nasıl?"
"Tek sorun Sarp mı? Ya ben burada ne haldeyim sen Sarp diyorsun! Başka biri olsa ne fark edecekti?"
"Şimdi şurada düşüp bayılacağım!" diyerek tekrardan kıvırcık saçlarının arasından elini geçirdi yaşlı kadın. Gözlerini kapatıp biraz sakinleşmeye çalışsa da işe yaramadı. Zerre kızına olan öfkesi azalmıyordu. Sarp gibi zibidinin tekinden çocuk yaptığı yetmiyormuş gibi karşısına geçmiş ne diyordu Feyza.
"Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu Feyza? Sarp'tan çocuk yapmak ne? Ne zaman... Ne zaman böyle bir halt yediniz? Söyle ne zaman yaptınız bu çocuğu?"
"Mezuniyet gecesinde," diyerek bakışlarını kaçırdı genç kız. Pişmanlık duymuyor olabilirdi ama on sekiz yaşında annesiyle böyle bir konuyu konuşmak utandırıyordu kendini.
"Ben istedim. Babamla, senin yüzünden hep uzaktan durmuştum Sarp'tan fakat o gece... O gece içimde kalan ne varsa yaşadım. Sarp yapmayalım, pişman olursun dedi ama ben dinlemedim. Onu istiyordum çünkü. Sonra... Sonra beni buraya getirdiniz işte! Sevdiğim adamdan kopardınız beni!"
"Ha bir de seni orada bıraksaydık! Çocuğu da yapmışsınız, gidip evlenirdin de hemen!"
"Anne..."
"Ne? Anne ne Feyza? Afferin mi, diyeyim sana? Zibidinin tekinden çocuk peydahla, sonra gel anne, de! Bana bak bunu baban duymayacak! Adamı kalpten gider! İyi bir doktordan hemen randevu alacağım, sen de karnındaki o bebekten derhâl kurtulacaksın!"
Hayır, demek istiyordu genç kız. Bebeğim karnımda kalsın, Sarp'ın tek hatırasını benden alma demek istiyordu fakat biliyordu eninde sonunda annesinin dediği olacaktı. Fulya Hanım bebeği aldır demese bile bile kendi gidip kürtaj gibi bir işe girişecekti. Başka çaresi yoktu çünkü. İçi kan ağlasa da doğru olanı buydu.
"Duydun mu beni?"
Başını salladı Feyza, iki eliyle karnını sarmıştı. İlk önce Sarp'ı sonra bebeğini elinden alıyordu ailesi. Bu kadar vicdansız olmak zorundalar mıydı?
"Feyza duydun mu beni?"
Annesinin kükremesine karşılık "Duydum," diyebildi güçsüzce. Oysa... Oysa annesinin kendine sarılmasını isterdi. Ne olurdu yanına oturup saçlarını okşasa, ne olurdu yanına oturup gözyaşlarını silse? Tamam bebeği doğuramazsın deseydi yine ama yanında da olsaydı. Bir kez olsun annelik yapsaydı kendine. Nemli gözyaşlarını Fulya Hanım'a çevirdiğinde kırgınlıkla baktı ona. Canı acıyordu. Fakat annesi bunu görmüyordu.
"Ama ben ne istediğim önemli değil mi anne? Bir kez olsun benim ne istediğimi soramaz mısın?"
"Sen istediğini yapmışsın zaten kızım! Yatmışsın Sarp'ın altına!"
Emindi genç kız, düşmanı olsa böyle demezdi fakat öz annesi kendine böyle bir şekilde itham ediyordu. Bazen düşünüyordu da evlatlık mı alınmıştı acaba? O yüzden mi bu kadar gaddardı annesiyle, babası? Gözyaşlarını sessizce akıtırken alt dudağını dişledi. Yaptığı belki kabul edilemezdi ama sorunun ahlak olmadığını biliyordu. Sorun seviştiği adamın Sarp olmasaydı. Eğer ailesinin uygun gördüğü biriyle yatsaydı çok daha farklı olurdu Fulya Hanım'ın tutumu.
"Zırlayıp durma karşımda tez zamanda bu iş bitecek o kadar!"
Yaşlı kadın başka bir şey demeden kapıyı çarpıp çıktığında yatağa kıvrıldı Feyza. Elini karnını sardı. Annelik nedir bilmiyordu. İyi bir anne olabilir miydi, bilmiyordu fakat karnındaki bebek orada öylece dursun istiyordu. Vazgeçemediği gibi doğuramayacağına da emindi. Karnında öylece dursa, dünyaya gelmese, kimseler almasa olmaz mıydı? Sarp'tan bir hatıra olarak karnında sonsuza kadar yaşamaya devam edebilseydi keşke. Çok saçma bir şeyin hayalinin kurduğunun farkındaydı lakin başka türlüsünü düşünemiyordu. Zaten Sarp'a haber vermediği için suçlu hissediyordu. Eğer baba olacağını bilse nasıl sevinirdi Sarp. Nasıl da havalara uçardı, babalık ona nasıl da yakışırdı. Keşke şartlar farklı olsaydı. Keşke yetişkin bir birey olduğu zaman hamile kalsaydı. Gözünü kırpmadan Sarp'la evlenir, çocuğunu dünyaya getirirdi. Lakin şimdi bunu yapabilecek cesareti yoktu.
"Seni kucağıma almayı, babanla birlikte büyütmeyi isterdim fakat bunu yapamayacak kadar korkağım. Ne olur affet beni... Ne olur affet beni bebeğim."
Tekrardan gözyaşlarına boğulduğunda hıçkıra hıçkıra ağladı Feyza. Daha bebeğini aldırmadan pişmanlık kalbini kuşatmıştı kürtaj olduğunda kim bilir canı nasıl yanacaktı.
O günden sonra bir hafta içinde iyi bir doktor buldu Fulya Hanım. Gerekli görüşmelerin ardından Feyza'nın kürtajına karar verildi. Ethem Bey'in durumdan asla haberi olmadı. Karısı, kızının önemsiz bir kadın hastalığından dolayı ufak bir operasyon geçireceği gibi bir yalan söyledi ona. O kadar ustaca kıvırdı ki, hiç şüphelenmedi yaşlı adam. Randevu günü gelip çattığında ise Feyza'yla birlikte doktorun yolunu tuttu Fulya Hanım. Tabii ki gizli bir şekilde yapılacaktı bu işlem. Kimsenin haberi olmayacaktı.
Üzerindeki kıyafetleri çıkarıp hemşirenin verdiği ameliyat önlüğünü giymesinin ardından yatağa uzandı Feyza. Doktor biraz gelecek, yirmi dakika içinde bebeğini karnından alacaktı. Fakat kendi... Kendi hâlâ bunu istediğine emin değildi. Her ne kadar aklı olmaz dese de, kalbi hemen eve gidip Sarp'a ulaşmasını söylüyordu. Ondan habersiz bu bebeği aldırarak sevdiği adama büyük haksızlık ediyordu çünkü. Düşündüklerini yapamadı fakat. Doktor odaya girdiğinde hemen işleme başladı. Korkmamasını, canının hiç yanmayacağını söyleyip durdu. Oysa canı yanıyordu ve bu acı fiziksel değildi. Sanki... Sanki karnından değil, yüreğinden bir parça alıyorlardı. Sarp'tan kalan tek hatırayı acımadan söküyorlardı bedeninden.
Kürtaj işlemi sahiden yirmi dakika içinde bitti ve genç kız bomboş karnıyla öylece kala kaldı. Bebeği artık orada değildi, elinin altında atan minik bir kalp yoktu. Günlerdir çaresizlikle akan gözyaşları yeniden yanaklarını ıslattığında bir gün Sarp'ın karşısına çıkarsa bunun hesabını nasıl vereceğini düşündü. Sevdiği adamın yüzüne bakıp nasıl ben senin bebeğini sana haber vermeden aldırdım diyecekti? Bu vicdan azabını nasıl taşıyacaktı omuzlarında? Hasret yüreğini paramparça ederken bir de bebeğinin elinden alınması canını çok yakıyordu. Öyle ki ağlamaklar yetmiyordu.
O günden sonra kendine bir söz verdi Feyza. Ne olursa olsun bir daha hayatına kimsenin müdahale etmesine izin vermeyecekti. Hayatı hakkındaki kararları yalnızca kendi alacaktı. Eğer o zaman annesi bu kadar acele etmeseydi, her şey çok daha farklı olabilirdi. Belki gerçekten Sarp'a haber verme cesaretinde bulanabilirdi fakat yıllar sonra bunların düşünmenin bir anlamı yoktu. Olan olmuştu, önüne bakmalıydı. Bebeğini kaybetmiş olsa da Sarp için hâlâ bir umut vardı. Ona yeniden kavuşmak için her yolu deneyecekti. Kim ne yaparsa yapsın. Bildiğinden şaşmayacak, sevdiği adamın ellerini tutacaktı. Kalbi Sarp diye haykırırken o olmadan yapamazdı. O yüzden Türkiye'ye döndü yirmi iki yaşında. İstanbul'da eğitim fakültesini bitirmesinin ardından Hatay'a edebiyat öğretmeni olarak atandı. Sevdiği adama kavuştu kavuşmasına ancak bir gün sakladığı gerçeğin ortaya çıkacağını tahmin edemedi. Hatta o gerçeğin Sarp'la arasına uçurumlar açacağını da...
Mayıs 2019
Antakya/ Hatay
"Sana inanmıyorum anne! Nasıl böyle bir şey yapabilirsin? Nasıl Sarp'a bunu söyleyebilirsin?"
Bütün gün ne telefonlarını açmış, ne de mesajlarına dönmüştü Sarp. Feyza ise bir terslik olduğunu anlamıştı elbette. Eve geldiğinde ise annesinin ne yaptığını öğrenmişti. Fulya Hanım, üzgünmüş gibi Sarp'a anlattıklarını, kızına da anlatmış. Sevgilinden böyle bir şey saklayacağını tahmin etmemiştim gibi bir takım şeyler söylemişti. Söylemeye de devam ediyordu. Feyza ise bir oraya bir buraya yürüyüp dururken annesine hesap soruyordu.
"Anlamıyor musun Sarp'a söylemişsindir zannettim. Bu kadar zamandır burun buruna yaşıyorsunuz."
"Bilerek yaptığını ikimiz de biliyoruz anne! Sarp'la aramızı açmak istedin! Tebrik ederim amacına ulaştın da! Ama çok heveslenme Sarp beni öyle kolay kolay bırakmaz!"
Daha fazla annesiyle laf dalaşına girmek istemediğinden hızla kapıdan çıktı Feyza. Annesi arkasından seslense de onu duymadı. Gidip Sarp'ı bulmalıydı. Kapının önünde kuzeniyle karşılaştığında iç geçirdi. Şimdi Asuman'a anlatamazdı olup bitenleri.
"Feyzoş nereye? Ne bu halin?"
"Sarp'ı bulmam lazım. Ne olur soru sorma annem işleri çok fena karıştırmış. Sarp Sabahtan beri açmıyor telefonlarımı."
"Bir dakika... Bir dakika Sarp'la aranızda ne oldu? Teyzem ne yapmış ki?"
"Sonra anlatacağım ama şimdi Sarp'ı bulmam lazım."
Kuzeni koşar adım yanından uzaklaştığından arkasından uzun uzun baktı Asu. Ne oluyordu yine? Bir rahat yok muydu kendilerine? Feyza'nın arkasından gidemeyecek kadar yorgun olduğundan eve girdi. Mecburen onun dönmesini bekleyecekti.
Akkaya ailesine gidemezdi Feyza, durumları bir de onların öğrenmesini istemiyordu. Üstelik işler de tam rayına oturmuş değildi. Hem Sarp'ın evde de olduğunu sanmıyordu. Ya Caner'e gitmişti ya da bir yerde oturmuş kafasını dinliyordu. İlk seçenek kendine daha mâkul geldiğinden Caner'in evine kısa sürede vardı. Kapıyı durmaksızın çalarken tek isteği Sarp'ı görmekti fakat kapı Caner tarafından açılınca hayal kırıklığına uğradı.
Akşam akşam karşısında Feyza'yı telaşlı bir şekilde görünce kaşlarını çattı Caner. Ne olmuştu bu kıza?
"Feyza?"
"Sarp'ı gördün mü?"
"Öğlen seninle bulaşacağını söyleyerek çıktı dükkândan. Bir daha da görmedim."
"Caner bak lütfen... Lütfen gördüysen ya da konuştuysanız söyle. Benim gerçekten onu bulmam lazım."
"Feyza görmedim, haberim yok. Hem ne oluyor? Ne bu halin?"
"Anlatamam şimdi. Sarp'ı bulmam lazım."
"Evinde değil mi?"
"Sanmıyorum," diyerek sıkıntıyla saçını kulağının arkasına geçirdi Feyza. Caner'in cidden bir şeyden haberi yoktu. O yüzden burada oyalanmasının bir anlamı da yoktu.
"Telefonlarımı açmıyor, mesaj atıyorum dönmüyor. En iyi sen tanıyorsun onu. Bu saatte nereye gider, ne yapar kafası bozulunca?"
İç geçirdi genç adam, ne olmuştu bilmiyordu ama Feyza'yı tek başına bırakamazdı. Kız sahiden perişan görünüyordu. Hem bu kadar büyük ne olmuştu da, Sarp, Feyza'yı böyle merakta bırakmıştı? "Bekle üstümü değişeyim, birlikte arayalım," diyerek itiraz hakkı tanımadan hızla içeri geçip geri geldi.
"Caner gerçekten hiç gerek yok senin gelmene."
"Olmaz öyle şey. Ben yengemi böyle bir halde tek başına bırakmam."
Belli belirsiz gülümsedi Feyza, gerçekten şu hayatta Caner kadar harbi bir dost tanımamıştı. Onunla birlikte adımlarken bir an önce Sarp'ı bulmak ve olan biteni anlatmak istiyordu. Caner ise meraklı biri olmasına rağmen hiçbir şey sormadı. İlişkide bazı şeyler gerçekten iki kişi arasında kalmalıydı ve içinden bir sesler bu meseleye burnunu sokmaması söylüyordu.
Yaklaşık yirmi dakika sonra Caner'le birlikte Atatürk parkına vardı Feyza. Yaz gelmişti, insanlar cıvıl cıvıldı. Kimi çocuklar koşturup duruyor kimi çocuklar bisiklet sürüyordu. Parktaki kafeler dolup taşıyordu yine. Okey taşlarının sesleri ağaçların arasında yankı yaparken seyyar satıcılar ellerinde balonlarla, renkli oyuncaklarla geziyordu. Banklara oturmuş çekirdek kola keyfi yapanları da yok saymak olmazdı. Bahar havasının açıklığı bir yana, ihtiyar çam ağaçlarının kokusu baş döndürecek kadar temizdi. Başka zaman olsa durup uzun uzun bu manzaranın keyfini çıkarırdı genç kadın fakat şimdi tek isteği Sarp'ı bulmaktı. O yüzden gözleriyle tarıyordu her bir noktayı. Umuyordu ki, Caner haklı çıkardı da, Sarp'ı gerçekten burada bir yerde oturmuş kafa dinlerken bulurdu.
Dakikalar boyunca parkta yürümesinin ardından sevgilisini Asi'ye bakan bir bankta oturmuş bulunca biraz olsun rahatladı Feyza. Hızla onun yanına vardığında elini omuzuna dayadı. Ne diyeceğini bilmiyordu ama Sarp'ın kendini dinleyeceğini biliyordu.
"Seni o kadar merak ettim ki..."
"Feyza," dedi Sarp şaşkınlıkla. Onun buraya geleceğini tahmin etmemişti.
"Nasıl buldun beni?"
"Zor olmadı," derken omuzunun üstünden Caner'e baktı genç kadın. Sarp, sevgilisinin bakışlarını takip ettiğinde arkadaşını görünce iç geçirdi. Caner ise kendine baş selamı vermekle yetinip ellerini ceplerine geçirdi ve evine doğru yol aldı. Nasıl olsa Sarp elbet anlatırdı ne olup bittiğini.
"Ne zaman kafan atsa buraya gelirmişsin. Hatta... Hatta çok defa şu Asi'ye bakıp beni düşünmüşsün."
Bir şey demedi Sarp, sessizliğini korudu. Elleri ceplerinde iken Asi'ye bakmayı sürdürdü. Sevdiği kadına hem kırgındı, hem kızgın ve yaşadığı hayal kırıklığı bu defa kolay kolay geçmeyecekti çünkü canı çok yanmıştı. Feyza yanına oturunca tepkisiz kaldı. Herkesin yaptığının aksine öfkelendiğinde bağırmazdı, susardı. İçinde yaşardı ya da susarak cezalandırırdı karşısındaki.
"Sarp lütfen... Lütfen yüzünü çevirme bana. Ne öğrendiğini biliyorum ama... Ama o zaman başka çarem yoktu. Gerçekten başka çarem yoktu."
Yine hiçbir şey demedi genç adam, mimik bile oynatmadı. İçindeki kırgınlık öyle büyüktü ki, ilk defa hayranı olduğu o ela gözlere bakmak istemiyordu. Nasıl saklamıştı Feyza hamile kaldığını? O kadar zaman boyunca nasıl bunu kendine söylememişti?
"Biliyorum kızgınsın, kırgınsın anlıyorum ama sen de beni anla. On sekiz yaşındaydım. On sekiz. Dünyaya bir çocuk getirmeye hazır değildim. İnan sana haber vermek istedim ancak... ancak..."
"Ancak ne? Söyle, ancak ne Feyza?"
Genç adam kırgınlıkla yüzüne bakarken gözlerini kapadı Feyza. Kendini savunamayacak kadar güçsüzdü. Aşkın ne denli büyük olduğunu kalbinin aklını yendiği şu anda yeniden anlıyordu. Sarp'ın kendine böyle bakarken canı çok yanıyordu. Bağırsaydı, kızsaydı ama böyle bakmasaydı sevdiği adam. Bir bakışıyla yüreğini delip geçmeseydi.
"Korktum. Çok korktum. Böyle bir sorumluluğu almaya hazır değildim. Sonra senin ailen, benim ailem... Şimdi bile baş edemezken onlarla, o zaman hiç edemezdik. Lisede sırf onlar yüzünden birbirimizden uzak durmadık mı? Bak annem ne yaptı, ne etti aramızı bozdu fakat ben seni kaybetmek istemiyorum Sarp. Ben seni gerçekten kaybetmek istemiyorum. Yaşadığımız onca şeyden sonra şimdi beni bırakırsan ben... Ben dayanamam."
Öne eğildi, ellerini birleştirip defalarca ovdu Sarp. Kızgınlığı ilk defa galip geliyordu aşkına. Feyza'nın sözleri içini yaksa da öfkesi dinmiyordu. Baba olma hakkını elinden almıştı uğruna canını vereceği kadın. O da yetmemiş aylarca saklamıştı bunu. Feyza'nın bebek konusunda neden böyle hassas olduğunu şimdi anlıyordu. Hamile kalmaktan korktuğu en başından beri belliydi. Seviştikleri o gece dile getirmişti endişesini, çünkü öncesinde yaşamıştı o durumu ve aldırmıştı bebeğini. Bir haber... Sadece bir haber vermek bu kadar zor olmamalıydı. Feyza anne olmaya hazır hissetmese bile, kendi bakardı bebeğine. Baba olmak istiyordu zira. Sevdiği kadından bir çocuğu olsun istiyordu. Yıllar önce olmuştu bu ama Feyza aldırmıştı o bebeği. Şimdi nasıl geçsindi öfkesi?
"Sarp bir şey söyle. Ne olur bir şey söyle. Bağır çağır ama bir şey söyle. Sessizliğin çok acıtıyor çünkü."
"Ne dememi bekliyorsun Feyza? Gerçeği öğrendikten sonra ne dememi bekliyorsun? Hadi hamile kaldığını haber vermedin, hadi gittin bebeği aldırdın ama buraya geldiğin günden beri gözümün içine baka baka benden böyle bir gerçeği sakladın!"
"Haklısın... Ne desen haklısın. Sana söylemek istedim, inan ki. Fakat cesaret edemedim. Eğer söylersem seni kaybederim sandım. Sarp çok özür dilerim. Çok özür dilerim."
Başını iki yana salladı genç adam, ayağa kalktığında derin derin nefesler alıp verdi. Öfkeliydi fakat bir yandan deli gibi seven kalbi, kıyamıyordu karşısında ağlayan kadına. Bir damla gözyaşına dayanamıyordu işte.
"Gelip bana anlatmalıydın! Bunu benden saklamamalıydın Feyza!"
"Sarp..."
"Bir çocuğum olsun isterdim biliyor musun? Senden bir çocuğum olsun isterdim! Haber verseydin gelirdim yanına! Dünyanın öbür ucunda olsan yine gelip bebeğime babalık yapardım!"
"Biliyorum ama on sekiz yaşımda anne olmaya hazır değildim! Çok çaresizdim Sarp! Çok çaresizdim! Kürtaj olurken canımın ne denli yandığını tahmin bile edemezsin senin bir parçanı bedenimden söküp almışlardı! Senden geriye hiçbir şey kalmamıştı! Hiçbir şey!"
Güçlü durmaya gayret ederek ayağa kalktı genç kadın, Sarp'ın kararsız bakışlarından biraz olsun güç alıyordu. Dayanamıyordu işte kendine sevdiği adam, bakışları bundan ötürü yumuşamıştı. Cesaret ederek sıcak ellerini tuttuğunda hüzünle gülümsedi.
"Ben de senden çocuğum olsun istiyorum. Eğer bu dünyaya bir çocuk getireceksem o çocuğun babası sen ol istiyorum. O zaman ikimiz de çok gençtik ama şimdi yetişkin ve sağlıklı bireyleriz. Yine olur. Yine bir çocuk yaparız. Yeter ki sen bizi bırakma."
Ellerini çekti Sarp, öyle kolay yumuşayamıyordu, en azından Feyza gelip anlatsaydı kendine. En azından böyle bir olay yaşadım deseydi. Fulya Hanım'dan değil, sevgilisinden öğrenirdi o zaman neler olup bittiğini.
"Mesele sadece çocuk değil Feyza. Sen gelip bunu bana anlatmadın!"
"Korktum diyorum Sarp. Seni kaybetmekten korktum."
"Ben seni ne olursa bırakmam. Bunu bilmiyor musun?"
"Şimdi de bırakma o zaman."
İç çekerken bakışları genç kadının yüzünde oyalanıyordu. Hâlâ kırgın olsa da Feyza'dan vazgeçmiş değildi. Vazgeçemezdi ki. Kızardı, kırılırdı ama vazgeçemezdi ondan. Zaten bu kadar çok sevdiği için, bu kadar çok kızıyordu ya ona.
"Bir şartım var."
"Ne şartı?"
"Bir sürü çocuk yapacağız ancak öyle affederim seni."
Güldü Feyza, sonunda özüne dönmüştü sevgilisi. "İstersen takım kuralım," derken Sarp'ın teklifine itiraz etmeyeceğini biliyordu.
"Buna hayır demem mümkün mü?"
"Sonra sen ilgilenirsin ama o çocuklarla."
"Hem de seve seve. Yeter ki seninle çocuklarımız olsun Feyza'm."
Ne kadar kızarsa kızsın Feyza'ya olan öfkesi saman alevi gibiydi. Bir anda parlayıp bir anda sönüyordu ve Sarp her seferinde kalbine yeniliyordu fakat aşkının bu yüzden güzel olduğunu da biliyordu. Sevgilisini kollarının arasına aldığında saçına ufak bir öpücük kondurdu Feyza ise içinin huzurla dolduğunu hissetti. Her ne olursa sevgileri her şeyin üstesinden gelebilecek kadar güçlüydü.
"Onca yıl beklemişken şimdi nasıl bırakabilirim seni?"
"Bırakma zaten. Hiç bırakma Sarp."
"Asla."
Tebessüm etmekle yetinip el ele tutuştuklarında parkta keyifli bir akşam geçirmek üzere adımladılar. İlk dondurma yediler sonra ise çocukların arasına karıştılar. Feyza'yı salıncağa oturtup onu sallarken yıllardır kurduğu hayalleri yaşadığı için mutluydu genç adam. Feyza ise çocuk gibi hissediyordu. Küçük yaşından beri nedendir bilinmez ağır başlı olmaya endekslemişti kendini fakat sevdiği adamın yanında çocuk olmak hoşuna gidiyordu. Hiç yaşayamadığı çocukluğunu Sarp'la yaşıyor, salıncak havalandıkça kahkahaları dört bir yanı inletiyordu. Geçmişi, geleceği boş vermiş yalnızca anın tadını çıkarıyordu. Yirmi sekiz yaşına gelmiş bir öğretmen olarak yeni bir şey daha öğreniyordu. Aşk bazen de sahiden çocuk olmak demekti ve kendine bunu öğreten Sarp'tı. Zaten aşkı da, sevgiyi de o öğretmemiş miydi?
***
"Son kez. Son kez sizinle konuşmak için geldim buraya," diyerek hem annesinin, hem babasının yüzünde gözlerini gezdirdi Feyza. Sarp'la ayrılmasının ardından otele gelmişti. Tahmin ettiği gibi annesini de otelde bulmuştu. Evde birkaç saatten fazla kalamayacağını biliyordu çünkü. Şimdi ikisi karşısında otururken ciddi bir konuşma yapmak üzere hazırdı. Sarp'ı seviyordu, sevdiği adamla da evlenmek en büyük hakkıydı. Ailesi de bunu öyle ya da böyle kabul edecekti.
"Eğer yine Sarp diyeceksen..."
"Baba lütfen önce benim konuşmama izin ver."
Kızının sözleri üzerine ters bakışlarla karısına baktı Ethem Bey. Hani Fulya halletmişti bu işi? Bir halt becerememişti işte. Kızı Sarp bahsini açmak için yine karşısına gelmişti. Fakat asla izin veremezdi Feyza'nın, Sarp'la evlenmesine. Buna mani olmak için yıllar önce terk edip gittiği şehre Hatay'a apar topar geri dönmüştü ya.
"Sarp'ı tanıdığımda on altı yaşındaydım, körpe bir genç kızdım. Aşkın, sevginin ne olduğunu bilmeyen bir çocuktum fakat onu görünce, onunla zaman geçirince duygularımın farkına vardım. Kabul etmek istemedim, arkadaşım olarak kalsın istedim Sarp. Biliyordum, ikiniz de diğer türlüsüne izin vermeyecektiniz. Korktum. Sarp'ın başına bir iş gelmesinden çok korktum fakat insan en çok neyden korkarsa onunla sınanırmış. Ben de defalarca Sarp'la sınandım. İkiniz de biliyorsunuz ki, o benim hayatımı kurtardı. On yedi yaşında hiç düşünmeden benim için canını ortaya koydu, benim yüzümden basketi bıraktı. En büyük hayalinden vazgeçmek zorunda kaldı ama buna rağmen beni sevmekten vazgeçmedi. Bir an olsun sevgisi azalmadı aksine kendini bırakıp gittiğim halde, başkasına bakmadı. Hiçbir kadını hayatına almadı. Bir gün dönerim, diye beni on yıl bekledi. On yıl... Söylesene baba kim bekler Sarp'ın beklediği kadar? Kim sever beni onun beni sevdiği kadar?"
Bir an durup babasının tepkilerini ölçmek istedi Feyza, fakat yaşlı adam düz bir ifadeyle bakmaya devam ediyordu, keza annesi de öyle. Sanki onlara değil de, duvara konuşuyordu ancak yine de sözlerine devam etmekten çekinmedi. Başladığı konuşmaya noktaya koymadan durmaya niyeti yoktu.
"Denedim. Siz istiyorsunuz diye sevdiğim adamdan vazgeçmeyi denedim. Kendi ellerimle ittim onu başka bir kadının kollarına ama olmadı. İkimiz de birbirimizden vazgeçmedik. Bıraksam şimdi gelip ikinizle de konuşacak Sarp. Benim anlattıklarımı o da anlatacak ancak onun kalbini kırarsınız, diye olmaz diyorum. Anne, baba anlayın artık Sarp'la, ben birbirimizi çok seviyoruz. O kadar çok seviyoruz ki anlatsam aklınız almaz. Tamam, yaşam şartlarımız farklı. Tamam, Sarp üniversite mezunu bile değil lakin çok harika bir adam. Bir tanımaya çalışsanız, onu benim gözlerimle görebilseniz inanın hayatımda olduğu için defalarca şükredersiniz. O... Onun altından bir kalbi var, şefkat dolu, merhamet dolu bir kalbi ve o kalbe ait olmak öyle güzel ki... Anlamanız için anlatıyorum tüm bunları. Benim aşkıma, sevgime saygı duyun diye. Siz olmadan, sizin rızanız olmadan evlenmek istemiyorum. Sen annemsin, sen babamsın yok sayamam ikinize de öylece. Lütfen... Lütfen izin verin sevdiğim adamla bir ömür mutlu olayım."
Zerre kadar etkilenmedi Ethem Bey, kızının söylediklerinden. Hızla ayağa kalktığında Feyza'nın gözlerine dik dik baktı. Hayatı okuduğu kitaplardaki toz pembe sanıyordu kızı ama öyle değildi. Hayat acımasızdı, güçsüzleri ezer geçerdi ve aşk insanı aciz kılardı. Feyza da bu yüzden şimdi karşısında acizlik gösteriyordu. Eğer Sarp'la evlenirse kendini bekleyen hayatı göremeyecek kadar kördü. Sarp'ın karısı olmak ona mutluluk falan getirmeyecekti. O zibidi sanayide çalışacak, Feyza ise belki mesleğinden bile vazgeçerek umutsuz ev kadını olacaktı. Çocuk doğurup ev işleriyle uğraşacak, ömrünü değmeyecek bir adam için heba edecekti. O Nermin denen kadın da, her dakika kızını ezmek için fırsat kollayacaktı. Hayır, tüm bunları yaşaması için büyütmemişti kızını. En iyi eğitimi alması için çabalamış, en iyi okullarda okutmuştu evladını. Şimdi bir baba olarak izin veremezdi kızının sefil bir hayata sürüklenmesine.
"Hani hayatı çok biliyormuş davranıyorsun ya, aslında hiçbir şey bilmiyorsun kızım. Sarp'ı asıl sen tanımıyorsun, gözlerin öyle kör olmuş ki, gerçekleri görmüyorsun. Ne olacak sanıyorsun? Sarp'la evlenince mutlu olacağını mı? Hayır, olmayacaksın. Olmayacaksın Feyza. Ne onunla evlendiğinde, ne onun çocuklarını doğurduğunda mutu olmayacaksın. Sarp sabahtan, akşama kadar sanayide çalışıp duracak, sen kendini paralayacak, sonunda o çok sevdiğin öğretmenlik mesleğini bile bırakacaksın. Çocukların peşinden koşup güya sevdiğin adama her akşam yemek yapacaksın. Yapmadın mı, kavgalar başlayacak sonra çocuklar, geçim derdi, ilgisizlik, sorumsuzluk... Sarp hep anlattığın gibi kalmayacak bir yerden sonra bıkacak. Aşk, sevgi bunların hepsi laf kızım. Hepsi laf. Ben bütün bunları yaşamanı istediğim için hep o adamdan uzak tutmaya çalıştım seni ama sen hep babanı kötü bildin. Oysa ben senin en güzel yerlerde olmanı istedim. Tek emelim buydu, şimdi anlattıklarıma rağmen o serseriyle evlenmek istiyorsan, git evlen ama haklı çıkacağımı eninde sonunda göreceksin."
"Tamam," dedi Feyza sakin kalmaya çalışarak. Babası belki cidden kendi açısından haklıydı nihayetinde anlattıkları Meryem'in hayatına bire bir uyuyordu ancak Sarp farklıydı. Abisinin aksine ilgisiz, sorumsuz bir koca da, baba da olmazdı. Sabahtan akşama kadar çalışıp dursa bile yüzündeki o güzel gülümsemeyi eksik etmezdi. On yıldır bitip tükenmeyen sevgisi, evlendiklerinde son bulmazdı. Sarp'ın aşkı, kendinin aşkı gibi sonsuzdu. Tüm kalbiyle buna inanıyordu.
"Böyle düşünmekte kendince haklısın ama Sarp öyle biri değil. İnan ki baba, öyle bir adam değil. Elimi sıcak sudan soğuk suya sokmaz, emin ol. Abisiyle arasında dağlar kadar fark var. Kendi kendini yetiştirmiş, sevmeyi, saymayı bilen bir adam. Ne benim çalışmama engel olur, ne de söylediğin gibi ilgisiz, sorumsuz davranır. Hem... Hem evlenen her insan mutsuz mu oluyor? Siz annemle otuz senedir evlisiniz. Mutsuz olsaydınız ayrılmaz mıydınız?"
Pencereden şehir manzarasına bakarken ellerini arkasında bağlamıştı yaşlı adam. Kızına laf anlatamayacağını bildiğinden sessizliğini koruyordu. Bu işi Feyza'yla halledemeyecekti. Gidip Nermin Hanım'la ciddi bir konuşma yapmasının zamanı gelmişti.
"Biz babanla birbirimize uygunduk kızım. İkimiz ailesi köklü bir aileydi, bizi de birbirimize uygun gördüler ve evlendik. Tartışmalarımız olsa da mutsuz olmadık. Baban asla benim özgürlüğüme karışmadı. Seni dünyaya getirdikten sonra bir süre işlere ara versem de, sen biraz büyüyünce geri çalışmaya başladım. Hatırlıyorsan bir otel tamamen benim idaremdeydi. Hem kızımı büyütüp hem de iş kadını olabilecek imkânları baban tanıdı bana fakat Sarp sana bunların hiçbirini veremez. Anlamıyor musun Feyza, ailesinden kopamaz Sarp. Annesinin eteğini bırakıp hayatını sana adayamaz. Abisinin emirinden çıkamaz. Sizin kendinize ait bir hayatınız olamaz. Bunları görmeyecek kadar nasıl kör olabiliyorsun? Her şeyden önce zeki bir kadınsın, gerçekleri nasıl yok sayabiliyorsun? Aşk bu denli mi aklını başından aldı Feyza?"
Ellerini yüzünden indirdiğinde tuttuğu nefesini verdi genç kadın. Yok, onlara güzellikle laf anlatmayacaktı bu yüzden son kozunu kullandı. Annesi gözlerinin içine içine bakarken dik durmaya gayret etti.
"Peki İlker mi beni mutlu edecekti? Hadi söyleyin o uyuşturucu kaçakçısı mı beni mutlu edecekti? Sarp'a bir sürü kusur buluyorsunuz da, beni nişanladığınız adam uyuşturucu kaçakçısı çıktı! Siz bunu nasıl yok sayıyorsunuz?"
"İlker bir hataydı!" diyerek kızına doğru döndü Ethem Bey. Kabul ediyordu baba olarak büyük bir hata yapmıştı ancak bu Sarp'ın hayatının gerçeklerini değiştirmiyordu.
"Hayatımda ilk defa onun yüzünden yanıldım ama Sarp konusunda yanılmayacağımı hepimiz biliyoruz Feyza! Haklı olduğumuzu sen de biliyorsun ancak aşk gözünü o kadar kör etmiş ki gerçekleri görmek istemiyorsun!"
"Asıl siz inat ediyorsunuz!" diyerek ayağa kalktı Feyza. Hayır, ailesinin beynini yıkamasına izin vermeyecekti. Sarp onların dediği gibi bir adam değildi, kendinin tanıdığı gibi deli gibi âşık ve merhametli bir adamdı. Bu dünyada eşi benzeri bulunmayacak kadar güzel bir adam.
"Sarp'ı hiç tanımadan, onun hakkında ahkâm kesip duruyorsunuz ama üzgünüm ben kararımı verdim. Sarp'ı seviyorum ve onunla evleneceğim. Şimdi oturup istediğiniz kadar bizi ayırmak için plan yapabilirsiniz fakat boşa kürek çekersiniz çünkü gücünüz yetmeyecek. Ne yaparsınız yapın bizi ayırmaya gücünüz yetmeyecek!"
Daha başka bir şey söylemeden odadan çıkıp gitti Feyza. Her defasında ailesine rest çekmekten nefret etse de elinden gelen başka bir şey yoktu. Eninde sonunda kabul edeceklerdi verdiği kararı.
Kızının arkasından bakarken koltuğa çöktü Ethem Bey. Alnını sıkıntıyla ovarken omuzlarında karısının ellerini hissetti. Aralarında öyle büyük bir aşk olmasa da, Fulya her zaman kendini teselli etmenin bir yolunu bulmuştu.
"Vazgeçecek. İnan bana vazgeçecek sadece Sarp'ın gerçek yüzünü görmesi lazım."
"Evlenmeden görmeyecek ama. O yüzden başka türlü çözmek gerek bu işi. En kısa zamanda gidip o Nermin Hanım'la konuşacağım. Oğlunu, kızımdan uzak tutsun yoksa kendi pişman olur."
"Birlikte gidelim. Benim de söyleyeceğim iki çift laf var."
Gözleriyle karısını onayladı yaşlı adam. İkisinin de tek isteği Feyza'nın mutluluğuydu aslında. Ne yapıyorlarsa kızlarının iyiliği için yapıyorlardı. İkisi de adı kadar iyi biliyordu ki, evlenince Sarp'ın abisinden bir farkı kalmayacaktı. O yüzden bu kadar çok, karşı çıkıyorlardı bu evliliğe.
***
Keşke kapının deliğinden bakmak gibi bir huyu olsaydı ama yoktu. Çalan kapıyı kim o bile demeden açma gafletinde bulunuyordu Asu ve her seferinde pişman oluyordu. Şimdi de olduğu gibi. Zira Sinan karşısında duruyordu ve onu görmek en son isteği olabilirdi. "Sinan?" dedi niye geldiğini anlamak için. Bu saatte ne istiyordu?
"Başını şişirmeye gelmedim, iki dakika konuşmak istiyorum sadece."
O kadar bitkin görünüyordu ki karşısındaki adam, hayır diyemedi genç kadın. Kapıyı daha çok açarak onun içeri davet etti. Sinan içeri girdiğinde ise salonda uygun bulduğu bir koltuğa oturdu. Asu çaprazında yer aldığında ne diyeceğini bekledi bir süre.
"Hayırdır ne konuşmak istiyorsun?"
"İlker'e uğradım," diyerek omuzlarını düşürdü Sinan. Arkadaşı tutuklandığından bu yana hiç iyi değildi. Gerçekten İlker'in böyle bir iş çevirdiğinden haberi yoktu. Yaşadığı hayal kırıklığı da büyüktü. On yıllık dostuydu İlker, ondan başka kimsesi yoktu hayatta. Yurtta büyümüş, on sekiz yaşında ise İlker'le tanışmıştı. Babasının şirketinde iyi bir pozisyon ayarlayarak büyük kıyak yapmıştı İlker fakat kendi dikiş tutturamamış, işi bırakmıştı oradan biriktirdiği parayla hayatını iyi kötü idare etmişti. Şimdi ise ne yapacağını bilmiyordu. Boşlukta kalmıştı sanki.
"Osmaniye'de bir cezaevinde kalıyor. Ülkede adalet ilk defa doğru bir şekilde tecelli etmiş, şaşırdım. Benim tanıdığım İlker, o kadar zenginliğin içinde ne yapar ne eder bir şekilde paçayı kurtarırdı ama hâkim cezasını kesmiş. Öyle iyi hâl indirimi falan uygulanmamış. Hayret doğrusu, o kadar katil, sapık dışarıda kol gezerken benim arkadaşım içeride yatıyor."
"Suçsuz yere yatmıyor," dedi Asu öfkeyle. Bunları mı anlatmaya gelmişti Sinan? "Bir suç işlediyse cezasını çekecek!"
"Çekmesin demiyorum ki, çeksin ama diğer suçlular da cezasını çeksin Asu. Adalet uygulanacaksa herkese sağlansın."
"Sinan inan şu an seninle ülkenin adaletini konuşacak halim yok. Hele İlker'e olan sevdanı dinleyecek halim hiç yok. Ne diyeceksen, de ve git."
Başını salladı genç adam, zaten veda etmeye gelmişti buraya. Antakya'da daha yapacak bir işi kalmamıştı. İlker içerideydi, Feyza Sarp'la sevgili olmuştu. Asu zaten kendinden nefret ediyordu. Şurada bile iki dakika katlanamıyordu kendine. Bu şehirde durmasının ne anlamı vardı daha? Alıp başını gitmesi en doğrusuydu. İyisiyle, kötüsüyle hatıralar biriktirmişti, valizine de öncelikle onları koyacaktı. Ne Asu'yu, ne yaşadıklarını unutmayacaktı. Hatta Caner'le atışmaları bile buruk anılarının arasında yer alacaktı. Hiç olmazsa geldiği gibi gidebilseydi ama o da olmayacaktı. Can dostuyla geldiği bu şehri, tek başına terk etmek düşüyordu şimdi payına.
"Lafı fazla uzatmaya niyetim yok zaten. Gidiyorum sadece bunu söylemek istedim."
"Gidiyor musun, nereye?"
"Bilmem canım nereye isterse oraya ama seninle vedalaşmadan gidemezdim prenses. Bir hoşça kal, demek istedim. Kendine iyi bak ve çok mutlu ol, olur mu?"
Başka bir şey demeden ayağa kalktı Sinan, genç kadın arkasından bakarken defalarca yutkundu. Ciddi ciddi Sinan'ın gidecek olmasına üzülmüş müydü? Üzülmüştü tabii. Sonuçta düşman değillerdi ya. Sinan kapıyı açtığında bir an durup Asu'ya baktı. Acı acı gülümsedi. Gerçekten Asu mutlu olsun istiyordu.
"Caner'e de benden selam söyle. Kim bilir, belki bir gün özlersiniz beni."
Genç adamın kapıyı kapatmasıyla Asu'nun gözlerini kapatması eş zamanlı oldu. Yine bir duygu dünyasına sürükleniyordu Asu. Yine biri gelip alt üst etmişti hislerini. Sinan'a âşık değildi, hatta günahı kadar sevmezdi onu fakat şimdi niye böyle hissediyordu? Belki onun yaşadıklarını bildiğinden yufka yüreği buruklaşıyordu. İlker'den sonra gerçekten tek başına kalmıştı Sinan ve şimdi tek başına gidiyordu. O an anlıyordu ki Asu, vedalar hep acıtıyordu. Ayağa kalkıp pencereden baktığında Sinan'ın arabaya binip uzaklaştığını gördü. Kim bilir nerede yalnızlığını çekmeye gidiyordu?
"Umarım sen de çok mutlu olursun Sinan."
Feyza anahtarla kapıyı açıp eve girdiğinde kuzeninin halini gördüğünde kaşlarını çattı. Ne oluyordu?
"Asuman"
"Feyzoş," diyerek kuzenine doğru döndü Asuman. Nemli gözlerine aldırmayarak merakla bakışlarını gezdirdi Feyza'nın üzerinde.
"Ne oldu, Sarp'ı bulabildin mi?"
"Buldum da, sana ne oldu?"
"Sinan gitti."
"Sinan mı gitti? Nereye gitti?"
"Bilmiyorum. Neyse gel otur da neler olduğunu anlat. Deminden beri meraktan çatlıyorum burada."
Derin bir nefes aldı Feyza nereden başlayacağını bilmiyordu ama kuzenine her şeyi anlatmakta kararlıydı ve bunun için önce bol köpüklü, acı bir kahveye ihtiyacı vardı.
İki kuzen mutfakta kahve içip uzun uzun dertleşti saatler boyunca. Asu, Feyza'ya böyle bir şey için fazlasıyla kızsa da onu anlıyordu. Kendi eğer o yaşta Caner'den hamile kalsaydı muhtemelen kuzeninin yaptığını yapardı. Zaten Feyza'ya kızdığı nokta bu değildi, kendinden böyle bir şeyi saklamasaydı. Aslında Sarp'a bu yüzden hak veriyordu. Feyza işler böyle karışmadan sevgilisine anlatmalıydı durumu. İyi ki Sarp anlayışlı bir adamdı da daha fazla uzatmamıştı konuyu. Sonunda bir şekilde tatlıya bağlamışlardı mevzuyu önemli olan da buydu.
Bebek konusundan sonra ailesinin endişelerini kuzeniyle paylaştı genç kadın. Asu ise kesinlikle onlara aldırmamasını, teyzesiyle eniştesinin havadan atıp tuttuğunu söyledi. Feyza her ne kadar ona katılsa da içindeki sesler saçma bir şekilde susmuyordu. Bunu boş vermeye çalışarak üç gündür okuyamadığı sınav kâğıtlarını okumaya çalıştı lakin bir tuhaflık olduğunu fark etmesi uzun sürmedi. Öğrenciler, sorulara aynı cevapları vermişlerdi. Hepsinin yüksek not almasına belki başka zaman olsa sevinirdi fakat anlamıştı durumu. Öğrencileri bir şekilde soruları almıştı ve cevapları da ortak şekilde bulmuşlardı. Ama nasıl? Nasıl yapmışlardı bunu? Elini alnına dayamış düşünürken gözlerini pencereye çevirdi. Hayır, dedi içinden; aklına ilk gelen ihtimali kovarak. Çiçek böyle bir şey yapmazdı. Fakat öğretmenler odasında bırakmamıştı kâğıtları, bilgisayar dosyasında tutmuştu soruları. Bilgisayarı da hep evdeydi, okula götürmemişti şu sıralar. Çiçek'in evine girip çıktığı da bir gerçekti. Eğer arkadaş baskısına maruz kaldıysa böyle bir şey yapmış olması da ne yazık ki muhtemeldi. Bir de bu işin içinden nasıl çıkacağını kara kara düşünürken öğretmen olarak bunların başlangıç olduğunu biliyordu. Kim bilir daha nelerle karşılaşacaktı?
Yarın sabah salim bir kafayla düşünmek üzere bu işi de rafa kaldırdığında sıcak yatağına girdi genç kadın. Üzerine örtüyü çekip gözlerini kapadığında güzel rüyalar görmeyi diledi ama rüyaları karmakarışıktı. Bir bebek vardı kucağında, yanında ise Sarp fakat bebek yok oluyordu bir anda. Sonra babasının bağıran sesini duyuyordu, Nermin Hanım'ın aşağılayıcı sözlerini... Devamında sınıfta buluyordu kendini. Öğrencileri nasıl kopya çektiklerini, kendini nasıl kandırdıklarını gülerek konuşuyordu. Kendi de oradaydı ancak hiçbiri görmüyordu. Bilinçaltında yatanlardan dolayı saçma rüyalarla sabaha kadar yatağında dönüp durdu tuhaf olan ise hepsinin rüya olduğunun farkında olmasıydı.
***
"Beni kırmadığın için teşekkür ederim Sırma."
Kıymet Hanım karşısında otururken bir an olsun bakışlarını annesinden çekmiyordu genç kız. Birlikte kahvaltıya gidelim diye çok ısrar etmişti annesi, kendi de kabul etmişti. Fakat neden kabul ettiğini, bilmiyordu. Belki henüz tanışmadığı küçük kardeşi Selin için yapmıştı bunu. Belki içten içe o minik kıza donör olmaya çoktan hazırdı. Düşmanının kızı bile olsa vicdanı kıyamazdı çocuklara.
"Eğer söz konusu Selin olmasaydı, asla beni bir daha göremezdin."
"Biliyorum. Benden ne kadar nefret ettiğini biliyorum kızım. Sonuna kadar haklısın... Pişmanım ama bu hiçbir şeyi değiştirmiyor. Özür dilesem hiçbir şey geçmeyecek, yaşadıklarını sana unutturmayacak fakat yine de özür dilerim. Senden çok özür dilerim Sırma."
Annesine doğru yaklaştı Sırma, garson çeşit çeşit kahvaltılıklar getirse de umursamadı. Yemek umurunda olan son şey olabilirdi şu an. Katı yürekli değildi lakin yaşlı kadının gözyaşlarına aldırmıyordu. On yıl boyunca canı yanarken Kıymet Hanım gününü gün etmişti. Şimdi karşısında iki göz iki çeşme ağlasa ne yazardı?
"Hangi biri için? Hangi biri içi özür diliyorsun Kıymet Hanım? Babamla, beni bırakıp gittiğin için mi yoksa babam senin yüzünden felç kaldığı için mi? Ya da babam... Babamı kaybettiğimde yanımda olmadığın için mi?"
"Sırma..."
"Sekiz yaşındaydım! Sen gittiğinde, annesiz kaldığımda sekiz yaşındaydım! Okulda herkesin annesi vardı ama benim yoktu. Biliyor musun annem öldü bile diyemiyordum... En acısı da bu ya... Eğer ölmüş olsaydın ölümünün bile bir anlamı olurdu fakat sen para istedin! Babam iflas ettiği için bizi bırakıp gittin! Babam yatağa bağlı yaşarken sen gününü gün ettin! Bir kez arayıp sormadın bizi! Hadi babamı istemedin ya beni? Beni, sekiz yaşındaki kızını nasıl bu kadar kolay terk edip gidebildin? Hoş, hiçbir zaman sevmedin ki beni! Hiçbir zaman kucağına alıp okşamadın saçlarımı oysa ben seni sevdim! Annem olduğun için, senin sevgisizliğine rağmen seni sevdim! Bir defacık... Yalnızca bir defacık beni öpseydin yeterdi! Çok şey istemedim ben, yalnızca anne sevgisi istedim fakat o sevgiye hasret büyüdüm! Şimdi on yıl sonra karşıma gelmiş, özür dilerim diyorsun! Deme... Deme Kıymet Hanım çünkü özrünün hiçbir değeri yok!"
Haksız diyemezdi evladına Kıymet Hanım. En büyük acıları öz evladına yaşatmıştı ama pişmandı. O kadar pişmandı ki, affet beni kızım, diye haykırmak istiyordu. Hiç kucaklamadığı yavrusunu bağrına basmak için neler vermezdi. Çok gençti, cahildi anneliğin ne demek olduğunu bilmeyecek kadar akılsızdı fakat feleğin çemberinden geçince anlamıştı evlattan başka her şeyin yalan olduğunu. Para, mal, mülk... Hepsi evlat sevgisinin yanında bir hiçti. En değerli varlığın evlat olduğunu ne yazık ki iş işten geçince anlamıştı. "Beni affet demeye hakkım yok ama bir şans," diyerek kızının elini tuttu. Gözlerine umutla bakarken Sırma'nın hiç olmazsa bu kadarı kendine çok görmemesini diliyordu.
"Sadece küçük bir şans istiyorum kızım. Okulun bitmesine az kaldı, birlikte İstanbul'a gidelim. Selin, sen, ben bir aile olalım. En azından deneyelim. Bir kez olsun... İstemezsen Selin'e donör bile olmazsın. İstemezsen geri getiririm seni fakat bize bir şans ver. Küçücük bir şans. Söz veriyorum her şeyi telafi etmek için elimden gelenin fazlasını yapacağım."
"Hiçbir şey bana yaşadıklarımı unutturamaz Kıymet Hanım. Ben bu hayatta hep tek başınaydım ve inan bir anneye ihtiyaç duymayacak kadar büyüdüm. Fakat merak etme İstanbul'a geleceğim, Selin için uygun bulunursa donör olmaya razıyım çünkü senin
aksine küçük bir çocuğa kinimden sırt dönmeyecek kadar vicdanlıyım. Neden biliyor musun senin değil, babamın kızı olduğum için. Babam hayatta olsaydı, benden bunu yapmamı isterdi. Ben de yine bana yakışanı yapacağım ama asla seni affetmeyeceğim. Asla!"
Kendinden emin bir şekilde sözlerini dile getirdi genç kız ardından ise başka bir açıklamaya gerek görmeden ayağa kalkıp kafeden çıktı. Annesinin hıçkırıklarını duysa da aldırmadı. O kadına karşı bu kadar güçlü durabildiği için tebrik ediyordu kendini. Sandığının aksine o kadar zayıf değildi. Hatta belki de güçlüydü. Sekiz yaşında kendini bırakıp giden annesinin diğer kızına ilik vermeyi kabul edebilecek kadar güçlüydü. Taş kalpli insanlar her zaman kazanmazdı ya da duygusal insanlar hep kaybetmezdi; ortada bir denge vardı yalnızca. Herkesin bir şekilde kazanıp, bir şekilde kaybettiği bir denge. Kıymet Hanım kazandığını zannederken kaybetmişti fakat kendi de kazanamamıştı adil olmayan bu hayat oyununda. Elindeki kartlar kötüydü daima, şimdi kartlar yeni baştan dağıtılsa da masadan kalkmıştı Sırma. Oynamak istemiyordu daha fazla. Kaybettiğini kabul ediyordu işte. Kabul edip yoluna bakmak için adımlıyordu. Attığı adamlar nereye götürürdü kendini, işte onu bilmiyordu.
Sırma okula vardığında Çiçek onu görünce hızla kenara çekti. Arkadaşının annesiyle buluştuğunu biliyordu ve ne olup bittiğini öğrenmek istiyordu. Dersin başlamasına henüz on dakika olduğundan rahat rahat dertleşti iki arkadaş. Sırma verdiği kararı Çiçek'le paylaştığında Çiçek ne diyeceğini bilemedi. Muhtemelen kendi onun yerinde olsaydı böyle bir büyüklük göstermezdi fakat Sırma vicdanlıydı işte.
"Ya sen Feyza hocayla konuşmakta kararlı mısın?"
Omuzlarını düşürdü genç kız, soruları aldığı günden beri içi rahat değildi. Feyza'nın arkasından böyle bir iş çevirmek gerçekten hoşuna gitmiyordu o yüzden öğretmenine ne yaptığını itiraf etmekte kararlıydı. Her ne kadar Feyza kendini affetmeyecek olsa da.
"Başka türlü içim rahat etmeyecek Sırma. Hem zaten hepimiz aynı cevapları yazdık sorulara. Feyza hoca elbet anlayacak."
"Keşke hiç bu işe bulaşmasaydın."
"Keşke ama oldu bir kere. Hadi sen sınıfa geç, ben Feyza hocayı bulacağım."
Arkadaşının dediğini yaparak sınıfa doğru yol aldı Sırma. Çiçek ise Feyza'yı bulmak üzere okul koridorunda adımladı. Öğretmenler odasına vardığında hocasının eşyalarını yerleştirdiğini gördü. Okuldan atılma ihtimali bile vardı aslında, nitekim yaptığı disiplin suçuydu fakat Feyza'ya karşı dürüst olmak istiyordu. O yüzden verdiği karardan emin olarak içeri girdi. Birkaç öğretmen daha olduğu için Feyza'yı dışarı çağıracaktı.
"Günaydın Feyza hocam."
"Günaydın," diyerek genç kıza çevirdi bakışlarını Feyza. İyi olmuştu Çiçek'in gelmesi. Kendi de onunla konuşacaktı çünkü.
"Vaktiniz varsa iki dakika konuşabilir miyim sizinle?"
***
Sınıfa doğru adımlarken ne yapacağı konusunda kararsızdı Feyza. Çiçek kendine gelmiş, her şeyi itiraf etmişti. Şimdi ise 11/B sınıfında ders vermek üzere adımlıyordu. Bundan önce iki derse girip çıkmıştı fakat karar verememişti. Disipline göndermeyecekti öğrencisi çünkü Çiçek dürüstlük göstermişti. Yaptığı kesinlikle yanlıştı, onu kolay kolay affetmeyecekti lakin dürüstlüğünü de takdir ediyordu. Her öğrenci aynı cesareti göstermezdi. Zaten Çiçek bunu arkadaş baskısına maruz kaldığından yapmıştı ya. Onu anlıyordu ancak yine de soruları çalmasının bir cezası olmalıydı ve o cezayı da genç kızı rencide etmeden vermeliydi. Hata yapmak öğrencilere özgüydü ve öğretmenler onlara yanlışlarını nasıl telafi edeceklerini göstermeliydi. Kendi de şimdi öğretmenlik hayatında ilk defa karar verme eşiğinde zorlanıyordu. Ne yapmalıydı? Sınıftaki diğer öğrencilere de bir yaptırım uygulamalıydı elbette. O yaptırım ise asıl yanlışın ne olduğunu göstermek olmalıydı.
Genç öğretmen sınıfa vardığında öğrenciler ayağa kalktı. Feyza oturun, diyerek masasına doğru adımladı. Elindeki sınav kâğıtlarını ve kitaplarını masanın üzerine bırakmasının ardından kızlara döndü. Yüzü asıktı, hepsine kırgınlıkla bakıyordu. Öğretmeden önce öğrenmesi gereken dersler olduğunu bir kez daha anlamıştı. Boş bulduğu bir sıraya oturduğunda doğru kelimeleri kafasında toplamak için süre tanıdı kendine. Kızların bakışları elbette ki üzerinde geziyordu.
"Benim de bir zamanlar öğrenci olduğumu, bu sıralarda oturduğumu sizin geçtiğiniz yollardan, geçtiğimi unutuyorsunuz arkadaşlar. Oysa on sene önce ben de sizin kadardım. On altı, on yedi yaşında liseli bir öğrenciydim. Sizin gibi sınavlara girdim çıktım fakat inanın bana emeğimin karşılığından başka hiçbir şey istemedim. Kopya çeken arkadaşlarıma kızdım, bana zorla kopyalar vermeye çalışanlara da. Biliyordum eğer kopya çekersem sadece kendimi kandırmış olurdum. Hani diyorsunuz ya, öğretmenler hiç mi kopya çekmedi? Ben çekmedim. İnanın çekmedim. Öğretmen olmayı düşünmeseydim bile kendime yakıştırmazdım bunu. Biliyordum çünkü, dürüstlük notlardan daha önemliydi. Dersler bir şekilde halledilir fakat bugün kazandığınız alışkanlıklar yarın sizi terk etmez."
Her öğrenci kendi önüne dönerken utançtan yanakları kızarmıştı. Tabii ki anlamıştı öğretmenleri nasıl bir halt yediklerini. Başka bir hocanın sözleri değil de, Feyza'nın söylediği her kelime çok dokunuyordu kendilerine. Bağırmıyordu, aşağılayıcı kelimeler sarf etmiyordu buna karşın lafla dövmeyi çok iyi biliyordu Feyza. Hem de tek hakaret bile kullanmadan. Öyle ki Özlem bile yaptığından utanmıştı. Zaten zamanla daha çok kanı kaynar olmuştu Feyza'ya. Nihayetinde atıldığı voleybol takımına Feyza, beden hocasıyla konuşup kendini geri aldırmıştı. Senin gibi bir yeteneğin harcanmasına izin veremem demişti. Şimdi kendi ise böyle bir öğretmenin arkasından soruları alması için Çiçek'e baskı üstüne baskı uygulamıştı oysa basit bir edebiyat notu yüzündendi bütün çabası.
"Evet, soruları aldınız. Evet, cevapları bulmak için vaktiniz vardı. Buldunuz da. O kâğıtlara sular seller gibi yazdınız yanıtları ama en başta kendinize dürüst olmadınız. Benim kızdığım nokta sınavlar değil. Hiçbir zaman sınav sistemini onaylayan bir öğretmen olmadım zaten. Sizin yetenekleriniz yalnızca akademik sınavlarla ölçülemez fakat şimdi bunu sizinle tartışmadan önce esas konuya gelmek istiyorum. Size kızdığım asıl nokta, dürüst olmayışınız. Bugün arkadaşınıza soruları alması için baskı yapan sizler yarın yetişkin bireyler olacaksınız ve yetişkin bireyler olarak topluma karışacaksınız. O toplumda ise bugün sınav sorularını aldığınız gibi, karşılaştığınız zorluklar karşısında başka türlü yollara başvuracaksınız. Beni korkutan da bu. Oysa pırıl pırıl gençlersiniz, topluma kazandıracağınız güzel şeyler olmalı. Mesela sen Özlem, belki iyi bir voleybolcu olarak ülkene madalyalar kazandıracaksın. Ya da sen Nisa, belki o güzel sesinle çok iyi yerlere geleceksin. Veya sen Sırma, o çok istediğin resim galerisini açarak sanat ödülleri alacaksın. Yahut Buket sen, iyi bir polis olarak nice insana yardım edeceksin. Ya Sen Çiçek belki bilmeden nice insanın hayatına dokunacaksın... Fakat ben istiyorum ki o yerlere geldiğiniz zaman hileyle hurdayla işiniz olmasın. Kimseyi kullanarak bir yerlere gelmek için çabalamayın. Her ne başaracaksınız kendi emeğinizle başarın ve bunun yolu işte şu tahta sıralardan geçiyor arkadaşlar. Burada, okulda ne öğrenirseniz, ne alışkanlık kazanırsanız gelecek hayatınızda da onu uygularsınız. Ne demek istediğimi anlatabildiğimi düşünüyorum."
"Özür dileriz hocam," dedi Nisa. Başı öne eğik bir şekilde diğerleri onu desteklerken yeniden sınav yapabilirsiniz diyenler de oldu. Çok çalışacaklarına söz verenler de. Giderek yükselen sesler arasında ayağı kalktığında tahtanın önünde durdu Feyza. Şimdi ne yapacağını çok daha iyi biliyordu. Elini kaldırıp kızları susturduğunda onlara vermek istediklerini verebildiği için mutluydu.
"Yeniden sınav yapmayacağım arkadaşlar, sınıfı disipline de vermeyeceğim. Fakat yaptığınız davranışın bir cezası da olmalı ve cezanız hilenin yol açtığı sonuçlarla ilgili bir proje hazırlamak. İster bir tiyatro oyunu, ister başka bir etkinlik. Dönem sonuna kadar süreniz var. Tartışma, kavga istemiyorum. Olur ki, bir anlaşmazlık çıkarsa itişip kalkışmadan o problemin üstünden gelmeyi de öğreneceksiniz. Anlaşılmayan bir yer var mı?"
Bütün öğrenciler yok, derken gülümsedi genç öğretmen. Böyle bir görev vermesinin iki amacı vardı. Biri, gerçekten basit bir kopya işinin ileride insanı nasıl hilelere sürükleyeceğini öğrencilerinin anlaması. Bir diğeri ise ekip ruhu oluşturmak. Bu kızlar yarın toplum içinde çalışmaya başlayacaktı ve şimdiden olası sorunları hoş görüyle çözmeyi öğrenmemelilerdi. Bunların ne kadar işe yarayacağını bilmese de, en azından iyi bir şeyler denediğine inanıyordu. İyi bir öğretmen olduğuna inandığı gibi.
***
"Bak gördün mü, korkulacak bir şey yokmuş," derken arabanın kapısını açmış Meryem'in binmesini bekliyordu Ömer. Genç kadının biyopsi olduğunu öğrenmiş ve sonucu birlikte almaya gelmişlerdi. Meryem her ne kadar yok dese de, Ömer kendini bırakmamış, seni yalnız gönderemem hastaneye demişti.
Arabaya binerken sessiz kalsa da Meryem, içi rahat değildi. Genç adam yanında yer aldığında sıkıntılı halini gizlemeye çalıştı. Aslında Ömer iyi geliyordu kendine. Onunla birlikte vakit geçirmek hoşuna gidiyordu fakat evli bir kadındı ve evli bir kadın olarak Ömer'le fazla samimi olması doğru değildi. Her ne kadar Ömer, eski arkadaşı olsa da.
"Bir an için gerçekten korktum. Ya kötü bir şey varsa dedim. Zeynep'le, Cem'e ne olur?"
Arabayı çalıştırdığında bir an için yanındaki kadına baktı Ömer. Meryem ilk başta olduğundan daha çok açılmıştı kendine. En azından evliliğinde yaşadığı sorunlardan çat pat bahsetmişti. Ya da kendi anlamak istediği gibi anlamıştı olayları.
"Sen hep böyleydin biliyor musun? Kendinden başka herkesi düşünürdün."
"Evlatlarım herkes değil Ömer. Anne olmak nedir anlayamazsın."
"Haklı olabilirsin ama onların bir de babası var. Çocuklarını tek sen düşünmek zorunda değilsin."
İşte buna verecek bir cevap bulamadı genç kadın. Bakışlarını Ömer'den çekip pencereye çevirdiğinde derin düşüncelere dalmaktan alamadı kendini. Hiç olmadığı kadar mesafe vardı Sedat'la arasında. Biyopsi sonucunu öğrenmeye geldiği şu günde bile kocası değil, eski arkadaşı Ömer vardı yanında ve şimdi çocuklarını okuldan onunla almaya gidiyordu. Bu kadar mıydı her şey? Sedat için her şey bu kadar basit miydi? Tamam boşanmak istediğini söylemişti de, insan bir çaba bekliyordu. Öyle yalvarıp yakarma değil, bir güzel söz, bir güler yüz... Fakat Sedat komple koparmıştı bağları. Aynı evde yaşayan iki yabancıdan farkları yoktu şu sıralar.
"Daldın yine."
"Yoo dalmadım, öyle yola bakıyordum."
"Meryem"
"Efendim?"
Yoldan gözlerini çekip bir anlığına genç kadına baktı Ömer. O çocukluğuna ait masum hisler kaybolmamıştı. Bilakis Meryem'i görünce yeniden fitillenmişti içindeki kıvılcımlar. Her ne kadar yanlışta olsa hoşlanıyordu genç kadından. Sedat'ın elleri arasından alıp soldurduğu çiçeği geri kazanmaktı amacı. Zamanında çok aramıştı sevdiği kızı lakin adını, sanını bulamamıştı fakat şimdi kader yeniden bir araya getirmişti ikisini.
"Sedat'la aran pek iyi değil, demi?"
"Bunu konuşmak istemediğimi söylemiştim."
"Evet ama seni üzgün gördükçe ben üzülüyorum. Dur, tahmin edeyim Sedat'ın biyopsi olduğundan bile haberin yok."
Sessiz kaldı Meryem, gözlerinin dolmasına aldırmadan akmak isteyen gözyaşlarını geri gönderdi. Böyle hassas bir mevzuyu cidden Ömer'le konuşamazdı. Ömer ise durumu anlayarak sessiz bir köşeye çekti arabayı. Torpidodan peçete çıkartıp genç kadının nemli gözlerini sildi. Kim bilir Sedat yüzünden kaç gözyaşı düşmüştü bu gözlerden? Ömer'in parmakları yanaklarında gezerken itiraz edemedi Meryem. Kaç zaman olmuştu gözyaşlarını başkası silmeyeli? Galiba çocukluğundan beri kimse silmemişti nemli gözlerini. Çocukluğunda ise yine Ömer böyle şefkatle silmişti ya gözyaşlarını. Babasından yediği tokatların izini yine Ömer kendine sarılarak geçirmişti ya. Bu yüzden genç adama karşı koyması gereken mesafeyi koyamıyordu çünkü Ömer çocukluğuydu. Çocukluğunun en güzel yanı...
"Sedat'ta senin kıymetini hiç bilemedi demi?"
"Ömer lütfen gerçekten bunları konuşmak istemiyorum."
Peçeteyi eline aldığında ıslanan yanaklarını kendi sildi Meryem. Ömer ise önüne döndü. Düz yola bakarken ne diyeceğini de düşündü bir süre.
"Tamam sadece mutlu musun, onu söyle."
"Bunu neden bilmek istiyorsun?"
"Çünkü arkadaşımsın. Çok kıymetli bir arkadaşım."
Ömer'le göz göze geldiğinde boğazını temizledi genç kadın, bakışlarını kucağına çevirdiğinde kalp ritminin değişmesini yok saymak istedi. Ömer böyle ilgiyle yaklaştıkça içinde çok yanlış hisler peyda oluyordu. Yıllar sonra bir kalbi olduğunu Ömer sayesinde fark ediyordu. İçindeki hisleri anlam veremeyecek genç bir kız değildi. Otuz yaşını geçmiş bir kadındı. Hem de evli bir kadın.
"Diyelim ki mutlu olmadığımı söyledim. Ne yapacaksın?"
"Kocana gidip hesap soracağım. Seni üzmek neymiş, ona göstereceğim."
"Ömer"
"Ne? Meryem sen az şeyler yaşamadın. Abilerin bir yandan, baban bir yandan... Ben seni hiç yalnız bırakmamalıydım. Bir askere gittim duydum ki vermişler seni. Hem de kaba saba adamın tekine. Üç ay içinde de apar topar evlendirmişler. Şimdi kocanın da seni böyle üzmesine nasıl sessiz kalayım?"
"Haksızlık etme Sedat o kadar kötü bir adam değil, çocuklarımın da babası. Yalnızca... Yalnızca sevgisini göstermeyi bilmiyor."
"O yüzden mi seni hastaneye gideceğin gün bile yalnız bırakıyor?"
Gözleri yeniden birleştiğinde derin bir nefes aldı Meryem. Niye bu kadar çok zorluyordu Ömer? Eğer yıllar önce yapamadığını yapmayı düşünüyorsa çok geç kalmıştı. Düşüncelerini elinin tersiyle bir kenara ittiğinde konuyu değiştirmeye çalıştı.
"Okula gidelim mi, geç kalıyoruz da."
Kaçıyordu genç kadın, istediği kadar kaçabilirdi fakat eninde sonunda kendine gelecekti. Adı kadar buna emindi Ömer. Yalnızca biraz zamana ihtiyacı vardı. Meryem'i başıyla onaylamasının ardından arabayı çalıştırdı ve okula doğru yol aldı.
Çocukların okuldan çıkmasının ardından Ömer, Meryem'i bırakmadı. Yeğeni, Damla'yı da alıp onlarla birlikte bir kafeye geçti. Meryem her ne kadar itiraz etse de kafasına koyduğunu yaptı. Cem'le, Zeyno'yu tanımak, onlarla biraz olsun vakit geçirmek istiyordu. Şans o ki, Damla Cem'in sınıfındaydı. Çocuklar, Ömer'i pek bir sevdiler. Çok tatlıydı bir amcaydı kesinlikle, eğlenmeyi şakalar yapmayı biliyordu. Genç kadın onları izlerken burukça gülümsüyordu. Keşke karşısında oturan adam Ömer değil de, Sedat olsaydı. Belki bir arama, bir mesaj vardır diye telefonuna göz attığında saatin çok geç olduğunu gördü. Altıya geliyordu ve kendi daha yemek bile yapmamıştı. Çocuklarla kafeden çıktığında Ömer'e görüşürüz demekle yetindi. Nermin Hanım'a geciktiği için ne bahane bulacağını düşünürken Cem'le, Zeyno'ya Ömer'den bahsetmemelerini sıkı sıkı tembihledi. Neyse ki, iki kardeşte sorgulamadı bunu.
Eve geldiğinde annesine kısa bir açıklama yaptı Meryem. Çocuklarla birlikte bir kafeye geçtiğini söyledi. Ne de olsa yalan sayılmazdı. Yemek işini de o hallettiği için biraz olsun içi rahatlamıştı. Sadece birkaç saat eve geç gelmek bile elini ayağını birbirine dolaştırırken hayatını ne kadar ihmal ettiğini bir kez daha anlıyordu. Ömrünü bu ev için harcayıp durmuştu resmen. Bu saatten sonra kurulmuş düzeni değiştiremeyeceğini de iyi biliyordu.
Sekize doğru Sedat'la, Sarp eve geldiğinde sofra hazırdı. Ailecek sofraya oturduklarında Nermin Hanım küçük oğlunda sabit tuttu bakışlarını fakat sebebi Feyza değildi aylar sonra ilk defa.
"Caner bugün geldi mi dükkâna?"
"Yok, aradım ama iyi değilim dedi. Kafası bozuktu anlamadım."
"Tabii iyi olmaz. Unuttun mu oğlum, Necla'nın ölüm yıl dönümü bugün."
Elindeki kaşığı bıraktığında hızla telefonundan tarihe baktı Sarp. Sahiden de on beş mayıstı bugün. Necla teyzesinin aralarından ayrıldığı gün. Nasıl unutmuştu bunu? Nasıl can dostunun böyle bir günde yalnız bırakmıştı? Ayağa kalktığında aceleyle dışarıda aldı soluğu. Caner'in yanına gidecekti gitmesine fakat yalnız olmayacaktı. Karşı eve vardığında zile bastı. Kapı birkaç saniye sonra Asu tarafından açıldığında onun kendini kırmayacağını, aynı zamanda Caner'i yalnız bırakmayacağını biliyordu.
"İyi akşamlar Asu."
"İyi akşamlar, gelsene içeri. Feyza markete kadar gitti birazdan gelir."
"Yok ben Feyza için gelmedim. Seni almaya geldim."
"Beni mi? Neden ki?"
"Caner için. Bugün Necla teyzenin ölüm yıl dönümü. Böyle bir günde Caner'in en çok sana ihtiyacı var, biliyorsun."
Defalarca yutkundu Asu, gözlerinin dolduğunu hissederken Sarp'a ne diyeceğini bilemedi. Caner'e ne kadar kızgın olursa olsun Necla teyzesinin ölümü hep kanatıyordu kalbini ve Caner'in canının nasıl yandığını tahmin bile edemiyordu. Annesini kaybetmiş bir insanın acısını hangi kelime anlatabilirdi ki? Her şey bir yana, ölüm başka bir yanaydı. Böyle bir günde elbette Caner'in yanında olacaktı.
"Telefonumu alıp geliyorum."
Başını salladı Sarp, tam tahmin ettiği gibi davranmıştı Asu. Sonuçta o da vicdan sahibi bir insandı. Genç kadın dışarı çıktığında kapıyı kapadı ardından birlikte arabaya bindiler. Zira Caner'in evde olmadığını bilmek için kâhin olmaya gerek yoktu. On beş, yirmi dakika sonra mezarlığa vardıklarında bekledikleri gibi Necla Hanım'ın mezarı başında buldular onu. İkisi de içli içli genç adama bakarken Asu, Sarp'tan önce davranıp Caner'e yaklaştı. Elini omuzuna dayadı, "Caner," dedi acı acı.
Omuzunun üstünden bakarken gözlerine inanamadı genç adam. "Asu," dedi şaşkınca. Yeşil gözleri ağlamaktan kan çanağına dönmüştü.
"Böyle bir günde seni yalnız bırakacağımı mı sandın?"
"Ama sen... Sen..."
Sarp'a çevirdi genç kadın bakışlarını, kimin kendini buraya getirdiğini anlatmak ister gibi. Caner de can kardeşini görünce burukça tebessüm etti. Nasıl yapmıştı bilmiyordu ama Asu'yu kendine getirmişti. Kan bağının bir önemi olmadığını, can bağının her şeyden daha değerli olduğunu bir kez daha anlıyordu. Tıpkı bu dünyada yalnız olmadığını anladığı gibi. Sarp sadece arkadaşı değildi, dosttan öte kardeşiydi ve kendi böyle bir kardeşi olduğu için şanslıydı.
"Her şeyden önce Necla teyzeye bir vefa borcum var. Ben de o borcu ödemeye geldim. Her ne kadar çok geç kalmış olsam da."
Caner'in yanına çöktüğünde ellerini kuru toprakta gezdirdi Asu. Gözyaşları yanaklarını ıslatırken hıçkırmamak için dudaklarını ısırdı. Bir türlü kabul edemiyordu Necla Hanım'ın ölümü fakat bu mezarın başına geldiğinde yeniden acı gerçekle yüzleşiyordu.
"Altı yıl... Annemi kaybedeli altı yıl oldu Asu."
"Eğer anlatmak istersen buradayım."
Topraktaki elleri birleştiğinde göz göze geldi iki genç. Aynı acı yüreklerini dağlarken engel olamadı Caner, iki damla gözyaşının daha akmasına. Başını çevirip elini çektiğinde altı yıl öncesine daldı gitti. O kadar uzun zaman olmuştu ki, yaşadığı acıyı biriyle paylaşmayalı fakat şimdi her şeyi baştan anlatmak istiyordu yanındaki kadına. O yüzden de "O gün annemi kaybedeceğimi bilmiyordum," diyerek başladı söze ve hiç saklamadan anlattı acı bir kaybın yasını. Biliyordu ki, altı yıldır geçmeyen matemi, yaşadığı müddetçe bitmeyecekti. Sonsuza kadar kalbinde hüküm sürecekti bu buruk acı çünkü kaybettiği insan annesiydi. Yetişkin bir adam olması da, annesine ihtiyacı olmadığı anlamına gelmezdi. İçindeki küçük çocuk hâlâ hasretti annesine ve o küçük çocuk mahkûmdu bir ömür bu özlemi çekmeye.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.96k Okunma |
598 Oy |
0 Takip |
68 Bölümlü Kitap |